Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > Felsefe > Felsefi Tartışmalar

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #1261  
Alt 19-05-2020, 19:32
Yıldıztozu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Yıldıztozu Yıldıztozu isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 22 Sep 2014
Mesajlar: 4.238
Standart

Son yorumla toparlayıp çekiliyorum.

İnsanın gerçeği doğru algıladığını söylemek..
Bunu söyleyebilen kişi insan biyolojisine güvenmiştir, insana(özneye) duyduğu bu güvenle bir bakıma öznelci bir yaklaşım sergilemiştir.

İnsanın gözlem yapabildiğini söylüyoruz, ancak evrimsel sürecin körlüğü unutuluyor.
Görüyor dediğimiz gözleri ortaya çıkaran aslında kör bir süreçti.
Kör bir sürecin ürünü olan gözlerimizin gerçeğe dair hiçbir yanılgı içermediği iddia edilemez.

İnsanın biyolojik algılarının yine insan algıları tarafından test edilemeyeceğine dayanarak gerçeklik algımıza şüpheyle yaklaşmak ise tam anlamıyla nesneldir. Zira bu şüpheci kişi özneye güvenmeyerek özneyi bir kenara bırakır, böylece gerçeği tek başına ayrırarak nesnelleştirir.
Alıntı ile Cevapla
  #1262  
Alt 19-05-2020, 20:56
spartacus - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
spartacus spartacus isimli Üye şuanda  online konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 06 Apr 2006
Mesajlar: 12.672

Onur Üyeliği 

Standart

Yıldıztozu´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
Bu şüpheme karşı sunduğun ''gerçeklik algımızın insanlığın uzun birikimleriyle oluşması, defalarca test edilmiş olması'' argümanını kabul ediyorum.
Ancak şüphe duymayı hala mümkün görüyorum. Zaten sorun da bu, her koşulda şüphe duymak mümkün. Hangi verilerle gelinirse gelinsin şüphe duymaya devam etmek mümkün.
Sevgili Yıldıztozu
Şüphe duymak -> öznel bir kavramdır, hatta biraz da psikolojik.

Bilgi açısından yeterli, yetersizlik, düzey,,,, önemli olan bu.

Şüphe -> insan eylemine, bir iradeye bağlı eylemlere -özne olarak başkası ve kendi-, gayeler ve altındaki niyetlere vb dayalı bir kavramdır.

Gerçeklikten söz ediyorsak, şüphe duymak ne bir dayanak, ne bir kıstas, ne de bir ölçüttür.

Şüphe -> zan'a, zan inanca götürür.
Sözde popüler bilim felsefesicilerinin ne dediği umrumda bile değil, kelimelerle oynayan lafazanlara benziyorlar.

Algılarımız şüphe için değil, bilgi içindir. Bilgi ise, yeterli-kafi-, yetersiz, gerekli, gereksiz, doğru, yanlış, şuna dair, buna dair, şu veya bunun şu yönüne dair(e göre), eksik, fazla, ölçüt-dayanak, veri, tahmin....

O kadar çok geçerli kelime var ki, şüphe doğru bir ifade değil.

Bir kavramdan söz ederken o kavramı anlamlı kılan temel yapılara, dayankalara bakmak gerekir.

Nesnel idealizmin yöntemlerinden birisine değineyim;
Sık, sık kullanılan idam kararlarına bakalım. İdama karşıyım o ayrı mesele...
Denir ki, kişi suçsuz iken de idam edilmiş olabilir.
Öyleyse biz gerçeği asla bilemeyiz.
Oysa idam edilenlerden bir çoğu da, gerçekten suçlu da olabilir - çoğunlukla deliller, bu yöndedir.

bakınız her iki durum da mümkün.

Başından beridir bir safsatadan söz ediyorum. İdealist indirgemecilikten, öznelcilikten, mantık hatalarından...

Başından beridir "e görelik" diyorum.
Yıldıztozu´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
Diğer bir karmaşa da şu tanımla ilgili. ''Gerçekliği, öznenin algılama düzeyine indirgemek -> idealizmdir.''
Burada özne kelimesinin farklı kullanımları var.
Kişiden kişiye değişen(zevklerin öznelliği), türden türe değişen(türlerin biyolojik algılarındaki farklılıklar), zihne bağlı öznellik(kurguya dayalı tanrı yaratmak gibi), duyulara bağlı öznellik şeklinde farklılıklar.
bakınız GERÇEKLİĞİ demekteyim.
Yıldıztozu´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
Duyulara bağlı öznellik, materyalizmle de bağlantılı. Yani görme, duyma gibi özellikler biyolojik ve fiziki olduğu için materyalisttir. O halde duyulara bağlı öznelliğe idealizm demek yerine ''öznel materyalizm'' diye bir kavram icat etmemiz gerekir.
Bilgi, özne-nesne ilişkisinde elde edilen verinin yorumudur. Bunu kaç kez söyledim? Yüzlerce kez. Özne farklı, öznelcilik farklı...

materyalistler nesnel ve öznel'i ret etmez. olduğu gibi alır ve aralarındaki farkı ve ilişkiyi bilir. bu ilişkiyi yok saymadığı gibi, koparmaz da. öznelci ise, nesnelliği kabul etmez veya nesnel gerçekliği, kendi düşüncesi, algısı, iradesine bağlar. yani fiziksel gerçekliğin, öznenin kendi kafasında yaratığı kurgu olduğunu, nesnel gerçeğin, varlığın, öznenin iradesi, düşüncesi, olumlaması dışında var olmadığını iddia eder. Bunun için de yukarıda ifade ettiğin ve konumuz açısından defalarca örneklerle izah etmeye çalıştığım halde, nesnelliği, salt öznenin algısı, iradesine indirgeyen söylemler geliştirirler. İlişkiyi kopartırlar.

Materyalizm ise;
Öznenin, fizik dünyasının bir parçası, bileşeni -form-yapı- olduğunu, bu form-yapının, maddi ilişkilere -etki-tepki- girdiğini, maddi ilişkiler sayesinde, öznenin, bu etkleşimleri yorumlayarak düşünce, bilgi edindiğini, etki-tepki vermek yoluyla da gerçekliğin farkındalığına eriştiğini(farkındalık diyorum) dile getirirken, öznelcilik, nesnel dünyanın, özneye ait bir ürün, tezahür olduğunu söyler.

ÖZNELCİLİK konusunda, ne demek istediğimi dile getirebilmek için, ayrı bir yazı yazmam gerekiyor... Bu konuda defalarca örnek verdim, ama anlatamadım, gerçeklik konusunun nasıl öznelleştirildiğini izah edemedim.

Cep telefonu kullanıyorsun değil mi?
Bir verici istasyonu var.
Bu istasyon radyo sinyali gönderiyor. Bu istasyonun radyo sinyali göndermesi, senin telefonuna mı bağlı? Ve koca evrende 1 sen mi varsın?

diyorsun ki;
Telefonum bir sinyal alıyor, ama benim telefonum eski, kusurlu, yetersiz, ama sinyal alıyor!
Telefonum eski ise, yetersiz ise, gerçekte bir verici olduğuna dair bilgi edinemem.


öznelci kıstasa geliyorum,

vericinin varlığı, benim varlığıma, onu algılamama bağlı (!). Ben yoksam vericinin anlamı veya verici yok. O halde özneden bağımsız bir gerçeklikten söz edilemez.
denmektedir. Tekrar ediyorum, vericinin varlığı, öznenin o sinyalleri almasına bağlı değildir, ama öznenin bilgi edinebilmesi, o nesneyle gireceği etkileşime bağlıdır. Gerçeklik dediğimiz de, temelde özneden bağımsız varlığa dayanır.

Bu cevabı duyan öznelci, yokuşa sürmeye başlıyor.
Veri alıyor olduğumu iddia ediyorsun, iyi de benim alıcılarım ne kadar sağlıklı işliyor ki! Kusursuz değil ki. O halde o vericinin gerçekte neye benzediğini bilemem!

İnsaf, o şeyin varlığı, sizin o'nun tam anmıyla neye benzediğinizi bilmenize mi bağlıdır?

Şimdi öznelcilikle kastımı anladın mı bilmiyorum, ama bu kaçıncı örnektir hatırlamıyorum.

Oluşmak, dönüşmek, ilişki, ilişkilendirmek(dönüştürmek), form-yapı, işlemek.... Bir bütün halinde tüm bu kavramları, nesnel ilişkisiyle de kopartamadan ele almamız gerekir.

Tad, koku, renk gibi konular öznelciliğin idealizmin en sevdiği konulardır. Bu başlıkta dahi bulara dair yazdım. Gerçeklik konusunda tad, renk gibi, kişiye görelik arzeden davranış biçimlerini, nesnel ve maddi ilişkilerin yerine koymak bir hatadır.

örneğin renk konusunu ele alalım. İdealist der ki, gerçekte renk diye bir şey yoktur. Bunu bu şekilde biçimlendiren benim zihnimdir. (ışığın dalga boyui fekansı, şiddeti konusu da yok mu!?, yani salt zihine mi dayalı, farklı renkler, ışığın dalga boyuna da dayalı değil mi?)

Materyalist ise diyor ki, şu an rengi değil, nesnel gerçekliği tartışıyoruz, renk dediğimiz, ışığın çeşitli dalga boyları, frekanslarından, yani doğrusu etki-tepki prensibine göre çalışan gözlerimize(maddi, nesnel, madde)etkiyen şiddetinden, aralığı-açısından ve bu dalga boyları, şiddet farklarından, edindiği tepkilerden hareketle mümkün olmaktadır. Biz bu şiddet, etkleşim farklarını kodluyoruz ve hafıza ediyoruz ve hatta bizim bu yetimiz, zamanla gelişiyor, tecrübeyle gelişiyor, etkleşimlerle yetkinleşiyor... Ne özneyi ne de nesneyi dışlamadım...

Başka bir örnek;
Trafikte kaç kez karşıdan karşıya geçtin Yıldıztozu?
Karşıdan gelen araçların varlığı-yokluğu meselesinde, o an sen şunu mu yapıyorsun;
1.) Bu aracın motorunun kaç silindir olduğunu bilmiyorum, bu araca dair hiç bir teknik bilgiye sahip değilim. Şoförün yaşını bilmilyorum.... +500 detayını bilmiyorum
2.) Bu araç bana renkli göründü, renk diye bir şey yok öyleyse o araç da yok. (gerçi bana göre renk, ışığın dalgaboyu ve kombinasyonlarımızla ilgili, yani yine de salt zihinsel bir türetim yapmıyoruz)
3.) İnsan duyuları kusurludur dolayısıyla orada bir araç olup, olmadığını gerçekten bilme şansım yok.
4.) LSD kullanmışımdır belki, o halde hayal de görebiliyorsam, LSD kullanmadığın şu an, karşıdan gelen araçlar bir hayal olabilir.
5.) Her şeyden şüohe duymaktayım, halde orada bir araç var mı? Yok mu? var diyemem, yok diyemem, o halde ben bu yolu geçemem. Gidip bir köşeye kıvırılıp açlıktan, susuzluktan, eylemsizlikten ölüverim gari...

Sadece 1 nolu maddeyi ele al, orada bir aracın varlığı, o aracın motoru, kabloları, hangi metallerin, sıvıların kullanıldığı, bu sıvıların kimyasal, moleküler yapısınnın ne olduğu, şoförün yaşı, evli, bekar durumu, yaşı vs hakkında detalı bilgi edinmene, senin duyularının kusursuz olmasına mı bağlı?

Öznelci yargı ile kastettiğim şeyi daha nasıl izah edebilirim bilmiyorum. Konu o aracın varlığı-yokluğu meselesi... Aracın varlığı, aracın tam olarak(septiklerin kıstasını düşün) ne olduğunu (binbir yönüyle) senin bilmene mi, sana mı bağlı?

Duyularımızın kusuru deyip duruyorsun, 1 milyar insan her gün karşıdan karşıya geçer, kazalar da olur elbette! Diyelim ki, 1 milyar kişiden %5'i kaza yaptı. Bunun en belirleyici sebebi aslında dikkatsizliktir. Neyse, duyularımızın kusurlu olması, renk, tad vs kişilere göre değişiyor olması, nesnel, basit gerçekliğin farkındalığına veya oradaki aracı görüp, görmememize engel değildir.

Sırf kaza geçirenlere saltıklaştırıp, görme duyusunu, salt göremeyenlere indirgeyip -üstelik dikkatsizlik asıl sorun-, işte insan gerçeği bilemez, çünkü bunların hiç birisi üzerlerine gelen aracı görmedi! O halde insan göremez demek, safsata değil mi? Peki o geriye kalan %95, milyonarca gören insan ne olacak? Onlar, öznelci-subjektif iki yüzlülük veya sürekli ifade ettiğim gibi ahmaklıkla, görmezden gelinmiştir.

İçinde bulunduğumuz dünya ve fizik koşullarında, canlının süregiderliği ve devamını sağlaması için baskılanmadığı veya temel, bütün halinde belirleyici, dayatıma maruz olmadığı, gerekmediği etkleşimler, ya oluşmaz ya da körelir, bunu anlamak zor değil.

karşıdan, karşıya geçen insan paragrafıma geri dönebiliriz, insan bilgi namına %90'a dair etkileşiyor(imkan buluyor), etkileştiği şeylerin varlığı-gerçekliğini fark ediyordur da %10 dan direk haberi yoktur, birazından dolaylı ilişkilerle bilgi ediniyordur, birazı hakkında özel araçlar, yöntemler kullanıyordur, olabilir. Bilgi diyoruz, insan zaten bilgi edinebildiği şeye dair konuşabilir, konumuz da bilgi edinebildiklerimizin dünyasıyla ilgilidir ki o halde zaten bu konuda edinebildiğimiz bilgi çerçevesinde konuşabiliriz. Gaipten konuşmalar anlamsız. Ve bilgi, dairdir, hakkındalık içerir, dolayısıyla mutlak, %100 bilgi gibi lafızlar anlamsızdır. Gerçeklik ise, tespit edilebilirliğe dayandığı için bilgi ve düşünceler için, en temeldeki kıstastır.

Bilginin kesinliği, yeterliliği, yetersziliği, spesifik konular. Bin bir çeşit konu, binbir çeşit bilgi durumu söz konusudur. Örneğin köleci sistemlerde, köleliğin varlığı bilgisi kesindir. İnsanlar nasıl köle yapıldı, kölelik koşullarını sağlayan nedir vs ise, çok daha farklı ve çok daha fazla faktörler içerir.

Bu ve benzeri meseleleri, "e göreliğinden", neye dairliğinden yalıtıp, sözde önermenin kaynağı, koşulu, esası yaparak, muğlak keliemelerden, özel, kesin yargılar oluşturmak safsatadır.

Sersemler akıllıların 7 yılda cevaplandıramayacağı soruları 1 günde sorarlar.
-------
Korku ve menfaat dalkavukluğa yol açar.
-------
İnsan korktuğuna ya da arzuladığına çok kolay inanır. La Fontaine
-------
Öküz tahta çıkarsa padişah olmaz, saray ahır olur. Çerkes Atasözü
-------
Akıllı bizi arayıp sormaz, aptal bacadan akar.
------
Su dağları kemirir, vadileri doldurur.
------
Aslanlar kendi tarihçilerine kavuşuncaya kadar kitaplar avcıyı övecektir.
------
Hürriyet, başkalarına vermedikçe alamayacağımız tek şeydir. William Allen White
------
Belki söylendi herşey,/ belki de gece bekleniyor/ yazılsın diye aynı cümle. Tüm nedenleri yeryüzünün/ bir çakıltaşına takılıp kaldı. Esteban
------
Sıradan insan kendini evrenin merkezi yapmanın yolunu arar; bilge kişinin evreni onun merkezindedir. Lao Tzu
Alıntı ile Cevapla
  #1263  
Alt 19-05-2020, 23:42
Velhelebe - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Velhelebe Velhelebe isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 15 Jan 2018
Mesajlar: 804
Standart

Yıldıztozu

İnsanın biyolojisine güvenmek anlamsız bir ifade. Mesela insana güvenmek diyebilirsin tamam ama biyolojiye güvenmek nedir? Güvenmek derken biyolojik yapımızın bizi yanıltmamasından bahsediyorum diyebilirsin. İyi de yanılmayı sağlayan şey yanılmamaktır, bir konuda yanıldığını yine yanılmadığından hareketle anlarsın. Her şey hakkında yanılıyor olamam. Her şey muğlak bir ifade.


Evrimsel süreç kör bir süreç değil. Kör derken tesadüfi olduğunu kastediyorsun ama tesadüfi de değil. Tesadüf kavramı özneldir, gerçekte tesadüf yoktur. Tesadüf genel işleyiş açısından değil de özel işleyiş açısından olabilir, bu evrimsel süreçle değil belli bir canlının belli bir tarihte belli bir şekilde dönüşümüyle ilgili özel bir durumdur, tesadüf özel durumlarda olur, bir şeyin özelinde olur. Yani evrimsel süreç açısından tesadüf yoktur, insanın yorumudur tesadüf.


İnsan gözü hiç yanılmaz denemez elbette yanılır, herkes yanılabilir ama bunu genellememek önemlidir. Duyu organlarım ve hatta herkesin duyu organları yanılıyor o yüzden hiçbir şey bilemeyiz denemez. Her konuda herkes mi yanılıyor? Hiç mi bilgi elde edilemiyor? Çok absürt bir iddia olmaz mı bu? Böylesine bir düşünce mi daha kesindir yoksa algılanan bir şey mi? Mesela aşırı şüphecilik mi daha kesindir yoksa insanların 2 elinin olması mı daha kesindir? Hanginde yanılma payı yüksektir? Şüphecilik hele aşırı ise sadece bir düşüncedir ve gerçekte bir karşılığı yoktur, dayanağı yoktur. Gözlemlenemez, deneyi yapılamaz, sadece düşüncedir.


İnsanların biyolojik yapısının güvenilir olması ya da test edilmesi diye bir şey söz konusu değildir. Mesela gökyüzüne bakıp güneşi gören bir insan acaba biyolojik yapım güvenilir mi gözlerim beni yanıltıyor mu, algılarım beni yanıltıyor mu demez. Ama mesela pencereden dışarı bakarken birini gördüğünü sanırsın ama aslında orada biri olmayabilir, burda göz değil görülen şey ve görme mesafesi gibi birçok faktör vardır. Yani göz değil şartlar ve durum belirleyici burada. Mesela ses duyduğumu sanıp yanılabilirim, ya da ses duyarım ama aslında o ses başka bir şeyin sesi olabilir ama burda kulağın yanıltması değil ses kaynağıyla ilgili bir durum vardır. Yani duruma göre değişiyor. Ama insanın gözünü test etmek ya da insan biyolojisine güvenmek gibi bir durum söz konusu değildir, kimse bir şeyi algılarken bundan söz etmez ve düşünmez.
Alıntı ile Cevapla
  #1264  
Alt 19-05-2020, 23:54
Velhelebe - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Velhelebe Velhelebe isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 15 Jan 2018
Mesajlar: 804
Standart

spartacus

Renk, tad ve kokudan bahsetmişsin. John Locke bu konuda birincil ve ikincil nitelikler ayrımı yapmıştı, sen de yapıyor musun böyle bir ayrım?
Alıntı ile Cevapla
  #1265  
Alt 21-05-2020, 06:09
spartacus - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
spartacus spartacus isimli Üye şuanda  online konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 06 Apr 2006
Mesajlar: 12.672

Onur Üyeliği 

Standart

Uzun bir aradan sonra hoşgeldin Velhelebe.

Locke 17.yüzyıl için, ileri bir aşamayı temsil eder.

Tad, renk, koku, ses gibi kavramlar, salt özneyle tanımlandığı zaman yanlış olmaktadır.

Örneğin renk, salt özneye bağlı değildir. Öncelikle ışığın dalga boyuyla ilgilidir ve biz renkleri, ışığın dalga boyuna göre tanımlayabiliyoruz.



Eğer renk, sadece insan algısına dayalı ifade edilseydi, yukarıdaki resimi yapmak mümkün olmazdı.

Tabi çok kaba ifade ediyorum -ki anlaşılır olsun.

Yukarıdaki renkleri belirleyen nedir?

Bu yerinde bir sorudur.

Öyleyse renklerin de niteliğinden söz etmeliyiz. Yani şu ya da bu algıya, şu ya da bu ismi vermemizi sağlayan özellikten söz ediyorum.

Bu durumda öncelikli olarak ele almamız gereken ışıktır. Işığın dalga boyları.

Işıktan söz ettiğimiz zaman kaynağından da söz etmemiz, devamıyla ışığın diğer maddelerle olan etkileşiminden, soğrulmasından, kırılımlarından vs söz etmeliyiz.

Buraya kadar insan gözünden ve insanın algısından hiç söz etmedik. Duyularla algılanan nesnel gerçektir, ancak şiddetin farkları kıyaslar ve yorumu sağlar, böylece farklı kodlama imkanına sahip oluruz.

Her neyse, bir örnekle ele alırsak;

Örneğin size 3 misket, araba, kalem, silgi, kitap... göstersem, üçü'de farklı renk de olsa, bu nedir diye size sorsam, cevabınız ne olurdu? Misketi tanımlayan rengi değildir değil mi?
Ama siz kırmızı misket görmek istiyorsanız, o halde rengi kırmızı olması konusunda, önemli hale gelir.

Bir şeye ihtiyacınız var diyelim, önce bu ihtiyacınız gelir, ilgili nesneyi seçerken, rengi vb gibi özellikler sonra gelir. Örneğin defter alacaksınız, kırtasiyeye gittiniz, alacağınız şey defterdir, seçeceğiniz ise nasıl göründüğü üzerine olacaktır.

Bu halde kırmızı, mavi, siyah, beyaz... Renk meselesi defteri tanımlamaz. O halde renk burada ikincil olmakla birlikte, belirleyici nitelik değildir.

Siyah beyaz görseydik ne olurdu? Defteri yine tanımlayabilirdik. Lakin bazı şeyler de renkler de, tad da, koku da vb belirleyici olabilir. Yani dediğim gibi neye görelik önemlidir.

Birde 17.yüzyıl da, nesnel gerkeçliğin reddi için, öznel idealistlerce çok sık, renk, tad gibi, öznenin de belirleyici olduğu veya nesnel geçrekliğin değil, yansımaların, salt görüngünün, kişilere göre değişebilir meselelerin esas alınıp, gerçekte bunlar yokturlar, öznece anlam kazanırlar, o halde nesnel gerçek yoktur, zihnin tezahürleri vardır denmektedir. Örneğin "renk gerçek de yoktur, öyleyse insan zininden bağımsız bir nesnellikten söz edilemez" gibi ididialara karşı da, bu ifadeleri kullanmış olabilir. Değilse yukarıda dile getirdiğim örneklere bakılabilir.

neyse, "e göreliği'n" önemine yine tekrar değinmiş oldum.

Eğer bir kitap okuyorsak ve ilgili cümlelerin "e göreliğini" çözümleyemezsek, alakasız bir çok sonuç, anlam çıkartabiliriz -ki bu anlama, kavrama şansımızı da ortadan kaldırır. Şu ya da bu niteliğin önceliği, sonralığı, yine ilgili nesneye ve ilgili konuya göre değişebilir.

Sersemler akıllıların 7 yılda cevaplandıramayacağı soruları 1 günde sorarlar.
-------
Korku ve menfaat dalkavukluğa yol açar.
-------
İnsan korktuğuna ya da arzuladığına çok kolay inanır. La Fontaine
-------
Öküz tahta çıkarsa padişah olmaz, saray ahır olur. Çerkes Atasözü
-------
Akıllı bizi arayıp sormaz, aptal bacadan akar.
------
Su dağları kemirir, vadileri doldurur.
------
Aslanlar kendi tarihçilerine kavuşuncaya kadar kitaplar avcıyı övecektir.
------
Hürriyet, başkalarına vermedikçe alamayacağımız tek şeydir. William Allen White
------
Belki söylendi herşey,/ belki de gece bekleniyor/ yazılsın diye aynı cümle. Tüm nedenleri yeryüzünün/ bir çakıltaşına takılıp kaldı. Esteban
------
Sıradan insan kendini evrenin merkezi yapmanın yolunu arar; bilge kişinin evreni onun merkezindedir. Lao Tzu
Alıntı ile Cevapla
  #1266  
Alt 21-05-2020, 11:07
Velhelebe - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Velhelebe Velhelebe isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 15 Jan 2018
Mesajlar: 804
Standart

Hoşbulduk spartacus. Açıklamaların için teşekkür ederim. Işığın dalga boylarından söz etmişsiniz, ifade ettiğiniz gibi nesnel olan budur, buna bakılması gerekir. Ben şunu merak ediyorum. Mesela bir cismin şekli ve yapısı öznel midir nesnel midir?

Konu Velhelebe tarafından (21-05-2020 Saat 11:54 ) değiştirilmiştir.
Alıntı ile Cevapla
  #1267  
Alt 22-05-2020, 01:55
spartacus - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
spartacus spartacus isimli Üye şuanda  online konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 06 Apr 2006
Mesajlar: 12.672

Onur Üyeliği 

Standart

Nitelik, bir şey'i, o şey yapan daha doğrusu diğerlerinden ayıran temel özelliktir. Burada özellik diyorsam da, soyutlamadır, yani somut karşılığı form-yapıyla anlam kazanır.

Elbette kelimelerin öznel kullanımıyla nesnel kullanımı da farklı işaret alır.

Nitelikleri belirleyen nedir? Form-yapıdır.

Bir cismin şekli ve yapısı nesneldir. O nesnellik, form-yapıyla ilgilidir.

öznel dediğiniz zaman, salt özneye dair, salt özne ile temellendirilebilir ifadeler veya salt özneye bağlı biçilen değerler anlaşılmalıdır.

Kısaca bütün soyutlamalarımız nesneldir.

Bir cisimin şekli ve yapısı nesneldir.

Sersemler akıllıların 7 yılda cevaplandıramayacağı soruları 1 günde sorarlar.
-------
Korku ve menfaat dalkavukluğa yol açar.
-------
İnsan korktuğuna ya da arzuladığına çok kolay inanır. La Fontaine
-------
Öküz tahta çıkarsa padişah olmaz, saray ahır olur. Çerkes Atasözü
-------
Akıllı bizi arayıp sormaz, aptal bacadan akar.
------
Su dağları kemirir, vadileri doldurur.
------
Aslanlar kendi tarihçilerine kavuşuncaya kadar kitaplar avcıyı övecektir.
------
Hürriyet, başkalarına vermedikçe alamayacağımız tek şeydir. William Allen White
------
Belki söylendi herşey,/ belki de gece bekleniyor/ yazılsın diye aynı cümle. Tüm nedenleri yeryüzünün/ bir çakıltaşına takılıp kaldı. Esteban
------
Sıradan insan kendini evrenin merkezi yapmanın yolunu arar; bilge kişinin evreni onun merkezindedir. Lao Tzu
Alıntı ile Cevapla
  #1268  
Alt 22-05-2020, 02:39
Velhelebe - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Velhelebe Velhelebe isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 15 Jan 2018
Mesajlar: 804
Standart

spartacus

Şöyle diyebilir miyiz? Bir cismin kendisinde şekil ve yapı gibi özellikler bulunur. Bu açıdan bu özellikler birincil niteliklerdir. Fakat renk, tad koku gibi özellikler ise cismin kendisinde bulunmaz ve insanın algılamasında ortaya çıkar, bu açıdan ikincil niteliklerdir.
Alıntı ile Cevapla
  #1269  
Alt 22-05-2020, 06:08
spartacus - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
spartacus spartacus isimli Üye şuanda  online konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 06 Apr 2006
Mesajlar: 12.672

Onur Üyeliği 

Standart

Velhelebe´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
spartacus

Şöyle diyebilir miyiz? Bir cismin kendisinde şekil ve yapı gibi özellikler bulunur. Bu açıdan bu özellikler birincil niteliklerdir. Fakat renk, tad koku gibi özellikler ise cismin kendisinde bulunmaz ve insanın algılamasında ortaya çıkar, bu açıdan ikincil niteliklerdir.
Form-yapı herhangi bir cisimi, diğerinden ayıran özellik değildir. Niteliğe göre daha alt zemindir.

Bu temele dayanarak cisimleri, birbirinden farklı kılan etkleşimler, ilişkiler meydana gelir. Yani yapının kendisi bir özellik değil, ancak özelliği açığa çıkartan temeldir diyebiliriz.

Kısaca etki-tepki temelinde elde ettiğimiz ve bu temelde soyutladığımız kavramlar niteliğe dairdir.

Locke, ayrımı, hangi özelliği yok sayarsam, o cisim yine de var olmaya devam eder? Sorusuyla yaklaşır. - ki önceki yazımda ben de değinmiştim.

yani soru ve cevap, özneye değil, nesneye göredir.

Sersemler akıllıların 7 yılda cevaplandıramayacağı soruları 1 günde sorarlar.
-------
Korku ve menfaat dalkavukluğa yol açar.
-------
İnsan korktuğuna ya da arzuladığına çok kolay inanır. La Fontaine
-------
Öküz tahta çıkarsa padişah olmaz, saray ahır olur. Çerkes Atasözü
-------
Akıllı bizi arayıp sormaz, aptal bacadan akar.
------
Su dağları kemirir, vadileri doldurur.
------
Aslanlar kendi tarihçilerine kavuşuncaya kadar kitaplar avcıyı övecektir.
------
Hürriyet, başkalarına vermedikçe alamayacağımız tek şeydir. William Allen White
------
Belki söylendi herşey,/ belki de gece bekleniyor/ yazılsın diye aynı cümle. Tüm nedenleri yeryüzünün/ bir çakıltaşına takılıp kaldı. Esteban
------
Sıradan insan kendini evrenin merkezi yapmanın yolunu arar; bilge kişinin evreni onun merkezindedir. Lao Tzu
Alıntı ile Cevapla
  #1270  
Alt 22-05-2020, 14:47
Velhelebe - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Velhelebe Velhelebe isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 15 Jan 2018
Mesajlar: 804
Standart

spartacus

Birincil ve ikincil nitelik ayrımını şu temelde yapıyorum. Bir elma düşünün, elmanın belli bir şekli ve yapısı var. Bu özellikler elmanın kendisinde var olan özellikler. Fakat elmanın tadı, kokusu ve rengi elmanın kendisinde yok, insan beyninin bir yorumu. Yani elmanın kendisinde olan özellikler birincil nitelikler, kendisinde olmayan özellikler ise ikincil niteliklerdir.


Şunu merak ediyorum. İdealist filozoflar rengin gerçekte varolmadığını ileri sürüp gerçekliği reddediyor. Ama bir cismin renginin farklı ışık koşullarında farklı görülebildiğini biliyorlar. Yani rengin, ışıktan kaynaklandığını biliyorlar. Buna rağmen gerçekliği reddediyorlar? Renk kişiden kişiye değişiyorsa her şey değişebilir mi diyorlar? Genelleme hatası mı var?
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler

Başlık Düzenleme Araçları
Stil

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Türklük Toplumsal/Kişisel Bir Kimlik midir, Yoksa Milli Bir Köken midir? evrensel-insan Politika 21 21-04-2017 21:09
Reenkarnasyon bilimsel midir , dinsel midir? multima İslam 15 25-10-2012 06:34
Diyalektik Materyalizm chekim Yeni Üyeler 8 14-03-2010 22:13
Materyalizm ve Diyalektik Materyalizm nedir? Felsefeci 87 Felsefi Tartışmalar 16 10-06-2009 10:58
İsa ve öğretisi degisim Hristiyanlık 11 11-05-2008 05:29

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 23:55 .