PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Bir Destandır ÇANAKKALE


pante
17-03-2007, 23:42
18 MART'LAR DA UNUTULMAMALI

Çanakkale Deniz Savaşının fikir babası Winston Churchillin planı; Boğazları donanma ile geçerek Osmanlıyı savaştan saf dışı bırakmak aynı zamanda Bolşeviklerin baskı uyguladıkları Rus çarına yardım etmekti. Chuchill bu planı Akdeniz filo komutanı Amiral Carden de destek bulunca plan İngiliz parlamentosundan geçti. Zamanın en ileri teknolojisine sahip olan İngiliz donanması tarihinde hiçbir yenilgi almamıştı. Fransanın desteği ile dünyanın en büyük donanmasını oluşturuyordu. Bu donanmaya yenilmez armada ismi takılmıştı. Bu donanmaya karşı gelebilecek hiçbir güç düşünülemezdi. Hele ki yıpranmış, teknoloji açısından zayıf ve parçalanmak üzere olan Osmanlı asla.

19 şubat'ta başlayan deniz harekatı 18 Mart'a kadar hiçbir başarı elde edemedi. Bu direnci beklemiyorlardı. 18 Mart''ta başlatılan büyük saldırı ise hezimetle noktalanacaktı.
Emperyalistlerin 6 Savaş gemisi ve 1 Destroyeri battı. 3 Savaş gemisi ve 1 Savaş Kruvazörü hasar aldı. 8 Denizaltısı ise kayboldu.


BİR YOLCU'YA

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda,
İstiklal uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.

Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğuldu sele,
Mübarek kanını kattığı yerdir.

Düşün ki, hasrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda, bütün milletin,
Hürriyet zevkini tattığı yerdir. * * * * * * * * * * * * * * * * *

NECMETTİN HALİL ONAN


Deniz savaşını ve yenilmez armada ünvanını kaybeden emperyalistler bu defa kara savaşlarıyla Çanakkale'yi geçmeye çalıştılar. Tüm cephelerde başarısızlığa uğradılar. Deniz zaferinden sonra kara savaşlarında da emperyalist kuvvetlere karşı büyük bir zafer kazanıldı. Emperyalistlerin en büyük korkusu olan zehirli gaz kullanılması ve su kaynaklarının zehirlenmesi gibi yöntemlere başvurmayıp mermisi bittiğinde süngüsüyle savaşan Osmanlı askerlerinin mertliği karşısında özellikle Anzaklar büyük şaşkınlık yaşadılar.

Mehmet Akif bu savaşı ne güzel tasvir etmiş:


Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- "Bu bir Avrupalı!"
Dedirir: Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi... Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşısında,
Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâ'ûna da zuldür bu rezil istilâ!
Ah, o yirminci asır yok mu, o mahhlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcud ise, hakkıyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam,
Atılan her lâğamın yaktığı yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak,
Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyâre.

pante
17-03-2007, 23:43
Bu arada Atatürk için bir şairimiz tarafından yazılan ilk şiir'den bahsedelim:


Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal ilk kez burada gösterdiği kahramanlıkla bir şiirde yerini alıyordu. Mehmet Emin Yurdakul Eylül 1915'de; yani muharebeler henüz bitmemiş iken; "Tan Sesleri" isimli ir şiir kitabı yayınlar. Bu kitapta "Ordunun Destanı" adlı ve 15 Eylül 1915 tarihini taşıyan uzun manzumede, ilk dörtlük:

"Ey bugüne şahit olan Sarphisarlar
Ey kahraman Mehmet Çavuş Siperleri
Ey Mustafa Kemal'lerin aziz yeri
Ey toprağı kanlı dağlar, yanık yerler"

Cemal
17-03-2007, 23:54
BİR YOLCU'YA

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.

Pante abim eline salık.Bu vatanın yaşaması için cannarını veren issanımıza ALLAH ramet etsin.
Onnarın sayesinde bugun bu vatanda yaşıyos.

cml.

pante
18-03-2007, 00:25
Bir de Nazım'dan...
Nazım Hikmet'in ağzından Çanakkale Destanı... Birkaç dakikalık bir prezantasyon.

http://www.abd-ana.com/bws/abdana/canakkale/nazim.html

antimuhammed
18-03-2007, 01:36
Yalın ayak koşuyor Mehmetçiğim ateşin üstüne…Ayağına her diken batışında Allah diyor...Yüreğine her mermi deyişinde Vatanım diyor…

İşte Türk milleti budur. Mehmetçiğe vatanın ne olduğunu öğreten Aziz Mustafa Kemal Atatürktür.
Diken battığında Allah diyen, kurşun yediğinde vatanım diyen başka hiç bir millet yoktur.

Atam sen rahat uyu. Bizler varken dikeni bahane edip vatan diyenler senin ve bu vatan için çlenlerin yolunda karşılarında bizleri bulacaktır.

Bir Tarih akıyor Mehmetçiğin ayaklarının altından...Bir ateş geçiyor Mehmetçiğin yüreğinden…Düşen bir asker,dirilen bin yürek … Atam sen rahat uyu bende o düşen her Mehmetçiğin yüreğinden dirilen bin yürekten biriyim.

Bir asker koşuyor merminin önüne,arkasında bıraktığı yavuklusu…Mehmed’imin ayakları düşmana koşuyor,yüreğiyse geride bıraktığı Yarine…Geride kalan Yar,ilerden gelen mermi…Hangisi daha çok acı verici: Yüreğinde sakladığı Yar’imi,yoksa yüreğine çarpan mermi mi? Atam sen rahat uyu benim için vatanım bir yardan öte...

Yerde yatan AY YILDIZ katıyor rüzgarı önüne …Söküp atıyor o çıbanı Çanakkale’den …Dindiriyor uzakta ağlayan Ananın gözyaşını…Susturuyor Yar’in dilindeki ağıtı…

Bu rüzgar,bir daha hiç inmemek üzere çekiyor AY YILDIZI göklere…Nasıl insin ki,bu topraklarda Mustafa Kemal Ve Onun askerlerinin yüreğini ben ve benim gibi taşıyanlar oldukça..

Şimdi yer gök sussun! Şahlansın Şanlı Türk Milletinin Şanlı AY YILDIZ BAYRAĞI…

pante
18-03-2007, 19:51
Fransız Andre Lemoine savaş anısı

18 Martta batan Fransız gemisinden 20 kişilik bir denizci sahile çıkmaya muvaffak olurlar. Ama karaya ayak bastıkları anda Türk askerlerini de karşılarında bulurlar. Bu olayı Andre Lemoine şöyle anlatıyor:

“Sahile çıktığımız zaman bitkindik. Bir taraftan üzerimizden akıp giden mermiler, diğer yandan mayınlar… Korkulmayacak gibi değildi.. Üstelik şimdi kızgın düşmanla karşılaşmıştık… Bizi aldılar, ilerideki tepenin hemen arındaki bir kulübeye götürdüler. İçlerinde subay yoktu… Üzerimizdeki ıslak elbiseleri çıkardık. Bize kaputlarını verdiler. Sobanın başında ısındık. Az bir zaman sonra ekmek ve azık getirdiler. Kendilerinin tayınları olduğu belliydi. Karşılıklı yedik bunları.. Çorba ikram ettiler.. Düşman değil müşfik kurtarıcılar gibi davranıyorlardı. Az sonra genç bir teğmen geldi. Güzel Fransızca konuşuyordu.

“Sizin için savaş bitti. Artık düşman değilsiniz. Biz zengin değiliz. Erlerim sizi ancak bu kadar ağırlayabilmişler…” dedi.

Daha sonra bizi aldılar ve Tekirdağ’a götürdüler.

Türklerin bu büyüklüklerini unutamam.”

pante
18-03-2007, 20:07
Bean anlatıyor

Bu çıkarmada bulunan tek sivil ve tek gazeteci Avustralyalı Charles Bean idi. Bean, o tarihi günü bakın nasıl anlatıyor:

“25 Nisan Pazar (geceyarısı): Gemiler Limni’den geldi. Güvertede uykulu bir ses esnemelerle kesilen bir şarkı söylüyor... Derken ilk kez 4.38’de, dikkatle kulak verdiğimde, ta uzaklarda bir takırtı duyuyorum; küçük tahta bir kutunun iç kısmına bir kurşun kalemle hafifce vurulurmuşçasına. Bu takırtı sürekli gidip geliyor. Son derece uzaktan ve derinden gelen bir ses ama benim için artık yabancı değil. İlk defa işitmeme rağmen bunun ne sesi olduğundan hiç şüphem yok. Ateşlenen tüfeklerin yankılanan sesi bu; önce birkaç el, sonra daha ağır ve sürekli... İlerdeki tepelerde yoğun çarpışmalar oluyor...

Sandal 50—60 santimetre derinlikte bir suda karaya çekildi. Dışarı fırladık...Limni’de sırt çantalarının ağırlığından yıkılanlar olduğunu gördüğüm için dikkatle çıktım, kumsala dek suları yara yara yürüdüm ve sonunda Türk topraklarına ayak bastım...”

“Türkler’i esir alma, öldür”
Her gün olaylar hakkında küçük notlar alıp akşam kıt ışık altında veya ay ışığında bunları düzenleyen Resmi Savaş Muhabiri Cherles Bean, 29 Nisan 1915 tarihinde ise şu dehşet satırları yazıyordu:

“Her gün kampa Türk esirler getiriliyor. Avustralyalıların esirlere hayli kötü gözle baktıkları kesin... Bu yüzden bizim Avustralyalılar eğer ellerinden geliyorsa, esir almayıp yaralıları öldürme yoluna gidiyorlar.

Hem Yeni Zelandalılar, hem de Avustralyalılar, kimi durumlarda en azından ilk karşılaşmalarda, hele işler kötüye giderken, Türkler’den esir alınmaması yolunda üstlerinden kesin emir aldıklarını söylediler bana. Bunlara inanmıyorum, ama doğru da olabilir.”

pante
18-03-2007, 20:10
Dehşet dolu satırlar...

Bean, günlüğüne 26 Eylül Pazar günü için ise, yaralıları öldürdüklerini içeren şu dehşet dolu notları kaydetmiş:

“Nevinson ile birlikte İmroz adasında Panagia köyüne gittik. W.’nin emir eri X bize yolda son derece şaşırtıcı şeyler anlattı. X, Munster alayındaymış. Bir çok süngü hücumunda bulunduğunu söyledi bana...

“Anlattığına göre 2 Mayıs gecesi Türkler Munster hattını yarmışlar. Hattaki askerlerle subayların pek çoğu bunu bilmiyormuş. Türkler hattı yarıp Munster karargah bölüğünü darmadağın etmişler. Hattaki askerler de arkalarından gelen insan seslerini duyunca kendi adamlarının takviyeye geldiğini sanmışlar. Gene de bu konuda bir tereddüt belirince bir çavuş adamlarından bazılarına birer el ateş etmelerini emretmiş. Ateşin açılmasının hemen ardından “Allah Allah” sesleri yükselmiş dört bir yandan. Ön hattakiler derhal ateş açmışlar ve Türkler’i komuta eden Alman subayla birlikte 15 kişiyi öldürmüş ya da yaralamışlar.

“Ertesi gün o Almanın canını alıverdik’ dedi X. Kulaklarıma inanamadım bir an. Kent bölgesinden gelen tatlı, yumuşak, becerikli bir adamdı bu X. Evet, iyi eğitim görmemişti, cahildi ama yumuşakbaşlı iyi bir adamdı... Bu sözlerin üstüne gerçekten öylesine midem bulandı ki konuşamadım. Yaptığı işin dehşeti hakkında en ufak bir fikri bile yoktu. Hatta bununla övünür gibiydi. Eğer bizim Tommy’lerimizin bir kısmı böyle savaşıyorsa, Tanrı yardımcımız olsun. Evet yaralıları öldürmekle böbürlenen bazı Avustralyalılar da görmedim değil, ama bu savaşın heyecanı içindeydi. Ele geçirdiği yaralı adamı (Alman bile olsa) bir gün sonra soğukkanlılıkla öldürebilecek çok fazla insan olduğunu sanmıyorum.”

pante
18-03-2007, 20:14
Ve esirleri yaktılar
Resmi Savaş Muhabiri Bean’in günlüğünde insanın tüylerini diken diken eden en önemli ayrıntı ise, maalesef Türk esirleri canlı canlı yaktıklarını itiraf ettiği satırlar. Bean, 8 Ağustos 1915 diye başlayan satırlarına şöyle devam ediyor:

“Bugün Pazar. Bu topraklara ayak basalı 15 hafta oldu... Bugün hayatımda gördüğüm en alçakca davranışlardan birine şahit oldum. Sığınağımın hemen karşısında 100 kadar Türk ile 2 Alman esirin barındığı tutukevinin çevresine benzin döküp tutuşturuldu... Türklere çok yakın gelen dev alevler karşısında zavallı esirler tutukevinin en uç köşesine üşüştüler ama acı akıbetten kurtulamadılar...Bu görüntüyü seyredip gülüşenler arasında İngilizler de Avustralyalılar da vardı. Bu işi yapanların ağzını burnunu dağıtacak onurlu bir kişi yok muydu acaba? Aynı iş dün de yapılmıştı çünkü...

Bu esirlere yapılan muamele insanın yüzünü kızartacak derecede. Oysa bildiğimiz kadarıyla Türkler esir düşen asker ve subaylarımıza olağanüstü iyi davranıyorlar...”

Avustralyalı gazeteci Charles Bean’in Çanakkale Muharebeleri sırasında cephede gazetecilik yapan tek özel muhabir olarak şahit olduğu bu olay yıllarca dünya kamuoyundan saklandı. Bean’in yazdıklarından bu yakma olayının tek olay olmadığı da anlaşılıyor. Çünkü “Aynı iş dün de yapılmıştı” diyor.

Çanakkale Mahşeri

1998 yılının son aylarında piyasaya çıkan ve iki ayda üç baskı yapan Çanakkale Mahşeri isimli belgesel tarihi romanın yazarı Mehmed Niyazi de, Çanakkale Muharebeleri üzerine 6 sene süren araştırmaları sırasında İngilizce ve Almanca kaynaklarda 100 Türk ve 2 Alman’ın yakılması ile ilgili bilgilere rastladığını belirtiyor ve Bean’in güncesini doğruluyor. Mehmed Niyazi, yakılma olayının Yüzbaşı Weistock’un emriyle yapıldığını bildiriyor. Mehmed Niyazi, yakma olayının bir önceki gece gerçekleşen Türk saldırısının bir intikamı olduğunu ve tepelerden saldırıya hazırlanan Türklere bir gözdağı vermek ve morallerini bozmak gayesi ile yapıldığını söylüyor.

18-03-2007, 21:22
Bize insanlık öğretmeye kalkanlar bunlar işte. İnsanlıktan nasibini almamış bu canilerin torunları utanmadan bize insan hakları, demokrasi dersleri vermeye kalkıyorlar. Entel-dantel takımı da ağızlarını açmış, salyaları akarak bunların peşinden koşuyor, attıkları kemikleri paylaşmaya çalışıyorlar. Bu örneklerin çok daha kötülerini Afrika, Güney-Kuzey Amerika yerlileri yaşamadılar mı? Onlar eskide kaldı, batı medeniyeti çok gelişti diyenler bugün Irak'da, Afganistan'da, daha dün Bosna'da yaşanan vahşeti görmüyorlar mı? Bu nasıl bir aymazlıktır, kendi milletinden nasıl bir nefrettir, nasıl kör bir batı hayranlığıdır, anlamak mümkün değil.

pante
18-03-2007, 22:56
Madalyonun öbür yüzü

Bean’in günlüğünde yukardaki dehşetengiz olaylar anlatılırken aşağıdaki insâni davranışlar da kaydediliyor:

“4 Mayıs: Türkler, Kabatepe’de yaralılarımızı teknelerimize yüklememize izin verdiler. Bütün bu tahliye—yükleme sırasında hiç ateş etmediler... Bugün öğleden sonra saat 14.00’te donanmaya ait bir tekne, beyaz bir bayrak çekmiş olarak yaralıları toplamaya geldi. Türkler, teknenin gelip yaralıları almasına, sonra yeniden denize açılmasına izin verdiler...

11 Kasım: Türklerle son zamanlarda epey yoğun haberleşmemiz oldu. Kendilerine gayet iyi bakıldığını belirten bazı esir mektupları ile Kahire’de çekilmiş kanlı—canlı fotoğraflar attık karşı taraf siperlerine... Türkler’den şu cevabı aldık;

‘Sizin sadakanız ile yaşayan domuzdur. Midelerimiz dopdolu. Kollarımızın ucunda ellerimiz, ellerimizde de süngülerimiz var. Eğer söylendiği kadar büyük milletseniz, neden o yüce ilkelere uygun davranmıyor ve neden başka milletleri kendi önderlerine bağlılıktan ayartmaya çalışıyorsunuz?..’

Son derece onurlu bir cevap. Türkleri ayartma yolundaki girişimlerde ipin ucunu kaçırmamız içten bile değildi...

Üç hafta önce Türkler’in üç gün süren bir Bayramı vardı. Bizim siperlere iki paket sigara attılar. Üzerinde bozuk bir Fransızca ile ‘Afiyetle için kahraman düşmanımız’ yazıyordu. Başka paketin üzerinde de ‘Sevgili düşmanımız bize süt gönderin.’ Konserve et gönderdik. Bir taşla sopanın üstüne yazdıkları cevapta ‘Konserve et istemeyiz’ dediler. Bunun üzerine biraz reçel, iyi bisküvi fırlattık. Bütün bunlar saat 08.30 ila 09.15 arasında olup bitti. Sonunda Türkler ‘Tamam’ ‘Fini’ diye bağırdılar. Ertesi gün aynı şeyler tekrarlandı. Üçüncü günün sabahında ‘artık bu işe son verin’ şeklinde bir emir geldi...”