Size cekici kilan bu yasami
Bana cekici kilan hayati oldugu gibi gormektir iyi ve kotu ile birlikte kabul etmesenizde bu duzen boyle isleyecek kotu insanlar ve iyi insanlar var olacaklar.
Biz anlam katabildiğimiz derece anlamlı. Başlıbaşına, kendine has bir anlamı yok hayatın, dünyanın, evrenin. Başıboş bir düzende savrulup giden madde ve enerji haznesi görüyorum sadece. Nasıl oldu, neden oldu bilmem, zaten ne önemi var, lakin şuan ki sistem tamamen bu. Yani bir anlamı yok, anlam biziz.
Ha olmak zorunda mı? Hayır. Misal benim için bir anlamı yok hayatın. Anlık yaşarım, geçer gider. Takılırım yani... Zaman her halukarda kazanır.
işte öyle..
Bazen deli bir tayın düşe kalka koşurturmacasıdır.
Bazen kelebeğin kanadında ki tozların savrulmasıdır.
Bazen bir aslanın ceylanı avlamasında ki tuzaklardır.
Bazen orman uğultusu, dağların zirvesinde dumandır.
Bazen hayatın anlamı ona boş gözlerle bakmaktır.
Bazen anılardan kan ter içinde uyanıpta şaşırmaktır.
Bazen bir parça ekmek, tuzda tad, şekerde ki acıdır.
Bazen doğuma kahretmek, yaşamada şükretmektir.
Hayat bu, bazen anlamlı bazen anlamsız,
Anlamsızlığında bile bir anlam olan, anlamadığımız ama anlamak için şiirlere konu, ozanlara ağıt, resimlere işlediğimiz nakışlar, özlemlerimiz, umutlarımız, coşkularımızdır.
Hayat bu, bazen anlamlı, bazen anlamsız,
Onu anlamaya çalışan bir çift göz, bir çift kulak, bir gönül, bir ten, bir beyinden ötesi, duyguları olan, hisleriyle boğuşan, rüyalarında kaybolan, dünyasında aranılanızdır.
Hayat bu, bazen anlamlı, bazen anlamsız,
Bizde duruma göre ne varız nede yoğuz, ne biliriz nede bilmeyiz, ne severiz nede sevmeyiz.
Anlam kattığımız şey kadar büyük, onu değersiz kıldığımız şey kadarda küçüğüz.
Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Hayat nedir? Anlam nedir? Hayatın anlamı nedir sorusu ile hayatınızın anlamı nedir sorusu arasındaki fark nedir? Önce bunları analiz edip tanımlamak gerek.
Hayatı canlı dediklerimizin yaşam süreci olarak, anlamı da amaç veya yönelim olarak tanımlarsak hayatın kendine ait anlamı nedir sorusu için iki alternatif cevap görüyorum.
1- Hayatın anlamı hayatta kalmaktır.
2- Hayatın anlamı güç isteğidir.
Bunlar sırasıyla Darwin'in ve Nietzche'nin felsefelerine de yansımış. Ancak daha fazla güç için, hayatta kalmak riske atılabildiğine göre güç kavramı daha kapsamlı ve uygun bir açıklama olarak görünüyor.
Yakın çevremizde bir benzeri yokken, adına "Dünya" denen gezegende hayat neden, nasıl var olmuştur; bunun cevabı, hayâtın anlam veya anlamsızlığını da açıklayacaktır. Genelde inançlı insanlar kendilerine "Neden varız ?" sorusunu yöneltip, mevcut durumu bir "Tanrı"ya bağlayarak açıklamaya çalışır. Aslında, düşünsel olarak pek de mantıksız bir yaklaşım değil bu. Ne var ki, Tanrı'yı bir nesne-madde düzeyinde görme-algılama isteği, Tanrı fikrinin reddiyesine zemin hazırlamaktadır.
Kanâ'atimce; Tanrı yoksa adâletin, merhametin, paylaşmanın, ahlâkın, sözün özü; temelinde şahsi çıkar barındırmayan tüm değer yargılarının da bir anlamı olmayacak; canlılar arasındaki yardımlaşma veya iş bölümü "Sen benim sırtımı kaşı, ben de senin" düzeyinde gerçekleşecektir. Burada, Cennet ve ebedi hayat mukâbilinde bir "dürüstlük" ten söz etmiyorum. Aksine ahlaklı olmayı Tanrıdan elde edecekleri ödüle bağlayanlar da Tanrı ile kendi aralarında bir çeşit "sırt kaşıma" anlaşması yapmış olurlar.
" Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da kesin olarak va’detmiştir. Kimdir sözünü Allah’tan daha iyi yerine getiren? O hâlde, yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte asıl bu büyük başarıdır." (Tevbe: 111)
Yukarıdaki Kur'an pasajında Tanrı ile yapılan bir alış-veriş ya da anlaşmadan bahsolunuyor. Hristiyanlar da Tavrat'ı "Eski anlaşma" İncil'i de "Yeni anlaşma" olarak algılar. Öyle görünüyor ki burada, kendilerini "inançlı" olarak gören insanların büyük bir gafı yatmaktadır. Alış-veriş veya anlaşma için en azından iki taraf gerekir. Yetmez, her iki tarafın da ellerinde ihtiyaç duydukları ve karşılıklı olarak takas edebilecekleri materyal veya koşullar olmalıdır. Şimdi on puanlık basit-sıradan "baraj sorusu" şudur:
Bizi Tanrı var etti ise zâten "Benim" diyebildiğim her şey O'nundur.
Bu durumda, insanın Tanrı ile bir "Alış-veriş, takas" yapması nasıl mümkün olabilir ki ?
Hele hele de anlaşma !?
Eğer İncilde - Matta/Markos/Luka/Yuhanna - gördüğüm öğretişlerdeki ilkesellik olmasaydı, çoktaan Deist veya Agnostik olmuştum. Tevrat ve Kur'an'ın bize anlattığı; öfkelenen - ki öfke adâleti yok eder - öç alan, "öldürün, kesin, doğrayın" türü katliam emirleri veren, pişman olan, görmek için aşağı inen, Güneş ve gezegenler olmadan "gün"lerden söz eden, Atı gün çalışınca yorulup 7. gün dinlenen. Ruhu sular üzeründen gezinen, bir ölçüde zaman ve mekânla mâlûl 'Tanrı', aslâ Evren(ler)in halk edicisi/sâhibi olamaz. Bizden bir farkı yoktur çünki. Ömrü, insan hayatı ile sınırlıdır. İnsan yok olduğunda insan algısındaki "Tanrı" da yok olacaktır.
Konu Vefik Sami tarafından (13-07-2017 Saat 12:41 ) değiştirilmiştir.
Hayatın anlamı derslerdir. Dersler çıkarmak ve öğrenmek, bilmek, bilgi sahibi olmaktır. Böylece daha üst mertebelere ulaşmaktır.
Bir kere gelip sonra sonsuza dek yok oluyorsak da bu böyle, binlerce, milyonlarca kez gelip gidiyorsak da bu böyle.
Bir kere geldiğimizi ve sonra sonsuza dek yok olacağımızı savunan birisi dahi son anlarında bile okuyor, araştırıyor ve öğrenmeye çalışıyorsa, yahut kendisinin göremeyeceği ve gelecek kuşaklara kalacak bir iyilik yapıyorsa, hayatını inandığı, savunduğu değerler ekseninde bir etik ve estetik temele oturtarak yaşamaya çalışıyorsa, demek ki o anlama vâkıf olmuş insanlarca ortaklaşılan bir amaç var.
Yâni inanç ve düşünce farklı olabiliyor ama hayatına anlam kazandırma çabası ortak özellikler taşıyabiliyor. O amaca sahip olamayanlar ise ister inançlı, ister inançsız olsun, boş uğraşlarla hayatını ziyan edebiliyor.
Kısacası 2 tür insan var; hayatın amacını doğru kavramış insan ve henüz kavramamış insan. Hayatını etik ve estetik temeller üzerine kurabilen ilkeli insan ve hayatını günübirlik yaşayan sıradan insan.
Senaryolar, karakterler..
Porno filmler bile senaryo içerdiğinde anlamlı bulunuyor. Seks yapma davranışımız bile bir hikaye ve duygu içerdiğinde anlamlı bulunuyor.
Hayatın anlamlı görünebilmesi için film yaratmamız gerekiyor. Hayatın parçalarına karakter yüklememiz gerekiyor.
Ama bu şekilde her türlü anlam öznel senaryolara bağımlı kalmış oluyor. Hayatın anlamı nedir sorusuna nesnel bir cevap bulamaz mıyız? Bunun için önce hayat ve anlam kelimelerine analitik yaklaşmamız gerekiyor. Kısaca hayat biyolojik bir yapı, anlam ise hedef gibi görülebilir.
Böceğin de bir hayatı var, timsahın da var, insanın da var. Bütün hayatlarda bulunan ortak bir hedef var mıdır? Eğer varsa bunu hayatı var eden doğal koşullar belirlemiş olmalı.
Karşılaştığım bütün hayatlarda ''hayatta kalma istencinin'' var olduğunu görüyorum. Bunu nesnel anlam adayım olarak belirlemiştim. Ancak canlılığın ilkel yapılarında bu istencin var olmadığını düşünüyorum. Canlılığın başlangıcında neden hayatta kalma istenci olsun ki? Bu sonradan ortaya çıkmış bir istenç olmalı. Biz günümüzde sadece bu istenç güdüsüne sahip olanlarla karşılaşıyoruz, çünkü sadece bunlar hayatta kalabilmiş.
Hayata dair nesnel bir anlam bulmayı denedim, ama bulamadım. Belki de yoktur. Sanırım kendi öznel senaryolarımda yaşamalıyım.