İşbirlikçiye işbirlikçi denir. Bu kadar basit. Bak ben de devlet düşmanıyım mesela.
Freddiecim, kemalistler de ''haine hain denir, bunda ne var'' filan diyor tartışmalarda. ''İşbirlikçi'' sözcüğü, birşeyi 'doğru' bulduğu için değil, şahsi çıkar uğruna savunana denir, yani niyet okumadır. ''ABD yanlısı'' de, ''kapitalist'' filan de, ama ''işbirlikçi'' deyince, zaten benim savunduğum şeyi doğru bulduğum için değil çıkar uğruna savunduğumu söylüyorsun. O halde tartışmaya da gerek yok. Tartışmanın amacı (fiilen pek mümkün olmasa da, ideal amacı) nesnel argümanlarla karşı tarafı savunduğun şeyin doğruluğuna ikna etmektir. Ama ben zaten senin niyet okumana göre doğru bulduğum için savunmuyorsam kendi pozisyonlarımı, bu benimle tartışamanın da gereksiz olduğu anlamına gelir. Öyle değil mi...
Yav, herşeyden ziyade, görüyorsun, geriyor işte ortamı her defasında bu laflar. Şahsen beni geriyor işte. Ne gereği var anlamıyorum ki.
Yıllar yılı sömürdüğün, bir çeşit kumarhane cenneti gibi kullandığın, yoksul halkını sindirmek için de faşist bir dikta uyguladığın, sömürgen durumundaki küçücük bir ülke olsun.
Bu ülkede halk en sonunda isyan etsin ve bir avuç yürekli devrimci liderliğinde bir devrim gerçekleştirsin.
Bu devrim, senin eserin olan tüm faşizmi, sömürüyü, temel ihtiyaçlardan yararlanamama durumunu, cehaleti silsin süpürsün, tam bağımsız bir ülke kursun.
Sonra bu ülkeye saldır! Ama bu ülke seni püskürtsün. Kendini senden koruyabilmek için, benzer bir ideolojik görüşte olduğu daha büyük bir ülkeden askeri yardım alsın. Senin ablukandan kurtulabilmek için o ülkeden ekonomik destek de alsın.
Bir gün dünyada dengeler değişsin. Bu küçük ülkeye olan ambargonu genişlet. Onları iyice boğ. Her ne kadar yine de halkının her ferdinin temel ihtiyaçlarını asgari düzey de olsa karşılayarak senin ülkendeki milyonları kıskandırsa da yine de ablukan yüzünden yakıcı bir yoksulluğa düşsün.
Kendi ablukandan ve onu kuşatmışlığından kaynaklanan bu yoksulluğu sanki o ülkenin sistemi bunu getirmiş gibi göstererek ''fakirlikte eşitlik'' edebiyatı yap!
O ülkeye defalarca ajan sok, liderine suikast düzenle. Küçük ülke kendini koruyabilmek için mecburen daha kontrolcü ve baskıcı yöntemlere başvurduğunda da onun ne kadar da demokrasi dışı yönelimleri olduğundan falan dem vur!
O ülkenin lideri, kendisinin ulusal bir kahraman gibi görülmesi sebebiyle de girdiği her seçimi kazansın ve yıllarca ülkesini kimseye yıktırmadan yönetmeyi başarsın. Ama sen sanki o seçilmiyor da bir çeşit diktatörmüş gibi tüm dünyaya çarpıt gerçekleri!
O ülkenin insanları herşeyin farkında olsa, yoksulluğun sebebinin senin ablukan olduğunu bilse, sistemlerine ve liderlerine sahip çıksa bile sen yine de sanki o ülkede insanlar büyük eziyet çekiyormuş da fırsat bulsalar yurt dışına kitleler halinde kaçacaklarmış gibi tüm dünyayı kandır. Nasılsa her ülkeden senin her dediğini gözü kapalı savunmaya hazır işbirlikçilerin çıkacaktır.
Bayılıyorum şu emperyalistlere! Ne etik tanıyorlar, ne onur, ne dürüstlük. Piyasanın kutsal gereksinimleri ve sermayenin çıkarları dışında hiçbir şeyi önemsedikleri yok!
Freddie
Herşeyden önce Küba'daki baskıcılığı açıklama şekline ikna edici değil. Sanki baskıcılık sosyalizmde olmazmış da şartlar gereği olmuş gibi konuşuyorsun. Ama bu kadar düzine sosyalist devlet kuruldu ve geçti bir tanesi de baskısız, gizli polissiz, diktatörsüz, işkencesiz olmadı.
İkincisi Küba'da "temel ihtiyaçlar karşılanırdı" deyip duruyorsun. Ama sorun şu ki "temel ihtiyaçlar" dediğin şeyler aslında minimum ihtiyaçlar, ve Küba halkına da bundan fazlası verilmedi. Zaten sosyalist düşünceye göre lükse falan gerek yoktur. "Temel ihtiyaçlar" karşılansın, ama herkesin karşılansın ve herkes eşit olsun yeteri. Ama işte bu sefil bir hayat. İnsan hapiste de "temel ihtiyaçları" karşılanıyor ona bakarsan.
Küba'nın yanlızğılından bahsediyorsun. Bir kere adamlar bugün petrol ülkesi Venezuela ile kankalar ve çok ucuza petrol alıyorlar.
Ayrıca ekonomik izolasyon ve "kendi kendine yetmek" aslında bir sosyalist hedeftir ve bunu Kuzey Kore doktrinleştirmiştir. Hatta sosyalistler dış ticareti kötü bulurlar. İşte yukarda ilk iletisinde Prozac yazmış. Şirketleri yabancılar alacak demiş. Yabancı yatırım gibi şeyler sosyalist zihniyette haramdır. Kapitalist ülkelerle ticari ilişkilere giren az gelişmiş bir ülke kesin sömürülüyordur. O yüzden bir ülkeye yapılacak en büyük iyilik ona ekonomik ambargo uygulamak olmalı bu zihniyetle.
Bence sosyalist doktrinleri uygulamak için bir devrime ihtiyaç yok. Sosyalist yönetmeler insanlara cumhuriyetle de getirilebilir. Mesela Sovyetlerin komite sistemi, Venezuella'nın her ilçeye atelye'ler sistemi ya da Küba'nın devlet memuru çiftçi sistemi gibi...
Sanırım başlık sahibinin kullandığı sarkastik usluptan -çok az özenle- kaçınması durumunda tartışma daha sağlıklı yürüyebilirdi. Umarım her sosyalizm karşıtını başlık sahibinin kategorik konumuyla eş değer tutmaktan kaçınabiliriz.
Yav, herşeyden ziyade, görüyorsun, geriyor işte ortamı her defasında bu laflar. Şahsen beni geriyor işte. Ne gereği var anlamıyorum ki.
Tamam, seni üzmeyelim o zaman. Zaten o lafı sana dememiştim. Ama işbirlikçi lafında hakikaten de alınacak birşey yok. Zira işbirlikçi demek, adı üstünde, çıkar ya da ortak bir hedef için(bu hedef ahlaki içerikli de olabilir, ille de çıkar gerekmez) bir başka güçle ortak iş yapmak ya da onun işine yardımcı olmak demektir. İşbirliği işte. Westergaard'ın ABD'yle sözde demokrasi ve özgürlükleri yaymak adına işbirliği yapmaya can attığına eminim. İşbirliği için ille de ABD'nin onu muhatap kabul etmesi gerekmiyor. Elbette ondan haberleri bile yok. Ama aynı idealler için biri diğerini savunuyor ise ortada bir işbirlikçilik var demektir. Zaten TC'nin ABD'yle olan işbirliklerine karşı olduğunu(zu) da sanmıyorum. O halde işbirlikçi söyleminin neresi yanlış? Bu bir küfür değil.
ben sallarla kaçma olaylarının 80lerde ve 90larda olduğunu biliyorum, hatta küba gemileri salları batırıyordu da dünyada gürültü kopuyordu.. sen devrimin hemen arkasından kaçanları anlatıyorsun
bana küba'da işlenen faili meçhul cinayetler, devlet terörü, anayasa'ya sinen ırkçılık/kadın-eşcinsel düşmanı normlardan istatistiki bilgiler verebilir misin?
istersen ben sana yeni süper demokrasinin devlet terörü ve cinayet bilgilerinin dökümünü; işkence ve kötü muamele raporlarıyla birlikte bir çırpıda saymakla kalmayıp belgelerini sunayım!
tüm arkaikliğine, sıradanlığına, yetersizliğine, kıt geçim oranlarına ve olumsuzluklarına karşın insanlık dışı/sefalet koşullar mevcut değildir. rejim, kısmi bir otoriterliğe sahip olsa da, vatandaşlarına türlü yasaklar/engeller koysa da kitlesel işkence tezgahları/ölüm timleri ve makineleri kurmamıştır.
bu o derece ''yetersiz ve rezil'' bir rejimdir ki açlıktan ölen kimseye rast gelemiyorsunuz. oysa über gelişmiş ekonomi ve demokratik ülkemizde daha geçenlerde bir bebek açlık ve yetersiz beslenme nedeniyle ölmüş; bu durum medyaya da yansımıştı. bu bebeklerden yurdumuzda binlercesi mevcuttur ve birçoğu yetersiz beslenmeye bağlı sakatlıklar/hastalıklar vs durumlar neticesinde hayatını kaybetmektedir. bebekler böyleyken anne babaları da farklı değildir elbette.
sen öyle bir sistem kurarsın ki, hiç kimsenin açlığa/işsizlik sonucu ölüme mahkum olmamasını devlet garantisine alır; öte yandan, kendi ekonomik sistemini de sürdürürsün. bu şartlarda, küba tarzı bir rejim dahi olsan arkandaki kitle desteğini kaybetmez, uzun süre çatışmalar olmadan yaşarsın. tabi kültürel eşitliğe de önem verirsen.
o yüzden sen onlarca yıl sömürge kolonisi olup diktatörlerle yaşamış bir toplumun ne niçin devrime bu denli angaje olduğunu ne de sözünü ettiğiniz sefalet/baskı/zulme rağmen kitlesel bir baş kaldırıya girişmediğini anlamazsın.
sınırlıdır, kısıtlayıcıdır, kesinlikle; ancak ''garantici''dir. sovyet desteğini kaybettiği dönemlerde bir süre sorun yaşasa dahi, açlık/kıtlık gibi sorunlar yaşamamış; üstelik oldukça ciddi eğitim seferberliği yaratabilmiştir. öyle yada böyle nüfusunun %50'sinden fazlası akademik eğitim almış bir ülkeden bahsediyoruz.
şimdi, en kıytırık ünilerimizde dahi olsa, yurdumuz insanlarının yarısının akademik eğitim almış olsa fena mı olurdu?
takdir edersin ki senin arzu ettiğin sistemde ''fırsat eşitsizliği'' oldukça etkindir. senin sistemin oldukça seçici ve üretebildiği reel sanayi ve tarım ürünleri neticesinde değerlidir. bu durumda bizim gibi ithal ikameci politikalarla günü kurtarmaya; olumluyu dahi olumsuza çevirmeye teşne bir çoraklıkta über gelişen ticaret hacmimize karşın yoksulluk ve işsizlik oranlarımız artmaktadır.
başbakan'ımızın kendi ağzıyla itiraf ettiği %50'lere varan bir kayıt dışı çalışma(basbayağı köleliktir; zira o insanlar ne koşullarda çalıştığını tuzla'da, kot taşlama reyonlarında biliyoruz) oranlarıyla krizde bile nasıl/ne şekilde kar edebildiğimiz ortada değil midir? peki sen bu iki ülke arasındaki ''garanti'' farkının neye tekabül edebildiğine dair empati kurabiliyor musun?
örneğin ben çalışmak/üretmek/yaratıcı dehasını kullanmak isteyen bir girişimcinin hırsıyla empati kurabiliyorum; onun ticari mentalitesini algılayabiliyorum. zira, kendim de ufak tefek ticaret yapıyorum. yanımda bana çıraklık eden işçinin, garibanın kaygılarını; işlerin ters yüz gidip dükkanımın kapanabileceği endişesini o'nun yüzünde görebiliyorum. sigortası var mı deme; benim de yok
bence bu mevzular ideolojik zeminden ziyade, hangi sistem ve öğede yaşarsa yaşasın ''insan'' denen canlının evrensel/temel kaygıları nispetinde ve onlarla empati kurulurak konuşulmalı.
beslenme ve güvenlik iki temel insan ihtiyacıdır. herhangi bir rejim, herhangi bir yolla bu ikisini garantiye alıp belli bir istikrar yakalayabiliyorsa toplum o denli huzurlu olabiliyor. aksi halde db bankasının bile ifşaatıyla anlıyoruz ki, ülkeler içinde bu denli açlık/yoksulluk oranlarıyla müphem şartlar varken sistem daima tehlikededir! biri yerken biri bak(a)mıyor. sense bunu ''işbilmezlik/asalıklık'' sair ulvi fikirlerle karşılamaya/anlamaya çalışırsan feci hata edersin.
bilmem hangi ilçenin akp'li belediye başkanının itfaiye elemanı alımı için şahsa özel soru hazırlattığı ve bu tip durumların vaka-yı adiye olduğu bir ülkede ''liyakat'' nişanının herkese bol kepçe ve hakkıyla dağıtılmadığını bilir herkes. bunu ha devlet eliyle yapmışsın ha özele devredip onlar kendi torpil sistemini kurmuş olsun. el hak özel sektör de kendine has kaygı ve algılarını işletip illa ki ''liyakat nişanına'' bakmaz. imam hatipliysen, chp'li bir güvenlik şirketi müdürü verdiği ilanlarda senin ne denli yetkin olduğunu dahi düşünmeden eler! böylesi bir sistemde ''liyakat ve verimlilik'' yerine iltimas'ın/dayı'ların geçer akçe olduğu algılar bütünlüğünden sence ''medeniyet'' çıkar mı açlıktan ölen insanlar hala bakiyken? hasbelkader toplumsal adalet denen şey körleşip anlamsızlaşmaz; mevki ve kazanım için her etik dışı yol mübah olmaz mı?
maalesef insan denen alemet-i farika ekonomi denen ''kar'' fabrikalarındaki matematik formüllerden ibaret değil. sen dilediğin kadar ulvi ekonomik göstergelerle vesvese yap; tarım istihdamının 8 senede yarıya inip köylülerin kent marabası olduğu; eğitim alanın da kalifiye ucuz ve güvencesiz iş gücüne havale edilip taşra kentlerinde gözle görünür bir ticari durağanlık varken bunlar çokları için manasız kalmaya devam edecektir.
dolayısıyla bir 30 sene daha ''kanada'' olma hayalleri kurmaya devam edip yalnızca tc olacağız ve en az bugünküne yakın bir işsizlik/yoksullukla yaşayacağız.
bu durum bir şekilde kazanan/kazanmayı bilen için avantajlı olsa da, işsizlik/yoksulluk sirkülasyonunda kendine yer bulanlar için değil. o insanlar da insanca yaşamak ve yaşamlarına dair ''garantiler'' istiyor. ve emin ol birçokları, sürekli belirsizlik ve korku dolu böylesi bir sistemdense temel ihtiyaçlarının garanti edilip asgari ücrete tabi kılınmaya razı... küba'nın da yaptığı hasbelkader bu değil mi?
Bu konu hakkında bir yazı yazdım, aynen kopyalıyorum, SPAM değil! http://www.turandursun.com/forumlar/...ad.php?t=24329
UYARI!
BU YAZI İNSANLARA KARŞI AYRIMCILIK VS. YAPMAK AMAÇLI YAZILMAMIŞTIR. YALNIZCA BİR ÜLKENİN HİKÂYESİDİR...
Konu ile ilgili tartışmalar geçince şöyle bir yazı hazırlayayım dedim..
Yıl 1951, ABD'nin Küba'yı işgal edişi 50 yılı aşmış... Adadaki şeker kamışı, tütün ve diğer tüm tarım ürünleri Amerikan yatırımcıları "yanki"nin elinde. Halkın %55'inden fazlası verem ile boğuşmakta...
Küba'nın başında ise bir Amerikan generali; Batista var, Fulgencio Batista...
Batista adada bir çok kumarhane kurdurtmuş, yandaşlarına adanın en güzel yerlerinde evler yaptırmıştı. Halk fakirlik içinde sürünürken ABD'li yatırımcılar milyoner oluyorlardı. Halk düşük maaş ve yüksek vergi ile boğuşmaktaydı, artık Küba'lıların yaşamak için bile paraları kalmamıştı..
Halkın ayaklanması böyle bir durumda normal karşılanmalıydı. Ama Batista öyle düşünmedi...
Cumhuriyet isteyen halk eylemlere başvuruyor, polise ise "vurun" emri gelmişti...
Tutuklananlar kafeslere konuluyor, sırasyıyla kurşuna diziliyorlardı.
Halk bu durumdayken bir ABD'den borç üstüne borç alınıyordu. Küba, ABD'ye 300 Milyar Dolar'dan fazla gelir
getirmişti... Golf sahaları ve kumarhaneler...
Ancak bunlar pek sürmedi. 1959 yılında aralarında Che Guevara ve Fidel Castro'nun bulunduğu 57 kişi Batista'ya karşı devrim için hazırlandılar... Alman ve Rus devrimlerini takip eden Che Guevara, Yanki'nin elinden Küba adasını bir an önce kurtarmak istiyordu...
Nisan 1958 Sabahı Küba kıyısına bir gemi yanaştı, halkın devrim cevabına karşılık vermek üzere gelen 57 kişi... 57 kişi olsalar bile Florida'dan uçaklar kalkmış, Batista askerleri havan topu saldırısına başlamışlardı. ABD bu halkın özgürlüğüne kavuşmasından korkuyordu, eğer sadece Cumhuriyet gelseydi iyiydi, CIA'den yetiştirdiği ajanlarla ülkeyi kontrol altına almasını bilirdi, daha önce yaptığı gibi... Ama durum farklıydı, bundandı Yanki'nin endişesi...
Nihayet Havana ele geçirilmiş, Batista firar etmişti, artık geri dönemeyecekti... En kısa sürede onun gibi yüzlerce, binlerce Amerikan şeker kamışı, tütün ve kahve milyonerleri ertesi günlerde firar etti. Kumarhaneler kapatıldı, vergiler düştü, hatta kaldırıldı..
Bunun ardından halka devrimi tanıtmaya geldi sıra...
İlk önce çiftçilik konusunda yenilikler yapıldı. Çiftçilerden alınan yükse vergi kaldırıldı, çiftçilere ekmesi gereken ürün bildiriliyordu ve artık çiftçiler de devlet memuru olmuştu, ektikleri ekin kâr getirmese bile onlar maaş alacaktı. İnsanlar arasındaki rekâbet yok olmuştu...
Sırada eğitim konusunda yapılacak yeniliklere gelmişti. İlk önce tüm özel okullar kaldırıldı, yerine eşit haklara ve eğitim kalitesine sahip okullar geldi. öğrenciler artık daha kaliteli eğitim almak için birbirlerini geçmeye çalışmak zorunda değillerdi. Bu konuda da rekâbet yok edilmişti...
Bu sırada Küba'da kalmış milyonerler, zenginlere yüksek vergiler kondu. Kumarhanelerine çok yüklü kısıtlamalar getirildi. Bu sayede Küba ekonomik olarak bir süre ayakta kaldı...
--
Ancak basın ABD ve diğer emperyalist devletler tarafından yönetiliyordu. Fidel Castro'ya katil, Che Guevara'ya "terorist" dediler. Hatta çeşitli sözde "tarafsız" belgesel ve filmlerle Küba devrimi ve komünizm halkın beyine "kötü" ve "şeytani" yaftalarıyla kazıtıldı. Artık Amerika ve onun müttefiği ülkelerdeki halklara komünizm dendiğinde sadece kötü bir şey olduğu akılda kalıyordu...
--
Küba'daki devrimden sonra Vietnam ve Venezuella gibi ülkelerde de bu tip devrimler meydana geldi. Özellikle şu anda Venezuella lideri Hugo Chávez'in çiftçi politikaları ilgi çekmiştir...
Kim bu devrime ne derse desin, Küba 40 yıl gibi bir zamanda bir çok fabrika ve endüstri kurmuştur. Üstelik televizyonlarda anlatıldığı gibi beyin yıkama yapılmadan!
Küba, devriminin 52. yılında hâlâ ayakta duran bir devlettir...
Tamam, seni üzmeyelim o zaman. Zaten o lafı sana dememiştim. Ama işbirlikçi lafında hakikaten de alınacak birşey yok. Zira işbirlikçi demek, adı üstünde, çıkar ya da ortak bir hedef için(bu hedef ahlaki içerikli de olabilir, ille de çıkar gerekmez) bir başka güçle ortak iş yapmak ya da onun işine yardımcı olmak demektir. İşbirliği işte. Westergaard'ın ABD'yle sözde demokrasi ve özgürlükleri yaymak adına işbirliği yapmaya can attığına eminim. İşbirliği için ille de ABD'nin onu muhatap kabul etmesi gerekmiyor. Elbette ondan haberleri bile yok. Ama aynı idealler için biri diğerini savunuyor ise ortada bir işbirlikçilik var demektir. Zaten TC'nin ABD'yle olan işbirliklerine karşı olduğunu(zu) da sanmıyorum. O halde işbirlikçi söyleminin neresi yanlış? Bu bir küfür değil.
''üslup tartışmalarını'' çok fazla uzatmak da bayıyor, biliyorum ama.. dayanamadım şimdi..
sevgili Freddie, bu son açıklamaların eğer doğruysa, o zaman ''işbirlikçi'' sözcüğünün herhangi bir ayırtedici içeriği kalmaz zaten. ''Ortak idealler uğruna bir yerlerle aynı safta bulunmak, ortak iş yapmak veya tamamen aynı idealleri paylaşmak'' işbirlikçilikse şayet, o zaman birincisi bunda en ufacık kötü bir anlam yok, ikincisi istisnasız herkes işbirlikçi zaten. Senin de 'ortak idealler' paylaştığın yerler var ya işte yav... Ama, bu sözcüğün siyasi tartışmalarda hangi anlamda kullanıldığını çocuk olmayan herkes biliyor az çok (yukarda açıkladığım anlamda).... (Neyse, ben kendi adıma, bu tür ithamlar yediğim başlıklarda tartışmamaya karar aldım çoktandır, uygulamaya çalışıyorum elimden geldiği kadar.)
Türkiye'de şu anki durum çok güzel, çok demokratik, özgürlükler son boyutta filan gibi komik iddialarda bulunan kimse yok ki zaten sevgili prozac.
Ama Küba'nın nesine özenmemiz gerektiğini anlayamıyorum. Küba'da birçok şeyin devletin malı olması salt kendi başına bir değer değil ki.
İkimizin de üzerine rahatça anlaşabileceği birçok farklı ölçüt, parametre vs. var. Ne biliym, mesela basın özgürlüğü indeksi, iktidarın demokratik meşruiyeti (serbest seçimler, muhalefete propaganda özgürlüğü vs.), yargının bağımsızlığı, hayat standartı istatistikleri, insan haklarının fiili uygulanışı vs. gibi..
Bunlardan birini alalım ve beğenmediğimiz, Batı Avrupa'nın kapitalist ülkelerinden herhangi biriyle karşılaştıralım. Sonra tartışalım Türkiye için hangi sistemi daha çok örnek almamız gerekirdi diye.
Burda da 3 basamak ayrılmış. Küba yine en altta...
Küba'da basın özgürlüğünün olmayışını bile, çok kasarak, yine bir şekilde emperyalist güçlerin, kirli çıkar odaklarının vs. üstüne yıkacak komplo teorileri üretebiliriz elbette de... İnandırıcı olmuyor artık hakkaten...
şöyle bir durum var: küba'da açlıktan ölen bir tane adam sayamazsın. küba'da işkence ve devlet terörü yoktur. küba'daki kadın ve eşcinsel düşmanlığıyla bizimkinin alakası yoktur.
küba'da kot taşlamaktan beş sene'de ölen bir tane işçi yoktur!
küba'da bilmem ne tersanesinde birkaç yılda 100 işçi ölmez!
biraz yeşilçam güzellemesi gibi ama hakikaten fakir ama gururlu bir ülkeyle karşı karşıyayız
Herşeyden önce Küba'daki baskıcılığı açıklama şekline ikna edici değil. Sanki baskıcılık sosyalizmde olmazmış da şartlar gereği olmuş gibi konuşuyorsun. Ama bu kadar düzine sosyalist devlet kuruldu ve geçti bir tanesi de baskısız, gizli polissiz, diktatörsüz, işkencesiz olmadı.
Hiçbir şeyin sebebi bu kadar düz değil. ''Sosyalist sistem dediğin illa ki baskıcı olmalıdır, başka türlü olamaz!'' diye bir tanrı buyruğu yok. Yaparsan olur. Bu kadar basit. Kiminde baskıcılık, kuşatılmışlık karşısında ihtiyaç duyulan bir korunma ve varlığını sürdürme yöntemi oldu; kiminde de bürokratlara karşı verilen ideolojik mücadelenin kaybedilmesi ve bürokratik yozlaşmanın hakim olmasıyla baskıcılık ortaya çıktı. Öte yandan; şu gizli polis, işkence, baskı v.s. diye saydıkların zaten neredeyse her devletin öyle ya da böyle uygulayageldikleri şeyler. Böyle derken, ''Bunlar normaldir'' anlamında söylemiyorum. Uzun süredir geleneksel anlamıyla devlet olgusuna da hiç iyi gözle bakmıyorum zaten.
Ayrıca ekonomik izolasyon ve "kendi kendine yetmek" aslında bir sosyalist hedeftir ve bunu Kuzey Kore doktrinleştirmiştir. Hatta sosyalistler dış ticareti kötü bulurlar.
Sosyalizmde dış ticarete kafadan karşı çıkış yoktur; kamu eliyle yapılması esas alınır sadece. Kendi kendine yetmek düşüncesi de Kore'nin geri zekalı liderinin yumurtladığı bir düşüncedir. Stalinizme bağlamak bile güç bu düşünceyi. Sosyalizmde ise aslında kendine yetme düşüncesinin yüceltilmesi söz konusu olamaz. Bu, elbette ülkeyi kapitalistlerle ticarete açmak anlamına da gelmez. Diğer ülkelerde de devrim yapılıp ekonomik entegrasyonun gerçekleştirilmesi hedefini imler. Kendine yetmek düşüncesini yüceltenler, sosyalizmi tek ülkeye, kendi bürokratik iktidarlarına indirgemeye kalkan ve enternasyonalizm davasına ihanet eden sağ sapma düşüncelerin temsilcileridir. Sosyalizm bir dünya-tarihsel sistemdir. Tıpkı kapitalizm gibi, tek ülkede yalıtık biçimde değil ülkelere yayılmış biçimde düşünülmelidir. Bu yüzden bizim için enternasyonalizm salt bir etik ilke değil sistemin sağlıklı sürmesi için de şarttır.