PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Masum bir şizofren bilge aramızda dolaşıyor-BÜLENT AKYÜREK


placebo
28-12-2007, 13:17
EDEBİYATIN MAYIN EŞEĞİ BÜLENT AKYÜREK

* Bülent Akyürek seksenli yıllarda tek başına çıkardığı anarşist dergilerle edebiyat çevresine girdi ve on yedi yaşından itibaren romanları yayınlandı. Biri sağcı, öteki solcu iki yaşlı akrabası ölünce iki çatı katı dolusu kitapları çocuk yaşta tarafsız okumuştu. Zaten o yıllar terör yılları olduğundan siyasete karşı kin beslemiş olacak ki yeni kuşağı konuşmaları ve yazılarıyla siyasetten uzak tutmaya çalıştı. Hiç bir zaman ideolojik bir görüş, kurum, kuruluş, dernek tabelasının altından geçmedi. Asla oy kullanmadı. Doğuştan karaciğer hastasıydı ve on yaşında dalağı ameliyatla çıkarıldı. On senedir Almanya’ya çalışmaya gidip izini kaybettiren babasından haber alınamıyordu, mahalle terziliği yapan annesinin büyük gayretleriyle zor da olsa çocukluğunu atlatmış oldu. Bu dönemin büyük kısmı çeşitli akrabalarındaki sığıntı odalarında geçti. Babası yurda döndükten sonra da rahat durmadı. Alkol huzursuzlukları, kumar ailenin bir ferdi olmuştu. Babasının kumar tutkusu Bülent Akyürek’in bilincine kaybetme korkusunu günden güne derinlemesine kazıdı. ”Kaybetmemek için kazanmamak gerekir” diyor İtin Biri adlı romanında. Cinnetim Cennetimdir, Yağmur Getiren Fırtına, Zamanın Efendisi romanları başta olmak üzere bütün kitaplarında baba hegomanyadır ve yağmalayıcı güç olarak tanrı tarafından yeryüzüne indirilir. Devleti ve babayı aynı kefeye koyan düşünce sisteminin temelleri yaşayamadığı çocukluğunda atılmıştır. Babasına karşı annesini korudukça zayıftan yana bir tavrın askeri olacağını bilmiyordu. Babasını elinden alan Almanya, onu bir canavar olarak tekrar Türkiye’ye göndermişti. Bu yüzden batıyı da hiç sevmedi. Düzensiz aile yaşantısı okul hayatını hep yaraladı. Liseyi bitirebilmek mucizeydi ve lise bitmeden kitapları yayınlanmaya başlamıştı. Zaten Lise bittiğinde bölme işlemini bile öğrenemeden mezun oldu.

Kemikleri eriyordu, zor bela atlattığı iki yıllık felçten sonra topal kaldı. Sonra diğer bacağı ve bütün kemikleri erimeye başladı. En cılız bir hava akımı onu Ağustos ayında bile donduruyordu. Evden çıkamaz oldu. 1997’den itibaren bütün sesler onu cinnete sürükledi. O gün bugündür yirmi dört saat kulaklarına taktığı iki plastik tıkaçla yaşıyor, odasından çıkmıyor, protezli bacaklarıyla da hareket kısıtlılığı yaşadığından yürümekten korkuyor. Şizofren ve psikoz olduğundan kendini insanlardan uzak tutuyor. Hayatı boyunca aylık kişisel masrafının 40 doları aşmadığını yıllardır verdiği röportajlarından biliyoruz. Tembellik hakkını savunan bir yazarın önce kendi tüketimini durdurması gerekmiyor mu zaten? Kapitalizmle savaşmanın başka bir yöntemi olsaydı, kesinlikle onu da yapardı…

Toplum ve öteki, onun kitaplarında kurtarıcı değil daima bireyi yok edicidir.

Bülent Akyürek birinci tekil şahısla yazdığı bütün romanlarında sahtecilikten kurtularak suçu hep üstlenmiş oldu.

Onun kahramanları düşünmekten,kırılmaktan, doğruyu söylemekten tutunamamış yoksul yarı tanrılardır. Bu çağa düşmüş bir ilkçağ filozofu gibi tembellik hakkını geri isterken modernizme karşı düşmanca tavırlar takınırlar. Araba süremezler, bilgisayar, cep telefonu kullanmazlar, televizyon seyretmezler, yemek yemezler, eğlenmezler, uyumazlar. Tıpkı kendisi gibi bütün kahramanlarının tek lüksü çay ve sigaradır. Şizofren ve manik kahramanları kafalarının içindeki dünyayı dış dünyada bulamadıkları için öfkeli bir tutumla hatalar yaparak hayatlarını zora sokarlar. Günden güne eriyip biterlerken intiharı bir umut gibi avuçlarında sıkarak hep onuncu köyden çığlık atarlar. Kahramanları kaybetme korkularını sonunda “intihar ederim” diyerek yenerler. Hakikati arayanın yanı başında ölümün kol gezmesi mutlu eder onları.

Akyürek, çıplak, yalın insandan yanadır. Aradığı çıplak insan tüm duygularıyla ortada olacak ve rol yapmayacaktır. Dilin, siyasetin, dinin, üretim ve tüketim araçlarının kalıba soktuğu insanoğluna hiç olmayı öğütlerken onları var edeceğinin farkındadır. Çıplak insanı idealize ederken Marquis De Sade kadar hırçınlaşır, Dostoyevski kadar çocuklaşır ve Thomas Bernhard ya da Proust gibi izole olur.

Kısa, aforizmik, kırık cümleleri keskin ve benzersizdir. Kesin yargılar taşıyan bu cümleler yıllarca çivi gibi okuyanın hafızasına saplanır. Bunu yine “Her cümlemi dünyadaki son cümlemmiş gibi kurarım” derken, en güzel kendisi açıklamıştı. Bir cümlede mizah, öfke ve dramın kesişebilmesi çok nadir yazarda görünen bir özelliktir ama bütün kitaplarında bütün cümlelerin böyle olması başka bir yetenek istiyor olsa gerek!

“Bir gün okuyacak kitap kalmayınca yazmaya karar verdim” dediğinde on yedi yaşındaydı. Onun kendine olan aşırı güveni, gençliği, ataklığı, hızla kitaplar yazıp yayımlamasının, aceleci ve coşkulu kaleminin hiç durmadan yazmasının temelinde ölüm korkusunun işaretleri aşikardır. Tıpkı kemikleri gibi kahramanları günden güne erirler. Hepsi hastalıklıdır. İsyan içindedir. Yıkıcıdır…

Seksenli yıllardaki klasik roman anlayışını 17 yaşındaki bir gencin yıkması hayretle karşılandı. Her kitabı “Roman kurallarına aykırı” denilerek eleştirildi. Oysa Bülent Akyürek dili, kurguyu, diyalogu, zaman –mekan olgusunu, tip-yan tip-karakter yapılarını yıkarak, işaretlerini Oğuz Atay’ın verdiği Yeni Türk Romanı’nın temellerini atıyordu.

Yazarken ne kendine ne de başkalarına acıdı. Acımasız romanları; insanı din, dil, cinsellik, hakikat, apolitizm, özgürlük, tembellik hakkı bağlamında incelerken bulduğu psiko ayrıntılar ruh bilimcilere kaynak oldu. Şizofrenik arka planla yazdığı romanlarını cesaretle sürdürebilmenin biricik yolu kendini zamanın dışına fırlatmasıyla mümkündü, dediğini yaptı ve “Şimdilik kitaplarımı bir mayın gibi toprağın dibine gömüyorum, yüzyıllar sonra bile olsa patlayacaklar” diyerek konuyu noktaladı.

Romanlarını sinirlenmeden okumak zordur. “Mutlu insanlar .. çocuğudur, bizi mutsuzluk insan edecek” diye bir satırla karşılaştığınızda neşeli olabilirsiniz!

On yedi yaşından beri romanın haçını sırtında taşımaktan yorulmadı. Her röportajı gündem yarattı, televizyon konuşmalarını izleyen insanlar kanalları topa tuttu. “Bana sahip çıkacak insanlar bugün burada bana küfredenlerin çocukları olacaktır.” demekle geleceğe olan inancını ispatlıyor gibiydi.

Bülent Akyürek olmak, bu dünyayı cehennem gibi yaşamaktır. Çöldeki Penguen olmaktır.
Kendisiyle yüzleşebilen ve komplekslerinden arınmayı bilen insanlar onunla bir gün mutlaka bir yerlerde kesişirler.

Akyürek, öncü romancılığıyla yazmanın nasıl olacağını öğrettiği kadar, aydın olmanın ne demek olduğunu da hep göstermeye çalıştı. En büyük kavgalarını sanat ortamlarında verirken hep tepki aldı. Bir mayın eşeği gibi önden gidip parçalandığında açtığı yoldan binlerce insan yürüyordu. Marjinal, yer altı romanlarına 2005 yılında “Kadınlar Üzerine Ahmet Abi’nin Gözünden Kaçanlar” adlı kitabıyla ara verdiğinde, kitap yılın çok satanlar arasına girip kıyametler kopardı. Çünkü bir çok edebiyatçının kadınlar üzerine prim yaptığı bir ülkede, kadınlara inanılmaz eleştiriler getirerek küfrediyordu.

Şu an; Boş Laflar Antolojisi, Evde Sevgili Tamiri, Türklerde Beden Dili, Seviyordum Söyleyemedim, Rakı Şişesinde Zemzem, Kan Gruplarına Göre Kişilik Tahlilleri kitaplarını yayına hazırlıyor. Tabi ki yine taşınmak için ev arıyor. Çünkü gürültü hastalığı yüzünden bir evde hiçbir zaman on üç ay oturamadı!

Mustafa Akyol


KİTAPLARI

1991 - VE TANRI AĞLADI (Roman)

1993 - CİNNETİM CENNETİMDİR (Roman)

1995 - İTİN BİRİ (Roman)

1997 - YAĞMUR GETİREN FIRTINA - URAGAN (Roman)

1998 - ÇÖLDEKİ PENGUEN (Deneme)

2002 - ZAMANIN EFENDİSİ (Roman)

2005 - KADINLAR ÜZERİNE AHMET ABİ'NİN GÖZÜNDEN KAÇANLAR

2005 - BOŞ LAFLAR ANTOLOJİSİ

2005 - YILGIN TÜRKLER

2007 - SEVİYORDUM SÖYLEYEMEDİM


HAKKINDA NELER DEDİLER?

“Bülent Akyürek’in yoksul olduğu yüzünden bellidir. Jean Geneth’in deyimiyle -pençesi olmadığı için iyi olanlardan – değildir. Onun pençesi vardır ama pençesini kendisine karşı kullanır. Sık sık yüzükoyun betona düşmüştür. Kendi kanının tadını bilir. Kötülüğü kendisine yaptığı için yazdıklarında sahici bir kişisellik vardır. Sık sık da hata yapması bu yüzdendir. Bu yüzden bilen bilmeyen elinde olmayarak onu ezmekten büyük keyif alır.”
Cezmi Ersöz

“1990 sonrasında edebiyat tartışmalarına damgasını vuran en önemli konulardan biri postmodernizm oldu: İlginç bir yönelim olarak – karşı kahramanların - değil, bütünüyle antikahramanların diliyle kurulmuş, aforizmalara dayalı nihilist bir edebiyatın öncülüğünü yapan Bülent Akyürek’in çalışmalarında göze çarpıyor.
Yazarın yapıtları aforizmalarla şiir dilinin iç içe geçtiği, itilmiş insanın öfkesiyle dolu, ironik bir marjinal edebiyat örneğidir.”
Gürsel Korat

“Bülent Akyürek, şiirin romanını yazıyor.”
Ahmet Telli

“Bir ressamın büyük gözleri olmalıdır. Bülent Akyürek romanlarındaki tasvirler, paradokslar bir ressamda olsaydı önemli bir ressama sahip olurduk.”
Ressam Cezmi Orhan

“Düşünün hele, bir psikopat jiletle kendisini doğrarken izleyenleri gülmekten kırıp geçiriyor. İnanılmaz değil mi? İşte Bülent Akyürek çok genç bir yazar olarak bunu beceriyor.”
Aziz Nesin

“Masum bir şizofren bilge aramızda dolaşıyor.”
Yılmaz Odabaşı

“Bu adam deli.”
Onur Akın

“Her kitabında yapıyor yapacağını.”
Hasan Kaçan

“Kuru, sıska, cılız bir oğlan. Üflesen uçacak gibi. Ama kalemi…”
Cahit Külebi

“Bana kitabını hediye ettiğinde ‘Ben bir yazarım’ dedi. Bir daha da onun kadar güçlü, inançlı, dolu dolu ‘Ben bir yazarım’ diyeni göreceğimden kuşkuluyum. Cesur romanını okuduktan sonra aslında ne kadar mütevazı davrandığını düşündüm. Üzülerek söylüyorum, bu ülkede yazık olacak bu çocuğa…”
Uğur Mumcu

“Ruh çöküntüleriyle besleniyor kalemi. Çok kitap okuduğu her halinden belli. Genç yaşlardan beri yazıyor. Oğlum sevişmeye hiç mi vaktin yok senin?”
Can Yücel

placebo
28-12-2007, 13:19
Röportaj: Bekir Fuat / Gerçek Hayat Dergisi

Daha önce birçok underground romana imza atmış agresif yazar Bülent Akyürek; Sapan yayınlarından çıkan yeni kitabı “Seviyordum Söyleyemedim” ile dünyaya meydan okuyor. Batı’ya karşı içimizdeki baltaları çıkarmanın zamanı geldi diyen Akyürek, Batılılarla işbirliği içinde gördüğü ve Türkiye’nin cahilleri dediği ulusalcıları da epeyce kızdıracak laflar ediyor. Bülent Akyürek, Ankara’da yaşlanıyor ve ulusa buradan sesleniyor. O, çok genç yaşlarda çıkardığı ilk romanından beri özgün üslubu, yaşayışı, sert tavırları ve bağımsız yazarlığıyla, attığı her adımda tartışmalar yarattı. “Her sözümü, son sözümmüş gibi söylerim. Cümle namusumdur. Siz hayata ne kadar bağlıysanız, ben de ölümü o kadar çok seviyorum!” diyen bir yazar hakkında fazla söze ne hacet!

Sevgili Bülent iki yıldır ortalıkta yoktun neler yaptın, kitabın kapağındaki balta nedir Allah aşkına?

“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır.” değil mi? Çılgın Türk değilim ama “yılgın” bir kitlenin silkelenip kendisine gelmesini istiyorum. Kişisel olarak savaş baltasını topraktan çıkardım ve biricik halkımızın psikoayrıntıları üzerine kafa yorarak “Seviyordum Söyleyemedim”i yazdım. İşte buradayım. Bir sigara yaksak ayıp olur mu?

Sigara demişken; kitaptaki “Sigara öldürür!” yazısını da okudum. Sigaraya olan aşkın beni iştahlandırıyor. Ciddi misin yazdıklarında?

Sigara içerek ölmek, modern dünyadaki ölüm biçimlerinden biri bana göre. Sonunda mümin olarak ölemeyeceksek biçimin ne önemi var? Sigara paketlerinin üstündeki “Kısır yapar, öldürür, süründürür...” laflarından hoşlanmıyorum. Bana bu üslupla sigarayı bıraktıramazlar. O zaman ben de “Her nefis ölümü tadacaktır.” ayetini hatırlatarak sigaramı zıkkımlanırım. Sen de yaksana bir tane...

Son yıllarda şöhretin katlanarak arttı. En çok okunan üç-beş yazardan birisin, çevrenden talepler arttı mı?

Ben kelle koltukta çok tehlikeli kitaplar yazdım, yeri geliyor elli milyon insanı karşıma alıyorum, Bush’a teessüflerimi bildiriyorum ama arkadaşlar gelip benden Çağla Şikel’in, Hande Ataizi’nin, Hülya Avşar’ın, Ahmedi Nejat’ın telefon numarasını istiyorlar. Talepler evrensel anlayacağın!

Şöhretin doruğundayken, her şeyi bırakıp geçen yıl ocakçılık yaptın, pet şişe topladın. Niçin?

Bir yazar ekmeğini herhangi bir işten çıkarmayı göze alamadıkça bağımsız olamaz. Ben gazete, dergi, televizyon işleri yapmadım, sadece kitap yazıyorum. Bu anlamda Türkiye’de tekim. Yazdığım kitaplar tehlikeli kitaplar. Galiba bundan sonrakiler de öyle olacak.
Bağımsızlık adına mı tüm bunlar?

Bağımsız olmak zor… Ama işte bağımsız kalmak için de her işi gocunmadan yapabilmen gerekiyor. Bir de “Şöhret ateşten gömlek” diyorlar. Onun büyüsüne kapılmamak için nefsimi yere çalıyorum. Burnumla kavga içindeyim, ne zaman kalkacak olsa, onu çöplüklere sürterek eğitiyorum. Plastik cerrahların kaldırdığı burunları tasavvuf yoluyla indirmek zorundayız.

Bülent Akyürek’te mi tasavvuftan beslenmeye mi başladı yoksa?

Tasavvuf beslenme değil, diyettir. 200 kilo adamlar var ama tasavvuftan beslendiklerini söylüyorlar. 44 kilo, sıfır beden bir faniyim, taktir sizlerin.

Seviyordum, Söyleyemedim, Sapan Yayınları’ndan çıktı, yine çok satıyor, çok okunuyor, gülmekten ölene, sinirden kudurana rastladım; bu işin sihri ne?

İnsanlar bir yazarda samimiyeti gördüğü an onu sahiplenir. Kitaplarımı memleketimiz insanını gözlemleyerek yazıyorum. Günlük konuşmalarımızdaki bazı ezber cümlelerden yola çıkarak tarihi ve modern bir harmanla psikolojimizi çözümleyip sert makaleler yazıyorum. Haydar Dümen, bizim milletin sadece bir iki organını inceleyerek saçlarını beyazlatmadı mı? Benim alanım daha geniş, ömrüm yetmeyecek galiba.

İki de bir önümüze getirilen Ermeni Yasa Tasarısı hakkında bir fikrin var mı?

Ermeni Soykırımı Yasa Tasarısı Türkiye’nin önünü tıkıyor. Irak’a operasyon deyince önümüze onu koyuyorlar. Batı, bize mal satamayınca yine aynı terane. Bence onu meclislerinden geçirsinler de rahatlayalım. Dünyanın bütün soykırımlarını üstlenelim de bitsin bu iş. Ben, kişisel olarak Çin’deki Pandaların katlini kabulleniyorum. Aptal batı, barbar olmadığımızı Mozart dinlediğimizi bir türlü anlayamadı öyleyse içimizdeki baltayı çıkarmanın zamanı geldi.

İran, Türkiye, Suriye yakınlaşması var sanki, sence neler olacak?

Osmanlı kurulacak. Fener Şampiyon olacak ve 2030 yılında AK Parti’nin oyları % 78’e düşecek!

Murat Kekilli: “Nobel Bülent Akyürek’in hakkıydı.” dedi. Sen ne diyorsun bu konuda?

Murat kardeşim paraya ihtiyacım olduğunu biliyor ya, onun için demiştir! Şaka bir yana, Nobel ödülü alırsam iki cami, iki çeşme bir de dişlerimi yaptıracağım!

Evinden çıkmıyorsun, söyleşilere katılmıyorsun, büyük fuarlar için yazarlar birbirini çiğnerken sen katılmıyor, konuşmuyorsun. Özel bir nedeni var mı bunun?

Valla “Anne” dediğim günden beri romanlar, eleştirel kitaplar yazıyorum. Yazmaktan konuşmaya vaktim hiç olmadı. Ayrıca konuşan bir adamın yazmaya, yazan bir adamın da konuşmaya ihtiyacı yok bana göre. Bir yazar çok iyi konuşmalar yapabiliyorsa yeteneksiz bir yazar olduğundan emin olabiliriz. Yazar yazıya inanan cahil adamdır, söz ise avamın cehalet dolu bilgeliğidir!

Kafam karıştı şimdi! Öyleyse yazmanın da konuşmanın da anlamı kalmıyor senin dediklerine göre…

Susmak zikirdir. Dünyaya üç günlüğüne gelip öleceğini bilen zibidi insanoğlu, bir kez lanet kafasını kaldırıp gökyüzüne baksa boyunun ölçüsünü alacak ama...

Ama ne?

Hz. Ömer, başını yerden kaldıramazmış. Bir kez gökyüzüne bakmış ve devesinden kafa üstü yere çakılıp hastalanmış... Hz. Ömer değiliz, zibidiyiz işte…

Seviyordum Söyleyemedim, yine ulusalcıları kızdıracak, yoğun eleştirilere hazırlıklı mısın?

Çok şekerler, bayılıyorum onlara. Koca bir İslam şemsiyesini bırakıp bir ırkı örgütleyerek batıya karşı çıkabileceklerini sanıyorlar. Oysa Bush’un bir Amerikalı gibi değil Hırıstiyanca savaştığını görebilseler akıllanacaklar. Ulusalcıların hemen hepsi, kendini önemli bir kurtarıcı gibi göstermeye çalışan ruh hastası... Egoları tavana vurmuş, parmakları havada, ne kadar çarıklı ulusalcı varsa birkaç rozeti İslam mirasından daha büyük sanıyor. Onların eleştirisi ne olacak ki Allah aşkına.

Sen, kimseyi yönlendirmek, bir yola sevketmek istemez misin?

Yıllarca istedim ve akıllandım. Artık istemiyorum. Çünkü bir yazar on kitapla iki kişiyi düzeltene kadar, toplum saat başı binlerce .. üretiyor!

Amerika’nın buralara bakışı hakkında birkaç cümlen vardır elbet…

Olmaz mı? Amerika Türkiye ve doğudaki zengin çay ocaklarının peşinde. Bir yere iki bardak çay koyun hemencecik bir cemaat kurmuş olursunuz. Bizim çay kardeşliğimizi kıskanıyorlar. Odalarımıza çekilip viskimizi içseydik bizimle problem yaşamazlardı ama artık çok geç. Demek istiyorum ki onlar petrole, bor madenine gelmiyorlar, çay ocaklarımıza takmışlar kafayı.

Kadınlar Üstüne, Boş Laflar Antolojisi, Yılgın Türkler kitapları büyük satış rakamlarına ulaştı, insanlar acaba Bülent Akyürek roman yazmayı bıraktı mı diye panikte? Gerçekten roman yazmayı bıraktın mı?

Amerika bu kutsal doğudan çekilip gitmeden roman yazmayacağım. Dünyanın doğusu işgal altındayken kadın gibi evde oturup roman yazamam! Kötü günleri atlatalım, yine Hale-Jale-Lale Devri başlasın, kadın gibi roman yazarız yine.

Haydaa... Yine kızdıracaksın birilerini, ne ilgisi var romanla kadınlığın?

Erkek adam lafı o kadar uzatır mı?

Peki roman inceyse, o zaman ne diyeceksin?

Erkek adam o kadar ince olmaz!

Ünlü bir yazar olarak edebiyata o kadar karşısın ki insan şaşırıp kalıyor, kafandaki yazar imgesi nedir öyleyse?

Ben Moğollara imreniyorum. Bir Moğol, taş üstünde taş görünce yıkıp giderdi. Örneğin omuzların üstündeki kafalara da gıcıktır onlar. Tarih onlara biraz şans tanısaydı dünya düz olacaktı. O düz dünyada da eğri adamlar dolaşamazdı. Moğollar yenildi yenileli biz erkekler evde cam siliyoruz.

Bütün erkekler için genelleme yaptın, paçayı kurtaran yok mu hiç?

Yok, yok. Emin ol ki yirmi deterjan markası bilmeyen erkek kalmadı.

Seni bol miktarda “Kişisel Gelişim” kitabı alırken görmüşler, neler oluyor hocam?

Önümüzdeki yıl, kişisel gelişim kitaplarını bombalamayı düşünüyorum. İnsanlar dik durunca, gözlük takınca, ayak ayak üstüne atınca başarılı olacaklarını bu kitaplardan öğrendi. Batının bu alçak kitaplarını bir bir kendi kafalarında paralayacağım inşallah! Kişisel gelişim kitapları hepimizi dinden, imandan çıkardı. Dinde dik durmak, dik gezmek, kibir yasaklanmıştır ama kişisel gelişim kitapları bunları öğütler. İslam’da üstünlük takvadadır fakat kişisel gelişimcilere göre karizmadadır... Neyse daha fazla örnek vermeyeyim de tadı kaçmasın. Şimdi anladın mı kadın gibi roman yazmamak neymiş! Kitabımın adı “Pozitif Olun Eşek Sıpaları...” olacak. Ulusalcılar gibi saç uzatıp ortalıkta zıplamıyorum, batının zehirli fikirlerine panzehir üretmekle meşgulüm. Hangi birine yetişeceğimi şaşırdım kaldım. Neyseki Ahmedi Nejat ve Cem Yılmaz da benim cephede. Yalnız değilim!

“Seviyordum Söyleyemedim” kafamızda soru işaretleri bırakıyor. Bülent Akyürek birini sevdi de söyleyemedi mi acaba?

On binin üstünde kitap okumuş bir adam kimi sevebilir ki? Hadi sevdi diyelim. Sevdiğini söyleyemeyecek kadar korkak yada kibar olabilir mi? İyi bir okurda nezaket mi kalır? Biliyorsunuz, romantik insanlar kitap okuyabilir ama kitap okumuş insanlarda romantizm biter. Bilgi hayvanlaştırır, kabalaştırır. Platoniklerde reddedilme korkusu vardır. Buna “Pısırık aşk” diyorum. Oysa ben seversem Moğol olurum! Moğol olacağımı bildiğim için de sevmekten korkarım. Artı olarak evli bir adamım. Kalbimin bütün limanları alınmış, bütün tersanelerine girilmiş!

17 yaşından beri kitaplarınız basılıyor, kıvrak bir zekanız var, çok okunuyorsunuz ama hiçbir dergide ve gazetede yazamadınız, niçin?

Ortada bir gerçek varsa onu en çıplak, en objektif haliyle yazıyorum. Türkiye’de böyle bir yazara göğüs gerecek gazete veya gazete patronu varsa neden olmasın!

Son olarak; dünyaya yeniden gelseydiniz ne olmak isterdiniz?

Dünyaya Ahmedi Necat’ın karısı olarak gelmek ve ona milyonlarca çocuk doğurmak isterdim!

dilaver
28-12-2007, 14:03
sayın preach

* site tüzügüne göre yeni başlık açabilmeniz için on mesaj kotasını doldurmanız gerekiyor. Tüzüge uygun olarak kotayı doldurana kadar başlıgınızı kilitliyorum.


* saygılarımla

Turdur
06-10-2018, 16:46
Ve Bülent Akyürek müslüman oldu.

bakkalmahmud
06-10-2018, 17:48
[QUOTE=Turdur;626753]Ve Bülent Akyürek müslüman oldu.[/Q

Akil hastanesinin bahcesinde hergün hastalar siraya girip bir delige bakarlarmis,bunu gören doktorda birgün siraya girip delige bakmis ve birsey görememis,delilere dönüp yahu ben birsey göremedim demis, delilerde biz yillardir bakiyoz birsey göremiyoz sen nasil bir bakmakda görücen demis,,,Onbes yildir arastiriyorum daha nasil müslüman olundugunu anliyamadim bu adamlar hemen bi kelimeisaadetle müslman oluyor,,bi lafla müslüman olunuyorsa bizde geyikden kelimeiisaadet getirip müslüman olalim.Müslümanlik nedir bu bile ortaya konmus deyil,,kuran bir siyasi kitap her lafin ziddida var,,buna ilahi kitap deyil ******luk denir yani ikiyüzlülük