Başlığa ne kadar katkısı olur bilemiyorum. Ama şu an okumakta olduğum Ibn Warraq'ın ''
Why I Am Not a Muslim'' adlı eserinin bu konuyla ilgili olan bölümünü (eserin kendisi birçok farklı konu işlemekte) kabaca özetlemek istiyorum.
Kitabın orijinali İngilizce. Ben Almanca çevirisini (''Warum ich kein Muslim bin'', Matthes&Seitz Berlin) okumaktayım. Bildiğim kadarı ile Türkçe çevirisi maalesef yok...
Kitabın ''The Problem of Sources'' (Das Quellenproblem) adlı üçüncü bölümünde yazar bu başlığın konusunu teşkil eden tartışmalara giriyor ve Batılı İslam (tarihi) bilimcilerinin bu konudaki tez ve argümanlarını özetliyor.
Konunun kendisi, oldukça geniş ve teferruatlı. Sıhhatli bir karar veya en azından temayül belirleyebilmek için muhtemelen konunun içine dalmak, İbn Warraq'ın özetle verdiği araştırmaların kendisini ve tabii karşı görüştekilerin de reddiyelerini okumak gerekir. Yani burada kendim herhangi bir iddiada bulunmuyor, sadece İbn Warraq'ın özetini özetliyorum.
Batılı İslam bilimcileri, islam kaynaklarını değerlendirirken, diğer tarih bilimlerinde uygulanan kıstas ve eleştirel yöntemleri uygulayarak müslüman dünyasında genel kabul gören siyer, hadis ve tarih kaynaklarının genel olarak güvenilmez olduğu yargısına varırlar. Ancak önemli bir kısmı en azından Kuran'ın kendisinin (her ne kadar müslümanların iddia ettiği gibi harfi harfine olmasa da) büyük ölçüde, gerçekten de müslümanların iddia ettiği tarihlerde oluştuğundan yola çıkar.
Ignác Goldziher'in hadis rivayetleri alanındaki eleştirel bakışını,
Joseph Schacht diğer bütün islami kaynaklara da uygulayarak, tarih bilimi açısından kaynak teşkil edemeyeceğini gösterir.
Fakat asıl ''radikal'' tezler
John Edward Wansbrough ve akabinde
Patricia Crone ve
Michael Cook gibi bilim insanları tarafından ortaya atılır ve temellendirilir.
Bu bilim insanları Kuran'ın kendisi de dahil olmak üzere, islam dışı kaynaklarla doğrudan veya dolaylı olarak muhtemel kılınmayan hiçbir tarihi iddiayı geçerli kabul etmez ve araştırmaları sonucu şu radikal sonuçlara varırlar:
- İslam Dini aslında topyekun olarak sonradan ve aşama aşama geriye dönük kurgulanmış bir dindir.
- Sadece hadisler, siyerler, tarihi anlatımlar değil, Kuran'ın şu anki haliyle kendisi de (Muhammed'in ölümü olarak varsayılan tarihten sonra) uzunca bir süreç boyunca -geriye dönük tarihleyerek- yazılmaya devam etmiştir.
- Bugün ''İslam'' adı verilen din topluluğu aslen sosyolojik açıdan Yahudi-Arap dayanışması ve dini açıdan Yahudilik dinindeki mesih inancından doğmuştur. Bu din topluluğu uzun yıllar, Yahudiliğin bir kolu olarak kendini tanımlamış ve öyle görülmüş, zamanla uzun bir süreç içerisinde kendini Yahudilikten kopararak müstakil bir din haline gelmiştir.
(Tıpkı Bahailik Dini'nin İslam'ın şia mezhebinde olan onikinci imam Mehdi'in dünyaya gelişi olarak, yani İslam içi bir kol olarak ortaya çıkması ve zamanla aradaki sınırların belirginleşmesiyle ayrı bir din haline gelmesi gibi... Veya batılı tarih bilimcilerine göre İsa'nın öğretisinin de aslen Yahudiliğin bir kolu, devamı olarak ortaya çıkması, uzun süre Yahudilik içi ''sapkın'' bir kol olarak algılanması ve zamanla kendine özgü bir din haline gelmesi gibi...)
- Bu ''ilk müslümanlara'' (yani Muhammed'in kendisine, ona tabi olanlara ve birkaç nesil devamına) aslında müslüman da denmez, çünkü müslümanlık ve İslam topyekun olarak, sonraki dönemlerde Yahudilikten koptuktan sonra geçmişe doğru kurgulanmış sanal bir hüviyettir.
- Bu yüzden söz konusu bilim insanları, Yahudilik içerisinden mesih inancına binaen çıkan ve çok sonra İslam'a dönüşecek olan bu akıma
hagarizm ismini verir. Hagarizm sözcüğü de çift yönlüdür: Bir yandan zamanın Yunan ve eski Suriye kaynaklarında Muhammed topluluğu ''mahgre'' olarak adlandırılır, ki bu İbrahim'm Hagar' üzerinden gelen soyu demek. Diğer yandan sözcük, Arapçadaki ''muhadjirun'', yani hicrete katılanlar anlamına gelen kelimeyle de akrabalık içerisindedir. Bu anlamda Muhammed ve ardılları hagaristtiler ve daha sonraki dönemlerde yazılan ayet, hadis ve rivayetlerle müslüman yapıldılar.
- Zamanla bu ''Arap Yahudi Mesihciler'', yani hagaristlerle diğer Yahudiler arasındaki farklılıklar gittikçe belirginleşti ve (geriye dönük olarak yazılan) yeni ayet, nüzul sebepleri, hadis, rivayetlerle bugünkü İslam haline dönüştü. Bu doktrinel dönüşümde ise hagaristler, o dönemde yaşayan ve tıpkı kendileri gibi Yahudilik içerisinden çıkmış olup gittikçe özgünleşen bir ''kol'' olan ''Samariyalılar''ın öğretilerinden çok yoğun şekilde faydalandılar.
- Müslüman kaynaklarında anlatılan İslam tarihi, EN AZINDAN Abdul Malik'in (685-705) dönemine kadar olan kesitiyle çok büyük ölçüde sonradan kurgulanmış olan fiksiyonlardan ibaret.
Bu tezlerin dayanağı olarak sunulan bazı argüman ve deliller:
- Yahudilerdeki Mesih inancına göre, gelecek olan Mesih, büyük ölçüde Musa'nın eylemlerini tekrarlayacak. Yani baskıdan kurtulmak için çöle doğru büyük bir Hicret (eksodus) yaşanacak ve buradan hareketle kutsal topraklar Filistin'i/Kudus'ü fethetmek için kutsal savaş başlayacak. Muhammed-Musa benzerlikleri bu noktada dikkat çekici: Hicret, dağda ilk vahiy, kutsal savaş, Kudüs.
- Dönemin Yunan, Eski Suriye ve Ermeni kaynaklarından müslümanların sanıldığından çok daha uzun bir süre Mekke'yi değil, Kudüs'ü hem ibadette kıble hem de siyasi/dini uğraşıların merkezi olarak gördükleri anlaşılıyor. Kuran'da da geçen kıblenin Kudüs'ten Mekke'ye çevrilmesi olayı muhtemelen sanıldığından çok sonra gerçekleşmiş ve (geçmişe dönük olarak) Kuran'a alınmış olmalı. Bazı camiilerin yönünden dahi bu sonuç çıkmakta. Yahudi dininin ''Arap kolu'' olarak ortaya çıkan ''müslümanlar'', sanıldığından çok sonra, Yahudilikten şeklen de ayrılmak ve özgün kimlik oluşturmak amacıyla Kudüs'ten Mekke'ye yöneldiler.
- Ermeni kaynaklar, ''Muhammed akımının'' ilk dönemlerini Arap-Yahudi birliği olarak anlatıyor.
- Müslüman ''kaynakları'' tarih olarak çok geç ve bu yüzden geçerli kabul edilemez. Üstelik içerik ve üslubundan objektif betimlemeden ziyade, siyasi/dini motivasyonlu oldukları anlaşılmakta. İlk tarihi bilgiler içeren müslüman eserler İbn İshaq'a ait (ölüm yılı 768). Ve bundan sonra yazılan her müslüman eserde rivayetler çoğalmış, detaylanmış, zenginleştirilmiş durumda. İbn İshaq'tan 50 yıl kadar sonra yaşayan Al-Waqidi'de çok daha fazla rivayet ve aynı rivayetler de çok daha detaylı yer almakta (herhangi bir kaynak veremeden). Söz konusu dönemden uzaklaştıkça rivayetler daha da çoğalmış ve detaylanmış. Bu bile, söz konusu rivayetlerin ne kadar az güvenilir olduğunu gösterir.
- Kuran'ın kendisinden bahsetmeye başlayan güvenilir kaynaklar çok geç tarihli. 8. yüzyılın ortalarından olduğu bilinen ''Fıkh Akbar 1'' dahi Kuran'dan tek kelimeyle bile söz etmemekte, ki Kuran şimdiki haliyle o dönemde olmuş olsaydı bahsedilmemesi düşünülemezdi. Yabancı kaynaklarda da Kuran'dan çok geç söz edilmeye başlanıyor.
- Kuran'a hakim olan, bağlantısız, ilgisiz üslup, kullanılan terimlerin etimolojik/filolojik köken olarak farklı dönemlere/inanç bağlamlarına ait olması, aynı olayın farklı yerlerde hem de değişik versiyonlarla tekrar edilmesi gibi bulgular, bugünkü Kuran'ın sanıldığından çok daha uzun bir süreçte oluşan birçok versiyondan ''karma'' bir derleme olduğuna işaret etmekte.
- Dönemden kalan maden para üzerindeki yazıtlar ve tarihler de yukardaki tezleri destekler nitelikte.
- Yahudiliğin Arap kanadı olarak ortaya çıkan akımın bugünkü İslam'a dönüşmesi sürecinde, yine Yahudilikten çıkmış fakat büyük ölçüde özgünleşmiş olan ''Samariyalılar'' akımının doktrinel etkileri çok açık: Gerek kelime-i şehadet (Allahtan başka ilah yoktur) gerekse besmele (Allah'ın adıyla) bu akımda da aynı veya çok benzer şekilde vardı. ''Açılış'' veya ''Kapı'' anlamına gelen Fatiha Suresi'ne çok benzer bir dua Samariyalılarda ''amadti kamekha al-fatah rahmekha'' (''Senin huzurunda, Rahman Kapı'nın önündeyim'') diye başlıyordu.
EDİT:
Bu arada söz konusu eser internette varmış!
Patricia Crone, M. A. Cook:
Hagarism: the making of the Islamic world
Yalnız İbn Warraq uyarıyor. Oldukça zorlu bir üslupları varmış ve kullandıkları metafor, analoji, allegorilerin yoğunluğu asıl argümanları anlamayı oldukça güçleştiriyormış