Sevgili Psiko ilk başta bu konu için size çok teşekkür ederim. Güzel bir konu, hassas bir konu ve üzerinde düşünülmesi gereken bir konu.
"Konstantin seçkinliğini nereden alıyor?" sorusunu cevaplamadan önce ilk olarak "konstantin kimdir?" sorusunun cevabını vermemiz gerekir.
Konstatin bu gün kiliseler tarafından "Aziz" statüsüne konulacak kadar "Yüce Bir Hristiyan" olarak gösterilmek istensede, tarih bize Konstantin'in aslında hiç te iyi bir hristiyan olmadığını göstermektedir. Aslında Konstatin'in uzaktan yakından Hristiyanlık ile alakası da yoktur.
Konstantin bir imparatordu.İmparatorluğunun düzeninin bozulmasını istemeyen, bu düzeni bozacak olan insanlar arası fikir ayrılıklarının/çatışmaların/kaosların yaşanmasını istemeyen başarılı bir imparatordu.
Hristiyan dünyasına gelince...
Hristiyanlık hızlı bir şekilde yayılmaktaydı.
Hristiyanlık hızlı bir şekilde yayılmasına yayılıyordu ama Hristiyanlığın daha ilk günlerinden başlayan fikir ayrılıkları/kargaşalar/kaoslarda Hristiyanlığın yakasını bir türlü bırakmamıştı. (En basit örneğiyle, İsa 2. gelişinin çok yakın bir tarihte [o gün, İsa zamanında yaşamış olan insanlar hayattayken] olacığını söylemişti. Beklenilen kurtarıcı bir türlü gelememişti ve toplumda kargaşalar başlamıştı. Pavlus ve Petrus bu kargaşaları sonlandırmak için mektuplar yazmıştı) Neyse konudan konuya atlamak istemiyorum ama şunu kesin bir dil ile belirtmek istiyorum ki Hristiyanlık döneminde (daha ilk yıllarında bile) kargaşalar, kaoslar hep vardı.
Konstantin döneminde ise bambaşka bir fikirayrılığı/kaos yaşanmıştı: Üçlü Birlik.
Çoğunluk Üçlü Birliği anlayışını desteklerken, azınlık ise Üçlü Birlik öğretisine karşı çıkıyordu. Gel zaman git zaman bu kargaşalar/kaoslar büyümüştü. İmparatorluk içinde huzursuzluklar, bölünmeler ortaya çıkmıştı. Konstantin de bu huzursuzlukların, bölünmelerin önüne geçebilmek için ünlü konsil toplamıştı.
Hemen şunu belirtmeliyim ki kargaşa küçük yada önemsenmeyecek bir kargaşa değildi. Konsili toplayacak kadar büyük ve önemli bir kargaşaydı.
İşte tüm bu kargaşaların/bölünmelerin önüne geçebilmek için "Üçlü Birlik" kavramının bir karara bağlanması gerekiyordu... Bağlandı da... Çoğunluğun dediği oldu ve Üçlü Birlik doktrini kabul gördü.
Tabi konsilde görüşülen başka önemli bir kargaşa vardı ki oda Hristiyanlığın kabülüydü. Sorun bir tek Hristiyanlar arasında değildi. Ayrıca sorun Hristiyanlar ve Hristiyan olmayanlar arasında da vardı. Rab'be inanmayanlar Rab'be inananlara işkence çektiriyorlardı. Onları öldürüyorlardı. Hristiyanlar ibadetlerini özgür bir şekilde yapamıyorlardı. Gizli kapaklı, ölüm korkusu içinde, yer altındaki mezarlarda toplanıp ayin yapabiliyorlardı.
Konstantin bu sorununda önüne geçmişti. Hristiyanlığı resmi bir şekilde kabul etmişti ve Hristiyanlığın en temel ilkelerinden biri olan laikliği çiğneyip din ve devleti birleştirmişti.
Aslında konstatin'in Hristiyanlar için yapmış olduğu tek iyilikte budur: Din ve devlet birleşince artık Hristiyanlık imparatorun himayesi altına girmişti ve Hristiyanlar özgürce, rahat-rahat ibadetlerini yapabiliyorlardı.
Tabi olay bu kadar sevimli değildi. Siz en önemli ilkelerden birisi olan laikliği çiğneyip din ve devlet kavramlarını birleştirince Hristiyanlığın aleyhine olan bir çok kavramda doğmuştu. Örneğin, bir çok pagan, Konstatin'in gözüne girmek için, devlet kademelerinde görev almak için, devlet kademelerinde kalıcı olmak için ya da üst rütbelere yükselmek için kiliseye gitmeye başlamışlardı. Bir çok pagan, Hristiyanlığa inanmamasına rağmen kiliseleri doldurunca da, Hristiyanlıkla alakası olmayan, bir çok pagan kültürü de doğmuştu. İşte bu gün, elçisel kiliselerde var olan ve tamamiyle pagan kültürüne ait olan geleneklerin tek mantıklı açıklaması da budur.
Lafı fazla uzatmadan...
konstantin 2 tane marjinal karar almıştı.
1. Kutsal Metinlerin hiç bir yerinde "Üçlü Birlik" kelimesi geçmemesine rağmen "Üçlü Birlik" hritiyanlığın tartışılmadan kabul görecek olan bir ilkesi haline gelmişti.
2. Evet, Eski Antlaşma laikliği savunmamaktadır. Örneğin Musa, sadece dini bir lider ya da sadece bir din adamı değildi. Hem ülkesini yönetiyordu (devlet başkanı), hem yasa yapıyor ve o yasalarla insanlara hükümler verip onları cezalandırıyor (şeriat) hem de din adamıydı. Yani Eski Antlaşmada din ve devlet iç içeydi. Ama İsa bu görüşü desteklemedi. Din ve devleti birbirinden ayırdı. Ama Konstantin İsa'yı dinlemedi. Eski Antlaşma döneminde ki gibi din ve devlet kavramlarını birleştirdi.
Şimdi iki tane bu denli marjinal kararlar alınmıştı. Yarın öbür gün bu marjinal kararlar sorgulanmayacak mıydı? İnsanlar "Bu kararların Hristiyanlıkla ne alakası var?" demeyecek miydi? Ve daha büyük kaoslar-kargaşalar yaşanmayacak mıydı?
İşte tüm bunların önüne geçebilmek için, Konstatin ölümünden sonra azizlik statüsüne yükseltilecek kadar Hristiyanlığı iyi bilen/ öteki insanlara göre daha seçkin ilan edildi.
Yani Konstantin'in seçkinliği ölümünden çok sonraları ortaya çıkmış bir şeydi.
___________
İmparatorlukların/İmparatorluğa ait kilisenin/konsillerin kutsallığına gelince...
İnanışa göre Ademden gelen bir günah vardı. Tüm insanlar günahlı doğuyordu çünkü insanların günahlı bir doğası vardı.
Günahlı olduğumuz için hata yapan insanlardık.
Gelelim Kutsal Kitap'a. Kutsal Kitap gökten inmedi. Kutsal Kitap insanlar tarafından yazıldı. Ortada binlerce mektup ve İsa Mesih'in yaşamını anlatan kitaplar vardı. Daha sonra bu mektupların/kitapların bazılarına "Kutsallık" sıfatı verildi ve kanon oluşturuldu.
Sorulması gereken soru şu: Günahlı bir doğaya sahip olan, yani günahlı/kusurlu/hata yapabilen bir insan Kutsal Kitap'ı yazarken hiç mi hata yapmadı?
Oysa bizim günahlı bir doğamız vardı, doğduğumuz gün (daha 1 günlükken bile) günahlıydık, kusurluyduk ve hayatımızın her evresinde bu günah/kusurluluk vardı. Peki bu günahlılığın doğurduğu kusurluluk Kutsal Metinlere hiç mi yansımadı?
Hadi bunu da geçtim...
Konsiller ellerindeki binlerce kitaptan bazılarına kutsallık sıfatını verirken bu konsillerdeki yüzlerce kişinin hiç birinin günahlı doğasından kaynaklanan eksiklikleri/kusurlulukları hiç mi su yüzüne çıkmadı?
Eğer Hristiyanlığın en temel doktrinlerinden biri olan "Ademden Gelen Günahımız" doğru ise her insan ve o her insan, hayatının her evresinde (kitap yazıyorken/yazmıyorken & kitaplara kutsallık sıfatlarını yüklerken/yüklemiyorken) günahlıdır, kusurludur ve bunların getirisi olan: hata yapabilir.
Tabi kilise bunuda kabul edemezdi. Eğer etseydi; geleneklerde, Kutsal Kitap'ta koskocaman bir yalan olacaktı.
işte bu süreçlerde Üçlü Birlik formüle edildi. Üçlü Birliğin bir kişisi olan Kutsal Ruh devreye sokuldu. Kutsal Ruh sayesinde bu insanların hata yapmadığı söylendi.
Peki Kutsal Ruh kimdi?
Kutsal Ruh Tanrı idi.
Tanrı ebedidir, sonsuzdur. Yani Tanrı bu gün vardır, yarın yoktur diye bir şey söz konusu değildir. Eğer Tanrı (Kutsal Ruh) var ise Havarilerden önce de vardı, Havariler zamanında da vardı, Havarilerden sonra da olacaktı. İşte Kilisenin, konsillerin Kutsallığı da buradan geliyordu (Kutsal Ruh'tan).
|