Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > Genel Forumlar > Politika

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #1  
Alt 25-07-2008, 22:26
dilaver - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
dilaver dilaver isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Sep 2006
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 12.080

Onur Üyeliği Başarı Ödülü Başarı Ödülü 

Standart Diyarbakır Cezaevi ve Gerçekler

Yeni nesiller Diyarbakır Cezaevini bilmezler. Eskiler de hatırlamazlar. Ama Nazi faşizmini aratacak olayların yaşandıgı yerdir Diyarbakır Cezaevi. İnsanlıgın ezilmeye çalışıldıgı yanısıra insan onurunun da dik tutulmaya çalışıldıgı bir yerdir. İnsanlar yaşamları pahasına kendilerini yakarak direndiler. Unutturulmaya çalışılan bir süreçtir. Hatırlatmak ise boynumuzun borcudr. Unutulmamalıdır, devamlı belleklerde taze kalmalıdır ki bir daha bu tarz şeyler yaşanmasın :

Esat Oktay, biz tutuklulara yemek vermiyordu, açlık ve susuzluktan verem hastalığına yakalanıyorduk.

Dr. Orhan Özcanlı biz veremlilerin balgamlarını tahlil için toplar, matfağa götürüp yemeklere karıştırır ve o gün bol miktarda yemeği bütün koğuşlara dağıttırırdı.

Bir araştırma yapılırsa 1983 Yılında Diyarbakır Cezaevi’ndeki veremli sayısı, bütün Türkiye’deki veremli sayısı kadar olduğu anlaşılacaktır ve bu da Dr. Orhan Özcanlı’nın ’başarı’sıdır.

Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran tutuklulara bok yedirirdi. Dr. Orhan Özcanlı ise; ekmeğin üzerine krem deterjan sürdürerek yedirmeyi, toz detarjanı suya katarak içirtmeyi tercih ederdi.

Ve Cellat Esat`in suratına bakıp şu esprisini de yapıyordu:
„Komutanım, siz ağızlarını pisliyorsunuz, ben temizliyorum. Sizinki bir anlık midelerini bulandırır, benimkinin ne yapacağını git onlara sor!“

Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran tutukluları aç bırakmaktan zevk alırdı. Dr. Orhan Özcanlı ise; susuz bırakmaya bayılırdı.

Diyarbakır sıcağında, yazın ortasında vanadan suyu keserdi; beş veya altı gün tek damla su akmazdı. Tutuklular ardarda düşer bayılırdı. Koğuş gardiyanları Dr. Orhan Özcanlı`ya koşarlardı. Koğuş kapısına kadar gelen Dr. Orhan ile gardiyan arasında tiyatro başlardı.

Doktor Orhan: (yerde yatan tutuklulara bakar)

- Yavrum ne oldu bunlara?
- Komutanım bilmiyorum, hastalar!
- Vah vah vah! Ayaklarından çekip koridora çıkarın yavrum.
Gardiyanlar baygın olan tutukluları tek tek ayaklarından çekerek koridorda üst üste atarlar.

Tiyatro devam eder.

“Yavrum bu adamlar susuz, bidonarla su getirin!”

Bidonlarla taşınan sular tutukluların üzerine dökülür, koridorda beş santim derinlikte su yükselir, baygınlar yavaş yavaş ayılır, dökülen suları kana kana içer ve herkes Doktoru alkışlayınca tutuklular içeri alınırdı.

Benim bir arkadaşım vardı. Adı Fevzi Yetkin`di.

Fevzi`nin arka dişlerinden biri ağrıyor, bu yüzden gece gündüz inliyordu.

Gardiyanlar alıp götürdüler. Dış salonda hangi dişinin ağrıdığını sormuşlar.

Fevzi ağrıyan dişini göstermiş, “hayır” bu dişin ağrımıyor, sağlam bir dişini işaret ediyorlar.

“Bu dişim ağrıyor diyeceksin !”diyorlar.

Sürükleyip Dr. Orhan Özcanlı’nın yanına götürüyorlar. Onun gözlerinin önünde.
Çenelerini yumrukluyorlar. Dr. Özcanlı da diyor ki:

„Bağırma yavrum, burası mahrumiyet bölgesi, uyuşturucu iğne yok ki“

Ve yumruk darbeleriyle Fevzi Yetkin`in çeneleri uyuşturulunca Dr. Orhan`a teslim edilir.

„Hangi dişin ağrıyor yavrum?“ diyen Doktor Orhan`a Fevzi ağrıyan dişini gösterir.

Dr. Orhan „Hayır yavrum o dişin değil bu dişin ağrıyor; benim kadar mı bileceksin!“

Diyor ve Fevzi`nin sağlam dişini çekerek eline verince koğuşa gönderiyor.

Fevzi bu dişini koğuşta betona sürterek zar haline getirmiş, onunla uzun süre tavla oynamıştı.

Bir ara aynı koğuşta karşılaştık; bu öyküyü bana anlattı ve cebinden zarı çıkardı; aynı zarla ben de tavla oynadım..
-------------------------------------------

Esat Oktay Yıldıranı ve onun arkasındaki devlet ve ordu gücünü tüm nesillerin tanıyabilmesi için tanıklıkları buraya asacagım. İgrenenler bu başlıga hiç bakmasın. Bunlar ve daha kötüleri bu ülkede yaşandı. Bunların yaşanmamasını umanlar ise takip etsin.

saygılarımla

Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar
her mili bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var
Dostlar, ki bir kere bile selamlaşmadık
aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz...

Nazım Hikmet

www.dilaverkom.blogcu.com
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 25-07-2008, 22:30
dilaver - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
dilaver dilaver isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Sep 2006
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 12.080

Onur Üyeliği Başarı Ödülü Başarı Ödülü 

Standart

hiçbir görevlinin ceza almadığı bu dehşet süreciyle ilgili duyduklarını 1987'de bir kez de yaşayanlardan dinlemek isteyen yazar aziz nesin'le ilgili bir anekdotu, iki yılını bu cezaevinde geçiren nuri sınır şöyle aktarıyor:

"aziz nesin, 'çocuklar' dedi, 'bu cezaeviyle ilgili çok şey söylendi, ancak siz orada yaşadınız, sizden dinlemek istiyorum.' 28 olay anlattık. aziz nesin çok dalmıştı, pencereden yağan karı seyrederken bir ara dönüp baktı ve şunu söyledi: 'yahu çocuklar, kendi hayal dünyamı çok geniş biliyordum. ama kürtlerinki daha çok genişmiş.' aziz nesin, bizim anlattıklarımıza inanmadı."

işte tanıklardan birinin, "durduğumuz yerde 16 saat diz çökerek bütün sesimizle ırkçı-turancı marşlar söylüyorduk" diye özetlediği 'türkiye'nin aushwitz'inden günlük yaşam manzaraları:

haluk yıldızhan (diyarbakır doğumlu): gözaltından gelenleri genel olarak sinema salonuna değil de, o zaman 37 olarak adlandırılan, daha sonra 36 adını alan hücrelere götürürlerdi. burada, "banyolu mu televizyonlu koğuş mu istersin?" diye sorup, cevap ne olursa olsun her iki durumda da alt katlardaki tuvaletleri tıkanmış ve pislik içindeki lağım sularının ve insan dışkılarının yüzdüğü bir yerde süründürülür, günlerce işkence ve kaba dayakla hoş geldin safhasında yıldırdıktan, tamamen teslim aldıklarına inandıktan sonra koğuşa gönderirlerdi.

osman karavil (diyarbakır doğumlu): koridorda sıra dayağından geçirildikten sonra hücrelere dağıtıldık. tek kişilik bu yere yedi kişi sığdırıldık. askerler göründü, 'ellerinizi uzatın' dediler. hücrenin, kapı ve penceresinden ellerimizi uzattık. yoruluncaya kadar dövüp gittiler. bu dayaklar, tahminen her yarım saatte bir tekrarlandı. sonra hücre dayağı düzenine geçildi. günde üç fasıl, sabah, öğlen, akşam...

k.y. (diyarbakır doğumlu, 16 yaşında tutuklandı): bana cop sokmaya çalıştılar, çok direndim, kafamı duvarlara vurdum, kendime büyük zarar vereceğimi gördüler, benden vazgeçtiler. ama arkadaşlarımdan yaklaşık 200-250 insana cop soktular. aslen ermeni olan garabet demircioğlu arkadaşımız vardı. maşallahlı sünnet elbisesi giydirerek, törenle sünnet ettirdiler, ismini de ahmet olarak değiştirdiler.

nazif kaleli (şanlıurfa doğumlu): üzerinde 40 çivi olan bir sopa vardı, onunla vuruyorlardı. bir tane 'kuzu' dedikleri sopa vardı, bir de 'koç'. biz her zaman copu tercih ediyorduk. cop korkunç acıtıyordu, ödem oluşturuyordu, ama daha sonra geçiyordu. ancak sopalar kemikleri eziyordu.

cevdet baran (diyarbakır doğumlu): bişar akbaş adında bir arkadaş vardı. gardiyanların emrine karşı çıkıyordu, yürümüyordu, hem rahatsızdı hem de inat ediyordu. bir gün gardiyan kolumdan tuttu ve "çık" dedi. bişar'ın yanına götürdüler. onu karın içine yatırmışlardı ve bana dediler ki, "ağzına işeyeceksin."
"yapmıyorum" demedim. "gelmiyor komutanım" dedim. beni dövmeye başladı. epey dövdü, karın içinde sürdürdü, tabanlarıma vurmaya başladı. ne yaptıysa "gelmiyor" dedim. sonunda beni de bişar'ın yanına yatırdı.

hasan daş (mardin doğumlu): hücreler kötü, koğuşa gitsem rahat ederim, diye düşünüyordum ki, 6'ncı koğuş'a götürdüler. gardiyan geldi, 'yeni gelenler öne çıksın' dedi. elinde bir değnek, değneğin adı haydar.
bana, 'kaç gün hücrede kaldın' dedi. 'bir ay' dedim. 'atatürk'ün gençliğe hitabesini ve andımızı da mı ezberleyemedin?' 'hayır, okumam-yazmam yok komutanım' dedim. haydarla bayıltıncaya kadar dövdü. 53 tane marş ezberledim. her bir kelimesi için yüz ellinin üzerinde cop yedim desem, asla mübalağa olmaz
----------------

bu tanıklıklara devam edecegim. Derdim bu igrençliklerin başlık olarak her yerde yer almazı ve bugün 78 liler derneginin takipçisi oldugu Diyarbakır gerçeginin herkes tarafından ögrenilmesi. Bu süreç bilinmezse Pkk da anlaşılmaz.

saygılarımla

Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar
her mili bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var
Dostlar, ki bir kere bile selamlaşmadık
aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz...

Nazım Hikmet

www.dilaverkom.blogcu.com
Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 25-07-2008, 22:34
dilaver - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
dilaver dilaver isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Sep 2006
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 12.080

Onur Üyeliği Başarı Ödülü Başarı Ödülü 

Standart

mehmet ece (van doğumlu): bir gün gardiyan çağırıp dövdükten sonra ağzıma cop sokup "dişle" dedi. copu dişlediğimde hızla çekti ve önden iki dişim kırıldı. kırılan dişlerimin kökleri kaldı. bir hafta sonra yüzüm, gözüm balon gibi şişti. aynı gardiyan, "niye yüzün şiş" diye soruyordu.
"ranzadan düşerken dişlerim kırıldı komutanım" diyordum

mehmet emin kardeş (mardin doğumlu): dövüyorlar, muhakkak dövdüğü kişinin bir tarafını da kırıyorlardı. "ne oldu sana" diyorlar, "ranzadan düştüm komutanım" diyorduk. herkese avuç avuç bok yediriyorlardı, bu çok sıradandı. 23'üncü koğuş'ta y.a. adında bir arkadaşımız vardı. herkesin gözü önünde ona cop soktular. cop sokma, bok yedirme çok adettendi.

paşa akdoğan (diyarbakır doğumlu): tıraş kremini, kalın çizgiler şeklinde yüzümüze sürdüler, sonra upuzun ince bir ip getirerek, "tren yapacağız" dediler.
herkesin kamışına ip bağladıktan sonra "koş" dediler. koşuyoruz ama en ufak bir şekilde geride kalmak herkesi gerdiriyordu ve aynı zamanda hep birlikte oturup hep birlikte kalkmak zorundaydık. bir süre o şekilde koşturup yat-kalk yaptırdılar. sonra alt hücrelere indirdiler. banyo dedikleri de lağımdı. köpeği öyle alıştırmışlardı ki, tekmil vermediğin zaman saldırırdı. üzerimizdeki elbiseleri parçalardı ve hiçbir şekilde ona karşı bir şey yapamazdık.

selahattin bulut (mardin doğumlu): kapı açılıp karavanayı içeriye getirmeden önce gardiyan bizi çok döverdi. "verdiğim yemeğin hakkını istiyorum" derdi, ta ki bir tarafımızdan karavanaya kan akana dek döverdi. o işkence döneminde günde üç öğün, kanlı karavana yerdik. diş macunu, deterjan, çöp gibi şeyleri yediriyorlardı. cezaevine türkçe bilmeyen ziyaretçi alınmazdı. türkçe bilmeyen nenem, dilsiz taklidiyle görüşe girdi. ağzından bir kelime çıkmadı. sadece hıçkırıyor, yaşlı gözlerle bana bakıyordu. ben çıkmadan da öldü.

behlül yavuz (diyarbakır doğumlu): bir gün, "sizi hamama götüreceğiz" dediler. iki ayda bir yarım kova soğuk su bize ya düşüyor ya düşmüyor. bu hamam nereden çıktı diye endişelenmeye başladık. hamama gittik, "soyunun" dediler. herkes çırılçıplak soyundu. "su dök", biraz su döküldü. "sabun sür", sabun sürüldü.
"su dök", biraz su döküldü ve "giyin, çık dışarı" dediler. o ıslak ve sabunlu halimizle, atlet ve külotları giydik. büyük koridorda, "tek kol sıra halinde dizilin" dediler. o koridor, dayaklar nedeniyle hep kan ve irindi. birinci sıra kaba kirleri sildi, ikinci sıradakiler arta kalan ince tabakayı siliyorduk, üçüncü sıra da tertemiz siliyordu ve o halde bizi koğuşa geri getirdiler. o pislikle yatmak zorundaydık. her taraf kan ve irindi. aşırı bir bitlenme vardı. sekiz saat sürekli dayak yiyorduk. dayak yemediğimiz yemek aralarında ve molalarda da birisi atatürk'ün nutukları ve yaşamını okur, biz de tekrarlardık.
HAMİT KANKILIÇ:Öyle bir vahşet ki...

26 Haziran 1980 yılında Diyarbakır Cezaevi'nde başlayan zor yıllar; Aydın, Bursa, Çanakkale, Eskişehir ve son olarak tekrar Bur-sa'da devam etmiş. Tam 20 yıl sürmüş cezaevi süreci. Ölümlere tanıklık etmenin verdiği zorlukla konuşuyor Hamit Kankılıç. O günleri tekrar yaşıyormuş gibi anlatıyor. Diyarbakır deyince nefesini tutuyor, o süreç Kankılıç'ta o kadar derin yaralar bırakmış ki, nereden başlayacağını düşünüyor uzun uzun...
12 Eylül öncesinde girdim cezaevine. O zaman Diyarbakır Cezaevi yoktu. Askeri cezaevine konuldum. Sonrasında adli tutuklular için yapılan Diyarbakır Cezaevi'ne getirildim. Yıl 1980'di. Hatta darbe olmuştu ve biz 12 Ey-lül'ü cezaevinde radyodan öğrenmiştik. Tabi sonrasında yapılan işkenceler vs... başladı. Tüm bu işkenceler yaşanırken de açlık grevi sürecine girdik. Öyle bir sistem ki insanlığından çıkartılmak için her şeyi yapıyorlardı.
Ben 35. koğuşta kalıyordum. Tabii o kadar çok ölümlere tanıklık ettim ki; bunları anlatmak bile sanki o günlere tekrar götürüyor beni. Açlık grevi çözüm olmadı ve ölüm orucu sürecine girildi. O ara 28. günde Ali Erek ölüm orucunu bıraktı ama uygulamaları da kabul etmedi. Bir gece mide sancısından kıvranırken ve çığlık atarken bir anda sesi kesildi, öldürülmüştü. Biz bunu biliyoruz.
Cemal Kılıç adlı yurtsever bir köylüye İstiklal Marşı'nı zorla söyletmeye çalıştılar, ezberlemeyince onu da öldürdüler. Bu şekilde
ölümler o kadar çok oldu ki, hangi birini dile getireyim... Mahkemelerde dile getirilmesine rağmen mahkeme sorumluluk kabul etmiyor ve sonuçlanmıyordu. Hiç unutmuyorum 21 Mart günüydü çok yoğun önlemler alınmıştı, hiçbirimiz ne olup bittiğini bilmiyorduk. Ta ki yemek sırasında öğrenene kadar. Evet Mazlum Doğan şehit olmuştu, üstelik tek başına kaldığı hücrede. Bunun ardından 33. koğuşta kalan Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Mahmut Zengin, Eşref Anyık olayı protesto etme için kendilerini ateşe verdiler.
Mahkeme süreci devam ediyordu, tekrar mahkemeye çıkıldı. Yine sorunlar anlatıldı, ancak mahkemeden hiçbir ses çıkmadı. Kemal Pirler bu olaylar üzerine ölüm orucunu başlattığını söyledi ve ölüm orucunun 54. gününde hayatını kaybetti. Ölüm orucu sürecinde Kemal Pir'le birlikte Akif Yılmaz, Ali Çiçek ve M. Hayri Durmuş da hayatını kaybetti.
Dedim ya öyle bir vahşetti ki insan, insan olmaktan ve nefes almaktan utanıyordu.


saygılarımla

Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar
her mili bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var
Dostlar, ki bir kere bile selamlaşmadık
aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz...

Nazım Hikmet

www.dilaverkom.blogcu.com
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 25-07-2008, 22:38
dilaver - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
dilaver dilaver isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Sep 2006
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 12.080

Onur Üyeliği Başarı Ödülü Başarı Ödülü 

Standart

YILMAZ SEZGİN: 'Celladım bile yaşamasın'

6 Mayıs 1980'de PKK davasından tutuklandıktan sonra Diyarbakır Cezaevi'nde kalmış Sezgin. 20 yıl süren cezaevi sürecini anlatırken göz yaşlarına hakim olamıyor. 17 yaşında girdiği cezaevinde görmediği zulüm kalmamış. Tıpkı Diyarbakır Cezaevi'nde kalan diğer tutuklular gibi... "Koridorlarda işkence sesini duyduğunuzda ölmek istiyorsunuz, o sese tahammülünüz kalmıyor" diye anlatıyor Yılmaz Sezgin.
Cezaevine girdiğimde 17 yaşındaydım. İlk girdiğimde okuma yazma bilmiyordum, hayat daha da zordu. Çok yoğun işkence vardı. İdeolojik olarak bir şey bilmiyordum, sistemi de tanımıyordum. Sadece Kürt olduğum için harekete sempatim vardı.
O yoğun işkencede her şeye teslim olmayı dayatıyorlardı. Kendi kurallarına uydurmak istiyorlardı. Orada yatan insanların kendi insanlıklarını unutmalarını istiyorlardı. İnsani değerden tamamen uzaklaştırmak ve kendi kimliklerinden soyutlamak istiyorlardı.
İşkence sesini duyduğum zaman uyuyamıyordum. Bazen ölmek istiyordum. O sese tahammül kalmıyor. Diyarbakır her yönüyle vahşetti. İnsanlığa ait olmayan her şey vardı. Oradaki politikalar Kürtleri bitirmeye yönelikti. Ziyarete gelindiğinde sadece 'mercimekler nasıldı' diyebiliyorduk. Bu talimat verilmişti. Babam ziyaretime geldiğinde, nasılsın oğlum diyordu, ben sadece 'mercimekler nasıldı' diyordum. Nasılsın sorusunu karşılığı bu mu olmalıydı? Kim istemez babasıyla ya da annesiyle uzun uzun sohbet etmek, sarılmak, sesini duymak... Kim istemez ki? Bize bu çok görüldü.
Ama tüm yaşanılan işkenceye rağmen de güçlü bir direniş vardı. Bir bardak su bile paylaşılırdı, işkenceyi ve ölümü göze alarak paylaşılırdı.
Bazen öyle anlar yaşardık ki, ölsek de kur-tulsak derdik, ama arkadaşlarla karşılaşırdık, 'biraz daha dayan' diyerek birbirimizi telkin ederdik. 'Bitecek bu günler' derdik, gözlerimizle anlatırdık, boğazımıza düğümlenen özlemi hissederdik birbirimizin... Birbirimizden güç alırdık.
Güç ala ala yaşadık. Yoksa iki gün bile dayanamazdınız. İnsan olmayı unutuyorsunuz çünkü, unutturuluyor size.
Ben derdim ki "Buradan çıkarsam, bunlar yanlarına kalmayacak. Aynı şeyleri ben de yapacağım düşmanıma!" Ama şimdi hiç öyle düşünmüyorum. Celladımın bile benim yaşadığımı yaşamasını istemem. İnsan insana nasıl yapar bunları?
Çok şey yaşadık ama en basiti; 'Kürt değil Türküm diyeceksin' dayatmasıydı. Ben bunun için çok işkenceden geçtim.
Yoğun işkence sırasında annene ve babana küfür edilse de 'emret komutanım' diyorsun. 60 kişi çırılçıplak birbiri üzerine bindiriliyordu, makata joplar sokuluyordu. Banyo vaziyeti alıyorsun, sabun yok, tazikli suyla ıslatılıyorsun.
Daha sonra dışarı çıktığında sağlı sollu askerler tarafından yat kalk emir komutası veriliyordu. Bir sürü insan intihara zorlandı o süreçte. Ölüm orucundaki arkadaşlara bile her türlü işkence yapıldı.
Şimdi bakıyorum, Diyarbakır denilince sevgi, paylaşım, direnç geliyor aklıma. Hayat geliyor, yaşamın zorluğu, ince bir ip üzerinde nasıl yaşanılır, o geliyor... Ve tüm bunların yanında yaşama nasıl sıkı sıkı tutunduğum geliyor.
Bu basın açıklamasında olmalıydı herkes. Bu artık bilinmeli, bunlar Türkiye'de yaşandı. 12 Eylül'de yaşanılanları sormak istiyorlarsa aydınların ya da 'ben insanım' diyen herkesin bu projeye destek vermesi gerekiyor.

TÜRKİYE 78'LİLER GİRİŞİMİ SÖZCÜSÜ:
CELALETTIN CAN: Diyarbakır vahşetini toplum hâlâ bilmiyor


DİYARBAKIR Cezaevi'nde aslında insanların doğuştan gelen özelliklerine yani kişilik özelliklerine yüklenildi. Diyarbakır Cezaevi, Kürt sorununu artıran bir yerdi. Diyarbakır Cezaevi'nin en temel özelliği Kürtlerin tüm kesimlerini hapsetmesidir... Aydını, hukukçusu vs. Kürtçe yasak, konuşacağın dil yok, Diyarbakır Cezaevi'nde kendini öyle bir inkar et ki; yarın sokağa çıktığında kendinden öyle utan ki politikası vardı.
Her yöntem uygulandı. Ebu-Garip Diyarbakır'dan sonra gelir. Çıplak birbirine bindirmeler, sistematik işkence vs... Ama Diyarbakır öyle bir yer ki direnişin de kalesi olmuştur. Diyarbakır'da yaşanan vahşeti toplum bilmiyor. Toplumu bilinçlendirmek gerekiyor. Duyanlar şaşırıyor, bizim adımıza işlenmiş bir suçtur diyor ve özür diliyor. Diyarbakır gerçeğini Türkiye toplumuna anlatmak ve hesap sormak gerekir. Diyarbakır Cezaevi'ni anlamak Kürtleri anlamaktır. Bizler özür borçluyuz Kürtlere.
Kürtler ve Türkler, vicdan sahibi olan herkes, Diyarbakır gerçeğini aydınlatmak için kurulan komisyona destek vermeliler.

saygılarımla

Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar
her mili bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var
Dostlar, ki bir kere bile selamlaşmadık
aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz...

Nazım Hikmet

www.dilaverkom.blogcu.com
Alıntı ile Cevapla
  #5  
Alt 25-07-2008, 22:39
dilaver - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
dilaver dilaver isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Sep 2006
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 12.080

Onur Üyeliği Başarı Ödülü Başarı Ödülü 

Standart

Diyarbakır AskeriCezaevi'ndekaçyıl yattınız?

Üç yıl yattım.
Hangiyıllar arasında?
1981'de girdim, 1984'te tahliye oldum. Diyarbakır Cezaevi'ne girdiğimde 20 yaşındaydım.
Hangi suçtan mahkûmdunuz?
Biz sülale olarak seyitiz ve ben zengin bir ailenin oğluyum. O dönemde eğlence içinde yaşıyordum. Hiçbir siyasi faaliyetim yoktu. Zaten ben yakalanmadan önce de siyasi değildim, yakalandıktan sonra da olmadım. Ama tabii Cizreliyim ve 12 Eylül 1980'i orada yaşadım, nasibimi aldım. Bizim bölge eskiden beri KDP'liydi. Ailem de öyleydi. Haliyle benim de Barzani'nin partisine sempatim vardı ve 'KDP'liyim' diyordum. KDP nedeniyle arandım, sınırda yakalandım ve ceza yedim. Mardin'de 78 gün sorguda tutuldum. Oradan Diyarbakır'a götürüldüm ve mahkemeye çıkarıldım, tutuklandım.
PKK ile herhangi bir ilişkiniz olmuş muydu?
Olmadı. Ben hiç PKK'lı olmadım ve PKK'lı da değilim. Üç yıl boyunca hep tek başıma mahkemeye çıkarıldım ben.
Hasan Cemal'le 'Kürtler' isimli son kitabı üzerine yaptığımız konuşmada, Hasan Cemal bana 'Eğer biz gazeteciler, Diyarbakır Cezaevi'ni, insanlığa karşı işlenen suçların yaşandığı korkunç bir mekân olarak o dönemde tam sergileyebilmiş olsaydık, Türkiye'de belki bazı şeyler değişirdi. Ama biz orada yaşananları kıyısından köşesinden anlattık' dedi. Aslında o dönemde Diyarbakır Askeri Cezaevi'yle ilgili pek çok söylenti vardı. Siz, Diyarbakır Cezaevi'ni tek bir kelimeyle anlatmak isteseydiniz hangi kelimeyi kullanırdınız?
Cehennem... Biz sorgularda günlerce hiç kıpırdamadan tabutların içinde gözlerimiz bağlı dikine tutulduk. Falaka, elektrik verme, soğuk duş hepsini yaşadık. Sabahtan akşama işkence gördük, geceleri bir battaniye içinde koğuşun önüne bırakıldık. Meğer bunlar ne kadar demodeymiş. Biz esas vahşeti Diyarbakır Cezaevi'nde yaşadık. Halbuki, yakalanmadan önce, işkencenin sorguda yapıldığını, cezaevine konulduktan sonra koğuşların rahat olduğunu sanıyorduk. Diyarbakır Cezaevi'nde ise sorgu işkencehanelerini özledik.
Günlük hayat nasıldı orada?
Akşama kadar eğitim vardı. Sabah koğuşun içinde yüz kişi sıraya tutuluyorduk. Esas duruşta askeri marşlar söylüyorduk. 60'tan fazla marş ezberlemiştik. Eksik ya da yanlış söyledin diye, bu marş söylemeler dayaksız geçmiyordu. Her koğuşta mutlaka muhbirler ve gözetleme delikleri vardı. Birbirimizle konuşamıyorduk, oturamıyorduk. Hep ayaktaydık. 24 saat dayak vardı. Her an, gecenin 12'si, sabahın üçü, dördü, koğuşa bir bölük asker baskın yapabiliyordu. Haydar denilen kalaslarla, coplarla, su borularıyla dövülüyorduk. Öğleden sonraları, gardiyan bize 'Eğitime hazırlanın' komutu veriyordu. İşte o zaman herkeste korkudan tuvalete gitme ihtiyacı doğuyordu.
Niye?
Dışarıdaki beton avludaki eğitimden canlı dönemeyeceğimizden korkuyorduk. Çünkü bu eğitimler işkenceyle yapılıyordu. Avlunun ortasında bir kapak vardı. Oradan hapishanenin ya da mahallenin lağımı akıyordu.
Anlamadım...
Her birimiz tek tek o lağım suyunun içine indiriliyorduk. Lağımın içinde nefesimiz kesilene kadar tutuluyorduk. Diyarbakır Cezaevi'nde yatan herkes yaşadı bunu. O pisliği içmedim, yemedim diyen gururu yüzünden yalan söylüyordur. Bir de avluda sırtüstü yatırılıyorduk. Bacaklarımızı yerden on beş santim yukarıda tutuyorduk. Bacağı düşen dayak yemek için sıraya giriyordu. Kıştı, bir hafta boyunca gece o beton avluda suyun içinde yatırıldık. İhtiyacımızı suyun içinde yapıp, ısınmaya çalışıyorduk. Her koğuşta hoparlör vardı. Her gün cezaevinin amiri olan yüzbaşının konuşmasını esas duruşta bir saat dinliyorduk. Hasta biriydi. Yedinci Kolordu Komutanı'nın adamıydı. Oradan kendisine cezaevi için öldüren türden adamlar seçiyordu. Bunlar, bu vahşeti yaptıktan sonra nasıl yemek yediler, akşamları çocuklarını nasıl okşadılar insan bunu asla anlayamıyor.
İşkence görmemiş kimse var mıydı hapishanede?
Yoktu. İtirafçılar dahi işkenceyi gördü. Elimde sigara söndürme izini görüyorsunuz. Yumurtalık bölgemde de sigara, kibrit söndürdüler. Mahkemede bir hemşerime tebessüm ettim diye bir gardiyan elime beş milimlik çivi çaktı. Copu ısırtıp, tekmeyle vurdular ve sonra ağzımdan dişlerimi copla birlikte çıkardılar. Ağzıma soktukları copu sağa sola döndürdüler, gördüğünüz gibi ağzımı bir yanından yırttılar. İnsanoğlunun bunları nasıl yapabildiğini hâlâ kavrayamıyorum. Gözümün önünde öyle çok olay oldu ki. Ölümler, işkenceler... Abbas Çelik diye bir köy sahibi vardı. Oğluyla birlikte içerideydi. Oğluna soktukları copu çıkartıp babanın ağzına veriyorlardı. Sonra babaya soktuklarını oğlunun ağzına veriyorlardı. Batmanlı Veli Gürgen adlı bir genci de babasıyla getirdiler ve babasının gözünün önünde işkenceyle öldürdüler. Tayyip Erdoğan'a, belediye başkanlığı döneminde danışmanlık yapan gazeteci Altan Tan'ın babası Bedii Tan'ı da bir gardiyan işkenceyle öldürdü. Bedii Tan, işadamı Felat Cemiloğlu'nun ortağıydı. İkisi de bizim koğuştaydı.
Bedii Tan nasıl öldürüldü?
O, yüzünde devamlı tebessüm olan biriydi. Yaşlı olmasına rağmen, işkence yapıldığında bağırmıyor, yalvarmıyor, işkence yapanların gözlerinin içine bakıp tebessüm ediyordu. Bu tavrı, onları kızdırdı. Çok dayak yedi ve yatağa düştü. Yatağa düşünce gardiyan, 'Onu bana getirin' dedi. Götürdük. Bedii Tan
ayakta duramıyordu. Kafasından bir bidon soğuk su boşalttılar. Yere yığıldı. Kalkması emredildi. Duvara tutunarak güçlükle kalktı. Kalkmasıyla beraber, gardiyan bir tekvando hareketiyle dönüş yaptı ve botunun tabanını Bedii Tan'ın göğsüne indirdi. Adamcağız kafa üstü yere düştü. Bedii Tan öldükten sonra koğuşa bir hâkim yüzbaşıyla asteğmen geldi. Bize, 'Bedii Tan koğuşa gelmeden önce ishale yakalanmıştı. Bağırsak enfeksiyonundan öldü' diye bir ifade imzalattılar. Biz ise aramızda anlaştık. Kim mahkemeye ilk çıkarsa bu cinayetle ilgili suç duyurusunda bulunacaktı. Mahkemeye ilk ben çıkarıldım ve 'Bizim koğuşta cinayet işlendi' dedim. Diğer arkadaşlar da suç duyusunda bulundular. Gestapo lakaplı o gardiyan sonra mahkûm oldu. Ben o ifadeden sonra bayılıncaya kadar dövüldüm.
Sürekli işkence ortamında yaşamanın insan üzerindeki ruhsal etkileri neydi?
İnsanın cezaevi dışındaki yaşamı hafızasından siliniyor. Eskiden tabaklı ve sürahili bir sofrada oturduğundan bile kuşkuya düşüyorsun. Annenin, babanın, kardeşlerinin yüzünü hatırlayamıyorsun. Tamamen cezaevine ait
oluyorsun. Ben bu vahşeti 23 yıl önce yaşadım. Orada insanlar öldü, hayatta kalanların çoğu ise hastalandı. İnsanların duyarsızlığından hâlâ korkuyorum.
Niye hâlâ korkuyorsunuz?
Böyle bir vahşet tekrar yaşandığı takdirde gene sessiz kalacaklarından ürküyorum. Bakın, cezaevinde kendisine tekmil verdiğimiz bir 'Komutan Co' vardı. Benim cezaevindeki ilk aylarımdı ve hücrede kalıyordum. Gündüzleri hücrenin içinde esas duruşta marş söylüyorduk. Nefesim o gün pislikten kesilmişti ve çömelmiştim ki, Komutan Co'nun sesi geldi. Komutan Co hücrelerin önünde geziyor, oturanı görünce havlıyordu. O bir kurt köpeğiydi ve biz ona 'komutanım' diye tekmil veriyorduk. Gardiyan bize onu , 'İşte komutanınız' diye tanıtmıştı. Komutan Co'ya tekmil vermemiz emredilmişti.
Her an işkenceye uğrayabileceğini bilmenin, çevrede sürekli işkence edilenleri görmenin yarattığı dehşet duygusuyla nasıl baş edebiliyordunuz peki?
Bunu, onurlu kalmanın bir bedeli olarak görüyorduk. Çünkü karşındaki kişi, senin insanlığını elinden almak istiyordu. Sen de insanlık onurunu korumak için direniyordun.
Orada, normal hayatın dışında bir hayat sürüyordunuz. Bir insanın algılamakta zorluk çekeceği şartlarda yaşıyordunuz. Bu, gerçeklik duygunuzu nasıl etkiliyordu?
Yaşadıklarımızıngerçekliğinden kuşkuya düşebiliyorduk tabii. Mesela Mehmet Salih Besen olayında gerçeklik duygumu ben tamamen yitirdim. 50 yaşlarındaydı. TKİ'de memurdu. Kendisini ve bizleri ölü zannediyordu. 'Biz ölüyüz, şu anda kabirdeyiz' diyordu. Biz, ' Amca yok öyle bir şey, gerçek hayattayız' desek de, koğuşun aslında bir mezar olduğunu öyle mantıklı savunuyordu ki, ben dahil bazılarımız ölü olduğumuza inanmaya başlamıştık. Mesela cuma günleri görüşme günümüzdü. Bize soruyordu. 'Bizi ziyarete gelenlere biz dokunabiliyor muyuz? Hayır. Bize uzaktan bakıyorlar, ağlıyorlar ve gidiyorlar. Çünkü onlar bizim kabrimizi ziyaret ediyorlar. Cizre'de biliyorsunuz kabir ziyareti cumalarıdır' diyordu. Gardiyanların da Zebani olduğunu söylüyordu. Gerçekten de koğuşun camları boyalıydı. Biz dışarıyı göremiyorduk, koklayamıyorduk, duyamıyorduk. Bu durum uzun sürdü ve ona yaşadığımızı bir türlü ispat edemiyorduk. Bir gün mazgal açıldı ve 'Mehmet Salih Besen hazırlansın, tahliye oluyor' dendi. Ben şahadet getirdim. Dedim ki, 'Biz yaşıyoruz...!'
Peki o yaşadığına inandı mı?
Hayır. 'Seyidim beni gönderme. Sen bana sahip çıkıyordun. Şimdi tek başıma mahşere hesap vermeye gidiyorum' diye ağladı. Sonradan onunla birlikte tahliye olan gençten öğrendik ki, onları Siirt'teki sivil cezaevine götürmüşler. 'Eğer beni hanımımla, çocuklarımla konuşturursan ölmediğime inanırım' demiş. Cezaevi müdürü de telefon etmelerine izin vermiş. Genç, Salih Amca'nın evini aramış, karşısına hanımı çıkmış. Telefonu Salih Amca'ya vermiş. Salih Amca, hanımına 'Ben sağ mıyım, ölmedim mi?' diye sormuş. Ve ahize yere düşmüş. Salih Amca, içerideki vahşeti görünce, oradan sağ kurtulacağına inanamadı. Sağ kurtulduğuna inandığında ise buna kalbi dayanmadı.
Diyarbakır Cezaevi'ndeki mahkûmlardan dördü kendilerini koğuşta yakmıştı. Kimdi o dört kişi?
Ferhat Kortay, Necmi Önen, Mahmut Zengin, Eşref Anyık. 1981'in sonlarında itirafçılık başladı. İtirafçılar ayrı koğuşa kondu, onlara işkence yapılmadı. Onlar, spor yapıp, televizyon seyrediyorlardı. İtirafçıların sayısı da her gün artıyordu. Bu dört kişi, itirafçılara ve işkenceye karşı eylem yaptılar.
Onlar kendilerini yaktığında siz orada mıydınız?
Aynı koğuştaydım. Ferhat Kortay hemşerimdi, elektrik mühendisiydi, samimiyetimiz vardı. Sabaha karşı saat üç sularında koğuşta müthiş bir patlama oldu. Bir arkadaş alevlerin üstüne su döktü. Alevlerin içinden bir ses geldi. 'Bu bir yangın değil, eylem. Kahrolsun işkence, kahrolsun vahşet' dedi.
Alevler küçüldüğünde biz o dört insanı kafa kafaya vermiş gördük. Ben Ferhat Hoca'nın başucuna gittim. Eğildim, 'Hocam bir şeyler söyle'dedim. Dişleri kenetlenmişti. Tıslar gibi bir sesle zorlukla, 'Bana türküyü söyle' dedi. 'Sevdalım' adında çok sevdiği Kürtçe bir aşk türküsüydü bu. Ben ağlayarak türküyü söylemeye başladım. Beni teselli etmek ister gibiydi. Ağlamamam için bana tebessüm etti. Tebessüm ederken yanaklarından etler dökülüyordu.
Hapishaneden çıktıktan sonra neler hissettiniz? Hapishanenin sizin üzerinizde bıraktığı etki neydi?
Tahliyeden bir hafta sonra askere alındım. Askerlik psikolojik tedavi oldu. Çünkü orada da elbiseler cezaevindekiyle aynıydı. Fakat muamele farklıydı. İşkence, ölüm, hakaret yoktu. Askerde bana hiç görev verilmedi, hiç baskı yapılmadı. Ama ben yine de kendimden nefret ediyordum, yaşadıklarımı haykırmak istiyordum, haykıramıyordum.
Hapishaneden çıktıktan sonra psikolojik tedavi gördünüz mü?
Maalesef. Neler yaşadığımı bir ben, bir de ailem bilir. Normal insan gibi yürüyebilmek için bir hafta çalıştım. Tuvalete bile nizami adımlarla gidiyordum. Anneme babama emredersiniz diyordum. Sokağa çıktığımda herkesin beni gözlediğini sanıyor, gizlenmeye çalışıyordum. Beni, iki arkadaşım kolumdan girip sokakta yürütüyordu.
Diyarbakır Hapishanesi'nde yaşananlar Güneydoğu'daki olayları nasıl etkiledi sizce?
Ben siyasi biri değilim. Bu konularda birikimim yok. Ama 12 Eylül, Kürt sorununa herkesin dikkatini çekti, bu sorunu dünyaya duyurdu. Cezaevindeki vahşet olmasaydı, Kürt meselesi bu ülkede bu kadar erken açığa çıkmazdı. Diyarbakır Cezaevi'ndeki insanları birer militan haline getirdiler. Bunların yüzde 80'den fazlası dağa çıktı. İnsanın oradaki vahşeti gördükten sonra normal yaşama dönmesi çok zordu. 'PKK hareketi 1984'te patladı' derler ya, bu tarih, Diyarbakır Cezaevi'nden ana tahliyelerin olduğu tarihtir.
Aradan uzun bir zaman geçti. Hapishanenin izlerini hâlâ içinizde taşıyor musunuz?
Evet. Ama tuhaftır konuşmak, anlatmak da istiyorum. Benim dile getirdiklerimin siyasetle bir ilgisi yok. Ben ülkemizde geçmişte yaşanılan bir vahşeti anlatıyorum. Bugün 43 yaşındayım, Diyarbakır Cezaevi'nden konuşulduğunda hâlâ hayattan kopuyorum. İçimdeki fren boşalıyor, bağırmak, ağlamak, haykırmak istiyorum. Benim hanımım ve çocuğum var. Kalabalık bir ailem ve dost çevrem var. İçimdeki frene basamıyorum ve herkesin önünde hüngür hüngür ağlıyorum, ağlıyorum...

Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar
her mili bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var
Dostlar, ki bir kere bile selamlaşmadık
aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz...

Nazım Hikmet

www.dilaverkom.blogcu.com
Alıntı ile Cevapla
  #6  
Alt 25-07-2008, 22:42
dilaver - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
dilaver dilaver isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Sep 2006
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 12.080

Onur Üyeliği Başarı Ödülü Başarı Ödülü 

Standart

Esat Oktay Yıldıran 1988 senesinde İstanbul Ümraniye de bir otobüs içerisinde öldürüldü. O gün ve takip eden günler dogunun her yerleşkesinde halaylar çekildi, kutlamalar yapıldı, tiyatro oyunları sergilendi.

Ancak Esat Oktay bunları emir almadamn mı yaptı, kendi inisiyatifi ile mi yaptı. Ona bunları yaptıran güç ne idi.

Arkadaşlar insan iseniz bunları sorgulayacaksınız.

Gerisi sizin yaşamınıza devam etme yönünüzü gösterir. Yarın böyle bir ortamla siz ve sizden gelecek nesillerin karşılaşmamasını istiyorsanız tercih sizin.

saygılarımla

Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar
her mili bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var
Dostlar, ki bir kere bile selamlaşmadık
aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz...

Nazım Hikmet

www.dilaverkom.blogcu.com
Alıntı ile Cevapla
  #7  
Alt 25-07-2008, 22:56
AKHENATON
Üye Değil
 
Mesajlar: n/a
Standart

sayın dilaver , asmayıp beslersek bu tür yakınmalar normal değilmidir.
Alıntı ile Cevapla
  #8  
Alt 25-07-2008, 22:58
dilaver - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
dilaver dilaver isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Sep 2006
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 12.080

Onur Üyeliği Başarı Ödülü Başarı Ödülü 

Standart

sayın dilaver , asmayıp beslersek bu tür yakınmalar normal değilmidir.

Akhenaton , dürüstçe konuş sen bu yapılanları, yaşananları onaylıyor musun. Onayladıgın, asmak kesmek isteginden belli oluyor. Ama bari bu soruya net cevap ver.

saygılarımla

Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar
her mili bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var
Dostlar, ki bir kere bile selamlaşmadık
aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz...

Nazım Hikmet

www.dilaverkom.blogcu.com
Alıntı ile Cevapla
  #9  
Alt 25-07-2008, 23:10
AKHENATON
Üye Değil
 
Mesajlar: n/a
Standart

dilaver´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
sayın dilaver , asmayıp beslersek bu tür yakınmalar normal değilmidir.

Akhenaton , dürüstçe konuş sen bu yapılanları, yaşananları onaylıyor musun. Onayladıgın, asmak kesmek isteginden belli oluyor. Ama bari bu soruya net cevap ver.

saygılarımla
sayın dilaver , size mertçe ve içeriye girip çıkmış bir kişi olarak cevap yazıyorum, ve PKK ' lıların kaldığı koğuşla bitişik onların kullandığı bahçede her gün beraber olan bir kişi olarak yukarıda yazılanların hepsi yalan.

Buna neden yalan dediğimi , yazıya anti tezle değil bizzat yaşayan biri ve cezaevi ortamında kişilerin ağızlarından dinlediğim anılarımla cevap veriyorum. Öncelikle cezaevinde kimse kimseye karışmaz , sen pkk lısın sen dhkc'lisin diye kimse gelip baskı yapmaz, yapıyor diyen yalan söyler ahlaksızlık yapar.Bugün cezaevlerinde pkk lıların koğuşuna özgür gündem gazetesi gelir.İstedikleri her şeyi alırlar.

Ceza evlerinde isyan çıkarıp isyanı bastırma çabalarını din kitabı gibi anlatmak pek yakışık alır bir düşünce değil.Kalsik söylemler cezaevlerinde baskı ve F tipleri meselesidir, isyan karşısında devleti,n çiçek atmasını bekleyemezsiniz heralde , F tipi olayıda içeriyi bilen biri için cennettir.Feodal düzende örgütlenme yapmak içerisini istedikleri gibi yönetmek için çıkarılan bu uydurma yazıları , politik kimliğimi bir kenara koyarak tarafsız bir kişi olarak yanlış buluyorum.Çünkü gerçekle alakası olan şeyler değil.
Alıntı ile Cevapla
  #10  
Alt 25-07-2008, 23:15
dilaver - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
dilaver dilaver isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Sep 2006
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 12.080

Onur Üyeliği Başarı Ödülü Başarı Ödülü 

Standart

Akhenaton, Diyarbakır gerçegini yaşayacak ya da bilecek yaşta mısınız merak ediyorum. Sıradan cezaevleirnde yatmak marifet degil. Ama yalan dediginiz şey TC gerçegi. Açılan davalara 78 Vakfının girişimlerine bir göz atın. Gene de soruma cevap deil bunlar. Siz hayal ya da degil, yukarıda yazılanlara karşı tepkiniz ne.

saygılarımla

Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar
her mili bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var
Dostlar, ki bir kere bile selamlaşmadık
aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz...

Nazım Hikmet

www.dilaverkom.blogcu.com
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler


Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 20:39 .