Muhammed Hamidullah :
1134. Hadis, Muhammed (AS)’in sahabeleri arasinda yaptigi, söyledigi ya da yapilmasini hosgörü ile karsiladigi seylerin anlatimidir. Burada, binlerce kaynaktan gelen parça parça anlatimlarin bir araya getirilmesi söz konusudur. Her bir anlatimda Resulullah’in bir sahabesi bizzat tanik oldugu bir olayi anlatip nakletmektedir. Kuskusuz bu tür bilgilerin nakli, hem sifahî olarak, yani agizdan, hem de yazili olarak yapilmistir. Asagida da görecegimiz gibi Resulullah’in sözlerinin mecmualar halinde yazili olarak derlenerek bir araya getirilmesi, kendisi henüz hayatta iken zaten baslamis bulunuyordu; zira Resulullah’i ziyaret edip onunla görüsen birçok kimse, onunla yapmis oldugu konusmalari ve tanik oldugu olaylari yazili bir biçimde tespit etmeye baslamislardi. Daha sonraki kusaklar arasindan çikan arastirmacilar ise, çok sayidaki sahabenin hatiralarini ve naklettikleri bilgileri bir tek kitapta toplayarak, daha tam ve daha mükemmel hadis derlemeleri meydana getirdiler. Daha sonraki kusaklar ise çok daha gelismis eserler kaleme almis olup, bugün bu hadis kitaplarinin bir çogu elimizde bulunmaktadir. Bunlardan altisi (Kütüb-i Sitte), yazarlarinin derleyip bir araya getirdigi hadis kitaplari olup, digerlerine göre daha dogru ve daha sahîh kabul edilmis, adetâ resmî nitelikli eserlerdir. Ayrica burada, Islâm hukukunun ve Islâm inancinin ikinci ana kaynagi olan Hadis derlemelerinin Kur’an’dan sonra ikinci sirada geldigine isaret etmek gerekir.
Bunun nedeni, Kur’an’in bizzat Resulullah’in denetim ve kontrolü altinda yaziyla tespit edilmis olmasi, buna karsilik Hadisin özel sahislar tarafindan tespit ve nakil edilmis olmasi ve ayrica bütün bu tespitlerin yetkili kisi ve makamlarca herhangi bir denetimden geçirilmemis olmasidir. Hadis sadece kisisel gayret ve çabalara dayanir ve bireysel çalismalarin ürünü olan derlemeler ve hatta tek bir anlatim, bu olayi nakledenlerin ve bunlari seçip siniflandirarak eserine alan kimselerin zihinsel kabiliyet, yatkinlik ve güvenilirlikleri oraninda kabul görür.
Bu güvenilirlik sartini ararken, hadisi nakleden kisinin olayin öncesi ve sonrasi ile ilgili durumlara ne derece hakim oldugu da göz önünde bulundurulur: Anlatimi nakleden kimsenin o siradaki yasi, aklî ve zihinsel yapisi, hafiza derecesi, kisiligi, güvenilir biri olup olmadigi, onun anlatimlarinin muhafaza ve naklinde kendisinden sonra gelenlerin gösterdikleri itina ve titizlik vb. gibi. Resulullah’in sahabeleri arasindan çikan ilk devir Islâm bilginlerinin sayisi yüz binlerle ifade edilmektedir. Klasik dönemde yasamis (Selefiyyûn’dan) bir hadis mütehassisinin ifadesine göre, bunlar arasindan yüz bini askin insan, kendilerine dinlerini ögretmis olan Muhammed (AS) hakkinda bize en az bir hadis nakletmis bulunmaktadir. Yine bunlardan elli kadarinin Resulullah’tan sonra 50 veya daha fazla yil yasamis oldugu bilinmektedir. Örnegin, Ebu’t-Tufeyl, H. 110 yilinda, yani Muhammed (AS)’in vefatindan 100 yil sonra; Hirmâs ibn Ziyâd H. 102 de; Mahmûd ibn Rabî’ ise H. 99 yilinda vefat etmislerdir. Bütün bu sahabeler, halifelik döneminde basta Misir, Suriye, Mezopotamya olmak üzere ülkenin her yerine dagilmislardi. Resulullah (AS)’in sahabelerinin tamaminin okuyup yazmayi bilmedikleri bir gerçektir. Bunlardan bazilari, Resulullah’tan duydugu yahut ondan gördügü seyleri kaydedecek durumda da degildi. Ihtiyaç duyduklarinda yasanilan olaylari hafizalarinda canlandiriyorlardi. Bunlar genellikle, ögrencilerine ya da diger arastirmacilara, Resulullah’in vaktiyle sarf ettigi bir söz veya takindigi tavirla ilgili olarak hafizalarinda kalmis olan seyleri sözlü olarak anlatip nakletmislerdir. Elimizde sahabe neslinden gelen ve bizzat onlar tarafindan bir araya getirilmis birkaç hadis derlemesi olmakla birlikte, diger mecmualar bunlarin ögrencileri tarafindan meydana getirilmislerdir.
İslamiyette köle anlayışı
diyanet işleri başkanlığı:
Köle ve cariye, hukukî, iktisadî ve sosyal bakımdan hür insanlara göre daha aşağı bir statüde bulunan bir sınıfın adıdır.
Tarihin eski çağlarından beri yeryüzünde mevcut ve yaygın bir olgu olan kölelik, islâm'ın öngördüğü ve teşvik ettiği bir durum değildir. Bilakis, indiği dönemde sosyal bir gerçeklik olan bu olguyu tedricen tasfiye etmeyi planlamış, bu arada, kölelerin durumlarını iyileştirmeyi sağlayacak ön tedbirleri almış ve altyapıyı kurmaya öncelik vermiştir.
Bu amaçla, köleliğin diğer sun'î kaynaklarını kaldırarak,
sadece savaşı, kölelik kaynağı olarak kabul etmiştir. Müslümanların savaşta almış oldukları savaş esirleri, karşılıksız olarak veya kurtuluş fidyesi alınarak serbest bırakılabileceği gibi (Muhammed, 47/4), gerektiğinde köle ve cariye de yapılabilir.
Bu da, düşmanın Müslüman esirlere ne yaptığına, kamu yararına ve diğer şartlara bağlıdır. Düşmanın, eline geçirdiği Müslüman esirleri köle ve cariye yaparak toplumunun iktisadi yapısını kuvvetlendirip, Müslümanları zaafa uğrattığı bir durumda, Müslümanların aldıkları esirleri salıvermelerini istemek makul olmasa gerektir.
Köleliğin ıslah ve zamanla tasfiyesi amacıyla islâm'da, kölelerin eğitilmesi, hürriyete hazırlanarak faydalı bir kimse haline getirilmesi ve hür kılınması konusunda teşvik ve tedbirler getirilmiştir; sürekli olarak ve değişik vesilelerle köle azat edilmesi tavsiye edilmiş, hatta keffaretlerde olduğu gibi, bazı durumlarda bunu dini bir zorunluluk haline getirmiştir.
Zamanla kölelik ve cariyelik müessesesi tasfiye edilmiş ve uluslar arası hukukla tamamen ortadan kalkmıştır. Ancak unutulmamalıdır ki, "cariyelik ve kölelik" islâm'ın getirdiği bir sistem değildir. islâm geldiği zaman dünya genelinde bu uygulama vardı. Uluslararası ilişkilerde "mütekabiliyet" esas olduğu için islâmiyet bu sistemi hemen kaldırmamış, köle ve cariyeler için hukuki bir statü tayin ederek onlara o güne kadar görülmemiş haklar vermiş; aldığı köklü tedbirlerle nihai olarak kaldırmayı kendisine hedef seçmiştir.
islam bazı haramları aşama aşama ortadan kaldırmıştır. Nitekim içki yasağı da aşama aşama kaldırılmıştı Çünkü toplumu o haramın kaldırılacağı ortama hazırlamak lazımdır. Bu da belli bir eğitim, aşama, zaman gerektiriyordu. Bu aynı zamanda yapılacak tüm toplumsal değişikliklerin de süreç içinde yapılması gerektiğini müminlere ders veriyordu. Amerika, Kuzey-Güney iç savaşından sonra bir hamlede köleliği kaldırmış fakat şartlar oluşmadığı ve toplum hazır olmadığı için ortada kalan köleler yeniden eski efendilerinin yanlarına dönmüşlerdir.
Kısa bir süre içerisinde de önceden edinilmiş köleler özgürlüğüne kavuştular. Kimsenin hür bir insanı savaş esirliği haricinde köleleştirmeye hakkı olmadığı için bu kölelik islam dünyasında sona erdi.
Esirler için uygulanabilecek yöntemler şunlardır:
Birincisi: Sizi öldürmek gayesiyle savaşırken yakaladığınız bu kişileri doğal olarak siz de öldürme hakkına sahipsiniz. Fakat bu yöntem vicdanı rahatsız etmekte ve karşı tarafın intikam hissini artırmaktadır.
ikincisi: Savaş esirlerinin kurtuluş akçesi (fidye-i necât) veya esir değişimi yoluyla serbest bırakılmasıdır. Fakat, yenilen tarafın kurtuluş akçesi verememesi veya değişim için elinde esir bulunmaması yahut düşman tarafını yeniden güçlendirmemek için galib ülkenin yukarıdaki alternatifi kabul etmemesi hâlinde bir tıkanıklık doğmaktadır.
Üçüncüsü: Esirlerin karşılıksız af ilan ederek salıverilmesi ise, onları ele geçirmek için canını ortaya koyan islâm savaşçılarının hakkına tecavüz sayıldığından pek az başvurulan bir alternatif olmuştur.
Dördüncüsü: Onları köle statüsüne sokmaktır. Bu duruma göre, savaş esirlerinin karşılıklı veya karşılıksız serbest bırakılması mümkün olmayan durumlarda geriye iki yoldan birisi kalır. Öldürülmek veya köle olarak yaşamını sürdürmek. Bu duruma göre, kölelik, öldürülmenin alternatifi olarak ortaya çıkmaktadır. Savaşçıların genellikle genç yaşta bulundukları dikkate alınırsa, yenilgi yüzünden hürriyetini kaybeden kimsenin önünde hürriyetini elde etmesi ümidi sürekli olarak vardır. Ölüm hâlinde ise artık diğer bütün alternatifler ortadan kalkmış olur. işte köleliğin yasaklandığı günümüzde, bir savaş sonrası uygulamada, esirlerin serbest bırakılmadığı durumlarda, onların tek tek veya toplama kamplarında topluca öldürülmeleri olayı ile karşılaşılmaktadır. işte bu nedenle islâm, köleliği tam olarak kaldırmamış ve gerektiğinde başvurulmak üzere kapıyı aralık tutmuştur. Ancak bununla birlikte savaş esirlerinin mutlaka köle edinilmesi diye genel bir kural da yoktur.
Diğer yandan köleliğin tek yanlı bir kararla kaldırılması islâm toplumlarının aleyhine bir sonuç da verebilir. Çünkü gayr-i müslim toplumlar, savaş sonrası müslüman esirleri sürekli olarak köleleştirirken, islâm toplumlarına bu imkânın verilmemesi ve esirleri serbest bırakması onun zayıflaması sonucunu doğurur. Günümüzde yabancıların esirlere nasıl muamele yaptığı malumdur.
Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor; "Sahip olduğunuz kölelere iyilikte bulunun" (en-Nisâ, 4/36).
Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur; "Köleler, Allah'ın sizin yanınızda bulundurduğu kardeşlerinizdir. Allah sizi de onların hizmetine tabi kılabilirdi. O halde onlara iyi davranın", "Hizmetçi ve köleleriniz sizin kardeşlerinizdir. Ona yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin... Eğer onlara zor işler teklif ederseniz derhal onlara yardım ediniz.", "Kim kölesini öldürürse onu öldürürüz, kim kölesini hapseder veya gıdasını keserse onu hapseder ve gıdasını keseriz", "Sizden biriniz bu kölemdir, bu cariyemdir demesin. Kızım veya oğlum yahut kardeşimdir desin".
Yüce Allah insanın şekline, rengine, kılık-kıyafetine, makam ve mevkiine değil; kalbine ve davranışlarındaki samimiyetine itibar eder. Nitekim Hucurat suresi 13. ayette "…Muhakkak Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınız(en takvalı olanınız)dır.." buyurulmaktadır.
Peygamberimiz (s) ve Hz. Ebubekir (r) köle alıp azad etme konusunda çok gayret göstermiş ve bu uğurda servet tüketmiştir. Bu gibi sebeplerledir ki bazen karnına taş bağlayacak kadar ekonomik sıkıntılar yaşamıştır. Hatta Hz. Fatıma'nın ev işlerinin yoğunluğundan şikayetçi olup kendisinden esirlerden bir hizmetçi taleb etmesi üzerine Resulullah kendisine daha hayırlısı olarak dua ve zikir öğretmiştir.
Netice itibariyle, islâm çeşitli yollarla köleleri azat etmeye teşvik etmiştir. insanda aslolan hürriyettir. Kölelik arızî bir haldir. Hz. Ömer'in dediği gibi: "insanlar hür doğarlar." (Bir çocuk hakkında bir zımmî ile bir Müslüman dâva açsalar: Müslüman, onun kendi kölesi; zımmî de oğlu olduğunu iddia etse, zımmînin lehine hükmedilir. Çünkü hürriyet asıldır. Vâkıa zimmînin çocuğu olduğu hükmünde, çocuğun gayr-i müslim olduğunu kabûl varsa da çocuk istediği zaman Müslüman olabilir. Hürriyet böylece tercih edilir. Ferdin hürriyeti islâm'da bu kadar değerlidir.) Kafkaslardan aşırılan, Sudan'da avlanan insanlar köle diye satılamaz, islâm'da bu haramdır.
Daha geniş bilgi almak ve doküman talep etmek üzere ise Türkiye Diyanet Vakfı islam Ansiklopedisi'nin "Köle" maddesi 26.Cilt 237-248. sayfalarına müracaat edebilir veya
http://www.isam.org.tr adresi ile irtibat kurabilirsiniz.
son olarak
atatürk örneğini verirken yapmak istediğim bir soru sormak değil bir talepte bulunmaktı. ortada belgelerin güvenilirliğinden ziyade, bilgilerin değerlendirme şekli önemlidir.
bu soru şuna benzer.
adam öldürmek her zaman kötü müdür?
şüphesiz sorunun cevabı "yerine göre değişir" (it depends) dersiniz.
umarım anlatabilmişimdir. benimki bir soru değil bir talepti.
saygılarımla.