Tekil Mesaj gösterimi
  #3  
Alt 24-10-2018, 10:18
pianola - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
pianola pianola isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Super Moderator
 
Üyelik tarihi: 22 Oct 2014
Bulunduğu yer: Platon'un Mağarası
Mesajlar: 1.906
Standart

— Tekvin'de bunu Zelem Elohim (" İnsan Tanrı'nın suretinde yaratılmıştır") ile görürüz. İkonoklast düşünce bile imgeleri sevmeyen bir tanrı olduğunu ilan ederken bu fikri de korur. "Bir tek o vardır" — devam edersek, bu bizi Baba'nın Adları'nın itici güçlerine dair en önemli öğelerinden birinin merkezine götürecektir: Her imgenin ötesinde belli bir anlaşmaya varılabilir. Bu geldiğimiz noktada imge kutsal varlıkla aramızda bir arabulucu olarak duruyor— Yehova'nın Yahudilere put yapmayı yasaklamasının nedeni putların başka tanrıların hoşuna gitmesidir. Bir bakıma insan biçiminde olmayan Tann'nın kendisi değildir, asıl insandan öyle olmaması istenir.
(...)

Açıktır ki Freud kendi mitinde Yasa ile arzu arasında benzersiz bir denge; eğer ön eki ikilemem abes kaçmazsa bunlar arasında bir tür birlikte-uygunluk (co-conformite) bulur, zira ikisi ensest yasasında birbirine bağlıdır ve birbiri tarafından zorunlu kılınır, beraber doğarlar. Nereden doğarlar? Esas olarak "babanın katıksız zevki" varsayımından.

eğer bunun bize, çocuğun normal gelişiminde arzunun oluşumunun işaretini vereceği varsayılıyorsa, bunun neden daha ziyade nevrozlara yol açtığı sorusunu kendimize sormamız gerekmez mi?

Olduğu haliyle Başka'nın arzusuyla ilişkisi bakımından sapkınlığın işlevi üzerine yaptığım vurgunun neden önemli olduğu şimdi anlaşılır. Bu, Baba'nın ya da en üstün Varlık'ın işlevinin kelimesi kelimesine alınmasını, köşeye sıkışmasını temsil eder. Daima gizli ve anlaşılamaz olan zevkine göre değil de dünyanın düzeninde söz konusu olması itibarıyla arzusu bakımından harfiyen alman ezeli ve ebedi Tanrı -sapkı-nın kaygısını taşlaştırarak olduğu haliyle içine yerleştiği ilke işte budur.

Bunlar iki büyük kemerdir. İlkinde, normal olduğu söylenen arzu ile aynı düzeye koyulan, sapkın denen arzu birleşip kaynaşır. Sonrasında nevrozdan mistisizme giden fenomenler yelpazesini açmak üzere önce bu kemeri yerine koymak ve burada bir bütünün [yapının] söz konusu olduğunu anlamak gerekir.

Bana göre nevroz babanın arzusundan kaçıştan ayrılamaz, ki özne babanın arzusunun yerine baba'nın talebini koyar. Mistisizm, birazdan takdim edeceğim ve insanları rahatsız eden gelenek hariç, bütün geleneklerde bir arayış, yapı, çile, sam, ne isterseniz artık, Tanrının zevkine bir dalıştır. Buna karşılık, Yahudi mistisizminde, ardından İsevi sevgide ve en çok da nevrozda izlerini bulduğumuz şey, Tanrı'nın arzusunun yankısıdır ki bu arzu burada merkezi bir önemdedir.

***

Bu açıklamaları daha ileri götüremediğim için kusura bakmayın, ama en azından adını telaffuz etmeden sizden ayrılmak istemem; Yahudi-Hıristiyan geleneğinin özgül yansımasını takdim etmemi sağlayacak ilk adı.

Aslında bu gelenek bir Tanrının zevkinin değil, Musa'nın Tanrısı olan bir Tanrının arzusudur. Son tahlilde Freud'un kalemi Musa'nın Tanrısı karşısında yazmayı bırakmıştır. Ama Freud'un düşüncesi kaleminin bize aktardığının ötesine gider kuşkusuz. Bu Tanrı'nın adı yalnızca Ad'dır ki buna Şam (Shem) denir. Şam'ın ifade ettiği Ad'a gelince, her ne kadar bazılarınız telaffuzunu bilse de, açıklamış olduğum sebeplerden dolayı bu seneki seminerde onu hiç telaffuz etmedim. Hem zaten, sadece tek bir telaffuzu da yok, örneğin Ma'assot'u bize verdiklerine benzer pek çok telaffuzu var ve bunlar yüzyıllar içinde çeşitlilik göstermişler. Dahası, bu sözcüğün özelliği, Ad'ın bileşkesine giren harfler tarafından belirtilmesi ve bunların hep bazı sessiz harflerden seçilmiş olması.

***

Kitabı Mukaddes'in Çıkış kısmının altıncı babında, onun bedeni, -Kavod- olarak anlaşılması gereken, Onun görkemi diye çevrilen ve size bambaşka bir şey olduğunu göstermek istediğim, yanan çalıdan konuşan Elohim Musa'ya şöyle der: "Onlara gittiğinde, onlara benim adımın Ehyeh asher ehyeh, "Ben benim" [Je suis ce que je suis] olduğunu söyleyeceksin."

Benim [ben takip ediyorum]- ben kafileyim [kafileyi takip ediyorum]. Bu Benim'e, Benim'in Ad'ı olmaktan başka verilecek hiçbir anlam yoktur. Ama Elohim Musa'ya diyor ki, Ben kendimi atalarınıza bu Ad'la haber vermedim. Bu da, size semineri başlatmayı önerdiğim noktaya getiriyor bizi.

Filosofların ve bilginlerin Tanrısı değil İbrahim'in, İshak'ın, Yakup'un Tanrısı diye yazar Pascal Memorial'ın başına. İlk olarak sizi yavaş yavaş duymaya alıştırdığım şey söylenebilir, yani bir Tanrıyla gerçekte karşılaşıldığı. Her gerçek gibi o da erişilemezdir ve aldatmayanla, yani kaygı ile gösterilir. Kendini İbrahim'e, İshak'a ve Yakup'a haber veren Tanrı, bunu yanan çalıdaki Elohim'in ona seslendiği bir Ad ile yapar; El Shaddai diye okunur.

-

Septuaginta'nın çevirisini yapan Grekler bizden çok daha fazla malumat sahibiydiler. Onlar, Aziz Augustinus'un yaptığı gibi, Ehyeh asher ehyeh'ı Ben benim (Ego sum qui sum) diye değil, Ben olanım (Je suis celui qui est) diye çevirdiler -bu ise olanı (etant) belirtir, Emi to on, Ben Olanım-, yoksa Varlık'ı (etre), einai, değil. Bu doğru değil ama en azından bir anlamı var. Onlar Grekler gibi düşündüler; Tanrı en üstün Olandır: Ben (Je) = Olan (l'Etant).


İnsanları zihinsel alışkanlıklarından bugünden yarına öylece koparamayız, ama bir şey kesin, onlar El Shaddai'yi bizim gibi Her şeye gücü yeter, Kadir-i Mutlak diye çevirmediler, ihtiyatlı bir şekilde Theos diye tercüme ettiler. Theos onların Efendi, Kirios diye çevirmedikleri her şeye verdikleri addır, Kirios ise, Şam'a, yani benim telaffuz etmediğim Ad'a tahsis edilmiştir.


El Shaddai nedir? bunu size söylemek için, Cehennemin kapıları bile olsa, açmak için zorlamayacağım. Size söyleyebileceklerimi asli olan bir şey yoluyla takdim etmek niyetindeydim -işte Kierkegaard ile bir buluşma yeri-: Asli olan bu şey Yahudi geleneğinde Akedah, bağ diye adlandırılır, başka bir deyişle İbrahim'in kurbanı. İbrahim'in kurbanını, suretlerin yasak olmadığı bir kültürde resim geleneğinin onu gösterdiği gibi takdim etmek isterim size. Üstelik, Yahudilerde suretlerin/imgelerin neden yasak olduklarını ve zaman zaman Hristiyanların neden ateşli bir biçimde bunlardan kurtulmaya çalıştıklarını anlamak da ilginçtir.

Epinal tipte betimlemelere indirgenmiş de olsalar, bu suretleri size sunacağım. (...) Adlar burada değiller, ama suretler, baba metaforundan beri açıkladığım her şeyi yeniden bulabilesiniz diye tam takım buradalar.

Caravaggio'nun bu sahneye ilişkin yaptığı iki tablodan birini alalım. Bir oğlan var, başı küçük taştan sunağa bastırılmış. Çocuk acı çekiyor, yüzünü buruşturuyor. İbrahim'in bıçağı onun üstünde havaya kalkmış. Melek orada, Adı telaffuz edilmeyenin mevcudiyeti olarak.

Bir melek nedir? İşte birlikte ele alamayacağımız bir soru daha. Yine de Peder Teilhard de Chardin ile yaptığımız son sohbetle ilgili gülünç bir hikayeyi size anlatmak beni eğlendirecektir. Peder, ama bu melekler, bilince yükselişinizdir ve ondan çıkan sonuçlarla birlikte onları nasıl oldu da İncil'den sildiniz? Sanırım onu neredeyse ağlatıyordum. Bakın hele, gerçekten ciddi ciddi mi soruyorsunuz bunu bana? - Evet Peder, metinleri dikkate alıyorum, özellikle de temelde inancınızın dayandığı Kutsal yazılan. Onları gezegen diye adlandırdıktan sonra adamcağızın meleklerle ne işi olsundu ki?

Peder Teilhard'ın rızası olsun ya da olmasın işte bu melek engel olmak için İbrahim'in kolunu tutuyor. Bu melekle ilgili durum ne olursa olsun, El-Sahddai namına orada. Geleneksel olarak hep bu sıfatla görülmüştür. Kierkegaard'ın bizi içine sürüklediği dramın tüm dokunaklılığı bu sıfatla cereyan eder. Zira sonuçta, bu tutup zapt eden jestten önce, İbrahim oraya birşey için gelmiştir. Tanrı ona bir erkek evlat vermiştir, sonra da ona, onu gizemli bir randevunun gerçekleşeceği bu yere götürmesini buyurmuştur ve orada, onu kurban etmek üzere baba, bir koyun gibi, onun ellerini ayaklarına bağlamıştır. Benzer durumlarda genelde yapılageldiği gibi üzüntüye kapılmadan önce, erkek evladı yerel Elohim'e kurban etmenin hayli yaygın olduğunu hatırlayabilirdik, hem de sadece o dönemde değil, zira bu adet o kadar geç zamana kadar devam etmiştir ki Ad'ın meleğinin ya da Ad namına konuşan peygamberin yeniden başlamak üzere olan Yahudileri sürekli durdurması gerekmiştir.

Daha ileriye bakalım. Bu oğlan, onun tek oğlu. Bu doğru değil. O sıralar çoktan on dört yaşına basmış olan İsmail var. Ama Sarah'ın doksan yaşma kadar kısır olduğunun ortaya çıktığı bir gerçek ve İsmail'in, aile reisinin bir köleyle [Hacer] yatağını paylaşmasından doğmasının sebebi buydu.

El-Shaddai'nin gücü öncelikle şu bakımdan ispat edilir ki o, İbrahim'i erkek kardeşlerinin ve eşlerinin ortamından çekip çıkarabilmiş kişidir. Hem İncil'i okuduğunuz zaman, yılları hesapladığınızda, birçoğunun hâlâ hayatta olduğunu fark etmek eğlencelidir. Sam (Shem) otuz yaşındayken çocuk sahibi olduğuna, beş yüz yıl yaşadığına ve onun soy zinciri içinde yer alanlar da otuz yaşında çocuk sahibi olduğuna göre, İshak doğduğunda Sam'in ancak dört yüzüncü yaşına varılmış oluyor. Tabii, herkes okumayı benim gibi yapmayı sevmiyor.




Caravaggio, İshak'ın Kurban Edilişi

Ne olursa olsun, bu El-Shaddai'nin bu mucize çocuğun doğumuyla bir ilgisi var. Sarah bunu söyler -Ben yaşlı ve solmuş bir kadınım [Tekvin 18.12]. O dönemde menopozun var olduğu açıktır. O halde İshak mucize çocuktur, vaadin çocuğudur. Bu durumda İbrahim'in onun üzerine titrediğini tasavvur etmek zor değildir. Sarah bir zaman sonra ölür. O sıra, İbrahim'in etrafında pek çok kişi vardır, özellikle de oradaki varlığı açıklanamaz olan İsmail. Aile reisinin heybetli bir doğurtucu olduğu bellidir. Başka bir kadınla, Ketorah'la evlenir, ondan altı çocuğu olur. Yalnız bunlar, onu El Shaddai adına taşıyan kadının [Sarah] çocuğu gibi baraka almış [bereketli, Tanrının lütfü, rahmet, mukaddes] çocuklar değildirler.

El Shaddai Kadir-i Mutlak değildir, gücü halkının topraklarıyla sınırlıdır. Moab'ın tarafında yer alan bir başka Elohim tebaasına saldırganları püskürtmek için doğru hileyi gösterdiği zaman, bu işe yarar ve El Shaddai de onu beraberlerinde baskına götüren kabilelerle birlikte tabanları yağlar. El Shaddai seçendir, vaat edendir ve kendi adına belli bir ittifak kurdurandır, bu da tek yolla aktarılabilir, baba barakasıyla [lütfuyla, bereketiyle]. O aynı zamanda bir kadına doksan yaşına kadar bir erkek evlat ve yine insanlara başka şeyler de beklettirendir.

Burada İbrahim'in hissiyatına fazla ehemmiyet göstermediğim için bana sitem etmeyin, 11. yüzyılın sonunda Rachi diye biri tarafından, yani Fransa'da bir Alman Yahudisi olan Troyesli Haham Salomon ben Issac diye de bilinen biri tarafından yazılmış küçük bir kitabı açarsanız, daha tuhaf yorumlar okursunuz. İbrahim melekten orada İshak'ı kurban etmek için bulunmadığını öğrendiğinde, Rachi ona şunları söyletir: "Ne peki? Eğer öyleyse, boşuna mı geldim? En azından küçük bir yara açayım da kan çıksın. Bu hoşuna gider mi, Elohim?" Bunu dile getiren gayet sofu bir Yahudi ve yaptığı yorumlar da Mişna geleneğinden son derece saygı görür.

İşte bir erkek evlat ve iki babayla beraberiz.

Hepsi bu mu? Bereket versin ki Caravaggio tablolarında en görkemli biçimiyle sunulan Epinal tipte betimlemeler, hepsinin bu olmadığını bize hatırlatmak için buradalar. Böyle bir tabloda koç sağda ve bu resimde, geçen sene burada, görünmez halde, chofar, yani koç boynuzu şeklinde tanıttığım başı göreceksiniz. Bu boynuz tartışma götürmez biçimde bu baştan sökülmüş. Onun simgesel değerini sizin için derinleştirme fırsatım olmayacak, ama bu koçun ne olduğuyla bitirmek istiyorum.

Fobi söz konusu olduğunda hayvanın babanın metaforu olarak ortaya çıktığı doğru değildir. Fobi, Freud'un toteme atıfla söylediği gibi, daha önceki bir şeyin geri dönüşüdür sadece. Totem; son yaratılan olmaktan gurur duyması için o kadar da çok nedeni olmadığından, çamurdan yaratıldığından -ki bu başka hiçbir varlık için söylenmez- insanın kendine saygıdeğer atalar arayacağı anlamına gelir. Evrimciler olarak hâlâ aynı noktadayız, bize hayvan bir ata gerekiyor. İster Mişna'da, ister vecizeler ve özdeyişler olan Pirke Avot'da, yani Babalardan bölümlerde -bunlarla ilgilenebilecekler için söylüyorum, Talmud kadar hacimli değil, ona başvurabilirsiniz, Fransızca'ya da çevrildi- ister Rachi'de olsunlar, hangi pasajlara başvurduğumu sizlere söylemeyeceğim.

size vermek istediğim yalnız iki referans var. Rachi'nin kısa ve öz açıklamasına göre rabbinik gelenekte söz konusu olan koç ilk Koç'tur. Yaradılışın yedi gününden beri oradaydı, diye yazar, bu da onu ne ise o olarak, yani bir Elohim olarak tanımlar. Aslında, orada olan Adı telaffuz edilemeyen değildir sadece, ama bütün Elohimler söz konusudur. Koç geleneksel olarak Sami ırkının atası diye tanınır, İbrahim'i, hem de oldukça kısa bir yoldan, kökenlere bağlar. Dolaşık boynuzlu koç kendisini durduran çalılığa atılır. Bu çalılığın olduğu mahalde bulunan ve başka bir yerde uzun uzadıya yorumlanan bir şeyi göstermek isterdim size. Hayvan adak yerine dalar ve Adı telaffuz edilemeyen, İbrahim'e onu oğlunun yerine kurban etmesi için gösterdiği zaman, koçun neyin üzerine oraya oburca otlanmaya geldiği üstünde durmak gerekir. Bu koç ona adını verdiği için onun atası, ırkının Tanrısıdır.

Burada Tanrı'nın zevkini, bu gelenekte onun arzusu olarak cisimleşen şeyden ayıran keskin bıçak ağzı görülür. Mesele biyolojik kökenin önemini azaltmaktır. Muammanın anahtarı budur, burada Yahudi geleneğinin başka her yerde bulunan şeye karşı duyduğu tiksinti okunur. İbrani geleneği, bayramda, cemaati Tann'nın zevkiyle birleştiren metafizik-cinsel ritüellerden nefret eder. Tam tersine arzuyu zevkten ayıran yarığa özel bir değer verir.

Bu yarığın simgesini aynı bağlamda, yani El Shaddai'nin İbrahim ile olan ilişkisinde buluruz. Sünnet yasasının ilk olarak doğduğu yer burasıdır; bu kesilmiş küçük et parçasını halk ile onu seçmiş olanın arzusu arasındaki ahdin işareti haline getirir.

***

(sürecek)


Ben de içgözlemin kurbanıyım.
Sylvia Plath

Her bir sözcük, sessizlik ve hiçbirşeyliğin içinde gereksiz bir leke gibi...
Samuel Beckett

Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece...
Aşık Veysel

Tekrar ede ede bitirilemeyen keşif, tekrar ede ede bitirememenin keşfine dönüşür.
Maurice Blanchot

İletişim, bir iletişimsizlik düzeneğidir.
Lacan

Sonuçta hepsi kendini kandırmaktan ibaret, öyle değil mi..?
Marilyn Monroe

ex nihilo nihil fit
il n'y a pas de hors-texte

Konu pianola tarafından (24-10-2018 Saat 11:45 ) değiştirilmiştir.
Alıntı ile Cevapla