placebo
28-12-2007, 13:17
EDEBİYATIN MAYIN EŞEĞİ BÜLENT AKYÜREK
* Bülent Akyürek seksenli yıllarda tek başına çıkardığı anarşist dergilerle edebiyat çevresine girdi ve on yedi yaşından itibaren romanları yayınlandı. Biri sağcı, öteki solcu iki yaşlı akrabası ölünce iki çatı katı dolusu kitapları çocuk yaşta tarafsız okumuştu. Zaten o yıllar terör yılları olduğundan siyasete karşı kin beslemiş olacak ki yeni kuşağı konuşmaları ve yazılarıyla siyasetten uzak tutmaya çalıştı. Hiç bir zaman ideolojik bir görüş, kurum, kuruluş, dernek tabelasının altından geçmedi. Asla oy kullanmadı. Doğuştan karaciğer hastasıydı ve on yaşında dalağı ameliyatla çıkarıldı. On senedir Almanya’ya çalışmaya gidip izini kaybettiren babasından haber alınamıyordu, mahalle terziliği yapan annesinin büyük gayretleriyle zor da olsa çocukluğunu atlatmış oldu. Bu dönemin büyük kısmı çeşitli akrabalarındaki sığıntı odalarında geçti. Babası yurda döndükten sonra da rahat durmadı. Alkol huzursuzlukları, kumar ailenin bir ferdi olmuştu. Babasının kumar tutkusu Bülent Akyürek’in bilincine kaybetme korkusunu günden güne derinlemesine kazıdı. ”Kaybetmemek için kazanmamak gerekir” diyor İtin Biri adlı romanında. Cinnetim Cennetimdir, Yağmur Getiren Fırtına, Zamanın Efendisi romanları başta olmak üzere bütün kitaplarında baba hegomanyadır ve yağmalayıcı güç olarak tanrı tarafından yeryüzüne indirilir. Devleti ve babayı aynı kefeye koyan düşünce sisteminin temelleri yaşayamadığı çocukluğunda atılmıştır. Babasına karşı annesini korudukça zayıftan yana bir tavrın askeri olacağını bilmiyordu. Babasını elinden alan Almanya, onu bir canavar olarak tekrar Türkiye’ye göndermişti. Bu yüzden batıyı da hiç sevmedi. Düzensiz aile yaşantısı okul hayatını hep yaraladı. Liseyi bitirebilmek mucizeydi ve lise bitmeden kitapları yayınlanmaya başlamıştı. Zaten Lise bittiğinde bölme işlemini bile öğrenemeden mezun oldu.
Kemikleri eriyordu, zor bela atlattığı iki yıllık felçten sonra topal kaldı. Sonra diğer bacağı ve bütün kemikleri erimeye başladı. En cılız bir hava akımı onu Ağustos ayında bile donduruyordu. Evden çıkamaz oldu. 1997’den itibaren bütün sesler onu cinnete sürükledi. O gün bugündür yirmi dört saat kulaklarına taktığı iki plastik tıkaçla yaşıyor, odasından çıkmıyor, protezli bacaklarıyla da hareket kısıtlılığı yaşadığından yürümekten korkuyor. Şizofren ve psikoz olduğundan kendini insanlardan uzak tutuyor. Hayatı boyunca aylık kişisel masrafının 40 doları aşmadığını yıllardır verdiği röportajlarından biliyoruz. Tembellik hakkını savunan bir yazarın önce kendi tüketimini durdurması gerekmiyor mu zaten? Kapitalizmle savaşmanın başka bir yöntemi olsaydı, kesinlikle onu da yapardı…
Toplum ve öteki, onun kitaplarında kurtarıcı değil daima bireyi yok edicidir.
Bülent Akyürek birinci tekil şahısla yazdığı bütün romanlarında sahtecilikten kurtularak suçu hep üstlenmiş oldu.
Onun kahramanları düşünmekten,kırılmaktan, doğruyu söylemekten tutunamamış yoksul yarı tanrılardır. Bu çağa düşmüş bir ilkçağ filozofu gibi tembellik hakkını geri isterken modernizme karşı düşmanca tavırlar takınırlar. Araba süremezler, bilgisayar, cep telefonu kullanmazlar, televizyon seyretmezler, yemek yemezler, eğlenmezler, uyumazlar. Tıpkı kendisi gibi bütün kahramanlarının tek lüksü çay ve sigaradır. Şizofren ve manik kahramanları kafalarının içindeki dünyayı dış dünyada bulamadıkları için öfkeli bir tutumla hatalar yaparak hayatlarını zora sokarlar. Günden güne eriyip biterlerken intiharı bir umut gibi avuçlarında sıkarak hep onuncu köyden çığlık atarlar. Kahramanları kaybetme korkularını sonunda “intihar ederim” diyerek yenerler. Hakikati arayanın yanı başında ölümün kol gezmesi mutlu eder onları.
Akyürek, çıplak, yalın insandan yanadır. Aradığı çıplak insan tüm duygularıyla ortada olacak ve rol yapmayacaktır. Dilin, siyasetin, dinin, üretim ve tüketim araçlarının kalıba soktuğu insanoğluna hiç olmayı öğütlerken onları var edeceğinin farkındadır. Çıplak insanı idealize ederken Marquis De Sade kadar hırçınlaşır, Dostoyevski kadar çocuklaşır ve Thomas Bernhard ya da Proust gibi izole olur.
Kısa, aforizmik, kırık cümleleri keskin ve benzersizdir. Kesin yargılar taşıyan bu cümleler yıllarca çivi gibi okuyanın hafızasına saplanır. Bunu yine “Her cümlemi dünyadaki son cümlemmiş gibi kurarım” derken, en güzel kendisi açıklamıştı. Bir cümlede mizah, öfke ve dramın kesişebilmesi çok nadir yazarda görünen bir özelliktir ama bütün kitaplarında bütün cümlelerin böyle olması başka bir yetenek istiyor olsa gerek!
“Bir gün okuyacak kitap kalmayınca yazmaya karar verdim” dediğinde on yedi yaşındaydı. Onun kendine olan aşırı güveni, gençliği, ataklığı, hızla kitaplar yazıp yayımlamasının, aceleci ve coşkulu kaleminin hiç durmadan yazmasının temelinde ölüm korkusunun işaretleri aşikardır. Tıpkı kemikleri gibi kahramanları günden güne erirler. Hepsi hastalıklıdır. İsyan içindedir. Yıkıcıdır…
Seksenli yıllardaki klasik roman anlayışını 17 yaşındaki bir gencin yıkması hayretle karşılandı. Her kitabı “Roman kurallarına aykırı” denilerek eleştirildi. Oysa Bülent Akyürek dili, kurguyu, diyalogu, zaman –mekan olgusunu, tip-yan tip-karakter yapılarını yıkarak, işaretlerini Oğuz Atay’ın verdiği Yeni Türk Romanı’nın temellerini atıyordu.
Yazarken ne kendine ne de başkalarına acıdı. Acımasız romanları; insanı din, dil, cinsellik, hakikat, apolitizm, özgürlük, tembellik hakkı bağlamında incelerken bulduğu psiko ayrıntılar ruh bilimcilere kaynak oldu. Şizofrenik arka planla yazdığı romanlarını cesaretle sürdürebilmenin biricik yolu kendini zamanın dışına fırlatmasıyla mümkündü, dediğini yaptı ve “Şimdilik kitaplarımı bir mayın gibi toprağın dibine gömüyorum, yüzyıllar sonra bile olsa patlayacaklar” diyerek konuyu noktaladı.
Romanlarını sinirlenmeden okumak zordur. “Mutlu insanlar .. çocuğudur, bizi mutsuzluk insan edecek” diye bir satırla karşılaştığınızda neşeli olabilirsiniz!
On yedi yaşından beri romanın haçını sırtında taşımaktan yorulmadı. Her röportajı gündem yarattı, televizyon konuşmalarını izleyen insanlar kanalları topa tuttu. “Bana sahip çıkacak insanlar bugün burada bana küfredenlerin çocukları olacaktır.” demekle geleceğe olan inancını ispatlıyor gibiydi.
Bülent Akyürek olmak, bu dünyayı cehennem gibi yaşamaktır. Çöldeki Penguen olmaktır.
Kendisiyle yüzleşebilen ve komplekslerinden arınmayı bilen insanlar onunla bir gün mutlaka bir yerlerde kesişirler.
Akyürek, öncü romancılığıyla yazmanın nasıl olacağını öğrettiği kadar, aydın olmanın ne demek olduğunu da hep göstermeye çalıştı. En büyük kavgalarını sanat ortamlarında verirken hep tepki aldı. Bir mayın eşeği gibi önden gidip parçalandığında açtığı yoldan binlerce insan yürüyordu. Marjinal, yer altı romanlarına 2005 yılında “Kadınlar Üzerine Ahmet Abi’nin Gözünden Kaçanlar” adlı kitabıyla ara verdiğinde, kitap yılın çok satanlar arasına girip kıyametler kopardı. Çünkü bir çok edebiyatçının kadınlar üzerine prim yaptığı bir ülkede, kadınlara inanılmaz eleştiriler getirerek küfrediyordu.
Şu an; Boş Laflar Antolojisi, Evde Sevgili Tamiri, Türklerde Beden Dili, Seviyordum Söyleyemedim, Rakı Şişesinde Zemzem, Kan Gruplarına Göre Kişilik Tahlilleri kitaplarını yayına hazırlıyor. Tabi ki yine taşınmak için ev arıyor. Çünkü gürültü hastalığı yüzünden bir evde hiçbir zaman on üç ay oturamadı!
Mustafa Akyol
KİTAPLARI
1991 - VE TANRI AĞLADI (Roman)
1993 - CİNNETİM CENNETİMDİR (Roman)
1995 - İTİN BİRİ (Roman)
1997 - YAĞMUR GETİREN FIRTINA - URAGAN (Roman)
1998 - ÇÖLDEKİ PENGUEN (Deneme)
2002 - ZAMANIN EFENDİSİ (Roman)
2005 - KADINLAR ÜZERİNE AHMET ABİ'NİN GÖZÜNDEN KAÇANLAR
2005 - BOŞ LAFLAR ANTOLOJİSİ
2005 - YILGIN TÜRKLER
2007 - SEVİYORDUM SÖYLEYEMEDİM
HAKKINDA NELER DEDİLER?
“Bülent Akyürek’in yoksul olduğu yüzünden bellidir. Jean Geneth’in deyimiyle -pençesi olmadığı için iyi olanlardan – değildir. Onun pençesi vardır ama pençesini kendisine karşı kullanır. Sık sık yüzükoyun betona düşmüştür. Kendi kanının tadını bilir. Kötülüğü kendisine yaptığı için yazdıklarında sahici bir kişisellik vardır. Sık sık da hata yapması bu yüzdendir. Bu yüzden bilen bilmeyen elinde olmayarak onu ezmekten büyük keyif alır.”
Cezmi Ersöz
“1990 sonrasında edebiyat tartışmalarına damgasını vuran en önemli konulardan biri postmodernizm oldu: İlginç bir yönelim olarak – karşı kahramanların - değil, bütünüyle antikahramanların diliyle kurulmuş, aforizmalara dayalı nihilist bir edebiyatın öncülüğünü yapan Bülent Akyürek’in çalışmalarında göze çarpıyor.
Yazarın yapıtları aforizmalarla şiir dilinin iç içe geçtiği, itilmiş insanın öfkesiyle dolu, ironik bir marjinal edebiyat örneğidir.”
Gürsel Korat
“Bülent Akyürek, şiirin romanını yazıyor.”
Ahmet Telli
“Bir ressamın büyük gözleri olmalıdır. Bülent Akyürek romanlarındaki tasvirler, paradokslar bir ressamda olsaydı önemli bir ressama sahip olurduk.”
Ressam Cezmi Orhan
“Düşünün hele, bir psikopat jiletle kendisini doğrarken izleyenleri gülmekten kırıp geçiriyor. İnanılmaz değil mi? İşte Bülent Akyürek çok genç bir yazar olarak bunu beceriyor.”
Aziz Nesin
“Masum bir şizofren bilge aramızda dolaşıyor.”
Yılmaz Odabaşı
“Bu adam deli.”
Onur Akın
“Her kitabında yapıyor yapacağını.”
Hasan Kaçan
“Kuru, sıska, cılız bir oğlan. Üflesen uçacak gibi. Ama kalemi…”
Cahit Külebi
“Bana kitabını hediye ettiğinde ‘Ben bir yazarım’ dedi. Bir daha da onun kadar güçlü, inançlı, dolu dolu ‘Ben bir yazarım’ diyeni göreceğimden kuşkuluyum. Cesur romanını okuduktan sonra aslında ne kadar mütevazı davrandığını düşündüm. Üzülerek söylüyorum, bu ülkede yazık olacak bu çocuğa…”
Uğur Mumcu
“Ruh çöküntüleriyle besleniyor kalemi. Çok kitap okuduğu her halinden belli. Genç yaşlardan beri yazıyor. Oğlum sevişmeye hiç mi vaktin yok senin?”
Can Yücel
* Bülent Akyürek seksenli yıllarda tek başına çıkardığı anarşist dergilerle edebiyat çevresine girdi ve on yedi yaşından itibaren romanları yayınlandı. Biri sağcı, öteki solcu iki yaşlı akrabası ölünce iki çatı katı dolusu kitapları çocuk yaşta tarafsız okumuştu. Zaten o yıllar terör yılları olduğundan siyasete karşı kin beslemiş olacak ki yeni kuşağı konuşmaları ve yazılarıyla siyasetten uzak tutmaya çalıştı. Hiç bir zaman ideolojik bir görüş, kurum, kuruluş, dernek tabelasının altından geçmedi. Asla oy kullanmadı. Doğuştan karaciğer hastasıydı ve on yaşında dalağı ameliyatla çıkarıldı. On senedir Almanya’ya çalışmaya gidip izini kaybettiren babasından haber alınamıyordu, mahalle terziliği yapan annesinin büyük gayretleriyle zor da olsa çocukluğunu atlatmış oldu. Bu dönemin büyük kısmı çeşitli akrabalarındaki sığıntı odalarında geçti. Babası yurda döndükten sonra da rahat durmadı. Alkol huzursuzlukları, kumar ailenin bir ferdi olmuştu. Babasının kumar tutkusu Bülent Akyürek’in bilincine kaybetme korkusunu günden güne derinlemesine kazıdı. ”Kaybetmemek için kazanmamak gerekir” diyor İtin Biri adlı romanında. Cinnetim Cennetimdir, Yağmur Getiren Fırtına, Zamanın Efendisi romanları başta olmak üzere bütün kitaplarında baba hegomanyadır ve yağmalayıcı güç olarak tanrı tarafından yeryüzüne indirilir. Devleti ve babayı aynı kefeye koyan düşünce sisteminin temelleri yaşayamadığı çocukluğunda atılmıştır. Babasına karşı annesini korudukça zayıftan yana bir tavrın askeri olacağını bilmiyordu. Babasını elinden alan Almanya, onu bir canavar olarak tekrar Türkiye’ye göndermişti. Bu yüzden batıyı da hiç sevmedi. Düzensiz aile yaşantısı okul hayatını hep yaraladı. Liseyi bitirebilmek mucizeydi ve lise bitmeden kitapları yayınlanmaya başlamıştı. Zaten Lise bittiğinde bölme işlemini bile öğrenemeden mezun oldu.
Kemikleri eriyordu, zor bela atlattığı iki yıllık felçten sonra topal kaldı. Sonra diğer bacağı ve bütün kemikleri erimeye başladı. En cılız bir hava akımı onu Ağustos ayında bile donduruyordu. Evden çıkamaz oldu. 1997’den itibaren bütün sesler onu cinnete sürükledi. O gün bugündür yirmi dört saat kulaklarına taktığı iki plastik tıkaçla yaşıyor, odasından çıkmıyor, protezli bacaklarıyla da hareket kısıtlılığı yaşadığından yürümekten korkuyor. Şizofren ve psikoz olduğundan kendini insanlardan uzak tutuyor. Hayatı boyunca aylık kişisel masrafının 40 doları aşmadığını yıllardır verdiği röportajlarından biliyoruz. Tembellik hakkını savunan bir yazarın önce kendi tüketimini durdurması gerekmiyor mu zaten? Kapitalizmle savaşmanın başka bir yöntemi olsaydı, kesinlikle onu da yapardı…
Toplum ve öteki, onun kitaplarında kurtarıcı değil daima bireyi yok edicidir.
Bülent Akyürek birinci tekil şahısla yazdığı bütün romanlarında sahtecilikten kurtularak suçu hep üstlenmiş oldu.
Onun kahramanları düşünmekten,kırılmaktan, doğruyu söylemekten tutunamamış yoksul yarı tanrılardır. Bu çağa düşmüş bir ilkçağ filozofu gibi tembellik hakkını geri isterken modernizme karşı düşmanca tavırlar takınırlar. Araba süremezler, bilgisayar, cep telefonu kullanmazlar, televizyon seyretmezler, yemek yemezler, eğlenmezler, uyumazlar. Tıpkı kendisi gibi bütün kahramanlarının tek lüksü çay ve sigaradır. Şizofren ve manik kahramanları kafalarının içindeki dünyayı dış dünyada bulamadıkları için öfkeli bir tutumla hatalar yaparak hayatlarını zora sokarlar. Günden güne eriyip biterlerken intiharı bir umut gibi avuçlarında sıkarak hep onuncu köyden çığlık atarlar. Kahramanları kaybetme korkularını sonunda “intihar ederim” diyerek yenerler. Hakikati arayanın yanı başında ölümün kol gezmesi mutlu eder onları.
Akyürek, çıplak, yalın insandan yanadır. Aradığı çıplak insan tüm duygularıyla ortada olacak ve rol yapmayacaktır. Dilin, siyasetin, dinin, üretim ve tüketim araçlarının kalıba soktuğu insanoğluna hiç olmayı öğütlerken onları var edeceğinin farkındadır. Çıplak insanı idealize ederken Marquis De Sade kadar hırçınlaşır, Dostoyevski kadar çocuklaşır ve Thomas Bernhard ya da Proust gibi izole olur.
Kısa, aforizmik, kırık cümleleri keskin ve benzersizdir. Kesin yargılar taşıyan bu cümleler yıllarca çivi gibi okuyanın hafızasına saplanır. Bunu yine “Her cümlemi dünyadaki son cümlemmiş gibi kurarım” derken, en güzel kendisi açıklamıştı. Bir cümlede mizah, öfke ve dramın kesişebilmesi çok nadir yazarda görünen bir özelliktir ama bütün kitaplarında bütün cümlelerin böyle olması başka bir yetenek istiyor olsa gerek!
“Bir gün okuyacak kitap kalmayınca yazmaya karar verdim” dediğinde on yedi yaşındaydı. Onun kendine olan aşırı güveni, gençliği, ataklığı, hızla kitaplar yazıp yayımlamasının, aceleci ve coşkulu kaleminin hiç durmadan yazmasının temelinde ölüm korkusunun işaretleri aşikardır. Tıpkı kemikleri gibi kahramanları günden güne erirler. Hepsi hastalıklıdır. İsyan içindedir. Yıkıcıdır…
Seksenli yıllardaki klasik roman anlayışını 17 yaşındaki bir gencin yıkması hayretle karşılandı. Her kitabı “Roman kurallarına aykırı” denilerek eleştirildi. Oysa Bülent Akyürek dili, kurguyu, diyalogu, zaman –mekan olgusunu, tip-yan tip-karakter yapılarını yıkarak, işaretlerini Oğuz Atay’ın verdiği Yeni Türk Romanı’nın temellerini atıyordu.
Yazarken ne kendine ne de başkalarına acıdı. Acımasız romanları; insanı din, dil, cinsellik, hakikat, apolitizm, özgürlük, tembellik hakkı bağlamında incelerken bulduğu psiko ayrıntılar ruh bilimcilere kaynak oldu. Şizofrenik arka planla yazdığı romanlarını cesaretle sürdürebilmenin biricik yolu kendini zamanın dışına fırlatmasıyla mümkündü, dediğini yaptı ve “Şimdilik kitaplarımı bir mayın gibi toprağın dibine gömüyorum, yüzyıllar sonra bile olsa patlayacaklar” diyerek konuyu noktaladı.
Romanlarını sinirlenmeden okumak zordur. “Mutlu insanlar .. çocuğudur, bizi mutsuzluk insan edecek” diye bir satırla karşılaştığınızda neşeli olabilirsiniz!
On yedi yaşından beri romanın haçını sırtında taşımaktan yorulmadı. Her röportajı gündem yarattı, televizyon konuşmalarını izleyen insanlar kanalları topa tuttu. “Bana sahip çıkacak insanlar bugün burada bana küfredenlerin çocukları olacaktır.” demekle geleceğe olan inancını ispatlıyor gibiydi.
Bülent Akyürek olmak, bu dünyayı cehennem gibi yaşamaktır. Çöldeki Penguen olmaktır.
Kendisiyle yüzleşebilen ve komplekslerinden arınmayı bilen insanlar onunla bir gün mutlaka bir yerlerde kesişirler.
Akyürek, öncü romancılığıyla yazmanın nasıl olacağını öğrettiği kadar, aydın olmanın ne demek olduğunu da hep göstermeye çalıştı. En büyük kavgalarını sanat ortamlarında verirken hep tepki aldı. Bir mayın eşeği gibi önden gidip parçalandığında açtığı yoldan binlerce insan yürüyordu. Marjinal, yer altı romanlarına 2005 yılında “Kadınlar Üzerine Ahmet Abi’nin Gözünden Kaçanlar” adlı kitabıyla ara verdiğinde, kitap yılın çok satanlar arasına girip kıyametler kopardı. Çünkü bir çok edebiyatçının kadınlar üzerine prim yaptığı bir ülkede, kadınlara inanılmaz eleştiriler getirerek küfrediyordu.
Şu an; Boş Laflar Antolojisi, Evde Sevgili Tamiri, Türklerde Beden Dili, Seviyordum Söyleyemedim, Rakı Şişesinde Zemzem, Kan Gruplarına Göre Kişilik Tahlilleri kitaplarını yayına hazırlıyor. Tabi ki yine taşınmak için ev arıyor. Çünkü gürültü hastalığı yüzünden bir evde hiçbir zaman on üç ay oturamadı!
Mustafa Akyol
KİTAPLARI
1991 - VE TANRI AĞLADI (Roman)
1993 - CİNNETİM CENNETİMDİR (Roman)
1995 - İTİN BİRİ (Roman)
1997 - YAĞMUR GETİREN FIRTINA - URAGAN (Roman)
1998 - ÇÖLDEKİ PENGUEN (Deneme)
2002 - ZAMANIN EFENDİSİ (Roman)
2005 - KADINLAR ÜZERİNE AHMET ABİ'NİN GÖZÜNDEN KAÇANLAR
2005 - BOŞ LAFLAR ANTOLOJİSİ
2005 - YILGIN TÜRKLER
2007 - SEVİYORDUM SÖYLEYEMEDİM
HAKKINDA NELER DEDİLER?
“Bülent Akyürek’in yoksul olduğu yüzünden bellidir. Jean Geneth’in deyimiyle -pençesi olmadığı için iyi olanlardan – değildir. Onun pençesi vardır ama pençesini kendisine karşı kullanır. Sık sık yüzükoyun betona düşmüştür. Kendi kanının tadını bilir. Kötülüğü kendisine yaptığı için yazdıklarında sahici bir kişisellik vardır. Sık sık da hata yapması bu yüzdendir. Bu yüzden bilen bilmeyen elinde olmayarak onu ezmekten büyük keyif alır.”
Cezmi Ersöz
“1990 sonrasında edebiyat tartışmalarına damgasını vuran en önemli konulardan biri postmodernizm oldu: İlginç bir yönelim olarak – karşı kahramanların - değil, bütünüyle antikahramanların diliyle kurulmuş, aforizmalara dayalı nihilist bir edebiyatın öncülüğünü yapan Bülent Akyürek’in çalışmalarında göze çarpıyor.
Yazarın yapıtları aforizmalarla şiir dilinin iç içe geçtiği, itilmiş insanın öfkesiyle dolu, ironik bir marjinal edebiyat örneğidir.”
Gürsel Korat
“Bülent Akyürek, şiirin romanını yazıyor.”
Ahmet Telli
“Bir ressamın büyük gözleri olmalıdır. Bülent Akyürek romanlarındaki tasvirler, paradokslar bir ressamda olsaydı önemli bir ressama sahip olurduk.”
Ressam Cezmi Orhan
“Düşünün hele, bir psikopat jiletle kendisini doğrarken izleyenleri gülmekten kırıp geçiriyor. İnanılmaz değil mi? İşte Bülent Akyürek çok genç bir yazar olarak bunu beceriyor.”
Aziz Nesin
“Masum bir şizofren bilge aramızda dolaşıyor.”
Yılmaz Odabaşı
“Bu adam deli.”
Onur Akın
“Her kitabında yapıyor yapacağını.”
Hasan Kaçan
“Kuru, sıska, cılız bir oğlan. Üflesen uçacak gibi. Ama kalemi…”
Cahit Külebi
“Bana kitabını hediye ettiğinde ‘Ben bir yazarım’ dedi. Bir daha da onun kadar güçlü, inançlı, dolu dolu ‘Ben bir yazarım’ diyeni göreceğimden kuşkuluyum. Cesur romanını okuduktan sonra aslında ne kadar mütevazı davrandığını düşündüm. Üzülerek söylüyorum, bu ülkede yazık olacak bu çocuğa…”
Uğur Mumcu
“Ruh çöküntüleriyle besleniyor kalemi. Çok kitap okuduğu her halinden belli. Genç yaşlardan beri yazıyor. Oğlum sevişmeye hiç mi vaktin yok senin?”
Can Yücel