PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Türkiye'de Laikliğin Doguşu


sargon
18-04-2010, 02:41
Gectigimiz yil yazmistim. Bir okul ödevi olacagi icin Cumhuriyet dönemine iliskin söylemleri dikkatli tutmaya calistim. Su ana kadar hicbir yerde yayinlanmadi.



Türkiye Cumhuriyet’inde Laikliğin Doguşu


Türkiye Cumhuriyetinde laikligin dogusunu aciklayabilmek icin öncelikle Türkiye Cumhuriyetinin icinden dogmus oldugu Osmanli Devletindeki din ve devlet iliskisini kisaca aciklamamiz gerekir. Böylelikle Türkiye’de laikligin nasil olusup gelistigini ve hangi temellere dayandigini anlama sansimiz olacaktir.

Osmanli devleti nasil bir devletti

Osmanli devletinde dinin ne kadar yönlendirici oldugu cok tartisilmistir. Bu konuda iki görüs öne cikmaktadir. Birinci görüse göre Osmanli devleti bir seriat devletidir, ancak Tanzimat dönemi ile birlikte baslayan islahat hareketleri yasanmistir. Ikinci görüse göre ise Osmanli, aslinda tam bir seriat devleti degildir, örfi hukuk ile seriat hukuku birlikte varligini sürdürmüstür ve din, padisahlarin istedikleri uygulamalari yapabilmek icin kullandiklari bir sey olmustur, seyhülislamlar padisahin emir kuludur. Osmanli’daki din ve devlet iliskisini anlayabilmek icin bu iki görüsü de gözönünde bulundurarak gelismelere kisaca deginecegiz.

Osmanli’nin kurulus döneminden Yavuz Sultan Selim’in Misir seferi ile halife II. Mütevekkil’i Istanbul’a getirmesine kadar gecen dönemde dinsel ilkeler devlet isleyisinde fazlaca etkili degildir. Yöneticileri Islama bagliliklarini belirtseler de daha cok bir Balkan ülkesi durumundaki Osmanli tebaasi icinde müslüman halk ezici bir cogunluk degildir. Bu yüzden de daha cok geleneksel (örfi) kanunlar uygulanmistir, ancak fetihler sirasinda “cihat” kavrami öne cikarilmistir.

Devletin dini vasfi halifeligin getirilmesi ile öne cikmistir, ancak Yavuz Sultan Selim’den II. Abdülhamit’e kadar padisahlarin “halife” vasiflarini resmi olarak kullanmadiklarini da biliyoruz. Halifenin Kureys kabilesinden olmasi gerektigi elestirilerine karsi sultanlar Islama hizmet ettiklerini söyleyerek müslüman tebaalarini yönetiyorlardi. Osmanli devletinde bir tür anayasa sayilabilecek bir metin yoktu. Padisahlar kanunnameler cikartiyordu ama bu kanunlarin Ser-i Serif’e (Seriat Kanunlari) aykiri olmamasi gerekiyordu. Buna karsin Islam hukukunda yer alan bazi cezalar uygulaniyor, bazilari uygulanmiyordu. Ornegin islam hukukunda yer alan el kesme ve sopa cezalari yerine para cezalari veriliyordu. Buna karsin Islam hukukunda yer almayan sultanlarin kardeslerini bogdurmalari uygulaniyordu. Bunlar icin fetvayi da seyhulislamlar veriyordu. Osmanli’daki maliye sistemi de seriat kurallarina tam olarak uymuyordu . Padisahlar vezir ve seyhülislamlari atiyordu, ama seyhülislamlarin tam bir emir kulu oldugunu söylemek de zordu. Herseye karsin Osmanli devleti belirgin bir sekilde teokratik (dini ilkelere dayali) ve monarsik bir devletti. Orfi kanunlar cöküs dönemindeki islahat hareketleri ile birlikte daha da öne cikti ve devlette iki kanunun da ayni anda yasadigi bir sürec yasandi.

Osmanli’da Islahat Hareketleri ve Laiklesme

Fransiz devriminin oldugu yil tahta gecen III. Selim’in ve ardindan II. Mahmut’un giristigi islahat hareketleri yenicerilerin sert tepkisiyle karsilasti, hatta cizgili pantalon giyen II. Mahmut “gavur padisah” olarak anilir oldu. II Mahmut tam bir bati hayrani idi ve özellikle hukuk ve egitim sisteminde ilk laik girisimler onun zamaninda gündeme gelmistir. Onun zamaninda ilk tip okulu olan Mekteb-i Tibbiye-i Sahane kuruldu ve laik temelde egitim veren bir okul idi.

II. Mahmut’un ölümünden sonra yerine gecen 17 yasindaki Abdülmecit’i ikna eden Mustafa Resit Pasa Tanzimat Fermani’ni ilan etti. (Fermanin okundugu yerden ötürü Gülhane Hatt-i Hümayunu yada Gülhane Fermani denir) Bu ferman belirgin sekilde Fransiz Devrimi’nin Insan ve Vatandas Haklari Bildirgesinden esinlenmisti. Buna karsin getirdigi yenilikleri Islamiyete ve Kuran’a dayandirmaya özen gösteriyordu. Ilk olarak padisahin tebaasi yerine “Osmanli vatandasligi” diye bir sey gündeme getiriliyor, herkes kanunlar önünde esit kabul ediliyordu. Hemen bir yil sonra (1840) Fransiz Ceza Yasasi uyarlanarak yeni bir ceza yasasi cikartildi. Ceza ve Ticaret davalarina bakmak üzere laik nitelikte mahkemeler kuruldu. Kisa bir süre sonra yine Fransiz Ticaret Kanunu esas alinarak Ticaret Kanunu cikarildi. Bu kanunda ilk olarak faiz, anonim sirket, kambiyo senedi gibi kavramlar Osmanli hukukuna girmis oldu. Egitim alaninda da önemli gelismeler yasandi. Medrese egitim sistemine alternatif olarak Fransiz egitim sistemini örnek alan Maarif-i Umumiye Nizamnamesi kuruldu ve laik egitim kurumlari acilmaya baslandi. Böylece Tanzimat dönemi laiklige atilmis önemli bir adim olmustu.

1876 yilina gelindiginde Mithat Pasa’ya mesrutiyeti ilan etme ve sadrazamlik sözü vererek tahta cikmayi basaran II. Abdülhamit, Osmanli’nin ilk anayasasi olan Kanun-i Esasiyi ilan etti. Gerci Kanun-i Esasi’nin 11. maddesinde “devletin dini Islamdir” deniliyordu ama yine de Kanun-i Esasi bir Islam ülkesinde yürürlüge giren batili anlamda ilk anayasadir. II. Abdülhamit, Osmanli-Rus savasini bahane ederek meclisi feshetti, Kanun-i Esasi feshedilmediyse de II. Mesrutiyete kadar uygulanmadi.

II. Abdülhamitin devletin cöküsüne cözüm olarak bazi islamci aydinlarin önerisini gündeme aldi. Bunun adi panislamizmdi. Buna göre Osmanli cöküs yasiyordu ve bu cöküsün kaynagi hiristiyan Avrupa ülkeleri idi. Bu cöküsten ancak bir Islam Birligi kurularak kurtulmak mümkündü. Sünni ve Sii müslümanlar biraraya getirilmeli idi. Bu yüzden II. Abdülhamit halifeligi tekrar öne cikararak, bütün Islam dünyasinin önderi oldugunu göstermeye calisti. Bunun icin bircok ülkeye elciler gönderildi, bir cihat cagrisi yapildiginda bütün müslüman dünyasindan destek alinacagi düsünülüyordu. Halbuki panislamizm fikri tamamen siyasal bir girisimdi ve beklendigi gibi bir sonuc üretmesi mümkün degildi. Cünkü her bir müslüman ülkenin kendi ic ve dis siyasi dengeleri farkli idi ve ister istemez kararlarini bu temelde veriyorlardi. Abdülhamit’in siyasi plandaki panislamizm anlayisina kasin, Osmanli’da laiklesme süreci adeta vazgecilmez ve kendiliginden bir sürec gibi varligini sürdürmeye devam etti. Ordunun modernlesmesine devam edildi, egitim alaninda ilk olarak kiz okullari acildi ve laik egitim veren okullarin ve ögrencilerinin sayisi adeta patlama yasadi. II. Abdülhamit’in ajan olabileceklerinden süphelenerek kara carsaf ve peceyi yasaklamasi da tarihin ilginc olaylarindan biridir.

Osmanli devletinin cöküs sürecine geldiginde iki anlayis öne cikar. Birincisi Avrupa ülkelerindeki gibi muasirlasmanin (modernlesme) cöküsü engelleyebilecegi düsüncesidir. Bu cercevede yapilan islahatlara tepki olarak da asil olarak dini ilkelere sarilmanin cöküsü engelleyecegi düsüncesi gelismistir. Bu iki temel anlayis arasindaki mücadele günümüze kadar sürmüstür. Birinci anlayis III. Selim, II. Mahmut, Tanzimat ve Mesrutiyet hareketlerinin ardindan Ittihat Terakki ve Atatürk tarafindan devam ettirilmistir. Ikinci anlayis ise II. Abdülhamit ve sonrasinda islamci hareketler tarafindan sürdürülmüstür.

sargon
18-04-2010, 02:55
Laiklik Düsüncesinin Osmanli’daki Gelisimi

Abdülhamit’e muhalif olan Ittihat Terakki Hareketi panislamizm akimini desteklemedi. Ittihat Terakkicilerin öncüleri sayilabilecek olan Genc Osmanlilar halifelik üzerine sert yazilar yazma cesaretini gösteriyorlardi. Ornegin Süleyman Nazif, halifelikten “400 yildan beri Osmanli toplumunu kemiren bir engel” diye sözediyordu. Ali Suavi ise “Artik, kemali cesaretle ve bilatereddüt hükmederiz ki, halife, imam, padisah, hasili her ne kam ve ünvan ile olursa olsun, hicbiri peygamberimizin kaim makami veya vekili degildir. “Padisah peygamber postunda oturuyor” cahil sözüdür. Bir asli seriye müstenid degildir. Riyasete gectikce peygambere vekalet manasi Hulefayi Rasidin’in bile hatirina gelmedi. Nerede kaldi ki sonradan gelen sümüklülere” demektedir. Laiklük düsüncesinin olusmasinda Namik Kemal, Tevfik Fikret ve Ziya Pasa gibi Genc Osmanlilarin önemli rolleri olmustur.

Ittihat Terakki’nin önderleri ise Genc Osmanli’lardan daha da ileriye gidiyorlardi. Hareketin önderlerinden Ahmet Riza Bey tekke ve seyhleri “ahlak ve efkari fesada ugratanlar” diye niteliyordu. Tarihimizin ilk laiki sayilabilecek olan Abdullah Cevdet ise “Pek Uyanik Bir Uyku” adli makalesinde adeta sonraki dönemde gerceklesecek olan laiklik adimlarinin rüyasini görüyordu. (Bu makaleyi ek olarak veriyorum)

Türkiye Cumhuriyetinde Laikligin Yerlesmesi

A- 3 Onemli Devrim Kanunu

Osmanli Devletinde yüz yildan fazla bir zamanda yasanan bu gelismelere ve devralinan mirasa karsin 1923’de ilan edilen yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde laikligin yerlesmesi hic de kolay olmamistir. Bu cercevede bircok kanunlar cikarilmis, bu kanunlara karsi ciddi tepkiler olusmus, dönem dönem gelisen isyanlar olmustur.

Mustafa Kemal, isgale karsi direnisi baslatmak icin Samsun’a ciktiktan sonra önce Amasya Tamimi’ni yayinladi, sonra Erzurum ve Sivas kongrelerini topladi. 12 Ocak 1920’de de ilk meclis toplandi. Ilk meclisin cikardigi bu anayasada (Teskilat-i Esasiye kanunu) 1876’da cikarilmis olan ilk anayasadan ciddi sekilde farkli maddeler vardi. Yeni Anayasanin daha birinci maddesinde “Hakimiyet bilâkaydü şart milletindir” deniliyordu. Bu madde acik bir Cumhuriyet ilani olmasa da meclisten üstün bir kuvvet (saltanat) taninmadigi anlamina geliyordu. Ayrica kanunda din ile ilgili hicbir hüküm bulunmuyordu. Ancak zaten 23 maddelik kisa bir metin oldugundan bu metinde olmayan konularda hala 1876 tarihli Teskilat-i Esasiyenin gecerli oldugu kabulediliyordu.

29 Ekim 1923’de 1921 anayasasinda, 1. maddede devletin seklinin Cumhuriyet olduguna dair degisiklik yapilirken, 2. maddeye “Türkiye Devletinin dini, Dini İslâmdır“ seklinde bir madde eklendi. Kisacasi kurtulus savasi sürecinde bir tür ölüm-kalim mücadelesi verildigi icin laiklik ile gelismeler yavaslamistir. Ancak 1924’den sonra laiklik atilimlari yeniden baslar. Burda en önemli tarih 3 Mart 1924’te cikarilan üc kanundur. Bu kanunlar laikligin gelisimi acisindan büyük bir öneme sahiptir, bu yüzden de “devrim kanunlari” olarak adlandirilmistir. Bu üc kanun sunlardir:



Halifeligin Kaldirilmasi
Seriye ve Evkaf Kanunu (Diyanet ve Vakiflar Kanunu)
Tevhidi Tedrisat Kanunu (Egitimin Birlestirilmesi Kanunu)


Son derece önemli bu üc kanuna kisa kisa da olsa deginmemiz gerekiyor:



Halifeligin Kaldirilmasi


Büyük Millet Meclisi daha 1 Kasim 1922’de Osmanli Imparatorlugunun cöktügünü ilan etmis ve Istanbul hükümetinin 16 Mart 1920’den beri tarihe karistigini ilan etmisti. Aslinda 1921’de kabul edilen anayasada da egemenligin kayitsiz sartsiz millete ait oldugu söyleniyordu. Seklen halife ünvanini da koruyan Vahdettin 17 Kasim 1922’de sinir disi edildi ve kurtulus savasini yöneten meclis halife olarak Abdülmecit’i atadi. Böylece halifelik ve saltanat birbirinden ayrilmis ve saltanat lagvedilmisti. Kurtulus savasi boyunca Mustafa Kemal de sik sik “Islam aleminde sözü gecen bir halifelik” istediklerini söylemisti. Saltanatin kaldirilmasi meclis üyeleri acisindan da uygun bulunuyordu, cünkü saltanat ve Istanbul hükümeti acikca kurtulus savasina karsi cikmis ve engellemeye calismisti. 29 Ekim’e kadar savasi yürütmüs bir meclis vardi ancak devletin basi belli degildi. 29 Ekim’de yeni bir meclis olusturulup, cumhuriyet ilan edilip, Atatürk cumhurbaskani olarak secilince muhaliflerin sesleri yükselmeye basladi. Acikca cumhuriyetten yana olan bazi yazarlar bile 29 Ekim kararlarinin olup bittiye getirildigini yazmaya basladi. Halife’nin devletin basi sayilmasi gerektigine, yada Atatürk’ün halifeligi almasi gerektigine dair görüsler ortaya atildi. Halife Abdülmecit ressamlik yapan, sanatci kisiligi olan bir insandi, ancak halifelik bir dinsel kurum olmanin ötesinde yeni Türkiye’nin rejim sorunu cercevesinde tartisilan bir noktaya geldi. Hint Müslümanlarinin liderleri olarak taninan Aga Han ve Emir Ali’nin Abdülmecit’e gönderdikleri bir mektubun gazetelerde yayinlanmasinin ardindan ilk Istiklal Mahkemeleri kuruldu ve Halifelik yanlisi ve Cumhuriyete karsi yazi yazan kisiler tutuklanip bu mahkemelerde yargilanmaya basladi. Halifelik kurumunun varligini sürdürmesi yeni Türkiye Cumhuriyetinin cok basini agritacak gibi gözüküyordu.

Bu günlerde Mustafa Kemal, Izmir’de yapilan Harb Oyunlarini izlemeye gitti ve orda ordunun ileri gelenleri ile halifelik konusu ve gündeme getirilecek devrimler konusunu konustu. Ayni günlerde Istiklal Mahkemelerinde süren davalar sonuclandi ve bütün tutuklananlar beraat edip saliverildi. Yine ayni günlerde Mecliste 1924 bütce görüsmeleri baslamisti ve Halife’nin ödenek artirimi istegi ile gündeme gelen “Hanedan tahsisati” konusu gündeme bomba gibi düstü. Bu artirim yapilirsa Halife bütcesi, Cumhurbaskanligi ve Meclis ödeneklerinden de büyük olacakti. Ayrica Halife, Istanbul’a giden devlet adamlarinin kendisini ziyarete gelmemesinden de yakiniyordu. Ismet Inonu araciligiyla Atatürk’e gelen bu telgrafa Atatürk sert bir tepki verdi. Hilafet makaminin tarihsel bir anidan baska birsey olmadigini, bir hazinesinin olamayacagini bildirdi ve ardindan basinin önemli isimlerini toplayarak iki gün süren bir toplanti yapti. Atatürk uzun aciklamalarin sonunda Halifeligi kaldirmak niyetinde olduklarini gazetecilere acikladi. Az sayida gazeteci disinda basinin destegini almayi basardi.

3 Mart 1924’te yapilan Meclis oturumunda bu üc önemli kanun görüsüldü. Bunlardan en önemlisi hic kuskusuz Hilafetin kaldirilmasi ile ilgili olandi. O yüzden önce diger kanunlar görüsüldü ve son olarak Hilafet ile ilgili kanun oylandi. Bu arada meclis görüsmelerinde bircok milletvekili kanunlarin lehinde konustu. Adeta mecliste tam bir konsensüs olusmustu. Bu kanunlarin gecmesi icin hem ordu, hem basin, hem de vekiller ikna olmuslardi.



Seriye ve Evkaf Kanunu (Diyanet ve Vakiflar Kanunu)


Osmanli devletinde din islerinden sorumlu olan kisi Seyhülislam idi. Dini egitim veren Medreseler vardi ve bunlar da vakiflara bagli olarak calisiyorlardi. 1920 yilinda Büyük Millet Meclisi Seyhülislamlik makamini kaldirip yerine “Seriye ve Evkaf Vekaleti”ni (Diyanet ve Vakiflar Bakanligi) kurmustu. 1924 yilinda Halifeligin kaldirilmasina paralel olarak laiklik yönünde baska adimlarin atilmasi da gündeme geldi. O güne kadar bir bakanlik düzeyinde olan din isleri Diyanet Isleri Baskanligi kurularak direk basbakana bagli bir kuruma dönüstürüldü. Ayni sekilde Harbiye Vekaleti de Genel Kurmay Baskanligina dönüstürüldü. Böylelikle din ve ordunun siyasetten ayrilarak birer devlet kurumu haline gelmesi saglanmis oldu. (Not: Ne yazik ki, her iki kurumun da yani din ve ordunun siyasetten hicbir zaman elini cekmeyecegini yasayarak görecektik,)



Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Egitimin Birlestirilmesi Kanunu)


Osmanli Devletinde baslangicta egitim medreselerde yürütülüyordu. Sonralari laik egitim veren okullar da acilmaya basladi. Her dini hem laik egitim sistemi varligini sürdürüyordu. Bunun disinda her okulun kendi egitim sistemi vardi. Tevhidi tedrisat kanunu ile bütün okullar Milli Egitim Bakanligi’na bagli olacak ve devlet adina egitim vereceklerdi. Bu durumda daha önce Seriye ve Evkaf Vekaletine bagli olarak egitim veren okullar burdan aliniyor Egitim Bakanligina baglaniyordu. Ayni sekilde askeri okullar da Milli Egitim Bakanligina baglandi. Milli Egitim Bakanligina baglanan bu medreseler daha sonra kapatildi ve yerine Ilahiyat Fakülteleri ve Imam-Hatip okullari acildi.

sargon
18-04-2010, 03:15
B- Laiklesme Yolundaki Diger Kanunlar

Bu üc devrim kanununun ilaninin ardindan bir 1925-36 yillari arasinda bir dizi kanun cikarildi. Bir cogu laikligin yerlesmesi acisindan önemli kanunlardir. Bunun disinda Anayasa degisiklikleri yapildi ve laikligin Cumhuriyetin ilkelerinden biri olarak kabul edilmesi benimsendi. Simdi sira ile bu gelismeleri görelim.

25 Kasim 1925 – Sapka Kanunu

Kanun baslangictaki haliyle halkin kilik kiyafetini düzenleyerek bati ülkelerindeki gibi giyinmeyi zorunlu kilan bir kanundu. Atatürk, Kastamonu’daki yurt gezisi sirasinda sapka giyerek “buna sapka derler” diyerek halki fes yerine sapka giymeye özendirmeye calismistir. Kadinlarin carsaf giymelerini yasaklayan bir kanun oldugu icin bir laiklik adimi sayilir. Sapka kanunu büyük tepkilere neden olmus, bircok yerde gösteriler yapilmistir. Ozellikle din adamlari kanuna sert sekilde karsi ciktilar. Halifeligin kaldirilmasi daha siyasi bir olaydi ve tepkiler daha ilimli idi. Halbuki sapka devrimi yasam tarzina yapilan bir müdahale idi ve buna karsi tepkiler de sert oldu. Rize’de yapilan bir gösteriden dolayi 8 kisi idama mahkum edildi. Sapka kanununu kabul etmedigi icin kac kisinin idam edildigi bilinmemektedir, ancak cok sayida idam, hapis cezasi ve sürgün yapildigi bilinmektedir. Daha sonra 3 Kasim 1934’de yeni bir kanunla cüppe ve sarik giymek de yasaklanmis, bu kiyafetleri giyme hakki sadece din adamlarina saglanmistir.

30 Kasim 1925 – Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatilmasi

Mustafa Kemal, Kastamonu’da yaptigi konusmada bu konuda da sinyaller vermisti. Söyle diyordu: "Ölülerden medet ummak, medeni bir cemiyet için, şindir(lekedir). Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz. En doğru en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır." 30 Kasim 1925’de “Tekke ve Zaviyeler ile Türbelerin Kapatılmasına ve Türbedarlar ile Bazı Ünvanların Men ve İlgasına Dair Kanun”cikartildi. Böylelikle bütün tarikatlarla birlikte; şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, gaipten haber vermek ve murada kavuşturmak amacıyla muskacılık gibi, eylem, unvan ve sıfatların kullanılması, bunlara ait hizmetlerin yapılmasını ve bu unvanlarla ilgili elbise giyilmesini de yasaklandi. Ardindan bircok tekke ve zaviye kapatildi, ancak bazi tarikatlar varliklarini gizli olarak sürdürmeye devam ettiler.

Laiklik Girisimlerine Karsi Ilk Tepkiler

1924-1925 yillari genc Cumhuriyetin en bunalimli yillari oldu. Mustafa Kemal’in de rizasi ile ilk defa bir muhalefet partisinin kurulmasina olanak saglandi. Treakkiperver Cumhuriyet Firkasi kurulur kurulmaz, iktidara karsi tutum alan kesimler bu muhalif partiye desteklerini sundular. Halk arasinda ve basinda “Halk Firkasi, dini batiracak, Terakkiperverler buna main olacaklar ve dinimizi kurtaracaklar” seklinde söylemler görünmeye basladi. Ayni yil doguda Seyh Sait isyani patladi. Hükümetler de ayni yil istikrarsizlasmaya basladi ve iki defa hükümet degisikligi yasandi. Sonunda Takrir-i Sukun Kanunu (Huzurun saglanmasi kanunu) cikarildi, Seyh Sait isyani bastirildi, Istiklal Mahkemeleri yeniden kuruldu ve Terakkiperver Firka kapatildi. Ancak toplumda huzursuzluk kolayca bitmedi. Sapka Kanunu büyük tepkiler toplamaya devam etti. Sadece Türkiye’de degil Misir’da bile bu kanuna karsi gösteriler yapildi. Halifeligin kapatilmasina karsi bile bu kadar büyük tepki gelmemisti. Bernard Lewis bu olayi söyle acikliyor: “Halife nihayet uzak ve yarı efsanevî bir simaydı; Şapka Kanunu ise her Türkü kendi kişiliğinde etkiledi, karşılığı da ona göre daha büyük oldu”

17 Subat 1926 – Mecelle’nin Kaldirilmasi ve Yeni Medeni Kanun

1839 yilinda Gülhane Fermaninin ilanindan sonra evlenme, bosanma, miras gibi konulari düzenlemek icin “Mecelle-i Ahkâm-i Adliye” (Medeni Kanun) cikartilmisti. Bu kanun bazi bölümlerde seriata tam uymasa da genel olarak seriat hükümleri cercevesinde olusturulmustu. Bundan sonraki yillar boyunca da uygulanmaya devam etti. 17 Subat 1926’da meclis, Isvicre Medeni Kanununu temel alarak batili anlayisla yeni bir Medeni Kanun hazirladi. Medeni Kanun ile beraber yeni Borclar Kanunu da hazirlandi. Böylelikle bir alanda daha laiklesme adimi atilmis oluyordu.

Bu kanun degisikligi bircok acidan önemli idi. Saltanatin kaldirilmasi, halifeligin kaldirilmasi gibi adimlar rejimi bir miktar liberallestirmisti, ama dinin toplumsal alandaki varligi hala sürüyordu, din ayni zamanda bir hukuk sistemi olarak da düsünülüyordu. Halkin yasamini en yakindan ilgilendiren konular aile, miras, mülkiyet, borc iliskileri gibi konulardi ve bu konularda basvurulan hukuk hala Mecelle ile tanimlanan islami hukuktu. Medeni Kanun ve Borclar Kanun ile birlikte toplumsal yasamda laiklige adim atilmis oluyordu. Bu kanundan bir örnek verirsek konu daha iyi anlasilmis olacaktir.

Yasanın 110. Maddesi aynen şöyledir: Matlap: Evlenme kağıdı ve dinî merasim

Evlendirme memuru, merasimin hitamı üzerine derhal karı ve kocaya bir evlenme kağıdı verir. Evlenme kağıdı ibraz edilmeden evlenmenin dinî merasimi yapılamaz. Bununla beraber evlenmenin tamamiyeti dinî merasim icrasına mütevakkıf değildir.

Burda evlenme dinsel bir isleme dayandirilmiyor, eslerin isterlerse ayrica dini merasim yapmalarina izin veriliyordu, böylelikle evlilik birlikgi laik bir temele oturtuluyordu. Halbuki o zamana kadar dinsel merasim evlilik icin yeterli sayiliyordu.

Kanunun 266. maddesinde söyle deniyordu:

“Çocuğun dinî terbiyesini tayin ana ve babaya aittir. Ana-babanın bu husustaki hürriyetlerini tahdit edecek her türlü mukavele muteber değildir. Reşit, dinini intihapta hürdür.”

Cocuk, resit oldugunda dinini secme sansina sahip oluyordu, ama kanunun bu maddesi aslinda anayasada hala varligini sürdüren „Devletin dini islamdir“ maddesi ile uyumlu degildi. Iki yil sonra anayasadan bu madde kaldirilacakti.

9 Nisan 1928 – Anayasadan „Türkiye Devletinin Dini Islamdir“ Maddesinin Cikarilmasi

1921’de cikarilan Teskilati Esasiye Kanununda 29 Ekim 1923 günü yapilan degisiklikle „Türkiye devletinin dini Islamdir“ seklinde bir madde konulmustu. Bu madde laik bir devletin anayasasinda yer almasi dogru olmayan bir madde idi. 20 Nisan 1924’te yeni anayasa hazirlandi. Bu anayasa bugüne kadar en uzun süre uygulanmis anayasa oldu. Ancak bu anayasada da “Türkiye devletinin dini Islamdir” maddesi duruyordu.

Atatürk 1927 yilinda mecliste yaptigi meshur konusmasinda (Nutuk) bu maddenin o zaman icin sakinca görülmeyen bir ödün oldugunu belirtti. Henüz anayasadan bu madde kaldirilmadan, yapilmasi planlanan bu degisiklik icin uygun ortamin hazirlanmasinda Nutuk konusmasinin ve aciklamalarinin önemli bir payi oldu.

9 Nisan 1928’de anayasanin 2. maddesinde yer alan “devletin dini islamdir” maddesi cikartildi. Ayni zamanda milletvekillerinin andicme törenlerinde kullanilan “vallahi” sözcügü de cikarildi. Bunun disinda TBMM’nin görevleri arasinda sayilan “ahkâm-ı şer’iyyenin tenfizi“ (seriat hükümlerinin yerine getirilmesi) madde de cikarildi. Henüz devletin laik olduguna dair bir madde anayasaya konulmamis olsa da, yapilan degisiklikler, devletin artik laik bir nitelik tasimakta oldugunu gösteriyordu.

sargon
18-04-2010, 03:36
23 Aralik 1930 – Serbest Firka Denemesi ve Menemen (Kubilay) Olayi

12 Agustos 1930 tarihinde Fethi Bey baskanliginda ikinci bir parti kurma girisimi gerceklestirildi. Bu partinin kurulmasini Atatürk bizzat Fethi Bey’e önermisti. Parti kurulusu sirasinda sik sik “laik” oldugu vurgulaniyordu. Mustafa Kemal, Fethi Bey’e bir mektubunda “Memnuniyetle tekrar görüyorum ki, lâik cumhuriyet esasında beraberiz, zaten benim siyasî hayatta bir taraflı olarak daima aradığım ve arayacağım temel budur” diyordu. Fethi Bey, ne kadar laik bir parti kurmaya calissa da, laiklige karsi olan yiginla insan partiye akin etti. Toplantilarda Fethi Bey “fes giymeyecegiz” diye bagirdiginda kitle ona “fes giyecegiz” diye karsilik veriyordu. Ayni zamanda Serbest Firka, Cumhuriyetciler tarafindan cok sert bir sekilde “irticayi yüreklendirmekle”, “halki inkilaplara karsi kiskirtmakla” ve “cumhuriyete ihanet etmekle” suclaniyordu. Sonunda Fethi Bey partisini 17 Kasim 1930’da kapatti. Ama gelismeler durmayacak ve bir ay sonra Menemen’de bir facia yasanacakti.

23 Aralik 1930 sabahi Menemen’de bir grup camiden aldiklari yesil bir sancagi yola dikerek, bayragin etrafinda dönmeye, zikretmeye ve tekbir getirmeye basladilar. “Sapka giyen kafirdir, yakinda tekrar seriata dönülecek” diyerek halki ayaklandirmaya calistilar. Baslayan olaylari yatistirmak icin yedek subayligini yapmakta olan Mustafa Fehmu Kubilay bir manga askerle olay yerine gelip olaylari bastirmaya calisti. Cikan catismada yaralanan Kubilay cami avlusuna sigindiysa da, Dervis Mehmet tarafindan basi kesildi ve yesil bir bayragin ucuna asildi. Olaylar bastirildi ve 28 kisi idama mahkum edildi. Bunlardan 21’inin idami gerceklesti.

Gelisen bu olaylar bürokrasinin talimati ile laiklige gecisin hic de kolay olmadigini acikca göstermektedir.

1930-1936 Yillari Arasi: Son Gelismeler

1930 yilindan sonra da laiklik yönünde yapilan yeniliklere devam edildi. Bunlarin en önemlileri hic kuskusuz kadinlara secme ve secilme hakkinin taninmis olmasidir. 1930 yilinda kadinlara belediye secimlerinde secme, 1933’de cikarilan Köy Kanunu ile muhtar secme ve köy heyetlerine katilma, 5 Aralik 1934’de Anayasada yapilan bir degisiklikle de milletvekili secme ve secilme hakki tanindi. Bu kanunlarin cikmasindan önce Osmanli’daki sistem uygulaniyordu ve kadinlar bircok sosyal, kültürel ve siyasal haktan mahrum kaliyorlardi. Secimlere katilamadiklari gibi, sayimlarda kadinlar sayilmiyor, devlet memuru olamiyor ve evlenme, bosanma, miras gibi konularda islam hükümleri cercevesinde uygulamalarla ikinci sinif vatandas muamelesi görüyorlardi.

10 Mayis 1931 tarihinde Cumhuriyet Halk Firkasinin 3. Kongresinde “laiklik” ilkesi partinin alti ilkesinden biri olarak benimsendi. Bu ilkenin aciklamasinda “Lâikliğin dinsizlik anlamına gelmediği, vicdanlara karışılmayacağı, fakat dünyasal düzenlemelerde modern ihtiyaçlara göre davranılacağı” sik sik belirtiliyordu.

Nihayet 5 Subat 1937 tarihinde Anayasanin 2. maddesi yeni bastan yazilarak, Türkiye devletinin laik oldugu belirtildi.

Bunlarin disinda bir dizi yeni kanun daha cikarildi, Ornegin soyadi kanunu ile kimi lakap ve ünvanlar kaldirildi. Aga, haci, hafiz, hoca, molla, efendi, bey, hanim, hazretleri gibi ünvanlar yasaklandi ve resmi belgelerde insanlarin sadece isimleri kullanilmaya baslandi. Hicri ve Rumi takvimler kaldirilip yerine Miladi takvim kullanilmaya baslandi. Cuma günü olan hafta tatili kaldirilip Cumartesi ögleden sonra ve Pazar gününe alindi. Ceza Kanunlarinda bir dizi degisiklik yapilarak laik sisteme uygun hale getirildi.

Sonuc

Türkiye’de laikligin ortaya cikisi Osmanli’daki Islahat hareketleri ile baslayan batililasma sürecinin devamidir. Osmanli devletindeki iyilestirmeler hem seri hem laik uygulamalarin yanyana devam ettigi bir sistemin ortaya cikmasini saglamisti. Türkiye Cumhuriyetinin ilanindan sonraki gelismeler ise devlet yönetiminin tümüyle laik bir temele oturtulmasi yönünde yapilan uygulamalardir. Osmanli dönemindeki uygulamalarda devlet yönetimine iliskin laiklik yönünde bazi degisiklikler yapilmis olsa da toplumsal yasam alanina laiklik sokulamamisti. Cumhuriyet döneminde ise laiklik sadece devlet yönetimi ile ilgili alanlarla sinirli bir uygulama olmaktan cikarak, toplumun islama dayali ve cagdas dünya karsisinda oldukca geri kalmis iliskilerini de dönüstürmeyi amaclayan uygulamalarla kendisini gösterdi. Ancak bu uygulamanin bürokratik bir sertlik ile yapilmaya calisilmasi direnislere neden oldu. Türkiye’de laikligin ortaya cikisi ve gelisimi1839’dan bu yana gecen toplam 170 yillik bir evrim süreci olmustur. Bu sürecin 1920-37 arasindaki gelismeler devasa laiklik adimlari niteligindedir.

Bu laiklik adimlari kimi zaman zayif, kimi zaman da isyanlar varan tepkilere neden olmustur. Bugün bile laiklik kolayca bir catisma alanina dönüsebilmektedir. Buna karsin halkin ezici bir kismi laik bir ülkede yasamayi tercih ettiklerini, seriat sistemini istemediklerini belirtmektedir

Kullanilan Kaynaklar:

1. Atatürk ve Laiklik – Atatürkcü Düsüncenin Genel Niteligi, Prof. Dr. Özer Ozankaya, Ertem Matbaacilik, 3. Basim

2. Halifeligin Kaldirilmasi ve Laiklik (1924-1928), Seçil Akgün, Turhan Kitabevi

3. Din ve Laiklik, Ali Fuad Basgil, Yagmur Yayinlari, 6.baski, 1985

4. Atatürkcü Düsünce Sisteminde Laikligin Yeri ve Onemi, Doc. Dr. Ersoy Tasdemirci, Atatürk Arastirma Merkezi Dergisi, Sayi:40, Cilt XIV, Mart 1998
http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=DergiIcerik&IcerikNo=455

5.Cumhuriyetin Ilk Donemlerinde Laiklik, Prof.Dr. Ahmet Mumcu, Atatürk Arastirma Merkesi Dergisi, Sayi: 2, Cilt I, Mart 1985
http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=DergiIcerik&IcerikNo=76

6. Osmanlida Laiklik http://www.webhatti.com/turkiye-ve-ulu-onder-ataturk/209649-osmanli-da-laiklik.html

7. Wikipedia’nin Atatürk Devrimleri; Türkiyede laiklik; Halifeligin Kaldirilmasi; Atatürk Devrimleri Acisindan Türk Kadini; Sapka ve Kiyafet Kanunu; Tevhid-i Tedrisat Kanunu; Mecellenin Kaldirilmasi; Tekke, zaviye ve türbelerin kapatilmasi; III.Selim, II.Mahmut, Abdülmecit, II.Abdülhamit, Yavuz Sultan Selim gibi cesitli maddeleri

8. Tevhidi Tedrisat Kanunu http://www.anayasa.gen.tr/1921tek.htm

sargon
18-04-2010, 03:38
Ekler

Ek 1: Pek Uyanik Bir Uyku ( Abdullah Cevdet, Ictihat Dergisi, 1912)

1. Bütün şehzadelerle veliahtların tedris ve terbiyelerine son derece dikkat edilecek, zencilerin ve harem ağalarının aptalca telkinlerine nihayet verilecek, genç şehzadeler umumiyetle orduya sokulup orada terakki edecekler.
2. Padişahın tek bir zevcesi olacak, cariye istifraş etmeye hakkı olmayacaktır.
3. Fes kamilen defedilip yerine yeni bir serpuş kabul olunacaktır.
5. Kadınlar diledikleri tarzda giyinecekler, yalnız israf etmeyeceklerdir. Polisler, softalar ve arabacı makulesi kimselerle külhanbeyler kadınların giyimlerine katiyen müdahale edemeyeceklerdir. Şeyhülislâm efendiler de çarşaflara dair beyannameler imlâ ve imza etmeyeceklerdir. Polisler kadınların işine, ancak ve ancak münasebetsiz ve adab-ı umumiyeyi muhil ahvalde müdahale ve bu vazifeleri büyük bir nezaketle ifa edeceklerdir. Kadınlar, vatanın en büyük velinimeti sayılarak kendilerine erkekler tarafından o yolda hürmet ve riayet gösterilecektir.”
6. Kadınlar ve genç kızlar, Müslüman Boşnak ve Çerkezlerde olduğu gibi, erkekten kaçmayacaklardır. Her erkek gözüyle gördüğü, tetkik ettiği, beğendiği ve seçtiği kızla evlenecektir. Görücülük âdetine son verilecektir.
7. Kızlar için diğer mekteplerden başka bir de tıbbiye mektebi açılacaktır.
8. Birer tembellik yuvası olan bütün tekkeler ve zaviyeler ilga olunarak varidat ve tahsisatları kesilip maarif bütçesine ilâve edilecektir. Babadan kalma birkaç beylik kelime ve tabirle “hu, eyvallah erenler” den ibaret sözlerle şimdiye kadar halkı fikren ve ilmen zarara sokanlara hiçbir şey verilmeyecek, kendileri çalışıp kazanmaya mecbur tutulacaktır. Bunlardan üfürükçülük edenler, kalleşlikle ötekini berikini dolandıranlar cezaya çarptırılacaklardır.
9. Bütün medreseler ilga edilecektir. Süleymaniye Medresesi yerine College de France tertibinden bir ulûm-u edebiye medresesi yapılacağı gibi Fatih Medresesi yerine Ecole Politechnique tarzında diğer bir medrese-i âliye vücuda getirilecektir.
10. Sarık sarmak ve cübbe giymek yalnız ulema-yı kirama tahsis edilecek, mekatibi âliye-i diniyeden şahadetnamesiz olanlar, tefsir ve hadis-i şerif gibi sair din bilgilerinden haberi olmayanlar bu kisvelere bürünemeyeceklerdir.
11. Evliyaya nezirler yasak edilecek, bu gibi teberrular Donanma ve Müdafa-i Milliye Cemiyetleri kasalarına girecektir.
12. İçtihat kapısı yeniden açılacak, Kur’an ve hadisler Türkçe’ye çevrilecektir.
13. Ahalinin şer’i şerife mugayir bazı itikatları tashih olunacaktır. Meselâ softaların ve cahil şeyhlerin söyledikleri “Canım, dünya fanî değil mi ya? aza kanaat edip cem-i mal etmeyiniz, Ahirette o altınlar hep derinize yapışacaktır.” gibi herzelere ve maskaralıklara kimsenin inanmaması, bilâkis, israf etmemek şartıyla çalışıp kazanması, zengin olması ve para sarf etmeye alışması temin olunacaktır. Binaların üstüne asılan “Ya hafız” levhası altına bir de herhangi bir sigorta kumpanyasının levhası asılacak ve yangından kurtulmak için bundan böyle hep kagir evyaptırılacaktır.
14. Her mahallede mektebe gitmemiş veya gidememiş yaşlılar için amelî (yani ağızdan öğreten) mektepler açılacaktır.
15. Osmanlıca’nın olduğu gibi korunması için bir sözlük yazılması ve dilin Arapça ve Farsça’nın yanında Türkçe’ye karşı da korunarak mevcut olduğu gibi kalması isteniyor.
16. Osmanlıların özel teşebbüsçü olmaları ve hükümet ile yabancılardan fazla bir şey beklemeyerek kendi işlerini kendilerinin yapmaları isteniyor.
17. Arazi ve Evkaf kanunlarından başlanarak bütün kanunlar ıslah edilecektir. (İçtihat mecmuası, Sayı. 55-57) Garpçıların … neşriyatına ve münakaşalarına bakılırsa bu programa şu birkaç maddenin de katılması lâzım gelir:”
18. Şer-i mahkemeler ilga ve nizamî mahkemeler ıslah edilecektir.
19. Mecelle ilga veya o derecede tadil edilecektir.
20. Mevcut elifba-yi Osmanî atılarak yerine Lâtin harfleri kabul edilecektir.
21. Avrupa kanun-u medenisi kabul edilerek bugünkü evlenme ve boşanma şartları tamamıyla değiştirilecektir. Birden fazla kadınla evlenmek ve bir sözle karı boşamak usulleri kalkacaktır”
22. Hutbelerin Türkçe ve asrın ihtiyaçlarına göre irad edilecektir.
KAYNAK 1 İçtihat Mecmuası, Sayı. 55-57
KAYNAK 2: Peyami Safa, Türk İnkılâbına Bakışlar, Atatürk Araştırma Merkezi Yay. Ankara, 1988, s.33-35

Ek 2:
1921 yilinda cikarilan Tevhidi Tedrisat Kanunu ve 29 Ekim 1923’de yapilan degisiklikler:
http://www.anayasa.gen.tr/1921tek.htm

Termo
08-02-2011, 21:14
Osmanlı, teokratik bir monarşidir.

Cumhuriyet döneminde,düşüncem o dur ki; Milliyetçilik İlkesi , Osmanlı'dan kalma düşünce yapısı ve yozlaşmış dini anlayışa alternatif olarak öne sürülmüştür.Gerçi bir siyasi hareket olarak Türk-İslam sentezi ortaya çıkarılmıştır zamanla.(Milliyetçi cephe sayesinde)

Kurucu M. Kemal'in devlet arşivinde yer alan el yazmaları(Dinler-İslamiyet-Muhammed hakkında) ve notları, 1945'li yıllara kadar çeşitli (özellikle de tarih kitaplarında yer alan) kitaplarda mevcut yazıları ateist bir bakış açısına sahip olduğunu gösteriyor.Ülkemiz insanın dini duyguları ve liderinin halk nazarında ki konumu nedeniyle fazla gündeme getirilmemiş olsa gerek bu.Gerçi liderlerin özellikleri de halkta kendisini benimsetecek, coşku yaratacak türden atılımlara girişmektir.Bu yüzden kimi yerlerde İslamiyet hakkında hoş birşeyler söylemesi, meclis açılışında dua eden görüntüsü formalite gibi durmaktadır.Tabii bu laiklik temelinin daha eskiye dayanmadığı iddiası değildir, belirtmek isterim.

Astur
08-02-2011, 21:51
25 Kasim 1925 – Sapka Kanunu


Aslında yapılan devrimler arasında laiklik açısından bence en önemsiz, en gereksiz olanlar bu tarz şekilsel olanlar. Eğitimde birlik gibi etkili, toplumu değiştirebilecek önemde olmamanın yanı sıra halkta asıl tepki çeken devrimler de bunlar. Ben bu tarz şeylerin laiklik projesine yarar sağladığından çok zarar verdiği kanaatindeyim.

Termo
08-02-2011, 22:08
Şapka Devrimi hakkında bir site de şöyle açıklamalar yapılmıştır.
Dıhla (http://www.kemalistgencler.com/sapka-devrimi)

Ne derece makul bulursunuz, size kalmış artık..

Astur
09-02-2011, 00:19
Şapka Devrimi hakkında bir site de şöyle açıklamalar yapılmıştır.
Dıhla (http://www.kemalistgencler.com/sapka-devrimi)

Ne derece makul bulursunuz, size kalmış artık..

Açıklamalardan ziyade genel olarak Atatürk'ün konu hakkındaki görüşleri, konuşmaları falan var linkte. Kaynakçanın eksik olması da kötü olmuş.

Şöyle denmiş mesela:

Reformcu devlet adamlarının bakış açısından mistisizmle ve kadercilikle özdeşleşmiş doğu kıyafetleri giyen bir toplumun, o kıyafetleri giydiği sürece, kendisiyle özdeşleşen ruh halini terk etmesi mümkün olmazdı. Batının ruh halini ve davranış biçimini benimsemenin yollarından biri, batı insanının psikolojisini temsil eden giysileri giymekti[1].

Bunun aslının olmadığını günümüzde gayet net bir biçimde görüyoruz. Geleneksel giysilerin hâlâ yaygın olduğu Japonya vb. toplumlarda gerek rejim, gerek de kültür hızla değişebildi.

Şapka İnkılabı ile ilgili belli başlı sorunlar var bence.

Öncelikle, şapka iddia edildiği gibi ne evrensel medeniyetin bir parçası, ne de Batı'nın temel değerlerinden biri. O dönemde Batı'da giyilen pek çok başka başlık türü var. Batı'nın alınması gerektiğini düşündüğüm değerleri arasında bağımsız üniversite geleneği tarzı şeyler var. Şapkanın hiçbir pratik faydasını göremiyorum.

İkinci olarak, bildiğim kadarıyla bu tarz bir uygulamanın Batı'da emsali yok. Bu tarz şeyler Asya'ya özgü genelde, Rusya'da 18. yy'daki sakal yasağı ya da 2. Mahmut dönemindeki kıyafet düzenlemeleri vs. bu tarz uygulamalara örnek. Batı'da kıyafete ilişkin düzenlemeler papaz giysisi gibi şeylerin yetkisiz giyilmesini yasaklama şeklinde görülüyor.

Zaten bu işler genelde gayet doğal bir süreçle değişiyor, hiçbir yasal zorlama olmaksızın dünyanın çoğu yerinde kot pantolon vs. giyiliyor mesela. Moda, ekonomik kaygılar vs. daha etkili yani, ve de yasal zorlamada olduğu gibi tepki de yaratmıyor bunlar. Bu tarz giysilerden rahatsız olan belli başlı muhafazakar çevreler olabilir elbette, ama tepkinin boyutu ve düzlemi bambaşka bir düzeyde.

Termo
09-02-2011, 00:32
Yorumunuz gayet makul, Astur.Benim düşüncem de; yukarı da Şapka Devrimi gibi yeterince basiretli olmayan girişimler olduğu ama bir çok ilerici adımı da gölgesinde bırakmadığıdır.Bu yanlış adımlar daha çok ümmetçi kesime koz vermiştir.Tabii resmin tamamı daima daha isabetli yorumlara müsait.

Astur
09-02-2011, 00:59
Elbette. Sadece tek bir inkılabı ele alıp tüm inkılaplar hakkında sonuçlara varmak hatalı olur.

jadi
09-07-2011, 02:14
Sadece sapka devrimi yuzunden hayatinin sonuna kadar evden cikmayan ihtiyarlar bile vardi deniyor

Birde dikkat ederseniz halk icersinde , harf devrimi, Turkce ezan olsun, hilafetin kaldirilmasi... vs bunlarin hicbirine gosterilmeyen tepki ve direnis sapka devrimine karsi gosteriliyor. Binlerce insan idam edilmis sirf sapka takmadilar diye

Bunun tek aciklamasi var; insanlar sapka takmaya utanmislar. Devrimlere muhalefet etmekle alakasi yokmus bu rahatsizligin

Yani toplumu modernlestirmek isteyen biri nasil gidip boyle bir hata yapar gercekten anlamiyorum. Ataturk'un marksizm den ve ekonomi-uretim-toplum iliskileri hakkindaki tespitlerinden habersiz oldugunu sanmiyorum. Gercek anlamda cagdaslasmis bir toplum yaratmak istemiyordu bence

milomanara
09-07-2011, 16:47
Keyifle okudum(31 Mart Vak'ası atlamış, bence bu konuda mutlaka değinilmeliydi). Kendimce bir ekleme yapmam gerekirse, aşağıdakileri söylemek isterim:

Osmanli devletinin cöküs sürecine geldiginde iki anlayis öne cikar. Birincisi Avrupa ülkelerindeki gibi muasirlasmanin (modernlesme) cöküsü engelleyebilecegi düsüncesidir. Bu cercevede yapilan islahatlara tepki olarak da asil olarak dini ilkelere sarilmanin cöküsü engelleyecegi düsüncesi gelismistir. Bu iki temel anlayis arasindaki mücadele günümüze kadar sürmüstür.

Bence bu çatışma çöküşü durdurmak için yol seçimi olarak tanımlanamaz. Bence bu çatışma aydınlanan dünyada rasyoneller ve irrasyoneller çatışmasıdır. Taraflar ilhamlarını aldıkları kaynaklar bazında ayrılmaktadır. Ne dinci tarafın vatan haini ne de laik tarafın tamamen kafir olduğu söylenebilir. Herkes kendi doğruları yönünde kendisi ve ülkesi için en iyiyi istemektedir. Bunun bugün de böyle olduğunu düşünüyorum.

Her ne kadar cemaat-i müslimin kötü niyetli olmasa da, karar alma süreçlerini etkileyen düşünce virüsü(din) çatışma sebebi olmaya devam ediyor. Hali hazırda iktidarda olan dini hassasiyetli parti, dinen kesinlikle yasak olan faizi yönetiyor, zinaya göz yumuyor, içkiyle yaşıyor(vergi vs...). Yani dinci de olsalar aslında akılcı dünyanın dinamiklerinden kaçamıyorlar. Bu çatışmayı rasyonel kesim kazanmıştır. Bence, bu saatten sonra bırakın 100% Kuran bazlı bir yönetimi, Türkiye için sulandırılmış İslam bile mümkün değildir. Zaten olmasın da, dinle yaşamaya çalışan dangalakların hali ortada: İran, Devlet Başkanı Ahmedinejad'ın adamlarını cincilikten içeri atıyor:[1 (http://www.hurriyet.com.tr/planet/17721211.asp?gid=381)][2 (http://www.hurriyet.com.tr/planet/17728398.asp)][3 (http://www.guardian.co.uk/world/2011/may/05/ahmadinejad-allies-charged-with-sorcery)]. Bütün dünyayı kendisine kıçıyla güldürüyor. İrrasyonel yöneticilerin onlarca gülünç ifadesi sıralanabilir burada. Yine güzel insan Giray Fidan'ın >şu< (http://www.21yyte.org/tr/yazi6150-Doguya_Elestiri_Mickey_Mousea_Olum.html) makalesi de okunmalıdır bu konuda.

Müslüman ülkeler arasında, eğriyle doğruyu dinle değil, akıl, mantık, muhakemeyle ayırdetmeye çalışan yegane ülke olarak iyi yol aldığımızı düşünüyorum.

Ateyiz
13-07-2011, 21:35
Bunun tek aciklamasi var; insanlar sapka takmaya utanmislar.

Utanmakla ilgisi yok. O yobaz ulema yüzyıllarca "kafirlere" ait olan herşeyi kötülemiştir halka.

Osmanlı döneminde de vardır şapka isyanı.3 selimden başlar hatta...

Şapka kafirliğin sembolü idi müslümanlar için.

Nasıl şimdi biz çarşafı gericiliğin sembolü olarak görüyorsak onlar da şapkayı öyle görüyorlardı.

Şapka kanunu hata mı değil mi düşünmek lazım, emin değilim.

taylan
18-07-2011, 23:52
Binlerce insan idam edilmis sirf sapka takmadilar diye

Bununla ilgili geçerli bir kanıtın var mı? Şapka takmadılar diye binlerce insanın asılmış olduğu nasıl bir iddiadır? Anadolu'nun milli sembolü kasket ve fötr şapkadır.

Aynı millet fes'e de gavur icadı demedi mi? Acaba kendi milletimizi her gelen yeniliğe tepki göstermek gibi acaip bir huyu olduğu için eleştirmeyecek miyiz?

M.Kemal'i ve Kemalizmi yerin dibine sokmak için bu forumda olağanüstü çabalar harcanıyor. Ama yerine konulacak şeyin(!) ne olduğu ya da kimlere hizmet edeceği ortada.

Firestorm
20-07-2011, 12:59
Başlığı hatalı buldum "Türkiye'de laikliğin doğuşu" bence türkiyede hiç laiklik diye bir şey olmadı.

jadi
20-07-2011, 18:23
Binlerce insan idam edilmis sirf sapka takmadilar diye

Bununla ilgili geçerli bir kanıtın var mı? Şapka takmadılar diye binlerce insanın asılmış olduğu nasıl bir iddiadır? Anadolu'nun milli sembolü kasket ve fötr şapkadır.

Aynı millet fes'e de gavur icadı demedi mi? Acaba kendi milletimizi her gelen yeniliğe tepki göstermek gibi acaip bir huyu olduğu için eleştirmeyecek miyiz?

M.Kemal'i ve Kemalizmi yerin dibine sokmak için bu forumda olağanüstü çabalar harcanıyor. Ama yerine konulacak şeyin(!) ne olduğu ya da kimlere hizmet edeceği ortada.

Pardon, sapka takmadigi icin idam edilenlerin sayisi resmi kayitlara gore 78 mis. Istiklal mahkemelerinde asilanlar binlerle ifade ediliyormus. Bunlari birbirine karistirdim.


Sapka yuzunden yasanan idamlar, Antoine de Saint Exupéry'nin Kucuk Prens romaninda da gecmistir. Soyle:


"Küçük prensin geldigi gezegenin asteroid b-612 oldugunu zannediyorum. Böyle düşünmek için iyi nedenlerim var. Bu asteroid yalnizca bir kez, bir Türk gökbilimci tarafindan 1909 yilinda görüldü. Gökbilimci bu keşfini bir uluslararasi astronomi kongresi’nde açikladi. Ama Türk giysileri yüzünden kimse ona inanmadi. Büyükler böyledir işte.

Neyse ki, bir Türk diktatörü halkinin Avrupa tarzi kiyafetler giymesini, aksi davrananların ölümle cezalandırılmasını emretti ve gökbilimci bu keşfini 1920 yilinda, şik bir kiyafet içinde yeniden sergiledi. Bu kez keşfini herkes kabul etti."


Tabi Turkiye'de yayinlanan baskilarda bu kisim sansurlenir

taylan
20-07-2011, 21:54
Pardon, sapka takmadigi icin idam edilenlerin sayisi resmi kayitlara gore 78 mis. Istiklal mahkemelerinde asilanlar binlerle ifade ediliyormus. Bunlari birbirine karistirdim.

Yalan kardeşim bunlar. Kimseyi inandıramazsın. Sırf şapka takmadılar diye bu ülkede insan asılmış olduğu bir yalandır. M.Kemal böylesine gaddar bir adam değildi. Git kanıt getir. Mahkeme kararı getir. Resim getir. Kanıt getir biz de görelim.

Buyrun Emin Çölaşan'ın konuyla ilgili yazısı:

Atatürkün pekçok fotoğrafında halkın şapka takmadığı ortada iken... hatta bir fotoğrafında ziyaret ettiği okuldaki öğretmenlerin şapka takmadığı görülmüşken... şapka kanunu neden yanlış yorumlanır anlamıyorum... kasıt aramakta haksız mıyım?

CUMHURİYET devrimlerinden biri olan şapka devrimi, çıkarılan yasayla 25 Kasım 1925 günü yürürlüğe girmişti. Devrimin 76. yılı önceki gün yapılan sade törenlerle kutlandı.

Ancak şeriatçı basın bu konuda yine celallendi!

Bunlardan birinde dün, birinci sayfada şöyle bir başlık atılmıştı:

‘‘Atatürk'ün şapkasını takan yok.’’

Güya Atatürk ve onun devrimleriyle alay ediyorlardı! Ederler elbette. Cumhuriyet'in savcıları uykuda ise ve bu gibi haberleri soruşturma konusu yapma zahmetine bile katlanmazsa, şeriatçı kesim doğal olarak bu yayınları yapacaktır.

Şapka devrimi, bunların sürekli işlediği ve her konuda olduğu gibi inanılmaz yalanlarla piyasa sürdüğü örneklerden sadece biridir.

* * *

Şapka devrimi, Cumhuriyet devrimlerinden sadece biridir ve yobazların iddia ettiği gibi, insanlara şapka giymeyi emreden bir yanı yoktur.

Burada amaç, fes, sarık gibi dinsel başlıkları söküp atmaktır ve bu yapılmıştır. Bu aletler yasaklanmıştır.

Gelenekler uyarınca, o yıllarda sokakta başı açık gezmek, toplumda ayıp karşılanırdı. Eski fotoğraflara bakınız, resim çektiren erkeklerin bile başlarında mutlaka bir şey vardır.

Sokağa başı açık çıkılmazdı. Şapka devrimi iki seçenek getirdi:

l- Fes ve sarık yasaklanmıştır. Giyeceksen şapka veya kasket giyersin.

2- Ya da sokakta başın açık gezersin.

Hadise budur. Şapka devrimi insanlara şapka giyme zorunluluğu getirmedi. Yönetim tarafından üniforma olarak getirilmedi. Yeni bir put yaratılmadı. Bunu söyleyen ya yalancıdır, ya da cahildir.

* * *

Dinci gazete dün bu konuda yaptığı habere, başka yalanlar da ekliyor. Şapka devrimine direnenler idam edilmiş! Bunlardan biri de İskilipli Atıf Hoca imiş.

Atıf'ın İstiklal Mahkemesi tarafından idam edildiği doğrudur ama olayın özü şudur:

İskilipli Atıf Hoca bir din adamı. 1909 yılında patlayan 31 Mart irtica olayında ön saflarda rol oynadı, Osmanlı döneminde kurulan askeri mahkemede yargılandı ve suçlu bulundu.

5 yıl hapis cezası alan Atıf, cezasını Sinop Cezaevi'nde tamamlayıp çıktı.

Milli Mücadele'de bastırdığı broşürlerde Yunan ordusu lehine, Kuvayı Milliye aleyhine ifadelerde bulundu ve gıyabında yargılanıp idam cezası aldı. Ancak 3 Mart 1924 tarihli af yasasından yararlanıp kurtuldu.

Şapka Kanunu çıktığında, yeniden bir broşür hazırlayıp insanları ayaklanmaya çağırdı. Broşürün adı ‘‘Frenk mukallitliği’’, yani ‘‘gavur taklitçiliği’’ idi.

Halkı kışkırttılar.

Gerçekten de, Şapka Kanunu sonrasında yurdun çeşitli yerlerinde küçük çaplı isyanlar çıktı. Rize, Malatya, Erzurum, Giresun gibi kentlerde yobazlar hükümet konaklarını basıp görevlileri öldürdü.

‘‘Şapka gavur icadıdır. Şapka giyeni vurun...’’

Erzurum'da Divan-ı Harp kuruldu, sekiz isyancı idam edildi.

* * *

İskilipli Atıf Hoca, Ankara İstiklal Mahkemesi'nde ‘‘Şapkayı bahane edip halkı isyana kışkırtmaktan’’ yargılandı.

Bu duruşmanın tutanakları bile kitap olarak yayınlandı. Bir ibret belgesidir ama okumazlar ki!

Atıf'la birlikte aynı suçtan aynı mahkemede yargılanan Tahir-ül Mevlevi ve diğerleri niçin asılmadı? Bazıları niçin beraat etti?

Bu sorulara yanıt veremezler ama İstiklal Mahkemeleri'ni ‘‘kasap dükkánı’’ olarak göstermeye kalkışırlar. Oysa o mahkemeler, İstiklal Harbi'nin ve Türk devriminin onur anıtlarıdır. Özellikle İstiklal Harbi'nde çok önemli görev yapmışlar, bütün casusları, asker kaçaklarını, asker ailelerini taciz edenleri, yolsuzluk yapanları yargılayıp gereken cezaları, idam dahil vermişlerdir.

Yeni bir devlet kuruluyordu. İçeride ve dışarıda binbir düşmanla, hatta içeride dinci isyanlarla boğuşuyorduk. Ne yapacaktık, olanları izlemekle mi yetinecektik?

Mürteci takımı bu konuda da sürekli yalan yazar, İstiklal Mahkemeleri'nde yüz binlerce insanın idam edildiğini sık sık vurgular. Tamamen palavradır.

Resmi rakamlar ortada. 1920-1923 İstiklal Harbi döneminde İstiklal Mahkemeleri tarafından 1,350 kişi idam edilmiştir. Cumhuriyet dönemi İstiklal Mahkemeleri tarafından 1923'ten bu mahkemelerin kapatıldığı 1927'ye kadar idam edilenlerin sayısı ise 360'dır.

Manşetlerinde her gün ‘‘Allah, peygamber, türbanlı kızlar’’ diye yayın yapan şeriatçı basının yalanları bir değil ki! Hangisini yazacağız!

Atatürk'ün şapkasını takan yokmuş!

Ama itiraf edeyim, ben onların yerinde olsaydım, ben de böyle yayın yapardım. Cumhuriyet'in savcıları bunları ısrarla görmüyor. Görmeyince de Cumhuriyet'in kurucusu ve ilkeleri, ayaklar altında paspas gibi ve özgürce çiğnenmeye devam ediyor.

Emin ÇÖLAŞAN (27/11/2001)

Jadı mısın nesin yalanlarına kanıt getirmezsen ne olduğunu söylemek istemiyorum. Anadolu'nun milli kasketi ve fötrü idamla halkın kafasına zorla takılmış olsa idi bugün Anadolu'da kimse kasket takmazdı. Görüldüğü üzere din denen saçmalıklardan beyni uyuşmuş karanlık tipler halkı galeyana getirip sonunda da hakettikleri yağlı ipe kavuşmuşlar işte. Olayın özü bu...

spartacus
21-07-2011, 13:42
Gerçi daha önce de söylemiştim, fes bir giyim biçimi değildir, resmi bir giysidir...

Fes Osmanlı'da bir kanun olarak çıkmıştır ve bu kanunda fes giyme zorunluluğu belirli bir kesim içindir. yani devlet kurumları, memurlar, asker vb giysisi olarak. Yani fes siyasi bir temsildir.

geçmiş sisteme ait ve kurumsal temsillerin terkedilmesi anormal karşılanacak bir şey değildir, terketmeyi anormal karşılamak anormaldir. Belki çok farklı biçimlerde de yapılabilirdi, ama fes bir üst-yapı kurumuydu, yani saltanatı, feodal devleti, kurumu temsil ediyordu. yasayla gelmişti, yasayla gitmiş, burada herhangi bir sorun yoktur.
O dönemler Dünyanın her yerinde, devrimler olmuştur ve bu devrimler ilerici, devrimcidir, bu devrimler sayesinde biz endüstri toplumuna geçtik bu devrimler sayesinde biz ortaçağ ve feodal çağ kurumlarından(eğitimde, sınıf da, kurumlarda içinde) kurtulduk. gelişimimizin biricik temelidir bu devrimler. devrimler dönemi elbetde statükoda diretenler ile ilericiler arasında bir çatışmaya dönecekti. burada sorumlu tutacağımız ilerici ve gelişen düşünceler, aydınlanma değildir, çatışmada asıl sorumlu olan hali hazır statükoda ne pahasına olursa olsun direten yapıdır(örneğin o dönemler feodal devlet, feodal ordu, kolluk güçleri, toplumsal örgütleri, din vb).
Bu gün kapitalizm ve burjuvazinin eski ilerici-kimliği yerine şimdi statükoculaşması, doğal olarak onu artık tamamen karşı-devrimci bir konuma sürüklüyor. eskiden karşı devrimci-gerici olan ağalardı, şimdi ise neredeyse her düşüncemizde belirleyici etkiye sahip, muazzam olanaklı burjuvalar değişen pek bir şey yok bu bahisle. Dolayısıyla tarihsel gelişimleri karşı-devrimci yapısıyla bu gün değerlendirenler, bu gün karşı-devrimci olanlar, tarihe de karşı devrimci bakma konumuna evriliyorlar. Yani işin özü, konjonktürel yaklaşımdan yoksun, dönem ve çağ yaklaşımdan aciz bir bakışla, tarihe de karşı-devrimci pozisyonlarından bakıyorlar. Bu anlayış haliyle gündelik hayatımızın her alanına yansıdığı gibi siyasal bilincimizde de ağır bir etki yaratıyor. Ağızlardaki baklanın altındaki yaman çelişki özünde budur.

karşı-devrimcilik, tarihe olan bakışa da yansıyor. tarihde feodalite statükocu iken burjuvazi onunla çatışma halinde idi, yani değişim ve dönüşümden yanaydı, bu gün ise tam tersidir. bu günkü burjuvazi statükodan yanadır, değişim ve dönüşüm karşıtıdır, ilerici değil gericidir, dolayısıyla feodal statükoya karşı verilmiş olan aydınlanma mücadelesinden tutalımda devrimlere, kurumsal değişimden tutalımda yaşam biçimine kadar olan değişimlere de artık tersin geri(!) karşı pozisyondan bakıyorlar. Bu bakış açısı zaten medyatik düşünce ortamınıda belirleyen muazzam olanaklarından dolayı, her yerde egemen hale gelir oldu. Yani tarihdeki değişimlere karşıt fikir geliştirmek adına üretilen onca fos slogan ve klişenin altında yatan asıl unsur karşı-devrimciliktir. Kısası, neden tarihe karşı-devrimcilerin gözüyle bakalım? Eleştireceksek neden böyle bir çerçeve çizilmiş ve bize dayatılmış olsun?
Eleştirelim, ama amacımız eleştirmek-geliştirmek olsun, içimizde uğradığımız enjeksiyonla edindiğimiz karşı-devrimciliği depreştirmek amacıyla olmasın. Osmanlı tarihini iyi irdelemek gerekir, aydınlanmaya karşı, gelişmekte olan burjuva akımlara karşı nasıl sert ve gerici(dinsel yobazlık) kurumsallaşma önlemleri aldığını, yer yer burjuva hareketleri nasıl bastırdığı ve idamlarda bulunduğunu bilmek gerekir. Osmanlı'nın burjuva akımlara karşı avantajı, bu akımların çok az yayılmış olmasıdır, dezavantajı ise dünya savaşında iken bu sürece girilmiş olmasıdır.. Aksi taktirde statükoyu korumak için hem eli güçlü olacaktı hemde siyasal idamlardan, hapis hayatlarına, yaptırımlardan, baskılara kadar bir dizi önlemi almayı başaracaktı, olmadı, lakin aydınlanmadan ve burjuva akımlardan uzak, gelişime kapalı(kapatılmış) henüz çok şeye hazır olmayan bir toplumla kala kalındı.

Burjuva karşı devrimcilik eminim ki, yakında Yavuz'un yaptığı siyasal katliamları da haklı-yerinde, anlamlı görmeye doğru yol alacaktır. Çünkü, Statükoyu korumak histerisi, gericilik ve karşı-devrimcilik tarihi de yeniden yorumlatıyor.

TurkceRap
21-07-2011, 14:04
Açıklamalardan ziyade genel olarak Atatürk'ün konu hakkındaki görüşleri, konuşmaları falan var linkte. Kaynakçanın eksik olması da kötü olmuş.

Şöyle denmiş mesela:



Bunun aslının olmadığını günümüzde gayet net bir biçimde görüyoruz. Geleneksel giysilerin hâlâ yaygın olduğu Japonya vb. toplumlarda gerek rejim, gerek de kültür hızla değişebildi.

Şapka İnkılabı ile ilgili belli başlı sorunlar var bence.

Öncelikle, şapka iddia edildiği gibi ne evrensel medeniyetin bir parçası, ne de Batı'nın temel değerlerinden biri. O dönemde Batı'da giyilen pek çok başka başlık türü var. Batı'nın alınması gerektiğini düşündüğüm değerleri arasında bağımsız üniversite geleneği tarzı şeyler var. Şapkanın hiçbir pratik faydasını göremiyorum.

İkinci olarak, bildiğim kadarıyla bu tarz bir uygulamanın Batı'da emsali yok. Bu tarz şeyler Asya'ya özgü genelde, Rusya'da 18. yy'daki sakal yasağı ya da 2. Mahmut dönemindeki kıyafet düzenlemeleri vs. bu tarz uygulamalara örnek. Batı'da kıyafete ilişkin düzenlemeler papaz giysisi gibi şeylerin yetkisiz giyilmesini yasaklama şeklinde görülüyor.

Zaten bu işler genelde gayet doğal bir süreçle değişiyor, hiçbir yasal zorlama olmaksızın dünyanın çoğu yerinde kot pantolon vs. giyiliyor mesela. Moda, ekonomik kaygılar vs. daha etkili yani, ve de yasal zorlamada olduğu gibi tepki de yaratmıyor bunlar. Bu tarz giysilerden rahatsız olan belli başlı muhafazakar çevreler olabilir elbette, ama tepkinin boyutu ve düzlemi bambaşka bir düzeyde.



Haklısın dostum fakat, Ortadoğu toplumuyla Japon toplumunu karşılaştırmak çok doğru değil kanaatimce, her ikisi de birbirinden çok farklı dinamiklere sahip.

Bu tarz şekilciliği ben de doğru bulmasam da alıntı yaptığın paragraftan da anlaşıldığı üzere o dönemin devlet ileri gelenleri toplumsal bir dönüşümü hedefliyor.

Bazen bu tarz yaklaşımlar olumlu sonuç verse de, burada tam tersi olmuş.

jadi
21-07-2011, 17:23
Dogu ve bati feodalizmi aslinda birbirinden cok farklidir. Batida toprak sahipleri, merkezi otoriden bagimsiz birer guc merkezi haline gelebilmis ve sermaye birikimi yapabilmislerdir. Bunlar sonradan burjuva devrimini yaptilar zaten. Doguda ise toprak agalari merkezi yonetimin birer memuru gibiydi ve herhangibir direnis noktasi haline gelemezlerdi.


Birde diger bir fark mesela. Avrupa'da hicbir zaman baslik parasi gelenegi uygulanmamis, kadinlar bir is gucu olarak uretime cok fazla katilmamistir. Bu yuzden kadinlari bizdeki kadar ezen toreleri hic olmadi. Kadinlarin uzerine yuklenen namus kavraminin, ataerkil toplumlarin bugun bile hala beklenen atilimi yapamamalarinda en buyuk faktor oldugunu dusunuyorum


Sapka kanunu yuzunden asilan insanlar, Kucuk Prens gibi bir romana bile konu olmusken hala kanit isteyen akli evvelleri anlayamiyorum. Cok merak eden mahkeme zabitlarini acip okuyabilir, internet ortaminda bulunacak bisey degil bu. Ne kanit gostersem nasil olsa kabul etmeyeceksiniz, o yuzden isin dogrusunu merak eden bu tutanaklari incelesin

taylan
22-07-2011, 09:25
Sapka kanunu yuzunden asilan insanlar, Kucuk Prens gibi bir romana bile konu olmusken hala kanit isteyen akli evvelleri anlayamiyorum.

Hala aynı şeyi sayıklayıp duruyorsun. Fransız yazar ülkemizi ne kadar tanıyor olabilir? Gelip görmüş mü? Yoksa duyduklarına kendi hayalgücünü de mi katmış? NG Türkiye'de National Geographic'in 1930'ların başındaki Türkiye ile ilgili sayıları en arka sayfalarda ek olarak yayınlanmıştı. Atatürk devrimlerinden oldukça olumlu bahsediyor ve M.Kemal Atatürk için Genç Türkiye'nin yeni lideri diyordu. Orada Bir satır bile diktatör kelimesi geçmiyor. National Geographic Türkiye'nin ilgili sayısına bakabilirsin. NG dünyaca okunan bir dergi. Fransız yazarımız ilhamını farklı yerlerden almış olsa gerek.

Görünen o ki şapka devrimi gibi yeniliklere tahammül edemeyen yobaz güruhu milleti galeyana giterip ortalığı karıştırmış sonunda da hakettikleri cezayı almış. Mesele şapka takmaktan değil şapka kanunu bahane edilerek gerçekleştirilen isyan ve kalkışmalardan kaynaklanıyor.

jadi
22-07-2011, 14:18
Kemalistler, Aysen'nin dokuz yainda evlendigini inkar eden muslumanlara benziyorsunuz, sadece bu degil bircok acidan tabi

müşkülpesent
23-07-2011, 15:35
Özellikle Osmanlının son dönemlerini ve Cumhuriyetin kuruluş yıllarını kapsayan yenilikçi hareketlerin hiç bir zaman tam anlamıyla laikliğe ulaşmak adına atılmış birer adım olduğunu düşünmüyorum. Bu ülkede laiklik, gündemi değiştirmek, bir şeylerin üzerini örtmek amacıyla kullanılan bir araç olmaktan çıkamadı hiç. Sanırım bundan kaynaklı da bir türlü kendi kimliğini bulamadı. Sonuçta bu ülke için ne doğmuş ne de kısa vadede doğacak bir laiklik anlayışından bahsedilemez. Bundan bahsedebilmek için devletin bakanlıklarını, müfredattaki dersleri, kimliklerimizdeki ibareleri aşmak gerekir önce.

Ve laiklik konusu her açıldığında "laiklik elden gidiyor" çığırtkanları aklıma geliyor. Düşünüyorum, olmayan bir şeyi nasıl kaybedebiliriz.

jadi
05-01-2012, 17:41
Bu baslik tamamen yanlis kurgulanmis. Tc devletinde laiklik diye birsey hicbir zaman var olmadi. Laik bir devlette asla diyanet gibi bir kurum bulunamaz. Her ne sebeple olursa olsun devlet insanlarin dini tercihlerine mudehale edemez, baski yapamaz. Vatandaslari arasina din farki gozeterek ayrimcilik uygulayamaz. Bir dinin tek bir mezhebine ait din adamlarina maas baglatip memur olarak calistiramaz... vesaire vesaire


Tc ulus devlet rejiminde, hakim olan ulustan olabilmenin birinci sarti islamdi. Yani bu ulusu olusturcak olan insanlar sadece islam olmalarina gore belirlendi. Musluman olmayanlar bir sekilde kovuldu veya katledildi. Turk islam ulusu yaratma idealine ise Kurdistan haric heryerde ulasildi. Yani Tc resmen bir islam devletiydi.


Bunca laiklik karsiti uygulamaya ragmen Tc devletinin laiklige asiri vurgu yapmasinin ve mesruiyetini bunun uzerine oturtmasinin sebebi sudur: Hilafet kurumunun aniden kaldirilmasi toplum uzerinde buyuk bir travma etkisi yaratmisti. Halifeyi niye kovdunuz sorusunun yaniti, laikligin asiri yuceltilmesi yontemiyle bertaraf edildi. Kesinlikle laiklik diye birsey yoktu. Bilakis Osmanli'dan sonra laik devlet anlayisinda buyuk bir gerileme yasanmisti. Bu sebeple sadece sekilsel bazi modernite sembolleri musluman halka zorla dayatildi. Neden diye soruldugunda yanit laiklik oldu.


Belki cogumuz islama ve seriat kelimesine karsi negatif oldugumuz icin toplumun yasadigi soku anlayamayabiliriz. Daha iyi empati yapabilmek icin soyle bir benzetme yapalim. Ornegin Italya'da aniden yasanan bir rejim degisikligi sonucunda Papa'nin kovulduguni ve bu kurumun tamamen lagvedildigini dusunun. Bu olayin katolikler uzerinde nasil bir yikim yaratacagini tahmin etmeye calisin. Yeni kurulan rejimin da papaligi devamli kotuleyip yerin dibine soktugunu ve bunun yerine laikligi yucelttigini dusunun. Aslinda bu rejim koyu bir katolik milliyetciligi yapmaya devam ediyodur ama sadece papayi kovmus oldugu icin kendisini laik diye lanse etme mecburiyetinde kaliyor.

sargon
05-01-2012, 18:28
Halifeligin kaldirilmasinin islamcilar üzerinde sok edici bir etki yaratmis oldugunu Ali Bulac da söylüyor. Evet islamcilar üzerinde bir sok yaratmis olabilir, ama toplumda böyle bir etki yarattigi iddiasini fazla abartili buluyorum.

Islamcilik bilindigi gibi, Osmanlinin cok eski dönemlerinden gelen bir anlayis degildir, 19. yüzyilda ortaya cikan politik bir akimdir, milliyetcilikle ayni dönemlerde cikmis. Politik akim olarak islamcilik ile geleneksel inanc olarak islami ayirmak gerekir. Islamcilik, yasanan gerileme sürecini islami birlik ile asmayi vaaz eder, bu yüzden hilafet önem tasir. Ancak daha modern islami akimlar hilafeti ciddiye almaz. Mesela Said Nursi hilafet talep eden hicbir yazi yazmadi.

Osmanli padisahlari halifeligi almis olmalarina kadar II. Aldülhamit'e kadar pek kullanmamislar, ünvan listelerinde halifelikleri epey arkalarda geliyor. II. Abdülhamit politikasi geregi öne cikarmis. Bu yüzden halifelik ile papaligi karsilastirmak dogru degil. Papalik ve kilise binlerce yil önceye giden bir kurum. Halifelik buna benzemez.

Halifeligin kaldirilmasi bu yüzden, bazi karsi cikislara ragmen büyük bir kitle tepkisine neden olmadi. En büyük tepki "sapka kanunu"na karsi oldu.

"Türkiye'de laiklik hic olmadi", "Alevilik din degildir" gibi tespitlerde terimlere yüklenen anlamlar önem tasir. Neyi "laiklik" olarak görüyorsunuz, neyi "din" olarak görüyorsunuz, önce bunlari aciklamaniz gerekir. Bu yazida laiklik, genis anlamda sekülarite, yani dinsel kurallara degil dünyaya ait kurallara yönelme anlaminda kullaniliyor. Bu yüzden toplumda ve devlette sekülaritenin gelismesi bir sürec olarak ele aliniyor. Dolayisiyla ben burda bir hata oldugunu düsünmüyorum.

Seriat sözcügü ise Osmanli'da cok defa "adalet" anlaminda kullanmis. Herseyin padisahin iki dudaginin arasinda oldugu bir yerde, bu otoriteyi sinirlayabilecek tek sey Seriat Kanunlari idi. Adalet arayisi bu yüzden cok defa "seriat isterüz" diye dillendirilmis. Yeniceriler isyan edip "seriat" isterler, padisahlar da basvezirin kellesini vererek "seriat"i saglarmis :) Islamciligin ve laikligin gelismesi ile birlikte sözcük farkli anlamlarda kullanilir olmus.

jadi
23-01-2012, 20:56
Halifeligin kaldirilmasinin islamcilar üzerinde sok edici bir etki yaratmis oldugunu Ali Bulac da söylüyor. Evet islamcilar üzerinde bir sok yaratmis olabilir, ama toplumda böyle bir etki yarattigi iddiasini fazla abartili buluyorum.

Islamcilik bilindigi gibi, Osmanlinin cok eski dönemlerinden gelen bir anlayis degildir, 19. yüzyilda ortaya cikan politik bir akimdir, milliyetcilikle ayni dönemlerde cikmis. Politik akim olarak islamcilik ile geleneksel inanc olarak islami ayirmak gerekir. Islamcilik, yasanan gerileme sürecini islami birlik ile asmayi vaaz eder, bu yüzden hilafet önem tasir. Ancak daha modern islami akimlar hilafeti ciddiye almaz. Mesela Said Nursi hilafet talep eden hicbir yazi yazmadi.

Osmanli padisahlari halifeligi almis olmalarina kadar II. Aldülhamit'e kadar pek kullanmamislar, ünvan listelerinde halifelikleri epey arkalarda geliyor. II. Abdülhamit politikasi geregi öne cikarmis. Bu yüzden halifelik ile papaligi karsilastirmak dogru degil. Papalik ve kilise binlerce yil önceye giden bir kurum. Halifelik buna benzemez.

Halifeligin kaldirilmasi bu yüzden, bazi karsi cikislara ragmen büyük bir kitle tepkisine neden olmadi. En büyük tepki "sapka kanunu"na karsi oldu.

"Türkiye'de laiklik hic olmadi", "Alevilik din degildir" gibi tespitlerde terimlere yüklenen anlamlar önem tasir. Neyi "laiklik" olarak görüyorsunuz, neyi "din" olarak görüyorsunuz, önce bunlari aciklamaniz gerekir. Bu yazida laiklik, genis anlamda sekülarite, yani dinsel kurallara degil dünyaya ait kurallara yönelme anlaminda kullaniliyor. Bu yüzden toplumda ve devlette sekülaritenin gelismesi bir sürec olarak ele aliniyor. Dolayisiyla ben burda bir hata oldugunu düsünmüyorum.

Seriat sözcügü ise Osmanli'da cok defa "adalet" anlaminda kullanmis. Herseyin padisahin iki dudaginin arasinda oldugu bir yerde, bu otoriteyi sinirlayabilecek tek sey Seriat Kanunlari idi. Adalet arayisi bu yüzden cok defa "seriat isterüz" diye dillendirilmis. Yeniceriler isyan edip "seriat" isterler, padisahlar da basvezirin kellesini vererek "seriat"i saglarmis :) Islamciligin ve laikligin gelismesi ile birlikte sözcük farkli anlamlarda kullanilir olmus.

Halife'nin Osmanli toplumu icin cok onemli bir figur oldugunu ve kaldirilmasinin hic beklenmeyen, sok edici bir travma yarattigini bir cok arastirmaci dogrular. Zaten daha sonrasinda M.Kemal'in bir kisi kultu haline gelmesi de, hilafetin yarattigi boslugu dolduracak bir ihtiyac duyulmasiyla alakalidir birazda. Dunyadan kopuk olmadigi halde bizdeki kadar abartili bir kisi kultu dunyanin hicbiyerinde yoktur sanirim.

"Tc'de laiklik hicbir zaman olmamistir" derken ozellikle diyanet kurumunu ve insanlarin koylerine zorla cami yaptirilmasi gibi seyleri kastediyorum. Aslinda devletin ezan diline ve insanlarin ibadet sekillerine mudehale etmesi bile laiklige aykiri birseydir. Azinliklara verilen hak ve ozgurlukler acisindan Osmanli'nin Tc'den daha laik oldugunu dusunuyorum. Belki kagit uzerinde devletin dininin islam oldugu yazilidir ama hukuk ve fiiliyat bu noktada belirleyici olur. Ornegin Ingiltere'de kralice kilisenin baskanidir, ayrica hicbir secim kazanmis parti, eger kralice gorev vermezse hukumet kurumaz. Ama Ingiltere bence azinliklar ve din konusunda dunyadaki en liberal ulkedir . Ayrica tc devleti laikligi, topluma baski ve darbe yapma gerekcesi olarak kullanmistir

Osmanli'da "seriat isteriz" sozu adalet dahil degisik anlamlarda kullanilmistir. Ama yeniceriler, Osmanli'da modernlesmek icin atilmak istenen her adima karsi isyan etmis ve ortaligi yikmistilar. Yani gercekten sadece seriat icin ayaklandiklari da coktur. Osmanli'nin modernlesebilmesi, bu ocagin lagvedilmesinden sonra mumkun olabilmistir

Anti
23-01-2012, 22:00
Şapka devrimini kötülediği ve kabullenmediği ileri sürülen bu halk, yücelttiği siyasi figürlerini şapkaları ile hatırlar.
Bu ülkede Demirel şapkası, Ecevit kasketi gibi kavramlar var ve bunları bugün sadece eski tüfekler değil, yeni nesil de kullanmaktadır.

apsimon
06-02-2012, 22:06
Ben tebamın müslümanını camide, hiristiyanını klisede, musevisinide havrada görmek isterim.

(Gavur padişah) II Mahmut


Şapkayı (mesele şapka değil) ilk takan III selim ve talebesi II Mahmut'dur.

Neden taktılar? Moskoflar yeniçerileri paçapincik etmeleri olmasın sakın. Savaşa gidiyoruz diye yolda milletin malına ırzına geçiyor olmaları da olabilir.

Yeniçeriler sayıca kat ve kat üstün olmasına rağmen Deli(Büyük) Petronun eseri olan düzenli bir avuç rus ordusu karşısında ki bozgun nasıl ifade edilecek. Yine savaşa gidip kaçmayı bir yiğitlik olarak satıyor da olabilirler. Şu anki gericilerirle pek uyumludur halleri...

Mecburdular....

metee
15-02-2012, 00:31
Sayın Sargon Güzel bir yazı dizisi olmuş.Tebrikler Ellerine sağlık..

Türkiyedeki Laikliğin ne zaman başladığını öğrenci olan her kişi biliyordur..

Sorun aslında Türkiyedeki Laiklik Özde mi Yoksa SÖZDE mi oluyor.

Sözde laiklik Türkiye Cumhuriyetinde vardır..
Ama Özde olan Laiklik ne yazık ve ne yazık ki Türkiyede görünmektedir.



Saygılarımla MeTeE

Neva
13-04-2013, 15:23
Guncelleme.