Tekil Mesaj gösterimi
  #3  
Alt 22-05-2006, 09:12
hiramusta hiramusta isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 11 May 2006
Mesajlar: 1.919
Standart Re: TARİHTE VE KUR'ANDA KADIN VE KADIN HAKLARI

Hıristiyanlıkta kadın, kötülüğü, şeytana uyma ve ayartmacılığı temsil eder. Çünkü, Hz. Adem’e haram meyveyi yedirterek cennetten kovulmasına ve böylece insan neslinin günahkar olmasına sebep olan bir kadındır. Bundan dolayı Hıristiyanlık cinsel ilişkiyi günah ve kirlenme saymaktadır. Aziz Augustin’e göre, insanın kendi karısı veya bir f***e ile cinsel ilişkiye girmesi arasında maddi bakımdan bir fark yoktur. Her ikisi de günahtan hali değildir. İki asır sonra Papa Grégoire, Agustin’in bu fikrini onaylıyacaktır. Ünlü Hıristiyan ilahiyatçısı Clément’e göre, kadın kadın olmaktan dolayı utanmalıdır. İşte bu günah işleme ve kirlenme duygusudur ki, bir çok kişinin evlilikten kaçmasını sebep olmuş ve bir çok kadın da kurtuluşu manastıra kapanmakta bulmuştur.(Lewinsohn, s. 102) Zira temizlik sembolü Hz. İsa’nın nişanlıları ve eşleri olacaklardır. Hz. İsa temizlik sembolüdür. Çünkü Hz. Meryem onu bakire iken yani cinsel ilişkiye girmeden doğurmuştur. Öyleyse yapılacak tek şey vardır. O da Bakire Meryem gibi temiz ve iffetli kalmaktır.Hıristiyanlığın cinsel ilişkiyi meşru bile olsa günah saydığını bugün Katolik kiliselerindeki evlenme törenlerinde okunan duadan da anlayabiliriz. Duada “günahla düşmüşüm annemin karnına, günah işlemiş annem bana gebe kalırken” denmektedir. Hristiyanlık tarihi kadın açısından oldukça olumsuz olayların var olduğu bir tarhtir. VI. Asırda Azizler ve papazların hakim olduğu mason meclislerinde Kadının ruhunun olup olmadığı tartışılmış, bir oyun dışında ruhunun olmadığı kabul edilmiştir.(Bobel, s. 4 6)Kilisenin Büyücü Avı ve Kadın KatliamıXIII. A sırdan itibaren Hıristiyanlık, insanlığın başına korkunç bir felaket hazırlayacaktır. Şeytanla cinsel ilişkiye giren,, b öylece insanlar arasında kötülüğü ve fuhşu yaymak isteyen büyücü kadınlardan dünyanın temizlenmesi görevini üstüne alan kilise, büyücü avına çıkar ve on binlerce masum kadının diri diri yakılmasına veya suda boğulmasına sebep olmuştur. Papa VIII. İnnocent, büyücü avını meşrulaştırmak için iki müfettişini görevlendirerek bir kitap hazırlatır. Kitabın adı “Malleus Maleficarum” (=Büyücüleri ezen balyoz). İlk baskısını 1487 de yapan bu kitap 1669 da 28. baskıya ulaşır. Kitap, muhakeme usulü hakkında yöntemler de içerir. Müfettiş kadına 35 soru sorar. Daha ilk soru, onu ateşe mahkum etmeye kâfidir. İlk soru şöyledir: büyücülere inanıyor musun?”. “Evet” derse, bunun anlamı büyücülerle ilişkisi olduğudur. “Hayır” derse bu sefer de dinsiz olmuş olacaktır. Israrı halinde işkence masasına yatırılır, aleyhlerinde şahitlik etmesi için, düşmanı olan diğer büyücüler çağrılır. Hâlâ suçluluğu üzerinde şüphe varsa, o zaman ilahî hükme baş vurmak gerekecektir. Bunun için de elleri ve ayakları bağlanıp suya atılacaktır. Batarsa, büyücü olduğunu gösterir. Batmazsa o zaman da büyücü olduğunun delilidir. Zira vaftizindeki su onu reddetmektedir. Kısaca o devirde büyücü olarak adı çıkmış kadının ölümden başka şansı yoktu. VI. Alexandre, II. Jules, X. Leon gibi Rönesansın ünlü Papaları bu eserin geçerliliğini menuniyetle onaylamışlardır. İngiltere’de bir sakson hakim “Kitab- Mukaddes”i 53 kez okuduğunu ve bu arada 20 000 büyücüyü ölüme mahkum ettiğini övünerek söylemiştir. (Lewinsohn, 134-135; krş. Akdemir,, s . 2 52)Feminizmin Doğuşu Tarihçiler Batıdaki bu kadın katliamının sonucu ikiyüzbin ile iki milyon arasında kadının katledildiğini söylerler. Ölen kadınların sayısı konusunda hem fikir olamayan araştırıcılar, batı’da teorik olarak oluşan ve dünyanın bütününe aktarılan “feminizm” denilen olgunun da pratik temellerinin bu cadı katliamı olduğu konusunda hem fikirdirler.

Batı dünyasında yetişmiş Ortaçağ Yeniçağ ve Modernçağ’ın birçok düşünürü kadın konusunu ele almış ve bu konuda pek çok bakış açısı ortaya koymuştur. Ancak çoğu olumsuz olan bu bakış açılarının her birinin içinde düşünürün yaşadığı sosyal ve ailevî hayatın etkileri olduğu gibi, onun kendi inanç ve düşünce sistemlerinden de kaynaklanmaktadır. Batılı düşünce ve fikir adamlarının bu nevi görüşlerini birkaç kategoride ele almak mümkündür. (Bkz. Yakıt, Batı Düş. Ve Mev. Kad. Tebliğ)Kendi sistemi içinde kadın konusunu ele alan Ortaçağ’ın Batılı ünlü düşünürlerinden Malebranche (1638-1715) “Hakikatin Araştırılması” isimli eserinde “…Zevke ait her şey, kadınlara kalmış bir iştir. Ancak, genel olarak araştırılıp bulunması biraz güç hakikatleri kavramak, kadınların elinden gelmez. Soyut olan her şey, onlar için anlaşılmaz bir şeydir…” (II, 100-101. Krş. Keklik, Fil. Özel., 136-137) diyerek onların soyut gerçekleri anlayamadıklarını ve böyle bir yetenekten mahrum olduklarını iddia etmektedir. Keza “İrâde ve Tasavvur Olarak Dünya” adlı eserin yazarı XIX. Asrın ünlü Alman filozofu Schopenhauer (1788-1860), kendi pesimist (karamsar) felsefesinde kadına da bir yer bulmuş ve “…Kadınlar, kendi gönüllerince hayal ederler ki erkekler para kazanmak ve kadınlar da bunu harcamak için yaratılmışlardır.” (Essai, s. 132, N. K eklik’ten naklen, age., s. 139) demektedir. Bununla bir anlamda erkeklerin harcamayı bilmediklerini ifâde etmek isterken öte yandan kadınların, erkeklerin masraf kapısı olduğunu da söylemekte beraber kadınların, erkeklerin paralarını nasıl harcayabiliriz şeklindeki hayal dünyalarının etkisi altında yaşadıklarını belirtmektedir. K adını sadece bu paralelde görmeyen onu daha da kötü hatta riyâkar bir varlık gibi göstermeye çalışan Schopenhauer, bir başka yerde şunları söylemektedir:“…Arslanın dişleri ve pençeleri vardır, filin ve yaban domuzunun büyük dişleri vardır; boğanın boynuzları vardır, mürekkep balığının da, çevresindeki suları bulandıracak mürekkebi vardır. Fakat tabiat kadına, kendini savunmak ve korunmak için riyâkarlık vermiştir…En zarifinde olduğu kadar, en aptal kadında da riyâkarlık, fıtrîdir. Bu sebebledir ki, mutlak olarak dürüst ve samimi bir kadına rastlamak hemen hemen imkânsızdır…” (Essai, 133; Keklik’ten naklen, 139)Ünlü Alman filozofu Friedrich Nietzche (1844-1900) kadın konusunda fikrini şöyle beyan etmektedir: “Kadınla konuşacağın zaman kırbacı eline almayı unutma” (Bkz. Ş. C an, Hz. Mevl. s. 195)Kadının eşitliği ve özgürlüğü hususunda görüş ileri süren Batılı yazarlar, ferdî ve toplum hayatında onların eşit olmadığını söylerken özgürlük hususunda da onu nasıl kullanacağı bilgisinin kadına verilmesi gerektiği kanaatindedirler. Meselâ Pierre-Joseph Proudhon (1809-1865): “ Erkek ve kadın Mutlak’ın önünde denk olabilirler. Onlar hiç eşit değildirler, onlar ne ailede ne de şehirde eşittirler” (De la Justice dans la révolution et dans l’Eglise, C. F . 462) demektedir. Kadının özgürlüğünü dile getiren Emile Zola ( 1840-1902) da şunları söylemektedir: “ Kadını özgürlüğüne kavuşturmak harika bir şeydir. Ama her şeyden evvel özgürlüğün nasıl kullanılmasını ona öğretmek gerekecektir. ( Chronique, La Tribune, 1868, C. F ., 585)XVI. Asrın ünlü Fransız yazarlarından Molière (1602-1673), “Demir kafesler ve kapı sürgüleri kadınları ve kızları namuslu yapmaz” (l’Ecole des Maris, s. 1 , 2 Ariste., C. F . 395) diyerek, kapalı tutmaktan ve toplumdan tecrit etmekten ziyade onların namus duygularının geliştirilmesi gerektiği kanaatindedir. Halbuki Montaigne: “Bir kadın için en faydalı ve en onurlu bilim ve meşguliyet, ev işleri bilimidir” demekteydi ( Essai. III, 9, C. F . 4 07) Batılı düşünürlerden bazıları “kadın-kilise” ikilisi hakkında pek olumlu kanaat sahibi değildirler. Bunlardan Charles Baudlaire (1821-1867), “Kadınların kiliselere girmelerine izin verilmiş olmasına her zaman şaşırmışımdır. Onlar Allah’la hangi diyalogu kuruyorlar?” ( Mon Coeur mis à nu, C. F ., 54) derken Armond Salacrou (- 1899) da: “Papazlar günah çıkartan kadınları dinledikleri zaman evlenmemiş olmakla teselli buluyorlar” demektedir.( Une femme libre, Gallimard, C. F. 529)Kadının tabiatı konusunda kalem oynatan yazarlar ve düşünürler onu daha ziyade menfi sıfatlarla tavsif etmektedirler. Meselâ Tristan Bernard ( 1866- 1947): “Kadın kadının kurdudur” ( La volonté de l’Homme, C. F . 72) derken Jules de Goncourt (1822-1896): “Kadın aptal görünmemeyi çok iyi becerir” (Journal,, F asquelle, C. F . 243) demektedir. Jules Renard (1864-1910) da: “Kadınlara en fazla zevk veren şey, zekâları üzerine yapılan bayağı bir pohpohtur.” (Journal, 21, Mai, 1895, C. F . 489)Batı düşüncesinde bütün bunlara mukabil François Mauriac (1885-1970) kadını en önemli bir yönüyle ele almakta ve hatta onun olgunluğunun ana temasını vermektedir. Nitekim o diyor ki: “Birçok kadın için kemâle giden en kısa yol şefkattir.” (Asmodée, Grasset, C. F . 379)Batı’da bu problemi kadın-erkek ilişkileri açısından ele alan yazarlar yine de kadına pek olumlu bakmazlar. Charles Baudelaire (1821-1867): “Kadın ruhla bedeni ayırmayı bilmez” (age. C. F . 54) derken bir yandan kadının karşısındakini bir bütün içinde gördüğünü söylerken, diğer yandan da ruhî ve ruha ait değerleri bedenden ayrı görmez, hatta ayıramaz diye eleştirmektedir. Jules Renard (1864-1910): “Şayet kadınların hoşuna gitmeyi istiyorsanız, onlara, sizin olduğu söylenen şeyi istemediğinizi söyleyiniz” (Journal, 29,, A vril, 1898, C. F . 491) ifâdesiyle kadınların haris olmayan ve kendini gözü tok gösteren erkekleri tercih ettiğini vurgulamaktadır. Chamfort (1741-1794), kadınla erkeği birbirlerine karşı besleyebilecek kötü düşünceler açısından karşılaştırmakta ve şöyle söylemektedir: “Bir erkek kadınlar hakkında ne kadar kötü düşünürse düşünsün, hiçbir kadın yoktur ki, ondan daha da kötüsünü düşünmemiş olsun.” (Maximes et pensées, C. F. 117)İnsan tabiatının önemli yönlerinden biri hiç şüphesiz kıskançlıktır. Bu açıdan kadına bakan André Suarès (1868-1948): “Kadınlar her şeyi kıskanırlar hatta mutsuzluğu bile” (Variables, Emile-Paul, C. F . 544) demekle kadınları çok kıskanç bir tabiatın sahibi gibi görmektedir. Bunun yanı sıra George Courteline (1860-1929) kadın tabiatına bir başka zaviyeden bakarak hükmünü verir: “Kadın kendisi için yapılanı asla görmez o ancak yapılmayanı görür” (La paix chez soi, Flammarion, C. F . 156)Batı düşüncesinde kadın tabiatı ele alınırken onun güzellik ve zeka yönü ile kadının hareketliliği ve konuşkanlığı da ihmal edilmez. Montesquieu (1689-1755): “Genç kadınlarda güzellik zekâyı telâfi eder, yaşlılarda ise zekâ güzelliği ikmâl eder” (Lettres persanes, C. F . 412) demektedir. Voltaire (1694-1778)’e göre: “Kadınlar rüzgâr güllerine benzerler. Paslandıkları zaman sabit kalırlar” ( Le Sottisier, C. F . 580). Guillaume Bouchet (1514-1594) de : “Kadınları konuşturmanın bin yolu vardır ama susturmanın bir yolu yoktur” (Les sérées, C. F. 89) demektedir.Görüldüğü gibi, Batı düşüncesinin önemli mimarlarının kadın hakkındaki bu düşünce ve tavırları dikkate alındığında söylenebilecek olanlar şunlardır: Batı düşüncesinde kadın, erkekten ayrı ve onun çok daha altında ele alınmış, çeşitli menfi sıfatları veya zaafları açısından bakılmış ve değerlendirilmiştir. Kadını meziyetleriyle gören ve değerlendiren, olumlu görüşler serdeden düşünür ve yazarlara pek rastlamıyoruz. Zaten feminist hareketlerin Batı’da başlaması ve orada daha fazla revaç bulması, Batı düşüncesinin bu gibi önemli temsilcilerinin kadın hakkında pek olumlu görüşler ortaya koymamalarının bir sonucudur diye değerlendirebiliriz.Bugün demokrasinin beşiği olarak görülen İsviçre’de Appenzel adlı 14000 nüfuslu ve %90’ı Katolik olan bir kantonda kadınlara oy hakkı yoktur.
Alıntı ile Cevapla