Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > Genel Forumlar > Konu-dışı

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #2541  
Alt 10-04-2022, 21:40
Barlas - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Barlas Barlas isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 26 Jun 2015
Mesajlar: 4.070
Standart

Kabe'de Hacılar Hu Der Allah (Remix)

Alıntı ile Cevapla
  #2542  
Alt 17-04-2022, 13:04
"ictenlik" - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
"ictenlik" "ictenlik" isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 22 Aug 2017
Mesajlar: 3.066
Standart

(Bir şey yazıp yazmamak arasında kaldım)

Aşırı sağcı bir partinin Kuran'ı yakmasının ardından Örebro ve Rinkeby'de çıkan isyanlar

Danimarka'da aşırı sağcı Tight Course partisinin Rinkeby'de bir Kuran yakmasının ardından Cuma günü İsveç'in çeşitli yerlerinde huzursuzluk devam etti. Polisin uyarı ateşi açtığı ve çok sayıda kişinin gözaltına alındığı bildirildi.

Cuma günkü huzursuzluk, Perşembe günkü huzursuzluğun ardından geldi ve bu da Kur'an-ı Kerim yakma ve planlı gösteriden de başladı.

Cuma günü Stram Kurs, bu sefer Stockholm yakınlarındaki Rinkeby'de yine bir Kuran yaktı ve ardından olay yerinde üzgün sakinlerle polis arasında çatışmalar yaşandı.

Polise taş atıldığı ve sekiz kişinin, diğerlerinin yanı sıra şiddetli ayaklanma, saldırıya teşebbüs ve bıçak yasasını ihlal şüphesiyle tutuklandığı bildirildi.

Rinkeby'de hiçbir polis yaralanmadı, ancak Örebro'da daha şiddetliydi.

Uyarı atışları ve arabalar yanıyor

Sıkı bir rota, Örebro'daki Sveaparken'de bir gösteri planlamıştı ve yaklaşık 200 kişinin toplandığı yerde henüz gösteri başlamadan tedirgindi.

Polise taş atıldı ve dokuz polis yaralandı. Özel bir kişinin de başından vurulmuş olması gerekir.

Durum daha sonra tırmandı, insanlar barikatları kırmaya çalıştı ve en az üç polis arabası ateşe verildi. Kurtarma ekipleri, güvenlik nedeniyle olay yerine gitmeyeceklerini duyurdu.

Polis uyarı ateşi açarak genel kurulu dağıtma kararı aldı.

Ancak yerel saatle 20.00 civarında durum sakinleşmeye başladı ve çoğu bölgeyi terk etti. Polise göre çok sayıda kişi bölgeden uzaklaştırıldı.

Kaynaklar: SVT, SR

https://svenska.yle.fi/a/7-10015504
İsveç'te Kuran yakma nedeniyle üst üste üçüncü gün isyanlar

Danimarka'da aşırı sağcı aşırılık yanlısı Tight Course, üçüncü gün, Kuran'ın yakıldığı bir gösteri düzenledi ve bu gösteri sakinleri bir kez daha üzdü ve huzursuzluğa yol açtı.

Cumartesi günü, Stram kursu lideri Rasmus Paludan, İsveç'in güneyindeki Landskrona'da bir Kuran yakmayı planlamıştı.

Daha gösteri yapılmadan önce, maskeli adamlar öğleden sonra Koppargården bölgesinde yolu yanan çöp bidonlarıyla kapatmak için toplandılar. SVT'nin sahadaki muhabiri de düzenli patlamalar bildirdi.

Polise göre, olay yerinde düzinelerce insan vardı ve daha sonra imamlar ve dernek aktivistlerinin mevcut olanları sakinleştirmeye çalışmasına rağmen onlar ve polis çarpıştı.

Olay Malmö'ye taşındı
Geçtiğimiz günlerde olduğu gibi yine bazı araçlar ateşe verildi ve polise taş atıldı.
Polis, saat 3 civarında, Rasmus Paludan'ın gösterisini Landskrona'dan Malmö'ye, Danimarka'ya giden Öresund Köprüsü'nün yanındaki Skånegården'e taşıdıklarını duyurdu.

- Orada, bu genel toplantıyı taktiksel olarak daha basit bir şekilde halledebileceğimizi değerlendiriyoruz, diye açıkladı Polis Şefi Anders Wiberg.

Malmö'de de karşı gösteri
Polise göre, Rasmus Paludan'ın Malmö'deki gösterisini takip etmek için yaklaşık yirmi kişi toplandı, ancak karşı protestocuların sayısı kısa sürede yüze ulaştı.

Protestocular bariyeri aşmaya çalıştı ve polis onlara biber gazı sıktı. Bir kişi de arabayı çitin içine sürdü. Daha sonra polis tarafından tutuklandı.

Onlarca kişi de polise taş attı. Rasmus Paludan'a da bir kaya çarptığı söyleniyor ve İsveç radyosu , Danimarkalı bir fotoğrafçının bir eylemci tarafından işten atıldığını bildirdi.

Akşam saat 20.00 sıralarında Paludan'ın gösterisi sona erdi ve ardından Paludan olay yerinden ayrıldı. Polis ayrıca insanların Skånegården'den ayrılmaya başladığını belirtti.

Kaynaklar: SVT, SR

https://svenska.yle.fi/a/7-10015519

İçtenlik yazıları ve yazarlığı açık/özgür kaynak kodlu yazılım mantığının ve duygusunun tam aynını paylaşarak, mülkiyetsiz, anonim, yazarca sahiplenilmeyen, isteyenin istediği gibi izinsiz alıp dağıtıp çoğaltabileceği ve isterse kendi geliştirebileceği, katabileceği imzasız yazımlar olma felsefesi taşır. Özel olarak kaynak kişi alıntı kaynağı belirti tutulmamışsa yayımsız basımsızdır. İnternette yazılmıştır. Dileyen kullanır.
Alıntı ile Cevapla
  #2543  
Alt 26-04-2022, 12:54
Şüpheci Dinsiz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Şüpheci Dinsiz Şüpheci Dinsiz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.586
Standart

http://misakizafer.com/2019/09/25/ef...k-halid-karay/

Efendiler Nereye? (Refik Halid Karay)

25 Eylül 2019 0 Yazar: FIRAT KAZGANOĞLU



İttihadçı liderlerin en önemlileri, 1 Kasım 1918 gecesi ülkeyi terk etti. Dünya Savaşı kaybedilmişti. Ülkenin toptan yok olduğu ve her tarafının işgale uğrayacağı konuşuluyordu. Uğursuz zamanlardı.

Bu mağlubiyetten ötürü en fazla suçlanan tabiî ki İttihadçılardı. Basın, dört bir yandan "devr-i sabık" yaratıyordu. Matbuatta kalemini en fazla sivrilten, yeminli İttihad-Terakki düşmanı Refik Halid'di. Türkçeyi en güzel kullanan yazarlardan olan Refik Halid, kelimelerini acımasızca İttihadçılara doğrultuyordu. Bu yazılar, Türk basınının tarihine de en sert eleştiri yazıları olarak geçiyor, etkisi günümüze dek sürecek bir algı yaratıyordu.

Hatası ve sevabıyla çok gerilerde kalan günleri tartışmaya açmayı uygun bulmuyorum. O yüzden "Kim haklı?" meselesine girmiyorum. Refik Halid'in 150'likler listesinde bulunduğu notunu düşerek, 5 Kasım 1918 tarihli Zaman Gazetesi'nde yayınlanan "Efendiler Nereye?" yazısının tam metnini dikkatlerinize sunuyorum.

"Ziyafet bitti, fakat ağzınızı silmeden, elinizi yıkamadan, bir de acı kahvemizi içmeden efendiler nereye?

Yaz başlangıcında sırtı karnına yapışmış, sarı, sıska, cansız birtakım tahtakuruları çıkar, iğne gibi vücudumuza batarlar, derimizi haşlarlar, kanımızı emerler, sonra sabaha karşı etli, canlı, iri yarı şuraya buraya kaçarlar… Galiba şafak attı, güneş doğuyor; tahtakuruları nereye?

Ücrâ dağ başlarında gözleri ateşli, dişleri keskin, tüyleri dimdik aç kurtlar vardır. Köpeksiz sürülere dalarlar, boyunları kaparlar, etrafa kan, kemik saçıp mideleri dolu inlerine kaçarlar. Galiba çoban göründü, köpekler hırlıyor; tok kurtlar nereye?

Kedisiz evlerde fareler vardır; kilerlere girerler, dolapları delerler, şunu, bunu kemirip, sağa sola koşuşup baş köşede gezerler, bir pıtırtı olunca deliklere girerler… Galiba koku aldınız, kedi geliyor; koca fareler nereye?

Dul annelerin haylâz çocukları vardır; sandıkları kırarlar, paraları çalarlar, bohçaları aşırıp Yahudi'ye satarlar ve sonra korkup sokak sokak kaçarlar… Galiba foyanız meydana çıktı, yakanız ele geçecek, ziyânkar evlatlar nereye?

Vurdular, kırdılar; yaktılar, yıktılar; astılar, kestiler; kastılar, kavurdular; nihayet leşimizi meydanlara sererek yılan gibi kaçtılar; memlekete düşmanları sokarak üstümüzden aştılar…

Eli sopalı, beli palalı, gözü kanlı paşalar damdan dama nereye?

O zamanlar kalemler kırık, gözler yumuk, boyunlar eğili, ağızlar kilitliydi. "Gel!" diyordunuz, halk karnını yerde sürüyerek ezile-büzüle koşuyor, ayaklarınızın altına sokulup tir tir titriyordu. "Git!" diyordunuz, kapıya kendini zor atıyor, merdivenleri dörder dörder atlayarak canını güç kurtarıyordu. Siz nâzır değildiniz, derebeyliği yaptınız… Siz âmir olmadınız, sergerdelik ettiniz… Siz valilik yapmadınız, asesbaşılık ettiniz… Efelere taş çıkardınız; zorbalara parmak ısırttınız; Çakıcı'ya rahmet okuttunuz. Kabakçı'yı gölgede bıraktınız… Biraz daha geçseydi evliya diye "Patrona"lara türbe kurup başlarında kandil yakacaktık; "Muslî"leri kahraman bilip nâmlarına heykel dikecektik, "Sakallı"lara can verip mevkilere geçirecektik.

"As!" deyince sıra sıra darağaçları kurulur, "Yak!" deyince alev alev meşaleler tutuşur, "Bas!" deyince tabur tabur jandarmalar üşüşürdü… Elinizde zindan anahtarları, belinizde idam ipleri, sırtınızda darağaçları vilâyet vilâyet dolaştınız; Ali'ye çattınız, Veli'ye bastınız, Ahmed'i kastınız, Mehmed'i kavurdunuz; beş senedir her tarafta kargalara insan leşinden öbek öbek ziyafetler çektiniz; akbabaları çocuk ölüsü ile besleyip kartalları artık adam etinden tiksindirdiniz…

Muhalif mi? Al aşağı… Muharrir mi? Vur başına… Türk mü? Sür ölüme… Rum mu? İste parasını… Ermeni mi? Kes kafasını… Arap mı? Çek ipe… Kadın mı? Gönder eve… Haydut mu? Buyurun köşeye… Külhanbeyi mi? Gelsin yanıma… Yahudi mi? Sor fikrini… Kalan kimseye at sopayı… Paraları koy cebine, işte sizin programınız bu!

Hani Karagöz'de "Kanlı Nigâr" oyunu vardır, "Urun kızlar kol demirini!" derler de kapılar kapanır, avane üşüşüp anadan doğma soyarak misafiri çırılçıplak dışarıya fırlatır… İşte siz böyle yaptınız, boğazları kapatıp içeride keyfinize gideni işlediniz, kimimizi soydunuz, kimimizi vurdunuz.

"Açılır besmeleyle her sabah dükkânımız/ Cellâdbaşı Kara Ali pîrimiz üstâdımız" levhasını başınızın ucuna asıp palalarla sopalarla işe giriştiniz; sürülerle insanları dağ başlarına götürüp satırlardan geçirdiniz, babaları, evlâtları yoktan yere harcayarak Anadolu içerisinde dul kadından, yoksul yetimden başkasını bırakmadınız. Ne oluyordunuz? Bu kanlı işgüzarlıklar, bu canavar akını, bu fitne ve fesat siyaseti ne fayda verecekti? Ne kazanacaktık? Dünyayı mı alacak, Mısır'a sultan mı olacak, Hind'e şah mı gidecektik?

Sizin sadrazamlıkla, seraskerlikle, nâzırlıkla gözleriniz doymamıştı, a padişah heveslileri… Şam'da, Halep'te az daha nâmınıza hutbe okutup, isminize sikke kestirecektiniz… Yiğitlik sizde, kahramanlık sizde, avurt zavurt sizde, caka tavır, hepsi sizdeydi… Şimdi böyle sinsi sansar gibi tavandan tavana nereye?

Evet, nereye gidiyorlar? Mahalle kahvesinden bir adımda sadârete, meyhane peykesinden bir basışta nezarete, tulumbacı koğuşundan bir hamlede vilâyete eren bu türediler nereye gidiyorlar? Kendileri kürklere büründüler, milletin derisini soydular. Kasalarına altın doldurdular, bizim cebimize kâğıt tıktılar; halk seril-sefil cami avlularında yatarken çiftlikler aldılar, kâşâneler yaptırdılar. Açlıktan ölenlerin lokmasını ağzından çalarak haspalara ziyafet çektiler; susuzluktan bunalanların destisini aşırıp havuzlarını doldurdular, içinde kayık yüzdürdüler… Han, hamam yıktılar, darağaçları kurdular; hânümanlar söndürüp memleketler yaktılar; yağ aldılar, bal sattılar, yün çaldılar, pamuk attılar… Ne çocuk dediler ne ihtiyar; ne padişah tanıdılar ne nizam; ne merhamet bildiler ne insaf… Halk açlıktan sokaklarda pösteki kemirirken onlar konaklarında bülbül beyni yediler, kuş sütü içtiler… Anamıza sövdüler, babamızı dövdüler, tırnaklarımızı söktüler, hülâsa bacağından yakalayıp bu devleti yerden yere vurdular, paçavraya çevirdiler.

İşte milleti büsbütün öldürdüklerinden emin olsunlar; zira damarlarımızda bir damla kan, kollarımızda bir zerre kuvvet kalmış olsaydı yakalarından yapışır öcümüzü alırdık… Halbuki kollarını sallaya sallaya, yüzümüze tüküre tüküre gittiler…

Aşkolsun! At da size yaraşır, meydan da… Bizde bu ölü kan, sizde o yaman surat olduktan sonra bir gün olur yine gelirsiniz. Eteklerinizi öptürüp ciğerlerimizi söndürürsünüz. Biz size: "Kırk katır mı, kırk satır mı?" diye soramadık; yarın sizin bize:
– "Ölümlerden ölüm beğen!" demek artık hakkınızdır. Lâyıkımız olan paşalar! Topumuzun kafasını bir kılıçta çıkarmadan nereye?"

* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
Alıntı ile Cevapla
  #2544  
Alt 14-05-2022, 21:16
Şüpheci Dinsiz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Şüpheci Dinsiz Şüpheci Dinsiz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.586
Standart

https://www.birgun.net/haber/nijerya...duruldu-387678

Nijerya'da bir öğrenci İslam'a hakaret ettiği gerekçesiyle yakılarak öldürüldü

Nijerya'da Deborah Samuel isimli üniversite öğrencisi, İslam'a hakaret ettiği gerekçesiyle dövülüp yakılarak öldürüldü. Bir görgü tanığı, olayın Samuel'in bir WhatsApp grubuna Hz. Muhammed'e hakaret ettiği ses kaydını göndermesi üzerine yaşandığını söyledi.



Nijerya'nın Sokoto eyaletinde perşembe günü Deborah Samuel adlı öğrenci, görgü tanıklarına göre öğrencilerin yer aldığı bir WhatsApp grubunda İslam'a hakaret içerikli mesajlar paylaştığı gerekçesiyle linç edildi.

Independent'ta yer alan haberde, kimliğini açıklamayan bir görgü tanığının olaya ilişkin ifadelerine yer verildi. Görgü tanığı, "Öğrenciler tarafından kullanılan bir WhatsApp grubu var. Burada Müslüman bir öğrenci İslami bir paylaşım yaptı. O da bu paylaşımı eleştirdi. Gruba Hz. Muhammed'e hakaret ettiği bir ses kaydı attı. Her şeyi bu tetikledi" dedi.

Sokoto polisinin açıklamasında, Shehu Shagari Eğitim Koleji adlı üniversitede okuyan Samuel'in "Hz. Muhammed'e hakaret ettiği bir paylaşım" nedeniyle öldürüldüğü doğrulandı. Polis sözcüsü Sanusi Ebubekir, paylaşım üzerine okuldaki öğrencilerin ayaklandığını, üniversite yönetiminin de Samuel'i güvenli bir odaya yerleştirerek korumaya aldığını söyledi.

Sözcü, öfkeli öğrencilerin daha sonra zor kullanarak Samuel'i odadan çıkardığını, taş ve sopayla döverek öldürdüğünü ve öğrenciyi ateşe verdiğini belirtti.

OKUL KAPATILDI

Sümeyye Usman Inname adlı bir öğrenci, polislerin kalabalık grubu dağıtmaya çalıştığını fakat başarısız olduğunu söyledi.

Görgü tanığı, "Polis önce gözyaşartıcı kullandı, sonra da havaya ateş açtı fakat öğrenciler direndi. Öğrenciler polise taş ve sopayla saldırınca onlar da kadını kurtaramadı. Samuel'i dövdükten sonra onu ateşe verdiler" ifadelerini kullandı.

Polis, kimliğini açıklamadığı iki öğrencinin tutuklandığını duyururken, Sokoto Valisi Aminu Tambuwal da olayla ilgili soruşturma başlatıldığını açıkladı. Yetkililer polisin olay yerinde incelemelere devam ettiğini ve okulun kapatıldığını da belirtti.

Ülkede geçen ay da ateist bir insan hakları savunucusu, dine hakaret ettiği gerekçesiyle önce zorla akıl hastanesine yatırılmış, daha sonra da 24 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.

* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
Alıntı ile Cevapla
  #2545  
Alt 17-05-2022, 03:30
Şüpheci Dinsiz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Şüpheci Dinsiz Şüpheci Dinsiz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.586
Standart

İnsana insanlığını sorgulatan bir coğrafya Anadolu. Vatan-millet diye diye yamyamlaşmış kuduz bir mafyanın işlediği binlerce alçakça cinayetin coğrafyası. Yakalanacağını anlayınca dönüp kendi çete üyelerini de parçalayıp yemekten çekinmeyen, gözünü kan bürümüş katillerin coğrafyası.

https://gazetekarinca.com/yazicioglu...s-kazada-oldu/
Yazıcıoğlu davasında tanık olarak dinlenecek polis ‘kaza'da öldü

Muhsin Yazıcıoğlu'nun korumalığını yapan polis Erol Yıldız'ın kendi otomobilinin altında kalarak öldüğü öne sürüldü. Yıldız, Yazıcıoğlu'nun ölümüyle ilgili davada tanık olarak dinlenecekti.

Ankara'da kendi otomobilinin altında kaldığı öne sürülen polis memuru Erol Yıldız hayatını kaybetti. Bir süre BBP Kurucu Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu'nun yakın korumalığını yapan Yıldız, Yazıcıoğlu ölümüyle ilgili davanın 23 Mayıs'ta görülecek duruşmasında tanık olarak dinlenecekti.

Kaza, saat 10.30 sıralarında Keçiören'in Ayvalı Mahallesi'nde meydana geldi. İddiaya göre, Meclis Koruma Daire Başkanlığı'nda görev yapan polis memuru Erol Yıldız'ın 06 KHA 35 plakalı otomobili çalışmadı. Bunun üzerine Yıldız, otomobilini iterek çalıştırmak istedi. Yıldız, bu sırada geri gelen aracın altında kaldı.
Abdullah Çatlı, Muhsin Yazıcıoğlu, Mehmet Ağar şimdilerde kahraman olarak cilalanıyor. Gençlik döneminde kan içici kuduzların başıydılar. Ellerinde yüzlerce sosyalistin-gazetecinin-aydının kanı var.
https://t24.com.tr/yazarlar/dogan-ak...tledildi,18263

39 yıl sonra unutmamak için; 7 TİP'li genç nasıl öldürüldü, hukuk nasıl katledildi?

Doğan Akın - 9 Ekim 2017

Yaptıklarının utancını, kıydıkları insanların tertemiz hayatlarıyla birlikte katillerin boynuna asmak için, unutmayalım...

Ankara Bahçelievler'de, yaşları 20 ile 26 arasında değişen 7 Türkiye İşçi Partili (TİP) üniversite öğrencisi genç, tam 39 yıl önce, 1978 yılında, 8 Ekim'i 9 Ekim'e bağlayan gece ülkücü katiller tarafından hunharca katledildi.

Bahçelievler katliamı; Sabahattin Ali'den Abdi İpekçi'ye sırf görüşleri nedeniyle bu ülkede katledilen aydınların, gençlerin, siyasetçilerin, gazetecilerin katillerinin nasıl korunduğuna ilişkin hukuk katliamının da hikâyesidir. Öyle bir hikâye ki; Sabahattin Ali'den 7 TİP'li gence ve Abdi İpekçi'ye uzanan cinayet serisindeki katil şebekesinin bu ülkede hapiste yattığı toplam süre, 28 Ocak 1982 tarihinde Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Kemal Arıkan'ı katleden terörist Hampig Sasunyan'ın ABD'de yaklaşık 35 yıl cezaevinde yattığı süreyi bulmadı, bulamadı, buldurulmadı!

"Devlet için kurşun atanlardan şeref duyduğunu" açıklayan bir geleneğin hukuku değil, ancak katili olabilirdi. Bütün bu cinayet serisinde bu düzen işledi, devlet -on yıllardır kaybettiği yakınlarının ardından günleri değil saatleri sayarak acıyla yaşayan insanların gözünün içine baka baka- hukuku değil katilleri korudu.

'Milli hislerle' katledilen 41 yıllık büyük bir hayat
Bahçelievler katliamından önce Sabahattin Ali cinayetin ve sonrasını hatırlayın.
Hikâyeleri, romanları, şiirleriyle Türkiye edebiyatında unutulmaz izler bırakan Sabahattin Ali, yaklaşık 70 yıl önce, 2 Nisan 1948'de öldürüldüğünde 41 yaşındaydı.

Fikirleri nedeniyle soruşturmalar, davalar, tutuklamalarla geçen hayattan yorulmuştu. Ülkesinden kaçmaya karar verdi. 1948'de satın aldığı kamyonla gittiği Kırklareli bölgesinde yurt dışına kaçma girişiminde bulundu. Cesedi 16 Haziran 1948'de Kırklareli'nin Sazara köyü yakınlarında bulundu. Cinayet aylar sonra kamuoyuna duyuruldu ve 12 Ocak 1949'da Ali Ertekin tarafından öldürüldüğü açıklandı.

Peki kimdi bu Ertekin?
Ali Ertekin, inzibat başçavuşuyken "silah çaldığı" gerekçesiyle ordudan atılan bir astsubaydı. Ordudan atılmasının ardından bir süre inşaatlarda çalıştığını söyledikten sonra aldığı görevi şöyle açıklayacaktı:
"Sonra Milli Emniyet'te bana vazife verdiler!"

Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesi'nde 30 Nisan 1949'da başlayan yargılama 15 Ekim 1950'de sona erdi. "Cinayeti milli duygularla işledim" diyen Ertekin için mahkemenin "Türk Milleti adına" açıkladığı ceza 4 (yazıyla dört) yıl oldu!

Ve Ertekin, aynı yıl çıkarılan af yasasından yararlandırılarak tahliye edildi.

Soruşturmalar, davalar, tutuklamalarla geçen 41 yıllık yaşamına iki şiir kitabı (Dağlar ve Rüzgâr, Kurbağanın Serenadı), beş öykü kitabı (Değirmen, Kağnı, Ses, Yeni Dünya, Sırça Köşk), üç roman (Kuyucaklı Yusuf, İçimizdeki Şeytan, Kürk Mantolu Madonna) ve beş çeviri sığdıran, önemli bir bölümü edebi değer taşıyan yüzlerce mektup bırakan Türkçe'nin en büyük seslerinden Sabahattin Ali'yi öldürdüğünü itiraf eden katili, devlet "milli duygular koalsiyonu"yla serbest bırakmıştı!



Abdi İpekçi'nin katili nasıl kaçırıldı, nasıl korundu?
Abdi İpekçi cinayetini ve ardından yaşananları hatırlayın...
İpekçi, 1 Şubat 1979'da, İstanbul'da evine giderken ülkücü Mehmet Ali Ağca'nın düzenlediği silahlı saldırıda katledildi. Ağca, cinayetten yaklaşık beş ay sonra, 25 Haziran 1979'da yakalandı. Dönemin Sıkıyönetim Askeri Savcısı Ahmet Koç, yıllar sonra, 2010'da, NTV'de Can Dündar'ın sorularını yanıtlarken "polis yakalandıktan sonra katilin evini aramak için iki hafta bekledi, üzerinden çıkan adres ve telefonları tam 1,5 ay boyunca araştırmadı" açıklamasını yapacaktı.

Sıkıyönetim Komutanlığı da, polisin istediği ek sorgu süresini vermeyi uygun bulmadı. Dönemin İstanbul Sıkıyönetim Komutanı emekli orgeneral Necdet Üruğ da aynı programda, "polisin ek süre istediği zamana kadar verilen süreyi zaten değerlendirmediğinin görüldüğünü, polisteki ideolojik kamplaşmanın tetikçinin kaçırılmasına neden olabilir düşüncesiyle sorgu için talep edilen ek süreyi vermediklerini" açıkladı.

Peki ne oldu?
Tetikçi Ağca "polisin elinden kaçmasın" diye götürüldüğü Maltepe Askeri Cezaevi'nden, yakalandıktan tam 128 gün sonra, 25 Kasım 1979'da asker yardımıyla kaçırıldı! O sırada Maltepe Cezaevi'nde askerliğini yapan er Bünyamin Yılmaz, CNN Türk'te Rıdvan Akar'ın sorularını yanıtlarken "Ağca'yı kaçırmam için bana emir verildi. Oral Çelik'in verdiği para ve silahları cezaevinde Ağca'ya teslim ettim. Onu asker elbisesi giydirerek kaçırdım" diyecekti.

Gıyabında yapılan yargılamadan sonra Ağca önce idam cezasına çarptırıldı. İdam cezası daha sonra ağırlaştırılmış müebbete çevrildi, gasp suçları da cinayet suçuyla içtima edilerek bu sürenin içine kondu. Ancak müebbet hapis cezaları, "Rahşan affı" olarak bilinen düzenlemeyle 10 yıla indirildi. Böylece Ağca'nın cinayet ve gasp suçları için yatacağı süre de 10 yıla düşürülmüş oldu!

Ağca, cezaevinden ve Türkiye'den kaçırıldıktan sonra Papa II. Jean Paul'e suikast girişiminde bulunma suçundan İtalya'da 19 yıl 1 ay cezaevinde tutuldu ve 14 Haziran 2000'de Türkiye'ye iade edildi. Ancak İtalya'da yattığı süre Türkiye'de zaten 10 yıla indirilmiş bulunan cezasından düşüldü ve Ağca bütün dünyayı şaşırtan bir kararla 12 Ocak 2006'da tahliye edildi! "Yanlışlıkla" tahliye edilen ilk ülkücü katil Ağca değildi! Yapılan itirazın ardından "yanlışlık" yapıldığı kararına varıldı ve serbest bırakılan Ağca 8 gün sonra cezaevine döndü ve 18 Ocak 2010'da tahliye edildi.

Böylece, İtalya'da yaralama nedeniyle 19 yıl 1 ay hapsedilen Ağca'nın, Türkiye gazeteciliğinde büyük bir iz bırakan Abdi İpekçi'yi öldürmek ve gasp suçları için sadece 10 yıl cezaevinde kalması yeterli görülmüştü. Ve on yılın arasına "yanlış bir tahliye" teneffüsü sokuşturmak da ihmal edilmemişti!

Benzer cinayetlerde devlette devamlılık ilkesi hiç aksamadı. Misal, Bahçelievler katliamından sonra yakalanabilen katiller, tam beş yıl önce, hem de Dünya Hukuk Günü'nde serbest bırakıldı.



Bahçelievler: Reis ve İdi Amin'i iş başında
Evet, Bahçelievler katliamı... Bu köşede defalarca yazılan hikâyeyi hatırlayalım.
Sene 1978, 8 Ekim'i 9 Ekim'e bağlayan gece. Yer; Ankara'da Bahçelievler semti. Ülkücülerin "Reis"i Abdullah Çatlı'nın yaptığı plan akşam saatlerinde yürürlüktedir. Ekip, bölgeyi iyi bilmektedir. Zira, ülkücülerin "İdi Amin"i Haluk Kırcı, eylemden önce Bahçelievler'de keşif yapmıştır.

Ekip, 8 Ekim 1978 akşamı Bahçelievler 15. Sokak'taki 56 numaralı apartmanın önündedir. Hedef, 2 numaralı dairedir. Evet, 56 / 2. Bu numaradan koyarlar yapacakları işin adını; "5-6-2 / Tamam Reis!"

Kırcı kapıya gizlice kulak verir, içerde en az birkaç kişi olduğunu rapor eder. "Sürümden kazanacakları" bir grup olduğuna göre, eyleme geçilmesine karar verilir. Ercüment Gedikli "Dadaş Kahvesi"ne giderek destek için Ömer Özcan ve Duran Demirkan'ı bulur. Saat 22:00 sıralarında 56. Sokak'a geri dönülür. Demirkan sokakta, Özcan apartmanın önünde "gözcü" olarak bırakılır.

Silahsız öğrenciler bayıltıldı ve...
"Reis" Çatlı da sokakta otomobilinin içinde beklemektedir. Haluk Kırcı, Ercüment Gedikli, Mahmut Korkmaz ve Kürşat Poyraz gizlice apartmana girerler. 2 numaralı dairenin kapısında silahlarını çekip, zili çalarlar. Birazdan aralanan kapıya yüklenirler, ellerinde silahlarla artık içerdedirler.

Evde, hepsi Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi olan 5 üniversite öğrencisi vardır. Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Bölümü öğrencisi Serdar Alten (23), Ankara Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi öğrencisi Hürcan Gürses (26), Ankara İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi Gazetecilik Bölümü öğrencisi Efraim Ezgin (23), Hacettepe Üniversitesi İstatistik Bölümü öğrencileri Latif Can (20) Osman Nuri Uzunlar (20).

Baskın, gençler televizyon izlerken yapılmıştır. Cinayet ekibi biraz şaşırmıştır, zira öğrencilerin hiçbirinde silah yoktur!

Olsun, Reis planı yapmış, İdi Amin harekete geçmiştir artık. Öğrencilerin ellerini arkadan bağlayıp, yüzüstü yere yatırırlar. Ancak evdekilerin sayısı tahmin ettiklerinden çok olunca Çatlı'ya danışmaya karar verirler. "Bekleyin" der Çatlı ve birazdan elinde eter ve pamukla gelir. Öğrenciler, önce eter koklatılarak bayıltılırlar.

Bu sırada kapı çalınır. Zili çalanlar, yine TİP üyesi olan öğrenciler Faruk Erzan ve Salih Gevence'dir, arkadaşlarını ziyarete gelmişlerdir. Onlar da içeri alınır. "2-3 komünist"i temizlemek için girdikleri evdeki öğrenci sayısı 7'ye çıkmıştır!



Çatlı'nın talimatıyla başlayan katliam
Yine Çatlı'ya danışırlar. Çatlı'dan gelen talimat üzerine son gelen iki öğrenci, dışarıda bekleyen otomobile bindirilir. Yanlarına da Haluk Kırcı ile Kürşat Poyraz oturur. Farları yakılmayan araç Eskişehir yoluna doğru hareket eder ve bir süre sonra bir tarlanın yanında durur. Faruk Erzan ve Salih Gevence araçtan indirilir, 500 metre kadar tarlanın içine götürülür. Kırcı ve Poyraz silahlarını çekip, biraz önce arkadaşlarını ziyarete gelmiş iki genci, kafalarına ateş ederek öldürürler.

İki kişi tamamdır, ama işin büyüğü evdedir, hemen Bahçelievler'e dönerler. Plana göre evde bayıltılmış olanlar da ikişer ikişer Eskişehir yoluna götürülecektir. Önce yavaş yavaş uyanmaya başlayan Serdar Alten'i otomobile taşırlar. Ancak o sırada yoldan geçen bir polis aracı Çatlı'yı kuşkulandırır. Acaba, tarlada öldürdükleri iki öğrencinin cesedi mi bulunmuştur?

Bu kuşku üzerine plan değiştirir Çatlı, plan evin içinde icra edilecektir! Ama nasıl yapılacaktır bu iş? Aralarında tartışırlar. Pratik öneri İdi Amin'den gelir, yani Haluk Kırcı'dan. Bayıltılanlardan Osman Nuri Uzunlar'ı mutfağa götürür tel askıyla boğmaya çalışır. Ama hemen ölmez delikanlı, bu kez yüzüne var gücüyle havluyla bastırır ve boğar Kırcı.

Diğerlerini boğmak zor gelince...
Geride dört delikanlı daha vardır ve boğma işi biraz uzun sürmektedir. Bu kez Kırcı plan değiştirir. Tarladaki cinayette kullanılan silahı alır, ardından "Siz dışarı çıkın" der üç tetikçi arkadaşına. Ve odaya dönüp, elleri arkadan bağlı dört öğrenciye ateş açar.
Misyon tamamdır! Evlerinde televizyon izleyen 5 öğrenci ile onları ziyarete gelen 2 arkadaşları başarıyla katledilmiştir! Abdullah Çatlı otomobille binanın önüne gelir ve hep birlikte uzaklaşırlar.

Karşı binada oturan ve silah seslerini duyan iki polis, kapısını kırarak girdikleri dairede vahşetle karşılaşırlar. Ancak, gençlerden Serdar Alten ölmemiştir. Saldırganları tarif eder ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'ne kaldırılır.

Ekip, haberlerden bir kişinin ölmediğini duyunca Ankara'yı terk etmeye karar verir. Çatlı, memleketi Nevşehir'e, Kırcı da memleketi Erzurum'a gider. Bu arada ağır yaralı olan Alten savcıya ifade verir. Ülkücülerin saldırdığını, "Reis" diye hitap edilen biri olduğunu, "34 PD" plakalı bir aracı kullandıklarını anlatır. Alten 8 gün dayanacak ve o da 17 Ekim 1978'de hayatını kaybedecektir.

Çatlı yakalanır ve İstanbul'a götürülüp bırakılır!
Polis önce aracı bulamaz. Ancak Nevşehir-Avanos yolundaki bir akaryakıt istasyonunda yapılan bir ihbar sonucu "34 PD 137" plakalı araç bulunur. Ancak 34 rakamı, aslında "06" olan plakanın üzerine kartonla yapıştırılmıştır. Nihayet, aslında "06 PD 137" olarak tespit edilen gerçek plaka, ülkücü Mustafa Mit'e ait çıkar!

Mustafa Mit, askeri savcı Enis Tunga'ya, aracın örgüt için alındığını ve (Ülkü Ocakları Derneği Genel Başkanı) Muhsin Yazıcıoğlu ile (yardımcısı) Abdullah Çatlı'nın kullanımına verildiğini anlatır.

Abdullah Çatlı 8 Kasım 1978'de Adapazarı'nda yakalanır, ama olay yeri Ankara'ya değil, İstanbul Emniyeti'ne götürülür ve orada bırakılır!

Peki sonra?
Kısa cevap, bazılarını Kahramanmaraş katliamında da gördüğümüz bu katillerin devlet nezdinde "kahraman" olduğudur! İki kişi zaten yakalanamaz. Abdullah Çatlı, devletin emin adamı olarak çalışırken, malum, 3 Kasım 1996'daki trafik kazasında, yanındaki emniyet müdürü Hüseyin Kocadağ ile birlikte hayatını kaybeder. Evet Çatlı, sözüm ona aranmaktadır, ama yanında sadece emniyet müdürü değil, o sırada iktidarda olan DYP'nin Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak da bulunmaktadır. Kaza yapan araç da, Urfa'da "korucubaşı" olarak bilinen Bucak'ındır.

Tansu Çiller'in "Başbakan Yardımcısı" olarak "Devlet için kurşun atan da, yiyen de bizim için şereflidir" diye sahiplendiği Çatlı, bu Çatlı'dır.

Firari katilin nikâh tanığı
Peki İdi Amin? Sözüm ona idama mahkûm edilir, ama iki kez "yanlışlıkla" tahliye edilir! O yanlış tahliyenin ardından aranırken, yani firardayken Erzurum'da anlı şanlı bir düğün yapar. Firari katilin nikâh tanığı, o sırada Erzurum Valisi olan Mehmet Ağar'dır!

Uzatmayalım...

Abdi İpekçi'nin katili Ağca'nın Maltepe Askeri Cezaevi'nden asker desteğiyle kaçırılmasının ardından Abdullah Çatlı'nın evinde saklandığını, sonra Çatlı'nın memleketi Nevşehir'e gönderildiğini...

O sırada, sonradan Susurluk çetesinin kahramanı olan, eski Özel Harekât Daire Başkanı İbrahim Şahin'in de Nevşehir Emniyeti'nde çalıştığını...

O dönemde katiller için sahte pasaport matbaası gibi çalışan Nevşehir Emniyeti'nin pasaport bölümünde bir süre sonra yangın çıktığını, bütün evrakın yok edildiğini...

Devlet görevlisi-siyaset-mafya ilişkilerini ortaya döken Susurluk skandalından sonra, emniyetin sözüm ona aradığı Abdullah Çatlı'nın, Emniyet Özel Harekât Daire Başkanı İbrahim Şahin ile halay çekerken fotoğraflarının ortaya çıktığını...

Halaya, Ömer Lütfü Topal cinayetine karışan özel harekâtçı polislerin de eklendiğini...

Çatlı'ya Mehmet Ağar imzalı ruhsatlar, belgeler verildiğini uzun uzun anlatıp canınızı daha fazla sıkmayalım.

Bir heykel kadar kararlı devletimiz malum, yine iş başında, iz peşinde; gazeteciler, yazarlar, siyasetçiler, insan hakları aktivistleri hapiste.

Velhasıl Sabahattin Ali cinayetinden 70, Bahçelievler katliamı ve Abdi İpekçi cinayetinden 39 yıl sonra aynı yerdeyiz. Umut etmekten başka çare hissedemeyecek kadar umutsuz bir yerde...

Hiç olmazsa unutmayalım. Katledilen insanların hatırasına, hunharca cinayetlerde yakınlarını kaybedenleri bir ömür boyunca yaralayan acılara hürmet için unutmayalım.

Yaptıklarının utancını, kıydıkları insanların tertemiz hayatlarıyla birlikte devletin koruduğu katillerin boynuna asmak için, unutmayalım...

* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
Alıntı ile Cevapla
  #2546  
Alt 17-05-2022, 22:39
Şüpheci Dinsiz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Şüpheci Dinsiz Şüpheci Dinsiz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.586
Standart


* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
Alıntı ile Cevapla
  #2547  
Alt 24-06-2022, 19:17
Şüpheci Dinsiz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Şüpheci Dinsiz Şüpheci Dinsiz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.586
Standart

https://ekmekvegul.net/category/girl...-o-experiencei

‘Girlfriend experience'mış, ben anlatayım canım size o ‘experience'ı...



Yoksul mahallelerde yoksul kız çocuklarının mahallelerin kıyısına çöreklenen AVM'lerde, rezidanslarda zengin mafyatik tiplere neden ve nasıl 'girlfriend experience' sunduklarından bahsedelim.

Sevda KARACA

DW öncülüğünde kurulan mini belgesel kanalı +90 nisan ayında yayımladığı 12 dakikalık bir videodan kısacık bir kesiti Twitter'da paylaştı, tartışmalar harlandı. Videoda Yasemin takma isimli bir kadının söylediklerinden Twitter'da tartışmalara sebep olan kesit ise şöyle: "Ben girlfriend experience (kız arkadaş deneyimi) çalışıyorum burada. Birisiyle randevuya çıkıyorum ve işte belirli bir zaman için bir para alıyorum. Bazen seks olmuyor bile. Ya da çok az oluyor. Üniversite bitirdim, sanatçı oldum. Onlarda bu kadar becerikli değilim gibi geliyor bana. E tabii hızlı para da… Yani şimdi haftada 50 saat çalışıp benim kazandığım parayı kazanamıyor insanlar. Ben 4 saat çalışıyorum günde."

"Girlfriend experience"mış, ben anlatayım canım size o "experience"ı...

Bugün İstanbul'un dört bir yanında yoksul mahallelerde yoksul kız çocuklarının mahallelerin kıyısına çöreklenen parlak ışıklı AVM'lerde, onların az ötesine konuşlanan bin daireli rezidanslarda zengin mafyatik tiplere neden ve nasıl "girlfriend experience" sunduklarından başlayayım mesela.

'EMPOWERING' KLİŞESİ
Tuzla'da, Esenyurt'ta, Küçükçekmece'de gözlerini dünyaya açtıklarında nesilden nesile yaşadıkları yoksulluğun içine doğduklarını gören genç kızlar, kendilerine kader diye biçilen yoksulluk elbisesini yırtmak için okul önlerinde, parklarda günlük kiralanmış lüks arabaların oralarda herkesin bildiği sinyallerine el edip, biniyorlar arabalara. Önce o AVM'lere gidiliyor, birkaç pahalı içecek, belki bir güzel elbise, hadi bir de bir makyaj malzemesinden sonra çevredeki günübirlik kiralanan rezidans dairelerine gidiyorlar. Karşılığında üç kuruş para alan da var; AVM'deki "lüksü" yeterli sayan da. Çoğunun, o haberde anlatıldığı gibi aplikasyonları filan yok. Yoksul mahallelerin kendiliğinden işleyen aplikasyonları çalışıyor orada çünkü. Dilden dile, kulaktan kulağa aplikasyonu. Çoğu bu yaşadıklarının tecavüz olduğunu dahi bilmiyor. Tek istedikleri, hayatlarında birkaç saat için bile olsa "hayatı yaşıyormuş gibi" hissetmek. Sosyal medyada gördükleri gibi birkaç saat geçirmek.

Çoğu, "Üniversite bitirdim, sanatçı oldum ama onlarda seks işçiliğinde olduğum kadar iyi değilim" diyebilme şansına filan da sahip değil. Çünkü üniversiteye gitme şansları da yok. Haftada 50 saat çalışıp yorgunluktan ölmenin ne demek olduğunu da herkesten iyi biliyorlar, çünkü ana babaları aynen o koşullarda çalışıyor. Zaten kendilerine vaat edilen en iyi şey de o; haftada 50 saat çalışabilecekleri bir işlerinin olması. Anne babaları gibi olmak, onlar gibi yaşamak, onlar gibi çalışmak, onlar gibi ölmek istemiyorlar. Arzuları var yaşama dair, hayattan ufak beklentileri var; güzel giyinmek, parayı düşünmeden arkadaşlarıyla eğlenmek gibi. Buna ise imkanları yok. Asla olmayacağını da çok iyi biliyorlar. Okul önlerini, AVM kafelerini mekân belleyen mafyatik tiplere bedenlerini satarak birkaç saatliğine de olsa bu deneyimi yaşamak istiyorlar. "Politik alanı olan, seçilmiş ailesi olan, terapi alan yani kendine yatırım yapabilen ve kendini doyurabilen"* insanlar olmadıkları için, bedenlerini satın almak isteyenlerin karşısında "bir eşitlik de sağlayamıyorlar."* "Güçlü hissetmek", neydi adı, "empowering" de değil mesela sonuç. Çünkü "empowering" diye satılan klişe, kendilerini sosyal medyada gördükleri gibi birkaç güzel saat geçirince iyi hisseden yoksul genç kızların sahip olabildiği, bu koşullar altında olabileceği bir şey değil.

Büyük kısmının ödü kopuyor duyulacak diye. Çünkü duyulsa, karşı karşıya kalacakları şey yaşamlarının ellerinden alınması. En iyi ihtimalle okuldan alınıp eve kapatılmaları. Haberlere konu bile olamayan ne çok "intihar vakası" yaşanıyor o rezidanslarda, biliyor musunuz? Ya da hastanelik olacak kadar korkunç bir cinsel şiddet, işkence yaşadıkları için ailesinin durumdan haberdar olduğu, bu nedenle de apar topar akrabaların yanına köye gönderilen, olayların üstünden biraz zaman geçtikten sonra kendinden büyük adamlarla evlendirilen, sürgit bir şiddetin ortasında bir süre sonra doğurduğu çocuklarla kalan ne kadar yoksul genç kadın olduğundan haberiniz var mı? Ya da her gün kaç genç kadının hamile kaldığı için kendi kendine düşük yapmaya çalışırken hastanelik olduğunu, yereldeki derneklere, güvenilir buldukları kadınlara eğer bu hamileliği halletmezse ailesinin onu canından edeceğini söyleyerek başvurduğunu biliyor musunuz?

BUNLAR YEŞİLÇAM FİLMİ SAHNESİ DEĞİL
Bir de büyük çoğunluğu erken yaşta evlenmiş/evlendirilmiş, bütün ömrü şiddetle ve yoksullukla geçmiş, hakeza boşanmış ya da terk edilmiş, çocuklarıyla hayata tutunmaya çalışan kadınlar var. Çalışsa çocukları bırakacak yer, çalışmasa boğazdan geçirecek bir lokma ekmek bulamayanlar. Bir süre direnip sonunda ya kira için ya haftalık erzak için ya birikmiş borcu kapatabilmek için ev sahibiyle, market sahibiyle, eli para gören bir işçi taşeronuyla yatmak zorunda olanlar örneğin. Eğer bu adamlar kendilerine imam nikahı kıyıp, ikinci ya da üçüncü eş olarak "düzenli" bir hayat sunuyorlarsa 3-5 sene, kendini şanslı sayanlar… Değilse, mahallede bir ev, mahallenin yanı başında kurulan rezidanslarda günlük kiralık daire olmak üzere iki hayat yaşayıp, kendine mukayyet olsun diye de deneyimli bir "abla" ya da pezevenk tutup hayatta kalmaya çalışanlar… Yine "empower" olamadılar ama hayatta kaldılar işte.

Bunlar Yeşilçam filmi sahnesi değil. Bu kadınlar da bu hayatlar da gerçek. Bizim bildiğimiz, o mahallelerde birlikte yaşadığımız, başı sıkışınca, ailesi tarafından evden atılınca, mahalledeki çetesi, kadın taciri mafyası tehdit edince, namus bekçisi bir esnafın linçine uğrayınca, hamile kalınca, boğazına bıçak dayanınca, boş senede imza attırılıp milyarlık borcun altına sokulunca başvuranlarımız.

Evet kardeşim, aynen, bedenini satmak da rıza da onay da sınıfsal, her şey gibi.

BU NORMALLEŞTİRMELER NEDEN TEHLİKELİ?
Üniversite bitirip sanatçı olan ve ama bu işi tercih eden Yasemin, bu işi kendisi için tümüyle güvenli hale getirmenin bir yolunu bulabilir mi? Doğrusu sanmıyorum. Bence videonun tamamı izlendiğinde bunu ortaya koyan ipuçları da veriyor zaten. Ama videoyu editleyenler, söylemek istediklerini söyleten cümleleri kesip ortaya bir "anlatı" çıkarmış. Bu anlatı, hayatını bedenini satarak sürdürmek zorunda olan ya da böyle geçinmese bile, hayattan küçücük beklentileri, en insanca şeyleri ancak bedenlerini satarak elde edebilecek çok fazla sayıda kadını ve kız çocuğunu büyük bir tehlikeye atıyor.
Bu video ve sosyal medyada yaygınlaştırılan kesit, onun üstünden sürdürülen normalleştirme çabaları neden tehlikeli söyleyeyim. Yoksulluğun dibe, işsizliğin tavana vurduğu, işi olanın insanlıkdışı koşullarda çalışıp insan gibi yaşayamadığı, gençlerin gelecek göremediği ama çağın ruhunun hep tüketmeyi, çok tüketmeyi ve bunu çok göstermeyi vaaz ettiği dünya halinde; kendilerine reva görülen yoksulluk, eğitimsizlik, işsizlik, geleceksizliği öfke duyulacak, mücadele edilecek, yıkılacak bir düzenin kendiliğinden sonucu olarak değil, kendi beceriksizliklerinin ya da ailelerinin beceriksizliğinin bir sonucu olarak gösterdiği için... Bir "tercih" yanlışlığı olarak imlediği için.

Yoksul kadınlar, bu videodaki türden "doğallaştırmaları" bütün sınıfsal sonuçlarıyla çok ağır biçimde yaşıyor. Kadınlar üzerinde tahakkümün, kadınların bedenlerinin "kullanılması hakkının" yeniden üretilmesi anlamına gelen bu türden normalleştirmeler, alınır satılır bir mal haline getirilen bedenlerin "sınıflı" olduğu gerçeğini de gözlerden saklıyor. O bedenlerin "rıza"larının, aslında bu toplumda yaşayan herkes gibi inşa edilmiş, esasen de sınıfsal zora dayalı bir rıza olduğunun da üstünü kapatıyor bu söylemler.

‘İLERİCİ' MAKYAJLI MUHAFAZAKARLIK VE STATÜKOCULUK
Sınıflı bir toplumsallığın, erkek egemenliğinin, heteroseksizmin norm olduğu koşullarda adına istendiği kadar "rızaya dayalı" densin, böylesi bir cinsel edim eşit cinsellik olamaz. Her kim ki "hayır öyledir" diyorsa, erkek egemenliğinin ve sınıflı bir toplumda yaşadığımız gerçeğinin de üstünü örtmeye çalışıyordur. Ayrıca; "kendisi tercih etmiş, rızası var, yapıyor, ne var bunda" türünden yerçekimsiz dünya analizleri, fuhuşun sadece fuhuş yapanların değil, bütün güçsüzleştirilmişlerin, ezilenlerin üzerinde tahakküm kurulacak bir cinsellik nesnesi olarak imlenmesi anlamına geldiğinin de üstünü örtüveriyor.

Bedeni ve cinselliği satın alınacak, kullanılacak, değiş tokuş edilecek bir metaya indirgemenin tüm kadınları ve ezilenleri etkilediğini, yalnızca "rıza gösterip, tercih edenin" bireysel meselesi olmadığı, toplumsallığı, ilişkiselliği olduğu gerçeğini de görmezden gelmemizi istiyor.

"Tercih, rıza, istek" türünden ideolojik incir yaprağı kavramlarla yapılan şey; kapitalizmin, burjuva ideolojisinin temel varsayımlarına, yani hegemonik olana sırtını yaslayarak bize "ilericilik" taslamak. Hayır kardeşim, ilerici olan bu değil. Fuhuşa ilişkin özsel bir tartışma yapan herkesi kadınların hayatlarını hiçe saymakla, seçim hakkını, iradesini tanımamakla itham eden bu türden yaklaşımların bizatihi kendisi muhafazakâr ve statükocu. Çünkü bu anlayış özünde, fuhşun varlığını "erkeklerin doğal ve durdurulamaz cinsel ihtiyaçlarının olduğunu" kabul ederek, cinsellik alışverişini bu "ihtiyacın" karşılanmasının bir yolu olarak meşrulaştırırken erkek egemen sistemin sürekli yeniden ürettiği kodlara yaslanıyor. Cinsel özgürlük ancak tüm baskı ve sömürü biçimlerine karşı verilecek daha büyük çaplı mücadele sonucu elde edilebilir. Erkek egemen sınıflı toplumun kendini güçlendirecek şekilde bıraktığı boşlukları boş özgürlük ve tercih kavramlarıyla doldurarak değil.

Cinselliğin parayla alınıp satılan bir meta haline getirilmesini olağan ve doğal hale getirmeyi ve rıza kılıfı giydirmeyi eleştirenlere "muhafazakar, ahlakçı" yaftası yapıştırmak en kolayı. Oysa muhafazakâr olan ve statükoları canhıraş sürdüren bu söylemin ta kendisi. Çünkü bu anlayış özünde, ancak bedenlerini satarak hayatta kalma olanaklarına sahip olabilen (o da ne kadar mümkün olabilirse) çoğunluğu yoksul kadın ve LGBTİ'lerin gerçekliğini değil, az sayıdaki "tercih yapabilme, bedenini kendi isteği ve arzuları uyarınca bir iş nesnesi haline getirebilme" imkanına sahip bir azınlığın "özneliğini", "tek ve tartışılmaz, olağan ve kabul edilmesi zorunlu" gerçeklik haline getiriyor. Tıpkı aslında bir azınlık olan sermayenin çıkarlarının ve varoluş koşullarının tüm sınıfların çıkarı ve gerçeği olduğunu vazeden burjuva ideolojisinin gerçeklik inşası gibi. Hayır, hepimiz aynı gemide değiliz. Çünkü küçücük insani şeylere erişmek için yahut da hayatta kalabilmek, çocuklarını hayatta tutabilmek için başka hiçbir imkanı olmayanlarla, bir çeşit özgürlük hissi, bir çeşit tabukırıcılık, bir çeşit "kavrambükücülük" için bedeni satmayı normalleştirmeye çalışanlar geminin aynı kamarasında değil. Söylem yoluyla ifade edilen şeylerin maddi dünya gerçeklerini belirlediğini savunan, hiçbir nesnel doğrudan emin olunamaz, gerçekliğin asla bilinemez olduğunu söyleyerek bireyin "andaki oluşunu, hissini, tercihini" nasıl ifade ediyorsa onu dokunulmaz gerçek olarak kabul etmemizi isteyenlerle fikir ortaklığımız yok.

BİZİM TERCİHİMİZ...
Evet; cinsiyetler arasındaki ilişki bir "tahakküm ve itaat" ilişkisi olarak kurulduğu sürece ve bunun maddi zemini ortadan kalkmadığı sürece fuhuş toplumsal bir gerçeklik olmaya devam edecek. Kadın bedeninin sömürüsü üzerine kurulu cinsellik alışverişi dev bir sektör olarak kâr üretmeye devam edecek. Kadınları eşitsiz güç ilişkilerine mahkûm eden düzeni dokunulmaz kılıp, kadın bedeninin cinsel bir metaya dönüştürülmesiyle "arz-talep" oluşturulurken bu sömürünün meşrulaştırılması, normalleştirilmesi için türlü çeşit girişim de bazen bir belgesel olarak, bazen sosyal medya tartışması olarak, bazen bir yasa düzenlemesi olarak karşımıza çıkmaya devam edecek. Ve bunun sonuçlarını farklı kesimlerden, sınıflardan kadınlar, LGBTİ'ler farklı biçimlerde yaşayacaklar. Yaşıyorlar.

Ne postmodernizmin bizi itmeye çalıştığı "özgür seçim" tuzağına ne de gerici burjuva ahlakının bedenlerini satarak hayatta kalanları "ahlaksız, suçlu, düşkün" sıfatlarıyla hor gören, şiddet uygulayan, kriminalize eden ikiyüzlülüğüne mahkûm olmak zorundayız. Seks ticareti ağında hayatını kazanmak zorunda kalanların yaşamak zorunda bırakıldıkları korkunç koşullar, şiddet ve aşağılamaya sonuna kadar karşı çıkıp, hepimizin hayatının değerli olduğunu savunmaya ve hayatlarımızın korunması için mücadele etmeye devam ederken aynı zamanda fuhuş karşısında net bir tavra sahip olabiliriz.

Biz bunu seçiyoruz. Çünkü gerçek bir cinsel özgürlüğü kazanma mücadelesi de bunu gerektirir.

* Yasemin videonun bir yerinde müşterilerinin kendisine olan saygılı tutumunun nedenlerini böyle ifade ediyor.

Fotoğraflar: Soldaki +90'ın twitter hesabından paylaştığı haber videosu kesitinden ekran görüntüsü, sağdaki 'Kutu park' diye bilinen parkın fotoğrafı

* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
Alıntı ile Cevapla
  #2548  
Alt 25-07-2022, 22:40
Şüpheci Dinsiz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Şüpheci Dinsiz Şüpheci Dinsiz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.586
Standart

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarl...munizm-1961585

Sosyal demokrasi ve komünizm

Örsan K. Öymen
25 Temmuz 2022 Pazartesi


Komünizm kuramını ayrıntılı ve sistematik bir biçimde ilk defa geliştiren filozof Karl Marx'tır.

Marx, Sanayi Devrimi'yle birlikte ortaya çıkan kapitalizmde, üretim araçlarının mülkiyetine sahip sınıfın, üretici işçi sınıfını sömürdüğünü ve sömürüye dayalı bu sınıflı toplum düzeninin kaçınılmaz olarak yıkılacağını, çünkü sömürüye dayalı sınıflı toplum düzenlerinin sürdürülebilir olmadığını, kapitalizmin tarihsel ekonomik koşulların zorunlu bir sonucu olarak, sosyalizme ve komünizme yol açacağını savunmuştu.

Marx'a göre sosyalizm ve komünizm, kapitalizmin aksine, sınıfların ve sömürünün var olmadığı, emekçilerin emeklerine, ürettiklerine ve kendilerine yönelik bir yabancılaşma yaşamadıkları bir toplum düzenidir.

***

Ancak 20. yüzyılda Marx'tan esinlenerek Rusya'da, Çin'de, Küba'da, Kuzey Kore'de, Vietnam'da gerçekleşen siyasi devrimler, Sanayi Devrimi'ni yaşamadan sosyalizme ve komünizme geçmeye çalıştılar. Bu ülkeler Marx'ın öngördüğü biçimde kapitalizmden komünizme değil, feodalizmden "komünizme" geçtiler.

Rusya'da çarlık, Çin'de hanedanlık, Kore'de ve Vietnam'da sömürgecilik, Küba'da diktatörlük düzenlerinin bu devrimler sayesinde yıkılması nedeniyle, bu devrimler ilericidir. Ancak söz konusu ülkelerde sosyalizme ve komünizme geçiş süreci, Marx'ın öngördüğü biçimde gerçekleşmedi. Marx sosyalist-komünist düzene, Britanya, ABD, Hollanda, Belçika, Fransa, Almanya gibi sanayileşme sürecine giren ülkelerde geçileceğini savunuyordu.

Sosyalist-komünist olduğunu iddia eden ülkelerde, toplumcu bir çerçevede, eğitim, sağlık, kültür, sanat, bilim, teknoloji gibi alanlarda önemli gelişmeler gerçekleşmiş olsa da Marx'ın sözünü ettiği sömürüsüz, sınıfsız ve yabancılaşmamış bir toplum modeli de hiçbir zaman sağlanamadı. Aynı durum Doğu Avrupa'daki eski Varşova Paktı üyesi ülkeler için de geçerlidir.

Sosyalist-komünist olmak iddiasındaki bu ülkelerde üretim araçları özel mülkiyet statüsünde olmadığı için, tüm üretim araçları devletin kontrolünde olduğu için, sermaye sınıfının emekçi sınıfı sömürmesi söz konusu değildi. Ancak bu ülkelerde, devleti yöneten bürokrasi sınıfı ile emekçi sınıf arasında bir çelişki oluşmuştu ve bu anlamda yine sömürüye dayalı sınıflı bir toplum düzeni vardı. Bu ülkelerde emekçi sınıf, ekonomik açıdan ezilen sınıf statüsündeydi.

Oysa Marx'a göre sosyalizm ve komünizm, emekçi sınıfı fakirliğe mahkûm eden, emekçi sınıfın emeğine, ürettiklerine ve kendisine yabancılaşmasına yol açan, bireyin toplumcu bir bilinçle kendisini gerçekleştirmesine engel olan bir düzen olamazdı.

***

Sınıfları ortadan kaldırmak yerine, sınıfların arasındaki uçurumu asgari düzeye çekmeyi hedefleyen, bunu da özel sektöre alternatif güçlü bir kamu sektörü oluşturarak, sendikal hareketleri güçlendirerek, daha çok kazanandan daha çok vergi alarak, herkese ücretsiz ve nitelikli eğitim ve sağlık hizmeti sunarak sağlayan sosyal demokrasi, Avrupa'da bazı ülkelerde başarıyla uygulanmış bir modeldir.

1960'lı, 1970'li ve 1980'li yıllarda Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika, İsveç, Danimarka, Norveç ve Finlandiya gibi ülkelerde sosyal demokrat, demokratik solcu ve demokratik sosyalist partilerin iktidarda olduğu dönemlerde kurulan sistem sayesinde, bu ülkelerdeki emekçi sınıf, SSCB'deki, Çin'deki, Küba'daki, Vietnam'daki, Kuzey Kore'deki ve eski Varşova Paktı ülkelerindeki emekçi sınıftan daha iyi ekonomik ve sosyal koşullara sahipti.

Sosyal demokrasi, Marx'ın sözünü ettiği sosyalist-komünist model gibi ideal bir model olmasa da bugüne kadar uygulanabilir olduğunu kanıtlamış en adil modeldir.

***

Sosyal demokrasiye ihanet eden sahte sosyal demokratlar üzerinden genellemeler yapmak; şabloncu bir yaklaşımla, sosyal demokratları kategorik olarak emperyalizme ve kapitalizme hizmet etmekle suçlamak; kendi başarısızlıklarının faturasını sosyal demokrasiye çıkararak sorumluluktan kaçmak; sosyal demokratların da dünyanın dört bir yanında faşizm karşısında bedel ödediğini görmezden gelmek; monarşiyi, teokrasiyi ve feodalizmi yıkarak devrim yapan CHP gibi bir siyasi partiyi küçümsemek; bugüne kadar Türkiye'de sosyalist-komünist devrimi gerçekleştirmeyi başaramamış olan sosyalistlere ve komünistlere saygınlık kazandırmaz.

* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
Alıntı ile Cevapla
  #2549  
Alt 26-07-2022, 01:54
bilgivehis bilgivehis isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 30 Jul 2016
Mesajlar: 1.734
Standart

Yazar bir çelişkiye parmak basarken bir başka çelişkiyi de kendisi yapmış.
Yazarın söylediği bürokrasi ve işçi sınıfı çelişkisi yıkımı getirdiği doğru, ancak sosyal demokrat ülkeler o duruma dünyayı sömürerek ve katliamlar yaparak geldiler ve halen devam ediyorlar.
Devrim yapmış ülkelerin ise öyle bir sömürü ağı ve katliamları olmadı, aksine kendileri saldırıya uğradı.
Sosyal demokrat ülkelerin refahını övmek için onların asırlarca yaptığı sömürü ve katliamlardan elde ettikleri birikimden de bahsetmek gerekir.
Kısaca o ülkeler dünyayı sömürmeden o refahı elde edemezlerdi.
Alıntı ile Cevapla
  #2550  
Alt 01-08-2022, 00:17
Şüpheci Dinsiz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Şüpheci Dinsiz Şüpheci Dinsiz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.586
Standart


* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
daha kötü şeyler... dolfen Konu-dışı 4 18-06-2017 21:15
Küçük (!) Şeyler Pesimist89 Yeni Üyeler 50 15-05-2016 20:05
Çernobil Faciası'nın Kalbinde Bir Şeyler Hayatta Kaldı! Nevandaar Fizik 0 30-11-2013 19:12
insanın aklına farklı şeyler geliyor aspartam İslam 41 30-03-2006 00:13

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 06:07 .