sayın İvan Karamazov da dahil olmadan ben yazayım, İvan'ın görüşü doğrudur.
Mutlak ve kati anlamda hiçbir şeyin tam ispatı mümkün değildir, kendi varlığımızın bile...
Yüzyıllarca filozoflar, kesin ve mutlak olarak bilinebilen ve diğer bütün bilgilerimizin de sarsılmaz temelini oluşturan nokta'yı aramışlar (genelde de bulduğunu sanmışlar). Fakat Descartes'in ''cogito ergo sum''unun bile mutlak ve kati anlamda bilinebilir birşey olmadığını artık biliyoruz...
Matrix filmindeki gibi, tamamen sanal ve objektif realiteden yoksun hayatlar sürdürmediğimizi ispatlayamayız (gerçi matrix'de en azından ''gerçek'' dünyada ''hücre''lerde beslenen bedenler vardı).
Veya sonsuz güç ve bilgi sahibi bir Yaratıcı tarafından bütün evrenin 5 dakika önce şu anki haliyle (yani hafızalarımızla, 5 dakika öncesinden kalma gibi duran bütün cisimlerlerle vs.) yaratılmış olmadığını, dolayısı ile 5 dakika öncesine dair herşeyin bir yalandan ibaret olmadığını da (mutlak ve kati anlamda) ispatlayamayız.
Dolayısı ile, bu bilinemezliklere rağmen, yine de anlamlı bir şekilde yaşamak, başkaları ile iletişim kurmak, bilim yapmak, evreni daha iyi anlamak istiyorsak, bazı genel kabulleri (ispatlayamadığımız halde) varsaymak, bu genel kabullerden hareket etmek durumundayız. Deliller buna zorluyor diye değil, pragmatik açıdan başka çare olmadığı için. Ama her zaman, aklımızın bir köşesinde, bunun ''pragmatik bir tercih'', bir ''hipotez'' olduğunu tutarak...
saygılarımla