27-03-2013, 02:10
|
|
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
|
|
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.586
|
|
Türkiye'de bilimsel ilerleme...
Sevgili arkadaşlar,
Yaşamımın neredeyse tamamını bilim ve teknik içeren işlerle geçirdim. Dünyanın bir çok gelişmiş ülkesinden yabancı teknik ekiplerle çalışma fırsatım oldu. Onlarla uzun sohbetler ettim. Değişik kültürler, fikirler, yaşamlar, teknolojiler öğrendim. Türkiye'de çeşitli üniversitelerin akademik çevrelerinden tanıdıklarım oldu, bir çoğuyla çeşitli teknik projeler içinde birlikte çalışma fırsatım oldu.
Türkiye'de bilimsel ilerleme ülkemizin ihtiyaç duyduğu seviyede değil, bilimsel ilerleme kültürü ve sistematiği yok, bilgi paylaşımı yok, olan ilerlemeler kişilerin şahsi gayretleriyle gerçekleşiyor. Akademik kişiler bile batıdan gelen bilginin, teknolojinin kolaylığına, hayranlığına teslim olmuş, hatta yenilmiş durumdalar. Üstelik, kadroculuk tüm zamanların en üst seviyesine çıkmış durumda, öyle ki; tuvalete bekçi olamayacak tipler önemli karar merkezlerine getirilmiş, iş yapabilir kişiler çeşitli ayak oyunlarıyla uzaklaştırılmış.
Maalesef durum budur.
--/--
Bu başlıkta idealist gençlere faydası olur umuduyla birikimlerimi paylaşmak istiyorum.
--/--
Yoksul bir ailenin çocuğuyum, haliyle zor bir çocukluk geçirdim, hatta neredeyse oyuncak bilmeden, oynamadan hem çalışarak hem okuyarak geçti çocukluğum. İlkokulda TV tamircisinin yanına çırak girmiştim, ellerinden öpüyorum, ustam çok iyiydi, elektroniği çok iyi öğretti bana. Elektronik mesleğine hayran oldum ve lise zamanında meslek lisesi sınavlarına girip elektronik bölümünü kazandım, hazırlık sınıfından sonra yüksek notlar aldığım için teknik liseye geçebildim. Lise bitmekteyken ABD'den burslu üniversite teklifi alıp gitmedim. Buna tekrar döneceğim.
Ders 1: Mesleğinizle ilgili komponent üreticilerinden ücretsiz kaynak isteyiniz, göndereceklerdir.
Teknik lisede öğrenciler arasında mesleki açıdan tatlı bir rekabet vardı. Hep yaptığımız işlerle birbirimizi geçmeye çalışırdık. örneğin birisi kısa dalga radyo yapsa, diğeri AM radyo, bu gören bir diğeri FM radyo, bir diğeri TV yapardı. O zamanlar Türkiye'de lambalı elektronik öğretiliyordu, mesleki öğretimde Avrupa'dan, ABD'den en az 30 yıl geriydik. Öğretmenlerden bu açığı kapatmalarını ister, karşılık alamazdık, çünkü onlar da çağdaş elektroniği bilmiyordu. Tüm kitaplar İngilizce veya Almancaydı ve bu günün parasıyla 100 USD'nin altında değildi ki; öğrenci olarak bu kitapları alma şansımız sıfırdı. Öğretim görevlilerinden hiç kimse bir kaç kelime dışında yabancı dil bilmiyordu, İngilizce öğretmenleri de teknik İngilizce bilmiyordu, kalakalmıştık anlayacağınız...
Sene 1979, National, Texas Instruments (TI) gibi yarı iletken üreticilerine çat pat İngilizcemle yazı yazıp okulumuza ücretsiz kitap göndermelerini istedim, Opermann gibi dev Alman elektronik firmalarından kataloglarını göndermelerini istedim. Hepsi memnuniyetle tüm kitaplarından beşer adet okula hediye ettiler, üstelik posta ücretlerini de kendileri ödemişti. Bu kataloglar, kitaplar elektronik bölümünün ortasına bomba gibi düştü, sevincimizi, gururumuzu ve heyecanımızı tahmin edersiniz.
--/--
Ders 2: Mesleğinizde iyi olmak istiyorsanız çok fazla pratik yapmalısınız.
Ders 3: Daha iyi işler üretebilmek için daha gelişmiş gereçler kullanmalısınız.
Ders 4: İyi öğretmenler, iyi sınıf arkadaşları sizi ilerletir, sizi yüceltir.
Lisede elektronikle ilgili hemen hemen hiç bir şey öğrenmedim. TV tamircisi ustam zaten çok daha fazlasını öğretmişti. Gerisini de gece sabahlara kadar çalışarak ben öğrenmiştim. Bu sebeple, okuldaki müfredattaki dersler çok hafif kalmıştı. Öğretmenlerden izin alıp meslek derslerini ar-ge yaparak geçirmeye başladım. Arkadaşlarla bir kaç özgün proje yapıp TÜBİTAK ödülü aldık. (O zamanlar TÜBİTAK şimdiki gibi cemaat yuvası değildi.) Bu girişimlerimiz okulda döner sermaye kurulmasına yol açtı. Yaptığımız projeleri satıp okula gelişmiş gereçler, ölçü aletleri almaya, daha iyi projeler yapabilmeye başladık.
Yurtdışından gelen kitapları okudukça dünyamız çok genişledi, bilmediğimiz çok şey olduğunun farkına vardık. Özellikle bölüm başkanımız ve öğretmenlerimiz olumlu yönde çok değişti. Var güçleriyle kitapları okuyup çeviri yaparak, yaptırarak bizlere anlatmaya, öğretmeye başladılar. Anlattıkları elbette müfredatta yoktu, üstelik 1980 ihtilali yıllarıydı, hepimiz bu sırrı saklıyor, açık etmiyorduk, elektronik bölümü olarak tek yürek, tek bilek, tek yumruk olmuştuk. Hepimiz uykusuz geceler geçiriyorduk, hepimiz yeni öğrendiği bir bilgiyi diğerine aktarıyordu. O zamanlar fotokopi yoktu, notları kopyalayarak çoğaltıyorduk. Sınıfın eğitim durumu en üst seviyedeydi, bırakınız sınıfta kalmayı, zayıf alan bile yoktu, not ortalaması 10 üzerinden 8'in üzerindeydi.
Öğrenci arkadaşlarla olan şakalar bir başkaydı, birbirimize elektronikle ilgili zekice tuzaklar olan sorular hazırlardık, bilemeyenle bütün sınıf olarak kafa bulurduk, çok eğlenirdik. Her birimiz mesleği iyi bilerek mezun olmuştuk (sözde).
--/--
Ders 5: Mesleğinize gönül veriniz, veya gönül vereceğiniz bir mesleği seçiniz.
Teknik liseden iyi seviyede matematik - fen eğitimi almıştık, çoğumuz kursa bile gitmeden iyi üniversitelere girmiştik. Ben de elektrik mühendisliğine girdim. Yine, mesleki bilgime pek bir şey katamadan yıllar geçti ve mezun oldum. Lise arkadaşlarımdan bazıları meslekten kopmuşlardı. Ben mesleğimi ilerletiyor, sürdürüyordum. Çoğu zaman mesleki çalışma için part time iş bulamasam da, bu yıllarım da hem çalışarak hem okuyarak geçti. Dışardan proje yaparak meslekten kopmamış oldum ve mesleğin endüstriyel uygulamalarını da öğrenmiş, uygulamış oldum. Üniversite bana pek bir şey veremedi, çünkü 1980 ihtilalinde iyi hocalar ya içeri tıkılmıştı, ya sürülmüştü, ya işten el çektirilmişti, geriye düzenin yalakası olanlar veya ne kokar ne bulaşır silik tipler kalmıştı. Haliyle kendi çabalarımla öğrenmeye devam ettim. Şimdi düşünüyorumda, insanın merakı olmazsa üniversite iyi bile olsa fayda etmez, kişi istiyorsa karanlıkta, yoklukta bile öğrenir, istemiyorsa ne imkanlara sahip olursa olsun öğrenemez. Ancak, lisedeki gibi bilgiye susamış bir ortamda öğrenmek hem daha kolay, hem daha zevkli olurdu. Halbuki, bunun şansa bağlı olmaması gerekir, bütün eğitim kurumları öğrencilere bu bilgi ortamını sağlayabilmelidir.
Ders 6: Zor meslek yoktur. Öğrenilmeyecek bir bilim yoktur. Her meslek, bilim dalı yeterli zaman ayırmakla, araştırmakla ve pratikle öğrenilebilir.
Elektronik mesleği bir tür lego gibidir. Alt yapınız iyiyse yapamayacağınız iş yoktur. Alt yapı, teorik bilginin ve ancak pratik yaparak kazanılan pratik bilginin toplamından oluşur. Meslekte yaratıcı olmak için her ikisi de gerekir, yaratıcı kalmak için araştırma, okuma ve öğrenme devam etmelidir. Elektronik, eğitimi yaşam boyu süren bir meslektir.
Sevgiler
* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
|
27-03-2013, 02:11
|
|
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
|
|
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.586
|
|
Sevgili arkadaşlar,
Ders 7: İyi işverenler, iyi iş arkadaşları sizi ilerletir, sizi yüceltir, iyi olmayanlar sizi köreltir.
Ders 8: Fikren hazır olunmayan ortamlarda yenilikler iyi karşılanmaz. (Alışmamış kıçta don durmaz.)
Üniversiteden sonra çalıştığım işyerlerinde çok büyük çoğunlukla teknik işler yaptım. Bu işlerde benden yaratıcılık beklenmiyordu, var olan düzeneklerin bakımı ve devamı yetiyordu. Ben buna razı olmayıp elimden geldiği kadar yenilikler yaptım, şirketlerin dış harcamalarını aşağı çektim, ürün / hizmet kalitesini arttırmak için çok çabaladım. Müşterileri memnun etmiş olsam da maalesef ne işvereni, ne de işçileri memnun edemedim. İşveren masraflardan şikayetçi oldu, işçi başka şeylerden.
Ne zaman bir yenilikten bahsetsem herkes öncelikle buna karşı oldu, yararlarını anlatınca ikna olur gibi olduysalar bile engel olmaktan geri durmadılar. İşverenin sorduğu ne kadar masraf olacağıydı, işçinin sorduğu ise işi kimin yapacağıydı. Yaptığım iyileştirmelerin tamamını ben tasarlamama, üretmeme, gece gündüz çalışmama, test etmeme, montaj yapmama rağmen izin alamadığım için montaj yapmayıp bir kenara attığım bir çok proje olmuştur. (Daha sonra rakip firma benzer bir iyileştirme yaptığında bir kenara atılmış olan proje hemen gündeme getirilmiş, sahiplenilmiş ve büyük pişkinlik içinde hayata geçirilmiştir.)
Ders 9: İşverenler çağın gereklerinin, değişimin, bilme ve gelişme mecburiyetinin farkında değildir. Önce işverenleri bu yönde ikna ediniz.
Lisede gece vardiyasında çalıştığım bir kaç TV fabrikasında işverenlerin ülkeye ihanetini açıkça gördüm. Dünyada yaygın olan bir kaç TV projesi satın alınmıştı, sadece montajı yapılıyordu ve koca fabrikalarda birer tane elektronik mühendisi çalışıyordu. Onlar da bilgisi sınırlı insanlardı. İşe girdiğimde yeni bir TV üretim bandı kurulmaktaydı, Japon mühendisler gelip üretim bandını kurdular, tüm ölçü aletlerini kurup personeli eğittiler, çekip gittiler. Ölçü aletleri oldukça gelişmişti, öyle ki; arızalı parçayı veya hatalı montaj yapılmış parçayı gösteriyordu. Japonlar çok mütevazi insanlardı ama adamların altında ezildim, bittim, yok oldum.
Halbuki, ben daha lisedeyken bile TV tasarımı yapabilecekken ülkede bu tasarımı yapabilecek kimbilir kaç mühendis vardı. İşveren, bu ekibe milyonlarca USD proje bedeli ödemişti, satılan her TV için ayrıca para ödeyecekti, üstelik 5 yıl süreyle TV'yi oluşturan malzemeleri bu firmadan alacak bir kölelik anlaşmasına da razı olmuştu.
Bu anlaşmanın sonucunda Türkiye'de kalan bir bilgi, birikim yoktu. Çünkü TV yapmak için gereken kritik parçaları yapmayı öğrenememiştik. Bırakınız öğrenmeyi, yapmayı denememiştik bile, hatta üzerinde düşünmemiştik bile. Bu kafadaki bir işveren, bir sonraki TV modelinin projesini de satın almak zorunda kalacaktı. Biz Türk mühendisler de başkalarının kırıntılarıyla yaşamaya mahkum olacaktık. Malumun ilanı gibi oldu ve sonraki çalıştığım fabrikalarda da durum aynen önceki gibiydi. Moralim bozulmuştu.
Mühendislerle, müdürlerle olan tartışmalarım boşunaydı, adamlar risk almak istemiyorlardı, zaten bilgileri de sınırlıydı. Kendilerini geliştirmek, şartları zorlamak yerine beni aşağı bastırmaya odaklandılar, neticede ayrılmak zorunda kaldım.
Bu fabrika sahibi işverenler basitçe ar-ge ekibi oluşturup bir kaç yüzbin USD'ye TV'yi ürettirebilirdi, halkına TV'yi daha ucuz satabilirdi, TV hakkında herşeyi bilir hale gelebilirdi, bir üst modeli daha az ar-ge yaparak geliştirebilirdi, personeline daha yüksek ücret ödeyebilirdi, milyonlarca USD'yi dışarıya kaçırmayabilirdi. Ama bunu yapmadılar...
Günümüzdeki TV üreticileri de aynı kafada devam etmektedirler maalesef. Halbuki, elektronik eskisinden çok daha kolay öğreniliyor, çok daha yetenekli komponentler var, bilgi çok daha kolay elde ediliyor. Ama biz bilim insanlarımıza, mühendislerimize güvenmiyoruz, onlara imkan sağlamıyoruz, onların önünü açmıyoruz.
İşverenlerin ar-ge yatırımları yapmaları gerektiğine ikna edilmesi gerekir. Bunu rakamlarla göstermek en doğru yöntemdir. Yani hazırlanacak raporlarla yakın-orta-uzun vadeli olarak ar-ge yatırımının ona kar ettireceğini gösterebilmelisiniz. Unutmayalım, ar-ge bilimin itici gücüdür, motorudur.
--/--
Ders 10: İşverenler çağdaş üretim yöntemlerinin, çağdaş yönetim yöntemlerinin yararlarının farkında değildir. Önce işverenleri bu yönde ikna ediniz.
Çalıştığım küçük - büyük yerlerde işlerin ve sorumlulukların bir kaç kişinin üzerinde toplandığını gözlemledim. Bu gözleme ve dünya istatistiklerine dayanarak performans ölçümü yapmayan işyerlerindeki çalışma veriminin düşük olduğunu, en fazla %30 olduğunu söyleyebilirim. Bu, "şirketin %30'u çalışıyor, %70'i yan gelip yatıyor" anlamına gelir.
Bu gerçek bütün dünyayı işçinin, tüm kaynakların performansını ölçme, değerlendirme ve etkili çalışma performansını arttırma arayışına itmiştir. Bunun için ERP - KKP (Enterprise Resource Planning - Kurumsal Kaynak Planlama) sistemleri geliştirilmiştir, geliştirilmektedir.
KKP sistemlerinde özetle, şirketin tüm varlıkları (iş makineleri, fabrika, işyeri, personel, vasıtalar, toplantı odaları, müşteriler, ambarlar, nakitler, alacaklar, borçlar, stoklar, ...) kaynak olarak kabul edilir ve en verimli şekilde kullanılmaya çalışılır.
Örneğin, iş makinelerinin tek vardiya çalışma kapasitesi 8 saat ise, 8 saat kullanılıp kullanılmadığı ölçülür, kullanılmamışsa sebepleri araştırılır, sürekli 8 saat (tam kapasite) kullanılmaya çalışılır. Örneğin, 3 vardiya çalışılıyorsa toplam kullanım kapasitesinin 24 saat olması için çaba gösterilir. İş makinelerinin kullanım bilgisi, makinelere takılan bir otomasyon ve veri toplama terminali (OTVT) ile işçinin müdahalesi olmaksızın alınır, yöneticinin ekranına değerlendirmesi için verilir. 1. vardiyada tam kapasite kullanılıyorken, 2. kapasitede düşme oluyorsa, 2. vardiyanın personeli uyarılır, yıl sonu toplamında makinelerini tam kapasite çalıştıran personele daha yüksek zam yapılır vs.
Örneğin, birim sürede daha az enerji harcayarak daha çok mal üreten makineler tercih edilebilir. Böylece aynı sayıda personel ile daha az enerji harcayarak daha çok mal üretilebilecektir.
KKP sistemleri mal ve hizmet üretimlerinde kaliteyi arttıran, maliyetleri düşüren bir etki sağlar. Şirket kaynaklarından toplanan ham veri, yöneticilerce doğru değerlendirilirse, üretimin hızlanmasını engelleyen noktalar tespit edilir, önlem alınır, birim sürede yapılan üretim artınca üretim maliyetleri düşer, kalite artar, şirketin karı artar, müşteri memnuniyeti artar, personelin ücreti artar, satış fiyatı düşer, rakip firmalarla rekabet etmek kolaylaşır. Bütün bu iyileştirmeler bir ar-ge'dir, bir bilimdir, bir sistematiktir. Personelin bilgisi ve bilinci artınca üretici için de, çalışan için de, tüketici için de her şey daha tatminkar olur.
Sevgiler
* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
|
27-03-2013, 02:13
|
|
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
|
|
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.586
|
|
Sevgili arkadaşlar,
Ders 11: Herşeyi bilen birisi olmaya çalışmayınız, bu mümkün değildir, bunun yerine belirli konularda uzmanlaşınız.
Ders 12: Herşeyi kendiniz yapmaya çalışmayınız, çok yıpranırsınız, bunun yerine ekip ile çalışmayı öğreniniz.
Eğitim sistemimiz bizleri herhangi bir konuda uzman, otorite yapmıyor maalesef. Örneğin, meslek lisesinde aldığım elektronik eğitimi o kadar zayıftı ki, bırakınız karmaşık devreler tasarlamayı, kapı zili bile tasarlayamazdınız. Aynı güdüklük biraz daha teoriyle süslenmiş şekliyle üniversitede de devam etti. Çalıştığım iş yerlerinde başka üniversitelerden elektronik mühendisleriyle tanıştım, aralarında eline havya (lehim yapan çubuk şeklinde bir alet.) almamış olan vardı, eğitim sistemi üniversite süresi boyunca onları pratik yapmaya zorlamamıştı, bilgileri çok yüzeyseldi, onun bunun kitabına bakmadan şema çizemiyorlardı, vahimdi kısacası.
Avrupa ve Amerika'da mühendislik dallarında temel derslerden sonra uzmanlık dersleri alınır. Örneğin, öğrenci güç kaynağı (power supply) konusunda uzman olur, bu uzmanlığı ile her türlü güç kaynağını tasarlayabilecek teorik ve pratik bilgi sahibi olur. Bu kişiye TV yapımında görev verirsiniz, size TV'nin ihtiyaç duyduğu tüm voltajları ve akımları temin eden bir güç kaynağını tasarlar, tasarımına garanti verir, tasarımına dünyaca geçerli olan CE, FCC, TÜV gibi belgeleri alır, seri üretim için gerekli tüm çizimleri, listeleri verir. Aynı kişiye bilgisayar yapımı için başvursanız bunun da güç kaynağını da yapar, çünkü adamın uzmanlığı budur.
Şimdi gözümüzün önüne bir proje getirelim :
Örneğin bir bilgisayar monitörü üretecek olsak, monitör için gereken uzmanlıkları alt alta yazalım.
1- Güç kaynağı uzmanı
2- PC ile LCD display arabirimi uzmanı
3- Monitör ayarları için firmware uzmanı
4- Plastik döküm uzmanı
5- Ambalaj uzmanı
6- Estetik, montaj, ergonomi uzmanı
7- Lojistik uzmanı
8- ...
Bu uzmanların hepsinin bir araya geldiği bir ar-ge laboratuarı mutlaka başarılı olur ve kısa zamanda en az maliyetle projeyi bitirir, seri üretim yapılacak hale getirir, ürün gerekli bütün küresel sertifikaları kolayca alır.
Oysa ki, ne kadar iyi elektronikçi olursak olalım bu proje için bilgimiz yetmeyecektir. Mesleğimiz elektronik ise, bir de üzerine kalıpçılık, ambalaj, lojistik vs. gibi bizim için gereksiz bir çok mesleği yarım yamalak öğrenmek zorunda kalırdık, ki; proje süresini uzatırdı, maliyeti yükseltirdi, ürün için zorunlu sertifikaları alamayabilirdik ve en önemlisi konudan uzaklaşırdık.
Bu yüzden, herhangi bir projede her konu kendi uzmanı tarafından tasarlanmalıdır. Ekip çalışması bir işi başarmanın anahtarıdır.
Ders 13: Çalışmalarınızda tıkandığınız noktalarda ustalardan, uzmanlardan, akademisyenlerden destek alınız.
Herhangi bir projede hızlı geçilecek (kolay kısımlar) bir çok iş olduğu gibi, kritik olan (zor kısımlar) bazı işler olacaktır. Tüm çabalarınıza rağmen bu noktaları kendi başınıza aşamadıysanız, aşamayacaksanız üzülmeyiniz, vakit kaybetmeden konunun ustalarından, uzmanlarından, akademisyenlerden destek alarak tıkanıklığı aşınız. Alacağınız destek sonrasında önemli bilgiler ve tecrübeler edinmiş olacaksınız ki; bu çok önemli bir kazançtır, daha da önemlisi projeniz bitebilecektir. Bu yüzden, dışarıdan destek alma ihtimalini göz önünde tutarak projenizin bütçesine daima bir "harici danışmanlık bedeli" ekleyiniz.
Ders 14: Her iyileştirme, her icat, israfı ve yurt dışına kaçan dövizi azaltır, bilgi ve teknolojiyi arttırır.
Dünyadaki büyük yazıcı üreticilerinden birisinin Türkiye'de sattığı yazıcı mürekkebi, toneri miktarı yıllık birkaç yüz milyon USD imiş. Bu bedelin %30'u devlet kurumlarınca ödenmekteymiş. Bunu o firmanın Türkiye şubesinde çalışan bir arkadaşımdan öğrendim.
Bu utanılacak bir durumdur elbette. Bu ülke bir yazıcı mürekkebi bile üretemiyor, ki; bırakınız mürekkebi, çoktan yazıcı üretmesi gerekirdi. Bana sorarsanız, 1 milyon USD bile bir yazıcı tasarlamak için çoktur ve Türkiye'de bunu tasarlayacak çok iyi mühendisler vardır, en azından benim tanıdığım iki mühendis vardır, ne var ki imkanları yoktur. Onlar da benim gibi çulsuzdur.
Tekstil sektöründe çevrem geniştir, genelde tekstil mekineleri Alman ve İtalyan menşeilidir. Bu makinelere, yedek parçalarına, iğnesine, devresine, aksesuarına ödenen paralar inanamayacağınız kadar fazladır. Örneğin, makinenin bilgisayara veri aktarması için gereken RS232 port ilavesi için 2000 EUR alınıyor ki; RS232 devresinin komponentleri bir kaç USD'dir.
Bu konularda kesinlikle 3. dünya ülkesiyiz maalesef.
Bilgi ve teknoloji pahalı olduğu için bunu sürekli olarak satın alan bir ülkenin kalkınma ihtimali yoktur. Bilgiyi edinme, teknolojiyi geliştirme sürecinde elbette dış alım yapılacaktır, ancak teknolojik dış alım ve dış satım en kısa zamanda dengelenmelidir, aksi takdirde ülke sürekli borçlanır, önce öz varlıklarını kaybeder, sonra bağımsızlığını. Bakınız 2013 Türkiye.
Sevgiler
* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
|
27-03-2013, 02:14
|
|
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
|
|
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.586
|
|
Sevgili arkadaşlar,
Ders 15: Tabana yayılmayan, tabandan destek almayan iyileştirme, icat beklenen ölçüde fayda getirmez.
Dünyada şirketlerde genel olarak iki sistem iyileştirmesi metodu uygulanır.
Birinde şirketin beyin takımı (think tank) yeni sistemi tasarlar, kurallarını belirler ve personelin kuralları harfiyen uygulamasını ister, uygulayabilen personel kalır, uygulayamayan kovulur veya geri hizmete alınır. ABD ve Avrupa menşeili şirketler genelde bu metodu tercih ederler. Bu metodda aslolan sistemdir, sistemin ihtiyaç duyduğu profil göz önüne alınarak göreve uygun personel seçilir, personelin insiyatif kullanma ihtiyacı yoktur, işyerinin tüm kuralları sistemde tanımlı olduğu için zaten insiyatif kullanmaya gerek yoktur, sistem içinde personel bir tür yedek parça, robot gibidir, kolayca vazgeçilip aynı profilde bir başkası alınabilir.
Yeni sistem, eskiye göre bir çok iyileştirme ve kural değişikliği getirir. Bunu binanın birden bire 5 kat yükselmesi olarak düşünebiliriz. Personele karşı insani duyarlığı olmayan bir sistemdir. Bundan başka, beyin takımı işin mutfağından yetişmiş insanlardan oluşmuyorsa, ki genelde teorisyenlerden oluşur, pratikte yürümesi zor veya mümkün olmayan uygulamalar tasarlamış olabilirler, bu durumda tüm iyileştirmelerin (improvement) fayda getirmeme riski yüksektir, bazı alanlarda iyileşme olurken bazı alanlarda gerileme yaşanabilir. İkinci yöntem sistematikleştiğinden pek kullanan kalmamıştır.
--/--
Diğerinde şirkette iyileştirme gereken noktalarda -işin mutfağında oldukları için- personelin fikri alınır. Örneğin, haftalık YGG (yönetimi gözden geçirme) toplantılarında tespit edilmiş aksamalar gündemde yer alır. Aksamanın yaşandığı departmanın personeilinde çözüm önerileri istenir, bu öneriler dikkate alınarak çözüm üretilir, kararsız kalınan seçenekler varsa belirli süre öneriler sırayla denenir. Denemeler bittiğinde en iyi sonucu elde eden çözüm kalıcı olarak kurallara dahil edilir. Bu yöntem 6 Sigma ( six sigma) olarak adlandırılır. Personele yaklaşım olarak çok daha fazla insani ögeler içerir, öteden beri Japonya'da farklı biçimde uygulanmakta olan bu sistem geliştirilerek 6 sigma olarak adlandırılmış, sistematikleştirilmiş ve tüm dünyada benimsenmiştir.
Bu yöntemde sistemdeki departmanların birer halka, iş akışının ise bu halkalardan oluşan bir zincir olduğu düşünülür. Departmanlar arası iş akışında yaşanan problemler zincirdeki zayıf halka olarak nitelendirilir. Zincir gerildiğinde en zayıf halka kopacaktır.
Örneğin, müşterilerden sipariş alan satış departmanı üretim departmanına zamanında bu bilgiyi iletmediği, üretim tarihini kafasından uydurup müşteriye yanlış tarih verdiği için sipariş karşılamada sorunlar yaşanıyorsa satış ve üretim departmanı verimli çalışamaz, müşteri memnun edilemez. Bu problemin çözümü için hemen geçici bir çözüm ekibi kurulur, alınan siparişlerin üretim departmanının onayına sunulması, üretim departmanının verdiği üretim tarihinin müşteriye bildirilmesi kararlaştırılır, problem çözüldüğünde ekip dağılır. Zincirdeki en zayıf halka güçlendirilmiştir. Zincir tekrar gerilir, mutlaka başka bir yerden kopar.
Örneğin üretim departmanı stoğunda yeterli hammadde olmadığı için üretimi gerçekleştirememiştir. Hemen bir ekip kurulur, üretim departmanının üretim takvimi ve üretimde kullanılması gereken hammaddelerin listesinin satın alma departmanına onaylatılması kararlaştırılır, problem çözüldüğünde ekip dağılır. Zincirdeki sonraki zayıf halka da güçlendirilmiştir. Zincir tekrar gerilir, emin olunuz mutlaka başka bir yerden kopar.
6 sigma metodunda zincir germe ve kopan halkayı güçlendirme, iyileştirme süreci sonsuza kadar sürer. Bina, ilk metoddaki gibi 5 kat birden yükselmez, tıpkı merdiven gibi basamak basamak yükselir, ama hep yükselir.
Ekibi oluşturan üyeler içinde mühendisler ve çalışanlar yer alır, böylece problem hem teorik olarak iyileştirilir, hem pratik olarak uygulanabilir olur. Çözüme katkı sağlayan personelin motivasyonu yüksek olur, işi sahiplenir, bilgi düzeyi ve iş bilinci artar, değişim küçük adımlarla gerçekleştiği için uyum sağlamakta zorluk çekmez.
Bence de en doğru yöntem personeli de, müşteriyi de, tüketiciyi de bilgilendirerek, bilinçlendirerek iyileştirmek, büyümektir. Maalesef ülkemizde yönetim biçimleri kişilerin insiyatifindedir, belirli bir çizgisi, sistematiği yoktur, her yönetici kendi hissiyatına, bilgisine, iyi niyetine bağlı yöntemler uygular, yönetici değiştiğinde yeni yönetici önceki uygulamaları çoğunlukla beğenmez ve siler atar, kendi hegamonyasına uygun bir düzeni yerleştirmeye çalışır. Bu kesinlikle yanlıştır.
Yönetmek, nitelikli mal ve hizmet üretmek bir bilimdir, matematiktir, ölçülebilirdir, değerlendirilebilirdir, şansla, hisle ilgisi yoktur.
Sevgiler
* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
|
27-03-2013, 02:16
|
|
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
|
|
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.586
|
|
Sevgili arkadaşlar,
Ders 16: Bilim sadece üniversitelerde, laboratuarlarda geliştirilmez. Merak, kaynak, fikir ve çaba olan her yerde geliştirilebilir.
Bilimin temel itkileri ihtiyaç, ihtiyaçları karşılama ve bilme merakıdır. İhtiyaçlar ise biyolojik bedenimizin dürtülerinden kaynaklanan tehlikelerden sakınma, nimetlerden faydalanma, acı duymama, zevk alma isteği sonucu oluşur.
Örneğin, barınma ihtiyacını karşılamak için başlangıçta doğal mağaralar kullanılmış, barınak modelleri zaman içinde günümüzdeki evlere kadar evrilmiştir. Mağarada kapı, pencere, tuvalet yokken çeşitli sebeplerle ihtiyacı hissedilmiş, bu ihtiyaçları gideren buluşlar yapılmış, zaman içinde de buluşlar iyileştirilerek günümüzdeki şeklini almıştır.
Örneğin, başlangıçta toplanan gıdaların saklanması mümkün olmuyorken, soğukta gıdaların daha geç bozulduğu farkedildi, önce belirli gıdalar kiler denen serin odalarla saklanmaya başlandı, günümüzde buzdolabı ile her türlü gıdayı haftalarca saklayabilecek düzeye geldi.
Yani önce temel ihtiyaçlar vardı, sonra birileri bu ihtiyaçları karşılamak için yöntemler buldu, yani icat etti veya keşfetti, sonra birileri bu buluşları, keşifleri geliştirdi, iyileştirdi. Birileri de bu keşif, icat, geliştirme, iyileştirme işlerine sistematik kazandırdı, okullar kurdu, bilinenleri, bulunanları, kendi tecrübelerini not etti, çocuklara öğretti. Çocuklar büyüyünce bu notlara kendi birikimlerini de eklediler. kendi kuşağının çocuklarına öğrettiler. Her yeni nesil öncekinden daha bilgili oldu. Yani boynuz kulağı geçti.
Bilimin tarihi gelişiminde, önceki bilinenlerin azlığı sebebiyle buluşların ve geliştirmelerin çok yavaş ilerlediğini görebiliyoruz. Bilgi birikimi arttıkça buluşların ve geliştirmelerin hızı da artıyor. Belirli ihtiyaçlar gündemde öne çıktıkça buluşlar ve geliştirmeler de bu ihtiyaçlara karşılık veriyor. Örneğin, orta çağda engizisyonun ve din savaşlarının yoğun olduğu dönemde savaş gereçlerinin ve işkence aletlerinin çeşitlendiğini, geliştiğini, yeni gereçlerin icat edildiğini görebiliyoruz.
Bilinenler arttıkça yeni bilgiyi elde etmek daha kolay oluyor. Örneğin, ölçü aletlerinin icadı ve gelişmesi ile yapılan gözlemin, deneyin sonuçları daha net olarak izlenebiliyor, böylece yanlış yapma oranı da (bilgi arttıkça) azalıyor.
İnsanın yaşam serüveninde arada büyük sıçramalar olmuşsa da bilim genelde adım adım ilerlemiştir. İhtiyaçlara cevap vermek için bilimsel alt yapısı olan veya pratik zekası olan girişimciler çalışıp çabalamış ilkel de olsa geliştirdikleri bir takım gereçlerle ihtiyaçlara cevap verebilmişlerdir.
Bilim sadece belirli kişilerin, grupların geliştirdiği bir olgu değildir. Farkında olarak veya olmayarak hepimiz bilime katkıda bulunuruz. Örneğin "bu buzdolabı, çamaşır makinesi çok ses yapıyor" deriz, daha sessizini yapmaya uğraşırlar, "bu buzdolabı, çamaşır makinesi çok elektrik tüketiyor" deriz, daha az tüketeni yapmaya uğraşırlar. Bilimi geliştiren kişiler her zaman akademik çevreler olmaz, yukarıdaki örneklerdeki kişiler üretici firmanın ar-ge (araştırma - geliştirme) ekibidir örneğin. Aralarında mühendis olan vardır, usta olan vardır, halkla ilişkiler personeli vardır, üretim ekibinden olan vardır, malzeme uzmanları kişiler vardır. Bu geliştirmedeki itki halkın talebidir, ar-ge ekibi bu talebi karşılayacak çalışmayı yapmıştır. Bunun gibi bir çok bilimsel itki halktan, ihtiyaçlardan doğar, birileri de bu ihtiyaçları karşılayacak çalışmayı yapar, ürün olarak ortaya koyar. İşverenler de bilimsel gelişime katkıda bulunur, örneğin daha fazla kar etmek için üretim personelini daha düşük maliyetli malzemelerle, daha az emekle üretim yapmaya zorlar. Kanunen uymak zorunda olduğu kurallarla, endüstri standartlarıyla ve halktan gelen tepkilerle işverenin abuk istekleri dengelenir, bir orta yol bulunur. Demekki, halkın bilinçli tüketici olması halkın sağlığı, güvenliği, ürünün kalitesi ve bilimin doğru yönde ilerlemesi için çok önemlidir.
Birde gündemsiz olarak çalışma yapan akademik çevreler vardır. Bu akademisyenler ihtiyaçlardan bağımsız olarak kendi gündemlerini belirler ve çalışmalarını yapar. Bulgularını tezler halinde yayınlar, diğer akademisyenler ve bilim çevreleri bu bulgulardan yararlanır. Cern deneyleri, astronomi gözlemleri, biyolojik ve kimyasal deneyler ve bu gibi çalışmalar bu gruba girer. Bu çalışmalar çok önemlidir, çünkü akademik ortamlar çalışmayı yapanın özgürce araştırma yaptığı, patron sultasının, gelir beklentisi ve diğer baskıların olmadığı ortamlardır. Bu ortamların ürettiği bilgiler bilime ve tüm insanlığa hizmet eder.
--/--
Devam edecektir.
Sevgiler
* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
|
27-03-2013, 06:29
|
|
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
|
|
Üyelik tarihi: 03 Aug 2010
Mesajlar: 14.706
|
|
Cok guzel bir derleme olmus Deist_tr, cok tesekkurler.
|
27-03-2013, 15:19
|
|
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
|
|
Üyelik tarihi: 30 Sep 2007
Mesajlar: 2.207
|
|
Deist_tr bilimsel ilerleme demişsin ancak anlattıkların piyasa koşullarıyla ilgili.
Türkiye'nin bilimsel anlamda ilerleyememesinin nedenlerinden biri de zaten okulların piyasaya adam yetiştirme çabasından ileri gelir. Örneğin AKP'li bir bakan geçenlerde buna benzer "çok ileri görüşlü" laflar etmişti.
Temel bilim alanları üzerine öğrenci yetiştiren üniversite bölümlerinin piyasanın isteklerini karşılayamadığı ve teorik kaldığı türünden ileri görüşlülük(!)
Bu anlayış, geniş anlamıyla "bilim nedir?" sorusunun yanlış cevaplanmasından ileri gelir. Bu anlayışın devamı "CERN'e adam göndersek, para göndersek, üye olsak elimize ne geçecekki?" anlayışını doğurmakta.
Bununla ilgili bir çok şey paylaşmıştım, aşağıdaki başlığı tekrar gündeme getireyim:
http://www.turandursun.com/forumlar/...ad.php?t=21500
http://subjektif.org/2012/09/turkiye...rka-sokaklari/
|
Başlık Düzenleme Araçları |
|
Stil |
Normal
|
Yetkileriniz
|
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.
HTML-KodlarıKapalı
|
|
|
Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 00:19 .
|