TARİHTE VE KUR'ANDA KADIN VE KADIN HAKLARI
Önce tarihte kadın ve hakları neymiş ona bi bakalım;
Çin : Eski Çin’de kadın insan bile sayılmadığı gibi ona özel bir isim de verilmezdi. Kadın veya kızlar bir, iki, üç gibi sıra sayıları ile çağrılırdı. E rkek çocuklar çok makbul olduğundan kız çocuklarından “domuz” diye bahsedilirdi.(Sergen,, s . 3 57 vd.)
Hint: Eski Hint’te kadın, evlenme, miras ve diğer konularda hiçbir hukuki hakka sahip değildi. K utsal kitapları Veda’larda kadın, yılandan, zehirden, kasırgadan ve ölümden daha kötü bir yaratık olarak anlatılır.(Arsal, s. 4 6) Budizmin kurucusu Buda, önceleri kadınları dinine kabul etmiyordu. Daha sonraları kabul etmiş ama bunun Budist toplumu için çok tehlikeli olduğunu söylemiştir. Hatta yakın dostu ve amcazadesi Anenda’ya : “Kadını dine kabul etmeseydik, Budizm saf bir şekilde uzun asırlar devam edebilirdi. Fakat kadın aramıza girdikten sonra bu dinin uzun süre yaşayabileceğini sanmıyorum” demiştir (Mukarenetu’l-Edyan’dan naklen Sergen, s. 358)
Yunan-Roma: Eski Yunan ve Roma’da kadın hiçbir hakka sahip değildi. Evlenmeden gaye çocuk elde etmek ve mal ve mülkler üzerinde yakın bir bakıcı bulmaktı. Hatta onlarda cinsi bakımdan güçlü bir kadın, kocasından başka kimselerle de ilişkiye zorlanırdı.(Günaltay,, s . 143; Krş. Armaner,, s . 133) Eski Yunan’da bir erkeğe edilebilecek en büyük küfür ona “kadın” demekti. Bir Grek atasözü şöyledir:” kadının yanında iki kere mutlu olunur. Biri onunla evlendiğin gün, biri de onu toprağa verdiğin gün”. Romada kadın babasından kocasına aktarılan bir maldı. Dışarıya yüzü açık ve yalnız çıkamazdı. Kadının görmek için değil, görülmek için sokağa çıkışı Augustus zamanında onlara tiyatroda özel bir yer ayrılmasıyla başlamıştır.
İran: Eski İran’da kız kardeşle evlenmek câizdi. Kız kardeş, anne ve kan akrabalığının saygıya değer bir yönü yoktu.(Sergen,, s . 3 58)
İsrail: Eski İsrail hukukunda, erkek ailenin mutlak hakimidir. Yahudi kızları babalarının evinde bile hizmetçi konumundadır. B aba isterse onları satabilirdi. Boşanma hakkı keyfî olarak kocanındı. Kızlar miras alamazdı, ancak başka bir vâris olmadığı zaman babalarının mirasına hak kazanabilirlerdi. Yahudilerin her sabahki dualarında şu cümleler dikkat çekicidir: “Ezelî İlahımız, kâinatın kralı, beni kadın yaratmadığın için sana hamd olsun (Okiç,, s . 7 )
İngiltere: İngiltere’de M. S . V-XI. Asırlar arası kocalar, karılarını satabilirlerdi. Kadın murdar bir yaratık sayıldığından İncil’e el süremezdi. Ancak XVI. Asırda VIII. Henri devrinde(1509-1547) parlamentodan çıkan bir kararla kadınların İncil’e el sürmelerine izin verildi. İngiltere’de kadın, artık kutsal kitaba el sürebilecek ve onu okuyabilecekti.(R. O ngun, İslâm Hukuku, s. 7 1)
Araplar: İslâmiyet’in doğuşundan önce Arabistan’da kadın, evlenme, aile kurma, boşanma düzeni ve miras hakkından mahrumdu. Kız çocuk ailede, maddi bakımdan bir yük, manevî bakımdan bir utanç vesilesiydi. Ç ünkü kız çocuğu erkek gibi savaşamaz ve ailenin şerefini koruyamaz düşüncesi vardı. Bu yüzden baba kızını öldürmekte serbestti. İsterse diri diri toprağa gömerdi. Hz. Ömer şöyle anlatır: “İslâmiyet’ten önce yaptığım iki şey vardır ki, birini hatırladıkça hâlâ çok güler. Ötekini hatırladıkça gözlerimden kanlı yaşlar dökülür. Çok güldüğüm olay şudur: O zamanlar her ailenin ilah edindiği bir putu vardı. Ticaretle meşgul olduğumuz için yola çıkarken genellikle hamurdan yaptığımız putumuzu yanımıza alır ve acıkınca onu güzelce yerdik. Çok üzüldüğüm olay da şudur: Çok sevdiğim bir kızım vardı. İ ki üç yaşına kadar onu muhafaza edebildim. Ama örfümüz gereği onu öldürmeye karar verdim. Bir sabah kızımı yanıma aldım çöle doğru yola çıktım. Kızıma mezar kazmaya başladım. B en kürekle kumları atarken o çevremde dolaşıyor, gülerek sakalıma ve saçlarıma sıçrayan kumları silkeliyor ve tatlı bir sesle ‘Babacığım, saçın sakalın kirlenmesin’ diye cıvıldıyordu. Halbuki ben onu daha sonra toprağa ittim, diri diri kuma gömerek öldürdüm.”
Türkler: Eski Türkler’de kadın, diğer toplumlara nisbeten daha ahlakî bir statüde idi. İslâm öncesi Türkler’de “kut” ve “töre” kişiler arası ilişkileri ahlakî bir zemine oturtmuştu. Kadın erkeğin en büyük yardımcısı ve destekcisiydi. Hatta devlet yönetiminde Kağan’ın yanında ve onun en büyük danışmanı olup ülkeyi birlikte yönetirlerdi. Ziya Gökalp’e göre, karı koca çocukların velayetlerini paylaşır, evleri, malları, mülkleri ortakmış. Kadının kocasından ayrı mal edinme hakkı varmış. Erkek eşine saygı gösterir, onu arabaya bindirir, kende ardından yürürmüş. İ slâm dininin kabulünden önce erkeğin çok kadınla evlenme geleneği yokmuş.(Yörükoğlu, s. 53) Bir çok yazara göre, Türkler Müslüman olduktan sonra kadın özgürlüğü hususunda eski etkinliğini yitirmiştir. Bunun sebebi bu konuda İslâm yerine Arap örfünün uygulanmasıdır. Z ira İslâmiyet döneminde kadın, aynı ahlakî statüde olmakla birlikte İslâmla gelen Arap örfünün bazı uygulamaları hayata geçirildi. Mesela haremlik-selamlık gibi. Bununla birlikte Türk toplumunda kadının statüsü oldukça önemliydi. Gerek Ahmet Yesevî’nin eserlerinde ve gerekse Kutadgubilig’de hatta Mevlâna Celaleddin Rumî’nin eserlerinde kadına ne kadar değer verildiğini ve ona büyük bir saygı duyulduğunu anlamaktayız Hatta zikr, sohbet ve sema meclislerinde kadınlar ve erkekler aynı mekanda beraberce bulunurlardı.(Bkz. Mesnevî ve Fihi Mâfih ve Ş. Can, Mevlana)
XVI. Asırda bir Alman papazı Anadolu’ya gelir ve kaleme aldığı notlarında; Türk kadınlarının toplum içindeki statüsünün çok iyi durumda olduğunu ve “Türkler’in ülkelere, karılarının da onlara hükmettiğini” söyler.(Ortaylı, Osmanlı Topl. Aile)
1717-1718 de Lady Montaque “Türkiye Mektupları” adlı eserinde Osmanlı’da kadınların Batı ülkelerinde olduğundan daha hür ve serbest olarak ömürlerini geçirdiklerini belirtir. XIX. Asırda(=1808)’de kadınların “İstanbul Efendisi”(= İstanbul valisi, Belediye Başkanı, Emniyet Müdürü ve kadısı)’ni kovalayıp padişaha da: Uyan ve bizi düşün, pahalılığa dayanamıyoruz. Aç kaldık” diyebiliyordu. Durand de Fortmagne’a göre: Haklı olan bir kadın elinde taş ve sopayla bir nâzırı(=bakanı)kovalayabilir. Karısını döven nüfuzlu bir erkek, küçük bir işaretle bütün bir mahalleyi karşısında bulabilirdi”(Kırım Harbi Sonrasında İstanbul), Cebeci, Tanz. T ürk Ailesi; Vaynî, Batıda ve Osman. Kad. Sta..)).
Slavlar: X. Asırda Ruslar’da komünal bir cinsel ilişkinin mevcudiyetini İbn Faldan seyahatnamesinde nakleder: Rus kadınları ziynete ve süse çok düşkündürler. Bu düşkünlük onları zengin adamların cariyesi olmaya iter. Adam ölünce cariyelerinden veya kızlarından biri seçilir, kurban edilir ve ölünün yakılacağı gün o da yakılır. E fendisiyle birlikte yakılacak cariye, ölünün akrabalarıyla birlikte çadırlarda cinsel ilişkiye zorlanır. Sonra da ölüm meleği adı verilen ihtiyarbir kadın tarafından öldürülür. Çarlık Rusya’da aristokrat ve zengin sınıf, kadınları cinsel obje olarak görüyorlar, orta ve alt sınıfın kızlarını da kendi ailelerinin mülkiyetinde sayılmaktaydı. Eğitimden, özfürlükten ve evlilikte seçimden mahrum idiler.(İbn Fazlan Sey.,)
Ekim 1917 devriminde Lenin, kadınlara “kapitalizmden ve ev sömürüsünden olmak üzere çifte kölelikten kurtulmayı vaat etti ve “özgür aşk” kavramını ortaya attı. Evlenmeler ve boşanmalar kolaylaştı, doğan çocuklar devletin mülkiyetine alınmaya başlandı. Hatta kadının kamulaştırılması bile gündeme geldi. “Özgür Aşk Büroları” kadınları, kölelikten kurtaracak yerde, onlara saldırı ve tecavüz olaylarını artırdı. Vlademir şehrinde yayınlanan bir emir şöyle idi: “18 yaşına gelen her genç kız devlet mülkiyetine geçer. Bu yaşa gelen her kız özgür aşk bürolarına kayıt yaptırmalıdır. 19-50 yaş arası bütün erkekler devletin çıkarı uyarınca kayıtlı kızlardan birini-kızın rızası alınmaksızın- kendine eş olarak seçebilir. Bu seçimler ayda bir kez yinelenecektir. Bu tür birleşmelerden doğan çocuk devletin mülkiyetinde olacaktır”. Halbuki Sovyet Anayasası’nın 122. maddesinde “kadın iktisadi, siyasi, kültürel, idari ve toplumsal faaliyetlerin her alanında eşit haklara sahiptir” diyordu.(Bkz. George,, S ov. B irl. K ad.; Vaynî, a. g . y .)
Stalin döneminde, aile sosyalist toplumun temeli oldu. Analık, yurtseverlik görevi olarak ilan edildi. Kayıtsız evlilikler kayda alındı. Boşanmalar zorlaştırıldı. “. Dünya harbinin en büyük yükünü Rus kadınları çekti. Stalin döneminde çok sayıda çocuğa sahip olan annelere mali desteğin yanında madalya ve şeref ünvanları verilmeye başlandı. Kısaca Rus kadını tarih boyunca her zaman cinsel bir obje ve çocuk doğuran bir meta olarak algılanmıştır. Sosyalizmle birlikte kurtuluşa kavuşacaklarını inanan kadınlar “devrim”in en büyük sorumluluğunu yüklenmiş ve en büyük acısını yaşamışlardır.(Vaynî, a. g . y .)
|