Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > İbrahimi Dinler > İslam

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #1  
Alt 26-05-2010, 10:51
bunyas - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
bunyas bunyas isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 28 Sep 2009
Bulunduğu yer: ist
Mesajlar: 75
bunyas - MSN üzeri Mesaj gönder
Post Tefekkür

HAYAT DÜNYAYA NASIL GELDİ.Hayat var olabilmesi için olmazsa olmaz 2 şey amino asitler ve şimşekler.Bunlar bilim dünyasına göre hayatın şartları, muhakkak olmaları gerekiyor. Burda amino asitlerin dünyaya gelişinin hiçbir izahı yok. Dünyaya amino asitler nasıl geldi.
Hayatı dünyaya kim getirdi?
Neden sadace bizim dünyamızda hayat var.Ve dünyamızın güneşe uzaklığı tamda hayatın elverişli olabileceği bir noktada.Neden?
Neden dünyamız biraz ileride veya geride değil?
Eksen eğikliği neden mevsimleri oluşturacak açıda?
Bu mükemmeliyet bir akıl ürünü olduğu belli.Bu aklın sahibi kim?

Bilim adamlarının atomda beyin bulduk,atom zeki bir varlık,ne yaptığını biliyor derse o zaman kendi kendine oluşumun bir izahı olabilir.Ama zerreler şuursuz.Tespit edebildiğimiz bir bellekleri yokken, nasıl kendi kendilerine akıllı bir sistem vucuda getirsinler?
Bu rastgele atomların bir araya gelip oluşturabileceği sir sonuca benzemiyor.


Bu atomları bir intizam dahilinde hareket ettiren bir yartıcıları olmazsa, bu neticeler vucuda getiremezler.

Beşerin bulaşık eli karışmamak şartıyla, hiçbir şeyde hakikî nezafetsizlik ve çirkinlik görünmüyor.
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 26-05-2010, 11:06
Leaff Leaff isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 12 Jan 2008
Mesajlar: 68
Standart

ALLAHU EKBER! ^^

Bu soruların hem materyalistler tarafından mantıklı, hemde yaratılışcılar tarafından Allahlı cevapları var. Yani çok soruldu, çok cevaplandı. Forumda da arasan kesin bulursun aynılarını yada türevlerini bence. Varsa cevap vermek isteyen yine verir sanırım.

Beni eleştir.

Konu Leaff tarafından (26-05-2010 Saat 11:14 ) değiştirilmiştir.
Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 26-05-2010, 11:12
ulpian - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
ulpian ulpian isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 22 Jul 2009
Mesajlar: 4.880

Başarı Ödülü 

Standart

Forumda sayısızca başlıkta, sayısızca kez tartışıldı...

Tanrı'nın teleolojik ispatı (tasarım argümanı) Hıristiyan Dünyası'nda din adamları tarafından bile geçerli bir argüman olarak öne sürülmüyor artık.

Sadece birkaç ufak not:

Evren'de sadece Dünya'da canlı olduğunu bilmiyoruz. Evrenin tek evren olduğunu bilmiyoruz.

Ama evrenimizin tek evren, gezegenimizin de canlı barındıran tek gezegen olduğunu varsaysak bile: Sayılarla ifade edilemeyecek kadar çok gezegeni barındıran evrende, bir gezegenin yaşamın oluşmasını mümkün kılacak konum ve şartlarda olması, (ereksel) tesadüfle açıklanabilir.

Dünya böyle bir konum ve şartlara sahip olabildiği için şu an Dünya'nın böyle bir konum ve şartlara sahip olmasının tesadüf mü, yoksa tasarım mı olduğunu tartışabiliyoruz. Bu şartlara sahip olmayan gezegenlerde ''nasıl oldu da, bizim gezegenizmizde yaşamın oluşmasını mümkün kılacak şartlar oluşmadı'' diyecek kimse yok, çünkü o gezegenlerde yaşamın oluşmasını mümkün kılacak şartlar oluşmadı.



Hani Dünya evrenin merkezinde olsaydı, herşey Dünya etrafında dönseydi... o zaman ciddiye alabilirdik, sizin tezinizi...

Ama tüm kainatı insanlık için yaratan sonsuz güç sahibi bir Tasarımcı varsa, neden Dünya uçsuz bucaksız evrende hiçbir merkeziyeti olmayan herhangi bir toz taneciği? Neden Dünya'da bizden önce sayısızca canlı yaşamış ve ölmüş... Dinozorlar neden vardı örneğin?

Denilebilir ki: ''Bunlarda da mutlaka nice hikmetler vardır. Ama insan aklı ermez. Allah'ın sonsuz ilmine havale etmek gerekir.''

Buna da denilir ki: Eee ama, noldu şimdi? Tartışmaya başlarken ''Evren bir Tasarımcının eseridir'' tezini savunmak için akli argümanlar sunmaya çalışmıştınız. Şimdi ise kendi açtığınız bu tartışmayı, yine kendiniz akli alanın dışına çekiyorsunuz.

Kısacası, bu tasarım argümanı artık sökmüyor.

saygılarımla
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 26-05-2010, 23:20
Nova - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Nova Nova isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Super Moderator
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 05 Feb 2010
Bulunduğu yer: -.. ..- -. -.-- .-
Mesajlar: 2.391
Standart

bunyas´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
HAYAT DÜNYAYA NASIL GELDİ.Hayat var olabilmesi için olmazsa olmaz 2 şey amino asitler ve şimşekler.Bunlar bilim dünyasına göre hayatın şartları, muhakkak olmaları gerekiyor. Burda amino asitlerin dünyaya gelişinin hiçbir izahı yok. Dünyaya amino asitler nasıl geldi.
Önce araştıralım "Bilelim" ki bilim olsun yapılan iş.

Buyrun size; amino asit ve şimşek:

Miller – Urey Deneyi



Miller-Urey Deneyi, kimyasal evrimin oluşumunu denemek üzere, dünyanın ilk zamanlarında varolduğu öngörülen koşulların benzetim yöntemiyle oluşturulduğu bir deneydi. Bu deney, özellikle Aleksandr Ivanovich Oparin ve J.B.S. Haldane’in, ilkel dünya üzerindeki koşullarda varolan inorganik öncüllerinin kimyasal tepkimeler yoluyla organik bileşikleri sentezlediği hipotezini sınamak içindi. Abiyogenez konusunda klasik bir deney olduğu kabul edilen bu deney, 1953 yılında Stanley Lloyd Miller ve Harold Urey tarafından Chicago Üniversitesi’nde yapılmıştı.
2008 yılının Ekim ayında, yeniden analizi yapılan deneyin malzemelerinin, düzenek içinde 5 değil 22 tane amino asit ürettiği yayınlanır. Bu düzeneğin, şimşek oluşturan bir volkan püskürmesinin benzetimini oluşturduğu sanılmaktadır. Bu yeni sonuçlar, organik moleküllerin inorganik tepkimelerin sonuçlarıyla sentezlenebileceğine ilişkin güçlü kanıtlar göstermiştir.
Miller-Urey Deneyi

Deney ve Yorumu
Deney, su (H2O), metan (CH4), amonyak (NH3), hidrojen (H2) ve karbon monoksit (CO) ile yapılmıştır. Bu kimyasallar, steril cam tüp ve kaplar dizgesi içinde, dış ortamdan yalıtılmış olarak bulunuyordu. Bir cam kap yarısına kadar sıvı haldeki su ile doluydu, diğer bir cam kapta ise bir çift elektrot vardı. Su ısıtılarak buharlaşma sağlanmıştı, elektrodlar arasında ise kıvılcımlar çakması sağlanarak dünyanın atmosferindeki yıldırımların ve su buharının benzetimini sağlanmıştı. Daha sonra atmosfer tekrar soğutularak suyun yoğuşması ve damlalar halinde ilk kaba geri dönmesi ve sürekli bir döngü içinde olması sağlanmıştı.
Bir haftalık sürekli bir işlemin ardından Miller ve Urey sistemin içindeki karbonun en az %10-15 kadar bir kısmının organik bileşik oluşturduğunu gözlemlemişlerdi. Karbonun yüzde iki kadar bir kısmının da, canlıların hücrelerini oluşturan proteinlerin oluşumunda kullanılan amino asitleri, bol olarak da glisinin oluşturduğunu görmüşlerdi. Şekerler, lipidler ve nükleik asitlerin bazı yapıtaşları da oluşmuştu.
Bir röportajda Stanley Miller, “Basit bir prebiyotik deneyde kıvılcım oluşturmak bile 20 amino asidin 11′inin ortaya çıkmasını sağlar” demiştir.
Ardından yapılan bütün deneylerde de gözlendiği gibi, hem sol hem de sağ optik isomerler “rasemik” karışımın içinde yaratılmıştır.
Diğer Deneyler
Bu deney birçok başka deneye esin kaynağı olmuştur. 1963′te Joan Oró, su çözeltisi içinde bulunan hidrojen siyanür (HCN) ve amonyaktan amino asitler üretilebileceğini bulmuştur. Aynı zamanda deneyinde, büyük miktarda nükleotid bazlı adenin ürediğini de görmüştür. Daha sonra gerçekleştirilen deneyler göstermiştir ki, diğer RNA ve DNA bazları da “azaltılmış atmosfer” ortamında, benzetimli prebiyotik kimyasal tepkimeyle elde edilebilir.
Miller-Urey deneyinin yapıldığı dönemde Yaşamın Kökenine ilişkin benzer elektrik boşalımı deneyleri yapılmıştı. 8 Mart 1953 tarihli The New York Times gazetesinde yayınlanan “Looking Back Two Billion Years” (İki Milyar Yıl Geriye Bakmak) isimli makale, Mayıs 1953′te Miller “Science” dergisinde akademik makalesini yayınlamadan önce, Wollman (William) M. MacNevin’in Ohio State Üniversitesi’ndeki çalışmasını anlatır. MacNevin 100,000 voltluk kıvılcımları metan ve su buharından geçirip “incelemesi çok zor olan” “katı resinler” elde etmekteydi. Aynı makalede MacNevin’in dunyanın ilk dönemlerine ilişkin deneyleri de anlatılmaktaydı. Bu deneylerden elde ettiği sonuçları bilimsel makale olarak yayınlayıp yayınlamadığı bilinmemektedir.
K. A. Wilde’ın 15 Aralık 1952 tarihinde, 14 Şubat 1953′te Miller’in “Science” dergisine makalesini vermeden önce, dergiye yolladığı makalesi 10 Temmuz 1953′te yayınlanmıştır. Wilde, bir akış sistemi üzerinde bulunan, karşılıklı iki karbon dioksit (CO2) ve su karışımları üzerinde sadece 600 volta kadar çıkan akım kullanmıştır. Sadece az miktarda karbon dioksitin karbon monoksite indirgendiğini gözlemlemiş, başka önemli bir indirgeme veya yeni oluşan karbon bileşimi elde etmemiştir.
Jeffrey Bada tarafından “Scripps Institution of Oceanography”, La Jolla, Kaliforniya’da, daha yakın zamanlarda yapılan deneyler Miller’in deneylerine benzer. Ne var ki, Bada’nın gösterdiği üzere, şimdiki modellerde oluşturulan ilk dönem dünya koşullarında karbon dioksit ve nitrojen (N2) nitritleri oluşturmakta, bunlar da amino asitleri oluşur oluşmaz bozmaktadır. Bu durumda, ilk dönem dünyasında nitritlerin etkisini nötralize edecek önemli miktarlarda demir ve karbonat mineralleri olmalıydı. Bada, Miller’in benzeri deneyini demir ve karbonat mineralleri ekleyerek yinelediğinde sonuç ürünleri zengin amino asitler içeriyordu. Bu deneyin çıkarımına göre, karbon dioksit ve nitrojen içeren bir atmosferi olan bir dünyada bile önemli miktarda amino asit kökeni oluşmuş olabilirdi.
2006′da başka bir deneyde ilk dönem dünyasının organik bir sis tabakasıyla örtülü olabileceğini göstermiştir. İlk dönem dünyasında geniş bir alanı kaplayan metan ve karbon dioksit konsantrasyonları üzerinde organik sis tabakası oluştuğu düşünülmektedir. Bu oluşumdan sonra, organik moleküller bütün dünyanın yüzeyine inerek yerkürenin her yerinde yaşamı başlatmış olmalıdır.
Deneyin Kimyası
Tepkime karışımında ilk adımda hidrojen siyanürün (HCN), formaldehid ve aktif ara bileşimlerin (asetilen, siyanoasetilen, vb.) oluştuğu bilinmektedir:
CO2 => CO + [O] (atomik oksijen)CH4 + 2[O] => CH2O + H2OCO + NH3 => HCN + H2OCH4 + NH3 => HCN + 3H2 (BMA prosesi) Bu bileşimler daha sonra amino asit oluşumlarıyla ve diğer biyomoleküllerle tepkimeye girerler (Stecker sentezi).
CH2O + HCN + NH3 => NH2-CH2-CN + H2ONH2-CH2-CN + 2H2O => NH3 + NH2-CH2-COOH (glisin)
Erken Dönemde Dünyanın Atmosferi
Bazı kanıtların ışığında, dünyanın ilk atmosferinde varolan indirgen moleküllerin miktarı Miller-Urey Deneyi’nin yapıldığı zaman sanıldığından daha az olduğu düşünülmektedir. 4 milyar yıl önce, atmosfere karbon dioksit, nitrojen, hidrojen sülfit (H2S) ve sülfür dioksit (SO2) salınımı yapan çok büyük volkanik patlamaların olduğunu destekleyen birçok kanıt vardır. Bu gazları Miller-Urey’in ilk deneylerindeki gazlarla beraber kullanan deneylerde çok daha farklı sonuçlar elde edilmiştir. Bu deney rasemik (hem L hem de D enantiyomerleri olan) bir karışım yaratarak “laboratuvarda her iki versiyonun da çıkmasının olası” olduğunu göstermiştir. Buna rağmen, doğada L amino asitleri daha baskındır. Sonraki deneyler orantısız miktarlarda L ve D yönelimli enantiyomerlerin olasılığını onamıştır.
İlk başlarda ilkel ikincil atmosferin çoğunlukla amonyak ve metan içerdıği düşünülürdü. Ne var ki, atmosferdeki karbonun çok büyük bir kısmı, belki biraz karbon monoksitle birlikte karbon dioksit CO2 ve çoğunlukla nitrojen N2 idi. Uygulamada, CO, CO2, N2, vb. içeren gaz karışımları, aralarında O2 olmaması koşuluyla, CH4 ve NH3 gaz karışımlarıyla aynı ürünleri ortaya çıkarırlar. Hidrojen atomları çoğunlukla su buharından gelir. Aslında, aromatik amino asitleri ilkel dünya koşullarında üretmek için hidrojence zengin olmayan gaz karışımlarını kullanmak gerekir. Doğal amino asitler, hidroksiasitler, pürinler, pirimidinler ve şekerlerin çoğu Miller deneylerinin değişik örneklerinde elde edilmiştir.
Yakın tarihli sonuçlar bu çıkarımları sorgulamaktadır. Waterloo Üniversitesi ve Kolorado Üniversitesi 2005 yılında yaptıkları benzetim modelleriyle, dünyanın ilk atmosferinin en fazla yüzde 40 hidrojen içerdiğine, yani prebiyotik organik moleküllerin oluşumuna çok daha uygun bir çevre oluşturduğuna dikkati çektiler. Atmosferin üst katmanlarının sıcaklığı konusundaki tahminler yeniden gözden geçirildiğinde, dünyanın atmosferinden uzaya dağılan hidrojenin miktarının daha önce düşünnülenin sadece yüzde bir olduğu sonucuna varıldı. Yazarlardan Owen Toon’un belirttiği gibi: “Bu yeni senaryoda ilk dönem atmosferinde organik maddeler verimli olarak üretilebilmektedir, bu da bizi organik maddelerce zengin okyanus çorbası kavramına yeniden götürür… Sanıyorum ki, Miller ve diğerlerinin deneylerini yeniden geçerli kılar.” İlk dünya hakkında, kondirit model kullanarak yapılan açığa gaz çıkışı hesaplamaları, Waterloo/Kolorado sonuçlarını bütünleyerek Miller-Urey deneyinin yeniden önemle ele alınmasını sağlar.
Bunlara rağmen, bu karışıma gaz halindeki oksijen eklenirse hiçbir organik molekül oluşmaz. Miller-Urey hipotezinin karşıtları, yakın zamanda yapılan araştırmada, suda eriyik durumdaki oksijenle taşınmış olan 3.7 Ga yaşındaki uranyum kalıntılarının bulunmasını fırsat bilmişlerdir. Bu karşıt görüşlüler, Miller-Urey benzeri bir senaryodaki gibi prebiyotik moleküllerin oluşumunun, oksijenin varlığı ile geçersiz olduğunu, abiyogenez hipotezinin geçersiz olduğunu öne sürmüşlerdir. Ama, makalenin yazarları oksijenin varlığının açık olarak fotosentez yapan organizmaların varlığını kanıtladığını söyleyerek 3.7 Ga zaman önce (ilk tahminlerden yaklaşık 200 Ma zaman önce), Miller-Urey tepkimelerinin ve abiyogenezin olduğu zaman dilimini daha geriye çekerek geçesiz kılmayacağını söylerler. Buna rağmen, her ne kadar üzerinde tartışılsa da, atmosferdeki oksijenin çok az (%0.1′den az) bir miktarı, dünyadaki en eski kaya oluşumları kadar eskidir. Yazarlar daha önce düşünülenden erken dönemde oksijence zengin atmosferin varlığını yadsımamakta, “… Aslında çoğu kanıtın söylediği gibi, oksijenli fotosentez oksijensiz atmosferin varlığının kanıtlandığı dönemlerde vardı.” demektedirler.
Güneş Sisteminin başka kısımlarında, çoğu zaman şimşeğin yerini alan ultraviyole ışığı kimyasal reaksiyon için itici güç olarak kullanan, Miller-Urey deneyine benzer koşullar bulunmaktadır. 1969′da Murchison, Victoria, Avustralya yakınlarına düşen Murchison meteoritinde, 19′u dünyadaki yaşamda varolan, 90′ın üzerinde farklı amino asit bulunmuştu. Kuyruklu yıldızlar ve diğer güneş sisteminin dışından gelen buzlu cisimlerin kendi dış yüzeylerini koyulaştıran, bu tür kimyasal süreçlerle oluşmuş, büyük miktarlarda karmaşık karbon bileşimleri (örneğin tolinler) barındırdığı düşünülmektedir. İlk dönem dünyası, karmaşık organik moleküller, su ve diğer kolay buharlaşabilen maddelerle dolu kuyruklu yıldızlarla bombardıman edilmekteydi.
Yakın zamanda yapılan ilişkili çalışmalar
Geçtiğimiz yıllarda, hala varolan türlerin son evrensel atası olduğu varsayılan, bir çok birbirinden çok farklı türün organizmasında ortak olan “eski” genlerin “eski” bölgelerindeki amino asit dizgelerinde çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalarda, o bölgelerde ortaya çıkan ürünlerin Miller-Urey deneylerinde üreyen amino asitlerce zengin olduğunu ortaya koymuştur. Bu duruma göre orijinal genetik kodun temeli şimdikine değil, sadece prebiyotik doğada bulunabilen, daha az sayıdaki amino asitlere dayalıdır.
2008′de, bir grup bilim adamı Miller’in 1950′lerin başında yaptığı deneyinden arta kalan deney kaplarını inceledi. Klasik deneyin yanısıra Miller, Charles Darwin’in “ılık küçük gölet”ini çağrıştıran, aralanda volkanik patlamaların bir benzeri olan, daha bir çok deney yapmıştı. Bu deneyde boşalan elektrik akımının üzerine basınçlı buhar püskürten bir hortum ucu vardı. Yüksek performanslı sıvı kromatografi ve kütle spektrometrisi kullanarak Miller’in bulduğundan daha fazla organik molekül buldular. En ilginci, volkan benzeri deneyin en fazla organik molekülü, 22 amino asit, 5 amin ve elektriklenmiş buharın ürettiği hidroksil radikallerce üretilmiş oloduğu sanılan birçok hidroksilatlı molekülü ürettiğini görürler. Bilim adamları bu nedenle volkanik adaların organik moleküllerce zengin olduğunü öne sürerek, karbonil sülfitin varlığının bu moleküllerin peptidleri oluşturmasına yardımcı olduğunu belirttiler.


Araştırmadan bilmek olmaz, bir işin olmasını istiyorsak; yapılması gereken "dua" değil; "kıçımızı kaldırıp olması için çalışmak" tır.

Yeterlimi, yoksa anlayabildiğimiz kadarmıyız.

Sevgi ve saygılarımla, Nova.

İddia ediyorum ki ikimiz de "Tanrıtanımaz" larız. Sadece benim inandığım tanrı sayısı seninkinden bir eksik. Diğer olası tanrıları neden reddettiğini anladığın zaman, benim de seninkini neden reddetiğimi anlayacaksın.

Zihin paraşüt gibidir, sadece "açıkken" çalışır.

Benim manevi mirasın akıl ve bilimdir. Atatürk.

Konu Nova tarafından (26-05-2010 Saat 23:23 ) değiştirilmiştir. Sebep: ps: yazı alıntıdır, kaynağını hatırlayamadım
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler


Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 03:06 .