Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > İbrahimi Dinler > İslam

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #11  
Alt 30-06-2006, 11:10
soro soro isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 15 Apr 2006
Mesajlar: 1.882
soro - MSN üzeri Mesaj gönder soro - YAHOO üzeri Mesaj gönder
Standart Re: ay'ın birleşmesi

senin hitap şeklin daha çok aşağılama gayesi güdüyor gibi geldi bana " Sana gelirsek" cümlesi üst makamdan alt makama doğru bir hitap.
benim hitabım ise hiç de öyle değil.
Alıntı ile Cevapla
  #12  
Alt 30-06-2006, 11:37
Russell - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Russell Russell isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 12 Nov 2004
Bulunduğu yer: Çukurova
Mesajlar: 736
Standart Re: ay'ın birleşmesi

sana öyle geldiyse ne yapayım kardeşim, sende yanlış anlama potansiyeli var diye ifade şeklimi mi değiştireyim? lütfen bu ifade mevzusu burda bitsin.. konuya dönelim artık.
Alıntı ile Cevapla
  #13  
Alt 30-06-2006, 11:54
necdeathx necdeathx isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 01 Jun 2006
Bulunduğu yer: İSTANBUL
Mesajlar: 61
Standart Re: ay'ın birleşmesi

Ay'ın yarılmasıda kıyamet alemetlerinden birisidir.bu ayette kuranda pek çok ayette rasladığımız gibi gelecekte olan bir olay geçmiş zaman kipiyle verilmiştir.ikinci ayete baktığımız zaman yarav,yu'ridü gibi gelecek kipli fiiller sözü geçen olayın gelecekte meydana geleceğini işaret eder. AY'IN BİRLEŞMESİ İÇİN BİR NEDEN YOKTU.
* * * * * * * * * * *

* * * * * * sevgili Russel * kanıt istiyorsun sana ne tür bir kanıt sunabilirimki yukarıda açık yazılmış bir yazı var bunun nasıl kanıtı olabilirki takip eden ayetleri oku fiillere dikkat et *başka bir şey demiyorum.Harun Yahya vb.şarlatanları yada diğer tüm şarlatanları ki bunlar kitabı eğip bükenler bende tasvip etmiyorum. Hangi çeşit müslüman sınıfına girdiğimi bilmiyorum buna o sınıflandırmayı yapanlar karar verecektir ama Kuran'ın harfi harfine uyulması gereken bir kitap olmadığına,aklın gelişiminin o dönemin çok üstüne çıktığına bu yüzden Kuran'ın pek çok yasa niteliği taşıyan ayetinin günümüzde geçerliliğini yitirdiğine Kuranında emrettiği gibi artık kuran dan daha çok aklımıza danışmamız gerektiğine inanan biriyim sanırım bu niteliklerimle senin sorunun muhatabı olmamam gerekiyor.çünkü ayın yarılıp yeniden birleşmesi mümkün değildir aklım bana bunun doğrusunun yukarıda belirttiğim zaman kipi karmaşasından kaynaklandığını söylüyor ve bende bu fikrimi ortaya koydum

* * * * * * * * * * * * * sevgiler

AHH! LEYLA YI BİRDE MECNUN GÖZÜYLE GÖRSENİZ.
Alıntı ile Cevapla
  #14  
Alt 30-06-2006, 11:55
necdeathx necdeathx isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 01 Jun 2006
Bulunduğu yer: İSTANBUL
Mesajlar: 61
Standart Re: ay'ın birleşmesi

Ay'ın yarılmasıda kıyamet alemetlerinden birisidir.bu ayette kuranda pek çok ayette rasladığımız gibi gelecekte olan bir olay geçmiş zaman kipiyle verilmiştir.ikinci ayete baktığımız zaman yarav,yu'ridü gibi gelecek kipli fiiller sözü geçen olayın gelecekte meydana geleceğini işaret eder. AY'IN BİRLEŞMESİ İÇİN BİR NEDEN YOKTU.
* * * * * * * * * * *

* * * * * * sevgili Russel * kanıt istiyorsun sana ne tür bir kanıt sunabilirimki yukarıda açık yazılmış bir yazı var bunun nasıl kanıtı olabilirki takip eden ayetleri oku fiillere dikkat et *başka bir şey demiyorum.Harun Yahya vb.şarlatanları yada diğer tüm şarlatanları ki bunlar kitabı eğip bükenler bende tasvip etmiyorum. Hangi çeşit müslüman sınıfına girdiğimi bilmiyorum buna o sınıflandırmayı yapanlar karar verecektir ama Kuran'ın harfi harfine uyulması gereken bir kitap olmadığına,aklın gelişiminin o dönemin çok üstüne çıktığına bu yüzden Kuran'ın pek çok yasa niteliği taşıyan ayetinin günümüzde geçerliliğini yitirdiğine Kuranında emrettiği gibi artık kuran dan daha çok aklımıza danışmamız gerektiğine inanan biriyim sanırım bu niteliklerimle senin sorunun muhatabı olmamam gerekiyor.çünkü ayın yarılıp yeniden birleşmesi mümkün değildir aklım bana bunun doğrusunun yukarıda belirttiğim zaman kipi karmaşasından kaynaklandığını söylüyor ve bende bu fikrimi ortaya koydum

* * * * * * * * * * * * * sevgiler

AHH! LEYLA YI BİRDE MECNUN GÖZÜYLE GÖRSENİZ.
Alıntı ile Cevapla
  #15  
Alt 30-06-2006, 13:37
pante - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
pante pante isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 01 Nov 2005
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 8.936
Standart Re: ay'ın birleşmesi

Soröğren kardeşim;
Kıyametin kopmasının ve Muhammediye ömrünün 1500 seneyi bulmayacağı konusunu aşağıdaki linkten okuyabilirsin. Şualar sayfa 483

http://www.risaleinurenstitusu.org/i...ualar&Page=483

Ayrıca kıyamet alametleri, mesih, mehdi, deccal, dabbe, yecüc mecüc konularındaki tahmin ve benzetmeleri de 5. şua'dan okuyabilirsin.

Bizde ..mış, ..muş yok. Sen biliyorsundur diye, yani itiraz edilmez diye belirtmemiştim kaynağını.
Alıntı ile Cevapla
  #16  
Alt 30-06-2006, 22:14
soro soro isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 15 Apr 2006
Mesajlar: 1.882
soro - MSN üzeri Mesaj gönder soro - YAHOO üzeri Mesaj gönder
Standart Re: ay'ın birleşmesi

pante dedin ki;

"Ay hiçbir zaman yarılmadı, ikiye bölünmedi.
İslam inancına göre, kıyamet alametlerinden biri olarak bildirilmiştir sadece. Ayet açık. "

===senin dedigin kimi islami bilmiyorum amma,bizde ay ikiye bolundu ve o zamanki inkacilar da gorduler ve sihirdir dediler.simdiki gibi olayi reddetmeyip olamayacagi varsayimiyla sihir diye yorumladilar.ilgili topicte var.


"Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı" diyor. Geleceği tasavvur ediyor. Ay yarıldığında bunun kıyamet alameti olarak düşünülmeyeceğini, sihir sanılacağını yazıyor. '

====musluman olmayan biri olarak bizim kitabimizi niye yorumluyorsun.bu kitaba inaniyormusun.inanmiyorsan yorumlamana mana cikarmaya calismana gerek yok.Ayin bizim dedigimiz manada yarildigina dair hadislere inaniyoruz biz ve de ilgili topicde yazdik.



"Ay ikiye bölünmüş olsaydı ve kıyamet alameti olsaydı, niye kopmadı kıyamet 1400 yıldır.
İnsanlığın tarihine 7000 yıl olarak bakan bir inançta, kıyamet kaçıncı seneye gelince yaklaşmış olur? "

kiyamet sadece insanlarin degil tum kainatin sonudur.ve bir alamet cikmasiyla kiyametin kopmasi arasinda gececek bir ikibin yil bu koca kainatin omrune gore bir an gibi gelir.insanligin yedi senesine gore de 50 100 sene ileri geri olmasi birsey ifade etmez.tam saati soylenmemis ki.hem ne biliyon bu ay sonu kiyametin kopmayacagini.dur bakalim uc bes yildan hesap sasmaz.





'Said Nursi'de Hici 1400 yıllarını işaret etmiş."

e bunu nerde okudugunu bi gorelim biz goremedik de.




"Hani kıyamet alametleri? '
"Hem kıyametin ne zaman kopacağını Allah'tan başka kimse bilmez, o ansızın kopar" diye inanılacak, hem de 1400 diye tarih verilecek. Said, Allah'tan vahiy mi almış?
Lütfen açıklayabilirmisiniz Sayın Soröğren?"



said nursinin bunu nerede dedigini bir soy ben de sana cevabini yazayim.

"Soröğren kardeşim;
Kıyametin kopmasının ve Muhammediye ömrünün 1500 seneyi bulmayacağı konusunu aşağıdaki linkten okuyabilirsin. Şualar sayfa 483

http://www.risaleinurenstitusu.org/i...ualar&Page=483


linke ve kitaba baktim,bir mahkeme mudaafasinda ahmet feyzi isimli bir talebenin hadisler bunu diyor diye mahkemeye ibraz ettigi dilekcesidir.
nerde kaldi said nursi,nerde kaldi vahiymi aliyo sorusu,nerde kaldi bir ustte yazdigin 1400 sene. burada ,hadis 1500 seneyi pek gecmez demis diyor.sen ne diyorsun.said nursiden ise eser yok burada.




Ayrıca kıyamet alametleri, mesih, mehdi, deccal, dabbe, yecüc mecüc konularındaki tahmin ve benzetmeleri de 5. şua'dan okuyabilirsin.


okudum ve alametlerin tahakkuk ettigini gordum.tahakkuk ile tahsil arasinda biliyosun zaman vardir.vergi dairesinde tahakkuku alirsin 15 gun sonra yatirirsin vergiyi.
onun icin merak etme kiyamet kopacak.
esas son alametler tam yerine gelmedi henuz.onlarda olsun o zaman bekle.
dur bakalim dunyada musluman kalmasin.kabe yikilsin ki,bu ikiz kuleler olayuinda bir amerikali siyasetci kabeyi bombalayalim demisti,yani yakindir zaman.
islam zaten gordun 72 firka,Allah katinda bunlarin bir firkasi hakikisi olsa en iyi ihtimalle zaten musluman nufusu demek simdikinin 72 de biri kadardir demektir.onlarda gidince kiyameti bekle.

"Bizde ..mış, ..muş yok. Sen biliyorsundur diye, yani itiraz edilmez diye belirtmemiştim kaynağını."


sende de mis mus var hem de sum sim tarzinda veya ism usm tarzinda.
Alıntı ile Cevapla
  #17  
Alt 30-06-2006, 23:26
sargon - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
sargon sargon isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Onur Üyesi
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 01 Aug 2005
Bulunduğu yer: Isvicre
Mesajlar: 6.665

Onur Üyeliği Başarı Ödülü Başarı Ödülü 

Standart Re: ay'ın birleşmesi

Ben "ayın yarılmış olduğu" şeklindeki sorogrenin değerlendirmesini destekliyorum. Elmalılı, Seyyid Kutub ve Mevdudi'nin tefsirlerinde de ayın yarılmış olduğu yazılıyor. 1400 yıl önce ay yarılmış, ama kıyamet yaklaşınca bir kez daha yarılacak deniyor. Tefsirlerde, daha önce nasıl yarıldığını gördüyseniz bir de kıyamet yaklaşınca göreceksiniz şeklinde yorum yapılmış. Sorogren'in söylediği bu tefsirlere uyuyor.

Sorun bütün bunların mantığa uymamasında. Konuyla ilgili başlıkta en son şurda kalmıştık. Ben bu yarılmanın ne zaman olduğunu ve niye diğer ulusların falan görmediğini sormuştum. Sorogren de yarılma olayının gece olduğunu ve oldukça kısa sürdüğünü söylemişti. Ben burda koptum ve tartışma bitti.

Sevgilerle..
Alıntı ile Cevapla
  #18  
Alt 30-06-2006, 23:47
Üye Değil
 
Mesajlar: n/a
Standart Re: ay'ın birleşmesi

(Sorogren)
====musluman olmayan biri olarak bizim kitabimizi niye yorumluyorsun.bu kitaba inaniyormusun.inanmiyorsan yorumlamana mana cikarmaya calismana gerek yok.Ayin bizim dedigimiz manada yarildigina dair hadislere inaniyoruz biz ve de ilgili topicde yazdik.

Bu anlayışına katılmıyorum Sorogren.O zaman sen ateistlerle niye uğraşıyorsun.
Bizim yorum hakkımız vardır.Üstelik bizim yorumlarımız nesnel olur.Yorumları-
nızdaki öznellik bizde olmaz.Bundan faydalanmanız gerekir.Eğer sen ayın yarıldığına inanıyorsan bunu karikatürize edenlere kızmanıza hakkınız yok.
Yani akıl var mantık var.Bu bir sihirdi.Biz ayın yarıldığına inanıyoruz demek
bile sizleri kurtaramaz.Sırf kurana ters düşmemek uğruna akıl dışı bir olaya inanmak ne derece doğrudur.Buna kimseyi inandıramazsınız.Ancak kendiniz inanır-
sınız.Zaten sizlerden başka kimse de inanmıyor ki...
Alıntı ile Cevapla
  #19  
Alt 30-06-2006, 23:55
hiramusta hiramusta isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 11 May 2006
Mesajlar: 1.919
Standart Re: ay'ın birleşmesi

Bide bu tefsire bak Sargon.Hakkı Yılmaz'dan;
1, 2. Ayetler:

O saat yaklaştı. Ve Ay yarıldı/ yarılacak/ Ay doğdu (her şey açığa çıkarıldı).
Ve onlar *bir ayet görseler hemen yüz çeviriyorlar ve “devam edip giden bir büyüdür” diyorlar.

“O saat yaklaştı. Ve Ay yarıldı” ifadesi, rivayet toz dumanı içinde kalmış olan dirayetsiz açıklayıcılar tarafından, Kur’an ayetlerinden (dolayısıyla Rabbimizden) onay almayan bir takım kabullere dayandırılarak açıklanmış, böylece bugüne kadar doğru anlaşılamamıştır.

Rivayetlere göre olay:

Rivayetler, Hicret’ten beş sene evvel Mekke’de bir akşam vakti dolunay hâlindeki Ay’ın ikiye bölündüğünü, parçaların birisinin dağın üstünde diğerinin de dağın önünde bir müddet durduğunu, sonra iki parçanın birleştiğini ve Ay’ın tekrar eski hâline döndüğünü bildirmektedirler. Olayın özeti böyle olmakla birlikte bazı rivayetler uydurmacılıkta bir hayli ileri gitmişler ve olayı akıl almaz ayrıntılarla süslemişlerdir. Meselâ, peygamberimizin bir parmağını Ay’a uzattığını ve Ay’ın ikiye bölündüğünü, parçalardan birisinin peygamberimizin abasının (ceketinin) yakasından girip kolundan çıktığını ileri süren rivayetler vardır. Maalesef “din kitabı” adı ile Müslümanların arasına sokulan bu zırvalar bu noktalarda da kalmamış, Esma bint-i Amis rivayeti ile Hayber’de ikindi namazını geçiren Ali’nin, namazını vaktinde kılması için batmış olan Güneş’i bile geri getirmek suretiyle zirvelere ulaşmıştır. Ancak biz, bu konudaki rivayetlerin uydurma olduklarını göstermek için avcı hikâyelerine taş çıkartacak kadar uydurma olanlarına değil de, en muteber kabul edilen Sahih-i Buhari’ye bakmayı yeterli görmekteyiz. Buhari, bu olayla ilgili rivayetlere, “Tefsir”, “Peygamberin Alâmetleri”, “Menkıbeler” ve “Ensarın Menkıbeleri” bölümlerinde tekrar tekrar yer vermiştir. Bizim aldığımız örnekler Tefsir Kitabı’ndandır:

Rivayet 385:

‘...İbn-i Mes’ud *şöyle demiştir. Rasülüllah zamanında ay, iki parçaya ayrıldı. Bir parçası dağın üstünde, bir parçası da önünde idi. Bunun üzerine Rasülüllah Sa. ‘ŞAHİT OLUNUZ’ *buyurdu.

Rivayet 386:

‘Yine Abdullah ibn-i Mes’ud (R ) şöyle demiştir. Biz peygamberin beraberinde idik. Ay iki parça oldu. Bunun üzerine Peygamber ( S ) bize “ŞAHİT OLUNUZ, ŞAHİT OLUNUZ” buyurdu.

Rivayet 387:

‘ .....İbn-i Abbas (R ): Peygamber zamanında *ay yarıldı, demiştir.

Rivayet 388:

‘...Bize Şeyban, Katade’den tahdis etti ki, Enes ibn-i Malik (R): Mekke ahâlisi peygamberden kendilerine bir mucize göstermesini istediler. Peygamber de onlara Ay’ın yarılmasını gösterdi, demiştir.

Rivayet 389:

‘......buradaki senette de Enes (R ): Ay iki parçaya ayrıldı, demiştir.

Gerek yukarıda naklettiğimiz rivayetler gerekse diğer hadis kitaplarındaki rivayetler, olayın İbn Mes’ud, Enes b. Malik, Abdullah b. Ömer, Cübeyr b. Mut’im, Abdullah b. Abbas ve Ali tarafından anlatıldığını bildirmektedir. Fakat olayın vuku bulduğu tarihte (Hicret’ten beş şene önce), bu kişilerden Abdullah b. Ömer altı-yedi yaşlarında, Enes b. Malik ve Abdullah b. Abbas ise henüz doğmamışlardır. O yıllarda Ali’nin de çocuk yaşta olduğu hatırlanacak olursa, sadece İbn-i Mes’ud’un reşit yaşta olarak olayı görmesi mümkündür. Yani İbn-i Mes’ud bir tarafa bırakılacak olursa, böyle ciddî bir konu bizlere, o tarihte anasından doğmamış, veya beş-altı yaşlarında olan çocukların anlatımları ile aktarılmış olmaktadır. Üstelik biz biliyoruz ki, peygamberimize Kur’an dışında bir mucize verilmemiştir. Zaten, eğer kendisine böyle bir mucize verilseydi, peygamberimizin tüm Mekkelileri çağırıp, mucizesini herkese göstermesi gerekirdi. Çünkü verilen mucizenin gereği ancak böyle yerine getirilebilirdi. Ama gece gündüz peygamberimizin yanından hiç ayrılmamış olan yetişkin, aklı başında sahabeden hiç birinin adı ile bu konuda bir nakil mevcut değildir.
Diğer taraftan, tarih kitaplarında da, Ay’ın ikiye ayrıldığını görüp de İslâm’a giren ya da gördüğü hâlde inanmayan hiçbir akıllı kimsenin adı geçmemektedir. Kaldı ki, böyle bir olay vuku bulsaydı, dünyanın her tarafından izlenmesi gerekirdi ve bu konuda başka görgü tanıkları da olurdu.
Esasen, yukarıdaki gibi bir kaç kişinin verdiği haberlere dayanan ve Usul ilminde “Haber-i Vahid” ve “Haber-i Meşhur” denilen haberler, imana ait konularda ve haram-helal konularında delil olarak kullanılamazlar. Yani, sağlam delillere dayanması gereken inanç, “Haber-i Mütevatir” olmayan haberlerle oluşturulamaz.
Sonuç olarak bu yanlış inancın hadis kaynağı ÇÜRÜK ve TEMELSİZdir. Aslında biz, yukarıda adı geçen kişilerin böyle bir açıklama yaptıklarını da kabul etmiyor, olayların sonradan uydurulup onlara fatura edildiğini düşünüyoruz. Uydurmalara burada yer vermemizin sebebi ise tamamen teşhire yöneliktir.

Kur’an’a göre olay:

Yukarıdaki rivayetlere göre olay, Mekke halkının mucize görmek istemeleri üzerine gerçekleşmiştir (!). Ama, Ay’ın ikiye bölünmesi olayının, müşriklerin mucize isteklerine verilmiş bir cevap olduğunu söylemek, hem Kur’an ayetlerinin apaçık anlamlarına ters düşmekte hem de Allah’ın bu son peygamberlik için belirlediği “sadece tebliğ” görevinin dışına çıkmaktadır. Çünkü, rahmeti gereği Rabbimizin somut mucize vermek istemediğini bildiren Kur’an ayetleri, bu iddianın kuyruklu bir yalan olduğunu iftiracıların suratlarına vurmaktadır:

İsra; 59: * * * * * * * * * * *Ve Bizi, ayetleri (mucizeleri) göndermekten ancak öncekilerin onları yalanlamış olmaları alıkoydu. Ve Semud’a, açık, gözle görülebilir biçimde o dişi deveyi vermiştik de onunla zulmetmişlerdi. Ve Biz, o mucizeleri ancak korkutmak için göndeririz.

Enbiya; 5, 6: * * * * * * * Bilakis onlar: “Bunlar karmakarışık düşlerdir; yok yok, onu kendisi uydurdu; yok yok o bir şairdir. Hadi öyleyse öncekilerin gönderildiği gibi bize bir mucize getirsin” dediler.
Onlardan önce yok ettiğimiz hiçbir memleket iman etmemişti. Şimdi bunlar mı iman edecekler?

Yukarıdaki ayetlerden anlaşıldığına göre eski toplumlar kendilerine gösterilen somut mucizelere rağmen yalanlamaya devam etmişler ve helâk edilmişlerdir. Rabbimiz de insanların geçmişte ortaya koydukları bu tutumlarını tekrarlayacaklarını bildiğinden, her meydan okuyuşa somut mucize ile cevap vermek istemediğini bildirmektedir. Böylece inanmayanlara bu dünyadaki hayatlarının sonuna kadar, tövbe ederek inanma fırsatı da verilmiş olmaktadır. Zaten peygamberimizin de, Allah’ın bu bildirisine rağmen müşriklerin ısrarlı taleplerine karşı onlara mucize gösterme arzusu içinde olması mümkün değildir:

Rad; 38: * * * * * * * * * * Ant olsun ki, Biz senden önce de peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve zürriyet (nesil; oğlan-kız çocuklar) verdik. Hiçbir peygamber için Allah’ın izni olmadan herhangi bir ayet getirmek de yoktur. Her ecel için bir yazı vardır.

Ankebut; 50: * * * * * * *Ve, “Ona Rabbinden mucizeler indirilseydi ya!” dediler. De ki: “Mucizeler ancak Allah’ın katındadır. Ve ben yalnızca apaçık bir uyarıcıyım.”

Ama müşriklerin somut mucize istekleri gerçekten ısrarlı ve abartılıdır:

İsra; 90-93: * * * * * * * *Ve, “Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı. Onların aralarında şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın. Yahut iddia ettiğin gibi *göğü parçalar hâlinde üzerimize düşürmelisin, yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmelisin. Yahut *senin altın süslemeli bir evin olmalı, yahut göğe yükselmelisin. Ancak, senin yükselişine, okuyacağımız bir kitabı bize indirmene kadar, asla inanmayız.” dediler. De ki: “Rabbimin şanı yücedir. Ben beşer *bir elçiden başka bir şey miyim ki?!”

Müşriklerin somut mucize göstermesine yönelik ısrarlı ve abartılı taleplerine karşılık peygamberimizin, Allah’ın talimatları doğrultusunda onlara, mucize göstermenin görev sınırları dışında kaldığından, mucizelerin sadece Allah katında olduğundan ve kendisinin de sadece beşer (insan kökenli) bir Allah elçisi olduğundan başka bir şekilde cevap vermesi ise mümükün değildir.
Müşriklerin ısrarlı ve abartılı talepleri Rabbimiz tarafından ise, Kur’an’ın tek ve yeterli bir mucize olduğunun bildirilmesi suretiyle cevaplandırılmıştır:

Ankebut; 51: * * * * * * *Kendilerine okunan Kitap’ı, Bizim kesinlikle sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır.

Demek oluyor ki, Rabbimizin peygamberimize verdiği mucize müşriklerin bekledikleri türden bir mucize değil de, mucizelerin en büyüğüdür; anlık bir görüntü, bir olay olmayan ama kıyamete kadar herkesi acz içinde bırakan ebedî bir mucizedir, Kur’an’dır.

Bazı Müslümanlar, bunca Kur’an ayetine rağmen, uydurulmuş rivayetlerin karanlığında “Allah isterse neden olmasın?” yaklaşımıyla, yalanlara inanmayı cahilce sürdürmektedirler. Fakat buradaki konu, Allah’ın böyle bir olaya güç yetirip yetiremeyeceği konusu değildir. Çünkü Allah’ın her şeye kadir olduğunda hiç şüphe yoktur. Buradaki konu, böyle bir olayın gerçekten olup olmadığı ve bu olayın Kur’an’dan ve akıldan onay alıp almadığıdır. İnananların yapacakları şey, her konuda olduğu gibi bu konuda da sadece Rabbimizin mesajlarını dikkate almaktır. Aksi takdirde, Allah’ın sonsuz kudretini düşünerek herkesin kendi kafasına göre çeşit çeşit mucize uydurması söz konusu olur ki, böyle bir davranışın İslâmî anlayış ile bağdaşması mümükün değildir.
Netice olarak Ay’ın yarılması hikâyesi, Kur’an açısından da ÇÜRÜK VE TEMELSİZ olup, sadece peygamberimize “sihirbaz” diyenlerin kullanacağı bir malzemedir.

Rivayetlerde nasıl çarpıtıldığını gördükten sonra 1, 2. ayetlerin tahliline dönebiliriz.
Bu sure, Tarık suresinin devamı mahiyetindedir. Kur’an’ın Mushaf hâline getirilişi sırasında ayrı sureler olarak adlandırılarak aralarına duvar örülmüş olsa da, ayetlerdeki konular ve bağlaçlar bu duvarları aşmaktadır. Meselâ 2. ayetin başındaki “vav” bağlacı, Tarık suresinin 15. ayetindeki “yekidune” fiili üzerine matuf olup, aradaki parantez içi ifadeler kaldırıldığında cümle şu şekilde olmaktadır: “Şüphesiz onlar oldukça tuzak kuruyorlar -……- ve bir ayet görseler hemen yüz çeviriyorlar ve ‘devam edip giden bir büyüdür’ diyorlar.”
Bu durumda 2. ayetteki “onlar” zamiri ile kastedilenlerin, Tarık suresinin 15. ayetindeki “onlar” zamiri ile kastedilenlerle aynı olduğu, yani Beled suresinin 19. ayetinde bildirilen “ashab-ı meş’eme” olduğu anlaşılmaktadır.

O saat yaklaştı

Burada yaklaştığı bildirilen “Saat”; kıyamet saatidir. Yani “o saat”; kıyametin koptuğu, herkesin öldüğü ve herkesin hesap verdiği gündür. “Saat” sözcüğü Kur’an’da hep bu anlamda kullanılmıştır.

Ve Ay yarıldı.

Rabbimizin mesajının doğru anlaşılması ve rivayetlerde olduğu gibi hurafelere sapılmaması için bu cümle üzerinde önemle durulması gerekmektedir.

İnşikak (Yarılma)
“İnşikak” sözcüğü, “şakk” sözcüğünün infial babındandır ve mutavaat (etkilenerek uyma) anlamı içerir. Yani “inşikak” sözcüğü ile ifade edilen yarılma, maruz kalınan bir etkiye karşı konmadan, direnç göstermeden, uyum sağlayarak meydana gelen yarılmadır. Bu sebeple önce “şakk” sözcüğü tahlil edilmelidir:
“Şakk” sözcüğü, elde ve yüzde soğuk veya herhangi bir nedenle oluşmuş olan *çatlaklara ad olan “şikak” sözcüğünden gelmiştir. Araplar hayvanların tırnaklarında ve bileklerindeki çatlamaya (hastalığa) “şikak” derledi. Daha sonraları ciltte de her türlü çatlak oluşturan hastalığa “şikak” der oldular.
“Şikak” mecazî olarak da; “ayrılıkçı, tefrika çıkaran, normal düzeni bozan” anlamlarında kullanılır.
“Şakk” ise; “Sad-ı bain (ayırıcı çatlak)” demektir. Otun topraktan çıkışı, çocuğun dişinin çıkışı “şakk” sözcüğüyle ifade edilir.
“Şakk”, “tulû (doğuş)” anlamındadır. Sabahın oluşuna da “şakk-ı subh” denir. Çünkü sabah da karanlıkları çatlatmakta, ayırmaktadır. (Lisan ül Arab c: 5, s: 107)

Ragıb el İsfehani ise şöyle açıklamıştır: “Şakk”, “Herhangi bir şeyde meydana gelmiş çatlak”tır. *… *Denilmiştir ki, “Ayın inşikakı peygamber zamanındadır. Ve yine denilmiştir ki “ayın inşikakı, kıyametin kopacağı vakit ortaya çıkacak yarılmadır. Ve yine denilmiştir ki, bunun manası “işin açığa çıkmasıdır.” (el Müfredat *s: 264, “şakk” maddesi)

Yukarıdaki her iki sözlükte verilen açıklamalara göre “şakk” sözcüğü, bir elmayı böler gibi bir şeyin ikiye, üçe bölünerek ayrılması anlamına değil, bir şeyin üzerinde yarıkların, çatlakların oluşması anlamına gelmektedir. Nitekim, Bakara; 74, Meryem; 90, * Rahman; 37, * Hakka; 16, Abese; 26 ve İnşikak; 1. ayetlerde de “şakk” sözcüğü, bir şeyin üzerinde veya bünyesinde oluşan yarılmaları, çatlamaları ifade etmek için kullanılmıştır.
“Şakk” sözcüğünün bu anlamına göre “Ay yarıldı” ifadesi, Ay üzerinde bir takım yarılmalar, çatlamalar olduğu anlamına gelir ki, Ay’a gidildiği dönemde (1969), orada ayak izlerinin oluşması ve Ay yüzeyinden parça koparılması sebebiyle, bu ayetin gerçekleşmiş olduğu ileri sürülmüştür.
Sözlüklerde “şakk” sözcüğünün karşılığı olarak verilen anlamlara rağmen, “Ay yarıldı” ifedesinin, Ay’ın iki parçaya ayrıldığı anlamına geldiğini ileri süren bazı kimseler, sadece yukarıda naklettiğimiz zayıf ve uydurma hadislerden destek alan bu görüşlerine, ayetteki fiilin geçmiş zaman kipi ile kullanılmasını delil göstermişlerdir. Gerçekten de Rabbimiz, ahiret ve kıyamet sahnelerini, fiilleri geçmiş zaman kipinde kullanarak anlatmış ve böylece kıyamet ve ahiretin mutlaka gerçekleşeceğini vurgulamıştır. Bu ifade tarzı günlük hayatta da kullanılmakta, meselâ kişi, yapmaya kesin kararlı olduğu bir işi yapacağını ifade etmek için “o iş bitti, yaptım” şeklinde konuşmaktadır. Bu ifade tarzının Kur’an’daki örnekleri çoktur:

Nahl; 1: * * * * * * * * * * *Allah’ın emri deldi. Onunla yüz yüze gelmekte acele etmeyin. O tüm varlığın tesbih ettiğidir. Onların şirk koştuklarından arınmıştır.

Ayrıca; Rahman; 37, * Hakka; 14-16, * İnşikak; 1-5, * İnfitar; 1-4, * Tekvir; 1-14, * A’râf; 38-50, * Zümer; 68-74.

Bu yaklaşımla, konumuz olan ayetin anlamı; “Kıyamet yaklaştığında Ay mutlaka yarılacaktır.” demek olup, Hasan-ı Basri, Ebussuud, Osman b. Ata, Nesefî gibi bilginler ve tüm çağdaş bilginler bu anlamı tercih etmişlerdir.

“Şakk” sözcüğünün “tulû (doğuş)” anlamında oluşu
Sözcüğün bu anlamı dikkate alındığında ise “Ay yarıldı” ifadesinden; “Ay’ın *doğup ortaya çıktığı ve karanlığı çatlattığı” manası ortaya çıkmaktadır. Şems suresinde “Güneş’i takip eden Ay” ifadesinin; “Kur’an’ı izleyen peygamber” anlamına geldiği hakkındaki saptamamız hatırlanacak olursa, burada da aynı anlamdan hareketle “Ay yarıldı” ifadesinin; “Peygamberin gönderildiği ve açığa çıktığı, onunla da iyi ile kötünün, iman ile küfrün, hidayet ile dalâletin; hepsinin açıklığa kavuşturulduğu” anlamına geldiği söylenebilir. Bir başka ifade ile Ay’ın yarılması; Ay doğduğu esnada karanlığın yarılmasıdır ve bu deyimin manası “durum ortaya çıktı” demektir. Nitekim Araplar, açık olan, belirgin olan şeyleri ifade etmek için ata sözlerinde “Ay” sözcüğünü kullanırlar.
Bu yaklaşımla ve “inşekkat” sözcüğünün mutavaat anlamı itibariyle 1, 2. ayetler şu anlama gelmektedir:
Saat (Kıyamet) yaklaştı. Ve her şey Allah tarafından açıklığa kavuşturuldu.
Ve onlar bir ayet görseler hemen yüz çeviriyorlar ve “devam edip giden bir büyüdür” diyorlar.

Yani, saat yaklaşıp Ay yarıldığı, her şey açıklığa kavuşturulduğu hâlde, gördükleri mucizelerden yüz çeviriyorlar, olacak olmadan akıllanmıyorlar, akıbeti düşünmüyorlar. Gördükleri mucizelerden ibret alacakları yerde “süregelen bir sihirdir” diyerek yüz çeviriyorlar.

Buradaki “ayet” sözcüğü; “hayret verici alâmet, olağanüstü durum, mucize” anlamına gelmektedir. Kural olarak şart cümlesinde yer alan nekreler, olumsuz cümlelerdeki nekreler gibi umumî (genel) mana ifade ettikleri için buradaki “ayet” herhangi bir mucize anlamındadır ama, her türlü mucizeyi de içine almaktadır.
Bu durumda “Öteden beri süregelen bir sihirdir” diyen müşriklerin, gördükleri hiçbir ayeti, hiçbir delili, hiçbir mucizeyi dikkate almadıkları vurgulanmış olmaktadır. Kur’an’dan başka bir mucize görmedikleri için, müşriklerin gördüğü söylenen ve dikkate almadıkları mucizeler; Kur’an ayetleridir. Hatırlanacak olursa müşriklerin bu tavrı daha evvel Müddessir suresinde konu edilmişti:

Müddessir; 24: * * * * * Şöyle dedi: “Bu, rivayet edilerek gelen bir büyüden başka bir şey değil.”

Burada “süregelen” olarak çevirdiğimiz sözcüğün orijinali “müstemir” olup, sözcük birden çok anlama gelmektedir:
- * Sözcük; “Devam eden” anlamına gelir ki, zaten gelen vahyler ve yapılan tebliğler kesintisizdir, süreklidir, devam etmektedir.
- * Sözcük, “el-mirretu” sözcüğünden türemiş olup; “güçlü” manasına gelir.
- * Sözcük, “el-miraretu” kökünden türemiş olup “öd kesesi” manasına gelir. Buna göre ifade; “Bu, acı, tadı bozuk bir sihirdir” manasında olur.
- * Sözcük; “geçici, geçip giden, zeval bulan” anlamındadır ve bu anlama göre sihirin geçiciliği, sürekli olmadığı vurgulanmış olur.

Bize göre sözcüğün; “sürekli, devam eden, süregelen” anlamı uygundur. Çünkü müşriklerin “büyü” olarak niteledikleri ayetler süreklidir, kesintisizdir. Müşrikler kendilerine tebliğ edilen ayetlerin özünü araştırmaya yanaşmamakta ve anlamlarına sırtlarını dönmektedirler. Bir delile ve kanıta dayanmadan sırf keyfî arzularına uyarak, gördükleri ayetleri ve ayetlerin ortaya koyduğu gerçekleri irdelemeden, düşünmeden yalanlamaktadırlar.

Doğru anlayabilmek maksadıyla surenin başından beri üzerinde çalışma yaptığımız ilk iki ayetteki kısa ve öz mesajı Rabbimiz, Enbiya suresinde detaylandırmıştır:

Enbiya; 1-15: * * * * * * *İnsanlar için hesap yaklaştı. Onlar ise aldırmazlık içinde, yüz çeviricidirler.
Rablerinden kendilerine gelen her yeni öğüdü/ hatırlatmayı ancak oyun yaparak ve kalpleri eğlenerek dinlerler. Ve o zalimler aralarında şu fısıltıyı gizlediler: “Bu, sizin gibi bir insandan başka bir şey midir? Artık görüp dururken büyüye mi gidiyorsunuz?”
(Peygamber): “Benim Rabbim gökte ve yerde her sözü bilir. Ve O, her şeyi işiten, her şeyi bilendir” dedi.
Bilakis onlar: “Bunlar karmakarışık düşlerdir; yok yok, onu kendisi uydurdu; yok yok o bir şairdir. Hadi öyleyse öncekilerin gönderildiği gibi bize bir mucize getirsin” dediler.
Onlardan önce yok ettiğimiz hiçbir memleket iman etmemişti. Şimdi bunlar mı iman edecekler?
(Ey Muhammed!) Biz, senden önce de kendilerine vahyettiğimiz birtakım kişilerden başkasını elçi olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız zikir ehlinden sorun hemen!
Ve Biz onları yemek yemez birer ceset kılmadık. Onlar sürekli kalıcılar da (ölümsüz) değillerdi.
Sonra biz onlara o vaadi (verdiğimiz sözü) yerine getirdik. Böylece onları ve dilediğimiz kimseleri kurtardık. Aşırı gidenleri de helâk ettik.
Ant olsun, size, öğüdünüz sadece onun içinde olan bir kitap indirdik. Hâlâ aketmeyecek misiniz?
Biz zalim olan nice memleketleri kırıp geçirdik. Onlardan sonra da başka milletleri var ettik.
Öyle ki onlar azabımızın şiddetini hissettikleri zaman ondan hızla uzaklaşıp kaçıyorlardı.
“Hızlı hızlı kaçmayın; içinde şımarıp azdığınız yurtlarınıza dönün. Belki sorgulanacaksınız!”
(Onlar da): “Yazıklar olsun bizlere! Biz gerçekten zalimler imişiz” dediler.
İşte onların bu çağrıları, onları biçilmiş bir ekin ve sönmüş ocak (kül) hâline getirinceye kadar son bulmadı.
Alıntı ile Cevapla
  #20  
Alt 01-07-2006, 01:50
sargon - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
sargon sargon isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Onur Üyesi
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 01 Aug 2005
Bulunduğu yer: Isvicre
Mesajlar: 6.665

Onur Üyeliği Başarı Ödülü Başarı Ödülü 

Standart Re: ay'ın birleşmesi

Sevgili Hiramusta,

seninle tartışmak bir zevk. Son zamanlarda yazamıyorum. Nuzul sırasına göre Kuran okuma çalışmam da yarım kaldı. Biraz kendimi boşa çıkarabilirsem, artık bir tatilde mi olur, ne zaman olur bilmiyorum ama bu çalışmaya mutlaka devam edeceğim.

Kamer suresi ile ilgili yazdıklarında bence sen olumlu, ileri tutum alan taraftasın. Sorogren'in değerlendirmesini destekliyorum derken, bunu 3 büyük tefsirci olarak gördüğüm kişilerin değerlendirmeleri bu yönde olduğunu belirterek yaptım. Yani, sanırım çoğunluğu yansıtan yorum bu. Ama sadece cağdaş yorumcular değil zamanın düşünen, bilimsel düşünme sistemine sahip olan beyinleri de böyle değerlendirmişler konuyu. Yani onlar da senin gibi düşünmüşler. Bunlardan birini Elmalılı uzun tefsir maddesinde veriyor. Adını hepimizin bildiği ünlü İbn-i Sina'dır bu kişi. Zamanın din ve bilimi birbirini içinde yoğuran anlayışına göre bir değerlendirmesiş var. Bugünkü bilim anlayışımız için belki biraz tuhaf karşılanabilir ama dönemine göre bence çok ileridir. Tümünü alıntılarsam çok uzun olacak. Elmalılı önce İbn-i Rüşt'ün metafizikle ilgili, metafiziğe hemen olmaz demeyelim, düşünelim tarzındaki sözlerini aktararak biraz ortamı yumuşatıp, İbn-i Sina'yı da övmüş olup ardından da eleştirisini yapıyor. Eleştirisinden anlıyoruz ki İbn-i Sina olaya oldukça bilimsel bakmaktadır. Okuyalım:

Böyle dua ile deprem olabilmesi ve koleranın kalkabilmesini bile tabiat sırlarında imkansız görmeyen İbnü Sinâ maalesef, tabiat ilmi adına nazariyyesinde yanlış bir fikre saplanmış, gök ve göksel cisimleri, tabiatlarında doğrusal harekete bir meyil ilkesi bulunmayan, el ile dokunulmayan sırf örneği olmayan, maddesiz, basit bir cisim olarak düşünmüş ve bunun sonucu olarak da tabiatında doğrusal hareket ilkesi bulunmayan bir cismin yırtılma (yarılma) ve kapanma özelliğinin olamayacağını izah ederek bu büyük önerme ile şu neticeye varmıştır. Cüssesi büyük olan, yönleri sınırlayan ve kendisinde yalnız dairesel bir meyil ilkesi bulunan göğün cismi, yırtılmayı kabul etmez. İbnü Sinâ bunu söylerken delillere dayandığını da göstermiştir. Bu şekilde O, göğün, oluşum ve bozulma kabul etmediğini, onun tekvînî (madde ve suretin birleşimi) değil, ibdâî (maddesi ve örneği bulunmayan) bir cevher olduğunu söylemiş, sonra da yıldızların, taşıyıcıları olan feleklerin cisim olmadıklarını, bununla beraber dört unsurdan oluşmayan maddesiz bir cevher cinsinden olduklarını ifade etmiştir. İbnü Sinâ daha sonra da bu önermeye dayalı olarak mevcut olmayan cisimlerle mevcut olan cisimlerin yabancı bir şey gibi birbirlerinin içine giremiyeceklerini binaenaleyh, güneş, ay ve bütün yıldızların da basit (gayr-i mürekkeb) olmaları gerektiğini isbatlı bir şekilde göstermiş, sonra da rengi kabul edip görünür olmakla beraber kendilerine dokunulamayacağını da ilave etmiştir. Kısacası gök ve felekler sanki uzak gibi koparılması düşünülemeyecek sade bir boyut suretinde saydam ve basit bir büyük cisim ve yıldızlar da ışık gibi görünen ve fakat dokunulması ve bölünmesi mümkün olmayan, maddesiz basit ibdaî cisimler şeklinde telakki edilerek ya heyûla (madde)larının başkalığından yahut maddelerinin umumî tabiatı ile ayrılması mümkün olduğu halde, cisimlerinin tabiatlarından dolayı gök ve göksel cisimlerin yırtılma (yarılma) ve kapanmalarının tabiatıyla imkansız olduğu fizik felsefesinde delillendirilmiş gibi sayılmakla, zamanlarının ilmi adına bu felsefe ardından gidenler ayın tabiatına bakarak yarılmasını imkansız zannetmişlerdir.

Ayın yarılmasına tanık olanlar ile ilgili olarak ise Elmalılı'nın listesi şöyle:

Saat yaklaştı, müminlere sevabın, kâfirlere cezanın vaad edildiği kıyamet vakti günden güne yaklaşmaktadır. Hazırlanmak gerekir. Ve Ay, yarıldı. Peygamber (s.a.v)'in en parlak mucizelerinden olan ayın yarılması mucizesi meydana geldi. Sahabe, Tâbiîn ve Müteahhirîn (daha sonraki dönemde yaşayanlar)'den bilinen tefsircilerin hepsi, âyetin bu mucizeyi haber verdiğinde ittifak etmişlerdir. Haber meşhurdur, sahabeden bir hayli kimse rivayet etmiştir. Bunlar arasında Hz. Ali, İbnü Mes'ud, İbnü Abbas, Huzeyfe, Enes, Cübeyr b. Mut'im, İbnü Ömer ve daha başkalarını sayabiliriz. Gerçi İbnü Abbas ve Enes gibi bazıları bu olaya bizzat şahid olmamışlardır. Zira İbnü Abbas henüz dünyaya gelmemişti, Enes de Medine'de o sıralarda dört beş yaşlarında bulunuyordu. Fakat âyetin tefsirinde olayı sahih olarak rivayet etmişlerdir. İbnü Mes'ud, Cübeyr b. Mut'îm ise bizzat şahid olarak rivayet edenlerdendir.


Yani

İbni Abbas : Doğmamış, başkasından aktarıyor olmalı
Enes: o sırada 4-5 yaşlarında, o da muhtemelen aktarıyor
İbni Mesud: şahit
Cübeyr b.Mutim : şahit

Şu kişilerle ilgili ise bilgi yok:

Hz.Ali:
İbnü Mesud:
Huzeyfe:
Ibnü Ömer:

Baştaki iki rivayet İbni Mesud'dan. *Bir de bu yarılma olayının bir kere mi iki kere mi olduğu tartışması var. Bayağı karışık. İki kere mi, ikiye mi yarıldı diye de tartışma çıkmış. Sonunda Elmalılı bir kere yarılmış olduğu sonucuna varmış.

Yapılmış çeşitli yorumlar da var Elmalılı tefsirinde. Bunları grupladım:

1.Ayın geçmişte yarılmış olmadığı, ilerde yarılacak olduğu görüşü

Ayetin "Ay yarıldı" diye açıkça ifade ettiği hadislerde de bu şekilde meşhur olduğu halde, bir iki müfessirin buna mecâzî bir mânâ verdiği de söylenmiştir. Ebu's-Suûd'un nakline göre: Osman b. Ata, babasının "ay kıyamet günü yarılacaktır" dediğini nakletmiştir. Nesefi gibi bazı tefsirciler de, bu rivâyeti Hasan-ı Basrî'ye isnâd etmişlerdir. Gerçi mazi (geçmiş zaman)nin muzâri (gelecek zaman) mânâsına geldiği ve gerçekleşmesine işaret için gelecek zamanın mâzi sigasıyla ifade edildiği yerler Kur'ân'da pek çoktur. Lakin burada böyle bir te'vilin mânâsız olacağı gösterilmiştir. Çünkü önündeki âyeti, bunu reddetmektedir. Fahru'd-dîn Râzî der ki: "Tefsircilerin hepsi bundan maksadın, "Ay ikiye ayrıldı, onda bölünme meydana geldi." demek olduğunu söylemişlerdir, nakledilen haberler de, yarılmanın meydana geldiğine işaret etmektedir ve bu konudaki haberler de sahihtir." Ayrıca ashabtan bir cemaat da yaptıkları rivâyetlerde, "Resulullah (s.a.v)'tan bir mucize olarak ayı ikiye ayırması istendi, O da Rabbine dua etti. Bunun üzerine Allah da onu ikiye ayırdı ve tekrar eski haline döndü." demişlerdi. Bütün bunlara rağmen bazı tefsircilerin ortaya çıkıp bundan kasdın "yarılacaktır" demeleri, uzak bir ihtimaldir ve tamamen mânâsızdır. Çünkü onu kabul etmeyip imkansız gören felsefeci, mâzide de öyle görür istikbalde de, mümkün olduğunu kabul eden için de yoruma ihtiyaç yoktur. Ayın yarılması aslında mümkün olan şeylerdendir. Meydana gelişi, doğru bir haberle ifade edilince inanmamak için hiçbir sebeb yoktur. Mütevatir olan Kur'ân, onu isbât etmek için en kuvvetli delil iken başkaca mütevatir haber aramaya da ihtiyaç yoktur. Olayın dışındaki tarihçi ve falcıların farkına varamamasından veya onu bir ay tutulması gibi görmelerinden dolayı yazıya geçirmemiş olmaları, söz konusu olayı inkarda onları haklı çıkaramayacağı gibi, gök cisimlerinin, yarılma ve kapanması mümkün değildir, diyenlerin lakırtılarının da önemi yoktur. Boş ve mânâsız olduğu ortadadır." Ebu Hayyân da der ki: Sözünün mânâsını "Kıyamette ikiye bölünecektir" şeklinde zannedenlerin hilafına ümmetin ittifakı vardır ve onu (bölünecektir diyenlerin görüşünü) "Onlar bir mucize görürlerse hemen yüz çevirirler ve "Eskiden beri devam edegelen bir büyüdür." derler (Kamer, 54/2) âyeti de reddetmektedir. Çünkü bu söz, ancak istenen bir mucizenin meydana gelmesinden sonra münasip olur."


2. Gecenin sona ermesi, karanlığın ortadan kalması anlamında yarılma sözcüğü kullanılmıştır görüşü

Huzeyfe Medâin'deki hutbesinde: "Uyanık olunuz ki, kıyamet saati yaklaştı ve Peygamber zamanında ay hakikaten yarıldı." demişken, artık Hasan-ı Basrî'nin, "Saat geldiği vakit, ikinci sûra üfürüldükten sonra ay yarılacaktır." şeklindeki sözüne itibâr edilemeyeceği gibi, "Ayın yarılması ay doğduğu esnada karanlığın yarılmasından ibarettir ve mânâsı: "durum ortaya çıktı" demektir. Çünkü Araplar, açık olan şeyler için ayın, darb-ı mesel (atasözü) yaparlar. Nitekim karanlığın ortadan kalkmasından dolayı sabah vaktine felak (sabah aydınlığı) ismi verilmiştir ve infilâka (yarılmaya), bölünme denilir." diyenlerin sözüne de iltifat edilmez. Bunlar, bozuk görüşlerdir. Eğer müfessirler bunları zikretmemiş olsalardı o zaman ben bunlara hiç itibar etmezdim. Hakikaten imandan ziyade inkara arzulu olanları memnun edecek gibi görünen bu son tevil, büsbütün bozuk bir safsatadır. Zira her dilde olduğu gibi Araplar'da da ay ile aydınlığın mesel olmuş bir münasebeti bulunduğu gizli bir şey değildir. Ayrıca bir şeyin üzerine ayın doğması, açıklık ve meydana çıkmadan mecaz ve kinâye olabilirse de ayın yarılmasına, karanlığın yarılması düşüncesinden hareketle "ayın doğması" mânâsını vermek sonra da bundan açıklık aydınlık ve görünme mânâsına geçerek, ortalığın aydınlandığı ve kıyametin yaklaştığı mânâsını anlamak pek aykırı bir düşünce olur. Evet sabahleyin karanlığın yarılmasına "fecr", "felak" ve "infilak" denilir. Çünkü sabah demek, o karanlığın yarılışı ve açılışı demektir. Fakat bundan dolayı güneşin doğmasına "inşikâk-ı şems" (güneşin yarılması) denilemeyeceği gibi, ayın doğmasına da "inşikâk-ı kamer" denilemez. Mecazda işitme şart değildir diye birisinin böyle bir mecaz düşünebileceği farz edilirse, o zaman Kur'ân'ı böyle aykırı mânâlardan uzak tutmak lazım gelir. Hatırlatmaya ihtiyaç yoktur ki, kıyametin yaklaşmasına yakışan mânâ ayın doğması ile ortalığın aydınlanması değil, ayın ayrılması ve gökteki cisimlerin de yıkılabileceğinin anlaşılmasıdır. Bu sebebledir ki ayın yarılması mucizesi, saatin zamânâ olan yakınlığından çok, akla yakınlığını göstermiştir.


3. Gelecekte ayın yarılacağını söylemek, geçmişte yarılmadığı anlamına gelmez görüşü

Bu münasebetle şunu da söyleyelim ki: Hasan-ı Basrî ve Ata'ya isnad edilen mânâda bir yanlış anlama vardır. Onların, ayın kıyamette yarılacağını söylemeleri, geçmişte ayın yarılması olayını inkâr ettikleri şeklinde anlaşılmıştır. Halbuki hakikat öyle değildir. Onlar, âyette açık ve haberde meşhur olan mâzideki ayın yarılması hadisesini inkâr etmiş değil, âyetin işaret ettiği diğer bir mânâyı açıklamış ve tefsir etmişlerdir. Yani meydana gelen ayın yarılması mucizesinden ileride ayın büsbütün yarılıp kıyametin kopacağı mânâsını anlamanın lüzumunu hatırlatmak istemişlerdir. Zira "kıyamet saati yaklaştı ve ay yarıldı" denilince, ayın yarılmasının kıyamet alâmetlerinden olduğu anlaşılmış oluyor. Fakat Peygamber (s.a.v.) zamanında yarılmış olmakla, olduğu gibi kalacak mıdır? Yoksa bu yarılışından ileride vakti geldiği zaman, "Güneşle ay bir araya getirildiği zaman" (Kıyamet, 75/9) âyetine göre hepsinde yok olma sırrının ortaya çıkacağını anlatmak için mi bu âyet (Kamer, 54/1) zikredilmiştir? İşte Hasan ve Atâ "Ay, kıyamette yarılacaktır." demekle bu hususa işaret etmiş olmaktadırlar. Bu mânâ, zannedildiği gibi fiil-i mâzisinin muzâri mânâsına yorumlanması tarzında bir mecaz ile te'vili değil, mazi olan yarılmanın müstakbeldeki yarılmaya bir işâreti ve aynı zamanda "Kıyamet saati yaklaştı." cümlesinin bir ifadesidir. Bu şöyle demektir: Ayın yarılması, meydana gelmiş bir hadisedir. Mazide vuku bulan bu yarılma, ayın ve onun gibi olan gök cisimlerinin de yarılıp parçalanabileceğini ve bu suretle kâinattaki her şey hakkında Peygmaber (s.a.v)'in haber verdiği kıyametin akla yakın olduğunu göstermiştir. Binaenaleyh müşriklere, o saatin gelip çatması ile Peygamber'in zaferi de uzak değil, yaklaşmaktadır denilmiştir. İşte bizim anladığımıza göre "ay yarılacaktır" denilmesinin mânâsı budur. Bu da, bütün müfessirlerin anladığı mânânın muhtevâsından başka bir şey değildir. Yoksa Hasan ile Ata ayın yarılması mucizesinin vukuundan haberdar olmamış veya rivâyetleri reddetmiş, yahut âyetin ifade şeklinden habersizce mazi mânâsını ortadan kaldırmışlardır, demek için hiçbir delil yoktur. Ancak istikbaldeki yarılmaya işaret için böyle söylemişlerdir.

4. Ayın yarılması insanların bakışında oluşmuştur görüşü: Şeyh Muhyiddin Arabi

Muhyiddin-i Arâbî, ayın yarılmasının, bakan kimsenin bakışında meydana gelme ihtimalini ortadan kaldırmadığını beyan ediyor, şu halde ona göre bu mucizenin yalnız insanların bakışlarında vuku bulmuş olması da muhtemeldir. Gerçekte buna karşı, o halde müşriklerin ona sihir demekte haklı olmaları gerekir denilerek itiraz edilebilirse de bu itiraza cevap vermek mümkündür. Denilebilir ki, ayın yarılmasının yalnız insanların bakışlarında meydana gelmiş olması, onun hakiki bir mucize olmasına mâni değildir. Çünkü buna benzer bir sihrin vukuu, ne görülmüş ne de işitilmiştir. Sihirbazların bazı hayaller gösterdikleri rivayet edilirse de bu hayalleri öyle gök cisimlerini içine alacak seviyeye ulaştıran ve fiilen mevcud ay'ı, bulunduğu hâlin dışında gösteren bir sihirbazı hiç kimse işitmemiştir ilh..."

Böyle bir cevap hiç de doğru olmaz. İtiraf etmek gerekir ki, gerek sözde, gerek fiilde olsun vuku bulmamış bir şeyi, olmuş gibi göstermek, büyük bir hüner de sayılsa, yine de gerçeğe uymayan bir yalan ve bir aldatmadan başka bir şey değildir. Nübüvvet makamının kutsal kudretini, böylesi kusur ve noksanlıklardan uzak tutmak gerekir. Sihir diyenlerin maksadı da, onun gerçekte olmayıp yalnızca gözlere sunulan bir görüntüden ibaret olduğunu iddia etmekten başka bir şey değildir.> Şeyh'in anlattığı da budur. O, sözlerinin tamamında ayın yarılmasını bir vâkıa olarak anlatmıştır. Bununla beraber onlara göre gerçek, ancak açıkça görülendir. O olay ayın bizzat kendisinde mi? Yoksa bakan kimsenin bakışında mıdır? Bu ihtimal ancak haber verenin sözüyle ortadan kalkacaktır. Haber verenin sözü ise, tartışma konusudur, şeklindeki sözünden maksat da, sihir diyenlerin bakış açılarındaki berzehiyyeti anlatmaktır.


Görüldüğü gibi Elmalılı bu tartışmaların hemen hepsini derlemiş. Şimdi gelelim Mevdudi'ye. O da bunun geçmişde değil gelecekte olacağını söyleyenleri hemen karşısına almış. Okuyalım:

Bazıları bu ifadeden "Ay yarılacak" şeklinde bir anlam çıkarmışlardır. Gerçi Arapça bakımından böyle bir anlam mümkün görülüyorsa da, ayetin siyak ve sibakından bu anlam çıkmaz.
Çünkü birincisi, böyle bir anlam verdiğimizde, birinci cümle (Kıyamet yaklaştı) manasız olur. Şayet Ay, bu ayetin indiği zamana kadar yarılmamışsa ve gelecekte yarılacaksa, o takdirde "Kıyamet yaklaştı" demek bir anlam ifade etmez. Zira, gelecekte meydana gelecek bir olay, kıyametin geleceğine nasıl delil teşkil eder? İkincisi, böyle bir anlam verdiğimizde, önceki cümle ile daha sonraki cümle arasında bağlantı kopar ve ilk ayet ile irtibat kesilir. Nitekim ilerideki ibareden, sözkonusu mucizenin kıyametin vukuuna delil olmak üzere açıkça gösterildiği anlaşılmaktadır. Ancak kafirler, bu mucizeden bir ders almadıkları gibi, üstelik onu bir sihir olarak nitelemişler ve kıyametin vukuunu inkar etmişlerdir. Dolayısıyla ifadeyi (aslında olduğu gibi) "Ay yarıldı" şeklinde kabul edersek şayet, o zaman siyak ve sibaktan anlamlı bir cümle ortaya çıkar. Aksi takdirde, aşağıdaki gibi anlamsız olur.


Hadislerle ilgili olarak da Mevdudi'nin görüşü şöyle:

Özetlersek, Kur'an'ın ayetlerinden, Ayın yarılması hadisesinin vukû bulduğu, yani Ayın yarıldığı açıkça anlaşılmaktadır. Nitekim, bu konuda gelen rivayetleri dikkate almasak dahi, Kur'an'ın kendi ifadelerinden bile, bu olayın vuku bulduğunu anlayabiliriz. Yine, hadis ve tefsir kitaplarının bu olayın vuku bulduğunu bize aktardığını belirtmeliyiz. Bu rivayetler, Buhari, İbn Cerir, Beyhaki, Taberani, İbni Merduye, Ebu Naim el-İsfehani gibi bir çok muhaddisten Hz. Ali, İbn Mes'ud, İbn Abbas, İbn Ömer, Huzeyfe, Enes b. Malik ve Cübeyr b. Mutim gibi bir çok sahabe kanalıyla nakledilmiştir. Bu sahabelerden üçü (İbn Mes'ud, Huzeyfe ve Cübeyr) hadiseyi bizzat görmüşlerdir. İki sahabeden biri (İbn Abbas) o dönemde daha doğmamıştı ve diğeri (Enes b. Malik) küçük bir çocuktu. Ancak her ikisi de Hz. Peygamber'in (s.a) sahabesi olması nedeniyle, bu bilgilerini diğer sahabelerden almış olmalıdır.


Son olarak Seyyid Kutub'a geliyorum. Kutub, direk hadislerden giriyor olaya. Tabii başta Enes ve *İbni Mesud'tan Buhari ve Müslim'in hadisleri ile başlıyor. Burda sorun şudur. Olay Mina'da oluyor. Hadislere göre bu mucizeyi herkes görüyor, müşrikler de görüyor, ama bu sihirdir diyorlar. Bunun üzerine uzaklardan gelenlere soralım diyorlar. Ertesi gün gelenlere soruyorlar, onlar da gördük diyorlar. Daha da uzaktan gelenlere soralım diyorlar. Onlar da gördük diyorlar. Demek ki, ayın yarıldığını bütün dünya görmüş. (sorogrenin geceydi o yüzden diğer milletler görmemişti değerlendirmesini hadisler yanlışlamış oluyor bu durumda)

Seyyid Kutub şu soruyla uğraşıyor. Kuran'da açık ayetler vardır mucize konusunda. Allah, insanların mucizeler görmelerine rağmen inançsızlıklarını sürdürmelerinden dolayı artık mucize göndermek istemez. İsra, 59 açıktır. Peki o halde bu mucize neden olmuştur? İşte Seyyid Kutub'un cevabı:

Buna göre ayın ikiye bölünmesi olayının, müşriklerin somut mucize isteklerine verilmiş bir cevap olduğunu söylemek hem Kur'an'ın ayetlerinin açık anlamlarına hem de bu son peygamberlik misyonunun benimsediği tutuma uzak düşer. Bu son peygamberlik misyonu insan kalbine sadece Kur'an'la ve Kur'an'ın belirgin çarpıcılığı ile seslenmeyi, arkasından Kur'an'ın ayetleri aracılığı ile dikkatleri gerek insanın iç dünyasındaki, gerek dış alemdeki ve gerekse tarihin olaylarındaki olağanüstülüklere çekme metodunu benimsemiştir. Bu arada Peygamberimizin eli ile gerçekleşen bazı somut mucizeler de vardır. Fakat güvenilir belgelerle kanıtlanan bu mucizeler O'nun peygamberliğini kanıtlama amacını güden olaylar değil, yüce Allah'ın o sevdiği kuluna yönelik onurlandırıcı bağışlarıdır.

Bu arada aşağıdaki hadisten şu da anlaşılıyor ki, Muhammet kıyametin yaklaştığını düşünüyor ve bunu söyleyerek sert uyarılarda hatta tehditlerde bulunuyor.

İmam-ı Ahmed Hüseyin, Muhammed b. Mutavvıf ve Ebu Hazım kanalı ile verdiği bilgiye göre sahabilerden Sehl b. Saad kıyametin yakınlığı konusunda şöyle diyor: "Bir keresinde Peygamberimiz şehadet parmağı ile orta parmağını göstererek "Benim peygamber olarak gönderilmem ile kıyamet anı birbirine böylesine yakındır" buyurmuştur " (Bu hadisi Buhari ile Müslim, Ebu Hazım Seleme b. Dinar'a dayanarak aktarmıştır)

O korkunç buluşmanın anı hızla yaklaşıyor. Etkileyici bir doğa olayı olan ay bölünmesi meydana geliyor. Başka birçok mucizeler gözler önünde gerçekleşiyor. Fakat müşriklerin kalpleri bunların hiçbirini umursamıyor, kör inatları içinde yüzüyorlar, sapıklıkta ısrar ediyorlar, öğüt alıp yalanlamalara son vermek için yeterli olan büyük olayların çarpıcı mesajlarından etkilenmedikleri gibi bu ürkütücü tehditten de etkilenmiyorlar.


Son olarak Kamer 1-8. ayetlerini sırayla okursak, bir mucizeden bahsedildiği açıkça belli oluyor.

1. Saat (kıyamet vakti) yakınlaştı ve ay yarıldı.
2. Onlar bir ayet (mucize) görseler, sırt çevirirler ve: "(Bu,) Süregelen bir büyüdür" derler.
3. Yalanladılar ve kendi heva (istek ve tutku)larına uydular; oysa her iş 'sonunda kendi amacına varıp karar kılacaktır.'
4. Andolsun, onlara (kendilerini şirkten ve bozulmalardan) caydırıp vazgeçirtecek nice haberler geldi.
5. (Ki her biri) Doruğunda-olgunlaşmış hikmettir. Fakat uyarmalar bir yarar sağlamıyor.
6. Öyleyse sen onlardan yüz çevir. O çağırıcının 'ne tanınmış, ne görülmüş' bir şeye çağıracağı gün...
7. Gözleri 'zillet ve dehşetten düşmüş olarak', sanki 'yayılan' çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar.

2,4,5,6. ayetlerde bir mucizeden bahsedildiği açıkça görülüyor. Yani insanlara mucizeler gösterildi ama bunlar "yarar sağlamıyor". İşte onlara öyle bir son hazırlıyoruz ki diye devam ediliyor. Bu arada 7. ayetteki ifadenin dehşetine dikkat çekmek isterim. Korku filmi gibi mübarek. Bırrr.

Neyse, ben çok yazdım. Hiramusta'nın güzel, nazik yaklaşımları olmasaydı bu tefsirleri karıştırmayacaktım bugün.

Sevgilerle..
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler

Başlık Düzenleme Araçları
Stil

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 16:19 .