Turan Dursun Sitesi Forumları
  #1  
Alt 31-03-2021, 03:14
Şüpheci Dinsiz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Şüpheci Dinsiz Şüpheci Dinsiz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.575
Standart Yabancılaşma üzerine

indyturk.com

Yabancılaşma ya da böcekleşme I
Prof. Dr. Mehmet Çelik Independent Türkçe için yazdı


Prof. Dr. Mehmet Çelik
Pazartesi 22 Mart 2021 7:46




İnsanın her gün kendisini yeniden tanımlamak zorunda kaldığı toplumlarda yabancılaşmam kaçınılamazdır. Egemen erkin makbul vatandaşı olabilmek için kendi kimliğini ya da kimliklerini sürekli bir bir şekilde "ama"larla imalardan kurtarmanın kaygısını taşıyan bireyin zaman içinde kimliksizleşme veya yabancılaşması mukadder hale gelmektedir. "Solcuyum ama komünist değilim." Ya da "müslümanım ama İslamcı değilim." Veya "milliyetçiyim ama ırkçı değilim." Sonu, başını reddeden tanımlama cümleleri hem sınırlamayı hem de tahrifi beraberinde getirmektedir. Bu kaygı aslında makbul olma standardını oluşturanların testlerinden kaçma endişesi ve telaşından doğmaktadır. Kişi gide gide kendi orijinalliğinden utanır hale getirilmektededir. Jean Baudrillard: "Modernite kişinin kendi orijinalliğinden utanmasıdır" der. Standartın sahibi olan kültür ve medeniyet dairesi kendi barbarını oluşturmada çok mahir olduğundan zaman içerisinde barbar diye nitelenen de baştan çıkmışçasına efendisine dönüşmek için inanılmaz bir çaba içerisine girer. Çünkü kölenin rüyası efendisine benzemektir.Sonunda siyah olmaktan utanan zencilerin, çok çocuklu olmaktan utanan köylülerin, aksansız İngilizce konuşmak adına anasının dilini konuşamayan Hintlerin zihni dünyasına hızla evrilen aynîleşme problemi kasıp kavuruyor modern insanı. Marks sınıfsız toplum hayali kurmuştu ama herkesin aynîleşeceğini nereden bilecekti ki zaten.

Modern hayatın açıklanmasında kullanılan yabancılaşma kavramı çeşitli şekillerde ele alınabilir. Evvel emirde kişinin toplum hayatına doğal çevresine, kendisine ve kendi kişiliğine uyumsuz hale gelmesi olarak tanımlanabilir. Kişinin kendi emeği ile ürettiklerinin kendisine yalancı bir kimlik olarak yeniden dayatılması da kişiyi yalnızlığa itmekte; kişi ait olduğu topluma ve toplumun kültürüne düşman olabilmektedir. Bu da gide gide kişinin değerlerden, kurumlardan toplumsal örgüt ve katmanlardan uzaklaşması sonucunu doğurmaktadır. Bazı etnologlar insanı soğana benzetmişlerdir. Buna göre soğanın ortasında "soğanın cücüğü" diye anılan ince ana katman bireyin kendisidir. Sonra üzerine bir kat daha gelir ve onu sarmalayıp korur. Bu ikinci katman kişinin ailesidir. Sonra üçüncü katman gelir ki o da kişinin sülalesidir. Dördüncü katman, varsa, aşiretidir. Beşinci katman kabilesi, altıncı katman kavmi, yedinci katman miletti, sekizinci katman ümmeti dokuzuncu ve en son katman ise insanlığın hepsidir. Aslında birey bu katmanların sarmalayan ve koruyan kuşatıcılığı altında güven içinde yaşar. Bu katmanların oluşturduğu kimliklerin hiçbiri ötekisiyle çelişen bir karakter taşımazken yabancılaştırmanın metodu gereğince kimlikler anlamsızlaştırıldığında kişi soğan metaforu ile dile getirilen katmanların güveninin dışına itilmekte ve bütün katmanlarından dıştalanacak bir biçimde tersine soyularak ortada bir başına bırakılmaktadır. Marx, Kapital'de, kapitalist toplumda değişim değerinin, kullanım değeri üzerindeki egemenliğini ve parasal ilişkilerin yüceltilmesi yoluyla insani ilişkilerin ve kullanmadan doğan yararın yok olması olgusunu "Meta Fetişizmi" olarak nitelemişti. Lewis A.Coser yabancılaşmayı şöyle tanımlamıştır: "Yabancılaşma, insanın kendi yarattığı güçler tarafından yönetildiği ve sonunda kendilerinin yabancı bir güç haline geldiği durumdur". Coser'e göre, yabancılaşma sonunda yaratılan, yaratıcısının yöneticisi durumuna gelir. Bazı araştırmacılar putperstliğin kaynağını da insanın kendi ürettiğinin boyunduruğu altına girmesi olarak nitelemektedirler. Anlam hiyerarşisi bozulunca anlamsızlık dayatılmaktadır.Anlamsızlık yabancılaşmanın en başat belirtisidir. Çünkü üretimi ve pazarlamayı fetiş haline getiren kapitalist toplum ve bu toplumun kurumlarının elbirliği ile oluşturdukları "işe yarayan adam" tipolojisi bireyin kendi hayatı ve geleceği üzerine söz söyleme ya da belirleme hakkını elinden alarak kişiyi üretimin nesnesine dönüştürmekte ve bu da kişinin herşeyi ve herkesi anlamsız ve abes görmesi sonucunu doğurmaktadır. Bu anlam yitimi kişide zamanla kaderinin başkalarının elinde olduğu ve kendisi dışındaki güçler tarafından belirlendiği zannını ya da duygusunu güçlendirmekte güçsüzlük sendromuna dönüşüp bir çeşit modern bir cebrî mantığını doğurmaktadır. Bunun en güzel örneğini Albert Camus Sisyphos Söyleni'nde dile getirmişti şöyle ki:

"Tanrılar, Sisyphos'u bir kayayı durmamacasına bir dağın tepesine kadar yuvarlayıp çıkarmaya mahkûm etmişlerdi, Sisyphos kayayı tepeye kadar getirecek, kaya tepeye gelince kendi ağırlığıyla yeniden aşağı düşecekti hep. Yararsız ve umutsuz çabadan daha korkunç bir ceza olmadığını düşünmüşlerdi, o kadar haksız da sayılmazlardı."


Özellikle varoluşçu filozoflar insanın, varoluşun karşısında rüzgârın önünde sürüklenen bir yaprak gibi olduğu şeklindeki önermelerini ispat etmed, Sisyphos Söyleni'ne baş vururlar. Herşey boş, herşey abes şeklinde açıklanabilecek bu kavram beraberinde kuralsızlığı ve ahlâkın ve toplumsal normların reddini de doğuracaktır. Bunu iki örnek üzerinden anlatmak mümkündür. Birincisi Albert Camus'nün Yabancı romanı üzerinden; ikincisi Franz Kafka'nın Değişim anlatısı üzerinden.

Albert Camus, genç kahramanı Meursault'nun (Mörso diye okunur) dış dünyayı algılaması ve çoklu dünyalara yabancı kalması üzerinden 20. Yüzyıl insanının yabancılaşmasını ele alır. Çünkü, Camus'nün şöyle bir önermesi vardır: "İnsan ne ise o olmayı reddeden tek hayvandır." Bu sözün içerik ve kapsamı hakkında söyleyeceklerimizi ve Kafka'nın böceğini yazının ikinci bölümüne ayırıp İsmet Özel'in şu dizelerini paylaşmak isteriz. Neden derseniz hakikatin kendisi onu söyleyenden daha önemlidir de ondan!

Haytanın biriyim ben, bunu bilsin insanlar
ruhumun peşindedir zaptiyeler ve maliye
kara ruhlu der bana görevini aksatmayan kim varsa
laboratuvarda çalışanlara sorarsanız
ruhum sahte
evi Nepal'de kalmış
Slovakyalı salyangozdur ruhum
sınıfları doğrudan geçip
gerçekleri gören gençlerin gözünde.
Acaba kim bilen doğrusunu? Hatta ben
kıyı bucak kaçıran ben ruhumu
sanki ne anlıyorum?

* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 31-03-2021, 03:19
Şüpheci Dinsiz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Şüpheci Dinsiz Şüpheci Dinsiz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.575
Standart

indyturk.com

Yabancılaşma ya da böcekleşme II
Prof. Dr. Mehmet Çelik Independent Türkçe için yazdı


Prof. Dr. Mehmet Çelik
Pazartesi 29 Mart 2021 6:27




Ürettiğin kadar değerli; tükettiğin kadar önemlisin kapitalizm için. Böyle olunca ruhunla karşı karşıya gelemeyen, ruhunla konuşacak sözü olmayan üretim bandı ile ürettiğin eşyanın sergilendiği showroom arası kadar bir özgürlük mesafesine sahipsin. Kafka'nın böceği gibi yani…

Kafka'nın Türkçe'ye, "Değişim" ya da "Dönüşüm" diye çevrilmiş olan uzun hikayesinin ya da anlatısının da konusu bunun gibidir. Gregor Samsa, bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında kendini dev bir böceğe dönüşmüş olarak bulur. Başlangıçta durumunun gerçekliğine inanmaz. Ama bir çalışan olarak yatağından kalkıp işe gitmek zorundadır. Her sabah rutini olanı yapıp trene yetişecektir. Hayatı altıda hareket eden trene göre düzenlenmiş olan Gregor beşte uyanmak zorundadır. Yataktan kalkmak için kımıldadığında artık kendisinin dev bir böcek haline geldiğine inanmak zorunda kalır. Üstelik hergün beşte uyanmayı alışkanlık haline getiren Gregor saatin yediyi geçtiğini de farkedememiştir. Kalkmak isterse de ona yardım eden eski kuvvetli bacaklarının yerinde her biri ayrı ayrı hareket eden eden bir sürü bacakçığının olduğunu görür.

Annesi Gregor'un uyanamamış olduğunu zannederek onu uyandırmak için odasının kapısını çalar. Gregor kalktığını söyleyerek annesini savuşturur ancak sesi çok garip çıkmaktadır. Annesi onun hasta olduğunu sanmaktadır. Gregor zar zor yatağından kalkar, yeni bedenine alışmaya çalışmaktadır.Saat sekiz civarında patronu eve gelmiştir ve çok kızgındır. Gregor'a birkaç soru sorar ancak Gregor artık konuşamamaktadır. Sesi hayvan sesi gibidir. Kapıyı zorlukla açar. Patronu onu görünce korkudan evden kaçar; annesi ise bayılmıştır. Babası onu sopa darbeleriyle odasına geri sokar.

Kız kardeşi Grete Gregor'a değişik yiyecekler getirir. Artık Gregor kokuşmuş yiyecekleri tercih etmektedir. Annesi onu görmeye bile cesaret edememektedir. Babasından defalarca dayak yiyen Gregor'un vücudu oldukça zayıflamıştır. Vücudunda oldukça ciddi yaralanmalar oluşmuştur. Yemek dahi yiyememektedir. Aile meclisi toplanır ve sonuçta Gregor' u evden atmaya karar verirler. Hizmetçi kız aileye şöyle seslenir:
"Boş yere zahmet etmeyin, Gregor öldü. Az önce Gregor'u çöpe attım." der. Bu cümleden önce hizmetçi kız aileye çocuklarını çöpe attığını bir müjde olarak bildirmektedir.

"Mektuplar yazılırken gündelikçi kadın, gideceğini söylemek üzere içeri girdi, çünkü sabah yapılacak işleri bitirmişti. Mektup yazanlar önce kadına bakmaksızın, tamam anlamında başlarını sallamakla yetindiler ama kadın yine de gitmeyince, öfkeyle başlarını kaldırıp baktılar. "Ne var?" diye sordu Bay Samsa. Gündelikçi kadın, gülümseyerek kapıda durmaktaydı, sanki aileye verilecek büyük bir müjdesi vardı ama bunu ancak iyice üstüne düştükleri takdirde verecekti. Şapkasının üstünde neredeyse dimdik duran ve kadın işe başladığından bu yana Bay Samsa'nın sinirine dokunmuş olan küçük devekuşu tüyü, hafiften her yöne doğru sallanmaktaydı. "İstediğiniz nedir?" diye sordu Bayan Samsa, kadının evde en çok saydığı kişi, oydu. "Şey," diye karşılık verdi kadın; gülmekten neredeyse konuşamayacaktı, vani şu yan odadaki şeyin buradan nasıl çıkarılacağını düşünmenize gerek yok diyecektim. O iş tamam."

Dönüşüm romanında Gregor'un ölümüne neden olan bir elmadan söz edilir. Babası Gregor'a nefretinden birkaç elma fırlatır. Bu elmalardan biri Gregor'un sırtına saplanarak onun içinde Yavaş yavaş çürüyerkek Gregor'un ölümüne neden olur. Peki nedir bu elma vurgusu?

Kitab-ı Mukaddes'te tekvin bâbında elma aklın ve bilginin sembolü olarak anlatılmaktadır. Ya da bilgi ağacının meyvasıdır. Adem ve Havva bu yasaklı meyveyi yiyerek cennetten kovulmuşlardır. Elma, eserde kimsenin iyileştiremeyeceği acıların ve Gregor'un ölüme mahkum edilmesinin sebebidir. "Öyleyse baba, Gregor'u ölüme mahkum eden, hayatını cennetten cehenneme çeviren ve onulmaz yaralar açan kişi olarak gösterilmiştir. Hatta, baba, Adem ve Havva'yı yasaklı meyveyi yemeleri hususunda ikna eden şeytanla eşdeğerdedir.

Gregor'un sırtındaki elmayı hiç kimse çıkarmaya cesaret edemediği için elmanın bir parçası ölümüne dek Gregor'un sırtında saplanmış olarak kalır. Elma, aklın simgesi olarak görüldüğüne göre, Gregor'un sırtında taşıdığı bu elma parçası, onun sürekli canını acıtan gerçek olarak algılanabilir. Bu gerçek, Gregor'un aile içinde değişen konumu ve aile tarafından oluşturulmuş kimliğidir. Gregor, bu gerçeği ancak elma vücuduna saplandıktan sonra fark eder. Hikayenin son bölümünde ailenin kendisini istemediğini anlayan Gregor'un hayatı bu dayanılmaz acıyla sona erer."(Ayşe Cumhur Özkaya)

Şimdi kurgusal dünyada Gregorun, gerçek hayatta ise Franz Kafka'nın böcekleşmesine sebep olan etkenler üzerinde duralım, başka bir deyişle Kafka ile kahramanı arasındaki benzerlikler üzerinden yabancılaşmayı doğuran etkenlere bir göz atalım:

a) Kafka bir Yahudi olmasına rağmen Yahudi inanç ve ritüellerine uzaktır. Bu da onun mensubu olduğu halka yabancılaştırmış ya da Yahudilerin onu bir böcek olarak görmelerine neden olmuştur.

b) Avrupa'da ırkçılığın, özellikle de Yahudi düşmanlığının yoğunlaştığı bir dönemde yaşayan Kafka Yahudi kimliğinden dolayı Alman milliyetçilerinin gözüne gereksiz bir böcek olarak görülmüş olmalıdır.

b) Prag'da yaşayan ve Almanca yazan bir Yahudi'nin Çek milliyetçilerinin gözüne pek sevimli geleceği de düşünülemez.

c) Elma bahsinde değindiğimiz üzere otoriter ve temsil ettiği ilk günah kültüyle eserin merkezinde yer alan babanın da gözünde Gregor ya da özyaşam öyküsünden öğrendiğimiz biçimiyle Kafka'nın babasının da gözünde oğlu bir böcektir. Çünkü aile bütçesine katkısı büyükken birden bire işi, gücü bırakıp aylaklaşan bir oğulun babanın ilk günahıyla oluşan maddi medeniyet dairesinde kazanacağı paye ancak böcek olabilir. Bu durum Gregor'un annesi ve kız kardeşi için de geçerlidir.

d) Kızgın ve toleranssız patron yani kapitalizm için de Gregor, kas ya da beyin gücünü artık patrona para kazandırmaktan kurtardığı için işe yaramaz bir hamam böceğinden başka bir şey değildir.

e) biyografisinden öğrendiğimize göre Kafka verem hastalığına yakalanınca nişanlısı onu terk eder bu da onun nişanlısı tarafından böcek gibi görüldüğü şeklinde okunabilir.

Aslında hem baba, hem patron hem, mensubiyet faşizmi hem de hiyerarşi köleleri sever. Çoğu zaman bağımsız ve özgür olmayı becerenler bu katmaların ya da güçlerin gözünde değersiz ve gereksizdir. Kafka bunu kouşmalarının birinde şöyle anlatır:

"Herkes, beraberinde taşıdığı bir parmaklığın ardında yaşıyor. Şimdi hayvanlarla ilgili bunca şey yazılmasının nedeni de bu. Özgür ve doğal bir yaşama duyulan özlemin ifadesi. Oysa insanlar için doğal yaşam, insanca yaşamdır. Ama bunu anlamıyorlar. Anlamak istemiyorlar. İnsan gibi yaşamak çok güç, o nedenle hiç olmazsa kurgusal düzeyde bundan kurtulma isteği var... Hayvana geri dönülüyor. Böylesi insanca yaşamaktan çok daha kolay. Herkes sürüye katıldığından ötürü güven içerisinde, kentlerin yollarından geçip işe, yemliklerin başına ve eğlenceye gidiyor. Tıpkı büroda olduğu gibi, sınırları iyice çizilmiş bir yaşam. Böylesi bir yaşamda mucizeler değil, yalnızca kullanma talimatları, doldurulacak başvuru formları ve kurallar var. Özgürlükten ve sorumluluktan korkuluyor. O nedenle insanlar, kendi yaptıkları parmaklıkların ardında boğulmayı yeğliyorlar."( Ahmet Cemal, 2010)

Camus'un Yabancı'sına geçmeden şu şiiri paylaşmak isterim:
KİLİT

herşeyin kilide, bir kilide dönüştüğü günlerde;
herkesin bana bir eşya gibi baktığı günlerde;
kilitle beni,
ey eşya bakışlı sevgilim!
eski bir ceviz sandık gibi bırakıldığı yerde
ölü bir şairin,
taflanların arasında öylece duruyor olması
ve kimsenin ona yüz vermemesi gibi
anma gününde...
Kitab'ımı Yalnızlığa indirdiğim günlerde;
Aşkların bile ben geçerken eğildiği günlerde;
nehirlerin bir testiye sıkışıp kaldığı günlerde;
doğur cübbeni cüneyd;
cübbeni doğur;
beni kilitle cüneyd;
beni kilitle...
parmak uçlarıyla bir taflanı ufalayan şair;
elinde ulu bir ağaçla oynayan şair;
kendini doğum günü gibi hissediyor bu kentin,
ölü doğmuş bu kentin doğum günü gibi hissediyor
anma gününde...
bırakın hissetsin, beni kilitle!
je suis un vieux boudoir plein de roses fanées
çekmeceler açık dursun,
çekmecedeki solgun gülleri kilitle!
ve sandığı sulara bırak, bırak aksın o sandık;
onu var eden ulu ceviz ağacına doğru aksın,
herkesin bana bir eşya gibi baktığı günlerde...
kilitle, şiirin içindeki derin yaraya kilitle...


Hilmi Yavuz

* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 13-04-2021, 23:43
Şüpheci Dinsiz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Şüpheci Dinsiz Şüpheci Dinsiz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.575
Standart

indyturk.com

Yabancılaşma ya da böcekleşme III
Prof. Dr. Mehmet Çelik Independent Türkçe için yazdı


Prof. Dr. Mehmet Çelik
Pazartesi 5 Nisan 2021 7:57




Yabancılaşma kılık değiştiren yeni bir çeşit sömürgeciliği de beraberinde getirir. Sömürülenler sömürenlerin kültürüne entegre olduklarında kendi orijinal kültür veya kültürlerine acımayla karışık bir nefret hissine kapılırlar. Bu da sömürgecinin koyduğu standartın meftunu aynı zamanda o standartın ve kültürün hem hayranı hem de gizli düşmanı olan aydını doğurur. Bu aydın tipi yerli kalamamış ama Amerikalı da olamamış kızılderili de olabilir; Amerika'da beyaz adamın kültürünü benimsediği halde "o" olamamış Afrikalı siyahî de olabilir; Balzac'ı bildiği kadar Maârî' yi bilmeyen Cezayirli Arap edebiyat öğretmeni de…

Bu sorun kendi halkına ve halkının kültürüne yabancılaşmış aydının toplum mühendisliğine girişerek halkı zorla dönüştürmeye çalışmak gibi bir aydın despotizmi histerisine tutulmasını da beraberinde getirmektedir. Bunu modern çağda ilk önce Afrika kökenli Amerikalı siyahi aydınlar yaşadılar. Bilindiği üzere Amerika'nın keşfinden köleliğin resmen yasak edildiği tarihe kadar Afrika'dan Amerika'ya altmış milyon kadar Afrikalı köle olarak götürüldü. Bazı kaynaklara göre bu köleleleştirilmeğe götürülenlerden yirmi altı milyon kadarı, köle tüccarlarının kötü muamelelerinden ve salgın hastalıklar yüzünden Amerika'ya varmadan yolda öldü.

Peter Aughton'un, Dünyanın Çehresini Değiştiren Seyahatler kitabında Afrika'dan Amerika'ya doğru yola çıkan bir gemide Alexander Falconbridge adındaki bir hekimin daha önceki seyahatlerindeki anılarıyla beraber şunlar nakledilir:

"... lumbarların kapatılması ve havalandırma ızgaralarının üstünün örtülmesi, zenciler arasında ishal ve yüksek ateş vakalarına yol açtı. Onlar bu durumdayken ben, mesleğimin gereği olarak, sürekli aşağı iniyordum ve kaldıkları bölmelerdeki sıcaklık ancak çok kısa bir süre kalmaya imkân verinceye kadar da bu ziyaretlerimi sürdürüyordum. Fakat durumlarını katlanılmaz hale getiren tek şey aşırı sıcak değildi. Döşeme, yani hücrelerinin zemini, ishalden kaynaklanan kan ve balgamla öylesine kaplanmıştı ki mezbahayı andırıyordu. Bundan daha korkunç veya iğrenç bir durumu betimlemeye insanın hayal gücü yetmez. Baygınlık geçiren çok sayıda köle güverteye çıkarılıyor ve bunların pek çoğu hayatını kaybederken, geri kalanlarbüyük çabalarla kendilerine getiriliyordu. Bu iş neredeyse benim de hayatıma mal olacaktı..." bkz. ( postkolonyal çalışmalar ışığında afro-amerikan edebiyatından örnekler (1890-1950) ilknur şahin yüksek lisans tezi ankara, 2019)

Yukarıda anlatılan şartlar altında Amerika'ya götürülen bu Afrikalı köleler birkaç yüz yıl süren esaretten sonra özgürleşti ya da özgürleştirildi. Artık o siyahlar da Şekspir oynuyor, Mozart dinliyor, Faulkner okuyorlardı. Sanayi de öğrenmişlerdi ticareti de… Fabrikayı da biliyorlardı Fordizmin olmasa olmazı olan üretim bandını da. Modern tıbbı da yiyip yutmuşlardı ya! Artık durmaya ne gerek vardı ki? O aydınlanmış kahramanlar Afrika'ya döneceklerdi. Yüzyıllardır sömürülen halklarını medeniyetle buluşturacaklardı. Öyle de yaptılar hani. Afrika'nın bazı bölgelerine yerleştiler. Baktılar halk yerel seyirlik oyunları daha çok seviyor Şekspir'in tiyatrolarından. Tamtam'sa Mozart'ın müziğinden daha hoş geliyor halkın kulağına. Yerel tıp ya da büyücünün ilaçları da daha alımlıydı modern batı tıbbından. Cömert doğanın cömertliğiyle günlük rızkını zahmetsizce elde edebilen halk fabrikada da çalışmak istemiyordu. Çünkü siyahların Afrika'sı Afro- Amerikan siyahilerin kafasındaki Afrika ile aynı değildi. Bu aydınlanmış kahramanlar beyaz köle sahiplerinin onlara yüz yıllarca Amerika'da uyguladığı zulümlerden daha şiddetli zulümlere maruz bıraktılar eski akrabalarını. Gördüler ki siyah olmak bir renk değil; bir zihniyet meselesidir. Afrika'ya gitmek öyle

" Hadi gelin köyümüze geri dönelim
Fadime'nin düğününde halay çekelim"


Şarkısına benzemiyordu. Afrikalılarla aynı renk deriye sahip bu yabancı siyahi aydınların aklı ve zihni beyazdı artık. Franz Fanon bunu " Siyah deri Beyaz Maske" diye adlandırdı aynı ismi taşıyan ünlü kitabında ve şöyle dedi:

"Her sömürge halkı, başka bir deyimle kendi yerel ve orijinal kültür kaynakları söndürülmek ya da toprağa gömülmek suretiyle ruhunda onulmaz bir aşağılık karmaşası yaratılmış her halk neredeyse bir varoluş koşulu olarak, başka ve yeni bir uygarlığın yayıcısı durumundaki ulusun diliyle yani metropol kültürüyle göğüs göğüse bir hesaplaşma içinde bulur kendini. Sömürge insanı artık ana-ülkenin, metropolün kültürel standartlarını benimseyebildiği oranda cangıla özgü o ilkel, yabanıl statüsünün üstünde yükselecektir. Yüzünün ve dünyasının siyahlığından, cangılın loş kültüründen sıyrılabildiği oranda Beyazlaşacak ve adamdan sayılacaktır."


Zaten başta Malcolm X, olmak üzere bir çok siyahi insan hakları savunucusu bunlara Tom Amca demişti. (Bunu bir gün belki anlatırım.) Ama bilinmelidir ki özgürlük evvel emirde zihni bir faaliyetttir. Neden özgür olması gerektiğinin bilincine varmamış bireyin özgürlüğe zorlanması onu, özgürlüğü put edinmiş marjinal fikir ve hareketlere militan olma sonucundan başka bir yere taşımaz. İnsan türünün özgürlüğü tartışılmaya açılmaması gereken bir konu iken kavramları eğretltileyip kendi değirmenine su taşıyacak hale getiren yerleşik zülum endüstrisinin üretim bandının ürettiği fason zihinlerde hâlâ başkasını ve başkasının özgürlük kotasını belirleme küstahlığına kapılan yabancılaşmış aydınların izlerini görmek mümkündür. Karl Popper, bunlara "açık toplumun düşmanları" demişti meşhur "Açık Toplum ve Düşmanları" adlı kitabında.

Başka halkın karanlığını kendi göz hastalığı yüzünden kendi halkına aydınlık diye dayatan yabancı aydınlara gelsin Cahit Koytak'ın şu şiiri:
Pastörize Sevgi

Kumandayı fırlatıp spiker kızın yüzüne
Bir şeyler yapmalı, diyorum - Ama ne?
Afrika'ya gidelim, diyor, karım içerden
Kahve içelim muhallebi yiyelim

Der gibi iyi niyetli
Günlük vurguyla
Afrika'ya gidelim
Toplayalım pılıpırtıyı

Çocukları kitapları büyükanneyi
Plakları albümleri seccadeleri
Toplayalım çamaşırları
Çamaşır makinesini

Bulaşık makinesini
Kuluçka makinesini
Konuşma makinesini
Gülme makinesini ağlama makinesini

Afrika'ya gidelim
Kahve içelim
Muhallebi yiyelim
Afrika Afrika

Tarihin şuuraltı
Üç tekerli bisikleti üstünde
Habeş Sultanının
Boğa yılanlarını ve halkını
Gülümseyerek güttüğü
Sevimli Dünya"


Hilmi Yavuz

* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 06-05-2021, 18:43
Şüpheci Dinsiz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Şüpheci Dinsiz Şüpheci Dinsiz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.575
Standart

indyturk.com

Yabancılaşma ya da böcekleşme IV
Prof. Dr. Mehmet Çelik Independent Türkçe için yazdı


Prof. Dr. Mehmet Çelik
Pazartesi 12 Nisan 2021 7:38




İşgalciler işgal ettikleri halkın orijinalliğini bozarken kendi kültürlerinden de birçok değeri de kaybetmek zorunda kalırlar. Ya da bu melezleşmede kimin ne kaybettiği sorusu ciddi bir araştırma konusu olarak durmaktadır. Albert Camus'nün kahramanı da bu kirli melezleşmenin bir sonucu ya da bir kurbanıdır. Mersault, Fransız işgali altındaki Cezayir' de yaşayan küçük seviyeli bir devlet memurudur. Annesini huzur evine gönderen Mersault'nun, Marie adında ilgi duyduğu bir kız arkadaşı vardır. Roman Mersault'un annesinin ölüm haberini almasıyla başlar. Romanın daha başında değer ve kimlik kaybı yaşayan bir adamın belirtileri içindedir Mersault… Onun, annesinin ölümüne karşı tavrı tamamen mekaniktir. Şöyle der:

"Bugün anne öldü. Belki de dün, bilmiyorum. Bakımevinden bir telgraf aldım: "Anneniz vefat etti. Cenaze yarın. Saygılar." Bundan bir şey anlaşılmıyor. Belki dün ölmüştür.

Bakımevi Morengo'da, Cezayir'e seksen kilometre uzakta. Saat ikide otobüse bineceğim, ögleden sonra orada olurum. Böylece gece başında bekleyebilirim, yarın akşam da dönerim. Patronumdan iki gün izin istedim, böyle bir mazeret karşısında hayır diyemezdi. Ama pek de hoşnut görünmüyordu. Hatta ona, "Bunda benim bir suçum yok," dedim. Karşılık vermedi. Bunun üzerine böyle söylememeliydim diye düşündüm. Zaten özür dilenecek bir şey de yoktu. Asıl onun bana başsağlıgı dilemesi gerekirdi. Öbür gün beni siyahlar içinde görünce dileyecektir kuşkusuz.

Mersault, hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam edecektir. Annesinin ölümünü duyduğunda ölümü ya da annesinin ölümü karşısındaki acısını dile getireceğine o tutar cenazeden dönüp yas elbisesi giydiğinde annesinin öldüğünü patrona ispat etmek gibi uzak ayrıntılarla uğraşmaktadır.

Mersault, sevgiyi ve ayrılığı sadece alışkanlıklara bağlamakta bencilliklerine de anlamlı gerekçeler bulmaktadır. Ölüm/cenaze merasimi esnasında ölümle yüzleşmesi gerekirken ölümden başka her türlü detayı düşünmüştür. Hatta annesinin cenazesi başında sigara bile içer. Annesinin ölümüne tepkisiz kalmış, hatta bu güzel günü kırlarda geçiremediği için hayıflanmıştır. Cenazeden sonra evine döner ve hafta sonunu Marie ile geçirir.

Ama Marie ile ilişkisinde de kahramanımız tamamen değer yitimi içerisindeki yabancılığına devam etmektedir:

"Akşam Marie beni almaya geldi, kendisiyle evlenmek isteyip istemediğimi sordu. Benim için fark etmediğini, o isterse evlenebileceğimizi söyledim. Bunun üzerine onu sevip sevmediğimi sordu. Daha önce yanıtladığım gibi, bunun bir anlam ifade etmediğini ama sevdiğimi sanmadığımı söyledim. "O halde neden benimle evlenesin ki?" dedi. Bunun hiçbir önemi olmadığını, ama eğer o arzu ediyorsa evlenebileceğimizi anlattım. "


Birgün, Mersault komşusu Raymont ve sevgilisiyle sahile giderken Raymont ile problemi olan bir Arap'ı öldürür. Mahkemeye çıktığında onun annesine karşı ilgisizliği, cenaze başında sigara içişi gibi konular da gündeme getirilir. Kahramanımız Arap'ı öldürmesinin sebebinin güneş olduğu şeklinde tamamen abes bir açıklamayla dile getirir. O, kendisinin Arap'ı öldürdüğü için değil; annesinin cenazesi başında sigara içtiği için yargılandığını söyleyecektir. Zaten mahkeme heyeti de Mersault'nun annesinin ölümü karşısındaki tepkisizliğini bir ahlakî çöküntü olarak görmektedir. Bu çöküntünün topluma yayılmaması için giyotinle öldürülmesine karar verilir. Son günlerinde hapishane papazı tarafından ziyaret edilen Mersault Tanrı'yı reddeder ve yaptığı her şeyde haklı olduğunu iddia eder.

"Yabancı" romanı birçok şekilde okunabilir. Kahramanın yazara benzerliği açısından okunursa Camus'nün hayatına dair bir çok ipucuna rastalanabilir.

Albert Camus, 7 Kasım 1913 tarihinde Cezayir'in Mondovi kasabasında doğmuştur. Babası Fransız, annesi ise İspanyol asıllıdır. Babasını henüz küçük yaşta I. Dünya Savaşı sırasında yaşanan Marne Savaşında kaybetmiştir. Cezayir Üniversitesinde felsefe eğitimi görmüştür. Başta Veba olmak üzere birçok romanında Cezayir'deki yaşantısından izler bulmak mümkündür. Camus'nün kahramanının vardığı abes ve umutsuzluk felsefik duruşunun da gereğidir.

"Camus'nün görüşleri, Kierkegaard, Nietzsche ve Dostoyevski ile Alman varoluşçuların etkisi altında biçimlenmiştir. Camus'nün felsefesinin ana teması, insanoğlunun varoluşunun anlamıdır. Bürokratik burjuva toplum içinde yoğrulan çağdaş bireyin incelenişi ile kendi varoluşuyla ilgili hiçbir yanılması olmayan aydının zihinsel yaşamındaki çelişkilerinin çözümlenişinden yola çıkan Camus, insanın varoluşunun saçma olduğu sonucuna varmış ve "saçma" kategorisini kendi felsefesinin ana ilkesi yapmıştır. Camus'ye göre, insanoğluyaşamının anlamsızlığı, sonsuza kadar, hep yeni baştan aşağı yuvarlanan ağır bir taşı yukarıya doğru itmeye mahkum edilmiş, mitolojik Sisyphos imgesinde cisimleşir. Bu anlamsızlığı taşıyamayan insan, "başkaldırır"; insanın içinde bulunduğu bu "Sisyphos durumundan" kendiliğinden bir çıkış yolu bulmaya çalıştığı sürekli "başkaldırma" ve devinimler buradan ileri gelir. Camus, "örgütlü" "hazırlıklı" bir devrimi kendi anlayışına karşı bulduğu kadar, devrimi insanın içinde bulunduğu durumdan bir çıkış yolu olarak gören bütün umutları da yanıltıcı olarak bulur. Camus'nün düşüncesi "saçma" bir dünya içinde, yalnızlıktan kurtulma umudu olmadan yaşayan insan düşüncesi olup, bu düşünce, aslında, modern kapitalist toplumdaki insanlıkdışı durumun kendine özgü biçimde dile getirilmesidir" (Frolov, 1991: 76).

Başka bir biçimde bakılırsa yani sosyal bakış açısıyla bakıldığında Mersault'nun Arap'ı öldürmesi ve sonra da kendisinin idama mahkum oluşu özelde Fransa ile Cezayir arasındaki katliam dolu ilişkinin genelde de Fransız sömürgeciliğinin iflasının bir aydın filozof tarafından tespiti olarak da görülebilir. Fransa evet Arap'ı öldürmüştür; ama kendisi de aslında kendi idam fermanını kendisi imzalamıştır.

Bir başka açıdan bakıldığında Mersault Arap olamamış fakat Fransız da kalamamıştır. Ve dahi onun şahsında sömüren, sömürdüğüne doğrultuğu silahın geri tepmesiyle kendisini de öldürmüştür. Zaten Camus'nün sosyal hadiselere hep ilgi duyduğu da göz önüne alınırsa Yabancı romanın da sadece felsefik bir bunalım romanı olmadığı belirginleşir. Ama Camus'nün Cezayir'de katledilen bir buçuk milyon Arap için evrensel bir tavır alıp kınayan tarafsız bir aydın gibi davrandığı da söylenemez. Mesela Jean Paul Sartre, Paris sokaklarında Cezayir'de yaptığı katliam nedeniyle hükümet aleyhinde bildiri dağıtmaktayken ya da "Hepimiz Katiliz" adlı eserinde Franzız sömürgeci faşizmine tavır alırken Camus'nün cinayete maktülün insan olduğu noktasından değil; katilin bakış açısından yaklaşmayı uygun görmesi oldukça enteresandır. Dr Mutluhan İzmir bu konuyu şöyle dile getirir:

1957 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Albert Camus'nün Yabancı romanı bizi bu yönden derin bir çelişki içinde bırakmaktadır. Romanın kahramanı, Cezayir'li bir Fransız olan Meursault, bir Cezayir'li Arap'ı umursamadan öldürür. Kendisi de Cezayir'li bir Fransız olan Camus, romanın felsefesini neden öldürülen Arap'ın hayatı üzerine değil de öldüren Fransız'ın üstüne kurar? Babasını hiç tanımadan büyümüş olan zavallı, yardımsever, saygılı Fransız saldırganın tüm insani yanları bizi saracak derecede ustaca ve ayrıntılı olarak verilirken kurbanın Arap olduğunu bilmek dışında insani hiçbir özelliği romanda yansıtılmamıştır, okur onun ölümü üzerine hiç düşündürülmez, inkarcı bir bakış açısı ile kurban hemen silinir gider. Babasını romanın kahramanı gibi hiç tanıyamadan 1 yaşında iken kaybetmiş olan Camus'nün bu romanı yazdığı 1942 yılından 3 yıl sonra Fransa, 1945 yılında Cezayir'de 1,5 milyon Arap'ın ölümü ile sonuçlanacak olan Cezayir bağımsızlık hareketini bastırma savaşını başlatacaktır.

Romanın bir sahnesinde, mahkemede savcı "hele bu adamda rastlanan türden bir kalpsizlik toplumu içine sürükleyecek bir uçurum halini alırsa" der (s97). Gerçekten de sanki romandan 3 yıl sonra romanın kahramanının kalpsizliği toplumu içine sürükleyecek bir uçurum halini almıştır ve daha 1 yıl önce işgalci Almanlar'ın istilasından kurtulmuş olan Fransızlar 1,5 milyon Cezayirli Arap'ın katledilmesine sessiz kalır, keza Camus de.

Sezai Karakoç'un küçük bir kız çocuğunun gözünden Fransız sömürgecilerin nasıl gözüktüğüne dair masumane birkaç dizesiyle sözü sonlandıralım.
…annemi babamı karıştırmayın işin içine

İnanmazsınız ama onların şuncacık

Şuncacık evet şuncacık bir alakaları bile yok

Sizin def olup gitmenizi istiyorum işte o kadar

Ali de istiyor ama söylemekten çekiniyor

Halbuki siz insanı öldürmezsiniz değil mi?

Gidiniz ve öteki yabancıları da beraber götürünüz

Tuhaf ve acaip şapkalarınızı da beraber götürünüz emi

Boynunuzdaki o uzun ve süslü şeritleri de

Kirli çamaşırları tahta döşemelerin

Üzerinde bırakmamanızı yalvararak istiyeceğim

Yalvararak istiyeceğim diyorum Medeni Adam

Siz bilmezsiniz size anlatmak da istemem

Kardeşim Ali gömleğinizi mutlaka giyecektir

Halbuki ben Bay Fransız sizin gömleğinizi

Hatta Matmazel Nikolun o kırmızı ipekli gömleğini

Hani etekleri şöyle kıvrım kıvrımdır ya

Bile giymek istemem istemiyeceğim

Evimizin tahtadan olduğunu biliyorsunuz

Kibrit gibi iç içe sıkışmış tahtadan

Hem şu bildiğiniz usule de lüzum yok

Tepesi demir askerleriniz babamı alıp götürmeseler

O zaman siz görürsünüz Bay Yabancı

Ağaçların tepesine çıkabileceğimizi

* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
Alıntı ile Cevapla
  #5  
Alt 09-05-2021, 13:03
Khaos Khaos isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 12 Jun 2009
Mesajlar: 5.552
Standart

Alıntı ile Cevapla
  #6  
Alt 10-05-2021, 15:29
Şüpheci Dinsiz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Şüpheci Dinsiz Şüpheci Dinsiz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.575
Standart

Karl Marx - Yabancılaşma (Türkçe Altyazılı)


[PF] Balam Kenter - Marx ve Spinoza'da Yabancılaşma ve Hayvanlar


Alienation, Entfremdung, Yabancılaşma... Aydınlanmanın Diyalektiği

* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
Alıntı ile Cevapla
  #7  
Alt 06-07-2021, 04:34
Şüpheci Dinsiz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Şüpheci Dinsiz Şüpheci Dinsiz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.575
Standart

Marx'ta Din, Kapitalizm ve Yabancılaşma - Prof. Dr. Örsan Öymen

* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
Alıntı ile Cevapla
  #8  
Alt 18-11-2023, 15:36
Şüpheci Dinsiz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Şüpheci Dinsiz Şüpheci Dinsiz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.575
Standart

Yabancılaşma Nedir? - Karl Marx


Şeyleşme Nedir? - Georg Lukács

* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
Alıntı ile Cevapla
  #9  
Alt 27-11-2023, 17:23
Şüpheci Dinsiz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Şüpheci Dinsiz Şüpheci Dinsiz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.575
Standart

MARX ve YABANCILAŞMA

* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
Alıntı ile Cevapla
  #10  
Alt 02-03-2024, 09:04
Şüpheci Dinsiz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Şüpheci Dinsiz Şüpheci Dinsiz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.575
Standart

Gregor Samsa'dan Böceğe; Bir Trajedinin Son Sabahı Remziye Arslan

* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler

Başlık Düzenleme Araçları
Stil

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 07:45 .