Tekil Mesaj gösterimi
  #7  
Alt 30-07-2006, 00:20
soro soro isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kýdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 15 Apr 2006
Mesajlar: 1.882
soro - MSN üzeri Mesaj gönder soro - YAHOO üzeri Mesaj gönder
Standart Re: Evrim tartýþmalarý

aciklamalarimdan sen doyarmisin bilemem.
bu meseleyi ben kafamda toparlayamam ve izah edemem.
gozle gorulmeyen Allahtir.
kainattaki herseyin iki yuzu vardir.
mulk ve melekut.
bizim muhatap oldugumuz mulk cihetidir.biyoloji ondaki harikalari okur bize de okutur.bilimlerin sahasi burasidir.bu alem meleku aleminin ustunde perdedir.Allah burada icraatlarina gordugumuz ve bilimin musahede ettigi sebepleri ve kanunlari perde olarak koymus ve imtihan sirrinca kendini gizlemistir.
melekut ciheti ise,perdesiz dogrudan Allahin tasarrufunun musahede edildigi alemdir.

"Kudret-i Ezeliye, en evvel eþyanýn melekût, yani iç yüzüne taalluk eder." (Ý: 76)
.................
.................
..............
biyoloji terimleriyle melekut cihetini anlatamayiz ki,risale-i nurun dili de onun icin baska alemlerdeki ifadeleri anlattigi icin gunluk dilimizle birebir denk gelmez cogu zaman.
ilim,irade,kudret.hikmet ,sanat,....gibi kavramlar biyolojinin alanina girmez bu ayri bir marifetullah ilminin istilahi veya jargonudur.ve anlamlari gunluk ifadelerimizden farkli kullanilir.

"Herbir þey’e, hususan herbir zîhayata pek çok müþevveþ ihtimalât içinde, muayyen bir ihtimal ile ve pek çok akîm yollar içinde neticeli bir yol ile ve pek çok imkânat içinde mütereddid iken gayet muntazam bir teþahhus verilmesi; hadsiz cihetlerle bir irade-i külliyeyi gösteriyor. Çünki herþey’in vücudunu ihata eden hadsiz imkânat ve ihtimalât içinde ve semeresiz akîm yollarda ve karýþýk ve yeknesak sel gibi mizansýz akan camid unsurlardan gayet hassas bir ölçü ile, nazik bir tartý ile ve gayet ince bir intizam ile, nazenin bir nizam ile verilen mevzun þekil ve muntazam teþahhus; bizzarure ve bilbedahe belki bilmüþahede, bir irade-i külliyenin eseri olduðunu gösterir. Çünki hadsiz vaziyetler içinde bir vaziyeti intihab etmek; bir tahsis, bir tercih, bir kasd ve bir irade ile olur ve amd ve arzu ile tahsis edilir. Elbette tahsis, bir muhassýsý iktiza eder. Tercih, bir müreccihi ister. Muhassýs ve müreccih ise iradedir. Meselâ: Ýnsan gibi yüzler muhtelif cihazat ve âlâtýn makinasý hükmünde olan bir vücudun, bir katre sudan.. ve yüzer muhtelif azasý bulunan bir kuþun, basit bir yumurtadan.. ve yüzer muhtelif kýsýmlara ayrýlan bir aðacýn, basit bir çekirdekten icadlarý; kudret ve ilme þehadet ettikleri gibi, gayet kat’î ve zarurî bir tarzda onlarýn Sani’inde bir irade-i külliyeye delalet ederler ki, o irade ile, o þey’in herþey’ini tahsis eder ve o irade ile her cüz’üne, her uzvuna, her kýsmýna ayrý, has bir þekil verir, bir vaziyet giydirir."


gibi ifadeler veya,

"Üçüncüsü: Þu kâinatta, þu görünen tasarrufat ve ef’al ile hükmeden Sâni’-i Kadîr’in kudretine nisbeten, en büyük küll en küçük cüz’ kadar kolay gelir. Efradça kesretli bir küllînin icadý, bir tek cüz’înin icadý kadar sühuletlidir. Ve en âdi bir cüz’îde, en yüksek bir kýymet-i san’at gösterilebilir. Þu hakikatýn sýrr-ý hikmeti üç menba’dan çýkar:
Evvelâ: Ýmdad-ý vâhidiyetten.
Sâniyen: Yüsr-ü vahdetten.
Sâlisen: Tecelli-i ehadiyetten.
Birinci menba’ olan imdad-ý vâhidiyet: Yani herþey ve bütün eþya, bir tek zâtýn mülkü olsa; o vakit vâhidiyet cihetiyle herbir þey’in arkasýnda, bütün eþyanýn kuvvetini tahþid edebilir. Ve bütün eþya, birtek þey gibi kolayca idare edilir. Þu sýrrý, þöyle bir temsil ile fehme takrib için deriz; meselâ: Nasýlki bir memleketin tek bir padiþahý bulunsa, o padiþah o vahdet-i saltanat kanunu cihetiyle, herbir neferin arkasýnda bir ordu kuvvet-i maneviyesini tahþid edebilir.. ve edebildiði için; o tek nefer, bir þahý esir edebilir ve þahýn fevkinde padiþahý namýna hükmedebilir. Hem o padiþah, vâhidiyet-i saltanat sýrrýyla, bir neferi ve bir memuru istihdam ve idare ettiði gibi, bütün orduyu ve bütün memurlarýný idare edebilir. Güya vâhidiyet-i saltanat sýrrýyla herkesi, herþey’i, bir ferdin imdadýna gönderebilir. Ve herbir ferdi, bütün efrad kadar bir kuvvete istinad edebilir; yani ondan meded alabilir. Eðer o vâhidiyet-i saltanat ipi çözülse ve baþýbozukluða dönse; o vakit herbir nefer, hadsiz bir kuvveti birden kaybedip, yüksek bir makam-ý nüfuzdan sukut eder, âdi bir adam makamýna gelir. Ve onlarýn idare ve istihdamlarý, efrad adedince müþkilat peyda eder. Aynen öyle de ]«V²2«ž²!ö*u«C«W²7!ö¬yÁV¬7«:ö (<16,60>) þu kâinatýn Sani’i, Vâhid olduðundan; herbir þeye karþý, bütün eþyaya müteveccih olan esmayý tahþid eder. Ve nihayetsiz bir san’atla, kýymetdar bir surette icad eder. Lüzum olsa, bütün eþya ile birtek þey’e bakar, baktýrýr, meded verir ve kuvvetli yapar. Ve bütün eþyayý dahi o vâhidiyet sýrrýyla; birtek þey gibi icad eder, tasarruf eder, idare eder.
Ýþte, þu imdad-ý vâhidiyet sýrrýyladýr ki; þu kâinatta nihayet derecede mebzuliyet ve ucuzluk içinde, nihayet derecede san’atça ve kýymetçe yüksek ve âlî bir keyfiyet görünüyor.

M:247
Ýkinci menba’ olan yüsr-ü vahdet: Yani birlik usûlüyle bir merkezde, bir elden, bir kanunla olan iþler; gayet derecede kolaylýk veriyor. Müteaddid merkezlere, müteaddid kanuna, müteaddid ellere daðýlsa müþkilât peyda eder. Meselâ: Nasýlki bir ordunun bütün neferatýnýn bir merkezden, bir kanunla, bir kumandan-ý a’zam emriyle esasat-ý techiziyeleri yapýlsa; birtek nefer kadar kolay olur. Eðer ayrý ayrý fabrikalarda, ayrý ayrý merkezlerde techizatlarý yapýlsa; bir ordunun techizine lâzým olan bütün askerî fabrikalar, birtek neferin techizatý için lâzým gelir. Demek eðer vahdete istinad edilse; bir ordu, bir nefer kadar kolay olur. Eðer vahdet olmazsa; bir nefer, bir ordu kadar techizin esasatý cihetinde müþkilât peyda eder. Hem bir aðacýn meyvelerine -vahdet noktasýnda- bir merkeze, bir kanuna, bir köke istinaden madde-i hayatiye verilse; binler meyveler, tek bir meyve gibi kolay olur. Eðer herbir meyve, ayrý ayrý merkeze rabtedilse ve ayrý ayrý yerden mevadd-ý hayatiyeleri gönderilse; herbir meyve, bütün aðaç kadar müþkilât peyda eder. Çünki bütün aðaca lâzým olan mevadd-ý hayatiye, herbir meyve için dahi lâzýmdýr. Ýþte þu iki temsil gibi, ]«V²2«ž²!ö*u«C«W²7!ö¬yÁV¬7«:ö (<16,60>) þu kâinatýn Sani’i, Vâhid-i Ehad olduðu için, vahdetle iþ görür ve vahdetle iþ gördüðü için, bütün eþya birtek þey kadar kolay olur. Hem birtek þeyi, san’atça bütün eþya kadar kýymetli yapabilir. Ve hadsiz efradý, gayet kýymetdar bir surette icad ederek; þu görünen hadsiz mebzuliyet ve nihayetsiz ucuzluk lisanýyla, cûd-u mutlakýný gösterir ve hadsiz sehavetini ve nihayetsiz hallakýyetini izhar eder.
Üçüncü menba’ olan tecelli-i ehadiyet: Yani Sani-i Zülcelal cisim ve cismanî olmadýðý için, zaman ve mekân onu kayýd altýna alamaz. Ve kevn ü mekân, onun þuhuduna ve huzuruna müdahale edemez. Ve vesait ve ecram, onun fiiline perde çekemez. Teveccühünde tecezzi ve inkýsam olmaz. Bir þey, bir þey’e mani olmaz. Hadsiz ef’ali, bir fiil gibi yapar. Onun içindir ki; bir çekirdekte koca bir aðacý manen dercettiði gibi, bir âlemi birtek ferdde dercedebilir. Bütün âlem, birtek ferd gibi dest-i kudretinde çevrilir. Þu sýrrý baþka Sözlerde izah ettiðimiz gibi, deriz ki: Nasýlki nuraniyet itibariyle bir derece kayýdsýz olan Güneþ’in timsali, herbir cilalý parlak þeyde temessül eder. Binlerle, milyonlarla âyineler nuruna mukabil gelse, birtek âyine gibi inkýsam etmeden bizzât herbirinde cilve-i misaliyesi bulunur. Eðer âyinenin istidadý olsa, Güneþ azametiyle onda âsârýný gösterebilir. Bir þey, bir þey’e mani olamaz. Binler, bir gibi ve binler yere, bir yer gibi kolay girer. Herbir yer, binler yer kadar o güneþin cilvesine mazhar olur. Ýþte

M:248
]«V²2«ž²!ö*u«C«W²7!ö¬yÁV¬7«:ö (<16,60>) þu kâinat Sani’-i Zülcelalinin nur olan bütün sýfâtýyla ve nuranî olan bütün esmasýyla, teveccüh-ü ehadiyet sýrrýyla öyle bir tecellisi var ki; hiçbir yerde olmadýðý halde, heryerde hazýr ve nâzýrdýr. Teveccühünde inkýsam olmaz. Ayný anda, her yerde, külfetsiz, müzahamesiz her iþi yapar.
Ýþte þu imdad-ý vâhidiyet ve yüsr-ü vahdet ve tecelli-i ehadiyet sýrrýyladýr ki; bütün mevcudat, birtek Sani’a verildiði vakit; o bütün mevcudat, bir tek mevcud gibi kolay ve sühuletli olur. Ve herbir mevcud, hüsn-ü san’atça, bütün mevcudat kadar kýymetli olabilir. Nasýlki mevcudatýn hadsiz mebzuliyeti içinde, herbir ferdde hadsiz dekaik-ý san’atýn bulunmasý bu hakikatý gösteriyor. Eðer o mevcudat, doðrudan doðruya birtek Sani’a verilmezse; o zaman herbir mevcud, bütün mevcudat kadar müþkilatlý olur ve bütün mevcudat, birtek mevcud kýymetine sukut eder, iner. Þu halde ya hiçbir þey vücuda gelmeyecek veya gelse de kýymetsiz, hiçe inecektir.
Ýþte þu sýrdandýr ki: Ehl-i felsefenin en ziyade ileri gidenleri olan Sofestaîler, tarîk-ý haktan yüzlerini çevirdiklerinden, küfür ve dalalet tarîkýna bakmýþlar; görmüþler ki: Þirk yolu, tarîk-ý haktan ve tevhid yolundan yüzbin defa daha müþkilâtlýdýr, nihayet derecede gayr-ý makuldür. Onun için bilmecburiye herþey’in vücudunu inkâr ederek akýldan istifa etmiþler.
Dördüncüsü: Þu kâinatta þu görünen ef’al ile tasarruf eden Zât-ý Kadîr’in kudretine nisbeten Cennet’in icadý, bir bahar kadar kolay ve bir baharýn icadý, bir çiçek kadar kolaydýr. Ve bir çiçeðin mehasin-i san’atý ve letaif-i hilkati, bir bahar kadar letafetli ve kýymetli olabilir. Þu hakikatýn sýrrý üç þeydir:
Birincisi: Sani’deki vücub ile tecerrüd.
Ýkincisi: Mahiyetinin mübayenetiyle adem-i takayyüd.
Üçüncüsü: Adem-i tahayyüz ile adem-i tecezzidir.
Birinci Sýr: Vücub ve tecerrüdün hadsiz kolaylýða ve nihayetsiz sühulete sebebiyet vermeleri, gayet derin bir sýrdýr. Onu bir temsil ile fehme takrib edeceðiz. Þöyle ki:
Vücud mertebeleri muhteliftir. Ve vücud âlemleri ayrý ayrýdýr. Ayrý ayrý olduklarý için, vücudda rüsuhu bulunan bir tabaka-i vücudun bir zerresi, o tabakadan daha hafif bir tabaka-i vücudun bir daðý kadardýr

M:249
ve o daðý istiab eder. Meselâ: Âlem-i þehadetten olan kafadaki hardal kadar kuvve-i hâfýza âlem-i manadan bir kütübhane kadar vücudu içine alýr. Ve âlem-i haricîden olan týrnak kadar bir âyine-i vücudun, âlem-i misal tabakasýndan koca bir þehri içine alýr. Ve o âlem-i haricîden olan o âyine ve o hâfýzanýn þuurlarý ve kuvve-i icadiyeleri olsaydý, bir zerrecik vücud-u haricîleri kuvvetiyle, o vücud-u manevîde ve misalîde hadsiz tasarrufat ve tahavvülât yapabilirlerdi. Demek vücud rüsuh peyda ettikçe, kuvvet ziyadeleþir; az bir þey, çok hükmüne geçer. Hususan vücud rüsuh-u tam kazandýktan sonra, maddeden mücerred ise, kayýd altýna girmezse; o vakit cüz’î bir cilvesi, sair hafif tabakat-ý vücudun çok âlemlerini çevirebilir.
Ýþte ]«V²2«ž²!ö*u«C«W²7!ö¬yÁV¬7«:ö(<16,60>) þu kâinatýn Sani’-i Zülcelali, Vâcib-ül Vücud’dur. Yani: Onun vücudu zâtîdir, ezelîdir, ebedîdir, ademi mümteni’dir, zevali muhaldir ve tabakat-ý vücudun en rasihi, en esaslýsý, en kuvvetlisi, en mükemmelidir. Sair tabakat-ý vücud, onun vücuduna nisbeten gayet zaîf bir gölge hükmündedir. Ve o derece vücud-u Vâcib rasih ve hakikatlý ve vücud-u mümkinat o derece hafif ve zaîftir ki; Muhyiddin-i Arabî gibi çok ehl-i tahkik, sair tabakat-ý vücudu, evham ve hayal derecesine indirmiþler; «x*;öÅž¬!ö«(x*%²x«8ö«žödemiþler. Yani: Vücud-u Vâcib’e nisbeten baþka þeylere vücud denilmemeli; onlar, vücud ünvanýna lâyýk deðillerdir diye hükmetmiþler.
Ýþte Vâcib-ül Vücud’un hem vâcib, hem zâtî olan kudretine karþý; mevcudatýn hem hâdis, hem ârýzî vücudlarý ve mümkinatýn hem kararsýz, hem kuvvetsiz sübutlarý; elbette nihayet derecede kolay ve hafif gelir. Bütün ruhlarý haþr-i a’zamda ihya edip muhakeme etmek; bir baharda, belki bir bahçede, belki bir aðaçta haþr ü neþrettiði yaprak ve çiçek ve meyveler kadar kolaydýr.
Ýkinci Sýr: Mübayenet-i mahiyet ve adem-i takayyüdün kolaylýða sebebiyeti ise þudur ki: Sani’-i Kâinat, elbette kâinat cinsinden deðildir. Mahiyeti, hiçbir mahiyete benzemez. Öyle ise: Kâinat dairesindeki manialar, kayýtlar onun önüne geçemez; onun icraatýný takyid edemez. Bütün kâinatý birden tasarruf edip çevirebilir. Eðer kâinat yüzündeki görünen tasarrufat ve ef’al, kâinata havale edilse, o kadar müþkilât ve karýþýklýða sebebiyet verir ki; hiçbir intizam kalmadýðý gibi, hiçbir þey dahi vücudda kalmaz; belki vücuda gelemez. Meselâ: Nasýlki

M:250
kemerli kubbelerdeki ustalýk san’atý, o kubbedeki taþlara havale edilse ve bir taburun zabite ait idaresi, neferata býrakýlsa; ya hiç vücuda gelmez veyahut çok müþkilât ve karýþýklýk içinde intizamsýz bir vaziyet alacak. Halbuki o kubbelerdeki taþlara vaziyet vermek için, taþ nev’inden olmayan bir ustaya verilse ve taburdaki neferatýn idaresi, mertebe itibariyle zabitlik mahiyetini haiz olan bir zabite havale edilse; hem san’at kolay olur, hem tedbir ve idare sühuletli olur. Çünki taþlar ve neferler birbirine mani’ olurlar; usta ve zabit ise, manisiz her noktaya bakar, idare eder.
Ýþte ]«V²2«ž²!ö*u«C«W²7!ö¬yÁV¬7«:ö (<16,60>) Vâcib-ül Vücud’un mahiyet-i kudsiyesi, mahiyat-ý mümkinat cinsinden deðildir. Belki bütün hakaik-i kâinat, o mahiyetin esma-i hüsnasýndan olan Hak isminin þualarýdýr. Madem mahiyet-i mukaddesesi hem Vâcib-ül Vücud’dur, hem maddeden mücerreddir, hem bütün mahiyata muhaliftir; misli, misali, mesîli yoktur. Elbette o Zât-ý Zülcelal’in o kudret-i ezeliyesine nisbeten bütün kâinatýn idaresi ve terbiyesi; bir bahar, belki bir aðaç kadar kolaydýr. Haþr-i a’zam ve dâr-ý âhiret, Cennet ve Cehennem’in icadý; bir güz mevsiminde ölmüþ aðaçlarýn yeniden bir baharda ihyalarý kadar kolaydýr.
Üçüncü Sýr: Adem-i tahayyüz ve adem-i tecezzinin nihayet derecede olan kolaylýða sebebiyet vermelerinin sýrrý ise þudur ki: Madem Sani’-i Kadîr mekândan münezzehtir, elbette kudretiyle her mekânda hazýr sayýlýr. Ve madem tecezzi ve inkýsam yoktur; elbette her þeye karþý, bütün esmasýyla müteveccih olabilir. Ve madem heryerde hazýr ve herþey’e müteveccih olur.. öyle ise mevcudat ve vesait ve ecram onun ef’aline mümanaat etmez, ta’vik etmez, belki hiç lüzum yok. Faraza lüzum olsa, elektriðin telleri gibi ve aðacýn dallarý gibi ve insanýn damarlarý gibi; eþya, vesile-i teMilat ve vasýta-i vusul-ü hayat ve sebeb-i sür’at-i ef’al hükmüne geçer. Ta’vik, takyid, men’ ve müdahale þöyle dursun; belki teMil ve tesri’ ve îsale vesile hükmüne geçer. Demek Kadîr-i Zülcelal’in tasarrufat-ý kudretine herþey itaat ve inkýyad cihetinde -ihtiyaç yok- eðer ihtiyaç olsa kolaylýða vesile olur.
Elhasýl: Sani’-i Kadîr külfetsiz, mualecesiz, sür’atle, sühuletle herþey’i o þey’e lâyýk bir surette halkeder. Külliyatý, cüz’iyat kadar kolay icad eder. Cüz’iyatý, külliyat kadar san’atlý halkeder. Evet külliyatý ve semavatý ve arzý halkeden kimse, semavat ve arzda olan cüz’iyatý ve efrad-ý zîhayatiyeyi halkeden elbette yine odur ve ondan baþka olamaz. Çünki o küçük cüz’iyat; o külliyatýn meyveleri, çekirdekleri,

M:251
misal-i musaggarlarýdýr. Hem o cüz’iyatý icad eden kim ise, cüz’iyatý ihata eden unsurlarý ve semavat ve arzý dahi o halketmiþtir. Çünki görüyoruz ki; cüz’iyat külliyata nisbeten birer çekirdek, birer küçük nüMa hükmündedir. Öyle ise o cüz’îleri halkeden zâtýn elinde, anasýr-ý külliye ve semavat ve arz bulunmalýdýr. Tâ ki, hikmetinin düsturlarýyla ve ilminin mizanlarýyla o küllî ve muhit mevcudatýn hülâsalarýný, manalarýný, nümunelerini; o küçücük misal-i musaggarlar hükmünde olan cüz’iyatta dercedebilsin. Evet acaib-i san’at ve garaib-i hilkat noktasýnda cüz’iyat, külliyattan geri deðil; çiçekler, yýldýzlardan aþaðý deðil; çekirdekler, aðaçlarýn madûnunda deðil; belki çekirdekteki nakþ-ý kader olan manevî aðaç, baðdaki nesc-i kudret olan mücessem aðaçtan daha acibdir. Ve hilkat-ý insaniye, hilkat-ý âlemden daha acibdir. Nasýlki bir cevher-i ferd üstünde, esîr zerratýyla bir Kur’an-ý hikmet yazýlsa, semavat yüzündeki yýldýzlarla yazýlan bir Kur’an-ý azametten kýymetçe daha ehemmiyetli olabilir. Öyle de; çok küçük cüz’iyatlar var, mu’cizat-ý san’atça külliyattan üstündür.
Beþincisi: Sâbýk beyanatýmýzda, icad-ý mahlukatta görünen hadsiz kolaylýk, gayet derecede çabukluk, nihayetsiz sür’at-i ef’al, nihayetsiz sühuletle icad-ý eþyanýn sýrlarýný, hikmetlerini bir derece gösterdik. Ýþte þu nihayetsiz sür’at ve hadsiz sühuletle vücud-u eþya, ehl-i hidayete þöyle kat’î bir kanaat verir ki: Mahlukatý icad eden zâtýn kudretine nisbeten; Cennetler baharlar kadar, baharlar bahçeler kadar, bahçeler çiçekler kadar kolay gelir. ¯?«G¬&!«:ö¯j²S«X«6öÅž¬!ö²v*U*C²Q«"ö«ž«:ö²v*U*T²V«' ö@«8ö (<31,28>) sýrrýyla, nev’-i beþerin haþr ü neþri, birtek nefsin imate ve ihyasý gibi sühuletlidir. «–:*h«N²E*8ö@«X²<«G«7ö°p[¬W«%ö²v*;!«)¬@«4ö®?«G¬&!«:ö®^«E²[«.öÅž¬!ö²a«9@«6ö²–¬!ö (<36,53>) tasrihiyle, bütün insanlarý haþirde ihya etmek; istirahat için daðýlan bir orduyu bir boru sesiyle toplamak kadar kolaydýr.
Ýþte þu hadsiz sür’at ve nihayetsiz sühulet, bilbedahe kudret-i Sani’in kemaline ve herþey ona nisbeten kolay olduðuna delil-i kat’î ve bürhan-ý yakînî olduðu halde; ehl-i dalaletin nazarýnda, Sani’in kudretiyle eþyanýn teþkili ve icadý -ki, vücub derecesinde sühuletlidir. Bin derece muhal olan- kendi kendine teþekkül ile iltibasa sebeb olmuþtur. Yani bazý âdi þeylerin vücuda gelmelerini çok kolay gördükleri için, onlarýn teþkilini, teþekkül tevehhüm ediyorlar. Yani icad edilmiyorlar, belki kendi kendine vücud buluyorlar. Ýþte gel ahmaklýðýn nihayetsiz derecatýna

M:252
bak ki; nihayetsiz bir kudretin delilini, onun ademine delil yapar; nihayetsiz muhalât kapýsýný açar. Çünki o halde Sani’-i Âlem’e lâzým olan nihayetsiz kudret ve muhit ilim gibi evsaf-ý kemal, her mahlukun her zerresine verilmek lâzým gelir; tâ kendi kendine teþekkül edebilsin."



gibi sayisiz ifadelerin degerlendirmesini yapabilmek gerekmektedir.bunlari kisa bir ornek icin yazdim.
Alıntı ile Cevapla