Aşağıdaki kitap özetini kitaplar bölümüne yazdım. Ancak bazı üyelerin sadece serbest foruma baktıklarını ve fikirlerini belirtmek isteyenlerin de olabileceğini düşünerek bu foruma da ekliyorum.
SÜMERLER: Tarihleri, Kültürleri ve Karakterleri
Geniş Bir Özet I.Bölüm
Kramer'in, 1956 yılında yazdığı Sümerler: Tarihleri, Kültürleri, Karakterleri adlı kitabı türkçe çevirisi yapılmış olan diğer kitaplarını okumak için en iyi başlangıç kitabı kabul edilebilir. Kramer, bu kitapta Sümer'lerin tarihini, toplumsal yapılarını, Sümer'de çok önemli bir yer tutan din anlayışını, eğitim sistemini ve Sümer insanının değer sistemine ilişkin tespit edebildiklerini derli toplu bir şekilde bizlere aktarıyor. Bu yüzden kitabı, Sümerler hakkında genel bir bilgi edinmek isteyen okura tavsiye edilecek ilk kitap sayıyorum.
Kitabı okuyamayacak olanlar için ise Kramer'in bölümlemesine uygun olarak geniş bir özet çıkarmaya çalışacağım.
Kitabın ilk bölümü 'Arkeoloji ve Çiviyazısının Çözülmesi' başlığını taşıyor. 150 yıl önce Sümerler adı verilen bir topluluğun var olduğu bile bilinmiyordu. Sümerce'nin çözülmesi Akadca'nın ve eski Persçe'nin çözülmesi ile gerçekleşiyor. 1800'lerin başında başlayan bu süreç içerisinde pekçok arkeolog ve dilbilimcinin gösterdiği çabayı anlatıyor Kramer. Akad, Elam ve Babil gibi Sami kökenli uygarlıklar hakkında daha çok şey bilinmesine rağmen bu uygarlıklardan önce Sami kökenli olmayan bir uygarlığın yaşadımış olduğu ilk kez 1850'lerde ileri sürülüyor. Sümerce'nin çözülmesine en büyük katkı sağlayan şey ise iki ve üç dilli metinler. Yani eski Persçe'den, Akad diline ordan Sümer diline giden bir zincir sayesinde Sümer dili çözülüyor. Kuşkusuz ölü bir dil olmasından dolayı hala dil üzerine tartışmalar sürüyor. Buna karşın giderek artan ölçüde Sümerce dil bilgisi ve sözlüklere sahibiz bugün.
“Kahramanlar, Krallar ve Ensiler” başlıklı ikinci bölüm kısa bir Sümer tarihi. Tarih boyunca hiçbir uygarlığın başaramadığı kadar uzun süren 3000 yıllık bir egemenliği 50 sayfada özetlemeye çalışıyor Kramer. M.Ö. 4500 civarında ilk yerleşim yerlerinin kurulmasından Sümerlerin bir halk olarak varlığının sona erdiği M.Ö. 1750'lere kadar uzanan bir süreç bu. Kuşkusuz bilim adamlarını en çok uğraştıran şeylerden birisi Sümerlerin genel olarak kabul edilen anlamda bir tarih yazmamış olmamalarıdır. “Kendi çağlarında geçerli olan ve tartışılmaz gerçek olarak kabul edilen bir dünya görüşüyle -yani her şeye gücü yeten tanrılarca planlanıp gerçekleştirildiği için kültürel olgu ve tarihsel olayların “iyice gelişmiş ... iyice olgunlaşmış” halde ortaya çıktığı görüşüyle- sınırlanmış olan en düşünceli ve en bilgili Sümer bilgesinin bile aklına, herhalde, Sümer ülkesinin bir zamanlar birkaç seyrek yerleşim yeri bulunan ıssız, bataklık bir ülke olduğu, ve insan iradesiyle kararlılığın, insanlarca yapılan planların ve denemelerin, insanlarca geliştirilen keşif ve icatların belirleyici bir rol oynadığı kuşaklar boyunca süren mücadele ve emek sonucunda, ancak yavaş yavaş kalabalıklaşan, serpilip gelişen karmaşık bir topluma dönüştüpğü düşüncesi gelmemiştir.”
Sümerler kendilerinin tanrılara hizmet etmek için yaratıldıklarına kesin olarak inanıyorlardı. Bu yüzden tapınaklar inşa etmek, sunaklar yapmak ve adaklar adamak ve bu yaptıklarını yazıya geçirmek ihtiyacı duyuyorlardı. Burdaki amaç tanrılara hizmet ettiklerini göstermekti. Sümer kral listesinde krallık gökten indiği zaman Eridu krallığın makamı olur ve sonra Tufan'a kadar 8 kral görürüz. Bu sekiz kral toplam 5 kentte 241.200 yıl hüküm sürerler. Hüküm süreleri genel olarak giderek azalır. (Aluhim- 36.000 yıl, Alalagar- 28.800 yıl, Enmenluanha-43.200 yıl, Enmengalanna- 28.800 yıl, Dumuzi- 36.000 yıl, Ensipazıanna-28.800 yıl, Enmeduranna-21.000 yıl, Ubartutu-18.600 yıl) Tufan'dan sonraki kralların hüküm süreleri ise 1200 yıldan başlayıp giderek azalıp 5-30 yıl gibi makul ölçülere iner. (Tevrat ve Kuran'daki peygamberlerin uzun yaşamaları ve giderek bu sürelerin azalmasıyla bir benzerlik vardır burda) Ancak bu kral listeleri Sümer yazıtlarında her zaman birbirini tutmaz. Gerçekte aynı dönemde yaşamış olan kralların Kral listesinde ardıl oldukları görülür bazen. (Örneğin iki Kral arasındaki bir yazışma tableti bulunur) Sümerologlar adak yazıtlarından, tarihlendirme formüllerinden, kraliyet mektuplarından, hükümdar ve hanedan listelerinden, destan ve ağıtlardan bu tarihi çözümlemeye çalışmışlardır.
Sümer ülkesine ilk yerleşenlerin Sümerli olmadıkları hemen hemen kesindir. Bunların M.Ö. III. Binyılda Subirili olarak bilindiğine dair bilgiler var. Sümer kentlerinin çoğunun adının Sümerce olmaması kanıtlardan biri. Sümerologlar bu halka Proto-Fırat'lılar diyorlar.
Kramer Sümer hanedanlıklarını ve krallarını sırayla anlatır ancak bazı destan ve yazıtlardaki yanıltıcı bilgiler konusunda da bizi uyarır. Sümer tarihini çözmek, Sümer çiviyazısını sökmek gibi bir tür iğneyle kuyu kazmaya benzer. Ancak verilen çaba okuru açıkça büyüleyen bir çabadır. Kramer, Sümer uygarlığının yıkılıp Sümer temelleri üzerine kurulan Babil'e kadar getirir tarih anlatımını.
III. Bölüm Sümer kenti ve toplum yapısı üzerinedir. Sümer kentinin en önemli binası kuşkusuz tapınaktı. Kentler, dünyanın yaratıldığı gün verildiği asıl tanrısına aitti. Erken dönemde, ensi adı verilen ve eşitler arasında bir eşit sayılan kent valisi “ensi” yönetirdi. Ayrıca “yaşlılar” ve “erkekler” denilen iki meclisli bir kongresi vardı kentin. Ancak “barbar halkların” baskısı arttıkça “büyük adam” üstün bir yer tutmaya başladı. Askerler ve rahiplerin önemi arttı. Zaman içinde tapınak ve sarayın karşı karşıya gelmeye başladığına da tanık oluyoruz. Sümer toplumu köleci bir toplumdu. Kölelerin çoğu savaş tutsaklarıydı. Ancak özgür yurttaşlarda borçlarına ödeyemeyip köleleştirilebiliyordu. En fazla 3 yıl olabilirdi bu köleleştirme. Ayrıca kölelerin bazı yasal hakları da vardı. İş ilişkilerine girmek ve özgürlüklerini satın alabilmek gibi yada özgür bir insanla evlenen kölenin çocuklarının özgür sayılması gibi.
Evlilikte damat kayınpedere bir düğün armağanı sunmak zorundaydı. Kadınlar mülk sahibi olabilir, iş ilişkileri kurabilir ve tanık olarak kabul edilirdi. Fakat kocası onu hafif nedenlerle boşayabilir; eğer kadının çocuğu olmuyorsa ikinci bir kadınla evlenebilirdi.
Sümer tabletlerinin büyük kısmı iş sözleşmeleri, anlaşmalar, mahkeme kararları gibi resmi belge niteliğinde şeyler. İlk toplumsal reformu ve belki de ilk “özgürlük” sözcüğünü de bu tabletlerde görüyoruz. (Sümerce “özgürlük” sözcüğü “anaya dönüş” anlamına geliyor, neden olduğu anlaşılmış değil.)
Sümerde ilk olarak “zindan”a da rastlıyoruz. Vergi ve brcunu ödemeyenler, düzmece hırsızlık ve cinayet suçlamaları için. “Recm” olayı Sümer'de de var. İki erkekle evlenen kadın, yada hırsızlık yapan adam, üzerlerine kötü niyetlerinin yazılı olduğu taşlarla taşlanıyor. Ancak sert Sümer yaslarının M.Ö. 2000'den önce bile yumuşadığını görüyoruz. “Göze göz, dişe diş” yasaları (ayak, el, burun kesme gibi) para cezalarına dönüştürülüyor (Ur-Nammu reformu) 3 yada 4 yargıçtan oluşan Sümer mahkemeleri vardı. Hatta bir tür yargıtayın bile olduğu görülüyor. Eğer taraflardan birinde yazılı belge yoksa tapınağa gidip yemin ederek ifade veriliyordu. Sümerde nüfus sayımları yoktu ancak kentlerinin en büyüğünün 200.000 civarında nüfusu olduğu tahmin ediliyor.
Sümerde hiçbir teorik bilim gelişmemiştir. Ancak matematiksel işlemlerin, tıbbi bazı ilaç formüllerinin bilindiği görülüyor. Ayrıntılı bazı ilaç tariflerine rağmen, büyü çok büyük bir yer tutuyordu. Sümerlerdeki bilimsel bulgular tümüyle pratik ihtiyaçlardan kaynaklanan şeylerdi. Tuğlaları saymak, toprağı ölçmek vb. Tarım ve hayvancılıkda çok ileri gitmiş olduklarını ise zaten biliyoruz. Bugün tam çözülemeyen 50'ye yakın tarla sürmeye ilişkin sözcük kullanıyorlardı. Sümerin en popüler içkisi ise biraydı.
Kitabın IV. Bölümü 'Din: Teoloji, Ayin ve Mit' başlığını taşır. Sümerler için evreni oluşturan öğeler gök ve yeryüzü idi. Evren için “gök-yer” anlamına gelen “an-ki” sözcüğü kullanılıyordu. Gök ile yer arasında “lil” adı verilen rüzgar, hava, nefes,ruh anlamına da gelen bir atmosfer vardı. Güneş, ay, gezegen ve yıldızlar da bu maddeden yapılmış, ama el olarak parlaklık verilmişti. Bu temel kanılar üzerine geliştirilen Sümer kozmogonisinde başlangıçsa “ilksel deniz” vardı. Bu “ilksel deniz”de nasılsa düz bir yeryüzünün üzerine konmuş ve onunla bütünleşmiş bir evren (yani “gökyer”) oluşmuştur. Bu oluşma “gök” ile “yer”in ayrılması biçiminde anlatılır.
Sümer panteonunda 4 yaratıcı tanrı, bunlara eklenen 3 tanrı ile birlikte “yazgıları belirleyen” 7 tanrı, ve “büyük tanrılar” olarak bilinen elli ilah vardı. Panteondaki tanrılar belli bir önem sırasına sahipti. Ancak bu önem sıralarının 3000 yıllık kültür boyunca değiştiği görülüyor. Başlangıçtaki “An” (gök baba) ve “Ki” (yer ana)nın çocuğu olan tanrı (sümerce “dingir”) nasılsa Sümer panteonunun en büyük tanrısı olmuştur. Enlil “tanrıların babası”, “yerin ve göğün kralı”, “bütün ülkelerin kralı”dır. Enlil'den önce ise (muhtemelen M.Ö. 2500'lere kadar) “An” panteonun ilk tanrısıydı ve binyıllar boyunca “An”a tapılmaya devam edildi, ancak panteon'da dördüncü sıraya kadar geriledi. Enki ve Ninhursag ise 4 yaratıcı tanrının diğer ikisidir. Enlil en büyük tarı sayılmasına karşın, işleri yapan tanrı Enki idi. Adeta bu tanrılar hükümetinin başbakanı gibiydi. Enki kültü Sümerden sonra da mezopotamya kavimlerinde etkisini sürdürmüş, biçim ve ad değişiklikleriyle nerdeyse günümüze kadar sürmüştür. (Başka bir kitabunda Kramer sadece Enki'yi inceler. Adı Sami kavimlerinde Ea olarak geçer. 50 özelliğine atıfta bulunarak 50 ada sahiptir.)
Sümer teolojisinde bir başka önemli kavram “me”lerdir. “Me, genelde, her kozmik varlığa ve kültürel görüngüye, onu yaratan ilah tarafından hazırlanmış planlar uyarınca sonsuza kadar işlemesi amacıyla atanan bir kurallar ve düzenlemeler dizisini ifade ediyordu.” “Me”lerin bir listesini 'İnanna ve Enki: Uygarlık Sanatlarının Eridu'dan Erek'e Aktarılması” mitinde buluyoruz. Bazılarını sayarsak: en-lik, tanrılık, yüce ve sonusuz taç, krallık tahtı, yüce kutsal mekan, son bulmayan hanımlık, rahiplik makamı, hakikat, ölüler diyarına iniş, su baskını, savaş sancağı, cinsel ilişki, fahişelik, yasa, iftira, sanat, müzik, yaşlılık, kahramanlık, metal işleme sanatı, bilgelik, deri işleme sanatı, zafer, öğüt. Liste uzayıp gidiyor. Adını verdiğimiz mitte tanrıça İnanna kurnaz Enki'yi kandırarak “me”leri Enki'nin kenti Eridu'dan kendi kenti olan Erek'e taşır. Bunun için bir “kayık” kullanır.
“Enlil ve Ninlil: Ay-Tanrısının Doğumu” mitinde panteonun başı Enlil'in ölüler alemine sürülüşü anlatılırken, ölülerin geçmesi gereken “insan yutan” ırmak ve ölüleri karşı tarafa taşıyan kayıkçı figürleri bütün eskiçağ Yakındoğusunda ve Akdeniz dünyasında yaygındı.Ölüler diyarı hakkında birçok birçok mit ve anlatım olmasına rağmen, tablo epey bulanık ve çelişkilidir. Ruhlar muhtemelen buraya mezardan iniyordu ve bütün önemli kent merkezlerinden ölüler diyarına girişler vardı. Ölüler diyarını Ereşkigal ve Nergal adlı tanrılar yönetiyordu. Ayrıca çok sayıda “galla” adı verilen (islamdaki zebani benzeri) görevliler vardı. Gökteki tanrılar ve yeryüzündeki insanlar gibi burda da yiyeceğe, giyeceğe, çeşitli kaplara ve takılara ihtiyaç duyuluyordu.
Sümer cenneti Dilmun ise “saf”, “temiz” ve “parlak” bir ülkedir. Orada ne hastalık ne de ölüm vardır. Burası islamiyetteki gibi ölümden sonra gidilecek yer değil, başlangıçta tanrıların yaşadığı yerdir. Kitab-ı Mukaddes'teki “Aden bahçesi” ile birçok koşutluk gösteren Dilmun, tanrılar bahçesi düşüncesinin de Sümer kökenli olduğunu gösteriyor. Sümerleri yenen ve Sami kökenli bir halk olan Babiller de kendi ölümsüzlerinin yurdu olan “yaşayanlar diyarını” aynı Dilmun'a yerleştirdiler.
Sümer cennet öyküsü, Havva'nın Adem'in kaburga kemiğinden yaratılmasını aydınlatan bir içeriğe sahiptir. Sümerlerin büyük tanrıçası Ninhursag'ın ektiği sekiz bitkiyi Enki'nin yemesi üzerine Ninhursag Enki'ye sekiz hastalık verir ve ortadan kaybolur. Hiçbir tanrının iyi edemediği bu hastalıkları iyileştirmek için Ninhursag tekrar geri getirildiğinde her bir hastalık için birer küçük tanrıça yaratır. Bunlardan biri de Enki'nin kaburga'sındaki hastalığı iyi edecek olan 'Nin-ti' dir. Sümercede “kaburga kemiği hanımı” anlamına gelir. “ti” kaburga kemiği demektir. “Ti”nin bir diğer anlamı ise yaşatmak demektir. Yani “kaburga kemiğinin hanımı” anlamına da gelir. Bu güzel sözcük oyunu İbranice'de etkisini kaybetmiştir. İbranice “yaşatmak” ve “kaburga “ sözcükleri arasında hiç bir ilişki yoktur.
Bunların dışında insanın “denizin dibindeki kilden” yaratıldığı şeklinde bir Enki-Ninhursag miti daha vardır. Sümer panteonunun yaratıcılarına göre, tanrıların sayısı artınca bu tanrıların yiyecek ihtiyaçları da artmış ve tanrıları bu külfetten kurtarmak için “insan” yaratılmıştır. Bu yüzden “insan”ların temel görevi tanrıların yiyecek ihtiyacını karşılamaktır. Ancak insanların yaptığı gürültü Enlil'i rahatsız eder ve tufan gönderir. Ancak Enki tufanı Sümer Nuh'u “Ziusudra”ya haber vererek insanları yok olmaktan kurtarır.
Sümerlerin en sevdiği mitolojik öyküler ise aşk tanrıçası İnanna (Akadlarda İştar) ile kocası çoban-tanrı Dumuzi (sonradan Tammuz)arasındaki ilişkiler üzerinedir. Kitab-ı Mukaddes'teki Habil-Kain çekişmesine benzer şekilde Dumuzi çiftçilik tanrısı Enkimdu ile çekişir. Dumuzi'nin ölüler diyarına mahkum edilmesi ve sonrasında yaşanan trajik öykülerin sonunda Dumuzi'nin ölüler diyarından çıkıp İnanna ile buluşmasını sembolize eden bayram-tören'ler Sümer halkının en sevdiği eğlencelerden biriydi. Bu törenlerde söylenen ilahiler Kitab-ı Mukaddes'teki “Ezgiler Ezgisi” ile büyük koşutluklar taşır.
İnanna'nın birgün yorgun bedenini dinlendirmek için yere uzanması ve bahçıvan Şukalletuda'nın ona tecavüz etmesi ve kaçması üzerine İnanna'nın Sümer'e gönderdiği felaketler de Kitab-ı Mukaddes'teki firavunun ülkesine gönderilen felaketlere benzer. Bütün kuyuların ve hurmalıkların kana boğulması, yıkıcı rüzgarlar ve fırtınalar gibi.
Son olarak Sami kökenli Bedeviler hakkında bir Sümer mitinde geçen blgi de ilginçtir. Sami tanrısı Martu evlenmeye karar verir ve bir Sümer kızı Numuşda'yı bulur. Arkadaşları Martu için Numuşta'ya “Martu'nun çadrıda oturan, çiğ et yiyen ve 'öldüğü zaman mezara götürülmeyen' barbar bir Bedevi”den başka birşey olmadığını anlatır.