Yıldıztozu´isimli üyeden Alıntı
bunu bireysel bir sorun olarak görürüm, fakat hackerların bulunduğu bir sistemde yaşamayı bir sorun olarak görmem. (şimdi beni hacklemeye kalkmazsın umarım)
borsada ben çok para kaybettim manipülasyonlarla.
buna rağmen ''kahrolsun kapitalizm'' demedim.
aksine daha heyecanlı geldi bütün bu riskler.
ve kapitalizmi daha fazla sevmeme sebep oldu.
|
Tabi ki yapmam, aksine öyle bir durumda yardım istersen elimden geliyorsa yaparım.. O bir örnekti, yani gasp yoluyla kaybedeceğini veya kaybettiğini sana düşündürecek bir an'ı kurgulamam gerekiyordu...
Bireysel görmen ayrı konu, oradaki örnek, hırsızlık gibi, etik, ahlak konularının en duyarlı olduğu konu olması hesaba katılarak seçildiği için. Sorunu görmen, yaşadığın bir an'ı varsayman içindi, bireysel görürüm demekle nasıl göreceğini söylemişsin, ya sorun olması, tam da o SORUN, işte ASIL MESELE BU, ne gördüğün değil, SORUNUN varlığı önemli orada.
kahrolsun kapitalizm öyle gelir, geçer, bir, iki ve kişilerin iradesine bağlı meselelerden açığa çıkmıyor, sistem ve koşullar, İRADEDEN BAĞIMSIZ, maruz ve mahrumiyet, bunlara çok değindim, edindiğin tüm edinimler, isterse haz versin, vermesin, çevre, koşullar dahilinde oluşuyor, yani iradenden bağımsız yoğruluyorsun, güdüleniyorsun, bu çok yönlü bir süreçtir, mahrum kalmak-olmak-bırakılma konusu, meselenin
iksiri gibidir. mahrum kalmak ve bağlı olmak(iple bağlanmış gibi) arasında doğru ilişki vardır. Sistem ne kadar mahrum eder, mahrum edildiğine olan arzun da artar, bu aslında açlıktır, bir çeşit sefalettir, haz dediğinde koşullanma durumu arzeder, yapay, subjektif yüklenim gibi bir ağırlığı vardır.
İnsanın doğasında şu veya bu var, bunlar da geçerli değil, asıl belirleyici olan koşullar..
sistemi iradelerden bağımsız koşullarda düşünmeli, bildiğin sistem gibi ama her düzenekli sisteminde bir yönetilebilir, iktidar, olgu, amaç ekseni vardır. Diyelim ki, borsa senin iradi eylemine açık olmasaydı, yani borsaya girmek, çıkmak gibi bir durumun olmasaydı, mecbur kalsaydın ve senin durumunu sistem belirleseydi, kazanımlarına dair kararı sistem verseydi ve kazanımlarının 1/3'ü sana ayırırken, kalanı iç etse ve başkalarının hanesine ekleseydi,
kahrolsun borsa derdin veya
aynı hazzı aldığını iddia edemezdin. Burada mesele
kendi iradenle kaybedip, kazanman değil,
iradenden bağımsız bir biçimde
kazanımlarının, başkasının olması, onların
hanesine yazılması ve sana da
kaybettirilmesidir... O zaman
söylerdin,
bu sistem eşitsiz faktörler üzerinden çalışıyor, öyle programlanmış, hak, hukuk tanımıyor, ben çalışıp, çabalıyorum, sistem başkasına çalışıyor, kazancım benim değil, ama Ali, Veli'nin oluyor, ne çıkmaya şansım var ne çalışmamaya... çalışmazsam 1/3'e sahip olamam, temel gereksinimleri karşılayamam ölürüm, borsa dışında alternatiflerim yok, olanlarda istisna-şans faktörü ağırlıklı, elimde imkanım yok, çalışırsam, 2/3'ü elimden alınıyor ve hayatım zoruluklarla, kaygılarla, sorunlarla dolu, mal gibi çalışmaya mahkum, vaktim bile olmuyor, oysa kazancım benim olsa, ben bunlara maruz kalmazdım, 2/3 de yeter bana, kalanı ise vakit olarak değerlendirebilirdim, başka şeylere vakit ayırabilirim(sosyalleşebilirim vs) vs... yani bu durumda sorunun, ultra lüks ve yapay -üst paragrafta belirttim- arzuların tatmini olmuyor, bu sorunlar seni gerçekliğe zorluyor. Gerçekliğin, sistemin farkında değilsen, tam bir kölesin(uyuyorsun, afyonlusun), farkında isen kafa-kol kölesi olursun, arasında da fark vardır. Sistem ise seni, olabildiğince bağlı kılmak üzerine kuruludur, nesnel koşullar değil salt, öznel koşullar açısından da şartlandırılırsın... farkındalığı da öyle kolay olmuyor...
Etiğin konu etmesi ayrıdır, yani yukarıda da örneklediğim hal durumunda yaşadığın sorunlar, sebepleri, nasıl yapıyor, ben nasıl çıkarım bundan vs sorunu ayrı. Etik mesele demek de, etiğin konu ettiği çerçeveyle ilgilidir. O bireysel olarak gördüğün sorun açısından, tam o an içine düştüğün durumu, neyi yaşadığını düşünmelisin... peki ya süreğen yaşıyorsan ne olacak? O an'ı, sadece o an'ı düşün... İşte bu etiğin değil, senin meselen ve süreğen yaşayan sadece sen değilsen, bu toplumsal bir boyutta ise?... ne yapmalı?
İnsanın sorgulaması etikten gelmez, olguları etik belirlemez, iyi, kötü, güzel, çirkin, doğru, yanlış mı, sorgusu etikten gelmez, beyinden mantıktan, beğeniden vs gelir, esasında bu ekonomi zeminidir, ama etik bu tür kıyaslar üzerinden değerler, normlar oluşturmaya çalışır(subjektif, öznel esastır), sonra da insanlar bu davranış etiğe sığar mı kıstası oluşturur...
Örneğin sana göre çirkin görünen bir insana sen çirkin demeye devam edersin, ama
etikten dolayı dile getirmeyebilirsin, fakat
senin kıyasın, etikten önce idi ve etik özünde meselenin kavram, subjektif yönüyle ilgilidir, buraeda kastım nesnel olguların yanısmalarından hareket etmez demek değildir, bu yansımalar üzerinden subjektif kriterler, prensipler, normlar belirlemeye çalışır.[/B] örneğin
yalan söylemek, etik mi, değil mi, bu subjektif, öznel bir meseledir, yalanın sebebiyle ilgili değildir. Örneğin
yalan söylemek kötüdür denebilir, ama o yalan bir hayatı kurtarıyorsa durum değişir, bu da nesnel zeminin belirleyiciliğidir. yani her zaman söylediğim gibi, koşullar önemli ve belirleyicidir ve söylediğim gibi iyi-kötü, güzel-çirkin, kırmızı mı-beyaz mı, fasulye mi-lahana mı, bunlar öznel meselelerdir ve doğru-yanlış düzlemi de ideolojiktir, aslında öncesinde sıraladığım bir çok öznel kıyası da ideoloji, ideolojiyi ise ekonomi-politik zemin, koşullar zemini belirler, bu konu ayrıca detaylandırılması gereken bir konu...
Bu kadar kalabalığın sebebi senin
eşitsizlik=etik meseledir, komünizm=etikle ilgilidir demenle ilgili; oysa bu forumda meseleye etik meselesi yani bu temelden baktığımızı değil, bakmadığımızı söyledik... örneğin sömürü, eşitsizlik meselesi derken, yukarıda verdiğim örneklerdeki, SORUNU düşünmelisin, O AN'I, yani etiğe gelene değin olan süreci... Asli olarak mesele felsefe(bilim içinde), ekonomi-politik meselesidir... Ama bilim de, sistemler dahilinde otoriteye, sisteme göre konumlanır, bilinen ve sistemden kaynaklı meselelerden yalıtılır. Ancak bilim, şu ya da bu otoritenin malı değildir, bizler bilim ve bilimsel yöntemleri, uygularız, felsefemiz materyalizmdir dolayısıyla bilimsel yaklaşmak, bilim, bilimsel yöntemler, analiz, tahliller bizden uzak, ayrı, bağımsız, dışımızda bir yerlerde değildir, aksine bilim, bizim bütünlüğümüzn bir parçasıdır.
Yıldıztozu´isimli üyeden Alıntı
bu egoist risk iştahını insan doğasına ait bir duygu olarak görüyorum.
insanların çoğu borsada para kaybeder.
bu istatistiki gerçeğe rağmen yine de insanlar borsaya girmek ister.
demek ki hoşlarına giden doğal bir duygu var ortada.
|
Ama köle kırbaçlanırken, köpek kulübesinde uyurken ve modern köleler dahil sömürülürken, eşitizliğe maruz kalırken, iradesinden bağımsız çaresizliğe düşerken, koşulların mahkumu olurken bu hoşuna gitmiyor, mesele de hoşa gidp, gitmemesi meselesi olmuyor... Yaşadığı sorunlarla boğuşurken, üretime katılmasına rağmen, hakkını alamaması hoşuna gitmiyor, bir değil bir çok açıdan sorunlar yaşar,
iradesinden bağımsızdır, SORGULADIĞI an GERÇEĞİ görür, ister direk, isterse dolaylı yoldan, yani mecbur bırakılma, maruz bırakılma, maruz kalma(koşul), aldatılma, yol yöntemler üzerinden olsun, sistemi gördüğünde
harekete geçme an'ı, işte o iradesindedir, bu bir
farkındalık,
bilinç hali, bilinçtir
ve öyle insanın duygusu, tabiatıyla asla manipüle edilemez. Borsa eylemini iradenle gerçekleştirirsin, katılmak istersin katılırsın, sömürülen, eşitsizliğe maruz kalan da kalmamak için mücadele eder, kaybedebilir evet, ama
süregiden işleyiş hala ortadadır, yine mücadele eder,
bu mücadele haz almasıyla ilgili değildir, etik çerçevesiyle sınırlandırabileceğimiz bir eylem de değildir, -ama etik vb konu edebilir mi, edebilir- yukarıda örneklerim var
Yıldıztozu´isimli üyeden Alıntı
tamam işte etiğin alanına girebiliyor bu iş.
itişip kakışmaya gerek yok.
|
iyi de ilk yazılarımda, sonrakiler de devamlı dile getirdim, etiği bırak, ahlakın, dinlerin, inançların da konusu olabilir, bizim irademizde değildir, biz konu et veya etme diyemeyiz demiştim. Ama hangi yönleriyle konusu olurlar? İşte bu da bir ayıraçtır, etik de hangi yönüyle konu edinebiliyorsa, o yönüyle meselesi haline gelebilir, ama
mesele salt bir yöne indirgenemez.
Sonra süreğen ifade ederiz, biz etiği değil,
sorunu ele alıyorsak, tepkimelerimizden, nesnel etkileri ve sonuçları üzerindendir, örneğin birisiyle tartışırken, karşıdaki kişi
iki-yüzlü davranıyorsa, bizim sorunumuz o an, etik sorunu değildir, karşıdakine de
ikiyüzlülük yapma dersek bu yafta, etik temelli bir etiketleme annacıyla değildir. Orada bizim sorunumuz iletişimi sağlayamamak, baltalanması yani oluşturduğu etki, olumsuzluklar, süreci tıkaması üzerinedir. Etik de, ikiyüzlülük iyi mi, kötü mü, doğru mu, yanlış mı konusunu edinecek, edecektir de,
bizi bilinç açısından, o an, esasdan-usülden bağlamıyor, çünkü biz o anda kişinin davranışını nereye koyalım derdinde değiliz, o an sorunumuz, işleyiş, ilişkinin, ortamın
sağlığı, buradan da sonuca varılabilir ve çeşitli sonuçlar, çeşitli disiplinlerce kendi alanıyla ele alabilir(zaten böyle olur, ama önce sorunun bilince edilmesi gerekir, meselenin bu yönüne dair çok şey söylenebilir)...
Günümüzde etik, kullanım istemi bakımından,
piyasa etiği ve etkinliğiyle otorite bazlı, zaten öteden beridir daha çok idealist filozofların uğraşı olmuş ve günümüzde, sözde-bilim gibi kullanılmıyla, yani çoğunluğun anlayışı açısından tanımsızlaşmış(sınırları belirsiz bir hal almış). Eğer davranışlar üzerine ihtiyacımız varsa, bizim ilk hareket noktamız bilim-sel yönüyle olabilir, bunu yapmadan meselenin etik yönü de zaten değerlendirilemez...
İdealistler kim, niye diye sorar, materyalistler ise neden, nasıl diye, yani
biz davranışın karakterini(etiğini) sorgulamaktan ziyade, önce o davranışa yol açan sebepleri, eylemi sorguluyoruz, şu ya da bu iddia, düşünce vs, bizim bu yaklaşımıza uymuyorsa, geçerli olarak değerlendiremiyoruz... Bizi anlamak, bizi kavramak zor değil, yeter ki, işte bir kaç temel bilinsin...