Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > İbrahimi Dinler > İslam > Önerdiğimiz Başlıklar

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #1  
Alt 25-01-2010, 07:07
AhbAp - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
AhbAp AhbAp isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Sep 2008
Mesajlar: 2.804
Standart Sümer Dini'nin Serüveni - Gönül Tekin'e Saygıyla...

Sümer Dini'nin Serüveni - Gönül Tekin'e Saygıyla...



Burada yazacaklarımın iskeletini, Prof. Dr. Gönül Tekin’in konuşmacı olarak katıldığı bir programda dinlediklerim oluşturmaktadır. Kendisi sayesinde, Türkiye’de halen yayınlanmamış ancak tüm dünyada konunun asıl kaynakları gibi görünen eserlerin bir nevi özetini elde etmiş olduk. Bu eserlerin Türkçeye çevriliyor olduğuna dair bir ipucu bulamadım. Bu durumda eserlerin bir şekilde orijinallerine ulaşmak ve İngilizcemin yeterli olacağına dair umutlu olmaktan başka umudum yok.

Öncelikle Gönül Hoca’dan biraz bahsetmek gerekir. Kendisi, Harvard Üniversitesi’nde Edebiyat Profesörüdür. Yazdıklarıyla tüm dünyada Türkoloji alanında otorite kabul edilen ve vefatından önce yine Harvard Üniversitesi’nde kürsüsü bulunan Prof. Dr. Şinasi Tekin’in eşidir. Bu çiftin çabasıyla, Cunda Adasında Harvard Üniversitesi’ne bağlı olan bir Osmanlıca Dil Okulu bile açılır. Parçalanmasıyla yirmiden fazla modern devlet çıkaran Osmanlı İmparatorluğu’nun devasa arşivini inceleyecek ve bu kaynaklardan bugün nasıl yararlanabiliriz konusunu araştıracak fazlaca insan yok Türkiye’de. Bugün bu kaynakları inceleyenler, şahit olduğunuz gibi Ortadoğu politikasını belirliyorlar.

Türkiye’de çağdaş ve bilimsel olmayan üniversite mantığı, son derece gülünç ve utanç verici bir şekilde bu ve bu gibi isimleri Türkiye’den koparmıştır(konumuz olmadığı için ayrıntısını vermiyorum). Belki de iyi oldu diye teselli arıyorum, çünkü aksi takdirde Gönül Hoca, Harvard gibi bir üniversiteye gidemeyecek, çalışmalarını bu denli kapsamlı ve özgürce yapamayacaktı.

Gönül Tekin bir edebiyat profesörüdür ve çalışmalarının önemli bir kısmını Osmanlı dönemi edebiyatı oluşturur. Kimi zaman incelediği eserlerde, ne olduğu kolaylıkla anlaşılamayacak satırlar, mısralar, dizeler görür. Bunlardan biri de, Ahmed-i Dâ’i tarafından 1405-1406’da yazılan, Yıldırım Bayezid’in şehzadelerinden Emir Süleyman’a sunulan Çengname isimli eserde gördükleridir. Bu eserde bir ağaçtan bahsedilir. Bu ağaçta tüm meyveler yetişmektedir, insanlar bu meyvelerden yemektedirler; ağacın eteğinden ve kökünden sular akmaktadır, haşmetli bir gölgesi ve tacı vardır ve anlatımı sanki bir cennet ağacının tasvirine benzer. Gönül Tekin, bu ağaca çok benzer bir ağacın Tevrat’ta anlatıldığını anımsaması üzerine konuyu derinlemesine araştırmaya karar verir ve bu konudaki çalışmaları yıllarca sürer. Sonuçta Edebiyat profesörü olmasına rağmen, yıllarca süren bu araştırmaları kendisine, çoğu tarihçiyi ve arkeologu kıskandıracak bilgi sağlar.

İşte, aşağıda anlatılan konuların büyük kısmı, kendisinden dinleme şansına sahip olduğum ve bu çerçevede elimden geldiğince araştırmaya çalıştığım şeylerdir.



When You Kill A Man, You're A Murderer
Kill Many And You're A Conqueror
Kill Them All And You're A God!

----------------

war is over
(if you want it)

Konu AhbAp tarafından (26-02-2010 Saat 23:49 ) değiştirilmiştir. Sebep: Yazım hataları giderildi.
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 25-01-2010, 07:10
AhbAp - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
AhbAp AhbAp isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Sep 2008
Mesajlar: 2.804
Standart

1. SÜMER DİNİ


Sümerliler, M.Ö. 4000 - M.Ö. 2000 yılları arasında, Basra Körfezi’nde nehirlerin denize döküldüğü bölgede Eridu, Uruk, Lagaş, Nippur, Sippar, Larsa, Umma, Şuruppak gibi temel ve daha bir çok ufak şehirlerle çevrili bölgede yaşadılar. Sümerlilerin bizim için önemi şudur; tarihte elimize ulaşan ilk yazılı metinler, bu uygarlığa aittir.



Tarihi bilgiler, Sümerlilerin Orta Asya’dan bu bölgeye göç ettiklerini gösteriyor. Yani Sümerliler, bugün bölgede yaşayan Semitik ırktan değildi fakat yıkılışından sonra Semiktik ırklar arasında eriyerek yok oldu.

Sümerlilerin Orta Asya’dan göç etmesi, Atatürk’ün bile ilgisini çekmiştir, Sümerlilerin Türk olup olmadıkları, Türkçe konuşup konuşmadıkları araştırılmıştır (Güneş Dil Teorisi mevzuu. Sonradan asılsız çıkmıştır). Eldeki veriler ancak, Orta Asya’da çok eski dönemde Sümerliler ile Türklerin komşu olabilecekleri ve birbirlerini etkilemiş olabilecekleri tahminlerini yaptırıyor. Her iki dilde de ortak bazı kelimelerin ve deyişlerin olduğu biliniyor. Soğan, sarımsak gibi birçok kelime her iki dilde de aynı (Tanrı eski Türkçede Tengri, Sümercede ise Tengir’dir). Sümer atasözü olan “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır” sözünü bizler hala kullanıyoruz. Tembeller için bugün söylediğimiz “Malak gibi yatıyor” sözünün aslı “Balak gibi yatıyor”dur. Balak, Sümer tapınaklarındaki törenlerde kullanılan, yerinden kıpırdatılması çok zor olan ve devasa büyüklükte bir davuldu. Du-balak kelimesi, bugün dilimizde “dümbelek” olarak yaşamaktadır.

Bugün dünyadaki tek tanrılı dinlerin ilham vericisi olan Sümer Dini, önceleri tanrısız bir dindi. İnsanlar öncelikle büyük tabiat güçlerine taparlardı. Büyük tabiat güçleri pasifti, yaratıcı güçten yoksundu. Bu tabiat güçlerine sonradan Tanrısallık biçilmiştir. İnsan aklı soyuttan somuta doğru gelişmiştir ve soyut şeyleri Antik Çağların insanları somutlaştırmak istemiştir (dinler de bu ihtiyaçtan ortaya çıkmıştır). Örneğin Ninurta, önceleri rüzgarın içindeki enerjiydi, sonraları Rüzgar Tanrısı oldu. (Ninurta ismi, fonetik değişimlerle önce Nimurt ve sonra da Nemrut olmuştur, Adıyaman'daki Nemrut Dağı)


(Ninurta)


(Nemrut)

Tanrı Tammuz (Dumuzi) ise ilk etapta (Tammuz çok çok önemli bir tanrıdır, bölgeden bölgeye çeşitli şekilleri, görünümleri ve versiyonları vardır) ağacın ve bitkilerin içindeki enerjiydi, sonraları çeşitli tanrılara döndü (ayrıntılar birazdan). Tammuz’un bu haliyle simgesi hem bir hurma ağacı hem de Ama’ Usum Galana denilen yılandır (bu şekilde tasvir edildiği bölgede Tammuz adı, “oğul, çocuk” anlamına gelen Damu olur). Benzer şekilde Tanrı Ningiszhida, toprağın altına inen gücü simgeleyen dallar ve yılan olarak simgelenmiştir ve bugün tıbbın sembolü olan dala sarılı iki yılanın ana kaynağıdır.


(Ningiszhida)

When You Kill A Man, You're A Murderer
Kill Many And You're A Conqueror
Kill Them All And You're A God!

----------------

war is over
(if you want it)

Konu AhbAp tarafından (01-08-2011 Saat 17:43 ) değiştirilmiştir.
Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 25-01-2010, 07:13
AhbAp - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
AhbAp AhbAp isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Sep 2008
Mesajlar: 2.804
Standart

2. TANRI TAMMUZ, TANRIÇA İNANNA VE KUTSAL EVLİLİK VE KUTSAL AĞAÇ


Bütün tanrı ve tanrıçalar içinde Tammuz (Dumuzi) ve İnanna, bizim açımızdan çok önemlidir. Bu tanrı-tanrıça çiftinin değişik versiyonları ve değişik adları kafa karıştırıcı gibi görünecektir; ancak bugün birçok şeyin özünde bu ikisi yatar. Örneğin Tanrı Tammuz, Sümer ülkesinde bile küçükbaş hayvancılığın yapıldığı şehirlerde, büyükbaş hayvancılığın yapıldığı şehirlerde ve tarımla geçinen şehirlerde farklı anlaşılmış, farklı anlatılmıştır.


(Tammuz)

Tarımla geçinen toplumlarda, bitkinin ve ağacın içindeki enerji olarak Damu görüntüsüyle karşımıza çıkan Tammuz, küçükbaş hayvancılıkla geçinen bölgelerde karşımıza koyunun, keçinin vs. içindeki yaratıcı güç olarak karşımıza çıkar. Bu bölgelerde ayrıca Tammuz’un ölümüne dair metinlere ve rölyeflere rastlanır. Hayvanlar yavruladıktan ve sütten kesildikten sonra, yani içlerindeki yaratma güçleri sona erdiği mevsimde, Tanrı Tammuz ölmüş olur. Bu, bizim bildiğimiz manada bir ölüm değildir; bazı metinlere göre Tammuz derin bir uykuya yatmıştır veya Yer Altı Dünyası’na inmiştir veya bir mağaraya saklanmıştır. Fakat Tammuz geri gelecektir, hayvanlar tekrar yavrulayacak ve süt vereceklerdir.

Büyükbaş hayvancılıkla geçinen bölgelerde ise Tammuz, göğe çıkmış vahşi bir boğadır (Bu dönem, artık yaratıcı tabiat güçlerinin Tanrısallaştığı ve göğe çıkarıldığı M.Ö. 2500’lere rastlar). Bu dönemde Tammuz, Boğa burcunu simgeler. Güneşin ilkbaharda Boğa burcuna girmesi, Vahşi Boğa’nın güneş olarak 12 burcu geçerek sürmesi ve bir yılı meydana getirmesi demekti. Gök gürültüsü bu boğanın kükremesi, şimşek ise bu boğanın tanrısal hiddetidir.

M.Ö. 2500ler önemlidir, çünkü Sami ırktan Araplar, Sümer bölgesine yerleşmeye başlar. Akad Kralı I. Sargon bölgeyi işgal eder ve Akad Krallığı’nı kurar. Akadlar bölgeyi işgal ettiklerinde muazzam bir medeniyetle karşılaştılar. Bu döneme kadar Sümerliler, gökbiliminde hayli ilerlemişlerdi. Akadların da etkisiyle bu gökbilimi ilerledi ve Tanrılar gökte konumlandırıldı. Hatta yeryüzünde, Eridu kentinde olduğuna inanılan cennet (yani Dilmun Ülkesi) bile gökyüzüne taşınmıştır. Cennetin Kralı Tanrı Enki’dir.


(Enki)

Tanrı Enki, Tammuz’un babasıdır, yer altı sularının ve kaynakların tanrısıdır. Zaten Tammuz, ilk olarak bu Dilmun ülkesindeki haliyle tasvir edilmiştir; Tammuz için metinlerde şöyle denir: “Bir yığın Haşur Ormanlarının arasında sen pırıl pırıl parlayan bir selvi ağacıydın ve senin bulunduğun yere sadece güneş gelebilirdi”. Bu nedenledir ki, Sümer tapınaklarında bunun sembolü olarak selvi ağacı dikilirdi. Tammuz, Sular Tanrısı Enki’nin oğlu olduğu için, tapınaklarda aynı zamanda havuz, su kuyusu veya çeşme de olurdu. Bugün mezarlıklarda selvi ağaçlarının olmasının nedeni, selvi ağacının “ebedi hayat”ı simgelemesidir, çünkü Tammuz gerçek anlamda hiçbir zaman ölmez (Temmuz ayı Tammuz’dan gelir, Domuz kelimesinin de Tammuz’un diğer adı olan Dumuzi’den geldiği düşünülüyor. Çünkü Tammuz’u ve daha sonraları dönüştüğü tanrı olan Adonis’i de öldüren domuzdur. Domuzun İslamiyet’te ve Yahudilik’te haram olmasının altında yatan nedenin bilinçaltında, domuzun tanrı katili olması yatar. Ayrıca ekonomik açıdan, domuzun küçükbaş hayvanlar gibi göç edememesi ve dönemin şartlarınca yaz aylarında etinin sıcağa dayanamayarak çabuk bozulması da nedenler arasındadır).

Tammuz, her yıl ilkbaharda Aşk ve Bereket Tanrıçası İnanna ile evlenirdi. Tammuz ve İnanna’nın birleşmeleriyle dünyaya bolluk, bereket ve yeşillik gelirdi, hayvanlar yavrulardı (günümüzdeki Nevruz, Hıdırellez ve Paskalya düşüncesi). Bu birleşme, insanlar tarafından şenliklerle ve ziyafetlerle kutlanırdı. Tammuz ve İnanna’nın birleşmesini temsilen, Sümer Kralı ve İnanna Tapınağının Baş Rahibesi, tıpkı tanrı-tanrıça çifti gibi kutsal birleşmeyi gerçekleştirirlerdi.


(İnanna)

İnanışa göre, kutsal evlilik öncesinde Tanrıça İnanna yıkanır, annesi ile konuşarak ondan tavsiyeler alır, kapı arasından hediyelerin gelişini gözler. Daha sonra gelin odası hazırlanır ve çeyizler ziyaretçilere gösterilir. Ancak tüm bu hazırlıklar tamamsa Tammuz’un içeri girmesine izin verilir. 6000 yıldır bu evlilik töreni, o bölgede, bölge çevresinde ve Anadolu’da bu şekilde devam etmektedir.

Kutsal Evlilik törenlerini anlatan metinlerde hep neşeli şeylerden söz edilir. İnanna genç ve güzel bir kızdır, Tammuz ise genç ve yakışıklı bir delikanlı. Evlilikten önce gençler gizlice bahçelerde buluşurlar (çünkü annelerinden korkmaktadırlar, bu gizliliği Tammuz’un kız kardeşi Tanrıça Gestinanna’nın arabuluculuğuyla sağlarlar), aşıklar sabahlara kadar gezip dans ederler. Bu hikaye şeklindeki şiirlerin terminolojisine bir yerde daha rastlanır: Tevrat’taki Süleyman’ın Şarkıları bölümünde. Kullanılan terminolojideki benzerlikler inanılmaz boyuttadır; Neşideler Neşidesi'nde resmen Tanrıça İnanna anlatılır. Sümerlilerin tapınaklarında Tanrı ve Tanrıçaların tahtadan yapılmış putları bulunurdu ve bunlar değerli taşlarla süslenirdi. İnanna putunun aynısını, Hz. Süleyman’ın Neşidesi'nde görürüz (gözlerin yahut olması, gözlerin akikten süslerle dolu olması vs). Bu açıdan, kutsal bir kitapta bir putun övülüyor olması son derece ilginçtir.

Tammuz’un bitki ve ağaçla ilişkilendirilmesine ek olarak, hayvancılıkla uğraşan bölgelerde Çoban Tanrı ünvanı da verilmiştir. Bu çobanın hastalıkları iyileştirme ve öldükten sonra dirilme gibi özellikleri vardır. Tammuz’un ölümden dönerek bir anlamda dirilmesi 25 Aralık’a rastlar, tıpkı “iyi çoban” İsa gibi (Noel). Bugün Hıristiyanlık inanışında (hatta artık Müslüman bir ülke olan Türkiye’de de) Noel’de Noel ağacı süslenir. Süsler, her türden meyveyi ve bereketi simgeler, ağaç ise Tammuz’u. Çünkü o ağaç, Dilmun Ülkesindeki (yani cennetteki) ağaçtır ve güneşin zaferidir (tıpkı Tammuz’a sadece güneşin ulaşabilmesi gibi). Sol Invictus’un zaferi!

Bu ağacın çok kutsal olması, bu ağacın bir parçası olan dalın da erk’in simgesi olmasını doğurur. Bu nedenledir ki, Sümerden beri krallar, peygamberler vs. bu erkin simgesi olarak ağaç dallarından asa kullanmışlardır. Bunlardan en meşhuru, şüphesiz Musa’nın asasıydı. Musa, asasını eline aldığında dal yeşillenirdi (çünkü Tammuz’un bereketi var).

Musa’dan söz etmişken, Musa’nın 10 Emir ile dağdan indiği sırada halkının altın bir buzağı heykeli yapıp tapmakta olmaları üzerine sinirlenip tabletleri parçalamasını hatırlayalım. Bu put, gökyüzündeki Boğa Burcunu simgeliyordu ve altından olmasının nedeni de burca yansıyan güneş ışığı gibi sarı olmasıydı. Musa’nın gerçekten kızdığı şuydu: artık boğa çağı bitmiş koç çağı başlamıştı ve insanlar yanlış puta tapıyorlardı.



Üç tek tanrılı dinin babası olarak kabul edilen Hz. İbrahim’in babası bir Sümer rahibidir. Sümerlilerde tapınaklar aynı zamanda bir çeşit observatuardı. Burada gökyüzü sürekli olarak izlenir, yıldızların konumuna göre Tanrılar ve Tanrıçalar yorumlanırdı. Gökyüzü biliminde Mısırlıların ve hatta Yunanlıların ileri olduğu sanılır. Ancak yazılı metinler incelendiğinde, Sümerlilere ait kayıtların yüzlerce hatta binlerce yıl önce yazıldığı anlaşılmaktadır. İbrahim de, bir Sümer kenti olan Ur şehrinde doğmuştur ve gökyüzüne dair bu bilgilerin hepsinden haberdardır. Ur kentini terk ettiğinde bir ağacın altında uyuyakalır, rüyasında bir meleğin gökyüzünden bir merdivenle indiğini görür. Bunun üzerine, uyanınca oraya bir kuyu açar. Yine karşımıza ağaç ve su kuyusu temalı bir görüntü çıkar. Aynı temalar, Hz. Süleyman’ın tapınağında da bol bol mevcuttur.

Tammuz’un bir çok yönü olması gibi, İnanna’nın da farklı yönleri vardı. İnanna, sabah yıldızı olarak Savaş Tanrıçası, akşam yıldızı olarak da Aşk Tanrıçası idi. Aşk Tanrıçası olmasının bir yönü de Kutsal Fahişe olmasıdır. Tevrat’ta ona “Ey Babil’in Kızı!” diye hitap edilmiştir. Sümer’de, Babil’de (ve hatta erken Anadolu dönemlerinde bile) her genç kız evlenmeden önce tapınağa gider ve orada bir kere olmak üzere yabancı bir erkekle para karşılığı beraber olurdu. Bu parayı tapınağa bağışladıktan sonra tapınaktan ayrılabilir ve artık evlenebilirdi. Bu tür bir cinsel birleşme son derece kutsal sayılırdı (tıpkı Tammuz-İnanna veya Kral-Baş Rahibe birleşmesinde olduğu gibi). Bunu yapmadan genç kız evlenemezdi. Asilzadeler bile kızlarını kendi elleriyle bu tapınaklara getirmişlerdir. Çirkin kızların kötü bir kaderi vardı; bazen kendileriyle beraber olacak bir erkek çıkması için yıllarca tapınaklarda beklerlerdi. Bunun dışında tapınak rahibeleri, bu kutsal fahişeliği sürekli olarak yaparlar ve tapınağa gelir sağlarlardı (ancak belirttiğim gibi, bu utanç verici bir iş değil son derece kutsal bir görevdi, onlara sokak fahişesi muamelesi yapılmazdı). Bu kadınların diğer kadınlardan ayrılması için, başlarının bir şalla örtülmesi zorunluydu. Bu baş örtme mevzusu, dindar kadın motifiyle her 3 tek tanrılı dine de geçmiştir. İnanna’nın kutsallık ve fahişelik gibi iki yüzünün olması (ki dönemim tüm tanrılarının farklı farklı yüzleri vardır; iyi-kötü, güzel-çirkin, müşfik-gaddar gibi) Hıristiyanlıkta da karşımıza çıkar. İsa’nın annesi Meryem kutsal, Magdalalı Meryem (Maria Magdalena) ise fahişedir, burada iki ayrı kadın olarak karşımıza çıkar. Ayrıca, İsa’nın annesi Meryem Lady Madonna’dır, “bizim hanımefendimiz”dir, tıpkı Babil’in Baştanrısı Marduk’un eşi Belti’nin ünvanının “bizim hanımefendimiz, bizim annemiz” olması gibi. Marduk ve Belti de bahar gelişinde kutsal evlenmeyle birleşirlerdi, bereketi getirirlerdi. Bu birleşmelerde Belti bakire kalırdı, tıpkı Meryem’in İsa’yı bakire olarak doğurması gibi.

Kutsal fahişeliğe Yahudiliğin ilk dönemlerinde rastlanır, ancak sonradan yasaklanmıştır.

When You Kill A Man, You're A Murderer
Kill Many And You're A Conqueror
Kill Them All And You're A God!

----------------

war is over
(if you want it)

Konu AhbAp tarafından (27-02-2010 Saat 00:03 ) değiştirilmiştir. Sebep: Yazım hataları giderildi.
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 25-01-2010, 07:16
AhbAp - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
AhbAp AhbAp isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Sep 2008
Mesajlar: 2.804
Standart

3. AKADLARIN VE FENİKELİLERİN ETKİSİ


Sami Irktan olan Akadlar, M.Ö. 2500’te Sümer Uygarlığı ile tanışınca, medeniyetlerinin ve dinlerinin etkisi altına giriyorlar. Sümer Dinini kendi dinleriyle aynileştiriyorlar. Örneğin Tammuz, Bitki ve Ağaç Tanrısı ve Çoban Tanrı iken, aynı zamanda Güneş Tanrısı da oluyor. Çünkü Sami ırk için güneş çok önemli ve en büyük tanrı. Tanrıça İnanna’yı da Venüs (Zühre) Yıldızıyla kişiselleştiriyorlar, çünkü İnanna, Ay Tanrısı Nanna’nın kızıydı.

Akad Kralı I. Sargon’un, imparatorluğunu batıya ve kuzeye doğru genişletmesiyle birlikte, Sümerin hem uygarlığı hem de dini yayılmaya başlıyor. Batıya ilerledikçe önce Akdeniz’de Fenikelileri, Lübnan ve Palestine (Filistin) topraklarını etkilemeye başlar. Buradaki Semitik toplumlarda İnanna’nın adı artık Ishtar(İştar)’dır, Fenikeliler ise İnanna’ya Astarte derler.

(Ishtar)


(Astarte)

Fenike’de Astarte, Adonis’e aşıktır. Adonis, tıpkı Tammuz gibi hem bitki hem de güneş tanrısıdır, yılın belirli zamanlarında ölür ve ölümü yine bir domuz yüzünden olur. Yani Tammuz, artık burada Adonis olmuştur.


(Adonis'in domuz tarafından öldürülüşü)

Fenikelilerin denizci bir millet olmaları nedeniyle, doğunun mitolojisi, dinleri, tanrı ve tanrıçaları batıya doğru yola çıkar ve öncelikle Yunan ve Roma topraklarını etkiler. Batı, yine Doğu’dan etkilenir ve kökü Sümerlilere dayanan bu dini kendi motifleriyle işler. Mesela Astarte olan İnanna, artık Antik Yunan’da Aphrodite(Afrodit) olmuştur.


(Aphrodite)

Keza Zeus, Ninurta’nın Yunanistan’daki biçimi olmuştur. Ninurta’nın simgesi ceylandı, M.Ö. 2500’te göğe çıkarak Orion yıldızı ile simgelendi, yağmur ve fırtına tanrısıydı. Antik Yunan’da güneş tanrısı Helios (İlyas), yağmur ve güneşin bir araya gelmesini simgeler ve bahar gelir (Hıdırellez, Hızır ve İlyas’ın bir araya gelmesi).

Adonis ve Astarte’nin hikayesi, Anadolu’da kendisini Attis ve Kibele olarak göstermiştir. Attis de tıpkı Tammuz ve Adonis gibi, bir ağacın altında bir domuz tarafından öldürülmüştür.


(Attis ve Ağaç)


(Kibele)

When You Kill A Man, You're A Murderer
Kill Many And You're A Conqueror
Kill Them All And You're A God!

----------------

war is over
(if you want it)

Konu AhbAp tarafından (21-12-2010 Saat 03:33 ) değiştirilmiştir. Sebep: Resim düzenlendi.
Alıntı ile Cevapla
  #5  
Alt 25-01-2010, 07:17
AhbAp - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
AhbAp AhbAp isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Sep 2008
Mesajlar: 2.804
Standart

4. YAKINDOĞU’DA TAMMUZ VE İNANNA ETKİLERİ


Yakındoğu’da da Tammuz ve İnanna, farklı versiyonlarıyla her devirde karşımıza çıkar. Ürdün civarında M.Ö. 400 – M.S. 106 yıllarında kurulmuş olan Nebatiler’in, İran, Babil ve Roma etkileri taşıyan karışık bir din anlayışı vardı. Burada Bitki, Asma ve Şarap Tanrısı Dusares’i görüyoruz (Antik Yunan’daki Dionysos). Dusares’in karşısında ise Tanrıça Al-Lat vardır ki, Kuran’da Kabedeki putlardan biri olarak adı geçer. Al-Lat, Tanrıça İnanna’nın, Ishtar’ın, Ester’in ve Astarte’nin bir versiyonudur ve diğer adı Kaab’tır (Kabe adının kökeni). Al-Lat’ın simgesi siyah taştır (Kabe’deki Hacer-ül Esvet, Müslümanlar hala bu taşı öperler); Al-Lat’a inananlar da bu siyah taşa tapınırlardı.


(Dusares)


(Al-Lat)

Sabianlar (Sabiilier), Harran tarafında yerleşmişlerdi ve Ay Tanrısına taparlardı. Burada hasat zamanında buğdayın toplanması ve öğütülmesi zamanında Sabiiler ağlarlardı, çünkü Tanrı Davuz(isimden emin değilim) tıpkı Tammuz gibi ölürdü. Sabiiler için buğday ve ekmek çok kutsaldı. Çünkü bunlar Davuz’un etiydi, tıpkı İsa’nın eti olması gibi (ve Dionysos’un kanının şarap olması gibi). Bu nedenledir ki, bugün Anadolu’da hâlâ ekmek yere düştüğü zaman öpülür ve başa konur, ekmek ve buğday kırıntısına basmanın büyük günah olduğuna inanılır ve ekmek bıçakla kesilmez. Çünkü buğday bu bölgenin ana besiniydi, insanlar bunu yiyerek hayatta kalırlardı ve buğdayın içindeki besleyici enerji onlar için çok kutsaldı.

When You Kill A Man, You're A Murderer
Kill Many And You're A Conqueror
Kill Them All And You're A God!

----------------

war is over
(if you want it)

Konu AhbAp tarafından (27-02-2010 Saat 00:10 ) değiştirilmiştir.
Alıntı ile Cevapla
  #6  
Alt 25-01-2010, 07:19
AhbAp - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
AhbAp AhbAp isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Sep 2008
Mesajlar: 2.804
Standart

5. BABİL, MARDUK, ENUMA ELİŞ (YARADILIŞ DESTANI) VE TEK TANRIYA GEÇİŞ


Marduk, tıpkı Tammuz gibi başlangıçta bitki, ağaç ve tarım tanrısı iken, Semitik ırkın etkisiyle güneşle de özdeşleştirilmeye başlanmıştır. Marduk, Babil kentinin tanrısıydı, kentin güçlenmesiyle bu tanrı da güçlendi. Çünkü o dönemde, hangi kent diğerlerinden daha güçlüyse o kentin kralı baş kral, o kentin tanrısı da baş tanrı oluyordu. Marduk, M.Ö. 20 yy.da Kral Hammurabi tarafından baş tanrı ilan edilmiş, M.Ö. 16 yy.da Kral Buhtunnasr tarafından Tek Tanrı ilan edilmiştir (bu açıdan Marduk tarihteki ilk tek tanrıdır, M.Ö. 12 yy.daki Mısırlı tek tanrı Aton ve Musa’nın tek tanrısı Yehova/Yahve/Elohim’den çok daha önce). Ancak Kral Buhtunnasr, bu tek tanrı kabulünü kendiyle sınırlı tutmuş, ulusuna yayma gücünü gösterememiştir.


(Marduk)

Enuma Eliş (“gökyüzünde” anlamına gelen Sümerce kelime… Destanın anlatan şiirin ilk sözüdür ve destan bu nedenle bu isimle adlandırılır) Yaratılış Destanı’na göre Tanrı Marduk, ilk kaosun canavarı Tiamat’ı (tuzlu suların da kişiselleştirilmesidir, Marduk tatlı ve tuzlu suyu birbirinden ayırmıştır, tatlı-tuzlu suyun birbirine karışmadığı Kuran’da da geçer ve Müslümanlarca “o dönem bilinemeyecek şeyler Kuran’da yazıyor” diye yorumlanır; oysa Enuma Eliş destanı, Kurandan binlerce yıl öncedir) öldürür ve böylece “yeryüzünün ve gökyüzünün efendisi” olur. Tiamat’ın yarısından gökyüzünü, diğer yarısından yeryüzünü yaratır; Taimat’ın damarlarından nehirleri, kemiklerinden dağları yaratır. Böylece dünya daha önce soyutken, somut bir hale bürünür. Marduk, tanrıların tanrısı konumuna gelir, tanrılara hizmet için insanlar yaratılır. Diğer tanrılar kendi güçlerini ve isimlerini Marduk’a verirler, böylece Marduk’un 50 kadar ismi olur (Allah’ın 99 ismi gibi). Marduk ve eşi Belti, Tammuz ve İnanna’nın Babil versiyonudur, kutsal evlilik ve birçok konu benzerlik gösterir.

Asurluların bölgede güçlenmesi ile kendi tanrıları olan Tanrı Asur güçlenmiş ve Marduk önemini kaybetmiştir. Asur, Marduk’un tüm tek tanrılık özelliklerini almıştır. Asur’da da ağaç motifi karşımıza çıkar çünkü Tanrı Asur bir ağaç şeklinde tecelli ederek dünyayı yaratmıştır. Yahudilerin ataları, Tanrı Asur ile tek tanrıyla tanışırlar ve Kabala inancı başlar (Vikipedi’den Kabala için bilgi: Kabala alimleri fikirlerini Zohar'da kaydetmişlerdir. Tanrı birdir. Bütün varlıklar ondan doğmuştur. Onun varlığında anlayış, hikmet meydana gelmiştir. Hikmet baba, anlayış ise anadır. Bunlardan oğul olarak ilim doğmuştur. Akıldan, Azamet ile Kudret meydana gelmiştir. Bunlar Tanrı'nın iki kolu mesabesindedir. Tanrı, bunların birincisiyle hayatı doğurur, ikincisiyle onu yok eder. Kabala tefekkürüne göre Tanrı hiçbir çıkar düşünmeden sevmek (aşk) ve kalp nuru aracılığıyla, ruh kendi benliğinden tecerrüt eder, aslına kavuşur. O zaman Tanrı'nın irade ve tefekküründen başka kendisinin irade ve düşüncesi kalmaz. İnsan için böyle bir İlahi Aşka malik olmak büyük nimettir).

Böylece zamanla Yahudilik İnancı gelişir, Sümer’in eski tanrıları meleklere, peygamberlere ve şeytanlara dönüşür (Tek Tanrı gene yalnız kalmaz).

Muhammed’in amcası tüccardı ve kervanlarla büyük bir bölgede gezinirken yeğenini de beraberinde götürürdü. Muhammed delikanlılık çağında, kendisinden yaşça çok büyük olan Hatice ile evlenerek, onun sahip olduğu kervan sayesinde ticarete ve seyahatlere devam etmiştir. Bu ticaretlerde ve seyahatlerde geçmiş efsaneler ve Yahudi dini hakkında birçok bilgi edinmiş ve bunlarla İslam dinini kurgulamıştır.

When You Kill A Man, You're A Murderer
Kill Many And You're A Conqueror
Kill Them All And You're A God!

----------------

war is over
(if you want it)

Konu AhbAp tarafından (27-02-2010 Saat 00:14 ) değiştirilmiştir.
Alıntı ile Cevapla
  #7  
Alt 25-01-2010, 07:21
evrensel-insan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
evrensel-insan evrensel-insan isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 08 Mar 2008
Bulunduğu yer: Londra
Mesajlar: 22.832
evrensel-insan - MSN üzeri Mesaj gönder
Standart

Saygideger AhbAp;

Iki soru aklima geldi. Birincisi, Banu Alkan Sumerler devrinde mi yasiyordu?

Ikincisi de, bu domuzun tanriyi oldurmesiyle, muslumanlikta yeme yasaginin bir bagi var mi?

Saygilarimla;
evrensel-insan

Evrensel-Insan - Yapılandırmacı Epistemoloji/Bilişsel Bilim/Qua Felsefesi/Serbest Düşünce/Devrimci Sorgulama/Zihinsel Devrim - Evrensel-Insan Zihniyeti
Alıntı ile Cevapla
  #8  
Alt 25-01-2010, 07:37
AhbAp - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
AhbAp AhbAp isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Sep 2008
Mesajlar: 2.804
Standart

evrensel-insan´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
Saygideger AhbAp;

Iki soru aklima geldi. Birincisi, Banu Alkan Sumerler devrinde mi yasiyordu?

Ikincisi de, bu domuzun tanriyi oldurmesiyle, muslumanlikta yeme yasaginin bir bagi var mi?

Saygilarimla;
evrensel-insan
Sayın Evrensel-İnsan,

Banu Alkan'ın yaşı konusunda belli bir karar vermek zor açıkçası. Kendisine sorarsanız, hâlâ 18 yaşında!

İkinci sorunuzun cevabı, aslında yazının içerisinde var. Ama metin uzun, gözünüzden kaçması son derece doğaldır. Cevabı aşağıya aktarıyorum:

AhbAp´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
(Temmuz ayı Tammuz’dan gelir, Domuz kelimesinin de Tammuz’un diğer adı olan Dumuzi’den geldiği düşünülüyor. Çünkü Tammuz’u ve daha sonraları dönüştüğü tanrı olan Adonis’i de öldüren domuzdur. Domuzun İslamiyet’te ve Yahudilik’te haram olmasının altında yatan nedenin bilinçaltında, domuzun tanrı katili olması yatar. Ayrıca ekonomik açıdan, domuzun küçükbaş hayvanlar gibi göç edememesi ve dönemin şartlarınca yaz aylarında etinin sıcağa dayanamayarak çabuk bozulması da nedenler arasındadır).
Saygılarımla

When You Kill A Man, You're A Murderer
Kill Many And You're A Conqueror
Kill Them All And You're A God!

----------------

war is over
(if you want it)
Alıntı ile Cevapla
  #9  
Alt 13-03-2011, 01:08
rastaman - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
rastaman rastaman isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 06 May 2009
Bulunduğu yer: kocaeli
Mesajlar: 649
Standart

AhbAp´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
Domuzun İslamiyet’te ve Yahudilik’te haram olmasının altında yatan nedenin bilinçaltında, domuzun tanrı katili olması yatar. Ayrıca ekonomik açıdan, domuzun küçükbaş hayvanlar gibi göç edememesi ve dönemin şartlarınca yaz aylarında etinin sıcağa dayanamayarak çabuk bozulması da nedenler arasındadır).
Gerçekten de göçebe Semitikler için hiç de uygun olmayan bir hayvandır domuz.Buna çok fazla suya gereksinim duymalarını da ekleyebiliriz.Küçük bir domuz çiftliği yüzlerce göçebe Sami için çölde hayati öneme sahip suyu harcayabilir.Birçok tabu gibi bu da toplumun iyiliği düşünülerek oluşturulmuş gibi duruyor.

Üstelik koyun,keçi,sığır gibi insanlardan çok farklı bir menüye sahip hayvanların aksine insanlarla benzer gıdalar yerler,onlara rakiptirler.
Alıntı ile Cevapla
  #10  
Alt 25-01-2010, 14:26
Sangre - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Sangre Sangre isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 04 Apr 2008
Mesajlar: 1.500
Standart

AhbAp´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
Bugün dünyadaki tek tanrılı dinlerin ilham vericisi olan Sümer Dini, önceleri tanrısız bir dindi. İnsanlar öncelikle büyük tabiat güçlerine taparlardı. Büyük tabiat güçleri pasifti, yaratıcı güçten yoksundu. Bu tabiat güçlerine sonradan Tanrısallık biçilmiştir. İnsan aklı somuttan soyuta doğru gelişmiştir ve soyut şeyleri Antik Çağların insanları somutlaştırmak istemiştir (dinler de bu ihtiyaçtan ortaya çıkmıştır). Örneğin Ninurta, önceleri rüzgarın içindeki enerjiydi, sonraları Rüzgar Tanrısı oldu. (Ninurta ismi, fonetik değişimlerle önce Nimurt ve sonra da Nemrut olmuştur, Bitlis’teki Nemrut Dağı)
(Ninurta)
Dostum, yazını yavaş yavaş okuyorum ama okuduğum yerlerde kafama takılan yerler oluyor..

Yukarıdaki iletide ve sonrasında, bir tür 'enerjiden' bahsediliyor.. Bu enerjiyi, Antik Yunan'da da çoklukla kullanılan 'idea/ruh/tin' veya can veren 'nefs' manasında mı kullandın?

Çünkü o zamanlar, bugün fizik biliminde kullanılan 'enerji'den haberdar olduklarını düşünmüyorum.. Burayı biraz açarsan sevinirim.

Aynı zamanda burada soyuttan, somuta doğru gelişen bir durum var gibi geldi bana..
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler

Etiket
gönül, sümer, tekin

Başlık Düzenleme Araçları
Stil

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Miraç'ın Sümer Kökeni dilaver Önerdiğimiz Başlıklar 22 04-12-2020 16:49
Özgür düşünebilen herkesi Saygıyla Selamlıyorum TurkceRap Yeni Üyeler 10 24-01-2010 19:38
Arif Tekin'e mesaj Edip Yuksel Yeni Üyeler 12 06-12-2009 19:41
Prof. Dr. Gönül Tekin, Dinler ve Mitoloji K.C. İslam 34 09-09-2009 23:30
Saygıyla anıyoruz.... Gergedan Konu-dışı 6 25-01-2005 23:09

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 07:44 .