Tekil Mesaj gösterimi
  #1  
Alt 15-09-2006, 19:38
sargon - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
sargon sargon isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Onur Üyesi
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 01 Aug 2005
Bulunduğu yer: Isvicre
Mesajlar: 6.665

Onur Üyeliği Başarı Ödülü Başarı Ödülü 

Standart İslamcı "aydın"ların "yavşak" tartışması

Tartışma Yeni Şafak gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren'in yazdığı "İsmailağa ile başlayan gelişmeler üzerine..." yazısı ile başlıyor. Yazıyı sitemiz okurları için aktarıyorum. Koyu olarak gösterdiğim paragraf ile tartışma başlıyor.

İsmailağa ile başlayan gelişmeler üzerine...

*

* *-İsmailağa Camiinde bir cinayet işlendi, cinayeti işleyen de arkasından öldürüldü. Caninin linç edildiği iddiaları ortaya atıldı. Olayla ilgili en yalın gerçek şu: Ortada bir adli vak'a var. Bu araştırılacak, soruşturulacak, yargıda sonuç alınacak.

* *-Oysa olay, bu adli vak'a mahiyetinden çıkarılıp, cemaatlerle, tarikatlarla, onun üzerinden güvenlik bürokrasisindeki tasarruflarla, onun üzerinden hükümetle hesaplaşmaya dönüştü.

* **Evet bir cemaat - tarikat sorunu hep canlı kalsın, istenir. Bir takım insanlar, dini duyguların da sağladığı coşkuyla farklı alanlarda topluma hizmet vermeli mi, yoksa hep örtülü bir tehdit unsuru olarak mı algılanmalı? Devlet hep, bir takım vatandaşlarından tehdit potansiyeli mi üretmeli? Dolayısıyla devlet, hep bir kısım vatandaşı ile sorunlu mu olmalı? İsmailağa adı altında korkunç bir örgüt ortaya çıkarmak, bu mantığın tabii uzantısı gibi görünüyor. "Mahmut efendi için çete davası açılacak!" Bakın şu işe... Hasta yatağından kaldırıp mahkemeye çıkarmak sistem adına ne müthiş bir başarı olurdu!!! değil mi? Fethullah hoca için açtık! Yargıladık, yargıladık, ne oldu? Ne kazanıyoruz böyle yapmakla ülke adına?

* **Benim kanaatim şu ki, bu olay bahane edilerek, emniyet birimlerindeki farklı eğilimler birbirini altetmeye çalışıyorlar. Medyaya geçmiş dosyalardan bilgi servisi yapılıyor. Emniyet birimlerinin İsmailağa üzerine gitmediği, bunun sebebinin "emniyet içinde örgütlenmiş bulunan ideolojik yandaşlık" olduğu izlenimi oluşturulmak isteniyor.

* **Bundan sonraki adımda ise, iktidarı, dindar toplum kesimlerinin üzerine yürütmek, bunu yapmadığında "irticayı koruyor" propagandasını işletmek, bunu yaptığında ise, iktidarı toplumsal zemininden koparmak hesapları yatıyor.

* *-Bu meselede CHP lideri Baykal'ın tavrı ayrıca üzerinde durulmayı hakediyor. Baykal bu olayda İsmailağa cemaatini suçlarken, "devlet içinde devlet"temasına sarıldı. Ona göre "İsmailağa'nın bir tek bardağı eksik"ti. Bu üslupla Baykal, yargı sürecini çoktan geçmiş, polis, savcı ve hakimlik statüsünü çoktan üstlenmişti; kesecek, biçecekti. Hadise, Baykal'ın derinden akan dünyasını bir kere daha su yüzüne çıkarmıştı. O, arasıra muhafazakarlara da seslenir, onlardan da başbakanlık dilenir, ama o hassas noktaya geldiğinde, kendine sahip olamaz, dindar kesimlerin üzerine veryansın etmekten kendini alıkoyamaz. İnsan düşünüyor, böyle bir adli vak'ada, Baykal başbakan olsa acaba nasıl davranırdı, polisi "cemaat"in üstüne nasıl gönderir, ortalığı nasıl tarümar ederdi?

* *-Olayın tahlilinde üzerinde durulması gereken bir başka konu, "ülke insanlarının kıyafet üzerinden aşağılanması" meselesinin bir türlü gündemden düşmemiş olmasıdır. Giysileri sebebiyle insanları aşağılamak, belki en gaddar özgürlük katlidir. Çarşaflı bir kadının resmini çekip, altına aşağılayıcı ifadeler yazmak. "İşte Türkiye" yollu propagandalar geliştirmek, insanların sakalını, saçını, başındaki veya üzerindeki giysiyi gülünçlükle tanımlamak bir türlü önü alınamayan sapkınlıktır. İnsanları giysileri yüzünden beğenmeme hakkı, insanlara kıyafet dikte etme hakkı, modayı en iyi ben bilirim iddiası, "benim hoşuma gitmeyen giysiyi bile giyme hakkın yok" dayatmacılığı... Yani neresinden bakacaksınız bu yaklaşımın hangi çağın toplum - yönetim ilişkisini resmettiğini okumak için?

* *-Ve böyle zamanlarda, "dönekler" arzı endam ediyor. Güya içerden bilgiler verecekler, ama teslim alınmış kafa yapısıyla ve gittikleri yeni dünyanın kendi toplumuna karşı tepeden bakan jakoben duruşunu besleyecek nitelikte... Yaz vatandaş yaz, köşe verdiler sana, şimdi en kolay şey, geldiğin dünyaya sövmek, çünkü güçlülerin dünyasında görüyorsun kendini! Oysa ayıp, çirkin, aşağılık bir duruş o. Bir Brütüs duruşu. Bakıyorsun patronlarının gözlerine, onların gözlerindeki pırıltının nasıl bir satışla oluşacağını müthiş bir önsezi ile seziyorsun, sonra... sonrası malum... O yavşak üslup... Yavşak üslupla, medya karşısında güçsüz kalacağını hesapladığın insanların üzerine çamurla yüklen... Bu işleri ne yazık ki hep yavşaklar yapar.

* *Gelelim yeniden meselenin yalın niteliğine:

* *Ne var ortada?

* *Bir cinayet ve cinayeti işleyenin öldürülmesi...

* *Çalışsın yargı ve gerçeği ortaya çıkarsın. Herkes de işlediğinin bedelini ödesin. Ondan ötesi, yani bir topluluğu medyada yargısız infaza tabi tutmak, zaten açık biçimde yargıyı saptırma girişimi olacaktır.



Elbette böyle bir yazıya cevap gelecekti, hem de zehir zemberek, çünkü yazı direk Ahmet Hakan'ı hedefliyordu. İşte Ahmet Hakan'ın "İslami aydınların yükselişi ve düşüşü" başlıklı cevabı

İslamcı aydınların yükselişi ve düşüşü

HEY gidi günler hey!

Çok değil 20 yıl önceydi...

Nokta Dergisi, "Dinci Gençlik" kapağıyla çıkmıştı...

Hem sular seller gibi Kuran'ı bilen, hem de icabında Marx'tan haberdar yeni bir gençliğin doğduğunu haber veriyordu dergi.

Üniversite koridorlarında Ali Şeriati'nin "Dine karşı Din" kitabının bayrak gibi sallandığı günlerden söz ediyorum.

Seyyid Kutup'un "Yoldaki İşaretler" kitabının, "gençliğin rehber kitabı" haline dönüştüğü günler.

Abdurrahman Dilipak öyle nutuklar atardı ki, tüyleriniz diken diken olur, sanki Jean Paul Sartre Nobel Ödülü için konuşuyor sanırdınız.

Ali Bulaç, çağdaş kavramlar ve düzenleri hallaç pamuğu gibi dağıtıyor, "Müslüman sağcı olamaz" tezini yüksek sesle dile getiriyordu.

Refah Partisi'nin yüzde 6 oy aldığı, İsmet Özel'in bu açık yenilgiye rağmen "Bize yüzde 6 derler" diye afili sözler söylediği günlerdi.

Ahmet Taşgetiren ise içli ve yumuşak sesli konuşmalarıyla yürekleri dağlardı.

Hey gidi günler hey!

Yüzlerce kitap yayımlanırdı...

Bir ara çıkan aylık dergi sayısı 46'yı bulmuştu.

Marksistler imrenirdi bu duruma.

"İslamcı gençler çok okuyor" falan diye yorumlar yaparlardı.

Bunun adı, benzetmek gibi olmasın ama bir tür "İslami Rönesans" idi.

***

Sonra? Bir şey oldu. Tuhaf bir şey.

Holdingler çıktı: Herkes biraz parayı buldu.

Yerel iktidar oluştu: Herkes danışman oldu.

Ikına sıkına da olsa siyasi iktidarın bir ucundan tutuldu: Herkes ya müdür, ya da daire başkanı oldu.

Hiçbir şey olamayan ise "zoraki muhalif" olup, etkisiz mi etkisiz tezler ileri sürerek kişisel hınç peşinde koştu.

Böylece...

"Paranın bozan, iktidarın ise mutlak bozan bir etkisi vardır" ilkesi, bir kez daha kendisini dayattı ve bizim şanlı "Rönesans hareketi" fos diye sönüverdi.

Artık yeni "İslamcı aydın" tipi şudur:

Gettosundan çıkmaz. Gettodan çıkmaya yeltenene hain gözüyle bakar. Özgün bir tez ileri süremez. Bir-iki özeleştiri yapanı aforoz eder. Tutucu mu tutucu. Kendine güvensiz. Muktedirler "höt" deyince sesi soluğu kesilir.

***

İşte bakın:

Bir zamanlar "İslamcı sosyolog" diye selamladığımız Ali Bulaç abimiz, duyduğumuzda hepimizin yüzünü kızartan cümleyi nasıl da kolayca söyleyivermiş. Diyor ki:

"Bugün bilgi çok kolay ve ucuz ulaşılabilir hale geldi. Tıpkı modern kadın gibi."

Yine bakın:

O "karıncaezmez", yumuşak mı yumuşak, her daim ağlamaklı, her daim mülayim, sözüm ona "Peygamber ahlakıyla ahlaklanmış" Ahmet Taşgetiren abimiz, nasıl da ağzını bozuvermiş!

Tarikatlar konusunda yazdığım yazılardan yola çıkarak bana ağız dolusu küfür ediyor, "Yavşak" diyor.

Herhalde bu hakaretin ardından yeniden o mülayim üslubuna döner ve Altınoluk dergisinde "din ve ahlak" vaazları vermeyi sürdürür.

Oysa yavşaklık, tam da böyle bir şey değil midir?

Laikler karşısında bir iyi niyet ve tolerans abidesi gibi yükselmek için alabildiğine alttan al; kendi gettondan "aman da ne muhterem bir zat" alkışını kapmak için "ehli takva" pozlarına bürün; hesapsız kitapsız yazılar yazıp kafasına göre takılan Ahmet Hakan için ise "yavşak" diyerek hakaret et.

İşte bu da Taşgetiren'in gerilediği yerdir.

Ne dersiniz?

"Geçmiş olsun" demek kurtarır mı?

"Daha önce ben televizyona bakıyordum, şimdi televizyon bana bakıyor
Mısırlı bir gösterici
http://sargon.blogcu.com/
Alıntı ile Cevapla