Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > İbrahimi Dinler > İslam > Kadın & İslam

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #11  
Alt 22-05-2006, 20:12
hiramusta hiramusta isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 11 May 2006
Mesajlar: 1.919
Standart Re: TARİHTE VE KUR'ANDA KADIN VE KADIN HAKLARI

f) Hakkını Aramak İçin Mücadele Etme Hakkı: Kur’an, müstakil bir sureyi bu konuya tahsis etmiş ve yaşlı bir kadının haklı mücadelesini beyan etmek, ve siyasi otoriteye veya yöneticiye karşı hakkını aramak için yaptığı mücadelenin meşruiyetini belirtmek üzere bu sureyi indirmiştir. Surenin inişine vesile olan kadın Hz. Peygamber zamanında onunla tartışan ve hakkını arayan Huveyle b. Sa’lebe isimli bir kadındır. Bu kadın Hz. Peygamber’in huzuruna gelir ve :


-Ey Allah’ın elçisi! Kocam benimle evlendiğinde ben gençtim. O zaman beni arzuluyordu. Ona bir çok çocuk verdim. Yaşımın ilerlediği bir sırada beni anasına benzeterek, yapayalnız bırakıverdi. Eğer bir yolunu bulur da aramızı düzeltiverirsen çok iyi olur deyince Hz. Peygamber:


-Yüce Allah’ın şimdiye kadar bana bu konuda her hangi bir emri ulaşmış değildir. Bana göre, artık sen kocana haramsın der. Kadın:


-Ey Allah’ın elçisi, kocam vallahi talak kelimesini kullanmadı, diyerek Hz. Peygamber’e yalvarır:


Kurbanın olayım ey Allah’ın elçisi!, halime acı diye yalvardı. Sonra da halini Allah’a arz ederek:


-Allah’ım! Yalnızlığın acısından ve ızdırabımın şiddetinden sana şikayet ediyorum. Küçük çocuklarımı ona bıraksam perişan olacaklar. Kendi yanıma alsam aç kalacaklar. Allah’ım sana şikayet ediyorum. Peygamberine bir vahiy indir diye dua etti. Kadın henüz oradan ayrılmadan Mücadele suresinin ilk âyetleri nazil oldu(Krş. Sofuoğlu, II, 118) Zaten surenin adına da “mücadele eden kadın” anlamında “mücadele”(=mücadile)denmiştir.


Buradan anlaşılan husus, kadınların maruz kaldıkları haksızlıkları gidermek için, otoriteler nezdinde ellerinden gelen gayreti göstermek durumundadırlar. Çünkü böyle davranışlar Allah katında takdire mazhar olan davranışlardır. Görüldüğü gibi son ilahî mesajın, nüfusu on bin civarında olan Medine toplumunda, hiçbir sosyal statüsü bulunmayan bir Müslüman kadının şahsi problemini ciddiye alıp, onu evrensel bir vahiy içinde yer vermesi Allah’ın kadına verdiği değerin en bariz delilidir(Kırbaşoğlu, s. 262)


g) Kamu Görevi, Yönetim ve Seçilme Hakkı: Kur’an, kadın erkek ayırımı yapmadan rızk için meşru kazanç elde etmeyi öğütlemektedir. Kadın da elbette erkek kadar çalışma ve kamuda görev alma hakkına sahiptir. Kur’an’da yukarıda da belirttiğimiz gibi, “inanmış erkekler ve inanmış kadınlar biri birilerinin dostlarıdırlar, iyiliği buyururlar ve kötülüğe de engel olurlar…”(Tevbe, 9/71) diyerek erkek ve kadının sosyal her türlü aktiviteye katılabileceklerini, topluma hizmet veren her kurumda birlikte görev alabileceğini belirtmektedir. Ayrıca Kur’an’da Hz. Süleyman ile Saba melikesi Belkıs’ın( bu isim Kur’an’da geçmez) arasında geçen olaylardan bahsedildiğine ve bunun yöneticilik görevi eleştirilmediğine göre, buradan kadının devlet ve hükümet başkanı olabileceğini, hatta demokratik ortamlarda isterse seçilebileceğini anlamaktayız.


Kadının kamu görevi alması, siyasi iktidar ve muhalefet hareketlerinde bulunması, gerek Hz. Peygamber döneminde ve gerekse râşit halifeler dönemindeki uygulamalardan ve hatta bazı İslâm hukukçularının içtihatlarından da anlamaktayız. Nitekim Hz. Peygamber zamanında kadınlara hâkimlik ve denetleme görevi verilmiştir. Şifa binti Abdillah ile Semra binti Nuheyk isimli iki kadın sahabîye, , H z. Peygamber, pazarlarda ortaya çıkan ticari anlaşmazlıklarla ilgili davalara bakmaları ve onları pazarlarda fiyat ve kalite kontrolü yapmaları konusunda görevlendirmiştir. (Hamidullah, İsl. P ey., s. 935), Dinî her hangi bir sakınca olsaydı Hz. Peygamber bunu uygular mıydı? Şu halde devlet başkanlığı da dahil olmak üzere, sadece erkeklerin yaptığı zannedilen komutanlık ve imamlık gibi, görevleri de şayet ehil iseler kadınlar da yapabilirler. Kur’an açısından hiçbir sakınca yoktur. Bilindiği gibi, Cemel vak’ası siyasi ve askerî anlamda bir muhalefet hareketidir. Bu haretein başında lider ve komutan olarak Hz. Ayşe bulunmaktaydı. Hz. Peygamber’in sağlığında onunla beraber savaşlarda bulunmuş tecrübeli pek çok ünlü sahabe Hz. Ayşe’nin yanında ve emrinde idiler.


Bazı İslâm hukukçularının kadınların kamu görevi almayacaklarına dair hükümlerine mesnet teşkil ettiğini iddia ettikleri ayet “vakarla evlerinizde oturun” (Ahzab, 33/33) ayetidir. Halbuki bu ayet bütün kadınlara değil, sadece Hz. Peygamber’in hanımlarına ait bir hükümdür. Zaten bir önceki ayette “Ey Peygamber hanımları! Sizler diğer kadınlar gibi değilsiniz…”(33/32) denmekte ve onlara ait özel hükümler getirilmektedir. Hukukçuların bu ayeti mesnet göstermeleri yerinde bir karar değildir. Buna rağmen Hz. A yşe bile yukarıda beyan ettiğimiz gibi, siyasi ve askerin bir harekatta bulunmuştur.


Kadının bütün hukuki davalara bakabileceği, yani hâkimlik yapabileceği konusunda kendilerine Kur’an’dan delil arayanlar İslâm hukukçuları özellikle İbn Hazm, Nisa suresinin 58. ayetinin delil teşkil ettiğini söyler. “Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder…” Bu ayetten “emanetleri ehline veriniz” ifâdesi ile “hükmettiğiniz zaman” ifâdesinde kadın erkek ayrımı yapılmamıştır. Bu hüküm kadın erkek her Müslümana yönelik hükümdür.(Hatipoğlu,, s . 2 24 vd)


Kadının devlet başkanı olamayacağı konusunda en fazla üzerinde durulan Ebu Berke hadisi ise şöyledir: “Ebu Berke(r. a ) anlatıyor: “Resulullah(s. a . v .) den işitmiş olduğum bir kelimenin Cemel vak’ası sırasında Allah’ın izni ile faydasını gördüm. Şöyle ki, Bir ara, neredeyse Ashab-ı Cemel’e katılarak onların yanında yer alıp savaşmaya karar vermiştim. Hemen Resulullah’ın (a.s) “İranlıların başına Kisra’nın kızı kraliçe oldu diye haber geldiği zaman (söylemiş olduğu sözü hatırladım ve onlara katılmaktan vaz geçtim. O zaman efendimiz: “İşlerini kadına tevdi eden kavim felah bulmayacaktır” demiş idi. (Buharî,, F iten, 17; Tirmizî, Fiten 75, Nesâî, Kudât, 8)


Bu hadisten anlaşıldığına göre; Talha ve Zübeyr ile birlikte Hz. Ayşe, Hz. Osman’ın kanını talep amacıyla Basra üzerine yürüyüşü ve Cemel vak’asının meydana gelişi sırasında, bu hadisi dikkate alan Ebu Bekre, son anda onlara iştirakten vazgeçtiğini söylemektedir. Ölen Kisra’nın yerine kızı Boran geçtiğinde Hz. Peygamber bu hadisi söylemiştir. Hadisçilerin bir çoğu bu hadise dayanarak kadının devlet başkanı olamayacağının delili olduğunu ileri sürerler. Bir çok İslâm hukukçusu da aynı kanaatte olup, devlet başkanlığı dışında diğer görevleri yapmasına engel değildir kanaatindedirler. Bazı yorumcular mesela Kasımî ve Hamidullah gibi, bu hadisteki hükmün sadece sebebi belirtilen olaya hasr edilmesi gerektiği yani İranın sonunun iyi olmayacağı, ve bunun Müslümanlar için belli bir yasağı ihtiva etmediği kanaatine varmışlardır.(Akkaya, s. 235) Aslında, bu hadisten genel bir hüküm çıkarmak doğru olmaz. Çünkü hadisin söylenmesine sebep teşkil eden olay, siyasî ve ferdîdir. Hz. Peygamber’in gönderdiği mektubu yırtan, elçisine eziyet eden ve ona bedduada bulunan Kisra’nın, kızı tarafından yönetilen ülkesinin felah bulmayacağını söylemesinden daha tabii ne olabilir?
Alıntı ile Cevapla
  #12  
Alt 24-05-2006, 09:08
hiramusta hiramusta isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 11 May 2006
Mesajlar: 1.919
Standart Re: TARİHTE VE KUR'ANDA KADIN VE KADIN HAKLARI

h) Eğitim ve İlim Öğrenme Hakkı: Kur’an, ilim öğrenme ve eğitim konusunda kadın erkek ayrımı yapmaz. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”(Zümer, 39/9); “Deki Rabbim ilmimi artır”(Taha20/114); “Biz bu misalleri insanlara veriyoruz. Onları ancak alimler akleder”(Ankebut, 29/43) gibi ayetlerde ilim öğrenmenin önemi belirtilirken, kadın erkek her Müslüman’a yönelik ilkeler olduğunu anlarız. İlim öğrenmek bir eğitim işidir. Öyleyse kadın erkek, eğitim ve ilim öğrenme hakkına her zaman sahiptirler. İlim öğrenme ve eğitim konusu hadislerde ve Hz. Peygamber tatbikatında daha belirgin olarak gözükür: “İlim öğrenmek kadın erkek her Müslüman’a farzdır” diyen Hz. Peygamber,, k adın ve erkek sahabelere ilim öğretmiştir. Bu işlemi beraberce yaptığı gibi, kadınlara mahsus dersler de yapmıştır. Nitekim Ebu Said el-Hudrî hadisinden bunu anlamaktayız: “Bir kadın Hz. Peygamber’e gelip dedi ki: Sözlerini dinlemeye bize fırsat düşmüyor, sözlerini erkekler götürüyor. Bizzat bize bir gün tayin et de o gün sana gelelim, sen de Allah’ın sana öğrettiğini bize öğret”. H z. Peygamber bu müracaatı olumlu karşıladı ve kadınlara ayrı ders vermeyi kabul ederek bulyurdu ki: “Filan gün filan yerde toplanınız. Onlar da toplandılar. Hz. Peygamber de onlara gelip Allah’ın kendisine öğrettiğinden öğretti…”(Buharî, I, 34) (Okiç,, s . 2 6-27)Görüldüğü gibi kadınlar daha İslâm’ın ilk gününden itibaren ilim öğrenme ve eğitim haklarını kullanmaya başlamışlardır. Zaten daha önceki bölümlerde ele aldığımız kadının kamu görevi konusunun ise eğitimle ve belli bir bilgi birikimiyle olacağı âşikardır.,
i) Evlenme ve Boşanma Hakkı: İnsan hayatında evlenme ve boşanma doğal bir olgudur. Karşı iki cinsin meşru olarak birlikte yaşamaları veya ayrılmaları olgusudur. Kur’an bu olguya kayıtsız kalmaz. Kur’an’da evlenme konusunda fazla detay yoktur ancak onu fıtrî ve sosyal bir müessese olarak gördüğü açıktır. (Nahl, 16/72; Nisa, 4/3)) Dinî terimlerle ifâde etmek gerekirse evlenmede haramla helalı birbirinden ayıran şey nikahtır ve onun ilanıdır. Aleniyettir, tabiri caizse düğündür. İşte bundan dolayıdır ki, gizli evliliklere Kur’an açısından cevaz bulmak pek mümkün gözükmüyor. Nitekim Kur’an’da geçen ayetlerden “evlenin” anlamından ziyade “evlendirin” anlamı çıkmaktadır. Bu bir anlamda sorumluluğu, aile çevresine, topluma vermektedir. Toplum evliliğe şahit olacaktır. Zaten bundan dolayıdır ki, boşanma konusunda en az iki kişiyi şahit zorunluluğu getiren Kur’an nikahta böyle bir zorunluluktan bahsetmiyor. Çünkü toplum o nikaha, o evliliğe şahittir. Zaten semantik olarak “N-K-H” fiili aleniyete yönelik birlikteliği ifâde eder. Şu halde Kur’an’a göre evlilikteki şahitlik, fiilden çıkmaktadır ve alenîdir. Boşanmada şahitliğin zorunluluğu ise, boşanma mutlaka bir problem sonucudur ve bunu herkesin bilmesi de gerekmeyebilir. Ancak bunu iki şahidin bilmesi veya eşlerin kendi beyanları yeterlidir. Evlenme olayı(nikah) aleni olduğundan, ileride doğabilecek hukuki sorunlar için mutlaka tescili gerekir. Bu tescil işi, organize bir toplumda devletin işidir. Organize olan toplum da bütün kurumlarıyla oturmuş bir toplumdur. Zaten Kur’an’da bu fiilin topluma yönelik bir anlamda olmasının bir diğer sebebi de budur. İleride, doğacak çocukların nesebi, eğitimleri, bakımı, boşanma halinde doğacak hukuki sorunlar ve ölüm halinde miras konusu vs hepsi organize olmuş topluma yani toplumu, toplum adına yöneten, koruyan devlete ait işler olacaktır. Bu açıdan baktığımızda tescil edilmemiş evlilikler veya gizli evlilikler Kur’an açısından uygun olmayan evliliklerdir. İslâm hukukçuları nikahı “icap, kabul ve iki şahitli bir akittir” diye tarif etmişlerdir. Hukuki açıdan bu tanım doğrudur. “icap-kabul” tarafeynin evlenme kararı verdiklerine, “iki şahit” de olayın aleniyetine işarettir. Ancak bunun tescili şarttır. Yoksa ileride çok problemler doğabilir. Bugün üniversite gençliği içerisinde maalesef “imam nikahı” veya “dini nikah” adı altında bir çok gencimiz tescilsiz, ailesinden habersiz bir evlilik yapmaktadırlar. Tahsilleri de bitince “herkes kendi yoluna” diyerek ayrılmaktalar. Böylece genç kızlar ve aileler için büyük bir yıkım yaşanmaktadır.İslâm’da özellikle Kur’an’da “dini nikah” veya “din dışı nikah”diye bir şey olmadığı gibi, “imam nikahı, papaz nikahı” diye nikah ta yoktur. Kur’an’da nikah bir tanedir. Sorumluluk topluma ait olduğundan tescil zorunluluğu vardır.Nikah, Kur’anî ifâdeyle “misâken galîzâ”(sağlam bir teminat)(Nisa, 4/21) olup karı koca arasındaki müşterek hayatın garantisidir. Her iki tarafa hukukî, sosyal, ahlakî, medenî sorumluluklar yükleyen bir sözleşmedir. İşte bundan dolayı Kur’an: “Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır” demektedir. Zaten evliliği yani karı koca arasındaki bağları Allah kendi varlığının belgelerinden sayar: “İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp, aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi O’nun varlığının belgelerindendir. Bunlarda düşünen toplum için dersler vardır.”(Rum, 30/21). Demek ki eşler arasında, bu ayetten anlaşıldığı kadarıyla, üç önemli husus vardır. Huzur(sekîne), sevgi(=mevedde) ve karşılıklı hoşgörü (=rahme). Evliliği ayakta tutan bu üç unsurdur. Bunların bitmesi evliliği bitirir. Mademki evlilik Kur’anî ifâdeyle “sağlam bir teminattır” bunun geçici olması veya mut’a adı verilen cahiliyeden tevarüs eden nikah şekli, Kur’anî değildir. Zaman içinde Hz. Peygamber bunu iki defa yasaklamıştır. Evlenme ve boşanma hakkı erkek olsun kadın olsun, her ikisinin de eşit haklarındandır. İslâm hukukçuları evlenme ve boşanmayı erkeksi bir tanım getirmişler ve bu hususta kadına pek bir özgürlük tanımamışlar Özellikle kadın cinsel bir statüde tarif edilmiştir. Bu tarife göre “nikah, kadının vücudundan istifâde etmek için bir yoldur”. Halbuki ayette cinsellik bakımdan bir eşitlik ve denge vardır:“Siz onlar, onlar sizin için bir elbisedir” (Bakara, 2/187) Bu ayetten aynı zamanda eşler arası dengeyi anlamamız da mümkündür. Bu denklik sadece cinsiyette değil, aynı zamanda, birbirlerinin örtüsü olabilmesi için, ekonomik, kültürel, sosyal psikolojik, ahlakî ve meslekî vs de denklik gerekecektir. Tıpkı bir elbisenin vücuda uygun ve denk gelmesi gibi, eşler de birbirlerinin dengi olmalıdır. Mutluluğun şartlarından biri ve en önemlisi budur. Zaten fıkıhta denklik konusu esastır.Boşanma olayı bilindiği gibi evliliğin sona erdirilmesi olayıdır. Bu, organize bir toplumda ya tek taraflı irade beyanı ile yahut iki taraflı irade beyanı ile, ya da mahkeme kararıyla olur. Tarih boyunca boşama olayı hep erkeğin hakkı imiş gibi anlaşılmış ve uygulanmıştır. Gerçi Kur’an boşanma halinde erkeğin neler yapması gerektiğini belirterek, kadının hukukunu korumuştur ama, kadına da erkek kadar evlenme ve boşamada hak ve özgürlük kapısını açık tutmuştur.Yani kadın da isterse boşayabilir ve bunun Kur’an’a ters bir tarafı yoktur. Hülle olayı: Bu arada, geçmiş İslâm toplumlarında uygulanmış,, o nur kırıcı hem erkeği hem de kadını küçük düşürücü olan“hülle” olayını da değinmeden geçmeyelim. Cahiliye Arap toplumunda erkekler, eşlerini defalarca boşar sonra geri alırlardı. Kur’an, erkeğin boşama hakkını üç talak ile sınırlandırmıştır. Ayete göre her talakda belli bir iddet müddeti(üç ay hali) beklemek vardır. Bu müddet zarfında kadının bütün malî yükümlülükleri erkeğe aittir. İki boşama hakkını sırasıyla kullanıp, üçüncü boşamadan sonra da artık erkek bir daha aynı eşini alamaz. Ancak, eşi bir başkasıyla normal bir evlilik yaparsa, şayet doğal olarak ondan ayrılır veya eşi vefat edip dul kalırsa ve kadın da tekrar önceki kocasıyla evlenmek isterse, ancak o zaman buna cevaz vardır. Kur’an bu hükmüyle, aynı eşler arasında sayısız evlenip boşamayı ve bunu bir oyuncak haline getirmek isteyenlerin engellenmesini hedeflemiştir. Peki uygulama nasıl olmuştur? Maalesef yüz kızartıcı bir şekilde olmuştur. Her biri süresi içinde yapılması gereken üç boşamayı, “üçten dokuza şart olsun” sözüyle bir sefere alıp, sonra da pişman olup, karısına bir geceliğine başkasıyla nikahlatıp, ondan boşatıp tekrar evleniyor. “Hülle” dedikleri olay budur. Bu uygulamaya İslâmî ve Kur’anî demek, bunları yapanlara da Müslüman demek mümkün mü? Evlilik ani öfkelere feda edilmeyecek bir kurumdur.Gayr-i müslimle evlenme: Kur’an, yakın akrabalık dolayısıyla nikahı yasak olanları açıkca beyan ediyor. Özellikle erkeklerin nikahlamaması gereken akrabalarını belirtiyor. Bu olaya kadınlar zaviyesinden bakıldığında, kadınların da kimlerle evlenemeyeceği görülür. Bu hükümler iffetli erkek ve kadınlarla ilgili olan hükümlerdir.Öte yandan Kur’an, “recim” (taşlama) cezası İslâmî olmadığı için, zina eden kadınla zina eden erkeğin evlenme şekillerini de hükme bağlamıştır. “Zina eden erkek ancak zina eden kadın veya putperest(=müşrik) bir kadınla evlenebilir. Zina eden kadınla da ancak zina eden erkek veya putperest olan bir erkek evlenebilir. Bu Mü’minlere yasaktır.”(Nur, 24/3). Burada hitap topluma olup, bu durumda olanları bu şekilde evlendirin demektir. B:u ayetten anlaşıldığına göre zina eden kadın, ancak zina eden bir erkek veya bir müşrikle evlenir. Yani ona yakışan budur demektir. Bu keyfiyet kadın olsun erkek olsun Mü’minlere yasak kılınmıştır.Mü’min erkek ve kadına yasak olan bir diğer husus daha vardır: O da putperest kadınla Müslüman bir erkeğin ve putperest bir erkekle Müslüman bir kadının evlenmelerinin yasak oluşudur.“Putperest(=müşrik, Allah’a eş koşan) kadınlarla, hoşunuza gitseler bile, inanmadıkları sürece evlenmeyiniz. İnançlı bir cariye, bir putperest kadından daha iyidir. Putperest erkeklerle, hoşunuza gitse bile inanmadıkları sürece inançlı kadınları evlendirmeyiniz. İnançlı bir köle bir putperest erkekten daha iyidir”(Bakara, 2/221).Ancak, Maide suresi(5/5)’nde: “…Mü’min kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli olan kadınlar da, mehirlerini vermeniz şartıyla, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere, size helaldir…” ayetiyle Mü’min erkeklere ehl-i kitap(Yahudi, Hıristiyan vs.) kadınlarla evlenme ruhsatı vardır. Bu ruhsata karşı çıkanlar, Mümtahine Suresinin (60) 10. ayetini gösteriyorlar. Ancak bu ayet sığınmacı kadınlarla alakalı bir ayettir. Bugün putperestle evlenme konusu aktüel bir konu değil. Ancak ehl-i kitapla evlenme konusu aktüel olabilir. Nitekim Almanya’da ve Avrupa’nın bir çok yerinde Türkler yaşamakta ve onlar için en büyük problem de kızlarının yabancı erkeklerle evlenip evlenemeyecekleri, konusunda dini bir sakıncanın olup olmadığıdır. Bu hususu Avrupa’ya konferans ve çeşitli vesilelerle gittiğimizde bize en çok sorulan sorular bu konuda idi. Kur’an yukarıda da belirttiğimiz gibi. Müslüman erkeğin ehl-i kitapla evlenmesine izin veriyor. Ancak, Müslüman kadının ehl-i kitaptan bir erkekle evlenmesine her hangi bir şey söylemiyor. İslâm hukukçuları Müslüman kadının böyle bir evliliğine izin vermiyorlar. Gerekçeleri imanî bir ilkeye dayanıyor. Kur’an’dan her hangi bir delil yok. Eşyada asl olan ibaha ama ırz ve namus konusunda asl olan haramlıktır. Eğer Müslüman kızların ırz ve namuslarını koruyamama tehlikesi varsa ve itikadi açıdan Müslümanlığına bir zarar gelmeme durumu, Müslüman bir kadının veya kızın, ehli kitaptan bir erkekle evlenmesi, Kur’an’a ters değildir. Mademki imanî bir ilkeye dayandırılıyor o halde imanını korumak,, m illî ve Müslüman kimliğini muhafaza etmek kaydıyla evlenebilir.
Alıntı ile Cevapla
  #13  
Alt 26-05-2006, 10:17
hiramusta hiramusta isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 11 May 2006
Mesajlar: 1.919
Standart Re: TARİHTE VE KUR'ANDA KADIN VE KADIN HAKLARI

4-Eşlerarası İlişkiler ve Haklar:Kur’an karı-koca ilişkilerinde karşılıklı hak ve görevleri düzenlediği ayetlerde ele aldığı hususlardan biri, hiç şüphesiz kocanın nasıl karısı üzerinde hakkı varsa, karısının da kocası üzerinde hakkının olduğunu ve bu hakkın da örfe göre vazifeleri kadar olduğunu vurguluyor. Boşanan kadınlar için yani hakkını kocasından talep eden kadınlar için olan bu ayet aynı zamanda evrensel bir ilke durumundadır. İslâm açısından ailede kadının hakkının yerini tayin eden bir ayettir ki, boşanma vuku bulduğunda bu hak kendisine teslim edilsin. Dolayısıyla bu hak kadının aile içindeki görevi kadardır. Buradan anlaşılan şudur: Şayet kadın kocası kadar ailede bir vazife icra ediyorsa, hakkı da kocasının hakkı kadardır. Şayet kocasının vazifesinden daha az bir vazife icra ediyorsa o zaman da hakkı kocasından daha azdır. Bu analojiye göre, kocasından daha fazla vazife icra ediyorsa o zaman da hakkı kocasından daha fazla olacaktır. İşte bu evrensel ilke bütün devirleri ve örfleri kuşatan bir ilkedir. “Kadınların hakları örfe uygun bir şekilde vazifeleri kadardır.(Bakara2, 228).
[color=]a)Erkeklerin Kadınlar Üzerindeki Bir Derece Farkı Nedir? [/color]Kadınların haklarının vazifeleri kadar olduğunu beyan eden ayetin devamında ise tarihsel olarak o zamanki toplumun örfüne uygun bir şekilde hukukun uygulanabilirliği normu açısından bir hüküm getiriliyor ve deniyor ki: “Erkeklerin onlar üzerinde bir derece farkı vardır”. Burada erkeklerin kadınlardan bir derece daha üstün oldukları anlamı çıkmaz. Burada erkeğin vazifesinin o zamana göre, kadının vazifesinden bir derece daha fazla olduğunu, bütün yükü fazlasıyla erkeklerin çektiğini beyan etmek içindir. Bilindiği gibi, hukukta hüküm illete bağlıdır. İllet kalkınca hüküm de kalkar. Dolayısıyla kadının veya erkeğin ailede ve toplumda vazifesi ne kadarsa hakkı da o kadardır.
[color=]b)Nisa Suresi 34. Ayeti Nasıl Açıklanmalıdır? [/color]İslâm tarihi boyunca çok farklı anlaşılmış ve uygulanmış olan ayetlerden birisi hiç şüphesiz Nisa suresinin bu ayetidir. Ayette geçen bazı kavramların semantik analizlerini dikkate almadan tercüme etmek veya ayeti anlamaya çalışmak bizi yanlış neticelere ulaştırır. Önce ayetin kendi yaptığımız tercümesini verelim: “Allah’ın kimilerini kimine tercihte daha layık kılmasından ve erkeklerin de kendi mallarından sarf etmelerinden dolayıdır ki, erkekler kadınlar üzerinde yöneticidirler.. S aliha kadınlar, itaat eden ve Allah’ın korumasını emrettiği şeyi kocasının yokluğunda da koruyanlardır. Başıbozukluk yapmalarından endişe duyduğunuzda hemen öğüt verin ve yataklarını ayırın ve gönderin(=va’dribuhunne). Şayet size itaat ederlerse aleyhlerine bir yol aramayın. Allah Büyüktür, Yüceler Yücesi’dir.” Müteakip ayette ise “Karı kocanın aralarının ayrılmaları endişesini taşıyorsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden de bir hakem gönderin. Şayet bunlar aralarını düzeltmek isterlerse Allah onların aralarını buldurur. Allah en iyi bilen ve her şeyden haberdar olandır”(4/35).Bu ayet erkek ve kadının aile içindeki görev, yetki ve sorumluluklarını anlatıyor. Buna göre erkek kadının onur ve hakkını koruyup gözeten ve ayrıca kadının maddi ihtiyaçlarını yani geçimini teminle mükelleftir. Bunlara karşılık olarak kadın da itaatkar olmalı, namusunu korumalı hatta erkeğinin haklarına ve itibarına halel getirmeyecek şekilde davranmalıdır. Ancak bu görevlerden birincisini ihlal ederse, yani itaat etmezse duruma göre öğüt verilecek, yatağı ayrılacak veyahut kendi ailesinin yanına gönderilecektir. Bu işlemlerden gaye onu itaat edebilmesini temindir. Zira ayetin devamında “şayet itaat ederlerse aleyhlerine başka bir yol aramayın” denmektedir. Buraya kadar aileyi kurtarabilme yolları mevcut, bundan sonra ayetin devamından da anlaşılacağı gibi, aile dışı kişiler devreye giriyor. Yani hakemler. Anlaşma imkânı aranıyor. Değilse boşanma sürecine giriliyor. Ayette ele alınması gereken birkaç kavram vardır. Bunlardan birincisi “faddale” kelimesidir. Genellikle üstün olmak diye tercüme edilmektedir. Ancak bu kelime üstünlükten ziyade, tercihte veya teklifte öncelik hakkını ifâde eder.(Primus inter pares) İkisinden birisini veya insanlar arasındaki ilişkilerde biri diğerine nisbetle tercih edilecekse, buna layık olan için kullanılır. Elbette layık olan veya olanların tercihe sebep teşkil edecek farklılıkları, fazlalıkları da bulunmalıdır. İşte bu nedenle bu fiili tercih veya öncelik hakkı şeklinde ele almak gerekir.Ayette bu hususta önemli diğer bir kelime de “kavvâmun” kelimesidir. Bu kelime de maalesef yanlış anlamaları çağrıştıracak şekilde “üstündür” olarak tercüme ediliyor. Halbuki, semantik olarak “Bir şeyi üstlenmek, dikkatlice gözetip korumak, yönetmek, ayakta tutmak,, h akkını vermek, nezaret etmek ve o işten sorumlu olmak” gibi anlamları olan “kâme” fiilinden gelen bu kelime bu anlamların hepsini içine alan “yönetmek” kelimesiyle tercüme edilmelidir. Çünkü yönetim bir vazifeyi üstlenmektir ve sorumluluk ister, nezaret ve dikkat gerektirir. Şu halde erkekler, kadınların geçimlerini temin etmelerinden, onların her türlü güvenlerini sağlamalarından ve onları korumalarından kısaca onlardan sorumlu olmalarından dolayı onların yöneticileridirler. Vazifeleri bu olduğuna göre hakları da buna göre olacaktır. Şu halde erkeğin, eşinin ve çocuklarının bütün ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlü olması, onun beşeri veya bir takım faziletler açısından üstün olduğunu değil, sadece vazifesi gereği fonksiyonel bir öncelik ve sorumluluk sahibi olduğunu gösterir. Öte yandan bu ayete göre erkek aile reisi olarak gözükmektedir. Şurasını unutmamak gerekir ki, Kur’an bu reisliği iki şarta bağlamaktadır: Ailenin geçimini sağlamak, reisliğe tercih gerektirecek bir önceliği veya bir yeteneği bulunmak. Bu iki şart ortadan kalkarsa reislikte ortadan kalkar. Hükmün illete bağlı oluşu prensibine göre, bu illetler ortadan kalkınca bu hüküm de kalkar. Tıpkı, su bulunanca teyemmümün hükmünün ortadan kalkması gibi. Erkek ayetteki hükmü yerine getiremezse, yöneticilik hakkını kaybeder.Ayette ele alınması gereken bir diğer kavram da maalesef “dövünüz” diye tercüme edilen “va’dribuhunne” kelimesidir. Gerçi Arapça’da “darp” fiili vurmak dövmek anlamına gelse de deyimsel olarak bir çok yerde farklı anlama gelir. Mesela “bir örnek vermek” veya “bir misalle açıklamak”, “bir örnekle anlamaya yol açmak” için Arapça’da “darabe meselen” tabiri kullanılır. Kur’an’da bu anlamda kullanımlar vardır.(Yasin, 36/78). Ayrıca Kur’an’ın bütünlüğünde ele aldığımız zaman “darabe” fiilinin dövmek anlamına gelebilmesi için fiile mutlaka “ba” harf-i cerli bir mef’ul gelmelidir(=mef’ul gayr-i sarih). Çünkü dövmek, veya vurmak mutlaka bir şeyle veya nesneyle olur. Mesela eliyle, sopayla veya başka bir şeyle gibi. Kaldı ki bu ayette böyle bir kullanım yoktur. Fiil yalın haldedir. Bu ayetin konteksine göre, göndermek veya uzaklaştırmak anlamına gelen deyimsel bir ifâdedir. Zira evli bir kadının aile düzenini bozacak şekilde bir başıboşluğu söz konusu olduğunda erkeğin yapması gereken işler sıralanmıştır. Ö nce, ona öğüt verecek, fayda vermediğinde, yatağını ayıracaktır. Şayet bu da fayda vermezse artık onu kendi ailesinin yanına tabiri câizse tebdil-i havaya gönderecektir. B ir bakıma onu kendinden bir müddet uzaklaştıracaktır. Ç ünkü bundan sonra gelen ayete göre hakemler devreye girecektir. Yani boşanma işleminden veya yeniden barışma işleminden önce yapılması gerekenler sıralanmaktadır. Keyfiyet budur. Bu kelimenin “dövünüz” şeklinde anlaşılıp uygulanması, kadının aile içi geçimsizliklerde tarih boyunca itilip kakılmasının, hor görülmesinin dinî bir kılıfı olmuştur.
Alıntı ile Cevapla
  #14  
Alt 28-05-2006, 10:38
hiramusta hiramusta isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 11 May 2006
Mesajlar: 1.919
Standart Re: TARİHTE VE KUR'ANDA KADIN VE KADIN HAKLARI

5-Çok Kadınla Evlenme Konusu
İslâm’a yöneltilen eleştirilerin en önemlilerinden birisi hiç şüphesiz “taaddüd-i zevcât”(=çok eşlilik) konusudur. Tarihte de çok farklı anlaşılmış ve uygulanmış olan bu hususun Kur’anî temellerine baktığımızda görürüz ki Kur’an aslında tek eşliliği tavsiye etmektedir. Konuyla ilgili ayetleri serdetmeden önce, şunu kesinlikle kabul etmeliyiz ki, Kur’an’ın geldiği toplumda poligami yani çok kadınla evlilik revaçtaydı. Araplar sayısız kadın ve cariye alabiliyorlardı. Hatta çok kadın almak bir itibar ve onurdu. Kadınlar da kendi arzularıyla güçlü ve varlıklı kişilerin eşi olamaya can atarlardı. Toplumun yapısı mantalitesi böyleydi. Kur’an elbette kadına haklarını verirken, bu sosyal yaraya temas etmeden de geçemezdi. Kur’an bunu şartlara bağlayarak, azami dörtle sınırlandırdı. “Adalet” ilkesini koyarak bir kadınla evlenmelerinin daha hayırlı olacağını belirtti. Şimdi konuyla ilgili ayetlere bakalım: “Eğer yetimlerin haklarına kendileriyle evlendiğiniz takdirde riayet edememekten korkarsanız, onlarla değil, beğendiğiniz kadınlardan iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz. Şayet adaletli davranamamaktan korkarsanız bir tane alın, yahut sahip olduğunuzla yetinin. Doğru yoldan sapmamanız için en uygun olanı da budur.”(Nisa, 4/3).


Kur’an aynı Surenin 128 ve 129. ayetlerinde aynı konuya temas ediyor ve insan oğlunun eşler arasında adaleti ne kadar uğraşsa tesis edemeyeceğini vurguluyor : “Eğer kadın kocasının serkeşliğinden(=geçimsizliğinden) veya kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, aralarında bir anlaşma yapmalarında bir sakınca yoktur. Anlaşmak daha hayırlıdır. Zaten nefisler kıskançlığa hazırdır. Eğer iyi davranır ve haksızlıktan sakınırsanız bilin ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Adil hareket etmeye ne kadar uğraşsanız, kadınlar arasında eşitlik yapamayacaksınız. Bâri tamamen bir tarafa kalben meyletmeyin ki, diğerini askıda bırakmış gibi olmayasınız. Eğer arayı düzeltir ve haksızlıktan sakınırsanız Allah şüphesiz bağışlar ve merhamet eder.” Bu ayetlerden de anlaşılıyor ki, tek eşlilik asıl olandır.


Çok eşlilik konusu görüldüğü gibi, bir emir değil, bir ruhsattır. Bu ruhsat hayatın değişen şartları içerisinde ele alınmalıdır. Fukaha kadın nüfusunun erkek nüfusunu çok aşırı geçtiği savaş ve âfetler sonrası durumlarda, kadının görevini yapamaması veya kısır olması vs. gibi durumlarda erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi zaruri olabilir kanaatindedir.

6-Miras Konusu


İslâmiyet’ten önce Araplarda kadın diğer bir çok haklardan olduğu gibi, miras hakkından da mahrumdu. Miraslar genelde hep erkek evlada kalırdı. Mirastan aldıkları payın yanı sıra savaşlardan elde ettikleri ganimetler de erkeklerin olurdu. Erkekler hem ailelerinin geçimlerini temin etme hem de her an vuku bulabilecek baskınlara ve savaşlara karşı hazırlıklı olmak zorundaydılar. O zamanlar düzenli bir ordu teşkilatı olmadığından her erkek savaş malzemesini; atını, okunu, yayını, mızrağını, kılıcını, kalkanını ve zırhını hep kendi gelirinden ve en iyisinden almak zorundaydı. Bunun için mirastan tam hak alıyorlardı. Hatta eski bir Arap ata sözüne göre: “Savaşta kılıç sallamayanın mirastan nasibi yoktur”. B u nedenle kadınlar savaşa iştirak etseler bile, geri hizmette görev alırlar, her türlü savaş malzemesini kendileri için temin etme gibi bir zorunlulukları yoktu. İşte İslâmiyet hiçbir miras hakkı olmayan kadına bu şartlar da bile erkeğin yarısı kadar hak vermiştir. Şimdi mirasla ilgili ayetin anlamını verelim: “Allah size çocuklarınızın alacağı miras hakkında erkeğe kadının payının iki mislini tavsiye eder…”(Nisa, 4/11)


Şurası muhakkaktır ki, mirastan erkek çocuğuna kız çocuğunun iki misli hak verilmesi erkek çocuğunun kız çocuğundan üstün olduğu anlamına gelmez. Sadece bir sosyal adalet ve ekonomik dengeden dolayıdır. Nitekim, İslâm hukukuna göre, tüm ailenin geçimi, karısı, kızı ve bütün çocukların masraflarının temini, anne babanın ve kız kardeşinin bakılması, karısına gerekli halde verilecek mehr hep erkeğin üzerine yüklenen malî sorumluluklardır. Kadının böyle bir sorumluluğu yoktur. Erkek ve kadının mal varlığı da ayrıdır. Kadın ne kadar varlıklı da olsa evin geçimine katkıda bulunma gibi bir zorunluluğu yoktur. Hal böyle olunca, kadına da erkeğe olduğu kadar mirastan hak verilirse bu sefer erkeğe zulmedilmiş olacaktır. “Nimet külfete göredir” prensibi doğrultusunda erkeğe de külfetine göre nimet verilmektedir. Şu halde malî külfetler açısından kadın erkekten çok daha şanslı bir konumdadır. İşte mali yükümlülükler açısından ağırlığına uygun olarak ve ayrıca görevi kadar hakkı vardır ilkesinden hareket edilirse Kur’an’ın bu hükmü külfet ve nimetlerin dengelenmesi ve sosyal adaletin sağlanması açısından âdaletli bir hükümdür.


Ayette dikkatimizi çeken bir diğer önemli husus, “yusikumullah” fiilidir. Bu fiil “Allah size tavsiye eder” demektir. Allah burada bunu bir tavsiye olarak söylemiştir. Yani böyle bir toplumda adalet ancak böyle olursa gerçekleşir. Size bunu tavsiye ediyorum demektedir. Dolayısıyla, her zaman ve her toplum için bunu uygulamak zorunda olmadığımızı, içinde yaşanan toplumun bazı kabulleri, erkeğin ve kadının toplumda veya ailede görev ve sorumluluklarına paralel olarak, adalet ilkesini zedelememek kaydıyla, kız ve erkek çocuklarına verilecek miras hakkının ayarlanmasını istemektedir. Kur’an bu düsturu tavsiye ettiği zaman, toplumun sosyal dengesi ve erkeğin malî sorumlulukları yukarıda beyan ettiğimiz gibiydi. Şayet toplum, kadının da ailenin masraflarını kendi gelirinden sarf ederek katkıda bulunmasını örf olarak kabul ettiğinde kadın da erkek kadar tam hisse aldığında sosyal adalet, kamu düzeni ve malî yükümlülük bakımdan adalet ilkesi gerçekleşirse, o zaman mirastan her ikisinin eşit pay alması Kur’an’a uygundur. Çünkü Kur’an hem adaleti uygulamamızı emrediyor hem de kadının hakkının vazifesi kadar olduğunu belirtiyor.



7-Şahitlik Konusu

Kur’an’da şahitlikle ilgili yaklaşık 20 kadar ayet vardır. Görüleceği gibi,, h iç birinde kadın erkek ayrımı yoktur. Mesela bunlardan bazılarını görelim: “Ey inananlar! Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhine de olsa, Allah için şahit olarak adaleti gözetin…”(Nisa, 4/135); “Fuhuş yapan kadınlarınıza karşı içinizden dört şahit getirin…”(Nisa, 4/15); “ Ey inananlar! Her hangi birinize ölüm belirtisi geldiği zaman, vasiyet ederken sizden iki adil kişiyi veya yolculukta iken başınıza ölüm musibeti gelmişse, sizin dışınızda iki kişiyi şahit tutun…”(Maide, 5/106). “Kadınlarınızın iddet süreleri bittiğinde onları ya uygun bir şekilde alıkoyun veyahut uygun bir şekilde onlardan ayrılın. İçinizden adalet sahibi iki kişiyi de şahit tutun. Şahitliği Allah için yapın…” (Talak, 65/2); “İffetli kadınlara zina isnat edip de sonra dört şahit getiremeyenlere, seksen değnek vurun…” (Nur, 24/4) Ayetlerin sayısın artırmaya gerek yoktur. Görülüyor ki, şahitlik konusunda ayetlerde kadın erkek ayrımı yoktur. Bu da gösteriyor ki, kadının şahitliği erkeğin şahitliğine denktir. Y eter ki, doğru söylesin, adaletten ayrılmasın. Kadın erkek şahitliğinin birbirine denk olduğuna bir diğer delil de yine Nur Suresi’nin 6-9. ayetleridir. “Eşlerine zina isnadında bulunup da kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince, onların her birinin şahitliği, kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ederek şahitlik etmesi, beşinci defa da, eğer yalan söyleyenlerden ise Allah’ın lanetinin kendi üzerine olmasını dilemesidir. Kadının da kocasının yalan söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ve şahitlik etmesi, beşinci defa da eğer kocası doğru söyleyenlerden ise Allah’ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi kendisinden cezayı kaldırır.” Bu ayet son derece manidardır. Çünkü eğer kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yarısı olsaydı, bu olayda kadının erkeğin iki misli yani sekiz kere şahadette bulunması gerekirdi. Şu halde şahitlik konusunda erkekle kadın eşittir.



http://www.ismailyakit.com/yayinlar/...urananlamak/ka dinhaklari.html
Alıntı ile Cevapla
  #15  
Alt 28-05-2006, 15:45
Üye Değil
 
Mesajlar: n/a
Standart Re: TARİHTE VE KUR'ANDA KADIN VE KADIN HAKLARI

NİSA:4.34. Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.

BAKARA:2.223. Kadınlarınız sizin için bir tarladır. Tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın. Kendiniz için önceden (uygun davranışlarla) hazırlık yapın. Allah'tan korkun, biliniz ki siz O'na kavuşacaksınız. (Yâ Muhammed!) müminleri müjdele

Nisa:3. Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdir de) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.

Sevgili Hiramusta,
İslamda kadın erkek eşitliği vardır diyorsun.Yapma hiramusta.Sana göre var
ama kurana göre yok.Nisa suresi bunu açıkça belirtiyor.Daha şahitlik ve
mirasla ilgili ayetleri almaya gerek bile duymadım.Ne olursunuz sizi biraz
dürüstlüğe davet ediyorum.Her şey ortadayken islamın kadına değer verdiğini
söylüyorsun.Alıntıladığım ayetlere bak.Bu nasıl değer vermedir.Şöyle bir
zihniyet kadına değer verebilir mi?Çabalarınız boşuna.Kendiniz yazar kendi-
niz inanırsınız.Okuyan düşünen eleştiren beyinler sizin palavralarınıza
inanır mı?Görünen köy kılavuz istemez hiramusta kardeşim.Sevgilerimle...
Alıntı ile Cevapla
  #16  
Alt 30-05-2006, 00:59
pante - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
pante pante isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 01 Nov 2005
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 8.936
Standart Re: TARİHTE VE KUR'ANDA KADIN VE KADIN HAKLARI

Hiramusta'nın kadın hakları ile ilgili yazısı ile şu sonuca ulaşıyoruz;
Kadınlar, İslam öncesi hakka, hukuka sahip değillerdi. Kadınların kurtuluşu İslam sayesinde gerçekleşmiştir.
Bu iddialar daha önce de forum konuları içinde yer almıştı. İslam ülkelerinde kadınlar üzerindeki baskı ve zulümlere de zaman zaman forumlarda yer verilmişti. Aşağıda vereceğim örnekleri de daha önce forumda okuyan arkadaşlarımız vardır. Ama tekrarında fayda var:

[Suudi Arabistan'da 15 kız öğrencinin "tesettür" uğruna diri diri yanmasına neden olundu:

Hürriyet Gazetesi'nde 17 Mart 2002 tarihinde yayınlanan haber:

Yanan ortaokul binasından kaçan 15 kızöğrenci, Suudi din polisi tarafından ‘Kıyafetiniz sokağa çıkmaya uygun değil’ gerekçesiyle engellendi. Pazartesi yaşanan olayda başörtüsüz olduğu için kızlar, diri diri can verdi.

Suudi Arabistan'ın Mekke Kenti'nde geçen Pazartesi sabahı, bir okulda çıkan yangından kaçmaya çalışan 15 kız öğrenci ‘Namahrem Vahşeti’ne kurban gitti. Din polisi (mutavva), türbanları ve çarşafları olmayan genç kızların alevler içindeki binadan çıkışına izin vermedi. *

Elektrik kontağından çıktığı sanılan alevler bir anda üç katlı ortaokul binasını sardı.

Öğrenciler, can havliyle kendilerini dışarı atmak istedi. Ancak genç kızlar kapıya koştuklarında din polisleriyle burun buruna geldi. Din polisleri, İslami kurallara göre giyinmedikleri, türban ve çarşafları olmadığı için kızların çıkmasına izin vermedi.

Din polisleri, yangını söndürmeye çalışan itfaiye ekiplerinin binaya girmelerine de ‘‘Namahrem’’ gerekçesiyle, izin vermedi ve ‘‘Onlara yaklaşmak günahtır’’ diye uyardı. Bir görevli El-İktisadiye Gazetesi'ne yaşananları şöyle anlattı:

‘‘Kızlar dışarı çıkmak istiyor, çarşafları olmadığı için dayak yiyorlardı. Durumun çok kritik olduğunu ve bu tür davranışın yeri olmadığını söyledik. Ama bizlere bağırdılar ve kapıdan ayrılmayı reddettiler.’’

Acılı bir baba da ‘‘Bekçi kapıyı açmayı bile reddetti. Polis durdurmasaydı kızlar kurtarılabilirdi’’ diye yakındı.


Şimdi, dünyadaki şeriat düzeni uygulamalarını, Arabistan'ı, İran'ı, Afganistan'ı, Pakistan'ı "Şeriat'ı yanlış uyguluyorlar, onların uygulamaları İslam'ı bağlamaz" diye geçiştirmeye çalışırsanız kimseyi inandıramazsınız. Uygulama Kur'an ve sünnet doğrultusunda yapılmaktadır ve kurulacak her şeriat rejiminde başka bir referans olmayacak, dolayısıyla benzer uygulamalar yaşanacaktır.
Alıntı ile Cevapla
  #17  
Alt 30-05-2006, 06:22
hiramusta hiramusta isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 11 May 2006
Mesajlar: 1.919
Standart Re: TARİHTE VE KUR'ANDA KADIN VE KADIN HAKLARI

Sevgili Panteidar;Kısmen doğruysada çoğunlukla masa başında hazırlanmış gibi gözüküyor.Bir kız öğrenci yurdunda yangın çıkmış olabilir,o yangında 15 kız öğrenci ölmüş olabilir.Ama dünyanın hiçbir yerinde insan hayatı hiçe sayılıp kıyafetleri uygun değil diyerek binaya hapsedilip,insanların ölümlerine sebep olunmaz.Bunu hiçbir vijdan kaldıramaz.Bunun hiçbir ayettede temelini bulamazsınız.Hele ki bir insanın hayatını kurtaran bütün insanlığı kurtarmıştır gibi bir ilkeye sahip İslam'da.Adama sormazlar mı?Üstleri uygun olamayan o kızlar koskoca yurtta bir çarşaf dahi bulamamışlar mıdır,üstlerine örtecek?
Alıntı ile Cevapla
  #18  
Alt 30-05-2006, 11:14
pante - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
pante pante isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 01 Nov 2005
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 8.936
Standart Re: TARİHTE VE KUR'ANDA KADIN VE KADIN HAKLARI

Sizce Aşağıda yazılanlar hangi ülkede geçebilir?

1992'de dincilerin iktidara gelmesiyle, dine muhalif olarak bilinenler topluca idam edildi.
Tüm kadın hakları ortadan kaldırıldı. Çalışma, oy kullanma, özgürce giyinme ve sokağa çıkmalarına yasak getirildi.
Kadınlara baştan ayağa kadar, hiçbir yeri açıkta kalmayacak şekilde burka giyme zorunluluğu getirildi. Acil bir ihtiyacı, hastalığı olsa dahi yanında yakını akrabası bir erkek olmadan dışarı çıkmaları yasaklandı.
Dünyada bebek ve kadın ölümlerinin ençok yaşandığı bu ülkede çocuk yaşta kızlar zorla evlendirilmekte ve daha kendileri çocukken hamile kalmakta, ezilmektedirler.

Üzerinde burkası olmasına rağmen bir su birikintisinden geçerken, eteği ıslanmasın diye çektiğinde ayak topuklarının görünmesi üzerine dövülerek öldürülen kadının haberi dünya basınında da yer almıştı.
Dünyanın en geri kalmış, en yoksul ülkelerinden biri olan bu ülke

Dinci yönetim, müzik dinlemeyi, şarkı söylemeyi, dansı, her türden oyun ve eğlenceyi yasaklamıştır. Çocuk oyunları dahi, onları "Din eğitiminden" uzak tutacağı varsayımı ile yasaklanmıştır.Diğer yasaklar bazı örnekler ise oyuncaklar, terzilerdeki moda dergileri, kadınların makyaj yapması, kaş almak, saçlarını kısa kestirmek, renkli veya beyaz elbise giymek, mücevher takmak, ince çorap ve topuklu ayakkabı, ayak sesinin duyulması, yüksek sesle konuşmak ve gülmek .. İçki, kız-erkek arkadaşlığı vb. konular hepten yasak.
Sakal bırakmak zorunlu hale getirilmiştir.

Birleşmiş Milletleri’n ve diğer devletlerin ricaları da bir işe yaramadı. Bemian’da bulunan ve Budistlerin büyük saygı duyduğu kayalara oyulmuş tarihi dev Buda Heykellerini bombayarak yok ettiler.
Büyük insanlık trajedilerinin yaşandığı bu ülkede herşey din adına yapıldı. Bugün teröristlerin ve büyük güçlerin pençesi altındaki bu ülke insanlarına, bu ülkenin çocuklarına yazık değil mi?
Alıntı ile Cevapla
  #19  
Alt 30-05-2006, 13:07
pante - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
pante pante isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 01 Nov 2005
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 8.936
Standart Re: TARİHTE VE KUR'ANDA KADIN VE KADIN HAKLARI

Evet Değerli Psiko kardeşim. Ne yazık ki bir İslam ülkesi.
Ne yazık ki diyorum, çünkü her ne kadar bu forumda dinlerden bağımsız, özgürce fikirlerimizi yazsak, inançlarımızı sorgulasak da ailemizle, akrabalarımızla, arkadaşlarımızla, çevremizle, nikahımızla, bayramımızla, cenazemizle İslam'ın içindeyiz, İslam'ı yaşıyoruz, İslam ülkesi olmamakla, laik olmakla beraber %99'u müslüman olarak bilinen bir ülkeyiz. O nedenle bu tür insanlık dışı trajedilerin yaşanması hepimizi üzüyor. Üstelik Afganistan, Kurtuluş savaşımızda yürekleri bizimle olan, bizim için dua eden, ceplerinde, göğüslerinde Atatürk'ün resmini taşımış, zafere bizim kadar sevinmiş kardeş bir ülke. Bu ülke Taliban rejiminden önce böyle değildi. Bu ülkeyi bu hale getirenler ortaçağ zihniyetindeki, sözde İslam adına 1400 sene öncesinin yaşam biçimine insanları mahkum etmeye kalkışan gerici yobaz şeriatçi takımıdır.

Hiramusta, Hürriyet gazetesinde yer almış olan habere inanamıyor. Abartılar vardır diye düşünüyor. Ama asıl basına yansımamış, duymadığımız bundan daha beter ve daha rezil olayların olma olasılığı çok daha yüksek. Çünkü bu ülkeler kapalı rejimle yönetiliyorlar. Fotoğraf çekmek, kamera, video yasak. Hiç kimse korkudan sesini duyuramıyor, beyanat veremiyor.
Alıntı ile Cevapla
  #20  
Alt 30-05-2006, 14:08
liopleurodon - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
liopleurodon liopleurodon isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 25 Feb 2006
Mesajlar: 1.372
Standart Re: TARİHTE VE KUR'ANDA KADIN VE KADIN HAKLARI

Dönemin, resimli bir özetine aşağıdaki linkten erişilebilir:

http://www.rawa.org/

Merak-ı mucibimdir, peygamberin yatak odası maceralarını düzene sokmak için ayet yollayan Allah, 22 kusur yılda bu tür rezalet, kepazelik ve vahşeti önlemek adına neden bir şey yapmamıştır?
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler

Başlık Düzenleme Araçları
Stil

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 00:12 .