PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Lilith'in Aşkı!


Felâsife
31-12-2016, 15:40
Lilith'in Aşkı!

Ahh Lilith aah !!...
Senin hikayende hüzün kokuyor, ayrılık kokuyor, yalnızlık kokuyor, bu normal değil!
Ne vardı arayı sıcak tutaydın şu Ademle. Bu kadar diretmeseydin.
O da başka gönüllerde heyecanlar aramasaydı. Olmaz mıydı?

+ Cevap vereyim mi? (dedi meltem gibi bir ses!)

- !!??*
+ Korkma ben Lilith'im, sana zararım olmaz! ^_^

- Li. Lilith mi? b-birden boş bulundum ürr-ktüm nedense, yanlış anlama.
+ Asırlardır kimse bana Ahh Lilith aah !!... diye böyle içten seslenmemişti. İyice unutuldum diye düşünüyordum.

- Valla bende yeni yeni okuyorum hakkında söylenenleri, hiç iyi şeyler demiyorlar ama elalemin ne dediğini pek umursamam, eğer herkes bir şeyi kötülüyorsa, o şey el değmemiş bir alandır benim için, anaforlar çeker beni adeta.
+ Denenmemişliğin ardına bakmak, düşünülmeyenin peşinden koşmak... işin zor!

- Kolay bir şeyim olmadı ki bundan sonrası kolay olsun.
+ Robot olmamak Ademden kalan, ona da benden geçen bir şey.

- Ademle sorunun neydi, çok mu çirkindi?
+ Yo ondan değil!

- Ya neydi biraz çıtlatsan !...
+ Anlamazsın, belki ilerde bir gün anlatırım.

- Hazır bulmuşken, bir cevap almadan asla olmaz. Nerede bulayım bir daha seni.
+ Ne tür bir cevap istersin, aşk, ihtiras, güç, kapris, savaş, hangisi?

- Olmuşken aşk olsun, ötekileri anlamam pek, iki damlam her zaman olur mesele aşk olunca.
+ Ademle bir bütündük, bir elma gibiydik. Lakin bu elma ikiye bölününce, hiç hesapta olmayan bir şey oldu!

- Ne oldu, çok merak ettim.
+ Adem kaba gücün tamamına sahip oldu. Kabalık, sertlik, egoistlik, hepsi onda kaldı, yani elma ikiye çok dengesiz bölündü, çok az bir şey ANA ruhundan ona gitti o kadar, o gittikçe başka bir şey olmaya başladı. Kimseyi dinlemiyor, önüne gelene kafa tutuyordu, Cennetten neden atıldı sanıyorsun?

- Neden?
+ Tanrıyı bile dinlememeye başladı, sadece bir elma meselesi değil ki neler neler yaptı. Baktı ki böyle olmayacak Tanrı da onu o kadınla birlikte kovdu.

- Biraz kıskançlık mı sezdim ne?
+ Yok canım kıskançlıktan değil, o Adem'in kölesi olarak yaratıldı, öylede kaldı. Ama o genede benim bir parçamdı, benim yapamadığımı o yaptı. Adem'imi mutlu etti, canım benim o.

- Nasıl yani!
+ Adem gibi kaba glatyatör birinden, öyle ay parçası gibi bir güzellik nasıl çıksın!

- Kaburga kemiği diyorlar, öyle değil mi?
+ Kaç kaburga kemiğiymiş, söyle de bilelim!

- Bilmem, bildiğimde yok, bir mi?
+ Dedimya o benim bir parçam, Adem yuttu bu masalı, bir gün uyudu uyandı, bu senin kaburga kemiğinden dendi o da inandı, ay parçasını gibi onu görünce, akli fikri yerinden oynadı, kafasının da ne kadar çalıştığını buradan hesap et. Torunlarına bile bunu böyle anlatmış. ^_^

- Hahaha haha... Hem güzelim, hemde akıllıyım diyorsun yani.
+ Ne sandın, güzeliz dedikse aptal değiliz, cilveliyiz dediysek plan da yapamaz değiliz, Adem zaten bu yüzden benden çok çekinirdi.

- Zeka mı, güzellik mi?
+ Her ikiside, tabi o kadın ruhundan ve incelikten anlamadığı için asırlarca, güç, hırs, kan peşinde koştu durdu.

- Aşk meselesi n'oldu? anlatmayacaklarını anlatıyorsun, bir onu anlatmadın!
+ ...

- İstersen susayım, anlatmana gerek yok, bilmesem de olur!
+ Ahh! ah! Ademin bu hale gelmesine ben sebep oldum!

- Neyy !... Onu istemediğin için o da sana kızdı, öfkesinden mi böyle oldu?
+ Hayır! Biraz karışık mesele ama önceden biz bütündük demiştim, o bende ben ondaydım, ayrı değildik, ama idare bendeydi tabi, tıpkı sen gibi, nasıl dışında bir sen, içinde de bir sen var öyle, sonra bir gün istersem onu içimden çıkartabileceğimi keşfettik, nereden keşfettiysek, böyle çok daha farklı, heyecanlı bir şey olacaktı diye düşündüm, hemde ayrı ayrı bedenlerde olabilecektik ama bir araya da gelebilecektik, bunu o da çok istedi, bir bütünün içinde sorunun ne olabileceğini, ilerde ne sorunlar olabileceğini fazla kestirememiştim, o da kestiremedi, kalan sorunları da AŞK çözer diye düşündüm, lakin hiç böyle olmadı. Gidebileceği kadar ters gitti her şey.

- Üzüldüm iyimi şimdi.
+ Sonra üzülürsün önce bir bitireyim söyleyeceklerimi, O görünüm olarak çok yakışıklıydı, bende çok daha güzel görünüyordum ama Adem hemen erkek gücünün kontrolüne girmeye başladı, o yakışıklılığını bile doğru dürüst seyredemedim, meğerse bir bütünken o gücü kontrol edebiliyor muşum, lakin benden ayrılınca onu kontrol edememeye başladım, hiç edemedim, Adem bana zorla sahip olmaya çalıştı ama başaramadı tabi, ne kadar güçlü olsa da ben ondan güçlüydüm, lakin benim gücüm DİŞİ güç olduğu için, illaki yumuşak bir güçtü bu.

- Yani siz ayrıldıktan sonra, bir daha o eski siz olamadınız, öyle mi?
+ Evet aynen öyle oldu, Adem artık sağa sola saldırmaya, söz dinlememeye başladı. Tanrıya gidip beni şikayet etmiş, bana çok güzel şarkılar söylemiş, hediyeler almış, her türlü nezaketi göstermiş ama ben ona hayır demişim, böyle iftiralar bile atmış. Adem asla böyle nazikçe davranmadı, hakkımda attığı iftiraların haddi hesabı yok, okumuşsun işte birazını. Ademe secde meselesinin aslını biliyor musun?

- Nedir? bilmek istemem mi? merakla bekliyorum.
+ Bu bir gün tüm melekleri, cinleri ne varsa toplamış, Tanrı emretti siz bana secde edeceksiniz demiş! Şeytan hariç öbürlerinin hepsi secde etmiş, Şeytana sataşmış çabuk secde et diye, tabi Şeytan ateşten olduğu için yaklaşamamış ama bunu yanına da koymam demiş. Şeytanı o gün kendine düşman ilan etmiş, nasıl kin bilediyse herkese onun kötülüğünü anlatmış, sizin hikayeleriniz de Şeytan size düşman olmuş değil mi? Hep bunlar Adem'in bana secde etmedin diye ortaya attığı iftiralardır. Aslında Adem ona musallat oldu. Görüyorsun değil mi, nasıl bir kabusa imza attığımı?

- Valla işin çok zormuş hakikaten, hadi hepsini anladım da Tanrı bu işlerin neresinde, o niye müdahale etmedi?
+ Tanrı bu işlere karışmaz, o hiç bir işe karışmaz esasında, sadece ortamı hazırlar, dengeleri kurar ve o dengeleri korur! Benim de bildiğim bu, yani O benim yaptığımı yapmaz!

- Neyi?
+ Ayırım yapmaz!

- Nasıl yani?
+ Birini çok sever, ötekini az sever, öyle şeyler yapmaz, her kese eşittir, inanan inanmayan fark etmez. İnsanlardan hiç biriyle niye konuşmaz? bunun için, niye görünmez bunun için, birine görünse ötekine olmaz, birine konuşsa ötekine olmaz, hep o adalet yüzündendir bu, onun yüzünden ayırım yapamaz, her şeye eşit yaklaşır, o yüzden hiçliği seçmiştir.

- O zaman o nasıl bilinecek?
+ Bilinmeyecek sorunda orada zaten, sadece bir isim hepsi o, başka bir şey yok, kimseye yok!

- Peki seninle konuşması nasıl oluyor, hani kimseyle konuşmazdı?
+ Bizim durumumuz farklı da o yüzden, benle konuştuğu kadar Ademle de konuşuyor, çünkü bu işten o da rahatsız ama karışamadığı için elinden de bir şey gelmiyor, bir de Şeytanla konuşur o da çok azdır, çünkü o da bir iftiranın kurbanı, daha doğrusu Adem'in dünyada ders alması için, o da farklı bir görev almıştır.

- Sevgili Lilith, ne çok söyleyeceğin şey varmış, şaşkınlıkla dinliyorum.
+ Bizim yüzümüzden bir dünya şu an, adeta cayır cayır yanıyor, insanlar savaşlar, zulümler, hastalıklardan kırılıyor, asırlardır da bu böyle, oysa hepsinin altında aşk var!

- Aşk mı?
+ Lilith'in aşkı!

- Bu nasıl bir aşk! bir dünyayı yakacak kadar tutkulu, kimselerin bilmediği kadar da gizemli, çok merak ettim gerçekten, aklım almayacak diye korkuyorum.
+ Ben Adem'e aşık oldum!

- !! ?!
+ ...

- ...
+ ...



Devam edecek ... ^_^

Felâsife
01-01-2017, 23:07
+ Bir zamanlar öylesine dolaşıp dururdum, bir sıkıntım derdim yoktu ama meraklıydım da, bilmediğim yerlere gider, görmediğim şeyleri görmeye bayılırdım, derken bir gün bir aynaya denk geldim, ve ilk kez kendimi orada izleyince, önce şaşırdım ve korktum ama yavaş yavaş ayna hoşuma gitmeye başladı, öyle ki sürekli gidip, kendimi izlemeye başladım, kendimi ilk kez görmenin mutluluğunun bir tarifi yoktu, kendimi çok güzel görmeye başladıkça, her geçen gün süslenmeye makyaj yapmaya filan da başladım, aynanın karşısın da kendimi seyretmeye doyamıyordum. Dünyada kadınların neden aynayı sevdiğini anlayabiliyor musun?
- Pür dikkat dinliyorum!

+Sonra sonra tuhaf bir şey olmaya başladı, İçimde bir sıcaklık, bir hareketlenme derken, aynada birden onun yüzünü gölge gibi benim yüzümün üstüne düşmüş gibi gördüm. Eyvah! bana n'oldu? sonra o görüntüler daha sıklaşmaya ve daha belirginleşmeye başladı, meğer o görüntü içimde gizli olan Adem'miş, bunu sonradan öğrenecektim.

- Hiç kesme anlat, kalbim duracak valla.
+ Sonra ben o aynada ben Ademe, Adem bana hiç sıkılmadan bakışıyorduk, çok güzeldi her şey gerçekten. Artık aynada kendimi görmüyordum, sadece onu görüyordum.

- N'oldu niye sustun!
+ Ayna birden bire kayboldu! çok şaşırdım bakabileceğim her yere baktım ama ayna yok kaybolmuştu, ...yoktu!! çok üzüldüm çok ağladım, dinlendikçe aramaya koyuldum ama ayna yok! Ne yapacağımı bilemedim, bu arada Adem yokluk demektir, benim güzel yokluğum hakikaten yok olmuştu. Yaşadığım acının bir tarifi yoktu, insanlar bunu nasıl anlasınlar, gene böyle acılar mutsuzluklar içerisindeyken, bir ses "üzülme güzeller güzeli Lilith'im" dedi.

- Kim dedi bunu Tanrı mı?
+ Yok içimde ki bir ses dedi, ses kafamın içinden geliyordu.

x Ben Adem'inim!
+ Adem'im mi?

x Evet Adem'in hani o kader aynasında gördüğün varya o ben'im!
+ Na-nasıl yani, sen o aynanın içinde değil miydin? aa-a-ama nasıl olur? kafam çok karıştı.

x Karışır tabi güzelim, sen bana aşık oldun, bunun adı AŞK! aşığın kafası karışık olur, sen beni kendinden o kadar ayrı gördün ki beni o aynada zannettin, oysa o aynaya ben senden yansıyordum. İçindeydim... Aşkından gözlerin kör olduğu için, içinde ki beni göremedin!
+ Se-sen şimdi içimde misin? o aynada hiç bir zaman değil miydin?

x Evet, güzelim, o kaderimizin aynasıydı, o ayna bizi bize haber verdi, seni benle beni de senle buluşturdu. Bir birimizi tanıtınca da ortadan kayboldu, onun görevi şimdilik bitti.
+ Hay çok şükür o zaman. Ama bir sorun var, seni duyuyorum ama bu seferde göremiyorum, bu nası bir iş! Hiç mi bir şanşım olmayacak, hep böyle engeller mi olacak, anlamadım ki?

x Bir yolu var elbet, lakin aynayı tekrar bulmalısın!
+ Ama nasıl, bulamadım zaten, senin dediğin gibi kayboluverdi birden bire, hiç bir yerde yok!

x Kader aynası sana bağlıdır, sen onun peşinden koşmazsan onun sana geldiğini göreceksin ama yok peşinden koşarsan o senden uzaklaşır. O yüzden hiç bir beklentiye girmeden sakince bekle, benide bekleme gelmeyeceğim, o güzel yüzünü karşında gördüğünde o bil ki gelmişir. Aynayı ilk gördüğünde onu çok mu aramıştın, hayır, tıpkı bunun gibi arama, ararsan o senden uzaklaşır... Onun sana gelmesi içn aramamam lazımdır... Ayna gelince aynayı yatır ve gözlerini kapat ve beni düşünerek, iki gözünden birer damla göz yaşını damlat, ne eksik ne de fazla sadece iki damla. Ben sana Lilith'im dediğinde gözlerini açarsın.

+ Böylelikle beklemeye başladım, asırlar mı geçti, ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama içimde ki bekleyiş yerini artık umutsuzluğa bıraktı iyice, gelen giden yoktu, derken tam böyle sıkıntılı bir zamanda ayna ansızın karşımdaydı, kaderimin aynası güzel aynam dedim içimden. Bundan önce bir kaç kez gördüğüm, bir kaç kezde konuştuğum aynama, Aşkıma Ademime sayende kavuşacağım diye övgüler düzdüm, sevgiler besledim, nihayet hasret sona erecekti!

- Çok heyecanlıymış gerçekten Lilith, nefesimi tuttum seni dinliyorum.
+ Sonra Ademin dediklerini bire bir uyguladım ve gözlerimi kapatıp iki damla yaş kaydı kirpiklerimden, kayar kaymaz Lilith! dedi bir ses!

- ups!
+ Gözlerimi açınca ki o manzarayı unutamıyorum, mermerden heykeller gibi bem beyaz bir vücut, geniş omuzlar, omuzlarda saçlarla dünyalar güzeli bir adam karşımda duruyordu, inci gibi dişlerinden Lilith'im derken, ben çoktan ermiş bitmiştim. İlk sarılmamızda ki duygunun bir tarifini ben asla bilemezdim, bacaklarım tir tir titrerken bayılmamak için zor tuttum kendimi, iyi ki böyle bir şeye karar vermişim diye düşünürken, Ademe bir titreme geldi, hastalanır gibi oldu ve devamında da hemence hastalandı, epey süre böyle hareketsiz kaldı, sesi sedası da çıkmıyordu, gene kader oyununu oynamıştı, tam buldum derken gene kaybetmekle karşı karşıya kalmıştım.

- Valla ne diyeceğimi bilemiyorum sevgili Lilith, hakikaten bu kadar da olmaz dedirtecek bir hikayen varmış.
+ Herşey bu kadarla bitse iyi, Adem sonra gözlerini açtı ama gözlerinde o sevecen adamın ışığı gitmiş, başka bir ışık gelmişti gözlerine, o zaman Tanrım ben ne yaptım kendi kendime dedim ama merakla ne diyeceğini bekliyorum ki önceden bahsettiğim o kaba gladyator Adem kalın sesiyle, Lilith hadi şu işi bitirelim dedi, ben tabi onu öyle görünce hasta olduğunu düşünerek, biraz daha yatmasını, dinlenmesini istedim, birden bire kızdı ve gitti.

- Döndüğünde bari düzelmiş olsun, n'olur!
+ Ne mümkün, hiç bir şey olmamış gibi hadi yarım kalan şu iş deyince, bende duymamazlıktan geldim, tekrar hadi deyince, bir gönül alsan, güzel bir söz söylesen olmaz mı dedim, nazikçe... Önceden yeterince dedimya onlara say! dedi kaba bir tonla, öyle bir çığlık attım ki tüm gökler inledi adeta, o da korktu, bir daha bana bir şey söylemedi, zira hiddetimin boyutunu ben bile bilmiyordum o boyutta olduğunu.

- Sonuç, herşey fiyasko ile mi sonuçlandı yani, sonrası zaten pek parlak olmasa gerek, helede öncesi böyleyse, sonrasın da hiç bir ışık göremiyorum.
+ Görüyorsun değil mi, bir aşkın başıma neler açtığını ve sonucunun nerelere kadar uzandığını.

- Daha boyutlarını göremedim ama sen ona hâlâ aşık mısın?
+ Nasıl aşık olmam, ilk göz ağrım, diğer yarım, kanım, canım, ruhum, göz yaşımla can verdim ona, vefasız aşkım ama o tek aşkım.

- Daha ne diyeceğimi bilemiyorum, beni aşan şeyler bunlar, tıkandım kaldım.
+ Neyse sana sevineceğin bir şey söyleyim!

- Oh çok şükür! inanır mısın, davul gibi gerilmiştim, güzel bir şeyler duymak iyi gelecek.
+ Dişi enerji varya o çoktan yükselişe geçti, çünkü Erkek enerji en tepeye çıktı ve her zirveye çıkanın başına gelen şeyi o da yaşıyor.

- Neyi yaşıyor?
+ Düşüşü! O düştükçe dişi enerji de ivme kazanacak ve orta bir yerde buluşma olacak!

- Nasıl yani, sen hakimiyeti ele geçirmeyecek misin?
+ Hayır öyle değil, ne ben ne de o, orta bir noktada buluşacağız, yani eşit güçler ve eşit şartlar altında, yarım kalan nikahımızı kıyacağız.

- Yerler Gökler böyle bir nikah görmeyecek öyle mi?
+ Aynen öyle! Böyle bir aşkı kimse yaşamadığı gibi, böyle bir evliliği de kimse görmeyecek, herkes ama herkes davetli olacak.

- Ne zaman olacak bu, bak şimdi iyice heyecan bastı beni, kalbim durur vereceğin cevaba.
+ Olacak olan olur!

- Yaaa ahh!! tasavvufun bu cevabı net bir cevap değildir ki?
+ İyi düşün!

- Hımm.. hiç kolay değil ama.
+ Zorla biraz, anlayacaksın.

- Yoksa.. yoksa... Ha-dii canımmm !!...
+ Aynen öyle, doğru bildin.

- =)

+ ^_^

*-------------------*
Bu yazı tamamiyle hayali bir KURGU'dur.

Neva
03-01-2017, 14:22
Cok guzel olmus sevgili Felasife, ellerine saglik, Lilith nereden aklina dustu?

Felâsife
03-01-2017, 14:36
Cok guzel olmus sevgili Felasife, ellerine saglik, Lilith nereden aklina dustu?

Bir kaç etkeni var elbet, geçenlerde ana tanrıça şeytan kitabını okudum, orada uzunca bahsi geçiyor, yılan kadından, çocukları korkutan ucube misali bir yaratığa denmeyen kalmamış, bu mistik dişiliğe.
En son Şahmaran resmi verdinya, o da bir yılan kadınmış, aslında ta çocukken biliyordum hikayesini ama unutmuşuz işte, yeniden okuyunca üzüldüm açıkcası. Zaten o esnada forumda Lilith yazısı okuyordum, o yoğunluktan bu yazı çıktı.

Güzel oldu çıkan hikayeyi ben beğendim, seninde beğendiğine sevindim, teşekkürler. :)

zilenbur
06-01-2017, 03:39
+ Dişi enerji varya o çoktan yükselişe geçti, çünkü Erkek enerji en tepeye çıktı ve her zirveye çıkanın başına gelen şeyi o da yaşıyor.

- Neyi yaşıyor?
+ Düşüşü! O düştükçe dişi enerji de ivme kazanacak ve orta bir yerde buluşma olacak!

Gerçekten şahane. :) Lilith hakkında münferit öyküler okumaya gerçekten bayılıyorum ve bu kurgunun da arkaplanında kimi ezoterik, kimi tasavvufsal bilgilerle dolu olması, gerçekten mutlu etti beni. :) Eline sağlık!

Felâsife
06-01-2017, 11:04
Gerçekten şahane. :) Lilith hakkında münferit öyküler okumaya gerçekten bayılıyorum ve bu kurgunun da arkaplanında kimi ezoterik, kimi tasavvufsal bilgilerle dolu olması, gerçekten mutlu etti beni. :) Eline sağlık!

Teşekkür ederim zilenbur, Lilith'te bilemiyorum bir çekicilik ve gizem var, bende buna kayıtsız kalamazdım, böyle çekenleri de olması güzel, en azından yalnız değilmişim hissinin olması bile anlamlı.
Hasılı her şeyin bir enerji ve etki alanı var, nihayetinde onunda paylaşılması gerekiyor. :)

Bu arada Lilith hikayesi kadar olmasada, benim gene kendi içimde kurguladığım, Gizli bir sohbet! (https://yadi.sk/i/N3gplt1V37GKYM) kurgum vardı. :)

Felâsife
18-01-2017, 21:00
Lilith'in Aşkı! - 2
Zaten uyuyalı anca 1-2 saat olmuştu, onuda zar zor salonda kanepede oturtarak uyumuştum ki ağrılar sızılar içerisinde, sabahın kör vaktinde uyanmak hiç hoş olmuyordu. Uykudan gözlerimi açamıyorum ama beynim kendini kapatamadığı için de uyuyamıyordum, Lanet olası vücut gene kendi içinde, en berbat savaşlarından birini veriyordu, bense anca boş boş seyrediyordum etrafı, kalkıp otursam o da olmuyordu, iki arada bir derede kalmak böyle bir şeydi.
Ve bu yıllardır, hatta ömrümün yarısından fazlası da böyle sürünce, dinlenmek, istirahat diye bir şey yasaktı bana.

Kendi derdim yetmezmiş gibi eşimde kalkmış, bileklerim çok ağrıyor, masaj eder misin dedi sabah sabah. Ulan dedim kendi kendime, insan kendi derdine bile kalamıyor, ne enteresan dedim. Söylene söylene eşimin masajını yaptım o gitti yattı, ama şu hikayeyi de gider ayak ona anlattım, tabi gülerekte gitti.
Yaşlıca bir şey şehrin dışında ki kendinden daha yaşlı bir şeyhi ziyarete gider, o yaşlı şeyhin evide yüksekçe bir yerdeymiş, bizim yaşlı şey daha tepenin başında yorulunca, Yarabbi bir binek gönder diye dualar eder.
Çok geçmeden boz atlı Hızır, yanında bir tayla çıka gelince bizim yaşlı şeyh buna sevinir, lakin Hızır,
Bu tayı sırtına alacaksın ve hiç yürütmeden, tepede ki yaşlı şeyhe götüreceksin, o ne yapacağını biliyor der.
Tabi bizim yaşlı şeyh, şaşmış bu işe ama emirde büyük yerden olunca canını dişine takmış, düşe kalka, kan ter içinde şeyhe varır.

Yemişler içmişler, hoş sohbet derken tepedi ki şeyh, ee! ne var ne yok mânâ aleminde deyince.
O da Hızır meselesini anlatmış, Allahın eli dar bu aralar galiba, ben ondan at istedim, o sırtıma tay yükledi der.
Ardından da eğer yukarıdan bir şeyler istemezsen, alemde her şey süt liman diyede ekler.
Benim olayda tamda buna benzedi adeta, nefes bile almakta zorlanırken, masaj yapmak kel alakaydı ama birileri o alakayı pek güzel kuruyorlar.
Kimse sizi önemsemiyor, varsa yoksa herkes kendini düşünüyor.

Şeytan azapta gerektir!
Ülen dedim bu böyle olmaz, oldu olacak kırıldı nacak hesabı, tam dalayım bari dedim mistik aleme, nasıl olsa beni düşünen yok, benim kendimi düşünmeme ise hiç fırsat yok, öyleyse kimi çağırmalıyım diye düşündüm.
Bunu düşünürken gözlerim de uykusuzluktan açılmıyor ama beynim de durmuyordu ki uyuyayım.

Lilith, nerelerdesin. !!
Benim bu yaşadıklarımından haberin var mı? yoksa bunları başıma saran sen misin?
Eğer gelirsen soracağım çok şey var!

Cevap vermezsen de burada olduğunu hissediyorum, ruhum bedenimle bu kadar savaş veriyorken, bu savaş boşa değil, ardından bişi çıkacak o da sensin gibime geliyor. Sessizlik zaten kendi içinde öyle bir ip ucudur ki bunu ben yıllardır çok deneyimledim, senin ses vermemen senin olmadığın anlamına gelmez benim kitabımda, hoş gerçi benim kitabım dediğim şey, zaten mana aleminin kuralları değil mi?
Sen onu benden çok daha iyi biliyorsun, belkide o kitabı yazan da sensin. Böyle sessizlik hayra alamet değil.

İnsanların üzerlerine güneş doğdu, uayanıyorlar yataklarından, benimse gece tüm kabuslarıyla çöktü, deliriyor muyum yoksa.

Lanetler olsun ki delirmekte mükün değil, ona bile izin yok. Bu hengamede bile hâlâ bir şeyler düşünmek isteyen bir kafa, nasıl olur da delirebilir.
Lilithh !...

Kız Lilithhhh !!...
+ Merhaba. ^_^
- ?! Şükür sonunda gelebildin, hoş geldin!

+ Hiç gitmedim ki.
- Nasıl yani, hep burada mıydın?

+ Senin içinde bir savaş olacak ve ben başka bir yerde olacağım, bu mümkün mü!
- Başka zamanlarda mı böyleydi?

+ Hayatın boyunca, savaştığın o her geceler de bende yanındaydım.
- Yüzünü de görmedim daha ama o güzelliğini yıldızlardan almış güzellik, neden o zaman be...

+ Suss!
Kendi gürültünden gerçeği söylesem bile, bunu duyamacağını fark edebiliyor musun?
- Yani.

+ Yanisi şu ki benim orada olmam, sana konuşmamdan çok daha önemliydi.
- Ama ben bilmedikten sonra, nasıl bir önem ki bu!

+ Toysun daha çok pişmen gerekecek!
- Pişmesem olmaz mı, normal mi bunlar yani?

+ Aslında gene konuşmayacaktım, ama şu "Kız Lilith" lafın tüm direncimi kırdı
İtiraf etmeliyim ki hiç beklemiyordum böyle bir sözü.
- Valla geçen sefer öyle, bu sefer böyle, illa her seferinde orijinal bir lafı nereden bulacağım ben.
Kaldı ki baksana canım burnuma gelmiş ama öyle seyirci kalacaktım diyorsun.

+ Şimdi geldim, konuştum mesela geçti mi ağrıların?
- Hayır!

+ Gelmem vede konuşmam neyi değiştirdi.
- Hayat bazen bir ses bir nefes değil midir, yanımda birini hissetsem fena mı olurdu?
Biliyorum, 90 yaşıma da gelsem bu ağrılar geçmeyecek, sorun geçip geçmesinde de değil, o defteri çoktan kapattım.

+ Dediğim gibi ben genede gelmeyecektim ama o sözün yok mu, öldürdü beni ^_^
Hiç hatırlamıyorum ama bu sözü bana söyleyen ilk kişi sensin.
- Eşeğin canı yanınca atı geçermiş, benimkisi o hesap oldu, bilerek söylememiş değilim, özür dilerim.

+ Özür ne demek, bilakis hiç duymadığım bir sözün tuhaflığını yaşıyorum şu an.
Bunun bana söyleneceğini değil düşünmek, aklıma hayalime de hiç gelmemişti.
Gerçi şimdiye kadar duymadığım hakaret ve iftira kalmadı, İfritten Şeytana, yılan kadından bebek yiyen wampire hepsi söylendi ama bir arkadaş gibi Kız Lilith hiç söylenmedi.
- Her şeyin bir ilki varmış demek ki =)

+ En çok zoruma gidende, İnsanın çocuklarının analarını bu kadar kötü bilmeleri ki bu vefasızlığın bir tarifi yok.
- ANA dan kasıt sensin değil mi?

+ Elbette ama insanlar ANA diye başka şeylere yöneldiler, sadece kendini doğuranı bildiler, elbette o da önemliydi ama onuda doğuran vardı, bu böyle devam eti ve ta ilk başlarda ANA unutuldu ve içini başka şeylerle doldurdular. Bir tek toprak ana doğruydu ama onuda zamanla hiç ettiler, dünyanıza baksana toprak anaya edilenler, hangi evlat bunu eder!
- Toprak anayı hesap eden yok, insanlar bu konuda sınırsızlar, her türlü ruhsatı kendilerinde görüyorlar. Pişmanlık duyanı da yok.
Sana Alemin anası da derler mi?

+ O benim zaten!
- Upss!
Benim bi şiirim var, Alemin anası - Kalp bebeği (http://turandursun.com/forumlar/showthread.php?t=36994) diye.

+ Biliyorum, söyleyim mi bir iki kıtasını
- Bende bunu hiç beklemiyordum iyi mi? çok şaşırdım, fena olmaz herhalde.

+
İşte bebek bu bağla, Anayı nerede olursa olsun tanır!
Bu tanışma neticesinde, dua misali Anaya eller açılır.
Anada bu arza talip olup, şefkatle kucağına aldığında.
Haniymiş güzelim derken, o bebekte memeye yapışır.

Ana verir bebek alır, artık sevginin transferi başlamıştır.
Bu transferle bebek, yavaş yavaş gelişmeye başlamıştır.
Fakat alem ağlıyor, bu bebeğin Anası nerede denirsede.
Bebek Anasını tanır, zaten ağlaması da yeni başlamıştır.

Bu haliyle alem, öz Anasını, gerçekten kaybetmiş gibidir.
Onun için ağlamakta, üvey anaları bundan reddetmektedir.
Bu olay Musa ve annesinin, başından geçen olay gibidir.
Musa'nın da üveyleri reddedip, öz Anasını tanıması gibidir.

- Teşekkür ederim.
+ Ben teşekkür ederim, bunlar beni anlatıyor.
- Nereden nereye, yıllar önce yazdığım bir şeydi bu.

+ Niye yıllar deyipte, bu anı geçmişte bir yerlere sıkıştırıyorsun.
Bırak canlı kalan iyi şeyler, şimdide de canlı kalsın.
Olacak olan oluyorsa, ne geçmiş gelecekten, ne de gelecek geçmişten ayrıdır, şu an sadece bir köprü konumundadır, geri gittiğinde üzülmediğinde, geleceğe gittiğinde de üzülmediğinde GEÇMİŞ VE GELECEK diye bir şey kalmaz ki, her şey şu an da olur ve biter.
Bunları da yazan sen değil misin?
Güneşin doğuşu batışı tekrardan başka bir şey değil.
O tekrarlar tek'i anlatır, maksatıysa teferruat değil.
Sen o tekrarlarla hayalinde garip bir hesap tutarsın.
O tuttuğun hesap dahi, tek bir günü unutturası değil.
+ Teferruatların seni aldatmasıa izin verme!
- Her yazdığımın adamı olsam, kim bilir nerelerde olurdum.

+ Aynı şeyi yapıyorsun, farkında mısın?
- Eheh, bunu bilerek yaptım, sen nasıl ki beni gördüğün halde gözmezden geldin, bende seni duyduğum halde duymazdan geleyim dedim. =)
Senin yaptığını bende sana yapmış oldum, senin aynan oldum.

+ ayyy! öldürürsün sen insanı ^_^
Ağrılar sızılar içerisinde kıvrandığından demler vuruyorsun, lakin espriden de geri kalmıyorsun. Sevsinler senin aynanı.
- Çaresizliğin içinde gelişen ironik çözümler diyelim buna, su aka aka, şeşe şaşa yolunu buluyor.

+ Vay vay vay! acımı da yaşarım, esprimi de yaparım, felsefeden de geri kalmam diyorsun yani.
- "Kronik vakaya ironik yaklaşımlar" felsefem bu.

+ Felsefeni de sevsinler. ^_^
- Çok bekledim çok ümitler ettim ama baktım ki biteceği, duracağı yok, sana rağmen yapacağımı da yaparım dedim.
Uykusuzluğu yazıya, ağrıları düşünceye, ümitsizlikleri şiirlerime evirdim, bir enkazdan kendime yetecek kadar da olsa bir dünya oluşturdum.
Bu benim dünyam. AS la boyun eğmeyeceğiz!!

+ Bu sizin hastalığın sloganı da değil mi?
- Evet, pek kimseler bilmez ama öyledir, hatta benim bu isimde de şiirim vardır.

+ Bana ne zaman şiir yazacaksın?
- O biraz zor gibi, zira çok tanımayınca fikir pek oluşmuyor, haliyle zor bir durum.

+ Sanki Zümrüd-ü Ânka (http://turandursun.com/forumlar/showthread.php?t=39118) 'yı çok tanıyordun değil mi? O da efsanevi, o da yokluklarda, ona yazdın şiir, onun da hepi topu bir iki yazsını okudun o kadar!
- Ama Ânka bizim edebiyata da girmiş, Nebi'sinden Şeyh galibine cümlesi Divan edebiyatında nakış gibi işlemişler, ben onların yanında mendil bile olamam.
Ama Alemin anası şiiri senin olsun, hatta sana olsun ne fark eder ki o boyutta zaten insan bile yok!

+ O tamam onda sıkıntı yok, ben alemin anasıyım, alem benim bebeğim ama Lilith'te sıkıntı var, insanlar Lilith ismini bilmiyorlar, bilenlerde duyunca bile ifrit oluyorlar, anlayacağın Lilith ile sıkıntım var, zira bu adın temize çıkması, aklanması, gerekiyor.
- Çok zor gerçekten bu kadar lanetler, beddualar, nefretlerle örtülmüş, hemde kutsal olarak örtülmüş bir isim, nasıl temize çıkabilir.

+ Neyse zamanı geldiğinde, bir çiçeğin çiçek açması nasıl ki kaçınılmazsa, kaderiyse, bu isminde aklanması öyle kaçınılmaz bir kader olacaktır, Neticede tüm nefretler bir gün onları kucaklamak için sırada beklerken, kimse en nefret edilenden kaçamaz.
Kaçamayacaklar!

Bir söz var "Neyi inkar ediyorsanız onu güçlendirirsiniz, neye saplantınız varsa onu kendinize çekersiniz." onlar beni kendilerine ister istemez çekecekler, bu çekişle öyle bir noktaya gelecekler ki, "acaba" dedikleri anda şüphe kıvılcımları onların kalbinde ki bir yangını çoktan başlatmış olacaktır.

Her şey yanıp bitip kül olduğunda, önceki kimliklerinden geriye küllerden ve tozlardan başka bir şey kalmadığında, İşte o zaman ben onların sevgili Lilithleri, sevgili Anaları olacağım.
Ben bebeklerimi hiç bir zaman kendimden ayrı görmedim, ama o bebekler analarını hep ayrı gördüler, düşman bellediler.

-Bir şey sorabilir miyim?
+ Sor!

- Tercih yap deselerdi, Analıktan mı yoksa Lilithlikten mi vaz geçerdin?
+ Tek mi cevap istersin.
- Evet.

+ Analıktan vaz geçerdim! Zaten geçtim de!
- Uppss!!
Bu kadar net mi?

+ Evet, çünkü insanlar analarının kıymetini hiç bir zaman bilmediler, bilemediler, hele de erkek zihniyeti asla Anadan yana olmadı.
Ta Havadan Meryeme kadar bu böyle yazıldı.
Meryeme bakar mısın? babasız bir çocuk meydana getirdi ama İsa ne yaptı, dağlarda çöllerde baba aradı, yetmedi göklerde aradı, baktı bulamadı Tanrıyı baba belledi, ondan sonra gelenlerde bunda ısrar ettiler, bir BABA/OĞUL muhabeti aldı yürüdü.
- Meryem n'oldu?

+ N'olacak, koca bir hayal kırıklığı yaşadı, başka bir şey değil.
Canım benim o da benim durumumun bir benzerine düştü, tamamen ondan bir parça olan çocuk, erkek eli değmediği halde ondan oldu ama İsa benim babam nerede? diye, baba aradı durdu.
Meryem şaşırdı kaldı bu işe, yavrum senin baban yok, ananda babanda benim desede o dinlemedi, o çok bilmiş harikâlar çocuğu bunu anlayamadı bir türlü, hoş gerçi kimseler inanamadı bu işe ama Meryem resmen yıkıldı. Bir avuç ona inanla birlikte münzevi bir hayat yaşadı.
Zaten hikayesi de bam-başka bir şekilde evrildi gitti.

Hani kuranda diyorya, İsa, Adem gibidir, Meryem de aynen ben gibidir!
İsa ve Adem babasız doğdular, Meryem ve bende erkeksiz çocuk doğurduk!
- ufff..!!!

+ Tabi bunun sonuçlarını bende bilemedim Meryem de, o yönden ikimiz kader ortağıyız, çilemiz benzer ama genede Meryem benden daha şanslıydı, bu olay onda bende ki kadar çok kötü olmadı, ayrıca bu bir tecrübe de oldu.
O yüzden ANALIK evet o her zaman kadimdir ama ANALIĞIN kendinden ben ve benim gibiler çoktan vaz geçtiler.
- Yani "Denenmemişliğin ardına bakmak, düşünülmeyenin peşinden koşmak" sizi de gafil avladı öyle mi?

+ Öyle oldu diyebiliriz, denenmeden bir şey belli olmuyor, dene, bak, gözle ve sonuç;
Analık bir fiyaskoymuş, kısaca olayımız bu bizim.
- Vay be! olayı hiç bu yönden düşünmemiştim.

+ Olay hayallerde, insanların hayalleri çok kıymetli.
El de olan bir anadan, hayalde ki bir baba her zaman cazip geliyor.

İnsanlar sahip oldukları şeylerin kıymetini bilmiyorlar... insanlık bile ilk insanı arıyor, yani Adem'i aramıyor mu?
Yanında ki anasına babasına ne kadar kıymet veriyor, sonuçları ortada, kıymet veren arar mı?
- Ama aramasalar seni de bulamazlar, öyle değil mi? Sende tanınmadığından bu yüzden şikayet etmiyor musun?

+ Ben dediğim gibi sütten ağzım yandı bir kere, daha doğrusu ağzımız yandı, ama en azından insanlar ellerindekilerin kıymetini bilsinler, bize o bile yeter!
- Ama o zaman sen, hiç bir zaman hayalden ve iftiralardan kurtulamazsın.

+ Ben hayal değilim ki, sorun orada, hayalde olsam elde tutarlardı beni. Beni hayal etmek için başka hayaller üretip, beni de onların altına gömdüler.
Yoksa hayaller kıymetli demiştim, hayalin büyüsü vardır çünkü, aklı baştan alır, beni inkar demezlerdi o zaman.

Başa düştü mü?
- Düştü, düştü!

+ Öyle basit değil bu mesele yani, üstte ne dedim, nefret ettiğini sevmeden gün yüzü görmek yok, ya sevecek ya sevecekler!
- Ahaha, acaba seni hiç çağırmasaymıydım ne! =)

+ Senin hastalık dediğin şey de bir hastalık değil ki o bir hâl!
- Nasıl yani, boşa mı uğraşıyoruz tedavi edeceğiz diye, gerçi ben bıraktım gayri tedavi işnide.

+ Aynen, sevinme, üzülme vb. leri de bir hâldir, bunlar tedavi edilebilirler mi?
- Obarak!!

+ Neden seninle konuşmadığımı da biraz biraz anlıyorsun değil mi?
- Valla hani ne derler azıcık bir aklım vardı, onuda sayende yitirdim mi? demeliyim ne demeliyim bilemedim, ama seninle konuşmak çok keyifli onu söyleyebilirim.
Şimdi ağrımı sızımı tüm şiddetine rağmen unuttum desem, yalan söylemiş olmam. Sen çok yaşayasın hemi.

+ Hah biraz keyfin yerine gelmişken, şu korku meselesini de iki çift lafla bağlayalım. İllaki sevecek, nihayetinde insan sevdiği şeyler icat ettikçe, idealler, dinler fark etmez, illaki bunun karşısına da sevmediği şeyleri koyarlar ve başlarlar onunla savaşmaya, fakat ne gariptir ki o şey yok olmak yerine, gittikçe daha güçlü bir hale gelir, öyleki o hiç bir zaman kaybolmaz.
- Sevmediğin ot burnunun dibinde bitermiş.

+ İşte ondan, bunun sebebi de hayatın böyle çekim alanlarının olmasıdır, yani enerji olarak zıtlar bir birilerinin karşılarına otomatik olarak gelirler. O yüzden zıt gruplar içerisinde olanlara huzur diye bir şey yoktur. Bunun tek istisnası vardır o da zıttını sevmek, yani korktuğun şeyi sevebilmek, o olmak, onunla olabilmek.
İmanın zıttı inkar, inkarın zıttı imandır, bu iki zıt bir araya nasıl gelecek! İman eden inkar, İnkar eden de iman etmedikçe, bir araya gelmiş olamaz.
Yani korktuğunun üstüne gitmeden, onu yaşamadan içsel gerçek, kendi yüzünü göstermez.
Adam iman ediyorum der, oysa içinde ne tür bir inkar besliyordur, bunu kendi de bilmez, aynı şekil inkar eden de içinde öyle bir iman saklar ki bunu bilmez, hep ondan kaçar. Bu yüzden ya sevecek ya sevecekler dedim.

Neyse bunu boşverelim, nasıl olsa devran dönecek, günler nelere gebe kimseler bilmez, bilinen hayat kimselere iltimas geçmez.
Ortam biraz yumuşasın mı?
- Tabi neden olmasın, güzel olur.

+ İsa'nın aşkından haberin var mı?
- Neyy... yok daha neler! Baba/oğul meselesinin ardında bir aşk mı var?

+ Hayır canım ne münasebet! ne baba oğulu, o insanların duymak istediği, hayallerin de dizayn ettikleri İsa'dır, sana gerçekte ki İsa'dan bahsedeceğim.
- İSA ve AŞKI
Amman sabahlar olmasın!
Gecemiz hep böyle olsun!!
Alem muhabbet duysun!!!

+ ^_^
- =)

Devam edecek ...

Felâsife
21-01-2017, 22:17
+ Ama sana daha önce İsa'nın nasıl babasız oluştuğunu, Meryem'in doğuruşunu anlatayım, İsa'nın aşkına öyle geçelim, zira orada hiç hesap edilemeyen bir sembolizm var.
- Tamam, bana uyar.

+ İyi dinle, mesele karışık çünkü.
- Tamamdır.

+ Meryem'in erkeksiz çocuk doğurması, normalde DOĞA kanunlarına aykırı, bu iş için illa 1 Kadın 1 Erkek gerekiyor, ve bu Kadın ve Erkeğin özelliklerinin de çocuğa geçmesi gerekiyor, ki o çocuk ebeveynlerinin tüm özelliklerini miras alsın, ayrıca daha önceki ebeveynlerinin de miras aldıklarını da alsın.
Önceki ebeveynlerini de 1 Kadın ve 1 Erkek doğurduya, geriye doğru olanları da kalıtım yoluyla miras alsın. Dolayısıyla Çocuk tüm atalarının Kadın ve Erkek olarak hepsinin, özelliklerini bünyesinde toplasın.
Buraya kadar anladın mı?
- Gayet iyi anladım.

+ Şimdi Meryem'in burada yaptığı, aslında bu kalıtım denen zincirde bir kırılma, bir kopma oluşturdu.
- Erkeksiz çocuk doğurduğu için mi?

+ Evet, erkeksiz çocuk olunca, bu o çocukta bir eksiklik meydana getirdi. O çocuk her ne kadar harikâlar gösterse de bir yanı hep eksik oldu.
- Baba!

+ Evet, çünkü Meryem onu eksik doğurdu, Meryem, adı üstünde Kutsal Meryem'di o münzevi ve çok inançlı biriydi, Meryem'in annesi ona hamileyken, onu Rabbine adayacağını söyledi ve öylede yaptı, bu zamanla Meryem'i kutsal denilen o noktaya ulaştırdı, onu adeta Tanrıçalaştırdı, öyle ki inkar denen şey ona hiç yanaşamadı bile, o yüzden bir erkeğin ona yanaşması diye bir şey asla olamazdı. Işıl ışıl bir kadındı, güneş gibi parlıyordu.

Zaten bu yüzden kucağında çocuğu görenler, onun bir erkekle birleşeceğine de inanmadılar, Meryem asla öyle birisi değildi çünkü.
Meryem öyle halk ile iç içe de biri olmayınca, hep uzlette yaşadı, inzivalar da kaldı, manastırlar da hayat sürdü, kalabalıklardan hep uzak durdu.
- Yani Meryem hiç normal bir insan gibi yaşamadı, öyle mi?

+ Hem de hiç!
O Rabbe adanmış bir çocuk olarak doğdu, ve öylede yetişti.
Tabi o inzivada ki bir çiçek, manastırlarda ki bir gül oldukça, hayata dair, insanlığa dair, bir takım özellikleri yavaş yavaş yitirmeye başladı, o normal bir kadın değildi artık, o sâf bir sevgi, bir ruh olmuştu.
Kutsal Meryem denmesi bu yüzdendir. Uzun süre inziva da kalınca, insani özellikler gider, yerine ruhani özellikler gelir. Meryem de tam böyle olmuştu.
- Peki çocuk olayı, çocuğu olmasını Meryem mi istedi?

+ Hayır, Meryem istemedi, Meryem istemeyi bile isteyemeyecek durumdaydı, Meryem hiç manastırdan çıkmasın, hep bir oda da kapalı kalsın, hiç şikayet etmezdi ki? istekleri arzuları yoktu, dedimya insani özelliklerini yitirmişti Meryem, o artık bedeniyle de bir ruh olmuştu. Tabi %100 ruh değildi, öyle olsa o bedene de artık ihtiyacı kalmazdı ama bir kadının bu dünyada olabileceği en üst seviye de bir ruh olmuştu.
- Eksiklik bunun neresinde?

+ Hayat içindekilerle bir BÜTÜNDÜR bunun içinde ki bir şeyi alıp, onu %100 kullanınca, bunda da ısrar edince, onun karşıtı diğer şey %0 a düşer.
Hayatta her şey ikilidir, ve bunların %50 %50 payları vardır. Bu denge bozulursa insanda ki denge de bozulur, kırılma meydana gelir.
Sizinkiler demez mi? "Ne var alemde, mevcuttur Ademde"
- Yalnız Adem burada kinayedir, ondan kasıt insandır, o da kadın veya erkek fark etmez.

+ Bunu biliyorum elbet.
Özetle, Meryem çok temiz, çok pâk, çok kutsaldı, doğrudur ama insani değerler, hayatın koyduğu kurallar açısından da yarısı yoktu!
- Eksiklik dediğin bu muydu?

+ Evet, bu eksikliktir, bu mükemmellik değildir, mükemmellik diğer yarıyla tamam olur, yani Erkek ve Kadın bir araya gelecek, 1 bebek yapacak, mükemmelliğin sembolü budur.
- Çocuk bir nevi mükemmelliğin işareti, göstergesi midir?

+ Aynen, mükemmellik BÜTÜNLÜKTÜR aynı zamanda, bütünün parçalayınca bu mükemmellik olmaz.
- Meryem'in de çocuğu olmuş, o niye mükemmelliği temsil etmiyor, çocuksa o da çocuk!

+ Hangi bebek doğduğunda konuşur! bu doğanın kurallarına aykırıdır. Mükemmellik içinde acziyetten kusurlara, muhtaçlıktan zamana kadar pek çok şeyi içerir. Mükemmellik TAM demektir, içinden bir şeyleri ayıklayıp sunulması mükemmellik olmaz, eksiklik olur.
- İsa'nın babasız oluşunun eksiklik olması ilginç tabi!

+ Zaten en büyük özelliği babasız olması ama bu aynı zaman da en zayıf tarafı, o yüzden BABA arayıp durduya zaten.
Meryem kendi eksik olunca, ondan doğan da ister istemez eksik oldu!
Meryem bu işe çok üzüldü ama o hakikaten bu işin böyle olacağını bilmiyordu, zaten çokta masumdu, bebekler gibiydi, kutsal ruh ona ışıl ışıl bir erkek gibi görününce, bu Meryem'i çok heyecanlandırdı ve kendide henüz bir bedende olduğu için, bu içsel reaksiyonları tetikledi, bebeğin oluşma şartları oluştu ve mucizelerin bebeği doğdu.
Çünkü Meryem erkek ve kadın genlerine sahipti. Hatta Meryem daha ileri gitse, benim kader aynası ile yaptığım gibi, içinde ki o erkeği de çıkartabilirdi.
- Aman çıkartmasın, dünya bir Lilith faciasını daha kaldıramaz.

+ Hahaha,
- Hahaha,

+ Var mı bu konuda sormak istediğin, bak başka kimseyi bulamazsın böyle anlatan. ^_^
- Valla ne sorayım, masal gibi anlatıyorsun ki, ne sorsam saçma olur herhalde.
Aslında hesap edilemeyen bir sembolizm var dedin, onu çok anlamadım.

+ Doğru tabi onu unuttuk, Meryem babasız çocuk doğurması bir eksiklik dedik, aslında Adem'in de annesiz çocuk doğurması da eksikliktir.
Gerçi daha önce bunun böyle olmadığını söylemiştim, ama semavi dinler Adem'in kaburga olayına TAM inanırlar.
Hasılı Meryem'in babasız çocuk doğurması, Adem'in annesiz eşini doğurması eksikliktir. Eksik olmaması için ANNE ve BABA yani İMAN ve İNKAR, 2 zıt olmalıdır, anca böyle BÜTÜNLÜK olur.
Şimdi İnsanların inançlarına gelelim, İnkar erkeği, İman kadını temsil eder, semboliği budur.
Normalde iman inkara, inkar da imana muhtaçtır. Bir birleri olmadan var olmazlar, ZITLAR bir birlerine muhtaçtır, varlıkları birlerine bağlıdır.

Hal böyleyken bu ZITLAR birlerini kabul etmezler, karşı ile birleşmeyi reddederler.
- Senin Adem'i reddettiğin gibi mi?

+ Dur şimdi onu karıştırma, kabul etmeyince birleşme de olmaz, haliyle çocukta olmaz.
- Meryem'le Adem'in olmuş ama.

+ Sabırlı ol oraya geliyorum, diğer türlü Adem ve Meryem de olduğu gibi tek taraflı çocuk olur, olmaz değil ama bu eksikliktir, doğaya uygun değildir, bütünlük hiç değildir.
Bugün insanlar babasız ve annesiz çocuk olmaz derler ama yaptıkları işleri, düşünceleri babasız ve annesiz çocuk doğurmak üzere inşa etmişlerdir. Felsefeleri, ideolojiler, inançları bu temel üzerindedir, kendilerini de bu yönde kanalize etmişlerdir.
Bu en KUTSAL şeyleridir, oysa en kutsal dedikleri şey ise eksikliktir.
- İnanan ve inanmayan aslında benzer şeyleri mi yapıyor?

+ Aynen öyle, aslında ikisi de yanlış yapıyor ama bir birlerine baktıkların da birlerini eleştiriyorlarya, bu bir birlerinden kendilerine yansıyanları gördükleri için böyle oluyor. Aslında aynada kendi terslerini görüyorlar.
- Ayna yalan mı söylüyor, n'oluyor da böyle oluyor?

+ Aynalardan daha büyük yalancı mı vardır dünyada? Ayna doğrudur seni gösterir, ama ters gösterir, sağ elin aynada sol olur, sol gözün aynada sağ olur.
Tıpkı bunlar gibi, Hayat aynasın da imanın inkar olur, inkarın da iman olur. Hayat aynası da böyle ters gösterir bunu.
Asla imanı iman, inkarı da inkar göstermez!
- Yani şimdi bu insanlar, bir birlerine ayna mı?

+ Bir birlerinin kusurlarını gördükleri bir ayna, aynalar olmasa insanlar İÇ ALEMLERİ nasıl görecekler.
İnsanlardan çıkan, her türlü, söz, fikir, düşünce, inanç, ideoloji İÇ ALEMLERİNİ gösterir, kast ettiğim budur. İnsanlar bir birlerinin içine bunlarla bakarlar. Orada da iman ve inkar neyse onu görürler.
- İnsan kendi içine bakamaz mı?

+ Bakar da kendine kusur kondurmaz insan, kendini acımasızca eleştirmez, insanlar kendine karşı hep affedicidir. Biri yıllarca dinsiz yaşar, kafası bozar bir gün dindar olur, tam tersi de olur, inkarcı olur... Sonuç insanlar kendilerine merhametlidir, kolayca geçişte yaparlar. Ama mevzu karşı olunca, yapılmayan bırakılmaz.
Aslında insanlar karşılarına kızdıklarında, bilmezler ki kendilerine kızarlar.
- Sembolizmi şimdi anladım.
Peki sen Adem'le birlikte olsaydın, bu işler gene böyle olur muydu? İman ve İnkar böyle ayrı, bir birine düşman olur muydu?

+ Kader nedir biliyor musun?
- Yazgı, önceden programlanmış bir şey.

+ Orası öylede, neden buna da Kader denmiş, neden böyle kavgalı olmasından Kader mes'ul olmuş, bunu bilir misin?
- Bildiğim, olduğu kadar, olmadığı kader!

+ Ne münasebet! olduğu da kader, olmadığı da kader!
- Bunu nasıl açıklayacaksın merak ediyorum. =)

+ Açıklanmayacak bir şeyi yok, nasıl olsa kimse bunu bu şekil kabul etmez/edemez. Sonuçta insanlar da İRADE vardır ve o irade ile kendi yollarını kendileri çizdiğine inanacaklardır. Bu İrade olayı, iman ve inkar ehline iyi gelir, neticede iradeleri vardır. İrade olan yerde Kadere kim inanır!
- Kadere iman, imanın da şartı ama.

+ Onun için mi? ölene kadar ibadet ediyorlar! Onun için mi bu kadar maddiyat peşinde koşuyorlar, onun için mi olayları bu kadar insanlara mal ediyorlar.
Kader de insan iradesi olmaz, hayata gelmesi, dili, dini, rengi, cinsiyeti, ailesi vs. bir sürü şeyi Kader tayin eder, sonrası bile bu şekilde devam eder, hatta kimse, nerede, ne zaman öleceğini de bilmez, bu kadar bilinmezler içerisin de yaşarlar, hatta yarınlarını bile bilmezler ama genede irademiz var deyip, koşturup durmaktan geri de durmazlar.
- Ama insanlar tamda bu koşuşturmacalarına, kader deyip iman ediyorlar, kaderimi kendim yazıyorum, kaderim de varmış ki iman ediyorum, Tanrı beni seçmiş, ona şükran ediyorum diyorlar.

+ Bu kadere iman değil ki, bu adeta kişinin kendini kutsamasıdır, hemde seçilmiş olarak, ulvi bir yere getirmesidir. Kaderde ki rollerin iyisi kötüsü olmaz ki, bu insanların kendi yakıştırmasıdır, böyle zannetmesidir. Kader'e göre zaten herkes SEÇİLMİŞTİR, seçilmiş olmayan yoktur. Fakat kişi burada sadece kendini seçilmiş sanınca, işte o AYIRIM dediğimiz, bütünlüğe aykırı olan şey karşımıza çıkar.
Kader bu değildir. Bu kadere iman da değildir.
Kadere inanan biri, kaderin herkese bir rol biçtiğine inanır, dolayısıyla kimse kendiliğinden bir şey yapmaz, herkes rolünün hakkını verir. Hal böyle olunca da o kişide iç barış olmuş olur. Öteki türlü İnananlar bile zıtları savaşır dururlar.
- Kaderde savaş yok mudur?

+ Olur mu? kader demek barış demektir. Onu anladığın da suçlayacak kimse kalmaz ki?
- Bu kadar suçlu olan yerde, kadere iman da yoktur öyle mi?

+ Ben sustum, sen ver cevabı.
- Sen susarsan, ben dünden susarım.

+ Sözün özü Adem'le benim meselem de kadermiş, bende ilk başlarda anlamamıştım ama sonradan anladım ki hepsi de kadermiş!
- Ne zamandır bunu demeni bekliyordum. =)

+ Öyleyse ve İsa'nın aşkına gelelim, onuda söyleyeyim de tam olsun, eksik kalmasın ^_^
- Yani bu kadar eksiklikten bahsedip, onu eksik bırakmak olmaz.

Devam edecek ...

Felâsife
23-01-2017, 04:44
- İsa'nın Aşkı! -
İki Aşk!
♥ ♥

+ İsa'nın son zamanlarını okudun değil mi? orada bir şey fark ettin mi?
- Evet, sanki biraz sinirli gibi bir İsa hissettim, adeta çevresine saran, onları azarlayan bir İsa.

+ Başka?
- Ölüme gitmesi mi? sanki intihar etmek gibi bir şey bu.

+ Aynen ama bir insan ölümün üstüne bu kadar gitmesi, başka bir şeyden kaçtığını da göstermez mi?
- Dünyadan!

+ Kısmen.
Aslında İsa'nın kafası karışıktı, o son zamanlarda ki sinirli hali de bu yüzden, biran önce dünya bitsin diye ölüme yürüdü ama hikaye bitmedi ki, devam etti ve İsa kimselerin bilmediği, gözlerden ırak bir yerde, genede yaşadı aşkını.
- Bu benim Muhammed'in aşkını anlattığım gibi, planları tutmayan bir İsa'dan mı söz ediyoruz yoksa.

+ Ayısının tıpkısından hemde, kadın çok güzeldi ve İsa'da anca "Seni kalbime gömdüm" diyebildi ona ve yolunu ayırdı, bu kadını güyâ kalbine gömdü. Sonrada peygamberlik işlerine gömüldü gitti tabi.
Lakin hiç bir zaman unutamadı.

Kalp bir mezarlık mı (?)
- Değil elbette, oraya bir şey gömülemez, illaki orası kabarır ve ne var ne yok ortaya çıkar, insanlar kalpten olan duygularını gizleyemezler.

+ İşte o çok bilmiş, bilgili İsa'da o aşkı kalbine gömebileceğini sandı, nasıl olsa kimseler de görmeyecekti, lakin bu boyundan büyük bir sözdü.
Gömmek ne mümkün! Aşk gömülemez!

İsa kontrolden çıkmıştı bir kere, kimselere de diyemeyince, ölüyüm de bitsin bu işkence dercesine ölümüne gitti.
Tahammülü kalmamıştı artık.
Ölümüne hiç direnmedi bile, çünkü tek kurtuluşu buydu ona göre, bütün hesaplarını bu yönde yaptı.
- Aşk için kendini feda etmek, tam da aşıklara göre bir tercih.

+ O kendini feda etti, doğrudur ama o insanların dediği gibi değildi mesele, insanlar onun bu fedakârlığını din ile örtüler. Bunu Tanrı ile özdeşleştirdiler. Tanrı için ölüme gitmek kulağa ne kadar hoş geliyor değil mi? ya da o insanların günahları için bir kefaret!

İsa bizim için ölüme gitti!
Bu ne kadar âsilâne, onurlu bir davranış değil mi?
- Hadi ya! Muhammed'in aşkı da bir din ile örtülmüş, aynısı İsa içinde mi oldu?

+ Gerçek hiç bir zaman söylenenler gibi olmadı, İsa, Tanrı için bile ölüme gitmedi, o sadece kalbine gömdüğünü sandığı bir aşktan, bir beladan, ruhunu yakan o kor gözlerden kurtulmak için, ölümü tercih etti.
Ölümü göze alamayan, aşkı bilemez!

Bu aşk İsa'ya göre, imkansız, yasaklarla örülü bir aşktı. O öyle zannetti, neticede bir peygamberdi, bu daha önemli bir görevdi diye kararını verdi.
Fakat verdiğine de bin pişman oldu, çünkü Aşk yakan bir şeydi, yangın da gittikçe büyüyordu.
- Hele de bunu kimselere söyleyememek, en fenası da bu olsa gerektir.

+ Kim dedi aşıklar, aşkını bülbül gibi şakır diye!
- Haklısın.

+ Aşk konuşturmaz insanı, çünkü yasaklarla örülüdür etrafı, normal bir insan anlatamaz bunu, insanların gözünde küçüldükçe küçülür, taşlanır çünkü, hele ki İsa, o dev gibi sözleri, dokunduğunu iyi etmesi filan derken, bir adı var alemde, insanların gözünde bir namı var, babasız doğmuş bir unvanı var, sıradan basit bir kadın, hele de buna bir de fahişe demişlerse, o halkİsa'yı da taşlamaz mıydı?
- Ama genede madem aşk ölümü bile göze almaktır, neden korkuyor ki? böyle ölsün!

+ Unuttuğun bir şey var!
- Nedir?

+ İsa'da da "İki Aşk!" var!
- Ayyy... şimdi anladım,"İlahi aşk!" ve "Aşkın ilahileşmesi!"

+ Yaaa... Bu İsa ne yapsın! birinden vazgeçecekti, o da kendince doğru tercihi yaptı.
- Bu tercihi yaptığı içinde, kendini ispat etti ve Tanrı tarafından ödüllendirildi.

+ Aynen, İki Aşk! - İki hikaye! - İki örnek! - Muhammed ve İsa
- Başkaları da var mı?

+ Başkalarına gerek var mı? Bunlar yetmez mi? Bunları anladın da başkaları mı kaldı?
- Mükemmel !!!

+ İsa ve Muhammed bir madalyonun iki yüzüdür ve ikisinin de sırları aşktır.
Sır denilen şey zaten Aşktır, başka hiç bir şey sır değildir!
- Dinler büyük aşkları örtmek için, mükemmel zemin oluşturmuş anlaşılan.

+ Bu öyle bir zemin ki, babasız doğan ve insanların Tanrı olarak gördüğü birini bile, bir sefil gibi çarmıhta öldüğüne inandıracak kadar hikayeler de üretebilir.
İsa, asla normal insanlar gibi ölemezdi, bunu akıl edemediler!
Normal insanlar gibi yaşamadı ki normal insanlar gibi ölsün!
- Kendileri gibi görmek insanlara iyi geliyor demek ki!

+ Kaç kişi bir tarafta aşkı, diğer tarafta peygamberliği arasında seçim yapabilir ki? ama onlar yaptılar ve peygamberliği seçtiler.

İşin aslı Muhammed de İsa da büyük oynadılar. Kendilerince büyük planlar yaptılar ama bu oyun onların sandığından da çok çok daha büyük bir oyundu.
Her şeyi göze aldılar, ölümü bile ama hesap etmedikleri tek bir şey vardı?
- Tanrı mı?

+ Aynen, Tanrıyı hiç hesap etmediler, tüm zamanların en sessizi mesele aşk olunca, devreye girer ve son dokunuşları o yapar.
- Hakikaten ya Muhammed meselesinde de o Zeynep dokunuşları olamasa, kimsenin haberi de olmayacakmış o meseleden.

+ Dedikya Aşk bir sırdır ve bunun bütününü yerde kimseler bilmez, tüm boyutları ile sadece Tanrı bilir ve o da kendince bunu öyle bir şekle sokar ki gene kimseler bilmesin diyedir bu. Bu işin kokusunu alanlar, şüphelenenler bu meseleden ayrıdır.
Zira Tanrı aşka büyük saygı duyar. Onun için her şeyi yapar, her kanunu, her yasayı, her töreyi deler geçer, tüm planları bozar, hatta doğanın kanunlarını bile hiçe sayar.
- Yani İsa o gün gerçekten ölmedi mi? peki aşkını yaşadı mı?

+ Şüphen mi var!
Bu aşkı yaşamadan İsa nasıl ölebilirdi ki? Kader böyle bir şeye asla izin vermez!
Çarmıha kadar olanlar kağıt üstünde İsa'nın planı idi ama sonrası ve öncesi tamamen Tanrı'nın planıdır, kaderin oyunlarıdır, o gün orada bir vizyon gerçekleşti ve İsa'yı öldürdük zannettiler, oysa başkasını öldürdüler, İsa başka taraftan, aşkına doğru çoktan yollara düşmüştü bile.
- Ya Havariler!

+ Onların ve İsa'ya inananların kalplerine Tanrı tarafından bir korku salındı ve hepside ortalardan kayboldu, düşünsene Tanrı kadar önemli biri öldürülecekti ve buna gökler nasıl kızmazdı !...
Bir inanan, bu olaya nasıl şahit olabilir?
İnançlı kalpler nasıl tahammül edebilir?

Buna kimse şahit olmak istemedi o yüzden saklandılar, sindiler, hele de iman edenler asla o yöne bile bakmaya cesaret edemediler!
Korku dağları gerçekten sarmıştı, bu korku ona inananlara yetti !...
Hatta o korku kalıtım yoluyla, onlardan sonra gelenlere bile yetti !...

Korku kuşaklardan kuşaklara aktarılan bir şeydir!

Bu korkuları yüzündendir kiİsa öldü diye bildikten sonra, inananlar Hristiyanlığa dört elle sarıldılar, o korku ile dört bir yana Hristiyanlığı anlattılar.
Bunu parayla pulla, yalanla dolanla asla yaptıramazsınız, bunu anca gönülle yaptırabilirsiniz. Onlar bu gönüle, pişmanlıklarıyla sahip oldular.
- Bir dakika! İsa onlar için aşkından vazgeçti ama onlar İsa için hiç bir fedakârlıkta bulunmadı, öyle mi?

+ Öyle!
- Ne trajik bir son!

+ Ama sonradan bu trajediyi affettirmek için de çok çalıştılar.
Çünkü onlarda biliyorlardı ki onlar İsa'yı yalnız bıraktılar, onu savunmadılar, onun için hiç mücadele etmediler.
Meryem'in oğlu İsa yalnız öldü! Bu tarihe böyle geçti!

İste bu pişmanlık yüzünden de Hristiyanlık bu kadar yayıldı.
Sevgi dini dedikleri şey, aslında bir korku ve pişmanlık dini olmuştu.
İsa günahlarımıza kefaret olarak öldü derlerken, bu en dipte de onların İsa'ya olan, gecikmiş bir vefâ borçlarıydı.
- Çok ilginç!

+ Daha ilginci, sonradan Hristiyanlar bu korku ve pişmanlığı unuttular, daha doğrusu bunu bir günah olarak evirdiler, ve içini başka bir şeyle doldurup, bu günahı başka bir olaya bağladılar. Çünkü bunun hatırlanması, hakikaten insanlara acı veriyordu, onun yerine günah ve vaftiz ve af ile bu acının üstünü örttüler.

O gün(ün)ah(ı) onları tuttu!
- Gün-ah! o yüzden diğer iki dinde vaftiz yok!

+ Bu onlara mahsustu, o yüzden İsa yaşarken yapmadıkları görevlerini, o öldükten sonra ki korku ile yaptılar.
İsa canlıyken sevgiyle yaptıramadığını, öldükten sonra ki ölüm korkusu yaptırdı!

Korku çok büyük bir güçtür, sevgi de eşit bir güçtür ama yumuşak bir güçtür.
- Hayattayken tuz katmazlar aşına, ölünce türbe dikerler başına!

+ Ölüme giderken götürenlerin hiç biriİsa'yı tanımıyordu bile, onlara lazım olan bir isimdi.
- ve o isimde bir hain tarafından verildi hemi, tabi bir başkası gösterilerek.

+ Kimine göre hain, kimine göre de sadık! artık ne fark eder ki isim verildi mi verildi, yer gösterildi mi gösterildi! askerler yaka paça birini götürdü mü götürdü, Emir yerine geldi mi geldi!!
- O da mı işin içindeydi?

+ Her zaman arada biri olur, işleri kolaylaştımak veya zorlaştırmak içindir bu. Yolu açar veya tıkar, böyledir bu işler.
- Akıl alacak gibi değil!

+ Aslında işin içinde olmayan kimse yoktu ki eğer sorduğun buysa, herkes Tanrı planının bir parçası oldu, İsa'yı öldürenlerden, İsa'yı kaçıranlara, ona tükürenlerden, cesedini taşıyana herkesler işin içindeydi ama kimselerde işin içinde olduğunu bilemedi. İsa bile bilemedi, ötesini var sen hesap et!
- İsa'nın da bilemediğini, ben nasıl hesap edeyim!

+ Kimileri zevkten dört köşeydi, yalancı bir peygamberin ölümüne gülerek katıldılar, kimileri de korku ile sinebildikleri kadar sindiler.
Akıllar tamamen devre dışıydı, devrede sadece HİSLER vardı ve deprem filan da olunca vizyon öyle bir değişti ki, bir oldu bitti ile hikaye böyle bitti.

O gün bir tarih yazılıyordu ama zaman da durdurulmuştu, hiç bir şey ne geri gitti, ne de ilerledi, kimse hiç bir şeyi kendinden yapmıyordu, rüyada gibiydiler, şuurları yok gibiydi, anca komutlarla hareket ediyorlardı, kimse kendinden bir eylem yapmadığı için, zaman nasıl geçiyor kavramı oluşmamıştı, sonradan sadece tek tük görüntüler hatırladılar.

Derken bir depremle kendilerine geldiklerinde, İsa öldü dediler, onlara gösterilen vizyon bu idi. Ama uyku sersemi gibi oldukları için, hemen de ayıkamadılar, haliyle olaya vakıf olamadılar. Kendilerine gelmeleri günler sürdü.

İsa'nın cesedini bile kaç gün sonra almak akıllarına geldi. O derece zaman vurgunu yemişlerdi ve birden bire zaman eski işleyişine geçince, bu şok etkisi yarattı.
Aslında deprem denilen şeyde, bu şok yüzünden olan bir şeydi.
- Vay anam vay! bu neymiş böyle.

+ Bu hikayeden, bir birinden farklı başka üç ana hikaye daha doğdu.
- İkisini biliyoruz diyelim, peki öteki bilinmeyen İsa n'oldu? hikayesi nasıl devam etti.

+ Aşkını yaşadı dedimya, ötesi var mı? Hikaye nasıl devam ederse etsin, bugün o günlerden kalan soyunu bilseler, sence onu yok etmezler mi? kökünü kazımazlar mı?
- Bilinmezlik örtüsüyle örtmek, hikayenin kahramanlarını korumak içindi öyle mi?

+ Evet! Buna bizim tarafta Tanrı jesti derler!
- Bu nasıl bir jest! işleri bu hale getirmek, kaotik bir hale sokmak, nasıl bir jest olur ki?

+ Bir şeyi gözden kaçırıyorsun, bu insanlar peygamberlikleri için aşklarını gömen insanlar, kendilerini ispatladılar, bunun için her şeyi yapabileceklerini gösterdikleri anda, Tanrı onların sadakatinden emin oluyor, onlara olan vaadini gerçekleştiriyor ve onlara ödül olaraktan bu aşkı yaşamalarına izin veriyor. Bu jest değilde nedir?
- Ama insanlar bilmiyor ki bunu bu kadar gizemlerle, sırlarla örülmesine ne gerek var?

+ Anlayamıyor musun !?
Tanrı bunu yaparken, o da kendi itibarından fedakarlık yapıyor, Tanrılığını bir kenara koyuyor !...
- Aha! Tanrı bu sırrın bilinmesini o yüzden istemiyor yani, oy oy oyy!

+ Hele şükür, meseleyi anlamaya başladın, bir şey örtülmüşse bir sebebi vardır. Olay sadece insanların inandığı şeylerin zarar görmesi değil, Tanrısal ilkelerin de zarar görme endişesidir yani.
- Mesele bildiğin gibi değil diyorsun yani.

+ Hiç bir şey görüldüğü gibi değildir!
- Kesinlikle değilmiş, işin içinde ne işler varmış.

+ Bu kadar yetmez mi?
- Yeter, hatta hakikaten yeter!
Benim bunları hazmetmem bir ömür sürer, olaya bakar mısın?
İnsanların din dedikleri şeylerin ardında, büyük aşklar olması akıllara zarar!

+ Dinler aslında iyi birer taşıyıcıdırlar, geçmişi geleceğe taşırlar.
- Böyle taşıma mı olur? asıl hikaye harici ne varsa, ne hayal etmişlerse onu taşımışlar.

+ Tamam işte bende onu kast ediyorum zaten.
- Anlamadım!

+ Dinler geleceğe hayali taşıyorlar, doğru mu?
- Ok.

+ Ama asıl hikaye de altta bir yerler de öylece duruyor, doğru mu?
- Ok.

+ İşte sır denilen şeyler bunun için vardır, yani o sırlar bir gün açıldığında insanlar şok geçirsin, şaşırsınlar diyedir bu.
Sırlar sonsuza kadar sır olarak kalmazlar, onlar bir gün açılmayı bekleyen goncalar gibidirler.
- Yani bu tohumlar toprağa ekildiler, açmayı bekleyen çiçekler gibiler öyle mi?

+ Daha fazla söze gerek var mı?
- Öyle diyorsan öyle olsun.

+ Öyle dediğim için değil, öyle olduğu için, öyle söylüyorum.
- Peki sen ne zaman çiçek açacaksın, onu ne zaman göreceğiz.

+ Ah! sen yok musun sen!
Ağzımdan bu kadar lafı aldım, arada onuda nasıl alırım derdindesin öyle mi?
- Başka ne olacaktı, bu senin hikayen benim değil, senin hikayeni senden dinlemekten daha masum bir istek olabilir mi?

+ Sen Felâsife değilsin! tam bir Belâsife'sin.
- Aha! bak bende bunu hiç beklemiyordum, çok şaşırdım iyi mi?
İyi bir şey mi demek istedin, yoksa kötü bir şey mi, çok anlamadım.

+ Daha yaşın genç, anlarsın.
- Elli genç mi oluyor, valla iyiymiş.

+ Geç olsun da güç olmasın.
- Sanırım sıkıldın zira cevaplar muğlaklaşmaya başladı. =)

+ Seninle konuşmak hem zevk, hemde işkence, bunu yüzüne söylemeliyim.
- Dost acı söyler hemi.

+ Bak sende de cevaplar muğlaklaşmaya başladı ^_^
- İki muğlaktan, bir mutlak çıkmaz!
Belâsife önünde saygı ile eğilir, sevgilerini gönderir.

+ Ayyy!! sen insanı öldürürsün ^_^
- Bana Belâsife demeyecektin, onun gereklilikleri bunlar =)

+ Doğru! sana vesile olan o belalı güzellik benim!
- Benim suçum y..

+ Ayy yeterr!! ben gidiyorum artık! işlerim güçlerim var ^_^
- Hani hep buradaydın, nasıl gideceksin!

+ Gidince anlarsın.
- Kızmaca yok değil mi, hepsi latife idi nihayetinde.

+ Bana kur yapmıyorsun değil mi?
- Bunu da senin bana latifen olarak alıyorum, Lilith'ten latifeler =)

+ Sen hakikaten Belâsife'sin! ^_^
- Sen de çok Letaife'sin!

+ Beni görmeden nereden biliyorsun, letaifliğimi?
- "Gönül penceresine can kulağımı koydum, dudak görmedim amma konuşulanı duydum" Mevlana

+ Delisin sen!
- Senin kadar değil!

+ Çılgınsın sen!
- Yanında adım olmaz!

+ Ne halin varsa gör!
- Kız Lilith !...

+ Hahaha,
- Hahaha,

+ ^_^

- =)

♥ ♥ ♥
Bu yazı tamamiyle hayali bir KURGU 'dur.

Felâsife
06-03-2017, 21:27
DÜŞÜNCE KENDİNİ ARIYOR !
RobSan
Robot=İnsan

+ Felasife uyan.
Uyan Felasife!
Uyan...
- Ta-tamam kalkıyo... ama ben bu sesi tanıyorum.
Lilithhh!

+ Günaydın Felasife
- Gecenin bir yarısı, nasıl bir günaydın bu. Daha uyuyalı 10 dk. olmamış, gözlerim bile açılmıyor.

+ Sanki ilk kez karşılaşıyorsun böyle bir durumla, beynin ve bedenin ne zaman bir biriyle uyum içinde oldu ki?
- Hakikaten ya çoğu zaman hiç uyum içinde olmadı, Beynim kapandığında gözüm kapanmadı, gözüm kapandığından beynim kapanmadı.
Bu niye böyle oldu ki?

+ Cevap sorunun içinde değil mi?
- Valla cevap içindeyse bile onu göremediğim kesin, biraz anlatır mısın?

+ Biraz ne demek, sana tüm hikayeyi anlatabilirim. İnsanlığın hikayesi bu aynı zamanda.
- Vayy...

+ İnsan ve Robot, sence aralarında ki fark ne!
- Fark üretim aşamaları, robotları insanlar kendi işleri için programladıkları makineler diyebiliriz.

+ Başka!
- Ne iş için üretilmişse, onu yapan makineler, kısaca budur.

+ Peki İnsan!
- Doğada doğmuş, gelişmiş, büyüdükten sonrada istediğini yapabilen özgür bir canlı!

+ Özgür mü?
- Değil mi?

+ Neyden özgür mesela!
- Pek çok şeyden özgür mesela, istediği inancı yolu seçebiliyor, kararlarını kendi verebiliyor, üreyip çoğalabiliyor, medeniyet, alet edevat derken, yaşam koşullarını da değiştirebiliyor, neticede irade sahibi, bunlar onu özgür kılıyor.

+ Bunları dişiyle tırnağıyla hayatın içinden mi çıkartmış, yoksa bunlar zaten hayatın içinde var mıymış?
- Yani hayatın içinde olmayan ne çıkartabilir ki? hadi çıkarttı diyelim, bu ne kadar gerçek olabilir ki?
Bu anca hayal olur!
İnsanlar tarafından kabul görmeyen bir şey, hayata nasıl uygulanabilir ki?

+ Yani, insanların gerçeği, gene kendi çizdiği sınırlar içerisinde kalır öyle mi?
- Bunun başka yolu yok ki, bu böyle mecburen, zaten olmayan bir şeyde kalmamış ki, insanlar ne var ne yok ortaya da çıkartmışlar.

+ İnsanlar onaylamayınca, bir şeyin gerçek olabilmesi mümkün değil diyorsun yani.
- Bunu ben değil ki herkes böyle diyor.

+ Herkes!
- İstisnasız!

+ Peki herkesin bunu böyle bilmesi, bu böyledir demesi yanlışsa, sizin deyimizle bir örtü ise!
- Gerçeği insanlar, başka bir gerçekle mi örtüyorlar diyorsun.

+ Evet! tam da onu diyorum.
Bir şeye herkes doğru demişse, bu herkesin başka bir seçeneği olmadığı için, öyle demeye mecbur olduklarını gösterir.
- Zoraki gerçeklik mi!

+ Buna gerçeklik yanılsaması da denir.
- Daha hiç bir şey açıklamadın, açıklamadığın şeyin kısa adını değil, uzun hikayesini bekliyorum ben.

+ Çokta sabırlıymışın ^_^
- Öyleyimdir =)

+ İnsanlara kalsa her şey matematiksel yaratılmıştır, evrende matematikseldir, oysa matematik doğada yoktur, insan çevresini incelemeden, her şeyi matematiksel görmeyi sever, oysa ormanlar, dağlar, denizler, araziler, bitkiler vs. hepsi gelişi güzel, salaş bir biçimdedirler, böyle varolmuşlardır, hesap kitapla bir işleri yoktur.
- Bunları biliyorum, sonuçta insan icadı ve insanlar da icatlarını her yere taşımak istiyorlar, her şeyi de böyle açıklamak istiyorlar.

+ Evet, bir şeyleri açıklamak, cevaplar bulmak onları rahatlatıyor olabilir ama bir yandan da gerçeklerden de bir o kadar uzaklaştırıyor.
Haliyle buldukları o gerçek, o neyse bir süre sonra, biri çıkıp o yanlıştır diyor ve hoop bütün bildiklerini güncellemek zorunda kalıyorlar.
- Dinde, bilimde bu güncelleme işleri olmasa bu günlere gelemezlerdi zaten, güncellenmeye mecburlar.

+ İşin garibi o zamana kadar doğru diye inandıkları bildikleri bir şey, o dakikadan sonra yanlış oluyor, ve bunu da sineye çekiyorlar.
Neden?
- Neden?

+ Başka seçenekleri yok ki bu seçeneksizlikten böyle oluyor!
- Yani hiç seçeneksizlik yerine, bir seçenek olması iyidir mi mantığı?

+ Evet aynen öyle.
Bu kadar lafı bunun için anlattım, seçeneksizlik insanlar için, kabus gibidir, o yüzden illa bir seçenek icat ederler, doğru veya yanlış olmasıda önemli değildir, bir seçenek olsun, bir cevap olsun meselesidir mesele.
- Cevap olmasa olmasın, illa cevap olacak diye bir kural olmasa gerek, bu neden bu kadar önemli ki?

+ Önemli çünkü, insanın kodlarında bilmiyorum diye bir kod yok!
Esas mesele o!
- Kod derken!

+ Kendine bak! bilmiyorum dediğin ne var!
- Pek çok şey var, ben mesela yarınlarımı da bilmiyorum, yarın n'olacak, ne bitecek, ne zaman öleceğim, ölümden sonrası, vs. diye uzar gider bu, kısaca pek çok şey var. Bilim teknik tarafında da pek çok şey var bilmediğim zaten bilinecek gibide değil.

+ O tarafı hiç karıştırma onlar birer meslektirler, din adamlığı da bir meslektir, meslekleri herkes bilemez zaten, bu gayet normal.
- Normal mi, bir yaşıma daha girdim =)

+ İlim irfan, din bilim birer meslektirler, para kazanmasalar, makam mevki sahibi olmasalar kim hangi kitabı açar, kim hangi bilinmezin peşinden koşar.
- Ahaha, ilahi Lilith bir ömürsün, seni çok sevdim ben =)
Sen her zaman gel, derin uykulardan uyar beni, gözlerim kanlar otursun ama ruhum seni dinlesin, razıyım ben.

+ ^_^
Bilmiyoruma geri gelelim, ne dedik insanın kodları arasında bilmiyorum yok!
Mesela sen bile çoğunca bilmediğimi biliyorum diyorsun, Filozofta böyle dememiş mi "Bildiğim bir şey varsa o da bir şey bilmediğimdir" böyle demek bile bir bilgidir ve bilmektir, bu bilmiyorum demek değildir ki biliyorum demektir!
- !!

+ Niye n'noldu!? sen bilmiyor biri değilsin, kendince bilen birisin, tek farkla bilmiyor bilincine ersende, buna genede bilerek erensin. Fakat bu genede dediğim "insanın kodları arasında bilmiyorum yok!" sözüne yaklaşamadığını gösterir.
Yani sende o filozoflarda bilmeyen değil, bilenlerdir, herkes bilenlerdir zaten, çünkü kodların bilmiyorum yok, hakikaten yok!
Olmadığı için de bilmiyorum sözü denk gelen her yerde, bu sözün yerine, bu sözü ört-bas edecek başka bir kavramlar getirilir.
Bilmiyorum'a en iyi kamuflaj biliyorumdur!

Çok örnek verebilirim, örn. "Her yer" insan evinin biraz ötesini bile bilmez ama mesele Tanrı olunca o her yerdedir der çıkar, veya matematik her yerdedir der çıkar, ve ya ne bileyim her şeyin bir sebebi vardır derler, derler de derler.

Oysa gerçekte bunların hiç birini de bilmiyorlar, bilmeleri de mümkün değil ama o "Bilmiyorum" sözcüğü kodların da olmadığı için, bilmediklerine bile biliyoruz demeye mecbur kalıyorlar.
- Daha iyi anlamak için soruyorum, insanların iyi bildikleri şeylerin altında, aslında bilmiyor olmaları mı yatıyor?

+ Çoğunun altında bilmiyor oldukları gerçeği yatıyor, ama onu didiklemeye de korktukları için, onu öylece de bırakmıyorlar.
Biliyoruz diye etiketleyip öyle bırakıyorlar.
Bir şeyi bilmemek, onu yanlış bilmekten daha kötü olamaz diyerek, bilmeye sıkı sıkı sarılıyorlar.
- Hem bilmiyor olacak, hemde bilmediğini bilecek, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu, öyle mi?

+ Aynen öyle, bilmemek bilinemez, ona kılıflar giydirilmiş olsa bile genede bilinemez.
O zaman bilinmez, bilinmez olmaz ki?
- Ne olur?

+ Artık ne dersen de, ne fark eder ki?
Yanlış de, hatalı de, örtülmüş de, ıskalanmış de, ne dersen de, bilinmez gene bilinmez olarak kalacaktır demektir bu.
- Ee nasıl bileceğiz o zaman biz onu?

+ Sorunda oradaya zaten, bilemeyeceksin! kimsede bilemeyecek bunu! Tanrı da bilemedi zaten bunu!
- Nasıl yani?

+ Hikayeyi bilmiyorsun değil mi?
- Hangi hikayeyi!

+ Tanrının hikayesini!
- Biliyorum demeye korkuyorum, çünkü bam-başka bir şey anlatacaksın gibime geliyor.

+ ^_^
...
- Bu sessizlik!
Biliyorum ben bu sessizliği, evet diyememenin sessizliği bu!

Gönder ne gelirse gelsin.

+ Dinlere göre Tanrı nedir? her şeyi yaratandır değil mi?
- Evet.

+ Bu gerçekte hiç böyle değildir, Tanrı hiç bir şey yaratmamıştır, her şey zaten vardı o da tıpkı sizler gibi, her şeyin hazır olduğu bir aleme gelmiştir.
Tek farkla! o sizler gibi doğmadı, doğrulmadı, o bir tasarımdı ve öylece biranda oluşturuluverdi, ondan önce onun gibi bir şeyde yoktu, bu doğruydu ama o hiç bir şeyi de yaratmadı, sizlerin bilmediği buydu.
Daha ilgincide o da bunu böyle sandı, onun da bilmediği buydu, yani her şeyi ben yarattım sandı ve buna kendide inandı.

Bir şey demedin!
- Ne diyebilirim ki tutuldum kaldım resmen.
Tanrı vardı ama hiç bir şey de yaratmadı, buna kim ne diyebilir ki?

+ ^_^
Tamam, devam ediyorum.
Bu öyle bir inanıştı ki, yer yüzünde hiç kimse o denli bir inanca sahip değildir, Tanrı kendinin Tanrı olduğuna inandıktan sonra, Tanrısal bir şekilde düşünmeye başladı, zaten her şey vardı, fakat her şeyi bir şekilde ele geçirmeli yönetmeliydi, adeta imzasını atmalıydı.
Fakat bir sorunu vardı yaratma gücü yoktu, pek çok şeyi biliyor ama iş uygulamaya gelince, bunu uygulayacak zemin bulamıyordu. Bedensiz bir ruh gibiydi.
- Bu nasıl Tanrı anlamadım, vücudu yoktu ama düşünebiliyor muydu?

+ Aynen, o bir tasarımdı demiştik, düşünce formuydu, sizin deyiminizle yazılımdı, o bir çeşit yazılımdı ama bedeni olmayan bir yazılım.
Ona bir beden lazımdı, o da beden olarak kendine Ademi seçti.
Ne demişti onun için.
- Kendi yerime bir halife yaratacağım!

+ Aynen, kendi yerine geçecek, onun gözü, kulağı, eli vs. azaları olacaktı, ve böylelikle onunla Tanrı da çeşitli yaşamları yaşamış, deneyimlemiş olacaktı, ayrıca isminin anılması da sağlanacaktı, ki Tanrı o kendi ilahi yalnızlığını bir nebze olsun unutacak ve kendini iyice Tanrı olduğuna inandıracaktı.
- Tanrıya Tanrı olmak iyi mi geldi diyorsun yani?

+ Başka ne olabilirdi ki?
Aslında ondan istenen de tam da buydu, o kendinin Tanrı olduğunun bilincine ersin, Tanrı olmadığının bilincine asla ulaşamasın, istenen buydu.
- Böyle bir şeyi, kim niye istesin ki?

+ Kim mi?
- Başkaları da mı var?

+ Kimler yok ki?
- Sen varsındır kesin!

+ Benimde payım vardır elbet ama hepiniz varsınız, teorik olarak herkes için içinde ama pratikte de kimse bunun bilincinde değil.
- Nasıl yani, herkes mi işin içinde?

+ Bu hikayeyi enteresan yapanda tam da budur zaten!
- Ama niye hiç kimse bilmiyor bunu?

+ Tanrı nasıl Tanrı olduğunu bilmiyorsa, insanlar kendini bilmemiş çok mu?
- Hahaha, çok anlamadım ama madem öyle diyorsun öyle olsun.

+ İnsanda yazılım kökenlidir aslında, o yüzden hafıza olayları yoktur, hafıza/bellek için elle tutulan ekstra sabit şeylere ihtiyaç vardır.
- Ruh değil miydi o?

+ Ruhta zaten bir çeşit yazılımdır, beden olmadan statiktir, eylemsizdir, kendi bilincine eremez, lakin ona bir beden verildiğinde, dinamikleşir ve yerinde durmaz.
- İnsan dediğimiz şey bir robot mu?

+ Evet, organik bir robottur!
- Ufff!

+ N'oldu sanki canın çok yanış gibi oldun!
- Nasıl yanmasın, insana organik bir robot dedin, ben bile şu taktirde bir robotum öyle mi?

+ İnsanı geçtik, bana canlı olupta robot olmayan bir şey gösterebilir misin?
- Nasıl yani.

+ Bir çiçek, bir ağaç, o olduğu şeyin aksinde başka bir şey olabiliyor mu? O nasıl programlandıysa onu oluyor, başka bir şey olmuyor, bu robot değilde nedir?
- Yalnız ben doğayı hiç bu şekilde düşünmemiştim, hatta onun kutsallığı filan noktalarından düşünmüştüm, ona bir robot/program demek beni aşar.

+ Doğanın ruhları olduğuna inanıyorsun, bitkiler, hayvanlar, dağlar, ormanlar vs.
- Evet, buna inancım tam.

+ Üstte ne dedik, Ruh bir çeşit yazılımdır, beden/bitki/hayvan her ne ise, onu yaşatan candır senin için öyle değil mi?
- Evet!

+ Tamam işte, mistik dünyanın yazılımı da Ruhtur, o Ruh dediğin şeyi kaldır yerine yazılım/program onu koy ve tekrar bak!
Fark eden bir şey yok ki, ikisi de aynı kapıya varıyor.
- İtiraf etmeliyim ki Lilith çok kafamı karıştırdın, daha doğrusu inandığım bir şeyi şu an yerle bir ettin.
Bana biraz zaman ver, bunu biraz düşünmeliyim, hazmetmeliyim, kafamı toplamam lazım!

+ Tüm zamanlar senin olsun. ^_^
- ...

Devam edecek ...

bilgivehis
07-03-2017, 01:23
Ne Lilith miş, her şeyi robot yaptı koca Felâsife'nin kafasını bile karıştırdı. Bu Lilith sana hakim olmaya çalışıyor, ondan uzaklaş :)

Felâsife
07-03-2017, 02:00
Hiç sorma sevgili bilgivehis hemde ne karıştırdı, telinde oynatıyor beni, sen demirsin ben de demirciyim, demir kıvama döve döve gelir deyip, kafama kafama vur ha vur. :D

Felâsife
07-03-2017, 23:11
+ Nasıl oldun, kafanı toplayabildin mi? bakıyorumda yüzüne bir tebessüm gelmiş.
- Ama bu haksızlık değil mi?
Sen beni görebiliyorsun ama ben seni göremiyorum.

+ Evet, çok haksızlık.
Sen tüm zamanların en gizemli kişisiyle konuş ama ben daha robot olmayı hazmedemeyen biriyle konuşayım, bu hangimize haksızlık esas onu bilemedim ben.
- Bu sefer beni resmen ezdin, en nihayetinde bir garip robotum bencileyin =)

+ Ooo! bakıyorum da çabuk kabullendin robot olduğunu!
- Daha bir şey kabullenmedim, bunlar şaşkınlığım ifadeleridir.

+ Neyse ben konuya devam edeyim, Ruh dediğimiz şey yazılım dediğimiz şeyle aynı mantığa sahiptir, tabi sizin yazılım dediğiniz şey henüz o aşamada değil, daha çook gelişmesi gerekecek, kendi kendine yetebilmesi, bağımsızlaşması gerekecek, ki buna daha çok zamanı var.
Ama genede aynı mantıktır.
- O son denilen neyse ona gelmediğimiz içinde, şu an bizler bir yanlışın tam ortasında yaşıyoruz öyle değil mi?

+ Hemde öyle bir yanlış ki bunun bilincinde de olunmayan bir yanlış. Hatta o günler geldiğinde insanlar toplanıp tüm kitaplarını da yakacaklardır.
Neticede kitaplara bir gereksinimleri kalmayacak ve bunu yaparkende geçmişi yakmak, unutmak adına yapacaklardır bunu.
- Geçmişe bir kibrit çakmak, çok çılgınca!

+ Şu an yapılanlar da çılgınca değil mi?
İnsanın her yaptığı iş zaten çılgınca!

Bilmiyorum demiyorlar ama biliyoruz diyede mangalda kül de bırakmıyorlar!
Bu çılgınlık değilde nedir?
- İnsan demek çılgın mı demek yoksa?

+ Başka ne olabilir ki?
Yapılanlara bakmak yeterli değil mi?
- Evet, haklısın.

+ Yaban insanları ruh inancına sahipler, bunlar elânda yer yüzünde hiç değişmeden yaşıyorlar, son insanlarda yazılım denilen şey ile buna ulaştıklarında, yani Ruh ile Yazılım bir araya geldiğinde, aralarında bir fark kalmadığında sence ne olur?
- Daire tamam mı olacak?

+ Evet, daire tamamlanacak! başlangıç ile son bir araya geldiğinde, son başlangıç, başlangıçta son olacak!
- Tasavvuftan biliyorum bunu, en sona geldiğinde başlangıca geri gelmiş oluyorsun, çok ilginç bir duygu gerçekten.

+ Yaşam bitiyor mu?
- Tabiki de hayır! yaşam adeta yeniden başlıyor.

+ Hiç bir son, son değildir, biri biter biri başlar, hayatta böyledir. İnsanlığın hikayesi de sona gelince, başlangıcına göz kırpmış olacak, bu kimselerin hesap edemediği bir şeydir.
- Tasavvufçular hesap etmiş ama!

+ Ne yani! Olacak olan olur deyip, hiç bir şey yapmamak, ideali olmamak, davası bulunmamak, normal insanların yaptığı bir şey midir?
- Bu onların sorunu, orasını bilemem!
Her şeyi bildiklerini iddia eden onlar, buna göre yaşayanlarda onlar, ve işin tuhafı buna göre herkeste yaşasın diye zorlayanlar da onlar.
Tasavvuf kimseyi zorlamaz zaten, gönül işidir o.

+ Bende zaten ötekiler ve sorunlarından bahsediyorum, sizden değil.
- İyiymiş o zaman =)

+ Bilim bugün mesela ilkelliği reddediyor, onların inançlarını kâle bile almıyor ama o günler geldiğinde bugün inkar ettiği şeyi o günlerde yapacak.
- Nasıl yani?
Hah tamam anladım, ruhu inkar ediyor ama yazılım ile onu bir nevi kabul etmiş olacak.

+ Bu kabul etmekten daha ziyade, anlamak olacak. Bilim ruhun ne demek olduğunu anlayacak.
- Çok ilginç gerçekten ama tabi buna bugün kimsede inanmaz o da ayrı.

+ Ben zaten kimseler için söylemiyorum ki sen bil yeter, yoksa sende mi şüphe ediyorsun? ^_^
- Kesin bir şey diyemem ama şimdisi için bir yanlışın tam ortasında yaşadığımıza inancım kesin!
Hal böyle olunca da geleceğin dediğin gibi olmaması için hiç bir neden yok!

+ Eh bu da bir şeydir.
- İnandığıma pek inanmamış gibisin.

+ Tedbirli olmak her zaman işe yarar, sen de haklısın tabi.
- Sana inanmamak olarak ele alma lütfen dediğimi ama söylediğin şeyi hazmetmem zaman alacak, meselem bu.
Biri dedi diye bir şeye inanmak, hiç bana göre bir yöntem değil, sadece zamana ihtiyacım var.

+ Dedimya tüm zamanlar senin olsun, ama acele et zamanın kısa, hatta hiç yok!
- Açığımı yakaladın diye iyi ezdin hani, Adem 'in neden senden kaçtığını belli, kaçmışta kurtulmuş adam =)

+ Belaaasifee...
- Açık doldurmak hiç zor değilmiş değil mi =)

+ Kabahat sende değil tabi, senin yanına gelende.
- İlla ezcem diyorsun yani, yoksa gitme zamanın mı geldi?

+ Yo bu kadar şeyi anlattıktan sonra, esas meseleyi anlatmadan olmaz!
- Bu kadar şey anlattın, yetmez mi?

+ Ana hatlarıyla anlattım evet, doğru, ama unutma ki Şeytan ayrıntılar da gizlidir. ^_^
- Şeytan sen misin yoksa?

+ Çok safsın Felasife, çok saf!
- Aa! şimdi niye durduk yere saf oldum, onu çok anlamadım, sadece bir soru sordum.

+ İyi düşün!
- Neyini düşüneyim, ne dersem kafadan atmış olacağım, tutsa bile anca tesadüf olacak, kısacası bilmiyorum ki.

+ Hahaha, bilmediğin o kadar aşikâr ki ^_^
- Gene ezmece!

+ 1 dedim, 2 dedim, 3 dedim daha fark edemedin ki, ne diyeyim, o yüzden vura, vura ilerliyorum. ^_^
- Ezmemim sebebi var diyorsun yani.

+ Maalesef ki insan anca böyle anlıyor!
- Al bir kaya daha, bu sefer ki hepsinden ağır oldu.

+ Az kaldı merak etme, son dokunuşlar kaldı, hepsini anlayacaksın!
- Vura vura kafa kaldıysa, anlarım herhalde =)

+ Yazılım, yazılım!
- !??

+ Şeytan da bir yazılım, bir senaryo!
- Her şeyi yazılıma bağladık bakalım, nasıl olacaksa.

- Nasıl olacak diye bir şey yok, ben söyleyeceğim sende dinleyeceksin.
+ Tamam dinleyeyim ama sen daha önce, Adem Şeytan meselesi anlatırken, Şeytan için hiçte yazılım gibi filan bahsetmedin!
Şimdi de o bir yazılım dedin çıktın, Adem de yazılım dersen, hiç inanacak bir tarafı kalmaz hikayenin.

+ Niye acele ediyorsun, hikayenin bütününü dinlemeden, karar verme!
Kararını verdin mi yoksa?
Hem ben sana duymak istediğini anlattım, başka yönden anlatsaydım, belki benle hiç konuşmayacaktın bile!
Bakar mısın, Ruha yazılım dedim diye, karman çorman oldun, dengen şaştı.
- Ne yani, her şey sil baştan mı olacak şimdi!

+ Bir şey yazmadık ki silinsin, sohbet ediyoruz sadece.
- Yo sohbetten ötesi bu, demircinin demirini kıvama getirene kadar, çekiçle dövmesi gibi dövüldüğümü hissediyorum ben.
Hah tam şekle girmiş dedikçe, olay gene başka bir şekil alıyor.

+ Sen demirsin!
- Sen de demirci!

+ Kararı sen veremezsin! bırak demirci işini bitirsin, budur desin, sonra istediğini söylersin.
- Öyle bir şey dedin ki ne zaman bitecek bu işkence bile diyemiyorum, elim kolum bağlandı.

+ Güzel, kaldığımız yerden devam edelim.
Şeytana da yazılım dedik, ondan önce zaten Tanrı da bir yazılım dedik, sonra Ruh ve programa da bir birlerine benzer yazılım dedik.
Dikkat ettiysen hep bir yazılım, yazılımdır gidiyor, ortada hiç bir varlık yok!
- Bende bir yazılımım dede tam olsun.

+ Dur acele etme, sizlerin bu ulvi varlık diye bildikleri şeyler, aslında birer yazılımlar.
İşin ilginç tarafı bunlara yok diyenlerde haklı, çünkü bir varlıkları yok. Ama var diyenlerde haklı, çünkü yazılım olarak varlar ve bu yazılımlar sizin bildiğiniz yazılım olayından daha gelişmiş.
Yani kimseler bunu kafasından uydurmadı, hiç bilinmeyen bir şey zaten bilinemezdi, insanın böyle bir özelliği yok. Fakat çok iyi bilinen dedikleri şeyde bilinemez, zira insanın bu özelliği de yok!

İnsana ne sunulduysa, ne gösterildiyse, ne anlatıldıysa insan onu bilir. İnsanın bilgisi, mevcut bilginin izin verdiği kadardır.
Hali hazırda insanlar aslında çok farklı bir şey yapmıyorlar, ya var deyip yollarına devam ediyorlar, ya da yok deyip gene yollarına devam ediyorlar.

Çünkü öyle yapmaya mecburlar! Başka alternatifleri yok!
- 3. bir yol daha var, biliyorum.

+ Sen biliyorsun, peki bunu kaç kişi biliyor veya inanır!
- O konuda haklısın, o yol akıllı yolu değil, delilik yolu adeta.

+ Zaten deli diye herkesin yaptığını yapmayana denir ki herkesin yaptığı ama istisnasız herkesin yaptığı o ortak şey nedir?
- Düşünmek!

+ Dünyaya adım attığı andan beri, adım adım düşünmeyi öğrenmek ve düşünmek, düşünmek, düşünmek. Sonu yok, tekrar tekrar düşünmek, biran olsun susmayan bir makine!
Bu makine, var deyip düşünsede, ya da yok deyip düşünsede fark eden bir şey olmaz, ikiside aynı şeydir. Yani düşünüyordur, mesele odur.
Ne dedik insan düşünmeye mecbur!
- Tabi böyle olunca, hangi yolu seçerse seçsin, sistemin istediği yolu seçmiş olur.

+ Mecburen, ötesi yok!
İnsanın düşünmeye mecbur olması, onun aynı zamanda öyle programlandığı anlamına da gelir!
İnsan organik bir robottur diye bunun için dedim zaten! düşünce ise ona yüklenmiş bir program, o yüzdendir ki insan da düşünüp durur, ondan istenen tamda budur.
- İnsan da bu isteği harfiyen yerine getiriyor öyle mi?

+ Aynen.
Bu insanın böyle irade ettiği için değil, insana böyle irade edildiği içindir, yani olay döner dolaşır, insanın robot olduğuna gelir mesele.
Zaten insana RobSan denir, yani Robot=İnsan bileşimidir. İnsan, insan olduğu bilincine anca erişmiştir ama bunun ardında ki Robotluk bilincine henüz erişememiştir, neyse ki teknolojiniz hızla ilerliyor, o bilinçte çok uzak değildir nihayetinde.
- Çok uzak olmasada, kabullenmeside çok kolay olmasa gerektir.

+ Kabullenip kabullenmemesi diye bir şeyde yok, sonuçta bu kabullenişin nasıl olduğunu anlayamayacak bile, bu bir yazgı, yazgı gerçekleşecek, lakin süreç öyle bir yavaş şekilde işleyecek ki değişimin farkında bile olunamayacak.
- Buna şöylede diyebilir miyiz?
Geçmişte dinler tek tip insan yaratmak için var güçleriyle çalıştılar, bu bugünde devam ediyor ama teknoloji ile olay iç alemden dış alemede taşındı ve robot olma olayı ivme kazandı, hem içeriden hemde dışarıdan son hızla devam ediyor.

+ Hız hiç kesilmedi elbet, bu bir yazgı dedik ve insan istese de istemese de ne yaparsa yapsın bundan kaçamayacak!
Bu kaderi yaşayacak, yaşatacak! ve yaşatmak için elinden geleni yapacak, yazgısı böyle çünkü.
Aslını sorarsan şu an bunu aşk ile yapıyorken, zaten bu başka seçeneğinin de olmamasından kaynaklanıyor
Gerek din, gereksede bilim aynı amaca hizmet ediyor, Robot insan!
- Aralarında ki bu tartışma ve didişmeler de olayın örtüsü öyle mi?

+ Başka ne olabilir ki?
Ortada kargaşa, karmaşa, kaos olacak ki gerçekler, bu karmaşaya bakmaktan, onun içinde olmaktan dolayı görülemeyecek!
- Bundan kimin veya kimlerin ne çıkarı olabilir ki? ardında ki amaç nedir?

+ Anlayamadın değil mi?
Bunun ardında birilerinin çıkarı, kârı, amacı yok, düşünce ve zekâ, kendini ne kadar parçalara ayırsada, neticede bütündür, bu bütün kendiliğinin farkına, düşünerek varamadığı gibi, parçalar da düşünerek ASLA kebdine ulaşamaz!

Kısacası düşünce kendini anlayamaz !...
- Kendini anlayamayan da başkasını veya bu olayın perde arkasını anlayamaz, peki anlamak için ne yapmak gerekiyor?

+ Biliyorsun bunu bana niye soruyorsun, cevap sorunun içinde değil mi?
- Düşünce kendini mi arıyor?

Devam edecek...

Felâsife
10-03-2017, 00:06
+ Ha şunu bileydin.
Düşünceyi, zekâyı anlamak için, onun kalıpları dışına çıkacaksın ve olaya dışarıdan bakacaksın. Yoksa düşüncenin içinde istediğin kadar onu düşün, onu anlayamazsın!
Düşünmek zaten bir kod olarak işlenmiş insana, cevabı bulmak, cevabı bulanı tatmin eder mi?
- Etmez mi!

+ Tabiki de etmez, cevap bulmak yeterli olsaydı bugün kimseler cevap aramazdı, ama arayışlar halen sürüyor.
Sebebi de cevapların doğru/yanlış olması değil, aksine insanın her zaman cevap arama modunda olmasıdır.
- Yani aramaya alışkındır öyle mi?

+ Aramak için arıyor, başka seçeneği yok derken bu da işin içindeydi.
Düşüncenin yapısından kaynaklı oluyor bu da, düşünen insan arar! çünkü araması da zaten düşündüğü içindir.
Düşüncenin görevi düşünmektir! düşünmemeyi düşünce nereden bilsin, helede bunu deneme imkanı yok iken nereden bilsin.
Düşünüyorum, öyleyse ararım! o sözün doğrusu budur. ^_^
Cevap ararım, neden ararım, kendimi ararım, ararım da ararım.
- Ahaha, bu güzelmiş. =)

+ Bu kumpastan kurtulmanın tek yolu, düşünmemektir, aramamaktır, öyle ki bir bitki gibi, bir hayvan gibi, hatta bir taş gibi, hiç bir şey düşünmemek.
- Söylemesi kolay ama yapması da bir o kadar da zor.

+ Kolaylar zorun arkasında değil midir? İnsan hayatı boyunca yaptığı en kolay şey ile yani düşünce ile gerçeğini bulacak, bu mümkün mü?
Düşünce zaten insanın en büyük engelidir,
- Düşünce insandan ayrı bir şey midir?

+ Ya nedir!
- Ufff gerçekten ufff...
İnsanın düşüncelerini alınca, ondan geriye ne kalır ki insan diye bir şey de kalmaz.

+ İnsan olmak senin tercihin miydi ki senden alınınca, sen kalmayasın?
Neyini irade ettim, neyini tasarladın, sana insan ol demişler sende olmuşun, sana düşün demişler sende düşünmüşün, bunun neyi sana ait ki kendine aidiyet besliyorsun.
İnsan bu açıdan tabiki de düşüncelerinden de çok ötesindedir.
- İş iyice sarpa sardı, anlaşılan düşüncede insana yüklenmiş bir program, hemde kapatma düğmesi olmayan bir program.

+ Ayrı veya değil, önemli olan onun işleyişini bilmekte, o bütünden ayrılmış parçalar şeklinde olsa bile, bütüne ait izleri de barındırır. Hiç basit bir şey değildir, o yüzden insanların düşünceyi en tepeye koymalarına şaşmamak lazımdır.
- Ama onu tabu da etmemek gerekiyor öyle mi?

+ İstersen tabu et, onun isteği de zaten bu, beni tabu et ki bana dokunma, BEN dokunulmazım, olayı bu düşüncenin.
Çok biliyorya, kendini dokunulmaz ilan etmiştir o!
- Tüm kötülükleri gösteren, işaret eden şeyin, gerçekte kendi mi kötü?

+ Haha, kötü değil ama iyi de değil, o olması gerekdiği gibi, başka bir şey değil, insan neye karşı mücadele ediyor onu bilmeli.
İyi kötü diye bir ayırıma girdikçe o zaten tabu olmaya devam eder.
- Oluruna bırak git yargılama diyorsun yani, o neyse o, onuda öyle olduğu gibi kabullen.

+ Yapabileceğin bişi yok, en kolay yapılacak olanı budur ama insanlar işleri zorlaştırmayı severler, haliyle en kolay olan o yüzden en zor olmuştur.
- Zor olan en kolay mı?

+ Düşünce açısından bu böyledir.
- İlginç hakikaten.

+ Ne dedin! Düşünce kendini arıyor!
Düşünce kendini aradığı için, sen kendini arıyorsun!
Sen kendini aradığın için de düşüncenin istediğini yapmış oluyorsun.
- Boşa dönüp duruyoruz öyle mi?

+ Düşünce kendini düşünerek bulsa zaten bulurdu, bu kadar parçalanmasına da gerek yoktu, ama düşünce düşündü ki bütün halinde kendimi bulamayacağım, kendimi parçalarsam, o parçalar bir birleriyle tartışarak, savaşarak kendimi bulmama yardım eder dedi ve düşünce kendini parçaladı.
Her insan da bu ayrı ayrı şekillendi, inançlar, idealler, ideolojiler böylece doğdu ama değişen bir şey olmadı.
Düşünce gene kendini arıyordu!
- Ne gerek vardı ki aramasa olmaz mıydı?

+ Olmazdı, özellikle de o bunu kendine bir ideal olarak benimsediği sürece, mecburen arayacaktı, zaten öylede oldu.
- Nasıl olacak o zaman? bulsada arayacak, bulmasada arayacak, bir sonu olmayacak mı?

+ Sonu olsun veya olmasın mesele değil, mesele aramak için aramakta.
Ne dedik önce "Düşünüyorum, öyleyse ararım!"
- Ne enteresan!
Aramak zorunda olduğu için arıyor ama hiç bir zamanda aradığı şeyi bulamayacak!
Doğruları sürekli yer değiştirecek, bilgileri güncellenecek ve bu döngü hiç bitmeyecek.
Ve bulunmuş olan o neyse, gerçekte bulunmuş olmayacak, hemen arefesinde arama gene devam edecek.
Çok yorucu gerçekten.

+ Düşünce yorulmaz!
Biri gider biri gelir, bayrak el değiştirir, o gene tüm enerjisi ile kaldığı yerden aramaya devam eder.
- Düşünce denen şeyin aramak ile anılacağını, kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi.

+ Bu düşünce içinde böyle, onunda aklına gelmedi bu, eğer gelseydi veya bu durumu bilseydi, düşünce kendini parçalar mıydı?
- Vah ki ne vah!
Ama bir dakika, biz bunları konuşuyorsak ve düşünce denen havuzunda bir parçasıysak, bu düşündüklerimiz, konuştuklarımız illaki merkeze de gidiyor demektir, gidiyor değil mi?

+ Şüphen mi var?
- Emin olmak istedim.

+ Bundan adın gibi emin ol, o bunlardan haberdar olacaktır, hatta oldu bil, onun bir özelliği de budur, ama nedir, bunun daha başka düşüncelerden de teyiti gerekecektir.
Yani başkaları da bunu dillendirdikçe, bu çoğaldıkça, bu düşünce olmaktan çıkar ve diğer şeyler gibi bu da vücut bulur.
- Diğer şeyler derken.

+ Soyut kavramlar gibi şeyler, onlar bunca zamandır elle tutulmaz, gözle görülmez şeylerdi ama insanlar yüzlerce, binlerce yıl onları dile getirdiler, bu günlere taşıdılar. Bu onların artık salt düşünce olmaktan çıktığı anlamına gelir bu.
- Düşünce bekle gör taktiği mi uyguluyor yani.

+ Ne yapacaktı yani, hemen balıklama atlayacak mıydı?
- Sadece merak ettiğim için sordum, düşünce bu kadar aramaya odaklıyken, bu aynı zamanda onun şüpheci de olduğunu gösterir.
Zaten bu şüphe olmasaydı, aradığını neyse onu bulduğunda kabul eder, arama işlevini bitirirdi ama bitirememesinin nedeni şüpheci olması olsa gerektir.

+ Taşlar yerine nasılda oturuyor, işte olay bu!
Şüphe ve İman veya ihtimal, ikisi bir arada asla olmaz, ama gel gör ki düşünce bu ikisine de sahip, o bir şeye tam iman edemiyor şüphe yönü var. Bir şeye tamamen şüpheyle de yaklaşmıyor iman/ihtimal yönü var, o asla netleşemiyor, netleşemediği içinde kabul ve ret karışımı bir taktik sergiliyor.
- Aramasının sebebi bir nevi bu netleşememek mi oluyor?

+ Başka ne olabilir? Netleşe bilse kendini parçalar mıydı? veya Netleşse bilse arama yollarında böyle perişan olur muydu?
- Olaya bak!
Düşünce kendini parçalıyor kendisini bulmak için, insanlar böyle inançlar, idelojiler peşinde parça pinçik oluyor, bu işin sonu nereye varacak böyle!

+ Nereye varacağını göremiyor musun?
- Gördüğüm gittikçe kalabalıklaşan insan nüfusundan ötesi değil.

+ Tamam işte, onu görüyorsan ardında ki sebebi de görebilirsin.
- !?

+ Düşünce neyi arıyor!
- Oyy oy oy!

Ne çok kadar kalabalık, o kadar çok artan ihtimal!

Devam edecek ...

Felâsife
13-03-2017, 01:27
+ Sayılarında bir anlamı yok ama böyle düşünmek ona iyi geliyor, öyle olursa bulurum diyor.
- Ne yani, düşünce şimdi ucuz politikacılar gibi trübünlere mi oynuyor? Kalabalıklar anca politik zeminlerdir, aklın değil hislerin dünyasıdır.

+ Bu da öyle onun gibi bir şey zaten, ama tabi düşünce aslında kendini de kandırıyor, tüm herkes 1 şeye inansa, tamam dese, karar kılsa o bunu genede önemsemeyecek!
- İhtimalin artması da bir işe yaramayacak öyle mi?

+ Yok yaramayacak.
- İyide dünyanın da bir sınırı var, çoktan çatırdamaya başladı dünya. Madem düşünce inanmadığı bir fikre inanmış görünüyor, gerçekleşse bile onu uygulamayacak diyorsun, doğadan ne istiyor!

+ Sence doğa, düşüncenin umurunda mı?
- Ciddi misin!

+ Ne zaman umurunda oldu ki, şimdi umurunda olsun!
Bak bu kadar fenler, bilimler, teknolojiler ilerledi, insan nüfusu bu kadar arttı, yapılan bu işlerin kaçının doğaya faydası var?
Faydası olanı geçtik, zararı olmayan var mı?
Her şey insan nüfusunu arttırmaya yönelik, suyun başında da en zeki, en bilgili, en yetenekli insanlar, yani düşünce iş başında!
- Aha bu en ciddi sorun, düşünce bunu umursamıyorsa, insan hiç umursamayacak demektir bu. Zaten de umursamıyor.

+ Düşünce bencildir.
Şüphe, iman, inkar, neden, niçin vs.ler ile donatılan bir yapı, BEN der, BEN diyen bir yapının umursadığı tek şey gene BEN dir.
Düşüncesiz Ben, Bensiz düşünce olmaz!
- Haydaa !...
Ben düşünce hakkında bu kadar konuşunca, onun hakkında oldukça olumlu düşünmüştüm ama öyle bir şey dedin ki olum diye bir şey kalmadı.

+ Normaldir, biz burada düşünceyi yargılamıyoruz, iyi/kötü diye bir yaklaşımla da yaklaşmıyoruz, o neyse sadece onu konuşuyoruz.
- Ben deyince aklıma geldi, hep merak ederdim, bu insanların hepsi birden ben diyor ama gerçekte bu ben kim diye.

+ Öğrendin mi cevabını?
- Galiba öğrendim. =)

+ Öğrendiysen benim de gitme zamanım gelmiş demektir.
- Ne diyebilirim ki, her zaman beklerim.
Düşünce sana minnettardır!

+ Düşünce teşekkür eder !... Böylesi bu daha güzel.
- Düşünce eyvallah der mi?

+ Normalde demez ama sen dersen niye olmasın! ^_^
- Pardon o zaman =)
Düşünce seni bekleyecek!

+ Gider ayak meselenin adını doğru koyalım, sonra bana arkamdan kızarsın filan. ^_^
Düşünce beklemez, teşekkür etmez, eyvallahta demez!
O kendini arıyor görüntüsü versede, o kendini de aramaz, o kendinden başkasını da düşünmez!

O kendiyle mutlu!
O kadar mutlu ki tüm bencilliklerin altında da bu mutluluğu yatıyor.
- Mutluluğun bencillikle anıldığını da ilk kez senden duyuyorum sevgili Lilith, bu nasıl bir düşünce böyle.

+ Düşünce değil, tecrübe!
- Ne kadar çok mutlu olursak, o kadar da bencil olacağız öyle mi?

+ Hayat devam ediyor, yaşadıkça göreceksin, belkide çok gördün ama mutluluk size kâf dağının ardında ki ülke olarak bahsedildiği için, ondan uzağız sanıyorsunuz. Önünüze gelen yemeği beğenmezken, birileri çöpten yemek yiyorken, bu bencillik değilde nedir?
- Gider ayak bunları demeyeydin iyiydi.

+ Neden!
Zülfiyare mi dokundu!
- Yo ondan değilde, ne bileyim giderken hoş şeyler söylersin diye beklerken, bu çok dramatik oldu.

+ Tamam işte, güzellik buradaya, senin kötü olarak algıladığın şeyin içinde panzehiri de var!
Bencilliği bırakırsan, mutluluk denen şeyin şarhoşluğundan ayılırsın. İnsanların bencil olmasının sebebi, sahte mutluluklarıdır.
- Bu kadar insan mutsuzluktan şikayet ediyorken buna kim inanır!

+ Unuttuğun bir şey var, düşüncede aslında çok mutluyken, habire bir şey arama, şüphe arasında gidip geliyor, başka bir şeylerle meşgul oluyor, enerji harcıyor, yaşama tutunuyor vs.
Tüm bunların hepsi mutluluğunu kamufle etmek için yapıyor.
- Hiç anlamadım =)

+ Düşünce bunu açıktan itiraf ettiğinde, insanlarda bunu hissedecekler ve gerçekten mutlu olacaklar.
Sana soru: Mutlu olan insan ne yapmaz?
- Üzülmez.

+ Bilemedin, düşünmez!
Mutluluktan düşünmesine gerek kalmaz!
- İyi işte ne güzel.

+ Neresi güzel!
Düşünce bunu kendi varlığına tehdit olarak algılıyor ve İnsanlar mutlu oldukça, onları bu mutluluktan uzaklaştırmak için, endişe, korku, heyecan, savaş artık aklına ne gelirse, oluşması için elinden geleni yapıyor.
Çünkü mutluluk düşünmemek demektir, hayatın akışına kendini bırakmak, BEN in olmaması demektir.
Düşünmemek ise düşüncenin en büyük korkusudur, ölümüdür. Çünkü bu onu yok eder, o yüzden sürekli BEN denilerek kendinin anılmasını çok ama çok sever, bu onu gündemde tutar, bu onun varlık amacıdır, var olmasını sağlayan yegâne şeydir.
- Amman sabahlar olmasın, muhabbete bak!
İnsanın mutlu olmasının önünde, bizatihi düşünceleri var.
Aynı düşünceler ile de mutluluğu arıyor, bulacağı anca sahte mutluluklar olacaktır.

+ Mutlu ne yapmazmış?
- Düşünmezmiş!

+ Anlaştık mı?
- Anlaştık!

+ Bencil ne yaparmış?
+ BEN dermiş!

+ Anlaştık mı?
- Anlaştık!

Düşünce seni beklemezse beklemesin.
Her zaman 1 bekleyenin olduğunu bil!

+ ^_^
- =)

♥ ♥ ♥
Bu yazı tamamiyle hayali bir KURGU 'dur.

bilgivehis
13-03-2017, 03:12
Yaşamdaki düşünce mi hayalindeki düşünce mi daha çok acı çektirir?

Felâsife
13-03-2017, 14:14
Düşünce dediğimiz şey zaten hayalde, hayalimizde, yaşamda dediğimiz yönü bile hayalimizde "Düşünüyorum, öyleyse varım" diyen filozofta, bunun hayalinde değil, gerçeğinde olduğuna hükmederek, varım deyip, böyle yorumlamıştır.
Nerededir bu filozof şimdi... hayalde!

Bu aslında yaşarken de böyleydi ama düşünce dediğimiz şeyin gücü insanı öyle etkiliyor ki "düşünülen şeylerin gerçekliğine hükmettiriyor."

Hasılı düşünmek, düş görmekten çok farklı değildir diyebilirim. Bunun acısıda sızısıda buna göre olur. Daha çok acı kısmına gelince, kişi kendini neyle "daha çok" özdeşleştirmişse, sahiplenmişse, onun acısıda ona göre fazla olur.
Fakat eninde sonunda bu acı hayalde ki bir acıdır.

Sevgiler

Felâsife
07-11-2017, 12:24
Gel Lilith gel !...

Dağdan aşan seller gibi.
Çölden kalkan tozlar gibi.
Denizde çoşan köpükler gibi.
Gel, gel, gel...

Ayağı incinmiş ceylanlar gibi.
Kanadı kırılmış kumrular gibi.
Soğuktan üşümüş yavrular gibi.
Gel, gel, gel...

Baharla açan tomurcuklar gibi.
Hazanla solan yapraklar gibi.
Fukaralara yağan karlar gibi.
Gel, gel, gel...

Gel ki ömrüm neşeyle dolsun.
Gel ki ruhum şifalar bulsun.
Gel ki gözümde ışıklar olsun.
Gel, gel, gel...

Nasıl isen öyle gel.
Nerede isen çık gel.
Neden deme nice gel.
Gel, gel, gel...

Yoluna halılar serende.
Adına kurbanlar kesende.
Şanına ziyafetler verende.
Gel, gel, gel...

Gel gayrı, tanımayanlar tanısın seni.
Gül gayrı, tanıyanlarda tanıtsın seni.
Gir gayrı, tanışıklarda tartışsın seni.
Gel, gel, gel...

Öyle bir gel ki herkes duysun.
Öyle bir haykır ki ruhlar korksun.
Öyle bir bak ki bakan kendini unutsun.
Gel, gel, gel...

Aklım çok yoktu, yokuluğuma gel.
Ümitlerim bitti, çaresizliğime gel.
Hayallerim yitti, nedensizliğime gel.
Gel, gel, gel...

Akşam gel, sabah gel.
Gün aşmadan kuşlukta gel.
Saatler dursun zamansız gel.
Gel, gel, gel...

Uykumda ürüyama gel.
Uyuşukken uruhuma gel.
Uyanıkkende üzerime gel.
Gel, gel, gel...

Nasıl istiyorsan öyle gel.
İstersen ermiş olup gel.
İstersen berduş olup gel.
Gel, gel, gel...

Her türlü gelişin kabulüm.
Bin türlü deyişin kabulüm.
İtiraz yok, peşin kabulüm.
Gel, gel, gel...

Ben buyum, buyuma gel.
Artık yoğum, yoğuma gel.
İzbedelerdeyim, kuyuma gel.
Gel, gel, gel...

Nedensiz gel.
Niçinsiz gel.
Nasılsız gel.
Gel, gel, gel...

Yakarak gel.
Yıkarak gel.
Yırtarak gel.
Gel, gel, gel...

Delirdim gel.
Deliliğime gel.
Delirttiğine gel.
Gel, gel, gel...

Yeter ki gel.
Yetmez ki gel.
Sen yinede gel.
Gel, gel, gel...

--- ♥ ♥ ♥ ---



Lilitthh !...
Liliitttthhh !...

Nerelerdesin, gene görünmüyorsun çoktandır, buralarda mısın yoksa?
Nerelerdeysen çık gel.

İki laflardık, dedikodu ederdik, bu sanada iyi gelir, bana zaten iyi gelir.

Yalnızlık Quazimodo (http://turandursun.com/forumlar/showpost.php?p=606063&postcount=22) gibi zindanlarda unutulmaya benziyor, hoş değil.

Bak bana şiir yazmadın demiştin, senin adına yazıldı bu şiir ^_^
İstediğin gibi gel.
İstediğim için gel.
İstemenin aşkına gel.

Nasıl istersen öyle gel.
İster aşk ile yakıp gel.
İster zor ile yıkıp gel.

Sadece gel.
...
...

---

devam edebilir belki...

Nero
07-11-2017, 20:00
Lilith sana gelmiyorsa sen ona git. :)

http://www.sechaber.com.tr/tarihin-ilk-feministi-lilith-mi/

VraeL
07-11-2017, 21:10
Apollo, Ares, Artemis, Poseidon, Athena, Zeus, Hades, Hermes, Hygieia, Panakea, İştar, Afrodit, Venüs, Lilith, Sin, Selene, Lat, Uzza, VS.
Tarihin tozlu sayfalarının Mitolojik Tanrıları, VİZYONİK takla ile, Teknolojik Tanrılar olarak, tekrar aramızdalar mı?
Hiç bir zaman, hiç bir yere gitmediler mi?
Geçmişin başka bir boyutunu mu yaşıyoruz? | Yok artık !!...

Belki de teknolojik değil, ruhani varlıklardır.

Hatta belki evokasyon ve invokasyon ile Lilith anayı gerçekten çağırmak, iletişime geçmek bile belki de mümkündür.

Yüreğimizdeki ışığı dışa çevirip Şeytan adına ışık vermeye başladığımızda, içimiz karanlıkta kalır ve karanlıktan yayılan büyük ışık her şeyi aydınlatır, görünmeyen siyah yüzü ise kadim sırları barındırır. - Profodannus

Dişil ilahların yüceliğine selam olsun.
Kadının isyanına selam olsun.
Baykuş ananın asaletine selam olsun.

Felâsife
08-11-2017, 01:17
Lilith sana gelmiyorsa sen ona git. :)
Şiir benden çıktı gayri, artık benim değil o, kim sahiplenirse onundur, onun hissiyatıdır. Sahiplenmeyen için bir problemde yoktur.
Şair açısından gitmece gelmece durumu da yok yani.
Elçiye zeval olmaz, şairede niyesi sorulmaz. Öyle olması gerektiği için öyle oldu. :)

Yalnız kitap Lilith'ten pek hayırla söz edeceğe benzemiyor gibi, bilindik şeyler onlar.

Belki de teknolojik değil, ruhani varlıklardır.
Benim açımdan zaten teknoloji ile ruhaniyet arasında bir fark yok, nihayetinde aynı kapıya çıkacaklar diye düşünüyorum.

Sevgiler

Felâsife
18-11-2017, 23:20
Gökler Ecesi
Melekler bataklığı
Tanrının masumiyeti

- - -

Yansın dünya!
Yansın ruhlar!
Yansın her şey!

Bunlar nasıl sorular böyle, nereden geldi aklıma bilmiyorum, kafamda deli sorular dönüyor.
Tanrı nasıl masum olabilir ki?
Tanrının masum olması demek, vasıflarının da olmaması demek midir? Tanrı gerçekte nedir?
Bizi kandıran melekler mi?
Ey Lilith, ey gökler ecesi.
Neredesin!
Her zamankinden daha çok ihtiyacım var sana, sormam gerekenler var, neredesin?

+ Devam edebilir belki mi?
- Hoş geldin, sefalar getirdin.

+ Hiç hoş gelmedim ama...
- Aa! neden ki?

+ Ne zaman çağırdında gelmedim ki, belki devam edebilir diyorsun, çok kırıldım buna.
- Aşk olsun Liltih'm
Ben onu senin için demedim ki, kendim için demiştim.

+ Nasıl yani.
- Zira yazmaktan çizmekten de bıktım, sonu yok, yaz yaz nereye kadar.

Yaşama amacımı bilsem, böyle her rüzgarda savrulmazdım.
Sözlerimde samimi olsam, yazmakla bu kadar uğraşmazdım.
Yaşamakta denmez buna, anca nefes alıp vermek denilir.
Ellerim tabikide boş, ömürden gideni sermaye saymazdım.

Her okuma yazma bilen yazarsa, bu işin sonu nereye varır ki?
Varmadığının ispatı bunca yazılanlardır! diye düşünüyorum bir yandanda.

+ Çok anlamadım gene, bu sorunun cevabı değil ki?
Benim gelmem senin yazmana sebep oluyorsa, gelmeyeyim o zaman.
- Sorun senin gelip gelmemen değilde, benim yazıp yazmamamdı.
Belki yazarım anlamındaydı o belki.

+ Hahaha, bende bana dedin zannettim iyi mi?
- Komik olmuş gerçekten, hiç aklımdan bile geçmemiştin, artık kendime nasıl odaklandıysam. =)
Yanlış anlamak, böyle bir şey olsa gerek.

+ Git köyüne o zaman şehirde ne işin var.
- Aynen niyetimde öyle zaten, bu bahar kısmetse kaçacağım buralardan.

+ Yazma çizmede biter o zaman diyorsun yani.
- Aynen.
Yazmamak şiir gibi.

+ Hiç aklın kesiyor mu buna?
- Aaa! niye ki, doğa ile baş başa kalmak, temiz hava, su yiyecekler, ne edeyim ki yazıp çizmeyi. Şehrin gürültüsüde yok, bağ bahçe derken hiç aklıma gelmese gerek yazma çizme işleri.

+ Dışta ki sesler azaldıkça, içeride ki sesler daha çok meydana çıkar!
- ???

+ Diyorum ki sen bu şehrin gürültüsünde bu kadar içseline ulaştıysan, köyün sessiz ortamında daha çok içseline ulaşırsın ve daha çok şey yazma ihtiyacı duyarsın.
Özelliğinin farkında değil misin?
- Hangisinin.

+ Hangisi olacak, yazma özelliğinin tabi, eğer o şey hangisiyse onu yazmadan sana rahat yok, bunu biliyorsun, bunu da bile bile, yazma çizmeden kurtulacağını mı sanıyorsun?
- Uff! hiç iyi demedin bunu.
Arabinin hastalığı da bu!
Yazmadan duramıyormuş, hastalanıyormuş.

+ İyi veya kötü, şehirde bir işin kalmadıysa, demek ki bir sonra ki aşamaya geçtin demektir.
- Yeni şeylerde yeni bilgiler demektir, sanırım dediğini anladım. Bana gene rahat yok desene o zaman.

+ Benle konuşuyorsun, sana daha nasıl rahat olsun ^_^
- Hahaha,
Senle konuşmak inan en rahat olduğum şey diyebilirim, keşke her şeyim böyle olsa idi.

+ Teşekkür ederim, onur duydum.
İşte sırf bunun içinde yazacaksın. Köyde, dağ başında, çölde, hiç fark etmez.
- Karnıma ağrılar girdi iyi mi.

+ Dur sana hazır gelmişken konu açayım, dedikodu edelim biraz. Hem sanada malzeme çıkmış olur. ^_^
- İşte bu!
Mistik dedikodu gibisi yoktur!

+ Hem yazmaktan bıktım diyorsun, hemde bilgi için ölüyorsun, tezatlık yok mu burada.
Bilgi rahatsız eder, illa ki dışarı çıkmak ister.
Hiç halden de anlamaz, iki elin kanda da olsa o çıkmak ister.
- Ama dedinya, bu özelliğin var diye, madem kader değişmeyecek, öyleyse pilavdan dönmek yakışır mı?
Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın =)

+ İnsanın neden akıllanmadığın, geri kaldığının örneği gibisin.
- Anlamadım diyeceğim ama çokta iyi anladım, pek hoş olmadı gibi.

+ Yani diyorsun ki hep beni methet, öv, beni düzeltmeye çalışma!
- Aa! asla öyle bir iddiam yok, haklısın, düzelt beni Lilith!

+ Hâh şöyle yola gel.
- =)

+ Muhammedden bahsedelim mi?
Daha önce İsa'dan söz ettim, birazda ondan bahsedeyim istersen.
- Hımm. İlginç olur aslında ama bence bahsetme.

+ Neden?
- Nedeni basit değil mi?
Adamın gizli bir aşk hikayesi var ve bir din ile üzeride örtülmüş, bu örtüyü değil kaldırmak, lafını bile yapmak yasak.

+ Mesela?
- Meselası şu ki hem inanan hemde inanmayanlar için Muhammed'in aşık olması imkansız bir şey, çünkü onların hayallerinde ki Muhammed ya sahtekar, ya da Allahın sevgili konumunda.
Yani o aşık olmamaz!
Her ikisi içinde insan değil o!

+ Ama ya aşık olmuşsa, ya herkes yanılmışsa, ya herkes onu zerre tanımamışsa.

Asırlar önce olanları gözleriyle görmüşler mi?

Kim görmüş!
Nedir bu kesin bilme olayı!
- Tanımadıkları kesinde, sanırım beni deniyorsun sevgili Lilith.

+ Sınama demeyelimde, sohbetin kıvama gelmesi diyelim.

İsli duvarlar da hayaller dolaşır, puslu aynalar da sûretler oynaşır,
Sevdalılar da hasretin içinde yollarını gözleşir!
Bakar... Bakar... Bakar... ve dahi yine bakar !...
- İKİ AŞK! şiirimden bu.

+ Bu iki aşkı bu kadar özel yapan sence nedir?
- İkisinin de üstü din ile örtülmüş, bundan daha özel bir şey göremiyorum.

+ İyi düşün!
- Demesi kolayda azcık bir ip ucu versen bağlantıyı yapacağım ama şu an adeta hayalimin sınırında duruyorum, ötesiyse karanlık.

+ Düşünsene, din çok önemli ama genede onlar aşklarını yaşıyorlar, din bile engel olamıyor.
Ayrıca Tanrıda o kadar engellemesine rağmen gerçekleşiyor bu olaylar.
- Oyy oy oy!
Şimdi anladım, jeton anca düştü.
Daha ilerisini anlatmayacaksın değil mi?

+ Niye ki kaç saattir seni bu noktaya getirmeye çalışıyordum, mesele tam kıvama gelmiş durulur mu?
Asırların birikmiş dedikodusunu şimdi yapacağım, bu fırsat kaçar mı?
Sen ne dedin, pilavdan dönenin kaşığı kırılsın.

Öyleyse,
Yansın dünya!
Yansın ruhlar!
Yansın her şey!
- Yansın anasını satayım!

Bir şey diyebilir miyim?

+ Söyle bakalım ama ortamı soğutma, demir tavında dövülür, tavın ayarını kaçırmayalım. ^_^
- Hahaha
Ben ilk hikayeni duyduğumda, senin için üzülmüştüm, içerlemiştim ama görüyorum ki senin için üzülmeme hiç gerek yokmuş.
Helede bu eğilemeyen, bükülmeyen, ezilmeyen, demir kadın görünümün varken, bundan sonra sana değil, anca senin karşındakilere üzülürüm, o da neyle uğraştıklarını bilmedikleri içindir anca.

+ Hahaha
Aslında çok eğdiler, bükdüler, ezdiler ama her ezilenin zamanla başına gelen şey banada geldi.
- Nedir o!

+ Ezile ezile, artık ezilmek seni etkilemiyor, seni üzmüyor, çaresizlik kendi içinde çarelerini öğretiyor.
- ve eğilmez, bükülmez bir hale böylelikle geliniyor öyle mi?

+ Kader eziyorsa vardır sebebi.
- Gelelim artık şu kadere sevgili Lilith'im, tavın ayarı kaçacak gibi bak!

+ Geldiğide Kader, gelmediğide kader.
- Yani, olduğuda kader, olmadığıda kader öyle mi?
Oysa söylene gelen, olduğu kadar olmadığı kader!

+ Çok biliyor onlar!
Olduğuda kader, olmadığıda kader!
- !! ...

+ Korkma korkma, mevzuyu kader deyip anlatmamazlık etmeyeceğim, ama belli mi olur, belkide edebilirim.
- Yaa a! Lilith !!...

+ Hahaha
- Tüm zamanlarda alamadığın en büyük keyfi, benden alıyorsun değil mi?
Beni böyle ezim ezim ezmek, kapında bekletmek, çok zevkli olsa gerek.

+ Ya ne bileyim, uzun süredir, hatta doğrusu asırlardır böyle bir şeyler yaşamadığım için, insanî özelliklerim yitmiştir diye düşünmüştüm ama görünen o ki sapa sağlam yerinde duruyorlar.
- Şansa bak ki o da bana denk geldi.

Göklerin ecesi, insanlaşıyor...

+ Hahaha, öldüm gülmekten iyi mi, gözlerimden yaşlar geliyor ^_^
- Sen gülmekten öl, bende burada zaten kahrımdan öleyim, ölüşelim gitsin. =)
Zaten bunları kimseyede anlatamam, yaşamak ne ki, bir kibrit çak gitsin.

+ Dur hele yav, acele etme yakacağız ama önce kendimizi değil, alemi yakacağız.
- Bu gidişle alem yanmadan önce, için için yanmaktan kesin kül olup gideceğim.
Gayri aleme küllerimi savurursun.

Farkında mısın?
Hitap şeklin bile değişti.
Göklerin Ecesi argoda mı konuşur. =)

+ Takılma öyle şeylere, asırların birikmişini senin yanında atmışım çok mu?
- Haklısın.

+ Şimdi Tanrı neden engelleyemedi bu aşkları, buna gelelim.
Bundan sonra duyacaklarını, bundan önce duyan olmadığı gibi, dile getirende olmadı.
Bunları bir daha duyacağını da sanmıyorum.
O yüzden dikkatle dinle, bunun ikincisi bir daha olmayabilir.
- Ne diyeceksin bilmiyorum ama şuan acayip derece gerildim, duyacaklarım çok tuhaf şeyler olacak, sadece onu biliyorum.

+ Tanrı adına insanları kandırdılar, hatta onlar Tanrıyı bile kandırdılar kendi akıllarınca.
- Neyyy... nasıl yani.

+ Duydun işte, Tanrı adına insanları kandırdılar.
- Kim?

Devam edecek...

Felâsife
21-11-2017, 00:23
+ Her şeye baştan başlayayım.
Daha öncede Tanrının bir yazılım olduğundan bahsetmiştim, o da sonuçta bir kaderin sonucunda olmuştur. Yani Tanrı bile yaratan değil, yaratılandır, fakat onun yaratılan olması, onu zayıf, güçsüz etmediği gibi, Tanrısallığınıda etki etmez, çünkü o Tanrıydı, onsuz bir hayatta olamazdı, nihayetinde yazılımsal olsada o vardı, kaderde vardı çünkü.
Bu açıdan bakınca Tanrı var/yok diyenlerin ikiside yanıldılar. İkiside hayallerin de ki Tanrıyı göre hareket ettiler.
Gerçekler böyle değildi tabi.
- Anlıyorum, bunu daha öncede anlatmıştım, yanılan yanılana yani.

+ Öyle bir taraf haklı, öteki taraf haksız diye bir şeyde yok, ya herkes haklı, ya da hiç kimse.
Kandırılan da kandırıldığının bilincinde olmazsa, bilinçsizliğini bilinç zanneder ki olan da tam anlamıyla budur.
- Yani.

+ Tanrı bu dünyaya hiç gelmedi, aslında sizin evreninize veya bildiğiniz hiç bir yerede gelmedi, o çok başka bir boyutta idi, o sadece Tanrısallığının verdiği bilgi ile etrafındakilere dedi ki dünya diye bir yer var, gidin arayın bulun, orada bir hayat inşa edin, size gereken bilgileri vereceğim ve varlığımdan onlara haber de etmeyin, buna hiç gerek yok dedi.
Bana ulaşamadıklarında, çaresiz kaldıklarında, başları her derde düştüğünde, benden yardım isterler, buna alışırlar, hep isterler. Çünkü akıl ve fikirleri olacak, kendi yollarını kendileri bulabilirler. Bu donanımlara da sahip olacaklar.

Eğer benden haberleri olursa, bu onları iyice şımartır, tembelleştirir, alışkanlık eder, her şeyde benden yardım isterler ve kendileri yapmak zorunda kaldıkları şeyleri bile yapmazlar.
Oysa ben onların kendi başlarının çaresine bakmalarını istiyorum dedi.
- Hakikaten çok ilginç, aynen de böyle oluyor.
Afikada açları bahane edip, herkes Tanrı nerede diyebiliyor.
İnananlar Tanrı öyle istemiş diyor.
İnanmayanlar da hani nerede Tanrı diyor.

Sonuçta kimse taşın altına elini koymuyor.
Bir şekilde herkes Tanrıya havale etmiş, bekliyorlar.
Vay be!
Tembelliğe bak!

Kendi yapacakları işleri bile, Tanrıya havale etmişler.

+ Tanrı kendinin bilinmesini bu yüzden de hiç istemedi, başka bir sebep daha var.
- Ama şimdi bilinmiş, deşifre olmuş, düzeltseya bu işleri.

+ Henüz daha bilinmiş bir şey yok, ayrıca müdahale etmek korkakların, güvensizlerin işi değil midir?
O kendini bildirmediyse sebebi şu olabilir mi?
O insanlara güveniyor, yarattığına güveniyor! Nihayetinde potansiyeli var insanın, yolunu bulacaktır.
- Haydaa!
Peki ya bu bildirenler neyi bildirdi, niye bildirdi, dertleri neydi?

+ Sorunda oradaya.
Melek denilen o elçiler, insanlara hiç bir zaman iyilik etmediler.
- Niye ki?

+ Neden çok basit, kıskançlık!
- Kıskançlık mı?

+ Aynen.
Melekler insanları çok kıskandılar.
Düşünsene İnsanlar Tanrıdan bi-haber yaşayabileceklerdi, onlar bunu hazmedemediler.
Öyle ki Tanrı çok kıskançtır diye, bunu kutsal metinlere de geçtiler ki amaçları insanları kandırmaktı.
Oysa kıskanç olan bizatihi kendileriydi, Tanrı değildi.
Yersen melekler masumdu!
- Acayip bir şey bu.

+ Sözüm ona bu iyilik melekleri, Tanrının emriyle hareket ediyorlardı, Tanrının emirlerini insanlara iletiyorlardı, lakin bu da koca bir yalandı.
Çünkü Tanrı onları buraya gönderirken, onlara kendinin gizlenmesini söylemişti, bu açıktı, fakat onlar bunun tam da tersini yaptılar.
İnsanları gaza getirmek için, "Tanrı, insanı kendi sûretinde yarattı" filan dediler.
Oysa Tanrının bir sûreti yoktu ki!
Fakat insanları kandırmak adına bu yola giriştiler, daha çok böyle şeyler var.

"Tanrı, insanı kendi sûretinde yarattı" zaten Tanrının sözü olamaz ki, bunu Tanrı dese, "Ben, insanı kendi sûretimde yarattım" derdi.
O yüzden kutsal denilen metinler, Tanrının sözü değil, o elçilerin sözleridir.
Olayı anlayabiliyor musun?

- Breh breh breh.
Elçilerde amma sıkıntı varmış.

+ İnsanlar iyi düşünecek, her duyduğuna doğru demeyecek, peşinden gitmeyecek, nihayetinde irade denen şeyleri de var. Daha önemlisi akıl denen şeyleri de var ki iyi düşünecekler.
Doğrular ne kadar doğru!
- İnsanlar doğrularını yargılamıyorlar ki?

+ Yargılayacaklar!
Yoksa gerçek denen şeyi rüyalarında bile göremezler.
- Gördük diyorlar.

+ Hayal görüyorlar.
- Bu şartlarda görmelerinin mümkünatı yok gibi, baksana işin içinde işler varmış.
Tanrı bilinmesini istemiyormuş. Çok ilginç hakikaten.

Bundan emin misin sevgili Lilith!

+ ^_^
Noter mi getireyim, aklına vur, ölç tart, karar ver ya da verme.
- OK.
Meleklerin kıskanmasını da çok anlamadım, insanın neyini kıskanıyorlar ki?

+ Neyini olabilir?
- Aklı mı?

+ Değil.
- Gönlü?

+ Değil.
- Bilemeyeceğim.

+ İnsanın en zayıf yönü desem.
- Ölümü mü?

+ Acizliğini kıskanıyorlar.
- Yok daha neler !...
Acizliğin neyi kıskanılabilir ki?
Benimle eğlenmiyorsun değil mi?

+ Aşk olsun!
Kendi açından bakma meseleye, bir de onların penceresinden bak.
Her türlü bilgiye, donanıma, gücede sahipler ama sahip olamadıkları yegâne şey, acizlik.

En güçlü yanın, aynı zamanda en zayıf yanındır.
En zayıf yanın, aynı zamanda en güçlü yanındır.
- Haydaa!
Acizliğin bu kadar kıymetli bir şey olabileceğini, aklımın ucundan bile geçiremezdim.

+ Hahaha
Hiç düşünmedin değil mi bu meseleyi.
- Ne yalan söyleyim, hiç düşünmedim, hemde hiç!
Kim düşünebilir ki?

+ Mesele orada zaten düşünülmeyeni düşüneceksin.
Önüne hazır gelenden, doğduğunda hazır olan bilgiden kaçacaksın!
- Gurk!!

+ Diyelim ki her türlü güce sahipsin, ne istesen oluyor, ama bir şey var ki o hiç olmuyor.
Ne yaparsan yap, ne edersen et o olmuyor, bu öyle bir şey ki, bu aslında Tanrıda bile olmuyor.
- Hayal mi?

+ Bu da doğru sayılır, haklısın, bu da kabul ama bundan dahada derinde bir şey var, insanı insan yapan, onu tüm her şeyden ayıran bir şey var.
- Aşk mı?

+ Evet, bahsettiğim şeyin adı Aşk!
Öteki türlü hayalde kuramıyorlar, zaten hayal kuramadıkları içinde, aşıkta olamıyorlar.
Aşık olmak için, hayal gücüne de gerek var çünkü.

Aşk, acizliktir.
Aşk, çaresizliktir.
Aşk, kimsesizliktir.

İnsan acizliğinden dolayı aşık olur, güçlü insan aşık olmaz/olamaz, anca sahip olur.

Gerçekten seveninin olmadığı, menfaate dayalı bir şey asla aşk olamaz.
Arada ki farkı iyi anla!
- Meleklerin kuyruk acısını şimdi anladım.
Her şeye sahip olmak yeterli bir şey değilmiş demek ki, aksi gibi her türlü gücün var ama acizliğe sahip olamıyorsun, vay be...

+ Güç öyle bir şey ki zamanla kendini yer bitirir, sıradanlaşır, her şeye sahip olmak anlamsızlaşır.
- Ama meleklerde böyle olmamış anlaşılan.

+ Evet, halen daha diretiyorlar, pes etmediler, etmezlerde. Onların suçu büyük, Tanrı adına çok şey yaptıkları gibi, Tanrıyı da dinlemediler.
İşin tuhafı geri adımda atamıyorlar, güç başlarının belası olmuş durumda, zararın neresinden dönersek kârdır da diyemiyorlar.
- Battıkça batıyorlar mı? yani.

+ Aynen öyle. Bunun adı BATIŞ!
Dahada batacaklar.
Onlar battıkça da insanlık yükselecek!
İnsanın kaderi insan olmak, bundan kimse kaçamayacak!
- Vay anam vay!
Büyük aşkların üstünü din ile örtmelerinin sebebi varmış demek ki, Kıskançlık!
Ne diyebilirim ki tam bir trajik durum bu.
Senin deyiminle bataklık.

MELEKLER BATAKLIĞI !!

+ Öyle bir kıskançlık ki hem kendilerini devreden çıkartıp, direk Tanrıyı hedef göstermek, hemde Tanrı aşkın üzerini örttü gösterip, Tanrıyı suçlu göstermek.
Diğer yandan din diye bir şey icat edip, Tanrıyı haber etmek.
Ve kendilerini de aradan sıyırmak!
Zekice plan değil mi?
- Oyy oy oy.
Adeta doğrular ile insanlar kandırılmışlar.
Aslında bu kadar plana ne gerek vardı ki? Madem gücün vardı, aşıkta olmayıver, nasıl olsa zorlada sahip olunduktan sonra, aşkın ne esprisi kalacak ki?
Nihayetinde aşkta sahiplenme gibi bir şey değil mi?

+ a benim sâf Felasifem!
Aşk sahiplenme olsaydı, aşık olan gayrı ne varsa silmezdi, ama aşkta silme var.
Aşkta Tanrıyı bile silersin.
- !!??

+ Tanrıyı unutmanın iki yolu var.
Ya hiç adını anmayacaksın, ya da aşık olacaksın!
- Şu an buz kestim, bedenimi hissetmiyorum iyi mi!
Onlar Allahı unuttu, Allahta onları unuttu!

+ Aynen
İlk yol çok zor, zira çevrende her zaman birileri onu hatırlatır, zaten doğduğun andan itibaren Tanrı ismi her yerde anılır. İsimler hazırdır. Bu kadar anılırken unutmak çok zor olur.
- Hakikaten ya, Tanrıya inanmayanlar bile onu anar, böyle bir ortamda ismi unutmak nasıl olacak?

+ Hayalde yaşatılan bir şey gerçekte yoklanamaz, ondandır ki Tanrıya inanmayanlar bile, onu ismen yaşatır. Olay zaten isimler dünyasında kopar. Çünkü ona inananlarda ismen inanır.
- O zamanda unutma gerçekleşmez öyle mi?

+ Aynen.
Dediğim gibi unutma iki türlüdür, biri ismi anmamak öyle unutmak, diğeride aşık olup öyle unutmak.
Aşkın ne özel bir şey olduğunu anladın mı?
- Anladım anlamasında ama bunları kötü bir şey olarak öğrettiler.

+ Tanrı ile kandırmak dediğim buydu.
Dediğim gibi planları zekiceydi, kendilerince bir doğru yarattılar ve herkesi de ona inandırdılar.
İp çekildi, tuzak kapandı!
- Ya Şeytan!

Devam edecek...

Felâsife
26-11-2017, 21:29
+ Şeytan belli değil mi?
- Ne diyebilirim ki nutkum tutuldu resmen.
Herkes melekleri masum bilirken, meğersem Şeytan onlarmış.
Hatta Tanrı, Şeytan diyenler bile var ama Meleklerin Şeytan olması, akılara zarar.
Bu işte, tam ters köşe gerçekten.

+ Doğrular yargılanmazsa olacağı budur.
- Göklerin ecesi, sana saygım bir kat daha arttı, harikasın.

+ Ne dedik, dedikodunun dibine vuracağız bu gece ^_^
- Hahaha, gönder gelsin ne varsa.
Bunlar dedikodu ise, gerçekler nasıldır acaba, şaştım kaldım.

+ Şaşmalısın zaten, hayretler etmelisin.
Bunlar yoksa hiç bir şeysin.
- Bunu fazlasıyla başardın, hayretler içerisindeyim emin olabilirsin :)
Şunuda söyle tamam olsun, Tanrı masum muydu?

+ Ya ne sandın.
- Tamamen iptalim ben.

+ Hahaha,
- Cidden iptalim, şebeke çekmiyor.

+ Hız kesmeyeyim o zaman, tam gaza devam.
- Laf ağızdan çıktı bir kere, dinlemeye devam...

+ Tanrı sizin anladığınız şekilde bir Tanrı değildi zaten, Cennet Cehennem yaratacak, birilerine düşman olacak, her yerde olacak vs. değildi.
En önemliside o kendini bildirecek, kendine taptıracak hiç değildi.
Tanrı böyle işlere karışmaz ki, bu Tanrısallık değildir ki.
- Banada saçma geliyor bu.

+ Aslında Tanrı konusunu fazla irdelemeyede gerek yok, zira insanın esas sorunu bu değil. Dediğim gibi o zaten bilinmesini istemiyordu ki, bilinmeye ihtiyacı yok ki, bilinmek arzusu zaaf demektir.
Aynı şekil insanında onu bilmeye bir ihtiyacı yoktu.
Aslında Tanrı genede bilinmedi, bilinen şey hayalden başka bir şey değildi.
Başka değişlede Tanrı, başka bir Tanrı anlayışı ile örtüldü.
- Çok ilginç.

+ Dediğim gibi irdelenmesinin hiç bir anlamı olmayan bir konu bu.
O bilinmesini istemedi, olay kısaca bu.
Çünkü o istense de bilinemezdi. Çünkü o bir bilinmezdi.
Bilinmez bilinebilir mi?
Bilinince bilinmezliği kalır mı?

Melekler genede onun bilinmezliğine, farkında olmadan hizmet ettiler.

Mesele bu kadar basit.
- Peki Tanrı vardır diyenlerle, yoktur diyenler!

+ Bir yönden ikiside haklı, bir yönden de ikiside haksız.
- Hahaha,
Politik bir cevap oldu sanki bu.

+ İnsanlığın bu var/yok savaşında kazanan yok, hiç bir zamanda kazananı olmayacak, daha ne diyebilirim ki?

Tek kazanan var, Melekler, yani imzanda ki Tanrılar!
Bu KAOS 'u çıkaranlarda onlar, besleyenlerde onlar.
İMANDA İNKARDA, onların çıkardığı İKİLİK.

Şimdi bunun hangisi kazansa, gerçekte kazanan bu sistemin sahipleri olmaz mı?
İmzanda ki VİZYONİK TAKLAYI attıranlar kimler?
Onlar.

Öyleyse her türlü tartışmalarda da anca onlar kazanır.

KAOS 'u sürekli besliyorlar, iyi düşün!
KAOS 'tan da besleniyorlar, ötesi var mı?
- Yolun sonu.

+ Son hiç bir zaman yok, lakin aşamalar var.
Sana başka ilginç bir şey söyleyeyim mi?
- Cevabımı biliyorsun :)

+ İbni Arabi'yi biliyorsun, nasıl öldü o!
- Bildiğim sizin taptığınız ayağımın altında dediği için öldürülmüş, gerçi başka şekilde de öldürüldüğü anlatılıyor, rivayet muhtelif yani.

+ Arabi, sizin taptığınız ayağımın altında dediği için öldürülmedi, ama o sözü söylediği için yargılandı.
Savunmasını yaparken de ilginç bir savunma yaptı.
Ben o sözü söylerken bilinçsiz, sarhoş bir halde söyledim, insan bilinçsiz söylediği sözlerden, suçlu bulunamaz diye bir savunma yaptı ve savunması haklı bulundu. Ama genede söylediği sözler olsun veya yazdığı bazı kitaplar olsun, düzeltme yapılması istendi. O da bazı düzenlemeler yayınladı, kısacası o sözden beraat etti.
- Hakikaten ilginçmiş!
Zira Arabi çok hızlı kitap yazıyor, noktalama kullanmıyor, aynı zamanda hiç müsvettede kullanmıyor, kitap bittiğinde hakikaten bitmiş oluyor.
Tabi kitap yazamadığı zamanda da hasta oluyor, o kitapları yazmaya mecbur kalıyor. Anca o zaman rahatlıyor, kısa zamanda gene bu kısır döngü başa sarıyor ve gene yazıyor, yüzlerce kitap yazmış ki hiç şaşılası bir durumda değil.

Ama bu bilinçsizlik meselesi, hakikaten ilginç.
O sözü bilinçsizce söyledim diyen, ya o kitapları da bilinçsizce yazdıysa!

+ Hah, aynen benimde demek istediğim buydu, bu kadar hızlı kitap yazan biri, aklından mı yoksa, başka bir yerden duyarak mı yazıyordu?
- Yani katip miydi?

+ Aynen.
- Kime katiplik ediyordu?
Melekler dersen, düşüp şuracıkta bayılabilirim.

+ Tabiki onlar!
- Yandı Çukurova yandı!

+ Ne dedim baştan.

Yansın dünya!
Yansın ruhlar!
Yansın her şey!

- Bu kadarda yakılmaz ki her şey!

+ Yakmak dediğin böyle olur.
Ya her şeyi yakacaksın, ya hayallerinle yaşayacaksın!
- Arabide gitti desene. Bunu demeyeydin iyiydi =)

+ Meseleyi tam anlamadın galiba.
Mesele doğrular yanlışlar meselesi değil, mesele yanıl(t)mak meselesi.
- İnsanlar doğrular ilede yanılır mı?

+ Ya ne sandın.
Arabi'nin söylediği çoğu şeyin doğru olması, onunda yanılmadığı anlamına gelmez.
Yanılmak istemeyen doğruları bile yargılayacak, karar vermeyecek, başka çaresi yok.
- Hiç insanların yapacağı bir şeye benzemiyor bu.

+ Yapmazsa kendi bilir.
Hayalleriyle yaşar ve onlara iman eder durur.
- Anladım.
Peki Tanrıyı unutmak!
Ben artık epeydir böyleyim diyebilirim, unuttum onu, Tanrı ile bir işim kalmadı, senin söylediklerine bakınca, bunda da yanlış yapmadığımı anlıyorum. Bu konuda ne dersin.

+ Denilecek bir şey yok, unut gitsin, çünkü o zaten peşin unuttu. ^_^
Tanrı varsa da unuttu, yoksa da unuttu.
- Zalimlik denebilir mi buna!

+ Niye ki?
- Ne bileyim, Tanrı yarattığını yalnız bırakacak, ona hiç yardım etmeyecek filan, bu pek Tanrısal gibi durmuyor.

+ Yani mecbur öyle mi?
Hayalde ki Tanrı bu!
Yani insanlaştırılmış Tanrı!
Yani elçilerin servis ettiği Tanrı!

İşte bu mecburiyeti olmadığı için, o bilinmesini zaten istemedi. Çünkü böyle bir mecburiyeti yoktu, olması demek zaten zaafiyetti.
Tanrısallık zaafiyet kaldırmaz.
- Unutmak zaafiyet değil midir?

+ Hahaha,
Tabiki de değildir. O Tanrısal bir meziyettir.
İnsanda da vardır o.
Yaratmak ve unutmamak asla yan yana gelemez.
Yaratıyorsan unutacaksındır!

Ruhlarında hafızası yoktur, dolayısıyla geçmişi yoktur, sürekli "an" da yaşamak gibi bir durumları vardır. Geçmiş yoksa acı yok, ızdırap yok.
İnsanlar niye acı çekiyor?
Unutmadıkları için!
Hayat sadece acılardan mı ibaret?
- Ne bileyim unutmak biraz sorumsuzluk gibi geliyor bana.

+ Tanrı hiç bir şeyi unutmaz öyle mi?
Bu hayal işte, kurtul bundan.
Tanrı bir çeşit yazılım dedik ama o bir makine de değil.
Belli görevlerini harfiyen yapacak, neye programlandıysa onu uygulayacak, öyle bir makine değil.
- Kısaca desene şuna, Tanrıdan fayda yok!

+ Hahaha,
Arife tarifte gerekiyormuş demek ki ^_^
- Normalde gerekmezmiş ama senin bu söylediklerinden sonra, ortada bir Arifte kalmasa gerektir.
Bildiğim ne varsa, sayende hiç biride bir işe yaramıyormuş onu anladım.

+ Ne yapacaksın doğruları ki?
Doğrular üzere yaşam kurmak, kendini garantiye almak demektir, lakin garanti diye bir şey yok.
Hayat nehrinde akışa bırak kendini, baraj inşâ etmeye çalışma.

İnsanların en doğru bildikleri şeyleri, işte sana ne kadar yanlış olduğunu da anlattım.
Doğru anca yanılmaya yol açar.
- Demesi kolay.

+ Ben söyleyeceğimi söyleyeyimde, gerisi sana kalmış.
Sonra arkamdan Lilith beni kandırdı, kafamı karıştırdı diye küçük forumlarda lafımı edersin filan, neme lazım.
Benden söylemesi.
- Aşk olsun.
Beni sen kandır.
Nasıl olsa herkes kandırılmış.
Sende beni kandırmışsın, çok mu? :)

+ Hahaha,
Galiba iyi bir şey dedin.
- En azından niyetim iyiydi.

+
Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
- Sanırım gitme vaktin geldi.

+ Vakit geldi, söz tükendi.
- Her iyi şeyin başına gelen şey bizede geldi.
Sohbet bitiyor, hasretin yelkenleri açılıyor.

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden

+ Olayı dramatik hale getirme.
Unut dediğimi unuttun mu?
- Hiç işime gelmiyor ki?

+ Hahaha,
Öyle veya böyle zaten unutacaksın.
- Unuttum öyleyse seni

+ Bende seni.
- Sen kimdin?

+ Lilith!
- O kimdi ki?

+ Hahaha,
- Hahaha,


---- BİTTİ -----
Bu yazı tamamiyle hayali bir KURGU 'dur.

+ Kurgu mu? Bu ne demek şimdi
- Hayat zaten bir kurgu değil mi?

+ Buna mı inanıyorsun?
- Böyle yaşıyorum, ötesini bilmem.

+ Tuhaf bir bakış açısı, ne yani şimdi bende mi kurgu olmuş oluyorum, bunca söylenenlerde?
- Ayırmadım sen, ben, o !

+ Ben böyle hiç düşünmemiştim, sen niye böyle düşündün ki?
- Bu benim dünyam, daha doğrusu böyle bir dünyada yaşayan biri oluyor o ben
Yaşam bu kadar çeşitliyken, herkesin aynı olamayacağı bilincine ulaşmanın verdiği bilinç, nötr olmak yani.

+ Herkese aynı şey de olmayacak yani diyorsun.
- Öyle.

+ Hakikaten ilginç. Böyle bir şeyi ben bile düşünmemiştim.
- Düşünülmeyeni düşünmek, insan en çıplak haline bakması gibi.

Büyük bir utanç hali.
Ben bu muyum!
Bunun örtülmesi gerekiyor!

Kimselere anlatılamayacak kadar fena bir hal.

Gerçeklik dediğim bu hayatın, rüyada gördüğümden de hiç bir farkı yok!
Bu gerçekliğimden de uyandığımda-ki uyanmıştım-aslım hiçlikmiş, aslımı görmüştüm.

+ Ee! sonra!
- Olup olabileceğim bir şey yok, "ben" diye bir şeyim olmayacak, şu an seninle bile konuşmam, hiçliğin kıyılarında olduğumdan dolayıdır.
Son engelim sensin!

+ Ne demek istedin anlamadım iyimi.
Birde kendimi zeki görürdüm, insana dair her şeyi bildiğimi zannederdim, çok ilginçsin gerçekten.
- =)
Bir rüyayım ben!

+ Rüya isen uyanacaksın demek değil midir bu?
Uyanacaksan da niye hiç olacaksın ki?
- Rüyamda bir şeyler yaşıyorum değil mi?
Peki o olan şeyleri hemen unutmasam bile, uyandıktan sonra çok kısa bir sürede unutuyorum değil mi?

+ Evet
- Peki nerede onlar!
Hiç olmadılar mı?
Hiç yaşanmadılar mı?
Hoyratça yaşandılar ve bittiler mi?
Bu mudur?

Orada sürekli bir prova yapıyoruz!
Hayatı boyunca bunun provasını yapan biri, nasıl hiç olmam diyebilir.
Bir rüya değilim diyebilir.

O provaların boşa olmadığının idrakiyim.

+Enteresan.
- İşte bu yaşam da rüyam gibi hiç olacak ve ben hiç olacağım.

Bu bene dair ne varsa hepsi hiç olacak!
Bu yazıştıklarımız bile hiçlenecek, daha ne diyebilirim ki.

Hiç yaşanmamışlığın koynunda, kaderi beklemek!

+ Hiçliği tek kelime ile nasıl tanımlarsın.
- İsimsizlik!

+ Senden korkuyorum artık.
- Hahaha,
Bir gün hiç olacak birinden, yani bir hiçten mi korkuyorsun?

+ Sen korkmuyor musun?
- Kendimden mi?

+ Hayır! Hiçlikten.
- Ebedi bir ben 'e sahip olacağım düşüncesine sahip olsaydım korkardım, ama öyle bir şey olmayacak ki?
Rüyalarımda kaybetmişim nice yaşamları, korktum mu?
Aradım mı?
Özledim mi?
Kaç kere ölmüşüm, 1 kere üzüldüm mü?

Bu benliğime geçince, geçmiş olan ben 'im nerede? yitti gitti !...
Onun için 1 damla göz yaşı döktüm mü? hiç!

Tıpkı bir kumarbaz gibi,kaybetmeye o kadar alıştım ki bu ben'i de kaybetmişim problem değil.

+ Bir kerede kazanmaya oynasan, hep kaybetmek kaybetmek, bu nasıl kumar?
- Bu kumarı ben oynamıyorum ki.
Kullanım süresi dolan bir ben'in tedavülden kalkması, olay bu.

+ Ayy! yeter, içim daraldı. Bu ne biçim sözler böyle.
- Ne yapayım merak edip geri dönen, soran sen oldun, bende söyledim.

+ Neyse, gitmeden güzel bir sözle bağla istersen.
- Beni hatırla!

+Bu mu güzel?
- Anlamlı, yani özel!
Beni hatırlayabildiğin son noktaya kadar hatırla,

Ben seni hatırlayacağım çünkü!

+ Buda çok hüzünlü oldu ya, ağlayacağım neredeyse!
- Benim yerime de ağlayabilirsin diyeceğim ama gerekte yok ki.
Üzme kendini nasıl olsa unutacaksın!
Ben de unutacağım.
Öyleki unutmayı bile unutacağız.

Ziyan etme gözyaşlarını.

+ Gidiyorum ben, artık dayanamayacağım.
- Güle güle, göklerin ecesi.

+ ^_^
- ^_^


---- BİTTİ -----
Bu yazı tamamiyle hayali bir KURGU 'dur.


Not:
Daha düzgün okumak için, bu yazının (tam) .pdf hali buradadır. (https://drive.google.com/file/d/0B_RT2QAIsIxOVmpSNWI3N1Z2LUE/view) (371 KB)

Sevgiler

ilahimasal
26-11-2017, 22:50
Sevgili felasife

Bu yazım türüne ne deniyor bilmiyorum ama şahane.
Senin yazılarını bu foruma ulaşamamış olsam okumaktan mahrum kalmış olacaktım. Bu forumda olmayanlar mahrumdur.

Arkadaş sen sanki liliht le karşılıklı konuşuyorsun ? Öyle olmadığını biliyorum ama yinede konusuyorsun hissi oluşuyor.

Bu başlık etiketlenip özel bir yere konulmalı.

Hiç susma felasife.

Saygılar.

Felâsife
27-11-2017, 10:08
Eyvallah sevgili Fabula

Açıkcası bende ne denir bilmiyorum bu türe, benim açımdan da isimsiz! :)

Ama Edebiyatta veya Sufizm de bu tür (sanırım metafor, mazmun deniyor) kullanımlar var.
Ânka dan aynaya, mumdan meye, o olup onun dilinden, yalvarış, yakarış, serzeniş, isyan şükür her şey dile getirilebiliyor.

Mesela ilk aklıma gelen, forumda konusu da vardı (http://turandursun.com/forumlar/showthread.php?t=36213) F.Attâr 'ın Mantıku't-Tayr eseri.
30 kuşun kuşların padişahı Simurga olan yolculuğu ki sorular cevaplar, hikayeler havada uçuşuyordu.

Aslında çizgi roman, çizgi filmlerde de oluyor bu, karınca, arı vb. dile gelebiliyor.

Tabi Lilith 'in dile gelmesi daha farklı, Ademe bile eyvallah çekmemiş, eğilmez, bükülmez, kontrol edilemez bir dişi. Ama diğer yandan da aşkını yaşayamamış, onun bezginliği var. Söyleyecek çok şeyi olabilir yani :D

Sevgiler

Pardon Yani
02-12-2017, 05:59
@ Sevigili Felasife,

yine kendinize has bir üslüpla döktürmüssünüz. Okuduklarim olaganüstü etkileyici geldi bana. Her nekadarda hayali ve kurgu olsada asiri inandiriciligi var hikayenin. Aklima biran söyle birsey geldi; dedim eger bu hikayeyi asirlar önce dinlerin hakim, insanlarin inanmaya elverilsli bir dönemde yazilmis / kurgulanmis olsaydi sanki yeni zit bir inanis dogabilirdi. Dinlerin inandirici hikayeleri nasil kitaplara yazilmissa, kendine sayica inanan bir kitle bulmussa, bu hikayeninde altda kalir bir yani yok. Öyleki, hakim inanclara rakip olabilecek düzeyde. Bu durumda sizde nice hazretler, belki elci arasinda yerinizi almis olurdunuz :)

Emeginize saglik. Sagolun varolun.

Saygilarimla...

Felâsife
02-12-2017, 23:02
Eyvallah sevgili Pardon Yani

Bu hikaye o zamanlarda yazılsaydı, zamanının bilgilerinden beslenirdi, gene kurgusal olurdu ona eminim, ama gerçek diye bir iddiası da olamazdı.
Helede taraftar toplamak amaçta yoksa, "gerçek" gibi "süslü" bir söz, göz boyamaktan başka nedir ki.

Şöhrete gelince, o da zaten büyülü bir şeydir, kişiyi kendinden uzaklaştırır anca.

"Paran varsa seni herkes tanır, paran yoksada sen herkesi tanırsın!"
Olay böyledir nihayetinde.

Sufizm dünyasında padişahlığı bile terk edenler olmuştur, çevresinde ki kalabalıkları Şiblî gibi taşlayarak dağıtanlardan, H.Bayram gibi hadi bugün kurban günüdür deyip, bıçağı çekip etrafını dağıtanlara bir dünya hikaye vardır.
Bir nevi Romen Diyojen durumları geçerlidir yani.

Hasılı kalabalıklar sahtedir, aslolan yalnızlıktır.

Sevgiler

Felâsife
07-01-2018, 03:30
AŞK ÖLSÜN !...
LeylimLey (https://yadi.sk/d/KwdKdWwL3REQdF) ♪
Yazımı kışa çevirdin (Leyla'm) (https://yadi.sk/d/KwdKdWwL3REQdF) ♫
-Sesim, yazım kadar iyi olmasada bu türküler sana gelsin Lilith !...
Bunlar senin için olsun.
Zaten hep sana yakılmış bunlar, Leyliler, Leylim leyler, Leylalar
Hepsi sana kinaye, hepsi sana özge!

Ne kadar gizemli, bir o kadarda özlenilen, sinelerde gizli olan, aranılan o kadına olsun!

Göklere bakmakta acep, senin özleminden dolayı mı bilemedim?
Gözlerim niyeyse hep semaya takılıyor.
+ Bilemeyecek ne var tabiki de ondan. ^_^

- Oo! hoş geldin, safâlar getirdin.
Doğru yere bakmanın, doğru şeyleri söylemenin sevinçlerindeyim yine =)
+ Beni getirecek bir yol illaki buluyorsun, bu seferde türküler mi?

- Bunlar senin için yakılmışlar, biliyorum.
+ Bana olan özlem.
Bende adına şarkılar yakılacak kadın olmanın seviçlerindeyim.

Ben göklerinin ecesiyim, semalarının kraliçesiyim.

Erkek milleti tabiki de beni arayacak, göğü tarayacak!
Ben onlara oradan görünmüştüm.

- Astronomi merakı senden kaynaklı olsa gerektir!
+ Herhalde yani. ^_^
İnsan burnunun önüne bile bakmayı bilmezdi ki
Kaldı ki yukarılara bakacak, beni arayacak!

- Hahaha,
Elan daha bilmiyor benim gördüğüm =)
+ Hahaha,
Ben latife yaptım zaten.

- Bu gidişle bileceğide yok gibi, öyle mi?
+ Öyle.
Ama genede içinde tek tük çıkıyor, zaten meselede onlar.

- Ya ötekiler
+ Ötekiler önemli değil.
Bu o tek tüklerin hikayesi ve benim hikayem, ötekilerin hikayesi değil.

- Onlar ne olacak peki.
+ Onlara sor!
Mağdur olan onlar!
Benden daha dertli, daha çileliler!
Sadece kendilerine endeksli yaşıyorlar, varsa yoksa kendileri.

- Bu durum seni bayağı rahatsız etmiş gibi.
+ Nasıl etmesin ki asırlardır kanayan bir yaram bu, nasıl etmesin.
Sana şimdi desem ki ben bu işten hiç etkilenmedim rahatsız da olmadım, anca yalan söylemiş olurum.

- Daha önce söylediğin analıktan vaz geçme olayı mı, anlıyorum.
+ Anladığını biliyorum.

- Ama bu işinde güzelliği demeyeyimde, raconu diyeyim, raconu böyle değil mi?
Birilerinin seni anlamaması için, kendilerine endeksli olması, bencil olmasıda gerekmiyor mu?
+ Orası öyle elbette ama genede insan az buçukta olsa anlaşılmak istiyor.

- Ya hep ya hiç!
Ortası yok ki.
+ Ortası olmaz olur mu? Var elbet ama orada durmak, işte bütün mesele o.

- Ortanın adamları!
+ Hayır!
Ortanın insanları!
Adam deyip meseleyi cinsellik olarak daraltma.

- Alan dar ben ne yapayım =)
+ Hahaha,

- Bahsetsene biraz, bu adamlar, pardon insanlar nasıl insanlar?
Nasıl yaşarlar, ne ederler, kimdirler?
+ Ne kadar meraklısın başkalarının yaşamlarına!

- !!??
+ Evet, özel hayat diye bir şey var!
Yoksa yok mu?
Ne yapacaksın onların yaşamlarını, sana ne!

- Ö-ör-örnek almak içindi, ge-genelde bu işler böyle değil midir, u-ulu insanlar örnek alınmazlar mı?

Ya sevgili Lilith öyle bir şey dedin ki ne diyeceğimi şaşırdım, kekeme oldum resmen, dilim dönmedi.
+ Olursun tabi.
Çünkü bana sorduğun bir soru değildi? Bir cevaptı!

- Bas bayağı bir soru idi, sorunun cevap olduğunu ya da cevabın soru olduğunu n.., uff! kafam karıştı.
+ Ben sana duymak istediklerini anlatsaydım, hiç şaşırmayacaktın ama değil mi?

- E-evet!
+ Kimle konuştuğuna dikkat et!
Senin istediğin cevabı vereceksem, buyur kendin cevapla, beni uğraştırma meydan senin!

- Özür dilerim amacım seni sinirlendirmek değildi, ama bir hatam veya yanlışım varsada onu söylersen çok sevinirim, zira bilmeden bir yanlış yaptım, onu anladım ama neyi yanlış yaptım onu anlamadım.
Özür diliyorum.
+ Peki!
Özel hayat deyince ne anlıyorsun.

- Kişilerin özel yaşantısı, sırları, kısaca kendi hayatları, mahremiyet denilen şey.
+ Peki bu mahremiyet denilen şeyi dahada genişletirsek, içsel dünyalarıda buna girer mi?

- Girer herhalde, girmese mantıksız olur.
+ Tabiki de girer!
Bunun aksini düşünmek bile bir hatadır!

- Sanırım hatamı anladım.
Şu an beynimden aşağı kaynar sular dökülmüş gibiyim.
+ Anladıysan mesele yok.

- Mesele var sevgili Lilith, benim hatamı yüzüme söyle, dost yüze söyler!
Unuttun mu? Sen demirciydin bense demir!
+ Unutmadım tabikide, seni kıvama getirmek için, sana itiraf ettiriyorum, sonrası çekici aldım elime, vur ha vur ^_^

- Ellerin dert görmesin, bu demir külçesinin hakkından anca sen gelirsin.
+ Hahaha,
İnsanlar başkalarının yaşamlarına çok meraklı, meraklı olduğu gibide saygısız, zaten bu saygısızlıkları yüzünden de meraklılar.
Yani merak ve saygısızlık aynı şey, şımarıklığı hiç saymıyorum bile.
Şimdi herkesin yaşantısı kendine özelse, kimse kendi özelini ulu-orta ortaya sermek istemiyorsa, başkasının özeline direk dalma hakkını, kişi kendinde nasıl görebilir?

Hasılı sizin mistik anlayışınız bu, ama mistizm ihtiras kaldırmaz.
- Ama bu masum bir merak sayılmaz mı?

+ Koca koca insanlar, helede belli bir düzeye gelmiş insanlar, sıradan insanları kast etmiyorum, bilenleri, okuyanları kast ediyorum, bir çocuk gibi davranırsa mı masum?
Büyümenin gereklerinden biride o masumiyete elveda demektir.
Uzun lafın kısası birilerinin özelini merak etmek iyi bir şey değildir.

Onlar zaten bunu bildikleri içinde, ortanın insanları gizlidirler, kimseler bilmez onları.
- Merak bir işe yaramaz yani.

+ Bir noktadan sonra hiç bir işe yaramaz, başkalarından kopya çekmek, onları gözetlemek iş değildir.
Merak bir tuzaktır, merağın kendisi bir tuzaktır.
Zira artık sonrası, kendi yaşamını kendin çizeceğin, kendin tasarlayacağın, kendi yolunda yürüyeceğin bir alandır.

İnsan böyle bir şeydir.
O yolunda yalnız yürür.

Bak bana, asırlardır yalnızım, hemde yapa-yalnız!
Bir kadın olarak yalnızım, bir ana olarak yalnızım, bir aşık olarak yalnızım.

Kimseleri gözlemedim ben!
- Herkes bunu nasıl yapacak!

+ Herkes yapacak diye bir şey yok ki, ben sana dedim! Herkesi nereden çıkarttın kuzum!
- Hahaha,
Yapacak olan nasıl olsa yapar, sezgileri ona doğru yolunu gösterir mi?

+ Şüphen mi var!
Kimseyi merak etme, kimseyi örnek alma, kimseyi araştırma, içinde ki sesi dinle, gideceğin yolunu görürsün.
- Yalnızlık korkutan bir yol ama bir o kadar da kendine çeken bir yol.
Katılıyorum, ilk önce merak deyince anlamamıştım ama şimdi jeton düştü tabi.

+ Dahada düşürelim mi?
- Dahasıda mı var?

+ Olmaz mı, her zaman dahası vardır.
Merak etme, kitapta okuma!
- Kulağım sende.

+ Oku!
Bir mağaradasın ve sana biri oku! diyor, ortada da bir kitapta yok, neyi okuyacaksın!

İşte tüm zamanların en tuzak sorularından biriydi bu.
Okunacak şey bir kitap değildi. Zira ortada bir kitapta yoktu.
Okunacak şey bir sözdü.
Olan sadece bir sözdü.
- Evet, sözlerde okunur, şiir gibi, şarkı gibi.

+ Aynen.
İnsanlar olaya sonradan baktıkları için, sonraya göre değerlendirip, bunu kitap oku şeklinde anladılar. Oysa mesele kitap meselesi değildi.
O şartları gözlerinin önünde canlandıramadılar.
O mağarayı yaşayamadılar!

Muhammed gelenin sözlerini okuyacaktı. Zaten sonradan da sana ağır bir söz vahyedeceğiz de dendi.
Aslında Muhammed o sözleri de zaten okudu.

Lakin sonrası kitap oku şekline döndüğü için, mesele örtüldü gitti.
- Kitap okumak bir fazilet oldu çıktı öyle mi?

+ Aynen.
Kitaplarda ki bilgi ölü bilgidir, ne tür bir kitap olursa olsun, o bilgi donmuştur, öylece donuk şekliyle satırlara geçmiştir.
Hayat ise canlıdır!
O satırların üstünden geçen çağlarıda düşününce, o bilgiler geçmişte kalmıştır.
- Bilgi böyle bir şey değil midir?

+ Bilgi helede anda ki bilgi canlıdır, insan kadar ömrü vardır.
Asırlar önce yaşamış birinin dediklerini kendine örnek alırsan, bu hata olur. Zira bilgi denilen şey canlı dedik, yani o da gelişir, büyür.
Dolayısıyla geçmişte yanlış olan/doğru olan bir şey bugün tam tersi olabilir.
- Bu kadar fark eder mi?

+ Eder tabi.
O yüzden kitaplarda ki bilgilerden uzak dur, birilerini meraktan da uzak dur.
- Anladım merak iyi bir şey değil.

+ Bak senin bu çabuk anlama yönünü seviyorum. Çabucak unutsanda en azından o anda anlıyorsunya, ilk tepkilerin gayet iyi, eh bundan iyisi de Şam da kayısı. ^_^
- Yo ben unutmuyorumda bende ki bilgi canlı bilgi olduğu için, hükmü çok çabuk geçiyor =)

+ Hadi oradan seni, bilgisi canlıymış.
İşi bilmesem beni kandıracaksın, benle eğleneceksin değil mi? Kaçın kur'asıyım ben ^_^
- Gerçekten çok zor birisisin itiraf ediyorum, başkası olsaydı bilgi canlı deyip, bir sürü edebiyat yapabilirdim ama sana gelince, niyeyse ilk basamağı geçemiyorum. =)

+ Bu yönünüde seviyorum samimisin, doğrun neyse onu söylüyorsun, üstünü kapatmaya çalışmıyorsun, benim aradığım zaten budur, yoksa bilgi aramıyorum.
- Açıkcası bende bilgi aramıyorum, bir ses, bir nefes, bir değişiklik misali, bir sohbettir aradığım.

+ Ne güzel işte, iki aramayanın bir araya gelmesinden doğan bir sohbetin paydalarıyız
- Payı paylaşım, paydası dostluk, ben artık pes ettim. =)

+ Dur canım ne pes etmesi, kuzusu Anasını yeni bulmuş, Ana da sevginin transferine başlamış, karnın doymadan nereye gidiyorsun.
- Oy oy oy!
Hani alemin anası olmaktan vaz geçmiştin!

+ Doğrudur ben ondan vaz geçtimde, o benden vaz geçmedi.
Yani ben ne kadar inkar etsemde, analık benim aslım, o asla değişmiyor.
- N'olacak şimdi?

+ Sıkı dur!
- Gene damararımdan kanlar çekilmeye, kramplar girmeye başladı, haydi hayırlısı bakalım, ardından ne gelecek.

+ Senle ilk sohbetimiz Aşkla başlamıştı, gene aşkla devam edelim mi?
- Nasıl hayır diyebilirim ki?
Dilim hayır dese kalbim demez, kalbim hayır dese beynim demez, beynim hayır dese ruhum hayır demez.
Bir beden olarak değil, bir ruh olarak; evet, evet, evet !...

+ Bende bazen şiir yazarım! Okuyayım mı sana?
- Aaa! çok şaşırdım, ama önce başlığını söyler misin?

+ Aşk Ölsün !...
- Ufff !...
Başlığa bak!
Ne yaptın Lilith'im.
Bu tahmin ettiğim şey mi?

Devam edecek...

Felâsife
08-01-2018, 22:50
+ Bilemem.
- D-dur bir dakika, başlıklar benim için önemli o baş ile şiir vücut buluyor.
Baş olmadan vücut, vücut olmadan baş eksik olur.

Aşk olsun değilde, Aşk ölsün!
Acayip!
Baş böyle olursa, vücut kim bilir nasıl olur!

Bana bir kaç gün müsaade eder misin?
Benim bu şoku atlatmam lazım, bu konuda hiç hazırlığım yok, biraz hazırlanayım.

+ İstersen bir asır bekle ama ne fark edecek ki!
Hiç düşünmediğin bir şeyin hazırlığı nasıl mümkün olabilir?
- Ta-mam hazırım öyleyse.

+ Aşk ölsün !...

Mecnunlar çöle düşmesin, Leylalar seherlerde ağlamasın.
Ferhatlar dağları delmesin, Şirinler yolları gözlemesin.
Evlilik aşkı öldürüyorsa, ne güzel işte! varsın ölsün aşk!

Aşkı yaşatacağız diye mi aşıklar kavuşturulmuyor, nedir bu aşka hizmet!
Birde aşığa hizmet edin, aşkı tanımıyorsanız onun zeminini oluşturmayın, ateşi körüklemeyin.
Eğer o sönmezse için için yanacaktır, sönmeyecektir, nedir çektiği bu aşıkların kalplerinde ki yangın.

Yazmasın artık edebiyat, tek bir satır bile aşk!
Olmasın hiç bir dizide, filimde, kavuşamayan aşık!
Okumasın kimse, aşka dair ne bir kelam, nede bir şiir.

Aşk ölsün.
Aşk olmasın.
Aşık kalmasın.

Aşk yasak olsun.
Gerçekten yasak!
Aşk oluşamasın!

Aşığında ihtiyacı var nefese, canlanmaya.
Aşık nefes alamıyor ki boğuluyor.
Ölüyor o! yaşayamıyor ki?

Aşk olmasa hayatın anlamı mı olmaz? Varsın olmasın !...
Aşık gün görmeyince mi anlamı olacak? Sen gün görme bakalım!
Bir dakika nefes alama, bir dakika başka bir şey düşünememe! bir dene!

Gör azabı
Gör işkenceyi
Gör cenennemi

Aşk ölsün
Aşklar ölsün.
Aşıklar yaşasın.

Aşk ve aşık.
Bu ikisi ayrı, karıştırma!
Evlilik aşkı öldürsün, evlenmeyen bırakma!

Çocuk için değil evliklik ha, bunuda karıştırma.
Aksine o iki çocuğun, bir arada gelip oynaması için bu evlilik!
Aşklar ölsün, aşıklar yaşasın !...

Akmasın gözyaşları, inlemesin gökler hasretten dolayı.
Yeter gayri, aşk ölmesin diye, aşkları yaşatma çabası.
Evlilik aşkı öldürsün ki aşklar ölsün, aşıklar yaşasın.
- Gerçekten çok etkilendim sevgili Lilith
Ben bu olayı hiç böyle düşünmemiştim.

+ Düşünmediğini biliyorum.
Ama aşk ne olduğu konusunda yeteneğin var, bu yüzden bunu sana okudum.
- Fakat bu benim bildiklerimden biraz farklı bir şey.

+ Tamam işte, bildiklerinle mi kalacaksın, o bildiklerin hiç gelişmeyecek mi?
Farklı olduğu için okudum zaten.
Kendini geliştir.
Aşkında ötesine geç!
- Merak etmem ama gelenide geri çevirmem. =)
Öncesinde şiirin ile ilgili bir kaç şey demek istiyorum.

Üçerli yazmışsın, Aşkın 3 haline kinaye olmuş.
Karışık bir düzende yazmışsın, aşkın karışıklığına vurgu olmuş.
Ne diyebilirim ki bu haliyle bile kaos, isyan hepsi var.

+ İşte bunun için sana diyorum bunları.
Aşk ölsün, aşıklar yaşasın!
- Büyük söz gerçekten.
Aşk yaşayınca aşıklar ölüyor mu?

+ Ölüm ne kelime, ölmekten beter sürünüyorlar.
- Anlıyorum, ben bu sefaleti aşk beni teyet geçtiğinde hissetmiştim. Belki aylarca kendime de gelememiştim.
Daha gencim o zamanlar, 60 yaşlarında siyahlar giyinmiş bir kadın gördüm otobüste.
Ama ne görüş, sanki tüm kadınların güzelliği o kadında toplanmıştı, bir iki kaçamak bakış attım, kadın ay gibi parlıyor, asla yüzüne direk bakamadım.
Sonra indim otobüsten ama resmen vurgun yemiştim, kendime gelemedim, şaşırıp kalmıştım.

Fark ettim ki hiç göz göze gelmedik !...

+ İyi ki gelmemişsin, eğer gelseydin şimdi senle asla yazışamazdık.
- Evet, onu bende fark ettim, o yüzden ara ara ben "Aşk benide teyet geçti" derim.
Fakat o teyet geçişi bile beni aşk konusunda hassas etmeye yetti.
Anladım aşkın ne menem bir şey olduğunu.
Ne denli yakıcı, ne derece yıkıcı bir güç olduğunu.

O yüzden Lilith'im, Aşk ölsün demeni anlayabiliyorum.
Bencede
Aşk olmasın, aşk ölsün !...

+ Seni teyet geçti, ama beni yıktı geçti.
Hikayemi anlattım.
- Ben çok ağladım hikayene.
Asırlarca bekle, tam kavuşacakken, vuslat bir başka bahara ertelensin.
Yok böyle zulüm!

+ İşte bu yüzden aşklar olmasın, aşklar ölsün.
İnsanlar aşkı iyi bir şey zannediyor.
Asla değil.
İçin de göz yaşları olan, ahlar, sancılar olan, nasıl iyi bir şey olabilir ki?
- Kötü bir şey gerçekten.
Hem bilinmemesi kötü, hemde desteklenmesi, teşvik edilmesi kötü.

+ Aşk insanlığın sorunu!
Bilen, aşkı bilmiyorsa o neyi biliyor ki?
Hangi sorunu çözebilir, hangi yarayı sarabilir ki?

Aşk evvela bilinmeli ama o yaşatılmamalı.
Onu yaşatmamak için, onu bilinmesi gerekiyor yani.
-Bil ve önlem al.
İki ucu keskin bıçak, zor bir durum.

+ Aynen.
Bilinmeyen şeyin mücadeleside olmaz.
- İsmen bilinse bile mi?

+ İsmen bilme zaten bilme değildir ki?
Ona inanmak derler, inanç yani.
İnançta kesinlik ifade hiç bir zaman.
- Aşka inanmak onunla mücadeleyi sağlamaz mı?

+ Sağlamaz!
Onu anca besler.
Mesela sende onu besliyorsun, farkında mısın?
- Ufff..!!
Evet onu fark ettim, o yüzdenya şiirin beni çok etkiledi.

Ama aşkı tanımak içinde ondan bahsedilmesi gerekmez mi?
Zira onu hiç tanımayanlarda var.

+ Orası öyle elbet.
Esas sorun şu ki dünya artık aşka doydu!
Hangi film, hangi dizi çıksa, hangi şarkı söylense Aşk var.
Reklamlarda bile aşk var.
Yani aşk denilen şey duyulacağı kadar duyulmuş, tüm atmosfer bununla inliyor.
ve
İnsanlar da bundan etkileniyor!
- Yok artık!

+ Her gün kadınlar eşleri tarafından öldürülüyor, bazende kadınlar eşlerini öldürüyor.
Bunun sebebi işte bu aşk mesajları yüzünden.

Aşkın tarifi neydi?
- Aşk yıkar, yakar.

+ Hah işte ondan.
İnsanlar kendilerini aşık zannediyorlar!
Oysa kavuşulduğu anda aşk biter!

Büyü bozulur!
- Bu büyünün panzehiri vuslat mı?

+ Tek panzehir!
- Oy oy!

+ Ama insanlar bu büyüyü bozulmuyor gibi yaşıyorlar, evleniyorlar benden ayrılırsan kendimi seni vururum vs. diyorlar.
- Ya benimsin ya toprağın!

+ Bu aşk değil işte.
Aşk evlenince, birleşince biter.
Aşk ölür.
Bundan sonrası artık aşk değil.
Zaten her sevda kaderi aşk değil, böylesi toplumlarda bir kaç tane ya çıkar, ya da çıkmaz.

Olaya bak ki herkes kendini aşık oldum zannediyor, bu mümkün değil !...

- Anladım.
Aşk ölene kadar değil ama insanlar onu devam ediyor zannediyorlar, çünkü bilinç sürekli Aşk ile besleniyor, bu da insanları etkiliyor.

+ İnsanlar onu beslemesin artık, yeter beslendiği!
Yeter aşka verilen kurbanlar!
- Aşkı biz besliyoruz olmamız, çok ilginç gerçekten.

+ Aşk ilk başlarda bir oyundu, ilk oyunda benle oynandı!
Lakin sonradan bu oyunun çok tehlikeli bir virüs olduğu ortaya çıktı ama ne yazık ki iş işten geçmişti bir kere.
- Niye ki?

+ İnsanlarda bu virüsü kaptı!
- Upsss!
Merak etmek olarak algılamazsan, seninle bu oyunu kim, neden oynadı?

+ Bende çok sonradan fark ettim tabi ama adres belliydi, Melekler.

- Ama daha önce Melekler bu özelliği dolayısıyla insanları kıskanmışlardı demiştin. Şimdide bu tezgahı yapanlar Melekler deyince, çok bağdaştıramadım.
Melekler sonradan kıskanacakları bir oyunu bilmeden mi oynadılar?

+ Evet, biraz öyle oldu.
Ama oyun gerçeğe dönüştükçe, işin içine başka işler girdi, Aşk unutma denen şeyi sağlayınca, bu Melekler için bir yıkım oldu, ama Aşkta o kadar güçlü bir şeydi ki bunu geri alabilmeleri de mümkün olmadı.
Aşk tetiklenmişti bir kere!
- Vay canına, ee! sonra.

+ Sonrası yok ki sonrası dediğimiz şeyler işte, konuşup durduğumuz şeyler.
- İnsanın kafasının allak bullak olması elde değil, çok karışık bir mevzu gerçekten.

+ Karışık değil aslında ama insanın yapısı gereği böyle oluyor.
- Odaklanma özelliğimiz işi bozuyor değil mi?

+ Aynen.
İnsan odaklandığının dışını göremiyor, bilemiyor, beyni iki işi aynı anda yapamıyor. Her seferinde tek iş, tek odak, insan bu!
Bu yüzden insan her şeyi bildiğini değilde, sadece tek bir şeyi bildiğini idrak ederse, anca mesafe kaydedebilir.
Çünkü hayat bir bütün, parçalardan oluşsada o parçalarla bir bütün.
Bilmek, bütünle alakalı yani.
- Parçalar ne kadar bir araya gelirse, resimde o oranda netleşecek, öyle değil mi?

+ Başka yolu yok!
- Benim kafam hâlâ aşk ölsün meselesinde.
Bu denli tehlikeli olacağını düşünememek ayıp olarak bana yeter.

+ Eli kalem tutan, ağzı laf yapan, gözü gören, kulağı duyan, kısacası bilen herkese yeter!
- Sözün bittiği yer burası olsa gerek.

+ Evet.
Söz bitti.
- Bana düşünecek çok şey çıktı.
Teşekkürler Lilith.

Aşkın ölmesi gerektiğini ilk ağızdan duymanın burukluğu ile hoşça kal !...
Bilmemenin ne kötü bir şey olduğunu bir kez daha hatırlattığın için hoşça kal !...
Bilmemek başka bir şey, yanlışı doğru zannetmek başka bir şey, doğrusu ile hoşça kal !...

İlk aşk!
Kimindi bu!

İşte bu bilinmediği için, çekiyoruz.
Onu iyi bir şey zannediyoruz, habire besliyoruz, besliyoruz, besliyoruz.
Filmler, diziler, şarkılar, şiirler, kitaplar.
Sonuç
Gözyaşı ve KAOS !...

Kaos 'a böylede hizmet ediyoruz.
Ne yana dönsek aşk var! Sorsan ilk aşk kimindi diye, kimse bilmez!
İlk insanı arıyorsunya, ilk aşkı da arasan!

O vakit bil!
İlk aşk, Lilith'in aşk'ıdır !...
Tüm aşklar ondan doğma, ona adrestir, onu gösterir.

Adresi şaşırma!
Yanlış yöne bakma!

İsa ve Muhammed'in iki aşkı da ona adrestir. Ama bu iki aşta hiç gözükmemiş ki?
Ört üstünü örtebildiğin kadar.
Görsen!
Duysan!
Anlasan!
Ne yana bakıyorsun?
Servis edilene değil, edilmeyene baksan!

Ey! biliyorum diyenler, neyi biliyorsunuz?
Aşkı bilmiyorsanız, aşıkları bilmiyorsanız, neyi biliyorsunuz?
Aklı bay-pass, kalbi de istila eden, bu şeyi görün! ve de gösterin ve de aşkı öldürün.

Aşk ölsün, Lilith dirilsin !...

+ Felasife =)
- Lilith =)

- - - - - SON - - - - -

Bu yazı tamamiyle hayali bir KURGU 'dur.

---

Yazının tamamı .pdf 'ine buradan (https://yadi.sk/d/KwdKdWwL3REQdF) bakılabilir.

Felâsife
08-01-2018, 23:10
Lilith'in aşkı ismini verdiğim bu yazı dizisi artık SON 'a geldi. Bu final ile devam etmesinin de bir anlamı kalmadı.

Hayal veya gerçek, öyle veya böyle, doğru veya yanlış, sen olmasaydın bu sözler dile gelmezdi

Teşekkürler göklerin ecesi, semaların kraliçesi.

Teşekkürler :)

Lilith'm
Lilith'me
Lilith'miz

Sevgiler

Engse Hohol
23-06-2018, 12:54
|| (https://odatv.com/erdogan-hic-asik-oldu-mu-22061800.html) Muharrem ince Erdoğan'a dedi : 30 yıl önce yazdığım kitabı elden ele dolaştırıyor. Sen aşık olmadıysan ben ne yapayım?

Peki Erdoğan hiç aşık oldu mu?

2014 yılında yayımlanan Mustafa Hoş - Bigboss kitabında anlatılan anısına göre Erdoğan hiç aşık olmamış.
2014 yılında Erdoğan diyor ki "maalesef hiç olmadım... O zevkleri hiç tadamadık. Eğer tatsa (aşk tat ise) tabii".
2013 yılında Emine Erdoğan'a nasıl aşık olduğunu anlatırken Tayyip; "Biz bir aşık olduk, pir aşık olduk ve öyle devam ediyoruz" demiş.

2007 yılında Tayyip Erdoğan'ı rüyasında gören Emine hanım, ilk karşılaştıklarında Tayyip'e aşık olduğunu anlatmış. Demek ki emine erdoğan karşılıksız aşka tutulmuş çünkü Tayyip Erdoğan "maalesef hiç aşık olmadım, o zevkleri hiç tadamadık, eğer aşk tat ise tabii". demiş ciddi ciddi.

Aslına bakarsanız bence emine erdoğan da aşık olmamış tayyip'e çünkü rüyada tayyip'i gördüm, ertesi gün Tepebaşı'ndaki salonda konuşma yaparken gördüm ve aşık oldum hikayesi çok klişe bir aşk hikayesi ve gerçekdışı ve bayat.

"1977 yılında gördüğü bir rüya Emine Erdoğan'ın hayatını değiştirecektir. Bir gece önce öncesinde rüyasında gördüğü aksakallı bir dedenin kendisine evleneceğini söylediği beyaz takım elbiseli adam ertesi sabah karşısındadır. Emine hanım, Şule Yüksel Şenler'le buluşup Necmettin Erbakan'ın geleceği toplantıya gitmek üzere yola çıktılar. Toplantının olduğu Tepebaşı'ndaki bir salona geldiler. Necmettin Erbakan salona gelmeden, konuşma öncesi 23 yaşında, zayıf, uzun boylu, krem rengi takım elbise giymiş, siyasi çizgisini temsil eden ince bıyıklı bir delikanlının konuşmaları ve şiirleri herkesi heyecanlandırmıştı. O kişi Recep Tayyip Erdoğan'dan başkası değildi".

|| (http://www.haberturk.com/gundem/haber/14884-ruyasinda-gordu-evlendi) Devamını okumak isteyenler için Emine hanım Tayyip erdoğan'ı rüyasında gördü evlendi hikayesi !

Emine hanım ile Tayyip erdoğan tencere kapak gibi yalanda ve abartı yaşam öykülerinde birbirlerini tamamlıyorlar. Bu çeşitteki evlilikler, aşık olunup evlenilmiş ilişkilerden daha uzun sürüyor ve daha mutlu oluyorlar böylesine görücü usulü çıkar evlilikleri yapanlar.

Felâsife
03-12-2018, 01:11
Sessizlik, eylemsizlik, tepkisizlik.
Hiç iyi bir alâmetlere benzemiyor bunlar.

Paslanmış saatlere namzet, takılı mı kaldı zaman.
Yosun tutan duvara kinaye, virane mi oldu mekan.
Halle hallenmedikten sonra, neye yarar ki makam.

Neredesin Lilith !...
Niye susarsın ...
Sen suzmazdın oysa!

Naz ederdin, nazlanırdın ama genede gelirdin.
Niyazım, nazına hemen olmasada, sonra tesir ederdi.
Bir tuhaflık var bu işte!

Sözlerin mi bitti?
Yoksa hayatın anlamı mı kalmadı?
Yoksa sende mi depresyonlara girdin?
Quasimodo gibi mahzenlere mi kaldın?

Ses ver sesini duyayım.
Söz ver sözünü yayayım.
Bir ışık, bir işaret!

Evrimsizlik kol geziyor sokaklarda.
Nedenszilik bol geliyor sorgularda.
Tepkisizlik yol kesiyor hafızalarda

Tıkanmış yollarımız, hepsi çaresizliğimize çıkıyor.
Gelenler yok gayri, gidenler herhal meçhûle gidiyor.

Çaremiz yok.
Ya geleceksin, ya gel.
Yol da yok, yolcu da yok.

Yol bitti.
Biz bittik.
Ya sen, ya yok.
Serzenişten de belli oluyordur, hikaye kaldığı yerden devam edecek gibi, bakalım Lilith gelecek mi. :)

Lilith bu!
Çağırmasan gelmez, susarsan söylemez, bin yıl bekle hiç eyvallah etmez.
Adem'e eyvallah etmeyen, bize mi eder?

Bir tanıdım, pir tanıdım ama az tanıdım.
Bir dişi nihayetinde, sırlar gizemler ondan soruluyor.
Varlıklar yokluklar, onun elinden ayrı lezzette oluyor.
Nihayetinde bir kadın, elinin değdiği yerler belli oluyor.

Belki ilgi bekliyor, belki onur gurur ediyor, belki acısını yaşıyor, belki sevdasının yollarını yapıyor, kim biliyor ne olduğunu?

Soranı mı duyduk? Yoksa kendimiz mi sorduk?
Bilmiyoruz ki, tam bir muamma!
Biliyoruz ki biz onu unuttuk! Neyi unuttuğumuzu bile unuttuk!

---

Başka bir şeyde Lilith hikayesini, iki bölümlü bir kitap haline getirdim, yeniden düzenledim. Böylece daha derli toplu oldu.
Kitabın ana konusu ise "AŞK" tabii.
Lilith'in burada ki konumu ise hayli özel, o ilk aşkın sahibi! İlkin, ilk hali!

Bir tanıdığım yayıncıya da gönderdim kitap taslağını ama sanırım daha okumadı, biraz daha beklerim bakalım, oradan da bir şey çıkmazsa, .pdf olarak yayınlamam bana yeterli zaten.
Kitap denilen şeyin modası (bence) geçmiş bir şey, herkes kitap çıkartınca bu statik bir ortam oluşturuyor, kalabalık olan düşünce dünyasını dahada kalabalıklaştırmak, insanın baş edebileceği bir durum olmasa gerek.
Herkes her şeyi duymamalı.
Bazı şeyler öylece kalmalı.

Farklı olan, farklı kalandır.
Farksızlık ise Tao'cuların dediği gibi "KAOS"tur.
« Sûfîce »

ForumKirpisi
03-12-2018, 04:59
KIŞIN KESTANE YAZIN KARPUZ ŞİİRİM

Anneme dedim kombiyi aç,
Doğalgaz çok pahalanmış,
Su basıncı 1'in altına dayanmış,
Gittik bastık kelebekten havayı,
İçeride ılık mı ılık bir sıcaklık,

Geçen gün gece banyo yaptıydım,
Saçımı kurutmayı yok saydıydım,
Soğuğa keşke basmaz olaydım,
Şimdi bağırsak guruldar ne fayda,

C vitaminini asetil sisteinle al,
Sinüslerin öyle bir rahatlar,
Bol su içmeyi ihmal edenler var,
Yaz-kış olsa farketmez suyun herkese faydası var,

Benim bağırsak yine fena oldu,
Felafisenin mesaja yorum koydu,
3'tür helaya gittim fena koktu,
İyi ki papyanın kokulu tuvalet kağıdı var,

Bende hafif bir kırıklık,
Dinden diyanetten de ayrıldık
Kuran denen saçmalığı bıraktık
Şimdi dua edecek kimim var

İbn Sufi NikolaTesTis

Felâsife
03-12-2018, 11:48
Sufi için problem demek, çözümünde bilakis onun içinde olması demektir. O yüzden devam İbn Sufi NikolaTesTis :D

Dermân arardım derdime derdim bana dermân imiş,
Bürhân sorardım aslıma aslım bana bürhân imiş.

ForumKirpisi
03-12-2018, 12:05
Sufi için problem demek, çözümünde bilakis onun içinde olması demektir. O yüzden devam İbn Sufi NikolaTesTis :D

Dermân arardım derdime derdim bana dermân imiş,
Bürhân sorardım aslıma aslım bana bürhân imiş.

çaya vizyonik takla ile şeker(şakra) atar mısınız?
vücudumuzda da 7 şakra var. kabe de dünyanın şakrası olduğuna göre geri kalan 6'sı nerede aceba

Felâsife
03-12-2018, 12:16
çaya vizyonik takla ile şeker(şakra) atar mısınız?
vücudumuzda da 7 şakra var. kabe de dünyanın şakrası olduğuna göre geri kalan 6'sı nerede aceba

Onu uzak doğululara sormak lazım, onlar bilir şakra, çakra ne!

Benim işim olmaz onlarla, vizyonik taklaya gelince sustum. :tape2:

Felâsife
10-12-2018, 10:57
TEKÂMÜLSÜZLÜK !

+ Küstün mü bana bilmiyorum ki, ne zamandır hiç sesin de çıkmıyor?
Felâsifee
Felâsifeeee !!
- :)
Yo niye küseyim ki asla öyle bir düşüncem olmadı, olamaz.
Belki sen yalnız kalmak istersin diye sükût etmiş olabilirim, hepsi o.

+ Yani tamam ilk başlarda ben de çok istemedim görüşmek ama kaç sefer görüşünce, farkında olmadan alıştım galiba sana. ^_^
- Alışmak zorludur, e-evet.
Alışmak mı?

Amman sabahlar olmasın.
Duyduk duymadıkta demeyin.
Göklerin ecesi iyice insanlaşıyor.

+ Çok ters adamsın sen biliyor musun?
Şuraya kendi rızamla geldiğime pişman edeceksin illa.
Ne alaka insanlaşma şimdi, sanki siz çok insan oldunuz da bir ben kaldım.
- Olmaya çabalıyoruz işte =)

+ Çabalamayla olacak bir şey değil ki bu!
İnsansan insansındır... Bitti.
Süretin insan görünmesi, sireti insan yapmıyor maalesef.
Aksine siretinin de kabullenilmesi gerek.
- Siret derken!


+ Yani iç dünyası diyorum.
- İç dünyanın neyi kabullenilecek ki insanların içi kötülük dolu, peki o nasıl olacak?

+ Tamam işte tam da oradan bahsediyorum, içte ki kötülükten bahsediyorum.
- Sevgili Lilith, iyi güzel diyorsun da bahsettiğin şey kötülük, kim kötülüğünü kabul eder ki?
Kim kafadan suçlu olduğunu itiraf eder ki?
Pek aklım almadı buna.

+ Beni yormak hoşuna gidiyor değil mi? ^_^
- Hahaha
Est. Yormak değilde, bu noktada ki bilgini merak ediyorum, ben bir noktaya geldim ama daha ilerisine gidemedim.
Tamam insanlar pürü-pâk değiller, bunu biliyorum ama bunun nedenini de merak ediyorum bir yandan, bu niye böyle ki?

+ Pürü-pak olmasın, onu gizleyeceğim diye, kendini de başkalarını da kandırmasın, neyse o olsun, olduğu gibi olsun, bunu kabullensin.
- Ne yani tekâmül diye bir olay yok mu?
Bütün dinler, inançlar hatta ideolojiler bile insanın tekâmül etmesi gerektiğinden dem vuruyorlarken, senin dediğinden anladığım Lilith, tekâmüle hiç gerek yok anlamını çıkarttım ben.

+ Doğru anlamışsın.
Tamam işte onu diyorum, insan denilen canlı, insan olacağı kadar insan oldu. Daha ötesi yok, ötesi hayal anca.
Bu hayalden kurtulmalı.
- Çok ilginçsin Lilith.

+ Meseleyi anlamadın gene değil mi?
- Anladığım buysa anlamadığımı da nasıl anlayacağım merak ediyorum.

+ Beni yorma.
İnsan, olacağı kadar insan oldu. Bunda anlaşılmayacak ne var?
- Ama tekâmül de yok diyorsun!

+ Başlatma tekâmülüne, ne tekâmülü!
Bak beni nasıl sinirlendirdin.
Neye, nasıl, ne kadar tekâmül edecek insan, güneş gibi parlayacak, yıldız gibi kayacak mı? Nedir? Sen asıl bana onu anlat!

Kanatları mı çıkacak?
Zamanda yolculuk mu edecek?
Ne edecek?
Hadi bekliyorum anlat!
Haydi !...
- !!

+ Bekliyorum ...
- Ya sevgili Lilith, ne bileyim ben, şu haline bakınca insanlık elan geçmişte yaşıyor gibi, hala yerli kafasına sahipler, bencillik egoistlik gırla gidiyor. Uzaya da çıkmışlar ama hala ihtiras peşindeler, ırkların, inançların, ideolojilerin üstünlüğü peşindeler. Bu yüzden de bir birlerini yiyorlar, bu halleriyle aslında hayvandan daha öteye de geçemediler gibiler.
Dinler savaşları, ideoloji savaşları, su savaşları vs.

Onların daha medenileşmesi gerekiyor mu, daha insancıl olmaları gerekiyor mu, o yüzden daha da tekâmül etmeleri gerekli değil mi?

+ Yani cevap belli diyorsun, insan tekâmül etmeli.
Bekleyecek yani.
Daha olmadı, ham.
- Yani, öyle diyorum.

+ Öyleyse hiç kusura bakma, sen de hayallerle yaşıyorsun.
Olmayacak düşler peşindesin.

Anlasana insan bu!
Elde ki malzeme bu!
Olup olacağı da bu!
Ötesi yok ki?

Beklenecek bir şey yok! Tekâmül demek, sorumluluğu bir başka bahara ertelemek demek, bahane demek, kaçamak demek.

O yargıladığın, yerden yere vurduğun şeyin adı insan, bitki değil, ot değil, hayvan değil, milyon sene geçse de o gene aynı olacak.
Bir şey değişmeyecek.
Değişmedi de zaten!
Sahne hep aynıydı, sadece roller değişti.
Bazen de isimler değişecek, iyi kötü yer değiştirecek, film devam edecek.
- Ne tuhaf filmmiş bu.

+ Hani sen diyorsunya, vizyonik takla diye, işte o hep değişecek ama misyon değişmeyecek.
Ta ki anlayana kadar, tekrar, tekrar, hep tekrar edecek, ediyor da zaten.
- Misyon?

+ İnsanın bir görevi var, görev onu bekliyor.
- Şimdi anladım galiba.
Ya Lilith niye meseleyi tersten anlatıyorsun, desene insan İSTİLÂ olayını anlayacak! Görevi de bu!

+ Ne yapayım tutturmuşsun bir tekâmül, tekâmül, başka bir şeyi gözün görmüyor ki?
Hiç hazır olmayana görev verilir mi?
Tekâmül edecek adama, kim görev verir?
- Haklısın, görev hazır olana verilir.

+ İnsan hazır aslında.
Sadece o görevi tutup alması kaldı.
Hepsi bu kadar.
- Ya sonrası

+ Sonrasını sonra görürsün, hele bir öncesi vuku bulsun, sonrası da sonra gelir.
- Vay vay vay.
Aslında ilginç bir soruda aklıma geldi, Doğa insana görev mi verecek? Diye ama önce Lilith, şu tekâmül işini biraz daha açsana, benim jeton iyice düşsün.
Bu soru hakkımı sonra kullanayım.

+ İnsan, olacağı kadar insan oldu. Tekâmül edeceği kadar etti, daha ötesi yok.
Şu an tekâmülünün zirvesinde zaten, daha ötesi artık Tekâmülsüzlük!

Şimdisi bile böyle, tekâmülsüzlük kuralları geçerli, artık tekâmül edememe, yerinde sayma, aynı şeyleri yapma evresi bu evre.

Tekâmül edeceği kadar tekâmül etmiş biri, daha nasıl tekâmül edebilir ki?
Söyle bana!

Sahip olduğu şeylerin yarısını çöpe atarak tekâmül mü edilir?
Bu çok büyük bir fedakarlık olur !!!...

Fedakarlığa bakar mısın?
Sahip olduğu her şeyi, hayallerin peşinden koşmak için, savurup atmak demek bu.
Zaten tekâmül etmiş birinin, daha edeceğim diye uğraşması, çok garip.
- Ama ..

+ Dur hele.
Tekâmül meselesini gündeme getirenler kimler?
- Hımm... Bunlar belli, genelde erenler ermişlerden tutunda, okuyan her kesime, insanlara yol gösterenler, eli kalem tutan, bilen herkes.
Kısaca gurular desek olur herhalde.

+ Olur!
Ne diyor bu gurular?
Arınman gerek!
Temizlenmen gerek!
Kötü huylarından kurtulman gerek! vs.

Onların istediği insanın içini boşaltıp, onu başka bir şey yapmak.
- O başka şeye de hayal dedin!

+ Evet, diyorum, hep te diyeceğim.
Bu bir hayal, ona ulaşmakta imkansız. Çünkü öyle bir şey yok.
İnsana iyi bak!
Gördüğün şeye iyi bak!

Aslında hayal olsa gene iyi, amaç robot insan üretmek, öyle sâf sâf hep iyilik peşinde koşan, güyâ melek gibi insanlar, hepsi bir birinin aynı, hepsi bir biriyle telepati de edecek, tornadan çıkmış zilyon tane aynı insan!

İşte insan bu!
Özlenen, hayal edilen, sevgi pıtırcığı, yüce bir varlık !!

Öyle bir insan tipi yok, öyle bir prototipte yok!
O robot!

Bak, gene diyorum insana iyi bak!
İnsan, kabul etsekte etmesekte içinde ki kötülükleriyle bir bütün. Doğanın ona verdikleriyle tam. Bunu tamamen yok etmeye çalışmak, tekâmül gibi gösteriliyor ki, bu tekâmül değil?

Bu insanı adeta silmektir, kayıptır, zarardır ziyandır.
Tekâmülsüzlüktür bu!

Eğer insan içindekilerle bir bütünse, bunlarda ona doğuştan gelmişse, bunu yok etmeye çalışmak kör cehalettir, bu doğaya açılan savaştır.
Bunu gören biri bunu yok etmeye çalışmamalı, onu anlamaya çalışmalı. Yok etmek anlamak olmuyor maalesef.

Oysa gerçekte tekâmül kayıp veya zarar değildir, kazançtır, zenginliktir, farktır, farkındalıktır.
Gerçek tekâmül nedir biliyor musun?
- !!??

+ Tekâmül eğer yükselmekse, ileri gitmekse, kazançsa, insanın o içinde ki kötülükleriyle beraber yükselmesidir, ileri gitmesidir.
Hep beraber!
- Nasıl yani!

Devam edecek ...

Felâsife
15-12-2018, 07:39
+ Duydun işte.
O kötülüklerle beraber yükselecek insan!

Onlardan kurtulmak tekâmül değil, kayıptır.

Bilakis onlarla birlikte el ele yürümektir tekâmül!
- Aha!
Bir yaşıma daha girdim.
Bu dediğini hiç bir kitap yazmadığı gibi, hiç bir guru da onaylamaz!

+ ^_^

Hayal peşinde koşanlara guru mu diyorsun sen?
Guru dediğin hayal peşinde koşmaz. Don Kişot gibi yel değirmenleriyle savaşmaz.

Aydınlanmış insan gerçeği gören insandır.
İnsanda ki gerçeği!
İçinde ki gerçeği!

Bunların içinde demek ki hep iyi şeyler varmış, onu görmüşler, kötüleriyse beğenmemişler, insanların da tıpkı kendileri gibi olmasını murat etmişler!
Yok daha neler!

Aydınlanmış insan olacak, doğaya da kör olacak, bu neyin aydınlanması?
Böyle aydınlanma olmaz!

İnsanın kötülüklerden kurtulması tekâmül he!
- Açık söyleyeyim Lilith, bu sefer bu tekâmül meselesini nasıl bağlayacaksın merak ediyorum. Zira dediğinin henüz daha bir temeli yok, tamam insan kötülükleriyle bir bütün, eyvallah ta ama niye onlarla beraber yükselecek bu havada kaldı biraz.

+ Havada olan sensin, uçuyorsun baksana ^_^
Birde kendince bu kadar yazıyorsun, çiziyorsun, sözüm ona düşünüyorsun ama halen daha insanların kurallarıyla geliyorsun bana, onların ölçülerini söylüyorsun.

Yahu!
Benim ölçüm doğa!
Bana ne, şundan bundan ondan!

Doğa anlayışınıza göre, kötülüklerden arınmış, mikropsuz, bakterisiz bir yer mi?
Söyle bana?
Bak doğa da tekâmül etmemiş öyleyse, bunlarda kötü!
Yoksa ölümün her yanda kol gezdiği, zayıfın anında öldüğü, güçlünün bile fazla yaşamadığı bir yer mi?
Nedir?
- En iyisi cevap vermeyeyim ben, kızıyorsun çünkü ^_^

+ İnsanların inancından gidelim.
İnsanlara göre doğa kötü, hatta kusurlu bir yer, çünkü onda ölüm var.
O yüzden cennet ve ölümsüzlük hayalleriyle yaşıyorlar. Mükemmel olan onlar için anca o!
Bir hayale tapınıyorlar.

Ölmemeyi mükemmellik sanıyorlar.
Virüs, mikrop, bakterilerle savaşmayı zafer zannediyorlar.
Onlar doğayı bu haliyle bir türlü kabullenemediler ki!

Kabullenmedikleri içinde cennet fikirlerine, ölümsüzlüklere hep açık oldular, hep destek verdiler.
Mükemmelya, bu onlara hep iyi geldi.

Doğa ise böyle bir laylaylom yer asla değildi, ölüm vardı, hastalıklar vardı, seller, depremler, yangınlar vardı, böyle bir yerde yaşamakta zordu.

Güçlü bile olsan ayakta kalmak zordu, çünkü çok güçlü bir doğa karşısında, canlılar her zaman acizdi. İnsan da tabii ki acizdi.

Sonuçta insanlar doğadan hep nefret etmişlerdir.
Hem de istisnasız!
- Bu şimdi de böyle midir?

+ Zaten bu devirde, o nefret zirve yapmıştır, bakma sen o söz de doğa severleri, kendi uzun yaşamaları için ihtiras peşindeler, hayvan sevgileri de tamamen sahiplenmek üstüne.

İnsan sevdiği şeyi sahiplenir, onu malı gibi görür, o artık onun bir kölesidir.
Onu ister kısırlaştırır, ister süsler, ister besler, ister yavrularını satar vs.
İnsanın sevgisi bu!
Seven böyle yapar mı?
- Evet bu dediklerine bende tamamen katılıyorum.
Seviyor ama niye seviyor, egosunu tatmin etmek için sahipleniyor, buna da sevgi diyor hemi?

+ Biliyorsun işte, beni yorma.
- Tamam.

+ Anlamadığın tekâmül masalına geri geliyorum, onu bitirelim hele, iyi anla!
- Sendeyim.

+ Doğa da kötülükleriyle bir bütün.
Doğa sadece iyi değil, sadece kötü değil, ikisi ile bütün, böyle tam.

İnsan da doğa gibi olacaksa-ki olacak-onun gibi olmak zorundadır.

O yüzden kötülüklerinden arınmak, insan için bir kurtuluş değil, kayıptır.
- Hoppala.
Döndük dolaştık, kötü dediğimiz şey meğersem bir gereklilikmiş o çıkıyor meydana.

+ Hayatta ne eksik bana onu söyle!
- Bi sen eksiksin diyeceğim ama sen de varsın.^_^

+ Lafı çevirme.
Gereklilik tamamda, zaten o olan bir şey. Olanı kabullenmek bu kadar zor olmasa gerek.
- Zor ne kelime, adeta imkansızlık bu.

Tekâmül için kötülüklerin de olması gerekliliği, tüm o yüce, ulvî, süslü sözleri çöpe atmak gibi, adeta yepyeni bir dünyanın kapılarını aralamak gibi.
Zira içinde yaşadığımız dünya da böyle bir öğreti sanmıyorum olsun.

+ Olmaz mı var elbet?
- Çok şaşırdım hangisi?

+ Bir de soruyorsun?
- Bizimkiler mi?
Ciddi-di--- ...

+ N'oldu, niye durdun?
- Hatamı anladım ga-galiba.

+ Hahaha...
- İnsan-ı Kânil, tam insan, kamil insan da, ben nasıl bunu düşünemedim.
Gerçekten şimdi çok utandım.

+ Sonra kendi kendine utanır durursun.
Ben sözümü tamamlayayım. Kısacası İnsanın bir şey öğrenmesine gerek yok!

Zaman kaybı bunlar.
Öğrendiklerinden kurtulsun yeter! Doğanın öğretisine tabi olsun, potansiyelinin farkında olsun kâfi.

İnsanın bir şey aramasına gerek yok, bu mesele arayarak bulunmaz, bilakis aramayacak ki kendini fark edecek.
Bir insan hem arayışta olacak, hem de kendini fark edecek?
Bu mümkün değil!

Binlerce yıldır insanlar bunun böyle olmayacağını, zaten ispat etmiş durumdalar.
Arayan anca hayallerini bulur, adı üstünde hayal, gerçekle bağı olmayan şeyleri bulur.

Gerçeği aramak, onu aramamaktır!
- Şaştım kaldım!

+ Şaşmalısın!
Doğanın öğretisi basittir.

Nefes almak, su içmek gibi, çayırlarda koşmak, yağmurda ıslanmak, soğukta üşümek gibi.
En iyi bildiğin şey yaptığın şeydir, o yaptığın şey de doğal olarak öğrendiklerindir.

Doğayı okumaya başladığın da, şaşarsın, hayretler içerisinde kalırsın.
Hiç bir öğreti bunu sağlayamaz.
Çünkü doğanın öğretisinde yalınlık vardır, basitlik vardır, alabildiğine kolaydır. Bu da insanı şaşkına çevirir.

Öyle ki en cahil insan bile onu anlar!

Ne zorlu şifreler, ne çözümsüz sorular, ne gizemler, ne matematik, ne de karışık bilmeceler, ne de okunacak kalın kalın kitapları vardır.
Hiç biri yoktur.

Basitlik...
Sadece bu vardır.
Bir şey yapmasına gerek bıraktırmayan o yalınlık!

Yerlileri şimdi anlıyor musun?
- Sen anlat sevgili Lilith, ben şaşkınlıkla dinliyorum, sonra anlarım nasıl olsa, yani umarım anlarım...

Devam edecek ...

ForumKirpisi
15-12-2018, 16:39
Doğa anlayışınıza göre, kötülüklerden arınmış, mikropsuz, bakterisiz bir yer mi?
Devam edecek ...

Kuyuya taş atayım. Mikrop ve bakteri neye göre kötüdür?
Zayıf olanı ayırarak güçlüye yer açtığı için mi? Yeryüzü kaynakları sonsuz mudur ki her şeye yer olsun. Mikrop ve bakteri güçlü olana göre iyi midir? Zayıf olana göre kötü müdür? Yoksa herkese göre mi kötüdür? Eğer herkese göre kötü ise güçsüzün kaynakları tükettiği bir yeryüzünde güçlüye nasıl yer açılacak?

Felâsife
15-12-2018, 17:26
Kuyuya taş atayım. Mikrop ve bakteri neye göre kötüdür?
Zayıf olanı ayırarak güçlüye yer açtığı için mi?
Kötü tarafı insana göre kötü elbette, yoksa doğaya göre bilakis iyi bir şey, o geleceğe her zaman "güçlü" sağlıklı genleri taşıyor.
İnsan burada bir kırılmaya sebep oldu ister istemez, hasta genleri de geleceğe taşır oldu. İşin tuhafı güçlü genler de gittikçe zayıflayacak, ya da insan yardımına daha çok muhtaç hale gelecek.

Yeryüzü kaynakları sonsuz mudur ki her şeye yer olsun.
Değil elbette, öyle olmadığı için anca seçilmişler geleceğe gidebilir, kadim düzen, insan bu işlere el atana kadar böyleydi, şimdi değişti. Makine ile yaşayanlar var.
Aslında insan ömrü filan uzamışta değil, gene aynı aslında ama makine destekli bir uzama var.

İnsanlar gittikçe makineleşiyor, makinelerde gittikçe insanlaşıyor, bir kaç on yıl içinde tuhaf şeylerde olabilir, bu normal bir durum değil.

Mikrop ve bakteri güçlü olana göre iyi midir? Zayıf olana göre kötü müdür? Yoksa herkese göre mi kötüdür?
Hijyen, hijyen bu kadar davul çalınca, mikrop bakteri iyidir diyen, kaç kişi kalmıştır sence?

Eğer herkese göre kötü ise güçsüzün kaynakları tükettiği bir yeryüzünde güçlüye nasıl yer açılacak?
İstilâ dürtüsüyle hareket edilince, kaynak felan ne kadar düşünülür ki? Güçlü ileri gitsin diye, birde o düşünülsün!

Böyle bir şey yok, önemli olan uzun yaşamak, yaşa yaşayabildiğin kadar, kaynakları da tüket tüketebildiğin kadar, sonu yok. :noidea:

Sevgiler

Turdur
16-12-2018, 15:43
Felâsife; Adınız İbn'i Felâsife'ye çıkmış.

Bakın Felãsife yazıyordum ama artık Felâsife yazabiliyorum.

Turdur
16-12-2018, 15:46
Kuyuya taş atayım. Mikrop ve bakteri neye göre kötüdür?


Zarar verip vermemesine göre olabilir.

Felâsife
16-12-2018, 15:49
@Turdur

He ya öyle olmuş, :D arkadaş kontrol edilemiyor, farklı bakıyor olaylara, demek içi kaynıyor, izin vermek gerek, kendini bulsun.

Yani Felâsife Felãsife'dir. Önü yok, sonu yok, eki yok, eklentisi yok, şimdiki gibi neyse o :D

ForumKirpisi
17-12-2018, 02:28
@Turdur

He ya öyle olmuş, :D arkadaş kontrol edilemiyor, farklı bakıyor olaylara, demek içi kaynıyor, izin vermek gerek, kendini bulsun.

Yani Felâsife Felãsife'dir. Önü yok, sonu yok, eki yok, eklentisi yok, şimdiki gibi neyse o :D

Senin seni anlaman ne gerek, benim seni anlamam bana gerek ey İbn'i Felasife. Sen ister pm atma de, ister ayır, bu seni bana yakınlaştırır.

Felâsife
17-12-2018, 10:45
Lilith aşkına!
Ne okuyorsun sen!

Ucuz bir roman mı, basit bir hikaye mi, fantastik bir kurgu mu?

Okuduğun Lilith!

Ne diyor o, Tekamül yok!
Laf olsun diye mi diyor?
Bir şey olamazsın diyor!
Çünkü olmak yok!

Olup olabileceğin bir şey yok, tıpkı bulup bulacağın bir şey olmadığı gibi, neysen osun!

Kendini kabul et!
Bu haline razı ol!

Olamıyor musun?
Denemedin ki?

İmkansız mı geldi?
Aramayı bitir!

Başka bir şey olmaz senden, sadece şimdiki sen olur.

Tekamülsüzlük!

Her ne ararsan kendinde ara!
Hayır, kendinde bile aramayacaksın!
Arayışta olduğun her an hayallerdesin!

Ara-ma!
Arayış yok!
Tekamül yok!

Tekamülü anca DOĞA yapar, o da asırlara yayılarak yapar ki, kimse anlayamaz.
Gurular bunu hiç anlamadı.

Felasife'yi rahat bırak, o basit bir form, ilkel bir canlı.
Deniz kabuklusu gibi, dokunacağını hissetsin kapanır, tutacağını hissetsin kaçar, tutarsan da ölür!
Bırak onu, serbest kalsın, serbest düşünsün, serbestçe yazsın, o böyle özgürce yazar.

* Felasife olsaydı böyle söylerdi?
** Olsa mıydı?

* Evet!
** Sen kimsin?

* Bir dost!
** Felasife nerede?

* O kaçtı!
** Adın ne?

* Anlasan sormazsın, anlatsam anlamazsın!
Cevap yok, soru yok, arama yok!
Anlamaya çalışma, o bile yok!
Ne varsa, o var!
Bunu anca yaşayarak anlarsın, yaşamadan yok!
** Ama ..

* Ama yok! Acaba yok!
Söz bitti, başka söz yok!

ilahimasal
17-12-2018, 16:07
Lilith'in Aşkı!

Ahh Lilith aah !!...


Lilith de mağdur. Mağduriyetini felasife dile getirmiş desem.

Baksan
Allah mağdur.
Adem mağdur.
Havvası mağdur.

Felâsife
17-12-2018, 19:58
Lilith de mağdur. Mağduriyetini felasife dile getirmiş desem.
Sadece mağduriyet mi?

Mağduriyet sadece bir başlangıçtı, onun devamı da var, Felâsife ondan da bahsetmişti.

Bir mağduriyet ezeli mağduriyet olarak kalmaz, o bir haldir gelir geçer.
Önemli olan bu fırsatı iyi değerlendirmek, öteki Türlü mağdur olmayan yok, Tanrı bile mağdur edildi.

"Bir ölen bin dirildi mi?"
"Çaresizlikten çareler türetildi mi?"
"En kötü şey, en iyi şeye evrildi mi?"

Lilith'i öldürmeyen şey, Lilith'i daha da güçlendirdi !!
Mağduriyetten yeni bir dünya inşa etti, artık o hiç mağdur edilemez !...

Kader herkesi mağdur eder!
Edecektir de.
Bakalım kim bunu fırsata dönüştürecektir.

Mesele o!

Bir dost!

Felâsife
18-12-2018, 01:56
+ Hahaha,
Bu yönünü çok seviyorum, anlamadığında gözüne ışık değmiş tavşanın şaşkınlığını o kadar belli ediyorsun ki.
- Ne yapayım, şaşırıp kalınca böyle savunmasız oluyorum ister istemez.

+ Ol, ol.
Şaşırmak zaten bilip bilmemekle alakalı bir şey değildir, o tam ikisinde ortasında kalmaktır.

Ne bildiğin için hücum et, ne de bilmediğin için savunmaya geç!
İkisi de değil, şaşkın şaşkın, öylece kala kal!
Anca böyle bilebilirsin, ilerleyebilirsin.

Öteki türlü yerinde sayarsın.
- Aynen de öyle oluyor.

+ Devam edeyim mi?
- Et, et!
Senden değilse, bu şaşırma meselesi de bende bağımlılık yaptı galiba, artık adrenalin mi yükseliyor, tansiyon mu düşüyor, ne oluyor bilemiyorum ama ironik bir şekilde hoşuma da gitmeye başladı.

+ Hahaha, yok daha neler!
- Öyle, öyle.

+ Neyse, İnsanların öğretilerinde, gizemler, sırlar, hesaplar, ulaşılmaz hayaller vardır.
Kalın kitaplarını okumaya da ömürler yetmez, sohbetlerinde kaybolur gidersin.
Sistemler kurulmuş, düzenler oturmuş, gurular etraflarını daha da kalabalık yapmaya çalışıyorlar.
Her eli kalem tutan kitaplar yazmışlar, her bir şeyler öğrenenler de kurallar koymuşlar.

Öyle ki bir de onları gözünde de canlandırman istenir, dolayısıyla hayal kurman istenir.
Ve sende o hayalleri kurdukça, kura bildikçe değişik bir şeyler olur.

Sırlara eriyorsundur artık !...

Adeta o hayaller gerçekleşmeye başlar, canlanır vücut bulur, tabii kafanın içinde gerçekleşir tüm bunlar.
Sende bu sefer, o hayalleri kurdukça kurarsın, bu sana iyi gelir, herkese iyi gelir.
Ve artık bağımlılıkta yapar.
Bağımlılar dünyasına hoş geldin!

Artık ne yaptığının bir önemi yoktur, kimliğinin, kişiliğin de bir önemi yoktur, ne kadar bağımlısın o önemlidir.

Bunlar "Ortak bilinç" meselesidir. Güçlü bir alandır burası.
Orada neler yoktur ki?
Harflerden sayılara, zaman mefhumundan ölümsüzlük beklentisine pek çok şey, dinamik bir biçimde vardır.
Sürekli beslenir, canlı tutulurlar.

Orada tek bir şey yoktur, o da ölümdür.

Ölüm ise doğada bolca vardır.
- Yani şunu mu demek istiyorsun? Ortak bilinç alanı, doğaya alternatif sanal bir alandır.

+ Aferim, aynen öyle.
İşin garibi doğa da zaten kendi bilinç alanına sahiptir, onun bu bilinç alanı, insanların ki gibi karışıkta değildir, ama insanlar kendi bilinç alanını tercih ettikleri için, doğaya sırt çevirmişlerdir.
Tüm bu sırt çevirmenin ardında, dediğim gibi ölüm korkusu yatar.

Kişinin kendi ölümü.

Bu korkudan kaçmak içinde, hayallere sığınılır, zaten onlarda Ortak bilinçte bolca yaratılmışlardır.
- Yav amma karışık mevzuymuş hem çok basit, hem de çok zor sanki.
Ölüm korkusu işleri resmen arap saçına döndürmüş.

+ Sana çok acayip bir şey anlatayım mı? Bakalım ne kadar anlaya bileceksin!
- Beni niye geriyorsun sevgili Lilith, can kulağıyla dinliyorum zaten.
Şaşkınlık içinde ki ekstra şaşkınlıklara da, henüz daha hazır değilim gerçi ama ...

+ Hahaha,
Hazır ol öyleyse, geliyor.
Yerli bir kabile var, bunlar da ölü yamyamcılığı da var.
- Nasıl yani, ölülerini mi yiyorlar?

+ Evet, her zaman olmasa da bazen bunu yapıyorlar.
- Bunlar bir hayli vahşilermiş demek ki, böylesini de hiç duymamıştım.

+ Vahşilikten değil, bilakis insan psikolojisi çok iyi bildiklerinden yapıyorlar bunu.
- Yok daha neler!
Böyle psikoloji bilgisi mi olur?
Düpedüz vahşilik belki de canavarlık bu. Sen tut hemcinsini ye! Olacak şey değil.
Bu belki de en yakını kardeşi, akrabası, hiç fark etmez, nihayetin de insan.
Anlaşılan hayvanlıktan daha kurtulamamışlar.

Gerçi hayvanlar dünyasında olsa bu iş yadırganmaz ama mesele yerlide olsa insan olunca, bir mantığı yok, çok mantıksız.

+ Hiç olmayacak şeyler için hayal kuruyorsunya, bunun için de kursana?
Düşünmek parayla değil ne de olsa, bedava, düşün biraz.

Gerçi sen şimdi kafadan olmaz diye itiraz edince, düşünsen de ne değişecek ki!
Kararını vermişsin.
- Ya neyini düşüneyim ki, ölü yiyorlarmış, bunun düşünülecek neyi olabilir ki?

+ Bir koyunun yarısını bir oturuşta yersin, o da ölü!
- Aynı şey değil.

+ Ne ayrılığı var onun?
- İnsan değil, başka bir canlı o.

+ Başka bir canlı olduğu için, sorun yok yenile bilir diyorsun yani. Kriterin bu yani.
- Evet.

+ Ama kendi türün olunca olmaz.
- Tabii ki olmaz.

+ Bana bunun niyesini açıklaya bilir misin?
- Açıkladımya!

+ O bir açıklama değil, korku o!
Korkuyorsun!

Sen şimdi korkularının üstüne de gidemezsin, meseleyi sana açıklamayayım en iyisi.
- Buraya kadar anlatıp, bundan sonrasını es geçmek asla olmaz! Devam et dinliyorum.

+Üstte ne dedim, doğanın öğretisi basittir.

O yerlilerde ki öğreti de basittir, onlarda da sende ki veya herkeste ki gibi ölüm korkusu var.
Ölümden onlarda korkuyorlar, ister onlara canlı de, hayvan de, insan de, korkuyorlar.
Çünkü bu ölüm korkusu doğada her canlıda az/çok hep görülür.

Onlarda bunu görüyorlar ve bu korkularının üstüne gidiyorlar.
- Bu nasıl üstüne gitmek!
Helede ölü yiyerek, öyle mi?

+ Dinle, daha söz bitmedi.
Kişinin de en korktuğu şey, kendi ölümüdür.

İnsanlar kendi ölümlerine dayanamazlar. Çünkü insanlar kendilerine çok acırlar, üzülürler, kendilerinin ölüm düşüncesine tahammül edemedikleri gibi, bunu hatırlatacak şeylerden de kaçınırlar.

Çünkü insanlar bir ölü gördüklerinde, o ölünün yerine kendilerini koyarlar.

Bunu bir "anlık" olsa da yaparlar.
Anlık bir ölüm duygusudur bu, ölümü tatmak!
Biran da girip/çıkmak hepsi bu.
Tadım.
- Tatsınlar, bu gene de onların o işi yapmalarına mazeret değil ki.

+ Ne anlatacağımı biliyor musun?
Niye acele karar veriyorsun?
Dur dinle.

İşte bir anlık yapılan o canlandırmayı, tatmayı o yerliler tamamen ortaya çıkarırlar. Yani korkularıyla yüzleşirler.
O ölen kişiye dokunurlar, temas ederler, onu iyice hissederler adeta o olurlar, onun yerine kendilerini koyarlar. Sonrada onu yerler.
Daha doğrusu kendinin yenmesine şahit olurlar.

Başka bir değişle de orada yenen kendileridir, kendi ölümlerini deneyimlerler.
Hani insanlar kendi ölümünü deneyimleyemez diyorlarya, bu tam öyle olmasada, ona yakın bir deneyim sağlar.
- Bu korkuyla yüzleşmek mi?

+ Ne sandın, tabii ki de öyle.
Sadece korku değil, kişinin kendi ölümünü seyretmesi, onu kendi eliyle öldürmesi, ölümünden sonrasına geçmesi ki en büyük korku da zaten budur.
Kendi ölümündür.
Bununla yüzleşebilir misin?
- Bu şekilde bir yüzleşme olmaz, bu saçmalık ama başka yolları deneye bilirim elbet, ki bir takım tecrübelerim de oldu tabii.
Ama bu yerlilerin yaptığı, akla zarar, o şekil olmaz.

+ Bende onların yaptığını aynen yap demiyorum zaten.
Yoksa öyle mi anladın?
Galiba bir anlık irkilme yaşadın gene!

Niye gerildin!
- !!??

+ Kötülük olarak gördüğün bir şeyin altında bile bir felsefe, bir öğreti yatar, hem de basitlikle yapılır bunlar.
- Yüzleşme bu kadar elzem bir şey mi?
İnsan kendi ölümüyle yüzleşmeden de yaşayabilir, nihayetinde de yaşıyor, yaşıyoruz, o olmadan da olabilir.

+ Olur tabii de, bu insan için geçerli bir şey değil.
Şimdi sizin ki yaşamak mı allahını seversen, her şeyden kork, bu korkuyla da yaşa! Bilinç altında panikler gırla gitsin.
Gerim gerim geril.
Bu yaşamak değil, yaşayamamak!

İnsan artık bir çimen, bir tavşan, vs. başka bir canlı değil artık. Hatta bir yerli de değil artık.
O artık fiziken olması gerektiği kadar oldu.
Ama ne dedik önce de, insanın bir görevi var, görevi onu bekliyor!

Bu ölüm meselesi de, doğanın elinde ki en büyük güç!
Bu gücün anlaşılması için, acıma merhamet gibi, insanların ölüm korkuları ile ayyuka çıkarttığı duygular yerine, daha dengeli, ölümü daha sahiplenen olması gerekiyor.

İnsan doğa olacaksa, ölümü anlaması gerekecek.
Anlaması içinde onunla yüzleşmesi gerekecek.

Ölümden korkan insan, doğa gibi nasıl olsun, olmaz olamaz !...
Anca şimdi olduğu gibi olur ki, her hareketi ölümden kaçmak üzere olur.
Bu da doğaya dost olmak değildir, düşmanlıktır, zarardır ziyandır.

Korkan insan yanlış kararlar verir, tıpkı şimdi verdikleri kararlar gibi.
Ölüm korkusu varsa, o korku yönetir insanı.
- Meseleyi anca anladım iyi mi sevgili Lilith.
Ölüm korkusunun insana bu kadar problem olacağını, onun insanın doğayı anlamakta ki en büyük engel olacağını, kırk yıl düşünsem aklıma getiremezdim.

+ Bu öyle bir problem ki, insan sürekli aynı şeyleri tekrar tekrar yaşıyor, ve her seferin de ölüm korkusuyla karşı karşıya kalıyor ama gene doğaya düşman kesilircesine, onun aleyhinde çalışıyor, kendi gücü yetmese bile yetenlere destek veriyor.
Hepsinin altında da ölüm korkusu var.
- Destek olayına katılıyorum, gücü yeten zaten doğaya düşmanlık edercesine, insan ömrünü uzatmak peşinde, gücü yetmeyen de onlara alkış tutarak, taktir ederek, baş tacı etmekte.

Hepsi de sefil bir hayatı uzatmak için!

+ Sefil mi?
İlahi Felâsife bu kadar kısa ve öz bir tanım beklemiyordum senden.
- Yani başka ne denilebilir ki?
İnsanlar uzun ömür istiyorlar da, bunun dünyaya ne faydası var ki, kime ne faydası var, bilemiyorum.

+ İstilâ açısından faydası var ^_^
- Hahaha
İstilâ işini çekirgeler de yapardı, zahmet etmeselerdi keşke ^_^

+ Başka bir konuya geçelim mi?
- Valla iyi olur, ölüm meselesi beni iyice baydı.

+ Nasıl da işine geldiği gibi, derste sıkışan çocuğun zili beklemesi gibi sevinçli davranıyorsun değil mi? Ölümden öyle kolay kolay kurtulmak var mı?
- Ne yapayım, ölümün yüzü soğuk, kendisi itici, düşüncesi bile sancılı, kim kaçmak istemez.

+ Ne kadar kaçsan da, o gelip seni bulmayacak mı?
- Olsun, kaçanın anası ağlamazmış =)

+ Hahaha
Kaç kaç!
Kendi gölgenden kaç!
Ölüm düşüncesinden kaç!
Hatta kaçmanın aşkına kaç!

Devam edecek ...

Felâsife
22-12-2018, 12:23
+ Neyse seni fazla sıkıştırmayayım, nihayetinde iki kelam ettiğim fazla insan yok, bende olanı elden kaçırmayayım. ^_^
- Hahaha
Kaçışıp duralım, bu işin sonu nereye varacak böyle!

Ama itirafta etmeliyim ki hoşuma da gitmedi değil hani bu son söylediğin.

+ Gider tabii, sen benim asırlardır birikmiş olan ihtiyacımsın.
Ben seni baş tacı etmeyeyim de kimi edeyim.
- Lilith ...

+ Eğriye doğru bu iş böyle, duygularını gizlemeyeceksin.

Onları ap-açık söylemek zayıflık değildir, bilakis o, çok güçlü bir gücü harekete geçirmektir.
- Bende itiraf etmeliyim ki sende benim için çok özelsin.
Bende öyle asırlardır süren bir yalnızlık yok elbette, hatta yalnız bile sayılmam sana göre, ama nedir ; içine kapalıyımdır, sessiz fırtınalarım vardır.

+
Söylemem derdimi hem-derdim olan âha bile
Belki sînemde ki şu nâle-i cângâha bile
Kendi bî-şübhe bilir râz-ı derûnum yoksa
Ehl-i dil söyleyemez derdini Allâh'a bile
Hızırağazade Said Bey
- Söyleyip söylememek meselesi de değil mesele.
Ağlamak, sızlanmak bir noktadan sonra çare bile değil, büyümek böyle bir şey de değil zaten. Dertler, yalnızlıklar, acılar habire törpülüyorken, geriye dönüp bakamıyorsun bile, ileri bakmanın da anlamı kalmıyor, bir boşluk hissi, başka his kalmıyor. Ama işte o bir yan varya, hiç büyümüyor işte.

+ Koruma kalkanlarını koy bir kenara, gardını düşür, karşında ki insana onu sevdiğini açıkça söyle, gör bakalım neler oluyor.

Yeter onu küçük görmek, hakir görmek, onunda yaşamaya hakkı var.
- !!??

+ İçinde ki çocuğa dedim.
- Ha tamam.
Ama bir dakika!

Böyle davranmak, iki yüzlülük, samimiyetsizlik olmaz mı?
Gerçekte sevmediğin birine, onu sevdiğini söylemek, yalan söylemek olmaz mı?
+ Ne yani bu şimdi!

Böyle beni kimse anlamadı diye, karamsar, içe kapanık, bunalım takılmak mı fazilet?
Esas böyle davranarak sen kendine yalan söylüyorsun? Samimiyetsiz davranıyorsun!
Kendine söylediğin bu yalanı görme ama başkasına söylediğin doğruyu yalan belle!

Bu mudur?
- Ya Lilith!
Seninle sohbet ederken, benim elektrikler bir gidiyor bir geliyor?
Galiba gene öyle bir şey oldu, benim elektrikler gitti.

Ne yapıyorsun bana, büyümü yapıyorsun? Nedir?
Anlamadım gitti!

+ Son söylediğimden olmasın ^_^
- Sıkıntı bende mi?

+ Tabii ki de sende.
Senin gibi eski modellerde, elektrik kesikliği kronik bir sorun, fabrika çıkışı öyle.
Tasarım hatası yani. ^_^
- Aaa a!

+ Ne dememi bekliyorsun, hem bana soru soruyorsun, hem de cevabımı beğenmiyorsun, demek ki beklediğin, duymak istediğin başka bir cevap var!
Cevabı biliyorsun yani.
Beni niye yoruyorsun!
- Tamam, vaz geçtim sormaktan.

+ Elektrik kesikliği dediğin şey, bir sorun değil, normal bir durum, tasarım hatası dediğim şey bile aslında bir hata değil, bilakis tasarlanmış bir kusur o.
- Tasarlanmış bir kusur mu?
O nasıl bir şeymiş öyle, hiç anlamadım.
Yani bir makine yapacaksın ve içine kusurlar koyacaksın, makine yapan onu kusurlu niye yapsın ki? Aksine kusursuz olması için uğraşmaz mı?

+ Yani değil mi? Bir makineye kusurlu olarak niye yapılsın!
Güzel soru!
- Kırk yılın başı bir denk getirdim galiba :)

+ Ne denk getirmesi, gene ıskaladın, karavanacı!
- ??!!

+ Bunca zamandır sohbet ediyoruz, kaç zamandır neler anlattım ama yok, bir kulağından girmiş ötekinden çıkmış.
Kusur yok Felâsife'ciğim, kusur yok.
Doğada bir kusur yok.
- Var dedin!

+ Anlamak istediğini mi anlıyorsun ne!
O kusur sana göre kusur, dar bakış açına göre kusur, ama doğaya göre mükemmelliğin bir parçası, o olmasa doğa yok, o olamaz.
- Bildiğimi de unuttum iyimi, neye inanacağımı, ne söyleyeceğimi de şaşırdım.

+ Bileceğin şu.
Doğada bir kusur görme, kusur yok!
Önce bunu kafanda bir sabitle.

Eğer kusur görürsen, bu şaşı görmenden kaynaklanır.
Zaten kusur görünce, ya onu kötülersin, ayıplarsın, ya da tutar onu düzeltmeye çalışırsın.
Guruların yaptığı da tam olarak bu. İnsanları kusurlu görüyor onlar.
Hep kendileri doğru, ötekiler yanlış!

Sonrada onu düzeltmeye çalışıyorlar, tabii bu bir düzeltme değil bozma aslında, asla bir şeyi düzeltemiyorlar, çünkü o var, varolan da yok edilemez, zaten düzgün olan, mükemmel olan, daha nasıl mükemmel olabilir ki?
Geriye kalan tek seçenek, onu bozmak, bozmaya çalışmak, amaç bu.

Lakin her türlü olmuyor, olamıyor, bozmak bozamıyor, o şeyi yok edemiyor, bu davasından da vaz geçemiyor, peki ne yapması gerekiyor?

O şeyi sürekli kötülemesi gerekiyor, kötüleye kötüleye o şeyi bir "kusur" ilan ediyor.
Öyle yeriyor, ayıplıyor ki o şey artık herkesçe bir ayıp oluyor çıkıyor, çünkü o büyük bir kusurdur artık, saklanması gerekiyor!

Bu sefer ne yapıyor? O ayıbın iyice saklanması, örtülmesi için, başlıyor bunun üstünde çalışmaya, ömrünü bu uğurda harcıyor.

İnsanlar niye örtünür?
Ayıplı yerlerini saklamak için!
Sakladıkları içinde çarşı da pazar da rahat rahat gezerler.

"Elbise gezdirir, para konuşturur!"

Aynı bunun gibi, içinde ki kötülüklerini de örtüyorlar, bu onları rahatlatıyor, kendilerini bir iyi insan görünümde görmek hoşlarına gidiyor.
Hani mükemmel insan profili varya, hani o guruların istediği insan profili, giyinik, örtük bir biçimde o gerçekleşiyor.

İnsanın giyinik olması, onu yerlilerden ayırmıyor, bilakis yerlileri onlardan ayrılıyor.

Biri her türlü kötülüğünü, envai çeşit elbiselerle örtüyor, örtmeye çalışıyor, diğeri aynı ilk haliyle ortada duruyor.
- Farkındaysan Lilith, sözünü hiç kesmedim.

+ Kesme zaten dinlemede kal!
Sonuçta mızrak çuvala sığmıyor.
O örtük insanlar bir sürü kötülükler yapıyorlar, Çünkü doğasına karşı gelemiyorlar. Çünkü zaten öyleler.

Doğa da bir şeylere habire zorluyor bir yandan, bunu yaptıran doğa çünkü!
- !!??

Devam edecek ...

Felâsife
24-12-2018, 23:38
+ Çünkü doğa onun farkedilmesini istiyor.
Doğa kendinin farkedilmesini istiyor.

Farkta anca görülünce olur, örterek değil.
- Tamam buraya kadar anladım, insan örttükçe doğada onun fark edilmesi için, habire dürtüyor, fakat burada bir kısır döngü de oluşuyor, bu nasıl olacak?

+ Bu kısır bir döngü değil ki?
Bir öğreti bu, doğanın öğretisi.
Azimle, şevkle, aşkla bir öğreti!

Doğa bir öğretmendir de aynı zamanda, bıkmadan usanmadan aynı dersi tekrar tekrar yapar, ta ki öğrenci onu anlayana kadar sürer bu.
Anlamıyorsa diye bir bahane yok, dersten kaytarmaca yok, torpil hiç yok, ya anlayacak ya anlayacak.
- Anlamıyor işte.

+ Bal gibi de anlıyor, tekâmülü anlıyorya?
Mükemmel insanı anlıyorya?
Doğada kusuru görüyorya?
Örtmeyi fazilet, giyinmeyi erdem sayıyorya?
O işine geliyor!

Sıkışınca 3 maymunu oynuyor.
Görmedim, duymadım, bilmiyorum!

İşte onu anladığı için, Doğa bu kadar dürtüyor.
Haydi bakalım iyi insan, ne kadar iyisin göster maharetlerini! Diyor adeta.
- Vay vay vay...
Doğa resti görüyor, reste rest çekiyor öyle mi?

+ Yani, atağa karşı, karşı atak!
- El mi yaman, bey mi yaman?

+ Bir yönü böyle ama daha derin de başka bir şey var.
Doğa burada bir nevi ayna görevi görüyor, yani doğayı kusurlu görüyorsan, o sana bolca kusur gösteriyor.
Yok eğer onu harika bir yer olarak görüyorsan, o sana harikalar gösteriyor.

Dolayısıyla ne düşünüyorsan onu görüyorsun.
- Ya gördüğünü düşünmek?

+ O kişinin tercihi ama insan düşündüğünü görmekten, gördüğünü düşünmeye fırsatı olmuyor ki?
İnsanlar düşündüklerini görürler!

Dolayısıyla ya iyiyi görüyorlar, ya kötüyü görüyorlar, o da için de ki bir yansımadır nihayetinde.
- Başka nasıl görecek ki?

+ Doğa gibi görecek.
Ne iyi ne kötü görecek, nötr olacak.
- O nasıl olacak?

+ Nötr olmak, olduğu gibi gören demektir.
Gördüğü şeyi yargılamayan, suçlamayan, karalamayan demektir.

Bir şeyi yargıladığın zaman, onu kusurlu görüyorsun demektir. Böyle nötr olmaz.

Ne dedik! Kusur yok!
- Hem var hem yok! Çok ilginç.

+ Senin kusur dediğin şeyler, yaşam için gerekli şeyler.
O kusur dediğin şeyler olmasa bu yaşam biter, onlar da olduğu için bu yaşam var.

O yüzden, makineyi yapan o makineye, kusuru bilerek koydu dedim.
- Gerçekten şu an vurgun yemiş bir dalgıçtan bir farkım yok, bu artık şaşmanın da ötesine geçti, tamamen iflas etmek gibi bir şey bu.
Kusur denilen şeyin bilerek varolması, insan mantığının alamayacağı bir durum, benim mantığım hele hiç almadı, pek alacağını da sanmıyorum.

+ Hahahaha, hahahaha
Demek sen bir makine yaparsan, onun içine kusur koymayacaksın, onu kusursuz yapacaksın öyle mi?
- Sevgili Lilith, niye böyle yapıyorsun, ben bittim çöktüm diyorum, sen kahkaha krizine girdin, iyice aptala döndüm valla.

+ Hahahaha, hahahaha, hahahaha, hahahaha
- Aha! Benim beyin iyice yandı gitti, Lilith ise zevkten dört köşe, gideyim uyuyayım bari, artık nasıl uyuyacaksam onu da bilmiyorumya.

+ Dur, dur!
Biraz düzeltelim seni öyle git, böyle olmaz. Yanık kokusundan uyuyamazsın felan.

Hahaha, hahaha
- Valla pes artık!

+ Dur, tamam özür dilerim, birden kendimi kaybettim, bende anlamadım niye bu kadar güldüm ama söylediğin şey de çok komikti gerçekten.

Ama haklısın da, zira dünyanızda kusur denilen şey hiç affedilmiyor, bir makine de kusur aranmıyor, bilakis onun hata vermeden çalışması bekleniryor.
Zaten sizin bütün makineleriniz de bu yöndedir, onun hatasız olmasını istersiniz.

Fakat böyle isteseniz de o makine bir gün tak diye bozulur, ya tamir ettirirsiniz ya da yenisi alırsınız.
Hasılı hiç olmasını istemediğiniz bir şey olur ve makine bozulur.
- Bu normal bir şey değil mi?

+ Normal mi?
- Değil mi?

+ Mükemmel olması için çabalıyorsunuz ama o gene de bozuluyor, bunu soruyorum.
- Nasıl yani, makinelerin bozulması normal, doğada ki bozulma da o yüzden normal mi? Cevap bu mu?

+ Tabii ki de değil, burada bir şeyin tespitini yapalım önce, sonra cevaba geçeceğiz.

Demek ki neymiş yapılan bir makinede, onu ne kadar mükemmel yapsan da bozulma kaçınılmaz.
Bozulma bir potansiyel çünkü.

Doğada ki bilerek konulan kusura gelince, bu doğada da bilinen bir şey, bu zaten öngörüldüğü için, kusurdan kaçılmadı, o yok edilmeye çalışılmadı, onun bozulabileceği de hesaplandı.
Haliyle o bozulsa bile bir takım mekanizmalarla o kendi kendini de tamir etti, bu yeteneğe kavuştu.

Ama çok daha derinde, bu bir fırsata da dönüştürüldü.
Bozulmaya bozulma fırsatı verilince, bu bir enerji oluşturdu, tıpkı bir benzin gibi itici bir enerjiydi bu.

Yaşamın devam enerjisi.
- Bozulma bir enerji sağlıyormuş, nasıl bir enerji ki bu?

+ Şöyle düşün.
Bir hayat yaratıyorsun ve o hayatta aslında hep aynı şeyler oluyor, doğ, yaşa, üre, beslen, uyu, gez toz vs.
Bu kısa sürede statik bir yaşama dönüşür, anlamsızlaşır, bunun dinamik olması lazımdır ki bıkkınlık veren, sıradanlaşan bir duruma dönüşmesin.
Bu monoton bir yaşamdır ki, bir süre sonra bitme noktasına kadar gelir ve biter.

Yaşam kendi kendini tüketir, tıpkı araba aküsü gibi, şarj olmayınca, bir süre sonra bitmesi gibi biter.
- Kusur ne yapıyor peki, şarj mı ediyor?

+ Aslında şarjdan ziyade, sürekli bir tetikleme yaptırıyor.
Yaşama sürekli bir amaç veriyor, yaşam da sürekli bu amacı kovalıyor, haliyle statizm denilen o monoton durum, bu tetiklemelerle bozulmuş oluyor.
Yaşam durağan durmayı sevmez, o sürekli hareket etmeyi, ilerlemeyi sever.

Doğa bunun için DİNAMİK işte. Devamlılığı dinamiklik sağlıyor.
Bu dinamikliği tetikleyenler de o kusurlar. O kusurlarıyla birlikte mükemmel.

Dinamiklik statikliğe muhtaç yani.
- Vay canına!

+ Öteki türlü o kusurlar olmasa dinamiklik sağlanamaz, dinamiklik olmadan yaşamda bunca zamandır, böyle yoluna devam edemez.

Sen bile şimdi olmayacaktın, anlıyor musun?

Bak dünyaya!
Milyonlarca yıldır o böyle ayakta.
O kusurlarından bile enerji çıkartabiliyor, onu bile fırsata dönüştürüyor.

İnsan ne yapıyor?
Ayağına gelen fırsatı tepiyor!
- 'Hay bin kunduz!
Bu gurular bunları bilmiyorlar mı? Nasıl guru olmuş bunlar!

+ Bilen böyle yapar mı? Doğanın aleyhine çalışır mı?
Bilmiyorlar tabii ama bilmediklerini de bilmiyorlar!

Yargıladıkları kötüledikleri şeyleri kendileri yapıyorlar !...

Neymiş efendim insanlar kusurluymuş, eksikmiş, hatalıymış.
Yav işte sen hatalısın, onlar sana ayna, seni sana gösteriyorlar, başka bir hata yok.

Hata görüyorsan hata sende.
Kusur görüyorsan kusur sende.
- Sevgili Lilith şu an kafamın içi o kadar berraklaştı ki sana nasıl anlatsam bilemiyorum. Dinginlik mi desem, sakinlik mi desem, ne desem bilemiyorum.

+ Bir şey demene gerek yok, bırak tadını çıkart bu anın. Sonra uzun uzun düşünürsün nasıl olsa.

Ne der Sûfiler "Tecelli sonradan anlaşılır!"
Sonra anlarsın, bırak şimdi sadece tadını çıkart.
- Bu sohbet burada bitsin mi?
Senden hiç ayrılmak istemem ama galiba benim biraz dinlenmeye ihtiyacım var, suyun üstüne süzülen bir yaprak gibi bırakmaya ki o haldeyim zaten.

Bundan sonra ne söylesen söyle, seni anlayabileceğimi de sanmıyorum.

+ Tamam, git dinlen, sonra devam ederiz.
Hoşça kal!
- Güle güle ...

Devam edecek ...

ForumKirpisi
25-12-2018, 00:20
reiz okuyoz bişey anlamıyoz biraz basit yaz. tekamul ne bilmiyoz ki.

bişey diciğim şindi güneşten enerji geliyor ya. enerji bitkilere ordan biz yiyoruz falan bizden etrafa. şimdi bu enerji hep dünyada kalarak artıyor mu yoksa uzaya dağılıyor mu bi atmosferci gelip bilgi versin merak ettim şindi.

kütle çekim kuvvetiynen enerjinin alakası var mı? bunu da bi fizikçi anlatsın.

Felâsife
25-12-2018, 12:26
Tekamülün iyi bir şey olmadığını bil yeter, sözlükten de anlamına bakabilirsin tabii.