PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Tanri mi?, Din mi? Hangisi once?


evrensel-insan
16-08-2008, 21:28
Saygideger arkadaslar;

Iki gun, ust uste; sohbet odasinda, bu konu tartisildi. Dilaver arkadasimiz, tarih sahnesine dinin tanridan once ciktigini; AKHENATON arkadasimiz da, tanrinin tarih sahnesine dinden once ciktigini soyluyor.

Benim, bu konudaki bildigim, dinlerin, sinifli toplumlarla birlikte tarih sahnesine ciktigi; tanrinin da, anaerkil toplumdaki, kadinin kutsalliginin-erkege gore-sona ermesinden, sonra; babaerkil-ataerkil- toplumla birlikte tanrinin, ortaya ciktigi. Somut ve soyut degerllere yonelme acisindan da onemli olan bu konunun tarihsel, yerli yerine oturtulmasi bakimindan da, onemli.

Tanri, insanoglu dusuncesinin bir urunudur. Cok tanrililik, somut tanrilastirma, kulluk ve bana gore; ilk tanricalarin kadin cinsi olmasi v.s. konular ve dinin kokeni, bir sosyal yapi haline gelisi, kolelik ve yine ilk kolelerin kadin cinsi olusu v.s. konular. Dinler ayrimciligin, tanri ise, sorulara cevap verilemeyisin baslangicidir. Iste bu iki olgu, kulu; kole ile insanoglunu bir kukla yaparak birlestirmistir.

Ayrica, putlar, tapinma ve tanri bagi nedir?

Bilhassa AKHENATON ve dilaver arkadasin, bu konudaki tarihsel verileri, bu basligin ilerlemesin e katkida bulunacaktir.

Tanri mi? din mi? insanoglu tarihinde hangisi tarihsel olarak once tarih sahnesine cikmistir?
Verilerinizi, bilgilerinizi, yorum ve goruslerinizi bekliyorum.

Saygilarimla;
evrensel-insan

Aheste
16-08-2008, 22:24
Din Tanrı kavramı ile gelişebilebilir. En eski ilkel kültürlerden biri olan Pigmelerde Yüce Varlık ( tek Tanrı) inancı olduğunu biliyoruz. Tanrı insanlarla birlikte yaşamış, onlara dini öğretiler, ahlak gibi sosyal hayatı da düzenleyen çeşitli kanunlar koymuş, sonra da insanlara kızıp gökyüzünde istirahate çekilmiştir.

dilaver
16-08-2008, 22:48
Kuzeyli Arandalıların Bandikut ( Avusturalyaya özgü böcek ve ot yiyen bir hayvan ) Toteminden, başlangıçta her şey karanlıktı diye dinliyoruz : Gece dünyayı aşılmaz bir karanlıkla sarmıştı. Ve Bandikutların atası, adı Korora'ydı, sonsuz gecede İlbalintja suyunun dibinde uyuyordu. Henüz su yoktu. Üstündeki toprak kıpkırmızıydı ve bir çok ot büyümüştü. Üstünde kocaman kutsal bir direk sallanıyordu. Direk çiçek tarlalarının ortasından çıkmıştı. Kökünde Korora vardı, göklerin tavanına varmak ister gibi yukarlara uzanıyordu. Canlı bir yaratıktı, insan derisi gibi yumuşak bir deri ile kaplıydı. Korora'nın başı bu kocoman sallanan diregin kökündeydi ve başlangıçtan beri orada yatıyordu.

Fakat Korora düşünüyordu; istek ve arzuları zihnini doldurmuştu. Sonra göbek ve koltuk altlarından Bandikutlar çıkmaya başladı. Yukardaki çimeni yarıp ortaya çıktılar. Şafak sökmeye başlamıştı. Güneş doguyordu. Ve Bandikutların atası da dogruldu, kendisini saran kabugu kırdı ve arkasında İlbalintja suyu olarak kalacak bir delik açarak ortaya çıktı. Delik hanımeli tomurcuklarının tatlı, koyu renkli suyuyla doldu.

Bandikut ata şimdi acıkmıştı çünkü büyü gövdesini terk etmişti. Başı dönüyordu, yavaşça göz kapaklarını kırpıştırarak gözlerini biraz açtı ve başı dönerek çevresini yokladı. Çevresinde hareket eden bir sürü Bandikut gördü. İkisini yakalayıp güneşin parmaklarını ateş olarak kullanarak güneşin dogdugu yerin yakınındaki beyaz-sıcak kumda pişirdi.,

Akşam yaklaştı. Güneş yüzünü saç şeritlerinden peçeyle ve gövdesini saç şeritlerinden askıyla kapadı, gözden kayboldu. Karora aklı bir yardımcı eşe takılı, kolları iki yana açık, uykuya daldı.

Uyurken koltugunun altından çurunga biçiminde bir şey çıktı. İnsan şeklini aldı ve bir gecede genç, yetişkin bir adam boyunda büyüdü. Karora kolunda agır bir şeyin baskısını hissederek uyandı ve yanında yatan ilk dogan oglunu gördü. Başı babasının omuzunda yatıyordu.

Şafak söktü, Karora kalktı ve yüksek sesle ortalıgı inleterek bagırdı. O zaman ogul canlandı, kalktı, babasının çevresinde tören dansı yaptı. Babası kan ve tüylerle yapılmış törensel desenlerle süslü oturuyordu. Ogul yarı uykulu oldugundan sendeledi, tökezlendi fakat baba gövdesine ve gögsüne şiddetli bir sarsıntı verdi ve ogul ellerini onun üstüne koydu. Ve bu yapılınca tören bitmiş oldu.

--------------

Yukarıda alıntıladıgım bir yaratılış destanı ya da söylencesi ve şayet isterseniz yukarıdaki Karora da bir tanrıdır. Şimdi aslında olmamasına ragmen bu tanımın, yüce varlık tanımının ne derece bizimkilerin Allah'ı ile bagdaşacagını siz degerlendirin. Korora şayet tanrı ise bizimkiler farklı bir şeydir.

Tüm inanış biçimlerinde bir dogaüstü inancı vardır, ancak bu dogaüstünün tanrı olabilmesi için kabile şefi olması gerekiyor, çünkü ilk tanrılar insandırlar. Yukarıda örnegini vermiş oldugum totemci, yani avcı ve toplayıcı toplumlarda ise yüce varlık toplumun, doganın ta kendisidir.

Yukarıdaki mitosda yüce ruhun ise hayvan cinsinden resmedildigine dikkat edin. Yani ilk tanrılar hayvan mıydı. :D

Hayvandan tanrı olabilir mi.

saygılarımla

Aheste
16-08-2008, 23:40
1. Pigmelerde insanları ve doğayı yaratan Yüce Varlık'ın yaratıcı gücüne iman vardır. Hiç bir yerde totem özelliği olan hayvanlarla ilişkilendirme yoktur.

2. Tanıdığımız dinlerin en eski aşamasında ne bir tapınak, ne de Tanrı resimleri ve ne de dini anlatan maddi nesneler vardır.

3. Pigmeler Yüce Varlık'ı diğer bütün varlıklardan üstün görerek onu en yüce olarak nitelendirirler.

Kaynak:Wilhelm Schmidt,Ursprung der Gottesidee,Münster,1935.

dilaver
17-08-2008, 00:32
Kaynak:Wilhelm Schmidt,Ursprung der Gottesidee,Münster,1935.


Sayın aheste, almanca bilmem. Varsa kaynagın türkçesini, varsa linkini ya da tercümesini rica etsem mümkün mü.

saygılarımla
http://www.turandursun.com/forumlar/images/misc/progress.gif

evrensel-insan
17-08-2008, 00:41
Saygideger dilaver;

Hayvandan da pekala tanri olabilir.Cunku, insanoglu yeryuzune geldiginde, kendisinden once bir suru hayvan yasiyordu. Insanoglu, ayrica ilk yasam ve iliski duzeyini, hayvani ornek alarak uygulamistir.

Eger bu hayvanlar icinde, insanogluna, cesitli acilardan garip gelen ve hatta buyuk bir korku salan, hayvanlar varsa-ki vardir- bunlar, pekala tanrilastirilabilir. Hem, eski Turk filmlerinde, hemde yabanci filmlerde, cok gorulmustur, bu tip yaratiklara, insanoglunun kendi cinsinden yem attigi. Oyuzden, ben daha once de dedim. Aslinda, once ortak bir tanri kavraminda, bulusulmasi gerekiyor ki, neyin tanri olup olamayacagi, ortaya konsun. Eger herkesin, tanri kavramindan algiladigi baskaysa, o zaman o algi temelinde, tarihi ve olaylari degerlendirecektir.

Tanri, olabilmenin ozellikleri nelerdir? Bir canli, veya cansiz nasil tanrilastirilabilir? Bunun kistaslari nelerdir? Bu kistaslar. tarihin akisi temelinde, nasil bir degisime ugramistir?

Saygilarimla;
evrensel-insan

LaTeX
17-08-2008, 00:51
Bu soruya cevap verebilmek için ilk insanın düşüncelerini irdelemek gerekirdi ama hala hazırda imkansız sadece en eski inanç sistemleri done olabiliyor bu konuya.
Genel kanı dinin olabilmesi için bir tanrı gerektirdiği olsada ateist dinlerde olduğunu unutmamak gerekli. Gerçi tanrının varlığını kabul etmeyen bir inanış "olmayan bir tanrı inancı"nı ele aldığı için şahsi kanaatim önce tanrı kavramı vardır.

evrensel-insan
17-08-2008, 00:59
Saygideger latex;

Burada da karsimiza, su soru cikiyor. Din nedir? Nasil bir sosyal olusum, din adini alir? Dinin olabilmesi icin, siniflarin varligi gerekli mi? Herhangi bir "inmis kitaba" bagli olmayan sosyal yapiya dini yapi denebilir mi? Dinin, ideolojisi, hangi temele dayanir? v.s. gibi sorularin, cevap bulmasi gerekiyor. Buradan da anlasiliyorki, birseyin var olup-olmadigini sormadan once, ne oldugunu ortaya koymak gerekiyor ki; o ortaya konan cercevede, degerlendirilsin.

Saygilarimla;
evrensel-insan

dilaver
17-08-2008, 01:08
Tanri, olabilmenin ozellikleri nelerdir? Bir canli, veya cansiz nasil tanrilastirilabilir? Bunun kistaslari nelerdir? Bu kistaslar. tarihin akisi temelinde, nasil bir degisime ugramistir?

Sayın evrensel, dogru tespit, Bunları ortaya koyun ki tartışma yürüsün ve de ahesteye de soralım. Tanrının hayvan olabilecegini kabul eder mi.

saygılarımla

evrensel-insan
17-08-2008, 01:17
Saygideger dilaver;

Ben, bu konularda yazacagimi yazdim. Hatta, siteye yazdigim, ilk yazi "Tanri nedir?, kimdir?" di.

Simdi, soru sorup, bu sorulara, ortak bir cevap bulma zamani. Bilhassa din ve tanri konusunda.

Eger, bu konularda, ortak bir tanima ulasirsak; iste o zaman, tarihsel gelismeyi de ortaya koymak mumkun olabilir.

Saygilarimla;
evrensel-insan

Chaos
17-08-2008, 05:25
Başlangıç andropomorfizmdir. İster bu bir insan olsun ister insanın bildiği bir hayvan farketmez. Sonuçta bilgi de nedir ki? Dünün tanrı denen şeylerine bugün atomik reaksiyonlar açısından bakmamız bile bir şey değiştirmez. Biz insanlar 60-70 yıl yaşayan geçmişi geleceği belli ve sınırlı varlıklarız. Dolayısıyla da zihnimizin kurguları ne kadar bilinç ve bilgi sahibi olsak da anlayabileceğimiz indirgemelere yol açar. Din ilkin doğayı kendimize benzetme olarak ortaya çıkar sonrasında da kendi hiyerarşik örgütlenme durumumuza göre çoğul ya da tekil tanrılar yaratıp,kendi üretim ve yaratım olgularımızı ruhani bir varlığa atfederiz. Bu ruhani varlık aslında bizim algılama biçimimizdir. Eğer çırılçıplak ve hiç bir bilgiye sahip değilsek aynı oranda bize benzer. Biz hayatta kalmak için ne yapıyorsak,bizi etkileyten süreçler içinde birtakım ruhani kendi benzerlerimiz açısından benzetmeler üretiriz. Bu noktada önce Din çıkar ve doğa bir kişiliğe bürünür çünkü onu anlamlandıran insan karakteridir. Sonra hiyerarşi oluştukça doğa üzerinde de hiyerarşi oluşur ve tanrı aslında bir kraldan öte bir şey değildir.

Dolayısıyla Din insanın toplumsal yaşamı Tanrı ya da tanrılar ise onun hiyerarşiden sonraki erkidir. Yani ikisi de doğanın kişileştirilmesinden öte bir şey değildir ve olumsuz olma nedeni de budur. Çünkü insan doğanın en özgün varlığı olmadığı halde bireyselinde de toplumsalında da özel olmak ister.Ölümlü yaşamı buna izin vermese de ve bunun bilinci onu kahretse de tek çıkış yolu bu olur. Din de tanrı da buradan beslenir.Andropomorfizm yani çevreyi kendine tabi kılmaya çalışmaktan.

evrensel-insan
17-08-2008, 22:08
Saygideger arkadaslar;

Başlangıç andropomorfizmdir.-chaos

Andr- veya andro- on eki eski yunancada, erkek, erkek cinsi, erkeksellik anlamina gelmektedir.

morph- on, ara ve son eki ise, yine eski yunancada, belirtilen, form, sekil yapi, iskelet anlamina gelir. Bu kelime de belirtilen, ozel kok ise androdur. Yani erkek cinsinin sekli-yapisi-iskeleti anlamina gelir.

Isin ilginci, anthropo- veya anthrop- on eki yine eski yunanca da, anthropos'tan gelen; insanoglu demektir. Gorundugu gibi, andr- sadece, erkek cinsine hitap etmesine karsin; anthropo- erkek ya da insanogluna hitap etmektedir.

Morpheme-morfem- ise; linkuistikste, yani, dilin yapisi ve kurallarini veren kokeninde; sabit anlam iceren bolunemeyecek en kucuk linkuistic unite anlamina gelir. Mesela, "zevk" kelimesi, bir morfemdir. Cunku, bolundugunde, ya anlamsizlasir, ya da anlam degisikligine ugrar.

Andropomorfizm-ki asli anthropomorphism-ise;
insanoglu, seklinin, motivasyonunun, karekter yapisinin veya davranisinin; cansiz objelere, hayvanlara, tanrilara, ve tabii fenomenlere atfedilmesidir.

Yine, hatirlatmak isterim ki; erkek kromozonu olan X, bu yapinin morfemidir.

Bu da, benim ortaya koydugum, insanoglunun evrensel dusuncesinin seklidir. Hem dusuncenin, hemde atfetmenin karakterini teskil eder-yani ikilem ve karsitlik.

ANTROPOID DE; ADAMA BENZEYEN, PONGIDAELERIN-Turkcesini bilmiyorum-, YARI DIKILMIS APELER AILESINDEN OLAN, SEMPANZE, ORANGOTAN VE GIBONLARDIR. Insanoglu yapisina benzeyen veya ape'e benzer veya ape karakter yapisi gosteren demektir.

Saygilarimla;
evrensel-insan

AKHENATON
17-08-2008, 22:11
Konu çok detaylı aslında ; Konuyu ayırmamız gerekli

1- moneist dinler öncesi ve sonrası tanrı anlayışı ( Yahut benim savunduğum tanrılar anlayışı)

2- batı tipi düşünce anlayışı içinde moneist dinler öncesi ve sonrasının bilgi eksikliğinden yanlış yorumlaması.

(bilgi eksikliğini kasıtlı yazdım ; burda yaratılmak istenen judeo/hristiyan dünya anlayışı yaratmak için yaratılan çift kutuplu felsefe ve öncesinin ilkel olarak ad edilmesi , eski insanın dünyayı düz bir tepsi gibi gördüğüne dair anlayış üzerine kurulan bir bilimsellik)


3- Bilim denen beyaz önlüklü rahiplerin mevcut anlayışa uymayan bulguları sürekli saklaması.

4- Bilim denen yapının din kitaplarına ironik ve şiirsel olarak yazılan bilgileri araştırmak yerine bilim dini kurallarınca yok sayması ve dünya gerçekliği ile ortaya çıkmış dinler.

evrensel-insan
17-08-2008, 22:21
Saygideger AKHENATON;

Bu basligi, acarken amacim; senin ve dilaverin, basliga katkilarini saglamak icindi. Ben amacima ulastim. Buyrun, bu baslik artik bu konuda derin tarihi bilgisi olan senin, ve dilaverin. Ben de gerekli gordugum yerlerde, katkida bulunmaya calisacagim.

Bence en onemli konu somut-soyut kavramlamanin tarih sahnesine cikis sureci ve zamani. Bu belkide, bir suru konuya aciklik getirecek. En azindan, bu acikligi algilayabilenler acisindan.

Tabi ki, diger arkadaslarda, bu konuda ki, icerikli ve derin bilgilerini buraya iletebilirler. Kimse alinmasin,bakarsin, bu konuda, sitemizden daha ne cevherler cikabilir. Baslik herkese acik:D

Tek istegim-ki o da mumkun olursa-kisisel yorumlardan ziyade, tamamen tarihi yazanlarin yorumlari temelindeki tarihi bilgileri bu baslikta paylasmak ve gerekirse, bu ikisi-tanri ve din- arasindaki tarihi onceligi saptayabilmek.
Tabi bu arada ortak bir tanimlarina, ozelliklerine, karakter yapisina v.s. yani neye din denir?, neye tanri denir? ve neden? sorularina yanit bulabilmek.


Saygilarimla;
evrensel-insan

Aheste
17-08-2008, 22:51
Dilaver;

HTML formatında bir link veriyorum;

http://64.233.183.104/search?q=cache:gBbzHxbf7dEJ:www.sosyalbil.selcuk.e du.tr/sos_mak/makaleler%255C%C4%B0brahim%2520Hakk%C4%B1%2520KAYN AK%255CAY%C5%9EE%2520ZEHRA.pdf+WILHELM+SCHMIDT%E2% 80%99TE+AVCI-TOPLAYICILARIN+TEK+tanr%C4%B1c%C4%B1l%C4%B1%C4%9F% C4%B1&hl=tr&ct=clnk&cd=1&gl=tr

Aheste
17-08-2008, 23:06
Yarı insan, yarı hayvan Tanrıların anlatıldığı efsanelere, hayvan başlı Tanrı figürlerine bakarsak, Tanrılar hayvan olarak düşünülmüş diyebiliriz.

AKHENATON
17-08-2008, 23:10
Yarı insan, yarı hayvan Tanrıların anlatıldığı efsanelere, hayvan başlı Tanrı figürlerine bakarsak, Tanrılar hayvan olarak düşünülmüş diyebiliriz.

yarısı hayvan yarısı insan figürleri , bu yaratıkların tanrılığını değil Tanrı(lar) 'ın insanı " lulu amelu " yaratırken oluşturduğu fakat işlerine yaramayan canlı örnekleridir.

Aheste
17-08-2008, 23:17
Yalnız çok tanrılı dinlerde hayvan Tanrılar görülebilir, tek Tanrılı dinlerde değil!

AKHENATON
17-08-2008, 23:18
Yalnız çok tanrılı dinlerde hayvan Tanrılar görülebilir, tek Tanrılı dinler de değil!


örnekleme yaparmısınız.

Aheste
17-08-2008, 23:35
Eski Mısır dinlerindeki geyik, yılan başlı Tanrı figürleri, Yunan mitolojisindeki at kuyruklu, kulaklı yarı insan yarı at, at adamlar...

AKHENATON
17-08-2008, 23:47
Eski Mısır dinlerindeki geyik, yılan başlı Tanrı figürleri, Yunan mitolojisindeki at kuyruklu, kulaklı yarı insan yarı at, at adamlar...

öncelikle sana ve batı tipi felsefe anlayışının bilginin kökenine girmeden günümüz mantık anlayışı içerisinde yaptığı yorumlamalara katılmıyorum.

Dünya üzerinde Mit-oloji olarak geçen her anlatımın göksel bir karşılığı vardır, buda eski insanın bilgiyi şifreleyerek kendine ayrıcalıklı sınıf oluşturmak istemesinden oluşmuş bir olgudur.

Konuyla ilgili olarak önümüzdeki günlerde sıcaktan erimezsek :D:D, batı düşünce tarihine mit-oloji olarak geçen ve bu anlatımlarda geçen şahsiyetler ve gerek yeryüzündeki insanlık üzerine etkileri gerekse göksel olarak etkilerini yazmaya calışıcam.

Bu konu TC için oldukça yeni , astro-arkeoloji konusunda en iyilerden biri olan Edwin Krupp'un TC de kitabı varmı yokmu bilmiyorum.Ama kısmen yazıcam , ve batı tipi düşünce tarihinin büyük uydurması olan hayvan tanrılarında neler olduğunu anlıyacaz.

Kısaca örnekleme yaparsam ;

SÜMERLER…………………… MISIRLILAR………. YUNANLILAR ………….ROMALILAR

göksel baba anu...............amen-ra….. cronos………………………. saturn
göksel ana antu………………………. mut………hera….................…… juno
dünyanın efendisi enlil…………….. seth…. zeus………………………….. jupiter
dünyanın anası ninhursag………..isis………athena………………………..minevra
kardesi/kurucusu enki…………….osiris…… apollo………………………….vulcan
savaşcı rakip marduk………………horus…. ares……………………………mars
yer altı efendisi negal……………anubis…….hades………………………….pluto
aşk yaratıcısı asherah………………hathor…aphrodite……………………venüs
tanrıların yardımcısı ninurta……thoth…… hermes……………………….mercury

her mitin bir anlatımı ve bölgesel olarak kayma sonucunda deformesi söz konusudur ki ; Dünya üzerindeki tüm bilgiyi yunan katletmiştir.

Kısaca hayvan tanrılar diye bir şey batı tipi din ve ikiz kardeşi bilimin sığ uydurmasıdır.

dilaver
17-08-2008, 23:49
Sayın Aheste yanlış anlamadıysam Schimidt bir katolik . Gene kavradıgım kadarıyla Yüce Varlık 'ı tanrı ile özdeşleştirip başlangıçta bir tanrı inancı oldugunu kanıtlamak için oldukça öznel bir çaba içerisine girmemiş.

Ben ilk atalarımızın bir ruh anlayışına sahip olmadıgını iddia etmedim fakat buna tanrı denilemeyecegini söyledim. Avcıların inanışında ölüm geçicidir. Ölen ata tekrar torunlarında hayat bulur, yani bir anlamda ölüm geçicidir, yaşam daimidir. Bunu daha sonra geniş olarak açarız ancak ben de pigmelerle ilgili bir anekdot anlatayım size.

Frobenius'un bir anlatısı :

1905 yılında Kasai ve Luebo arasındaki bir cangıl bölgesinde avcı kabilelerin üyeleri ile karşılaştım. Ovalardan Kongo cangıllarına sürülmüşlerdi. Afrika yazınında pigme olarak bilinen insanlardı. Üç erkek, bir kadın, dört kişi bir hafta süreyle gezimize katıldılar. Bir gün akşamüstüne dogruydu ve birbirimize iyice alışmaya başlamıştık, kamp mutfagımıza malzeme bulma gereksinimi kendini hissettiriyotdu. Üç küçük erkege bize bir antilop bulabilirler mi diye sordum, avcı olduklarına göre bu onlar için zor bir şey olmamalıydı. Bana şaşırarak baktılar ve biri sonunda açıklama yaptı, elbette bizim için bir şey yapmaktan memnun olurlardı fakat o gün bu olanaksızdı çünkü hiç bir hazırlık yapmamışlardı. Görüşmelerin sonunda avcılar ertesi günün şafagına kadar hazırlıklarını tamamlayacaklarını söylediler. Böylece ayrıldık. Erkekler çevreyi dolaştılar ve sonunda yakınlardaki bir tepenin üzerine yerleştiler.

Hazırlıkların ne olacagını merak ettigim için sabah erkenden kalktım ve küçük adamların hazırlık yeri olarak seçtikleri açık alanın yakınındaki çalıların arkasına saklandım. Daha hava aydınlanmamıştı ki adamlar geldiler fakat yalnız degillerdi. Kadın da yanlarındaydı. Erkekler çömelip bütün bitkileri temizlediler; topragı dümdüz yaptılar. Biri parmagıyla topraga bir şekil çizdi. Öteki erkekler ve kadın dua benzeri sözler mırıldandılar; sonra sessizlik oldu, beklemeye başladılar. Güneş ufukta yükseldi.Erkeklerden biri yayında okunu çekmiş temizlenmiş alanın ortasına geldi. Bir kaç dakika içerisinde güneş ışınları teizlenmiş alanın ortesına vurdu, şimşek hızıyla şunlar oldu : kadın güneşe uzanır gibi ellerini kaldırdı, ve anlaşılmaz şeyler bagırdı. Erkek okunu attı, kadın tekrar bagırdı ve erkekler silahlarıyla ormana koştular.Kadın bir kaç dakika orada kaldı, sonra kampa döndü. Kadın ayrılınca ben de saklandıgım yerden çıktım ve yere çizilmiş şeklin antilop oldugunu gördüm. Bir buçuk metreyi buluyordu ve ok boynuna atılmıştı.

Erkekler avdayken oraya dönüp fotograf çekmek istedim ama kadın yapmamam için yalvardı ve vazgeçmemi istedi. Böylece geziye devam ettik. Erkekler o ögleden sonra güzel bir erkek karaca ile birlikte bize katıldılar. Küçük adamlar avlarını bıraktılar ve püskülünden bir tutam ile sukabagı dolusu kanını tepedeki tören alanına götürdüler. İki gün sonra bize tekrar yetiştiler ve o akşam palmiye şarabının verdigi cesaretle konuyu üç arkadaşımdam en yaşlısına açtım. Bana basitçe geri koşup saçı ve kanı şekle yerleştirdiklerini, oku çekip çıkarttıklarını ve sonra şekli sildiklerini anlattı. Hareketin nedenleri hakkında hiç bir açıklama yoktu; yalnızca bunun yapılmasıyla antilobun kanının heder edilmemiş oldugunu söyledi. Silme işleminin güneşin doguşunda yapılması gerekiyordu.

Şimdi bu deneyde pigmelerin eylemlerinin sadece ve sadece büyü oldugunu görüyoruz. Onlar doga ile içiçe olduklarını düşünüyorlardı ve dogaya etki edebilirlerdi. Tüm avcıların ortak psikolojisidir bu. Bir ruh vardır elbet , fakat bu ruh jer yerdedir ve cezalandırıcı, öç alaıcı, bir şeyler emredici, ibadet ve itatat emredici degildir. Sadece dogadır ve her canlıda vardır.

Güneş bütün avcı mitolojilerinde en büyük avcıdır. Avcı hayvanı kişisel gönüllü bir eylemle öldürmemiştir, fakat büyük ruhun yasalarına uygun olarak öldürmüştür. Bu yolla hiç bir şey heder olmaz. Antilop yıldız sürüsünün üyelerinden biridir. Güneş avcıdır, güneş ışııgı oktur. Antilop ertesi gece yıldızın geri dönmesi gibi geri dönecektir. Burada tanrı ve ahret inancını degil kesintisiz süren bir yaşamı görürüz. Ölüm avcı için son derece dogal bir olgudur.

Daha evvelki iletimde büyük ruh kororo yu aktarmıştım. Dikkat ettiyseniz son derece sade ve hiç bir biçimde bildigimiz tanrı özelliklerini taşımaz. Avcılar klanlar halinde yaşarlar ve büyük ruh da esas itibarıyla klan atalarıdır. Schimidt bize Kmvum'un ne ile temsil edildigini de açıklamamış.

saygılarımla

dilaver
17-08-2008, 23:54
Akhenaton'un ne iddia ettigini , ne demek istedigini bir bilebilsem ya da anlayabilsem şu hayvan tanrılar meseles,ne cevap yazacagım ama ne yazık ki kaballa ilminden haberim yok. :eek:

İzleyelim bakalım ilerideki günlerde somut bir şeyler yazacaktır elbette.

saygılarımla

dilaver
18-08-2008, 00:10
Sayın Aheste

Verdiginiz linkten ben öznel yorumlar haricinde bir şeyler bulamadım. Sonra bu adı nereden duydugumu anımsadım. Campbell'in tanrının maskeleri İlkel mitoloji adlı eserinin 341 sayfasından aktarıyorum :

Peder Schmidt ve çalışma arkadaşları ilkel toplumun üç temel tipini veya evresini ayırma geregi duyuyorlar. Birincisi etnolojinin bildigi en ilkel insanlar. Tierra del Fuego'nun en güneydeki kayalıklarının ve kanallarının arasında yaşayan küçük Yaghanlar; Patagonya ve Merkez Kalifornia'da yaşayan dagınık kabileler, kuzey Kanada'nın Karibu Eskimoları, Kongo ve Andaman Adaları pigmeleri ve güneydogu Avusturalya'nın Kurnaileri. Bu avcı, balıkçı ve toplayıcı kabilelerin etnolojik koşulları ataerkil ya da anaerkil olduklarını gösterecek bir yapı taşımıyor, daha çok cinsler arasında eşitlik hüküm sürüyor. Her cins kendine uygun işleri yürütürken kendine ait özel ayrıcalıklar veya kullanabilecegi özel haklar iddiasında bulunmuyor. Erginlik ritleri erkek çocuklara ve erkeklere kapalı degil, erkek ve kadın olarak da ayrılmamış, iki cins için de aynı. Ritler fiziksel biçim bozma ve mistik gizlerin aktarılmasını da içermiyor. Bu törenler basitçe gençler için egitim kursları niteliginde onların iyi anne ve baba olmasını amaçlıyor. Ögretimin temelinde özel kabile ve grup çıkarı yatmıyor, çünkü grup anlayışı o kadar gelişmiş degil. Tipik toplumsal biçim 20-40 anne baba ve çocuklardan oluşuyor, temel toplumsal sorun uyum içerisinde bir arada yaşamak, gün boyunca doyacak kadar yiyecek toplamak ve karanlık basınca birlikte hoş zaman geçirebilecek oyunlar bulabilmek.

Bold olan kısımlara dikkat ediniz. Peder mistik gizemlerin aktarılmadıgını söylüyormuş. Sizin yazarınız ise tanrıdan bahsediyor. Ayrıca Peder 12 ciltlik dev bir de eser yazmış ve pek çok veri aktarmış.

Pigmelerin haricind diger kısımları okumadım, okuduktan sonra orada iddia edilen bir şeyler varsa elimdeki verilerle karşılaştırıp degerlendirmemi sunarım.

saygılarımla

AKHENATON
18-08-2008, 00:16
Akhenaton'un ne iddia ettigini , ne demek istedigini bir bilebilsem ya da anlayabilsem şu hayvan tanrılar meseles,ne cevap yazacagım ama ne yazık ki kaballa ilminden haberim yok. :eek:

İzleyelim bakalım ilerideki günlerde somut bir şeyler yazacaktır elbette.

saygılarımla


sayın dilaver bu sıra kabalaya çok taktınızda hayvan-tanrıların kabala ile değil astro-arkeoloji ile ilgisi var , göksel olayların astro-rahipler tarafından kendilerine ayrıcalıklı sınıf oluşturmak için ironik anlatımlarıdır bunlar, her hanvan-tanrı figürün göksel bir karşılığı vardır.Bununla ilgili phaethon mitini ve mitle ilgili bağımsız bilimin bulgularını ve ortodoksin bilimin bu bilgileri nasıl hasır altı yaptığını sıcaktan erimediğim anda yazıcam.

evrensel-insan
18-08-2008, 00:28
Saygideger arkadaslar;

sıcaktan erimediğim anda yazıcam.-AKHENATON

Aman, kimse sicaktan erimesin. Hepiniz bize lazimsiniz.:rolleyes:

Saygilarimla;
evrensel-insan

dilaver
18-08-2008, 00:38
Şimdi Peder Schimidt'in en ilkeller arasında saydıgı Karibu Eskimoları hakkında da bir şeyler yazalım. Aşşagıdaki iletideki ruh kavramına , şamanın ruh yardımcılarına dilkat ederseniz ne demek istedigimi daha iyi anlayabilirsiniz :

Dr. H. Ostermann, Beşinci Thule Keşif Gezisi raporuna şunları yazmıştır:

"Najagneq'in imgelem gücü büyük Nome kasabasında uyarılmıştı. Toprak kulübe, kızak ve kayak dışında birşey bilmezken büyük evler, buharlı gemiler ve otomobillerden hç de etkilenmemişti. Fakat kocaman bir arabayı çeken beyaz bir ata çarpılmıştı. Şaşkın köylülerine Nome'deki beyaz adamlar tarafından o kış on kez öldürüldügünü söyledi, fakat on beyaz at onun yardımcı ruhları olmuşlardı ve birer birer onları kurban ederek kendi yaşamını kurtarmıştı.

Bu on at gücündeki adamın konuşma yetenegi vardı ve konuştuklarını tamamıyla etkisi altına alıyordu. Dr. Rasmussen'de tuhaf bir biçimde, kibar bir yumuşaklık yaratmıştı ve onunla birlikte yalnızlarken hemşehrilerini aldattıgını itiraf etmekten çekinmiyordu. Martavalcı degildi fakat herkese karşı kendini savunmaya alışmış yalnız bir adamdı ve küçük hileler geliştirmişti.,
Dr. Rasmussen ona sözünü ettigi güçlere inanıp inanmadıgını sordugunda, " Evet, bizim Sıla dedigimiz, söze sıgmaz bir güç var" dedi.
"Güçlü bir ruh; evreni, iklimi, dünya üstündeki yaşamı yaratan o; o kadar güçlü ki sözleri insana sıradan sözler olarak ulaşmaz, fırtınalar, tipiler, saganaklar, kasırgalar halinde gelir. İnsanın korktugu bütün güçler yoluyla. Veya gün ışıgı, sakin denizler ve küçük masum bir şey bilmeyen çocuklar yoluyla ulaşır. İşler iyi gittiginde Sıla'nın insanlara söyleyecek sözü yoktur. Sonsuz yokluguna gömülür ve insan yaşamında kötülük yapmayıp, günlük yiyeceginin peşinde koştukça orada kalır. Kimse Sıla'yı görmemiştir. Kaldıgı yer öyle gizemlidir ki aynı zamanda hem bizimledir hem de sonsuz kadar uzaktadır.

Buradaki anlatıcı Karibu Eskimolarının bir şamanıdır ve gücü de ruhlardan almıştır, ama dikkat ederseniz on kere ölmüş ve dirilmiştir. Bir de bu söyleşinin 19 yy da yapıldıgına dikkat etmenizi öneririm. İlkellerin ruh kavramını anlamak ve her şeye mutlak bir tanrı ile karıştırmamak zorundayız.

saygılarımla

Aheste
18-08-2008, 22:48
Dilaver;

Schimidt'in din adamı aynı zamanda da bir Antropolog olduğunu belirteyim.

Tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan çıkar muhabbetine devam etmek istiyorum.

Çok Tanrılı dinlerden (politeizm) tek Tanrılı (monoteizm) dinlere geçiş yapıldığını ileri süren felsefe ve Tek Tanrılı dinlerin ilk kitabı kabul edilen Tevrat ardından İncil ve Kuran ile süregelen dinlerin evrimsel yolculuğu… Acaba?

Evrimci düşüncenin bir sonucu olarak zincirleme gelişim ve değişim gösteren düşüncenin zemini pek sağlam değildir.

Semavi dinlerin temelini oluşturduğu düşünülen Sümer Medeniyetine bakalım;

Çok Tanrılı dinlerde hiyerarşik yapı göze çarpar. Yani Tanrının da Tanrısı vardır. Sümerlerin ana Tanrısı An'dır, daha sonra tahtını Enlil'e devretmiştir. Utu (Güneş Tanrısı) ve Nanna'ya (Ay Tanrısı) hayat veren Enlil'dir. Tanrılar arasındaki hiyerarşik bir düzen vardır ve bu düzen sanıldığının aksine Çok Tanrılı dinlerden Tek tanrılı dinlere geçiş olasılığını değil, Tek Tanrılı dinlerin zamanla dejenere olarak, çok Tanrılı dinlere geçişin zeminini oluşturduğu ihtimalini kuvvetlidir. Tek ilah bilincini baş Tanrı ile özdeşleştirmek gerekir. Tanrı ve Tanrıçaların doğaüstü güçleri aslında Ana Tanrının ilahi sıfatlarının toplamıdır.

Babil inançlarında da tek ilah olan Marduk’un Tanrı sıfatlarının, (Savaş Tanrısı, Yağmur Tanrısı gibi) diğer Tanrıların ortaya çıkmasında esin kaynağı olmuştur.

Bir örnek de Eski Yunan dinleriyle ilgili;

“İlk baştan beri varolan Tek Tanrı, daha sonra Yunan efsanalerinde gördüğümüz sayısız tanrıya dönüşmüştür. Bana göre, bu durum, tek ve bir olan tanrının sıfatlarının zamanla kişileştirilmesinden kaynaklanmıştır.” (Axel W. Persson, Tarih Öncesi Yunan)

Mısır dinleri;
‘’Mısır dininin oluşumu, çok sayıda tanrının elenerek tek Tanrıya dönüşmesiyle olmamıştı. Aksine, Mısır dininin tek Tanrı inancına yakın olduğu zamanlar bu uygarlığın şahit olunan en eski zamanlarına denk geliyordu. Mısır dininin son aşamaları ise tüm Mısır dininin en çok bozulmuş hali olmuştur. ‘’ (6. P. Le Renouf, "Lectures on the Origin and Growth of Religion" as illustrated by the Religion of Ancient Egypt, Williams and Norgate, London, 1897, s. 90)

dilaver
19-08-2008, 01:02
Sayın aheste

Öncelikle tavuk ile yumurta tartışması artık çok eski bir tartışma. Sizin belki haberiniz olmayabilir ama yumurtanın egemenligi kanıtlandı. :)

Konuyu dagıtmamak için bu konuya girmiyorum. Peder Schimidt in atnropolog oldugunu biliyorum, eserinden de bahsettim zira. Ancak bu başlıkta siden ricam öznel görüşlerden ziyade tarihsel kanıtlara yer vermeniz. Zaten öznel görüşleri tartışmıyor muyuz. İster pederden isterse başka birilerinden avcı toplumda net tanrı inancı olduguna dair ( ruh degil ) bir ileti asabilirseniz ben memnun olurum. 35 senedir bu konu ile ilgileniyorum, henüz rastlayamadım. Gelelim Zeus'a :

“İlk baştan beri varolan Tek Tanrı, daha sonra Yunan efsanalerinde gördüğümüz sayısız tanrıya dönüşmüştür. Bana göre, bu durum, tek ve bir olan tanrının sıfatlarının zamanla kişileştirilmesinden kaynaklanmıştır.” (Axel W. Persson, Tarih Öncesi Yunan)

Bakın degerli forumdaşım, bu sadece bir yazarın yorumu ve neye dayandıgı da belli degil. Şimdi bu yazara karşı ben size başka bir yorum/belge getirecegiim. Aiskhylos tan :

Aiskhylos, başlangıçta yeryüzünün o sıralar Zeus'dan da güçlü olan Üç Moiralar ve Unutmak bilmez Eriny'ler tarafından çekip çevrildigini söyler. Oglu Sarpedon savaşta vurulup ölmek üzereyken Zeus yüreginden onu kurtarmayı geçirir; ama Hera eger yazgının yargısına karşı gelirse öteki tanrıların da başkaldıracagını söyleyerek caydırır onu.

Ş;mdi sizin her şeye kadir diye nitelediginiz Zeus Aiskylos'a göre her şeye kadir degidir. Böyle tanrı mı olur. Buna itirazınız var ise tartışırız. Neden böyle nitelendirildigine dair elbette düşüncelerim var, ancak önemli olan Zeus'un kendi oglunu kurtaracak güce sahip olamaması. Sizce neden acaba.

saygılarımla

not : tek tanrı ile ilgili avcı toplumlara ait belgeleri her daim bekliyorum ve bundan da mutluluk duyarım.

Aheste
19-08-2008, 21:43
Dilaver hocam;

Ben sizi Fizikçi sanıyordum, Tarih ilgi alanınıza mı girer uzmanlık alanınıza mı girer bilemiyorum ama Mitosların bizlere pek de sağlıklı bir kaynak olamayacağı kanaatindeyim. Mitoloji esas alınarak pozitif bir sonuç yakalamak kanımca mümkün değildir.

Benden Avcı ve Toplayıcı toplumlardan bir tane örnek Tanrı göstermemi istemiştiniz hatırlarsanız, ben de size Paleolitik dönem ile ilgili günümüze ulaşan bilgilerin yetersizliğinin böyle bir örnek vermemi imkansız kıldığını söylemiştim. Toplu ayinler yapıyor olduklarını bilmemiz, ölü gömme törenleri gibi dinsel ritüeller ışığında Tanrı inancının olmadığını iddia etmeniz ve bu bilgileri animizm, totem, ruh gibi farklı bir inanç sisteminin bir parçası olarak değerlendirmeniz de ne yazık ki birer yorumdan, sizin tabirinizle öznel değerlendirmelerden başka bir şey değildir.

Ayrıca siz Zeus’un kerametlerini nasıl olur da görmezden gelebilirsiniz!

‘’Zeus ateşi çalıp insanlara vermesinden dolayı, Prometheus’u korkunç bir cezaya çarptırdı.Onu zincirlerle Kaukasos dağında kayaya bağlatarak, karaciğerini Ekhidna ile Typhondan doğma bir kartala yedirtti. Kartal her gün gelip karaciğerini yiyiyor, ve yenilen ciğer her gün yeniden oluşuyordu.’’

Yukarıdaki alıntıladığım paragraf, ateşi çalan Prometheus'un, Zeus tafından karaciğerinin sonsuza kadar bir Kartal tarafından yenilmesiyle cezalandırıldığını anlatır. Karaciğer kendini yenileyen tek organ olduğuna göre, Zeus gerçekten de bir Tanrı’dır. :)

Şimdi sizin sunduğunuz belgeye gelelim;

''Aiskhylos, başlangıçta yeryüzünün o sıralar Zeus'dan da güçlü olan Üç Moiralar ve Unutmak bilmez Eriny'ler tarafından çekip çevrildigini söyler. Oglu Sarpedon savaşta vurulup ölmek üzereyken Zeus yüreginden onu kurtarmayı geçirir; ama Hera eger yazgının yargısına karşı gelirse öteki tanrıların da başkaldıracagını söyleyerek caydırır onu.''

Böyle vasıfsız Tanrı olmaz, Zeus zaten Tanrı da değildir, Tanrı’nın kişiselleştirilmesidir.

dilaver
19-08-2008, 22:26
Sayın Aheste,

Yaptıgım alıntı şöyleydi :

Aiskhylos, başlangıçta yeryüzünün o sıralar Zeus'dan da güçlü olan Üç Moiralar ve Unutmak bilmez Eriny'ler tarafından çekip çevrildigini söyler

Burada başlangıçta kelimesinin altını çizmek gerekiyor. Mitos ve efsaneler elbette son derece abartılarla doludur, aynen Kuran da Nuh'u 950 sene yaşatması gibi, ya da Tevrattaki uzun ömürlü peygamberler gibi. Ancak bu fantastik ögeleri ayıklarsak bize geriye kalan toplulugun o andaki kültür seviyesini gösterebilir.

Şimdi Moiralar kimlerdir buna bakmak lazım, Moiralar bilinmeden Zeus'un başlangıçta neden güçsüz oldugunu anlayamayız.

Moiralar ( kelime anlamı pay ) ata alışkısının kişiselleştirilmesi olarak; ilkel ortaklaşmacılıgın ekonomik ve toplumsal işlevlerinin -avın paylaştırılması, talanın paylaşılması, topragın paylaşılması, klanlar arasında işin bölüşülmesi- simgeleri olarak dogdular. Moiraların kökeni neolitik çagı ana-tanrıçalarıdır. Anaerkil klanın kadın yaşlılarından kaynaklanan bu ana-tanrıçalar, klanlarda yaşamaya başladıklarından bu yana erkeklerin yaşamı üzerinde su götürmez bir egemenlik kurmuş olan sayısız kadın-ata kuşagının ortak yetkesini simgeliyorlardı. Aiskhylos, dünyanın başlangıcında Moiralar'ın her şeye egemen olduklarını en üstün sayıldıklarını anımsıyordu.

Ancak daha sonra Attika yarımadası Dor istilasına ugradı ve Dorlar tüm kabileleri egemenlikleri altına aldılar. Topraklara el koydular ve ürünün yarısı karşılıgı orada yerli halkı çalıştırdılar. Elbette bu oldukça eski bir zamandır, Troya savaşından da önceki bir dönemdir. Varolan anaerkil yapı çatırdadı ve zaman içerisinde de ataerkil biçime büründü. Ancak bunun olması elbette kolay olmadı. Bir süre tüm biçimler içiçe varlıgını sürdürdüler, ancak sonunda kazanan Zeus oldu.

Zeus Titanlara savaş açmadan önce, eger bu savaştan zaferle çıkarsa var olan ayrıcalıklara saygı göstermekle kalmayıp ayrıcalıgı olmayanlara da ayrıcalık bagışlayacagına ant içer, tanrılar önünde. Savaştan sonra ise galibiyetinin ödülü olarak, bir geras olarak Olympos'un efendiligini alır. Olympos krallıgı savaştaki başarısının karşılıgıdır. Diger tanrılara da ayrıcalıklarını dagıtır. Hephaistos'un gerası ateştir vs.
İstilacı kabileler nasıl Ege'yi ezip geçmşlerse, Kronos Ogulları da dünyayı öyle ele geçirmişlerdi. İstilacılar nasıl toprakları kurayla bölüşmüşlerse Kronosogulları da dünyayı öyle bölüşmüşlerdi. Bu kabilelerin kralları yerlerini verdikleri askeri hizmete borçluydular; tıpkı Olympos'un kralı gibi. Gene mitolojide karşımıza çıkan tanrılar arası işbölümü de meslek klanları sisteminin bir yansımasıdır. ( geras ödül demek )

Yunanistana mülkiyet sisteminin egemenligi ile Zeus'un egemenligi aynı paralelde yürür. Ve en sonunda da mutlak olarak Olympos'un efendisi olur.

Şİmdi bu tarihsel süreci iyi irdeleyebilirseniz tam da bu noktada kabilenin devlete dönüştügünü görürsünüz. Zeus kralın, monarşinin, egemenin simgesidir. Kabile toplumu artık devlete dönüşmüştür ve buna uygun kültür, yani din de yaratılmak zorundadır. Nitekim de öyle olmuştur.

Mitoslara gelince, hurafelerden arındırılınca son derece degerli ve sarsılmaz kaynaklar olduklarını düşünüyorum. Schlimann inat ederek Homeros'un tarif ettigi biçimde Troya kazısını gerçekleştirmiştir. Homeros'un betimledigi her şeyin de dogru çıktıgı görülmüştür. Tam umudunu yitirip kazıyı bırakacagı sırada Homeros'un betimledigi cografyayı farklı degerlendirmekle bakmaya çalışmış ve efsanevi Troya'yı ortaya çıkarmıştır.

Mitoslarda esas ele almamız gereken o toplumun ne tarz bir kültür ve üretim ilişkileri içerisinde oldugunu bulabilmemizdir. Sonuçta biraz derine dalarsak bunların arkeolojik bulgularla da desteklendigini görürüz. Aynen Homeros ve Troya kazısı gibi. Aynı şeyleri Evans'ın mısır kazıları için de söyleyebilmek mümkündür.

saygılarımla

dilaver
20-08-2008, 01:02
Benden Avcı ve Toplayıcı toplumlardan bir tane örnek Tanrı göstermemi istemiştiniz hatırlarsanız, ben de size Paleolitik dönem ile ilgili günümüze ulaşan bilgilerin yetersizliğinin böyle bir örnek vermemi imkansız kıldığını söylemiştim. Toplu ayinler yapıyor olduklarını bilmemiz, ölü gömme törenleri gibi dinsel ritüeller ışığında Tanrı inancının olmadığını iddia etmeniz ve bu bilgileri animizm, totem, ruh gibi farklı bir inanç sisteminin bir parçası olarak değerlendirmeniz de ne yazık ki birer yorumdan, sizin tabirinizle öznel değerlendirmelerden başka bir şey değildir.

Sayın Aheste elbetteki paleolitik hakkında yazılı metinlerimizin olması mümkün degil, ancak arkeolojik bulgularımız var. Fakat avcı toplumlar en azından yüz sene öncesi fazlasıyla gözlenebiliyordu. Ben bu sonuçlara üterim ilişkilerini temel alarak varıyorum ve temel meselenin de o olduguna inanıyorum. Siz bana veremeyeceginizden bahsediyorsunuz ama buyrun ben size bir örnek daha vereyim. Aşşagıdaki örnegin doga ile içiçeligine dikkat edin ve bu örek tarıma geçiş aşamasına aittir.

Hainuwele Öyküsü :

Yeni Gine'nin Batısındaki en büyük adalardan biri olan Batı Seram 'a ait
Başlangıçta Nunusaku dagında muz kabuklarından dokuz insan ailesi çıktı. Bu aileler Ahiolo ve Varolain arasındaki cangıllardaki Dokuz Dans Alanı olarak bilinen yerde Batı Seram'da yerleştiler.

Aralarında adı Ameta "karanlık, kara, gece" olan bir erkek vardı. Evli degildi ve çocujları yoktu. Bir gün köpegiyle ava gitti. Bir süre sonra köpek bir domuzun kokusunu alarak peşinden koştu. Domuz bir göle kadar kaçıp suya atladı, köpek kıyıda kaldı. Domuz yüzerken yoruldu ve boguldu. Fakat o sırada gelen adam onu kurtardı. Domuzun dişinde hindistan cevizi buldu. O zamana kadar dünyada hindistan cevizi yoktu.

Kulübesine dönen Ameta cevizi masaya koydu ve üstünü üstünde yılan deseni olan bir örtüyle örttü. Sonra uykuya daldı. Gece ona bir insan göründü ve dedi ki : " Masanın üzerine koyup örttügün hindistan cevizini topraga dikmelisin, yoksa büyümez. Böylece ertesi güm Ameta bitkiyi dikti ve üç gün içerisinde agaç uzadı. Üç gün daha geçince tomurcuklar açtı. Tomurcukları kesmek için agaca çıktı, kendisine içki hazırlamak istiyordu, fakat onları keserken parmagını kesti ve kanı bir yapraga damladı. Parmagını sarmak için eve gitti ve üç gün sonra agaca baktıgında kan damlayan yapragın kesilen tomurcukla birleştigi yerde birinin yüzü oldugunu gördü. O gece düşünde aynı kişiyi gördü. Ona " Yılan desenli örtünü al ve hindistan cevizi agacındaki kızı dikkatlice sar getir " dedi.

Ertesi sabah Ameta örtüsüyle agaca gitti, agaca çıktı ve küçük kızı örtüsüyle dikkatlice sardı. Dikkatlice indi, onu evine taşıdı ve ona Hainuwele adını verdi. Kız cabuk büyüdü ve üç günde gelinlik kız oldu. Fakat normal bir insan degildi. Doganın gereklerine uyarak dışarı çıktıgında, dışkısı çini tabak ve çanlara kadar degerli her şeyi içeriyordu. Böylece babası çok zengin oldu.

O sırada dokuz dans alanında büyük Maro dansı yapılacaktı. Dans tam dokuz gece sürecek, insanlıgın dokuz ailesi katılacaktı. Erkekler Maro dansı yaparken kadınlar ortada oturur ve oradan erkeklere betel cevizi yetiştirirler. Erkekler dans ederlerken dokuz katlı bir spiral oluştururlardı. Hainuwele bu Maro şöleninde ortada oturdu ve erkeklere betel cevizi verdi. Şafakta tören bitince herkes uykuya daldı.

İkinci gece , insanlıgın dokuz ailesi ikinci alanda toplandı, çünkü Maro kutlamaları her gece başka alanda yapılırdı. Ve gene dansçılara betel cevizi vermek için merkezde oturan Hainuwele idi. Fakat ondan betel cevizi istediklerinde onun yerine meyve verdi. Tören böylece şafaga kadar sürdü ve herkes uykuya daldı.

Ertesi gece dans üçüncü meydanda yapılıyordu. Hainuwele gene oradayd ve bu kez herkese güzel Çin porselen tabakları veriyordu. Dördüncü gece daha büyük tabaklar, beşinci gece çalı bıçakları, altıncı gece güzel betel işlemeli kutular, yedinci gece altın küpeler, sekizinci gece muhteşem çanlar verdi. Böylece verdiklerinin degeri, her gece dokuzuncu geceye kadar arttı ve insanlar kızın gizemli oldugunu düşündüler. Bir araya gelip konuyu tartıştılar.

Hainuwele'nin böyle degerli eşyalar dagıtabilmesini kıskandılar ve onu öldürmeye karar verdiler. Böylece kız dokuzuncu gece gene dans meydanının ortasına oturtuldu ve betel cevizleri verebilmesi için erkekler derin bir çukur kazdılar. Dokuz katlı spiralin en ortasında Lesiela ailesi dans ediyordu ve dans edip dönerken Hainuwele kızı itip çukura attılar. Üç sesli Maro şarkısının müzigi kızın çıglıklarını bastırdı. Çabucak kızın üstünü toprakla kapattılar ve dansçılar ayaklarıyla topragı bastırdı. Şafaga kadar dans ettiler ve şölen bitince herkes kulübelerine döndü.

Fakat Maro şöleni bitip Hainuwele dönmeyince babası kızın öldürüldügünü anladı. Kehanet için kullanılan bir çalının dokuz dalıyla evinde Maro dansının dokuz dairesini yaptı. Böylece Hainuwele'nin dans alanında öldürüldügünü anladı. Hindistan cevizi yapragından dokuz lif alarak bunlarla dans yerine gitti, bunları peşpeşe topraga soktu ve dokuzuncusu en içerdeki daireye geldi. Dokuzuncusunun topraga sokup çıkarınca üstünde Hainuwele'nin saç ve kanını gördü. Topragı kazıp cesedi çıkardı, kızı parçaladı, bütün dans alanına gmdü, yalnız iki kolu bakire Satene'ye Batı Seram'ın ikinci büyük Dema bakiresine götürdü. Satene insanlık yaratılırken, herkesin olgun muzdan çıkmış olmasına karşın, ham muzdan çıkmıştı ve şimdi hepsinin yöneticisi oydu. Fakat bu sırada Hainuwele'nin gömülü parçaları çoktan dünya yüzünde görülmemeiş şeylere dönmüşlerdi. Öncelikle o zamandan beri insanların gıdası olan yumrulu bitkilere.

Ameta insanlara lanetler yagdırdı ve Bakire Satene'de kızı öldürdükleri için insanlara çok kızgındı. Dans alanlarından birinde, dokuz katlı spiralden oluşan dansta insanların oluşturduguna benzer bir kapı yaptı ve kapının içinde kocaman bir kütügün üstüne çıktı. Sonra insanları çagırarak onlara " Onu öldürdügünüz için artık burada yaşamak istemiyorum, bugün gidiyorum. Şimdi hepiniz bu kapıdan geçip yanıma gelmeye çalışın. Başaranlar insan olarak kalacak, başaramayanlar başka şey olacak " dedi.

Spiral kapıdan geçmeye çalıştılar fakat hepsi geçmeyi başaramadı. Başaramayanlar ya hayvan ya da ruh oldular. Domuzlar, geyikler, kuşlari balıklar ve dünyayı dolduran bir çok ruh böyle yaratıldı. Bundan önce yalnız insanlar vardı. Satene'nin yanına gitmeyi başaranlardan bazıları kütügün soluna, bazıları sagına ulaştı, her biri geçerken Satene onlara Hainuwele'nin kollarından biriyle vuruyordu. Sola gidenler beş, saga gidenler dokuz bambu dalının üzerinden atlamak zorunda kalıyorlardı. Ve bu insanlardan beşçiler ve Dokuzcular diye bilinen kabileler türedi. Satene onlara " Ben bugün gidiyorum ve beni artık dünyada göremeyeceksiniz" dedi. " ancak öldügünüz zaman beni tekrar göreceksiniz. Bunun için zor bir seyyahati becerip tamamlamanız gerekecek.

Bunları söyleyerek dünyadan kayboldu. Batı Seram'ın güneyinde, ve ona gitmeyi arzulayan ölmek zorunda. Onun oturdugu daga ulaşmak için sekiz başka dagı daha aşmak gerekir ve o günden beri dünyada yalnız insanlar degil, hayvanlar ver ruhlar da var. Ve de insanlar Beşçiler ve Dokuzcular diye iki kabileye bölündü.

İşte aheste tam avcılıktan tarıma geçiş aşamasına ait bir mitos, ama içinde henüz tanrı yok. Çünkü bu toplum daha henüz bahçe aşamasında, aslında bu mitos başlı başına bir tartışma konusudur ama uzatmamak için ayrıntılara girmiyorum, gerekirse gireriz.

saygılarımla

Aheste
20-08-2008, 21:34
''Çünkü bu toplum daha henüz bahçe aşamasında, aslında bu mitos başlı başına bir tartışma konusudur ama uzatmamak için ayrıntılara girmiyorum, gerekirse gireriz.''

Ayrıntıya girsek? Hainuwele Öyküsünün neden başlı başına tartışma konusu olabileceğini merak ettim.

dilaver
20-08-2008, 23:26
Sayın Aheste o zaman miti irdeleyelim.

Başlangıçta Nunusaku dagında muz kabuklarından dokuz insan ailesi çıktı.

Bu söz bize bu insanlar için muzun son derece önemli oldugunu çagrıştırır. Eski totemci gelenkeleri de göz önüne alır degerlendirirsek muzun bu yerlilerin beslenme geleneklerinde çok önemli bir yer tuttugunu görürüz. Bu anlamda da muz onların totemleri ve ilkel atalarıdır ve bu anlamda da muz kabugundan dokuz insan ailesi yani atalar çıkar. Totem inancına sahip tüm kabilelerde bu tarzdan yaratılış öyküleri okuruz. Örnegin Amerika da bu Mısır dır.

Burada dikkat edilecek iki nokta vardır. Birincisi muzun toplanabilir bir meyve olmasıdır ve çok eski bir gelenekten geldigidir, yani toplayıcılık döneminden. Bir digeri ise Hainuwele öldükten sonra, kanı topraga karıştıktan sonra patatesin filiz vermesidir. Patates ise ancak ve ancak kutsalın öldürülmesi ile orteya çıkmıştır. Bu mit İsis/Osiris, İştar/Dumuzzi, Adonis/Kybele, Demeter/Persephone mitleri ile aynı köke sahip olundugunu göstermektedir. Yani dogum ölüm sarmalı.

Diger bir dikkat edilecek bagıntı da domuz ve hindistan cevizi baglantısıdır. Ana tanrıçanın temsil biçimlerinden biridir domuz. Buradan sonra diger bir ana imge ile karşılaşırız Havvayı kandıran yılan imgesi ile. Örtünün yılan desenli olmasına dikkat edin. Yılan da ana tanrıçanın simgelerindendir, ayrıca ölümsüzlügü simgeler. Deri degiştirdigi için yaşamın sonsuz simgesi olarak kabul edilirdi.

Bu arada Ametanın elini kesmesine, kanın topraga damlamasına ve kanın yeniden hayat bulmasına da dikkat edin. İşte tanrıyı öldürmenin temeli. Yani tanrı krallar bu yüzden öldürülürdü.

Kullanılan dokuz rakamına da dikkatinizi çekiyorum. Dokuz büyülü bir şifredir, simgesel anlamı vardır. Bu konuda örnek çoktur.

Son olarak Havva ile Adem in cennetten kovulması ile Bakirenin sahneye çıkarak yerlilere öbür dünyayı hatırlatmasını da dikkate alın. Onun bir sınav koydugunu da düşünebilirseniz mükemmel olur. İşte ahret düşüncesi.
Patatesin kökeninden bu mitosun tarımın başlangıcında yer aldıgını kavrayabiliyoruz.

Dilerseniz daha da ayrıntıya girebiliriz. Ben sadece dikkat edilmesi gereken noktaları yazdım.

saygılarımla

Aheste
22-08-2008, 00:19
''mitolojide karşımıza çıkan tanrılar arası işbölümü de meslek klanları sisteminin bir yansımasıdır.''

Bunu destekleyebilecek bir kaynak önerebilir misiniz?

dilaver
22-08-2008, 00:25
kaynak derken aheste, tam olarak anlayamadım. Soruyu biraz açarsanız iyi olur. Meslek klanlarını mı sayayım, bu konuyu dallandırabilirim. Ama her tanrının bir meslegi olması bunun kanıtı degil midir. Neyse siz biraz açın, ben de yanıtlamaya çalışayım.

saygılarımla

Aheste
22-08-2008, 00:55
http://www.turkmayasi.tr.gg/Misir-ve-mezopotamyada-elde-edilen-arkeolojik-bulgular.htm

Şimdi metinde, tek ilah inancının zamanla tahrifata uğradığı ve böylece çok Tanrılı dinlerin ortaya çıkışı anlatılıyor, arkeolojik bulgular çerçevesinde de bazı yorumlara yer verilmiş.

Siz de Tanrılar arası iş bölümünden bahsediyorsunuz, size göre Savaş Tanrısının görevi savaşmak ve bunu yanlış anlamadıysam mesleki klanlarla açıklıyorsunuz?

dilaver
22-08-2008, 01:25
Sayın aheste

Her ne hikmetse zikrettiginiz kaynakların herbirisinde sadece yotumlar var. Eski inanışlardan herhangi bir anektoda rastlayamıyoruz.

Bakın ilkel toplum medeniyete dogru evrilirken her klan belli bir işbölümünü üstlendi, daha dogrusu o konuda uzmanlaştı. Kabile toplumunun daha yüksek evrelerinde, uzmanlık ugraşları belirli klanlarda soydan geçme egilimindedir. Bu meslekler de babadan ogula geçiyordu. Yunan bazında örneklersek.

Eski Yunan'da böyle bir çok meslek klanına rastlarız : Asklepiadai ( hekimler ), Homeridai ( ozanlar) İamidai, Brankhidai, Krontdiai ( biliciler) Kerykes, Theokerykes, Talthybiadai ( ulaklar). Sparta'da bütün ulaklar Talthybiad'lardandı. Homeros ulaklıgın bu klanın gerası oldugunu anlatır. Poimenid'ler ( sıgırtmaçlar), Bouzyg'ler ( öküz sürenler), Phreoyrkh'ler ( kuyu kazıcılar ), Daidalid'ler (yontucular), Hephaistiad'lar, Eupyrid'ler, Peleke'ler ( silahçı ve demirciler ). Bir çeşit oybirligi ile girilebilen bir meslek örgütü olan ortaçag loncası zanaat klanının degişip gelişmiş bir uzantısıydı.

Asklepiadlar soy zincirlerini hekimlerin ustasına kadar vardırıyorlardı. Homeridler ozanların en yücesine, İamidler bilicilik tanrısı Apollon'un ogullarından birine, Kerykeler ulaklık tanrısı Hermes'in bir ogluna, Daidalidler Minos Giritinin destansı sanatçısı Daidalos'a, Bouzygler öküzleri ilk kez sabana koşan Bouzyges'e kadar vardırıyorlardı soy zincirlerini.

Zeus Olympos dagının bulutlarla kaplı dorugunda oturur. İlk başlarda Bulutlaru Deviren ve Şimşek savuran niteliklerini taşıyan Zeus yalnız başına yaşamaktadır; öteki tanrılar başka yerlerde oturmaktadırlar. Hera Argos'ta, Aphrodite Paphos'ta, Athena da Erekhteus ocagında oturmaktadır. Ama sonradan tanrıların hepsi gökyüzünde tek bir korunaklı yerde bir araya gelirler. Zeus merkezdeki sarayda, öteki tanrılar da da Hephaistos'un yaptıgı ve Zeus'un sarayın çevreleyen konaklarda oturmaktadırlar artık. Zeus'un egemenligi ve üstünlügü hepsince kabullenilmiştir; ama Zeus'a sık sık kafa tutmaktadırlar, özellikle de karısı. Zeus kendine baglı tanrıları toplantılara çagırmakta, bu toplantılarda insanlıgın yazgısıyla ilgili kararlar almaktadır. Toplantıya katılan tanrıları et, şarap ve müzige bogmaktadır. Bu tanrılar bencil, acımasız ve açgözlüdürler, tüm tensel zevklere fazlasıyla düşkündürler. Kendilerine tapan insanlardan yalnızca bir konuda ayrılmaktadırlar; hiç ölmemektedirler. Bu ayrıcalıklarını büyük bir kıskançlıkla korumaktadırlar. İnsanoglu şu ölümlü dünyadaki yaşamından daha yükseklere göz dikmemelidir, yoksa yıldırımlar çarpabilir. Sıradan insanlar, kabile şefleri karşısında ne ise, insanoglu da tanrılar karşısında odur. Akha'ların Olympos'u toplumsal gerçekligin aynasıdır. Bu arad her tanrı ve tanrıçanın toplumda oldugu gibi belli bir işlikle sınırlandıgına dikkat ediniz.

Tanrı tanımında ve tüm insanlık tarihindeki tanrılarda insan ilişkilerinin haricinde bir şey bulamıyoruz.

Şİmdi araştırıyorsanız eger, ki öyle yapıyorsunuz; bakın ben size pek çok mit verdim bu başlıkta. Siz de bana tarım öncesi toplumlara ait öyle bir mit getirin ki içerisinde tanrı olsun.

Siz bana sadece inanç sitelerinden yorumlar getiriyorsunuz. Öyleyse bir sonraki iletide ben size Apaçilerin tam da totemden tarıma geçiş mitosunu asayım, isterseniz onun üzerinde de tartışırız.


saygılarımla

dilaver
22-08-2008, 01:35
Apache Yaratılış Öyküsü- Tarıma geçerken

Başlangıçta, dünyanın şimdi durdugu yerde hiç bir şey yoktu. Yalnızca Karanlık, su ve kasırga vardı. Yalnızca Hatchinler mevcuttu.Issız bir yerdi. Balık yoktu, canlı yaratık yoktu. Fakat bütün Hatchinler başından beri buradaydılar. Herşeyin kendisinden yaratıldıgı maddeye sahiptiler. Önce dünyayı yaptılar, yeraltıyla birlikte sonra gökyüzünü. Dünyayı canlı bir kadın biçiminde yaptılar ve ona Anne dediler. Gökyüzünü erkek biçiminde yaptılar ve ona Baba dediler. Erkegin yüzü yere, kadının yüzü göge dönüktü. Erkek babamız ve kadın annemizdir.

İçlerinden en güçlü olan Kara Hatchin çamurdan bir hayvan yaptı ve onunla konuştu. Dört ayagının üzerinde nasıl yürüyecegini bana göster dedi ve o da yürüdü. Hatchin çok iyi dedi, seni görebiliyorum. Sonra " fakat sen yalnızsın. Gövdenden başkalarının çıkmasını saglayacagım" dedi. Sonra o tek gövdeden her türlü hayvan ortaya çıktı. Kara Hatchin'in gücü vardı ne isterse yapabilirdi. O zamanlar bütün hayvanlar konuşabilirlerdi ve Jiracilla Apache dilini konuşurlardı.

Dünyanın yaratıcısı Kara Hatchin elini kaldırdı ve avucuna bir damla yagmur düştü. Bunu toprakla karıştırıp çamur yaptı. Bu çamurdan kuş yaptı. " Bu kanatlarla nasıl uçacaksın bana göster" dedi. Çamur kuş oldu ve uçtu. " Çok iyi " dedi Kara Hatchin, bununla dört ayaklı arasındaki fark hoşuna gitti." Fakat arkadaşlara gereksinmen var sanırım" dedi. Sonra kuşu aldı ve onu saat yönüne hızla çevirdi.Kuşun başı döndü ve başı dönen biri gibi çok şekil gördü. Her türlü kuşu, kartallar, şahinler ve küçük kuşları gördü ve kendisine geldiginde bu kuşların hepsi gerçekten oradaydılar. Ve kuşlar havayı severler, yükseklerde yaşarlar, pek yere inmezler çünkü ilk kuşun yaratıldıgı çamuru yapan damla gökyüzünden düşmüştü.

Ve işte bütün kuşlar yaratıcıları Kara Hatchin'e gelerek sordular " Ne yiyecegiz" Yaratıcı elini dört bir yana kaldırdı ve çok fazla gücü oldugu için her türlü tohum eline düştü ve o da onları dagıttı. Kuşlar tohumları yemeye gittiler ama hepsi böceklere, solucanlara ve çekirgelere dönüştü ve her yana hareket edip sıçramaya başladılar. Kuşlar önce onları yakalayamadı. Hatchin kuşları kışkırtmak istiyordu, "Ah evet, şu sinekleri, çekirgeleri yakalamam zor, ama siz yapabilirsiniz". Onlar da çevredeki çekirgelerin, böceklerin peşine düştüler ve bugün de bunu yapmalarının nedeni budur.

Bütün kuşlar ve hayvanlar Kara Hatchin'e gelerek arkadaş istediklerini söylediler, insanı istiyorlardı. " Sen her zaman bizimle olmayacaksın" dediler. O da "Sanırım bu dogru. Belki bir gün kimsenin beni göremeyecegi bir yere giderim" dedi. Böylece onlara her yandan malzeme getirmelerini söyledi. Her türlü bitkiden tohum getirdiler, kırmızı boya, beyaz çamur, beyaz taş, kara kehribar, firuze, kırmızı taş, opal, denizkulagı ve çeşitli degerli taşlar eklediler. Bunları Kara Hatchin'in önüne koyunca, onlara çekilmelerini söyledi. Önce doguya, sonra güneye, sonra batıya, sonra kuzeye döndü. Çiçek tozlarından topraga, aynı kendine benzeyen bir şeklin dış hatlarını çizdi. Sonra degerli taşları ve öbür nesneleri bu şeklin içine yerleştirdi ve onlar et ve kemik oldular. Damarlar firuzeden, kan kırmızı boyadan, deri mercandan, kemikler beyza kayadan, tırnaklar Meksika opalinden,gözbebekleri kara kehribardan, gözlerin beyazları denizkulagından, kemik ilikleri beyaz çamurdan ve dişler opaldendi. Kara bir bulut alarak ondan da saç yaptı. Yaşlandıgımızda bu beyaz bulut olur.

Hatchin bu şeklin içine rüzgar yolladı ve onu canlandırdı. Parmaklarınızın ucundaki yuvarlak çizgiler yaradılış anındaki rüzgarın yönünü gösterirler. Ve insan ölünce rüzgar ayak tabanlarından çıkıp onu terk eder ; ayak tabanlarındaki çizgiler içerdeki rüzgarın yolunu gösterir. İnsan yüzüstü kolları yana açılmış yatıyordu; kuşlar bakmaya çalıştılar fakat Kara Hatchin izin vermedi. Artık insan canlanıyordu. İnsan kollarına dayanıp kalkarken Hatchin çok heyecanlanan kuşlara " Bakmayın" dedi. Kuşların ve hayvanların çok bakmak istediklerinden dolayı bugün insanlar çok meraklıdırlar.

Hatchin insana otur dedi ve ona konuşmayı, gülmeyi, bagırmayı, yürümeyi, koşmayı ögretti. Kuşlar olanları görünce bir ötüş koyverdiler, şimdi kuşluk zamanı yaptıkları gibi.

Hayvanlar insanın arkadaşa gereksinimi oldugunu düşündüler ve Kara Hatchin insanı uyuttu. İnsan gözleri kapanmaya başladıgında düş görmeye başladı. Birinin bir kızın yanında oturdugunu gördü. Uyandıgında yanında bir kadın oturuyordu. Onunla konuştu, o da konuştu. O güldü, o da güldü. "Kalkalım " dedi, birlikte kalktılar." Yürüyelim" dedi ve ona ilk dört adımını attırdı, sag, sol, sag, sol. " KOş" dedi birlikte koştular. Ve kuşlar yeniden ötüşmeye başladılar; ikisinin hoş bir müzigi oldu ve yalnızlık duymadılar.
Bütün bunlar dünyanın şimdi bizim yaşadıgımız yerinde olmadı; aşşagıda, topragın rahminde oldu. Karanlıktı ve o zaman ne güneş ne ay vardı. Ak ve Kara Hactcin çantalarından küçük bir güneş ve küçük bir ay çıkardılar, onları büyüttüler ve gökyüzüne yolladılar. Işıklar saçarak biri kuzeye biri güneye gitti. Bu halk-hayvanlar, kuşlar ve insanlar- araında büyük heyecan yarattı. Fakat o zaman bir çok şaman vardı, herşey üstünde güç sahibi oldugunu iddia eden kadın, erkek bir çok şaman. Bunlar güneşin kuzeyden güneye gittigini gördüler ve konuşmaya başladılar.

Biri "güneşi ben yaptım" dedi öteki "Hayır ben" kavgaya başladılar. Hactcin onlara böyle konuşmamalarını emretti fakat bu tür iddialara ve kavgalara devam ettiler. Biri" Güneşi başaşşagı çevireyim, gece olmasın. Ama yok bırakayım gitsin. Dinlenip uyuyacak zamana gereksinmemiz var" derken bir başkası " Aydan kurtulmak gerek, gece ışıga gereksinmemiz yok" diye konuşuyordu. Fakat güneş ikinci gün dogdu ve kuşlarla hayvanlar sevindi. Ertesi gün aynısı oldu. Dördüncü günün öglesi oldugunda şamanlar, Hactcin'in söalerine karşı konuşmayı sürdürdüler ve tutulma oldu. Güneş baş aşşagı bir çukura girdi ve ay da onu izledi. Bugün bu tutulmaların olması bu nedenden.

Hactcinlerin biri şamanlara " Tamam, gücünüz oldugunu söylüyordunuz, şimdi güneşi geri getirin " dedi.

Hepsi sıraya girdiler. Birinde şamanlar, bir başkasında bütün kuşlar ve hayvanlar vardı. Şamanlar şarkılar söylemeye, ayinler yapmaya başladılar. Bildikleri her şeyi ortaya döktüler. Bazıları oturup şarkı söylüyor, sonra yalnız dışarı çıkan gözlerini bırakarak topragın içinde kayboluyor ve gene geri geliyordu. Ama bütün bunlar güneşi yerine getirmedi. Yalnızca güçleri oldugunu göstermeye yaradı. Bazıları ok yutuyori midelerinden çıkarıyordu. Bazıları tüy, bazıları bütün bir ladin agacını yutuyor ve tekrar tükürüp çıkarıyordu. Ama güneş ve ay hala ortada yoktu.

Sonra ak Hactcin " Hepiniz büyük işler beceriyorsunuz ama güneşi geri getireceginiz yok. Zamanınız doldu" dedi. Kuşlara ve hayvanlara döndü, " şimdi sıra sizde"

Hepsi kayınbiraderlermiş gibi birbirleriyle nazik nazik konuşmaya başladılar fakat Hactcin " Birbirinizle kibarca konuşmaktan daha çok şeyler yapmalısınız. Gücünüzü kullanın da güneşi getirin" dedi.

Şansını ilk çekirge deneyecekti. Elini dört yönde ileri dogru uzattı ve geri çektiginde elinde ekmek vardı. Geyik elini dört yönde ileri dogru uzattı ve geri çektiginde elinde aviizeagacı meyvası vardı. Ayı aynı yolla yabani kiraz, domuz kabuksuz yemişler, sincap çilek, hindi mısır üretti ve hepsi böyle şeyler yaptı. Hactcin'in bu armaganlardan hoşnut olmasına ragmen güneş ve ay hala ortalarda yoktu.

Böylelikle Hactcinler kendileri bir şeyler yapmaya başladılar. Dört yönden dört renkli gök gürültüleri gönderdiler ve bu gürlemeler yagmur boşanan dört renkli bulut getirdi. Sonra insanların ürettigi bitkiler dikilirken ortalıgı güzelleştirmek için gökkuşagı yaptılar. Hactcinler bir sıra halinde boyalı kumlardan dört küçük renkli tümsek yaptılar ve tohumları bunların içine koydular. Kuşlar ve hayvanlar şarkılar söyledi ve tümsekler büyümeye, tohumlar fışkırmaya, renkli dört tümsek toprakla karışıp dag haline gelmeye başladı, yükseldikçe yükseldi.

Hactcinler büyülerinde özellikle başarılı olan on iki şaman seçtiler ve altısını baştan aşşagı maviye boyadılar; bunlar yaz mevsimini temsil ediyorlardı. altısını da beyaza boyadılar, kışı temsil ediyorlardı. Onlara Tsanati adını verdiler. Jicarilla Apaçelerinin Tsanati dans derneginin kökeni budur. Bundan sonra Hactcinler altı soytarı yaptılar, onları beyaza boyayarak, biri yüzlerinde, iri gögüslerinde, biri kollarının üst, öteki alt bölümlerinde dört yatay kara çizgi çektiler. Sonra Tsanati ve soytarılar dagı büyütmek için insanların dansına karıştılar.

Bu mitos şaman toplumunun tarım toplumuna geçerkenki durumu çok net ifade ediyor. Burada eski inançlar küçük düşürülüyor ve yeni inançların bünyesine katılıyor.

Amerika bulundugunda Arizona ve New Mexico daki kültürel durum, Yakın ve Orta Dogu da ve Avrupa'da İÖ 4 ve ikinci bin yıllar arasında olabilecegi gibiydi. Yerleşik bir hayatın katı kurallarının avcılıgın özgür ve hareketli insanlarına dayatılmakta oldugu bir dönem yaşanmaktaydı. Eger Hindu, İran, Yunan, Kelt ve Germenlerin mitolojilerine bakarsak, ünlenmiş, sık sık anlatılan masallarında tanrıların titanları alt etmeleriyle, Hactcinlerin şamanlara boyun egdirmeleri arasındaki benzerligi tanıyabiliriz

Şİmdi aheste burada bir de uyku olayına dikkati çekmek istiyorum, Sargon okuyor idiyse şayet bu ve bundan önce vermiş oldugum mitoslardaki uyku olaylarını degerlendirmesini arzu ediyorum. Öyle bir başlıgı vardı çünkü.

Şimdi bu da tam ta totemden dine geçiş mitosudur ve şamanların nasıl alay konusu olabildiklerini görebilirsiniz.

Ama yaratıcının doga ile içiçeligine dikkat ediniz.

saygılarımla

Aheste
22-08-2008, 22:55
Dilaver, emeğin için teşekkür ederim, ilgimi çektiğini itiraf etmeliyim. Özellikle son Mitosdaki (Apache Yaratılış Öyküsü) mesajlar çok daha net.

dilaver
22-08-2008, 23:25
Sayın aheste

Siz iyi bir insansınız, aksi sizinle muhatap olmazdım. Sizden ricam şu , gerçekten var ise avcı ve toplayıcı döneme ilişkin tanrı motiflerini bulabilmeniz. Bunu ben sizi sıkıştırmak ya da bir şey ispat için istemiyorum. Bilgimi geliştirmek için istiyorum.

Dikkat ederseniz bir ilk tanrı söylemi vardır, dinciler arasında ve bu asla bir temele dayandırılmaz. Dayandırıldıkları temel de peder Schmidt örnegindeki gibi zorlama olur. Yani çarpıtma olur. Benim ulaşabildigim kaynakların hiç biri ilkellerde bir ilk tanrı düşüncesini desteklemiyor. Tüm kaynak diye verilen şeyler, sizin de ilettiginiz linklerde oldugu gibi sadece subjektivizim ihtiva ediyor. Bulabilirseniz, sorabilirseniz buraya asın.

Ben pek ihtimal vermiyorum ama gene de çaba çabadır. Şayet bu konuda söylenecek başka bir şey yok ise biraz da şu hayvan tanrı işine girmek istiyorum.

Aslında dinleri Kuran vs temelinde tartışmayı pek de dogru bulmuyorum. Çünkü burada kilitleniyor konu. Dinler eski toplumdan bu yana bizim kültürel zenginliklerimizdir, ancak eski toplumu anlamadan, ne Kuranı ne İncili ne de Tevratı anlayamayız. Eski toplumu, toplumsal süreci ve mülkiyet ilişkilerini kavrayabilirsek her şey o kadar berrak olur ki, artık cebrail görünse bile bunu degiştiremez.

saygılarımla