Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > Felsefe > Dil, Mantık & Zihin Felsefesi

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #11  
Alt 05-05-2017, 01:45
pianola - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
pianola pianola isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Super Moderator
 
Üyelik tarihi: 22 Oct 2014
Bulunduğu yer: Platon'un Mağarası
Mesajlar: 1.906
Standart

@Postalabd, Searle alıntısını bir altyapı olarak koydum, şimdi yazacaklarımda pyrrhon konusundaki sorunun cevabı var.

Postalabd Diyor ki
İnsanlar dilleri( türkçe vb gibi) ile bilgiyi anlatıyorlar .peki bu aynı dil ile mi düşünüyorlar.Düşünceler de dilin bir anlamı varmı?
(sorunun bağlamını da izin verirsen biraz genişletiyorum, çünkü "aynı dil ile mi" demeden önce, dilin nasıl bir şey olduğunu ve düşüncenin /insanın varlığının-eyleminin neresinde durduğunu anlamak gerekir)

bir cevap üretmek için, Kant'ın (hatırladığım kadarıyla PUE'de) sorduğu şu soru üzerinden yola çıkılabilir: yüklem kavramı, özne kavramının içinde midir, dışında mıdır? Dili anlamak için bence ilk olarak bunu gerçekten sormak durumundasınız çünkü insanda, -fenomenal görü-nün belli bir türde kavramlaşımı, 'bilgi' "kavramının" türemesidir aynı zamanda (kavram gerçekten bilgidir veya değildir, bu önsel olarak fenomende içerilmez, fakat o bir tür duyum tarzının olumlayıcısıdır [sonradan empirik bilgiye erişim-kökeni olacaktır], bu yüzden her dil bir noktaya kadar sentetik sayılır), buradan hareketle, bedensel duyum, yani fiziki olgunun duyumsanması, eğer ilgili oluşa dair kavramlaşıma paralel sentetik olarak içerilebilmekteyse, bu durumda fenomenin kavramının "empirik" olduğu anlaşılabilir, ve Locke'un söylediği gibi, duyum olmadan ne bir imleme mümkün olabileceği, ne de imler ilişkilendirilebilecekleri için, duyumsuz tasavvur en başından itibaren mümkün değildir, dolayısıyla yüklem kavramı, özne kavramının ne içinde ne de dışındadır, ancak yüklem, «özne fenomeninin kendisini eyleyişidir», ve öznenin tüm eylemi de yüklemin niteliğinden çıkar (özneyi var kılan, fiziyolojik bir reaksiyon olarak yüklemin imlenmesinden çıkan eylem-e- istencidir). Demek ki öznenin kendi fenomeni dair her şey, 'duyumsal' olup, fenomenal bir görü olarak 'olgu bağlamı' anlamında sentetik bir harekettir, dolayısıyla olgu bağlamları ilişkilendirildikçe, bilincine varılan tasarılar da genişleyecektir (bu aynı zamanda tasarının yaratılmasıdır), bu yüzden yeni bir dil sistemi öğrendiğinizde, gelişken im(ge)lem-ilişkileri kurabileceğiniz için, kavramsal olanaklarınız da aynı oranda artacak.

(gramerik dil, bu olgu kümesinin neresindedir?)
  • Dil, "duyu(m)sal" olan bir "imleme & iletme" sistemidir (anlaşılan bir «dağınıklığın», ifade için bir şekilde düzenlenmesidir).
  • Yapısal bir şey olarak, süreğen bilinçaltı itkilerin yüzeye ulaşmalarından itibaren anlamın nesnesini yaratır, ve bu nesnelerin bağlamlarını kurar.
  • Dil, anlamları imleyen bir gösterge dizisidir (dağınıklıktan çıkan bir düzenleme olarak, önsel dağınıklığın izini de kendi olgusunda gösterir).
  • Dilin incelenmesinin merkezi-yeri yoktur, sadece evrimsel-dil olgusundan hareketle, dilbilimin kendisi vardır.
  • Son kertede dil, olduğu gibi, "toplum" denilen varlık-olgusunun içinden çıkar, fakat dili önceleyen ifade istencinden çıkan imlemeler (sonradan: söze-gelim vs.), bebeklikten itibaren tamamen bireyin anlığındandır (toplumun kendi olgusuna dair bir şey içermez).

İnsanı ele alırsak, ses ve sembol ile iletişimin asli olarak seçilmiş olması, toplumsal tabanda tamamen anlamın ivmesine dair adaptatif (rastsal-evrimsel) bir durumdur /anlamın negatif dialektiği : etken-edilgen ilişkisinde, öznenin öz-yapıbozumunun yaşamı idame ettirebilmek adına en zahmetsiz yoldan halledilmesi. Ses ve sembolde anlam içerilme yetisinin kazanımını ve evrimini akılda tutarak, tüm anlıkları sabitleme fonksiyonu olan imlemleri anlamak gerekirse; mesela biz gündelik dilde "oda" dediğimizde, 4 duvarlı 3 boyutlu bir küpü değil, "içinde barınılan şey"i bilince çekeriz, yani yüklemin bilinçsiz çekimi "barınma" fenomeninin psikolojik kaydıdır, veya an içinde, şimdi okuduğunuz felsefi eleştiri tümcesinin bilincine varmanızdan hareketle, "4 duvarlı 3 boyutlu bir küp" resmini, 'benim-için-oda-olmak' kavramındaki içkinliğinden söküp, onun özne fenomenimize bağlamını ne şekilde tasarlayabileceğimizi soruşturmaya başlarız. Bunun gibi, hafızada belirli imlerle imlenmiş her temel sözcüğün, sadece duyumsal bağlamları vardır, ancak her temel sözcüğün içinde birden fazla olgu bağlamı da çoğunlukla bulunuyor, çünkü dili oluşturan fiziyolojik öğeler, sadece görsel değil, + işitsel + dokunsaldır, bunların nesneleri ise (ses gibi) dilin kendisine asla indirgenemez, ancak «düşüncenin gereçleri» olarak anlaşılabilirler, dolayısıyla imlerin temeli süreğen olarak 'kaygan' ve/ya 'bulaşıcı' haldedirler. Düşünceyse özne-bilinçleri ile dış-dünya duyumları arasındaki fizikokimyevi ilişkiden doğduğu için, her şeyin temeli, duyumun nöropsikolojisi dediğim «algı»nın, kendini, istençten bağımsız_dayatmasıdır.

Duyumsal bağlamlar, biyolojik»psikolojik bağlamlar oldukları için, tüm dillerin dünyadaki varlıkları nesneldir (bilinmeyen herhangi bir dilin sistematik olarak tercüme edilebilmesi, bu yüzden mümkündür), ancak fenomenolojik bağlamda, bir dilin gramerik yapısı, o dili konuşan öznenin özdünya fenomenini de tasarlıyor, çünkü aklın psikolojik yapısı itibariyle, dil kullanılmaya başladığı andan itibaren 'mantık', asılda nörofiziyolojik bir süreç olarak, deneyimi tanımlama ve bilinçte serimleme işlevi görüyor, yani mantık, belli bir dilin gramerik yapısına ram edildiği andan itibaren, artık o gramerik yapıya hapis şekilde kendi metafiziğinizin sınırlarını da çizmektesiniz.. Bu da şöyle oluyor; belirli bir gramerik kalıpta dizilen tümcenin anlamı, öznenin andaki dünya fenomeninin biçimsiz bir betimlemesidir (çünkü biçim dışarıdan betinlenmez, dilin fenomeni denilen şey ona işaret edilmesidir, gramerik dil de bu süreçteki imlemlerin sistematik yazılımıdır), fakat bu betimleme, dünya olgusunun kendisi değildir, dolayısıyla tümce, sadece öznenin kendisi, veya tümcenin kendi fizyobiyolojik fenomeni/anlamının kendinden taşmasıdır, olgunun fizik-biçimi ya da durumu değil, mesela 'evde şeker kaldı mı?' derken (ya da bu dizimi dışarıdan işittiğinizde), bu, şeker maddesinin ne-liği/nasıllığı veya 'bir ortamdaki mevcudiyeti' bağlamında değil, 'o tatlı tadı alabilecek miyim?' veya 'alabilecekler mi' bağlamındaki bir zihinsel sürecin betimlenmesi bağlamındadır, aynı şekilde laboratuar ortamında 'şeker nedir' diye sorduğunuzda, bu da 'acaba testi verebilecek miyim' veya 'acaba şunu başarabilecek miyim' vs. bağlamındadır. bunun gibi, istemi de gramerik ilişkilenmesine göre incelerseniz, yukarıda 'benim-için-vs.vs-olmak' derken belirtmek istediğim, 'bir şeye ilişkilenme' tarzlarının fenomen minvali, acı-haz bilinçleri üzerine oluşan ilgi-dir; dolayısıyla dilsel olarak olumlayan ya da olumsuzlayan imler de sadece ilgilenmenin tarzlarıdır: 'bir şeyi bir şeye sokmak » (neticesinde) ondan bir şey çıkarmak » duyumsal bir tatmin duymak' gibi, bunlar "mantıksal" olarak söze dizilir, kısaca dilin temelindeki ilgi, en derinde 'endişe' gibi bir anlama gelir ki, buradaki istem, öznenin tasarlanmış özdünyasına dair varoluşsal ve pragmatik bir yoklamadır, dil de kısaca bu yoklamayı «mantıksal olarak serimleme» işlevi gören gramerik koddur; bu kodlama dahilindeki (dillere özgü) kipler ise, "kullanımsal" değil, "kalıpsal"dır, yani dil, öncel olarak, zehir edasıyla bünyeye nüfuz ederek, düşünceyle eş zamanlı olarak hareket etmeye başlıyor ve kendi içinden kendi metafiziğini çıkararak, istençten doğan ontolojiyi tasarlıyor (tam da bu bağlamda Kant'ın, analitik-sentetik ayrımı yaparken, tüm kavramların, dilin metafiziği sebebiyle «varsaydığı» 'özne-yüklem temeli'ne oturtmaya çalışmasındaki psikolojik tuzak anlaşılabilir) .. Örneğin, o zamana kadar çok sevdiğiniz bir yiyecek hakkında sonradan temas ettiğiniz uyaranlar neticesinde edindiğiniz kavramlar/bilgiler (içerilen anlamın, dizimsel dil bilincindeki kaymasıyla, çağrışımsal olarak bilinçte açığa çıkması), bu yiyeceğe karşı (varlıksal bir gerekçesi olmaksızın) nefret duymanıza sebebiyet verebilir. Dolayısıyla çok basit şekilde konuştuğunuz dil, kayıtsal geçmiş ve tasarısal gelecek bağıntılarını mutlak oranda içine alarak, istenç-dünyanızı anlamlandırır, sanıyorum; eğer iletişimsel dilin tüm olgusunu beyninizden sökebilirseniz, anlığınızda "insan" olarak kavramlaştırdığınız varlık kip-liğinizi dahi anımsayamazsınız.

Kısacası, dile bulaşmış insanın, dili aşması mümkün gözükmüyor, meta-fizik bir olasılık/tahayyül olarak, böyle bir aşım olabilirse de, kavramsal insan-ontolojisinin buradan itibaren algılanamayacağı ve/ya nesneden düşeceğini sanıyorum..

"Düşüncelerde dilin bir anlamı var mı?"

Bunun cevabını da arka sayfada Yıldıztozu'yla yazışmamızda bulabilirsin: https://turandursun.com/forumlar/sho...27&postcount=8

Konu pianola tarafından (10-09-2017 Saat 17:08 ) değiştirilmiştir.
Alıntı ile Cevapla
  #12  
Alt 06-05-2017, 01:22
Amon yarebbi Amon yarebbi isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 26 Apr 2017
Mesajlar: 720
Standart

Pyrrhon bu başlığı takip etmediğimizden çok şey kaçırmışım. Uyarınızla gördüm.

Spartaküs e sorduğum soruyu sizede sormak istiyorum.



Bizler konuşurken bir ses çıkartıyoruz bu ses karşımızda ki insanın sensörleri tarafından algılanıp beyinde manaya çevriliyor. Bu ses mesela türkçe olsun.

Mesela bir kitap okuyoruz göz sensörlerimiz bu yazıyı alıp beyinde manaya çeviriyor. Bu kitapta türkçe olsun

Mesela kör ve sağır olan bir insan . Bu insana el sensörleri ile beynine bir bilgi gönderdik bu insan da gözleri gören kulakları duyan bir insan gibi anladı .

Peki hiç bir ses çıkartmadan , duymadan, herhangi bir duyu organımız çalışmaz iken düşünüyoruz ya .

Kendinizi düşünürken hissedin .mesela yarın neler yapacağınızı. Düşünürken hiç bir sensör çalışmıyor fakat beyin bunu sensörlerin manaya çevirdiği gibi çevirebiliyorahat. Hemde hangi dilden olduğunu bilmeden. Hangi frekansla geldiğini algılamadan.

Şöyle bir şey düşündüğümü sanmayın. Tanrı, ruh, metafizik, vb gibi şeyler değil .

Merak ettiğim beyin bunu yapıyor . Nasıl yapıyor. Düşünürken ne dili ile düşünüyoruz sorusu bile saçma , algılanan bir ses yok çünkü. Neden?
Alıntı ile Cevapla
  #13  
Alt 06-05-2017, 02:47
pianola - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
pianola pianola isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Super Moderator
 
Üyelik tarihi: 22 Oct 2014
Bulunduğu yer: Platon'un Mağarası
Mesajlar: 1.906
Standart

Postalabd bu sırada konuyu da zenginleştirmek istiyorum, soruya detaylı olarak (imgelemin dil ile sistematik bağlantısını kurarak) bir cevap yazmaya çalışıcam /tahminen yarın ..
Alıntı ile Cevapla
  #14  
Alt 06-05-2017, 16:30
pianola - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
pianola pianola isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Super Moderator
 
Üyelik tarihi: 22 Oct 2014
Bulunduğu yer: Platon'un Mağarası
Mesajlar: 1.906
Standart

Postalabd Diyor ki
Düşünürken hiç bir sensör çalışmıyor fakat beyin bunu sensörlerin manaya çevirdiği gibi çevirebiliyorahat. Hemde hangi dilden olduğunu bilmeden. Hangi frekansla geldiğini algılamadan. (...) Düşünürken ne dili ile düşünüyoruz sorusu bile saçma , algılanan bir ses yok çünkü. Neden?
» Uyanıklık halindeyken, beynin kendiliğindenliği, düşünmek değildir, sadece onun duyumlara açık 'on' durumudur, radyonun açık olması, statik alımı, ama bir istasyonu algılamıyor olması gibi, bu normal bir beynin kendi olgusudur.

» Yürürken, otururken ya da gündelik herhangi basit bir şey yaparken, anlam verilmeyen, veya "kütlesiz" oldukları (bilince çekildiği takdirde) anlaşılan imgeler, konsantre edilmeyen kalıp imlerin, içsel metabolik aktivitenin anlık dış-duyumlara temas anlarında, birbirlerine dağınık şekillerde karışmalarından ibarettir (bunun, istençsel bir durum olduğunu düşünmüyorum).

» Mental bir nitelik olarak, istenç uygulandığı takdirde, imler konsantre edilmeye başlar, ve istemden çıkan nesnenin anlığa çekim süreci yaratılır. Temel sözcüklerle 'düşünme' dediğim şey buradan itibaren gerçekleşir. Bu sözcükler olmadan düşünmek anlamı, sadece ses, renk ve şekillerin (ya da olgu ve ortamların), hafızadaki acı-haz bilinçleriyle zayıf biçimlerde ilişkilendirilerek, yüklemsizce diyebileceğim bir şekilde resmedilmesidir.

Bir yaklaşım olarak, tüm bu nörofiziyolojik aktiviteler bağlamında (bilimsel anlamda) epigenetik bir geçiş/aktarım söz konusudur, yani, içsel deneyimimizi temelleyen tüm bilinçaltı faaliyetleri, dinamik ontolojimiz sebebiyle imgelemi farklı farklı tetikleyen sinir sistemimizin işleyişinin dış dünya tarafından uyarılmasıyla belirir, tüm belirmeler de, genetik mirasın evrimsel olarak yeniden ve dinamik olarak yazılmasıdır (metabolik kalıtsallık / gelişken nörofiziyolojik hafıza / amigdala ilişkileri). Beden metabolik anlamda içsel ve dışsal olarak her an uyarılır, sinir sistemi, kan dolaşımı, hormonal itkiler, beyindeki nöronların belirli dalgalardaki titreşimleri, ateşlenmeleri, hepsi tam bir ilişki içindedir. Bilinç durumları, bu ilişkilerin toplamından çıkan olgulardır, ve ortaya çıkışsal bir fenomen olarak, onun da harici olarak ilişkileneceği diğer metabolik itkiler vardır.

Buradan devam edersek, "dilsiz-düşünce" dediğin, basitçe olgu-bağlamlarının resimsel olarak anlığa çekimidir (imlemden imgeleme), aslında dil bir bağlamda yine kullanılıyor, ama sadece imleri, yani temel sözcük bilinçaltında yedeklenmekle beraber, onunla ilişkisi düşünülmüyor. Mesela 'yarın' kavramını düşündüğünde, bu düşün bağlamı "havanın renginin değişmesinin resmedilmesi" veya "saatin resmi" veya "içimdeki sıkıntının giderilmesi" olarak, resimsel ama tamamen fiziyolojinin onun ardındaki itki olduğu bir tahayyüldür, bu esnada da dil-istemi, en başta nesnenin hareketini imlemenin tekniği olduğu için, bilinçaltında her halükarda mevcuttur, yukarıda değindiğim gibi, fenomenolojik bağlamda, istenç devreye sokulduğu takdirde kavramlar katılaşmaya başlıyor. Hemen bilince çekilen basit kavramlara ilişkin, mesela köpeklerde, bugün / yarın gibi kavramlar yoktur, ama 'şu kadar bekleyişten sonra tuvalete çıkmanın tekdüzeliği' gibi bilinç vardır, bu yüzden, örneğin geceden aydınlanan gökyüzü, onları fiziyolojik bir reaksiyona iter. İnsanda ise soyut imgelem olanağı var, yani acı-haz ilişkileri üzerinden bir geçmiş-gelecek ontolojisi tasarlanıyor ve duyumsanan özne fenomeni, kendi özdünya fenomenini kuruyor. Köpeklerdeki acı-haz bilinçleri, insan düzeyinde soyut düşünce olarak anlığa çekilemediği için, genelde güdüleri yönlendirebilen bir kavram ilişkisi yaratılmıyor. İnsanın duyumsallığında işte, buna ek, gelişken bir soyut düşünce olanağı var ki buna da evrimsel bir nitelik demek gerekir.

Konuyla direkt ilgili olarak; düşüncenin nedenselliği nedir?

Felsefi natüralizmi yedekleyerek; nedensellik, akış halindeki fenomenlerin somut ilişkileridir, yani bir niteliği ortaya çıkışı, belirli bir formasyona iyedir. Bu bağlamda, beyin süreçleri, bilinçli durumlara "neden" olsalardı, bilinçli durumları beynin süreçlerinden ayırt ederek tahayyül etmek (ona sonradan eklenen veya onu dışta yorumlayan bir şeymiş gibi) mümkün olurdu ki, bu da epistemolojik bağlamda bir "dualizm" anlamı üretebilir (bilincin beyin süreçleri açısından nedensel bir açıklamasını göstermeye çalışmak, düalistik bir yorumsama biçimidir), bu yüzden dikkat edilirse önceki iletimde de şunu vurgulamıştım: "yüklem kavramı, özne kavramının ne içinde ne de dışındadır, ancak yüklem, «özne fenomeninin kendisini eyleyişidir»" .. Dolayısıyla bu konuda en doğru felsefi duruş: bilinç denen şeyin, nöron ateşlenmelerinin organizasyonlarından başka bir şey olmadığının anlaşılmasıdır. Yani beyinsel aktivitenin, bilinç fenomenine bağıntısı bağlamında "neden ve sonuç", iç içe olup, bir ve aynı şeydir; her neden bir sonuç, her sonuç da bir nedendir (formasyonun durumu : niteliğin olgusu), farkları tanımlanan fenomenler ise, 'sürekli işleyişin' çelişkili anlıkların üzerine hafızadaki imlemelerin, kayıt altına alınması/okunmasıdır: sürekli işleyiş, sürekli değişim demek olduğu için, yaşamın olgusunun farkına varılabilmektedir_ki, bunun da bağlamı, bir önceki andan bir sonraki ana ulaşan hiç bir şey olmaması, ancak bir sonraki anın, bir önceki an üzerine bina olmuş bir yapılaşma olmasıdır.

İstencin imgeleme uygulanması (dil ile düşünmeye başlamak)

  • Zihinde dizilen tümceler, fenomenin gerçekliğini özneye bildirir (bu nesnel gerçeklik değildir, öznenin özdünyasıdır), ancak bilince çekim anında gerçekliği betimleyebilmek üzere herhangi bir mantıksal biçimleme yoktur (sanıyorum, hiç bir zaman yoktur).
  • Mantığın işleyişini gösterebilmek, özne fenomeninin, kendi olgusunu tümcedeki mantığın dışına çıkarması demek olur ki, o zaman düşünmek mümkün olmaz(dı).
  • Demek ki dil ile düşünürken, mantıksal bir biçimleme yoktur, mantık sadece dağınıklığı toplama istemi olarak, bilince "yansıyan" bir serimlemedir.
  • Bu yansımadan hareketle, gösterilen şey betimlenmemez (veya; imgenin kendisi dile getirilemez), dile getirilen ancak onun duyumsal-belirlenimli imlerinden oluşan mantıksal dizimi/ifadesidir.

Buradan itibaren;

Pyrrhon Diyor ki
Bilinçli durumlar nitelikseldir; şu anlamda ki, her bir bilinçli durum için kendini hissettiği belli bir tarz, kendisine ait belli bir niteliksel karakter vardır.
Fenomenin niteliği, duyumsanan olgunun anlıktaki bağlamıdır. O halde; nitelik de, nesnesinin o niteliğe sahip olmayışı bilince çekilemediği düşünüldüğünde, öznenin özdünyasının betimlenmesidir. Yani: bir olgu bağlamının niteliğinin adlandırılması, tümcenin kurulmasıyla anlaşılmaktan ziyade, ilgili olgu durumunu belirleyen tümcenin içinde, tümcenin kendi niteliği olarak anlaşılmaktadır.

Burada bilincin işlevi nedir?

An içinde özne (bilinçli ya da bilinçsiz) metabolik bir faaliyet olarak 'olmaklığı' duyumsamaktadır, bu duyumsama da içsel ve dışsal uyaranların eş zamanlı aktivitesidir. Bu aktiviteler hafızadaki yığıntı üzerinden "tanımlanabildikleri" için, yine buradan çıkan, ve "ben" imiyle imlenmiş 'eyleme istenci'ni, yerleşikliğin, ve an içindeki duyumsal konumların, uzayzamansal ve biyolojik süreçlerin faal bir parçası olarak görmek gerektiğini sanıyorum (istenç duyuma uygulandığı anda, bilinçli-tanımlama doğar). Fakat bu nokta özellikle antik Yunan felsefesinde genelde yanlış anlaşılmış gibi görünüyor, özellikle Platon'da, bütün bilinçli durumların bir tür 'kendilik bilinci' oldukları öne sürülüyor, ve bilincin tanımlanması olarak, onun 'süreğen bir iç-dünya gözlemi yetisi' olduğu varsayılıyor. Oysa böyle bir şey yok, zira duyumun açıklığı başka şey (ki bilinç de sadece yeri geldiğinde 'duyumsanan' bir şeydir) gözlem ise, başka şeydir, örneğin bir müzik enstrumanı çalındığında da duyum vardır, ancak hızlıca çaldığınız notaların mantığını bilinçle hesaplamazsınız, o otomat bir şekilde hafızadan beslenir ve an içinde soyutlanan bir 'kendilik' yoktur (istenç, aktivite içinde faal değildir, faal ise de bu faalliğin bilincinde değilsinizdir, o sadece önsel bir itki olarak aktiviteyi başlatmıştır). Bunun gibi, tümcesiz düşünüm dediğim imgeleme süreçlerinde de 'kendi-olmaklık', soyutlanan bir kendilik örgüsüyle buluşmaz, çünkü bu imleme, sadece hafızadaki bir diğer olgu bağlamına, yani istence aittir. Olgu bağlamları, istenç fenomeninden serbest haldeyken de, en yukarıda belirttiğim gibi türeyen bilinç fenomeninin anlık başı-boşluğundan bahsederiz.

sürecek..

Konu pianola tarafından (10-09-2017 Saat 17:08 ) değiştirilmiştir.
Alıntı ile Cevapla
  #15  
Alt 16-01-2018, 08:32
Neva - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Neva Neva isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 03 Aug 2010
Mesajlar: 14.706

Başarı Ödülü 

Standart

Amon yarebbi´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster

Peki hiç bir ses çıkartmadan , duymadan, herhangi bir duyu organımız çalışmaz iken düşünüyoruz ya,
Bu sekilde bir ortam pek mumkun degil, koklama duyunuz kesintisiz calisiyor ornek olarak, kaldi ki koku da bilince ait bir cesit dildir diyebiliriz.
Alıntı ile Cevapla
  #16  
Alt 15-03-2018, 23:06
gandalf gandalf isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 06 Nov 2017
Mesajlar: 48
Standart

Pyrrón´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
@Postalabd, Searle alıntısını bir altyapı olarak koydum, şimdi yazacaklarımda pyrrhon konusundaki sorunun cevabı var.



(sorunun bağlamını da izin verirsen biraz genişletiyorum, çünkü "aynı dil ile mi" demeden önce, dilin nasıl bir şey olduğunu ve düşüncenin /insanın varlığının-eyleminin neresinde durduğunu anlamak gerekir)

bir cevap üretmek için, Kant'ın (hatırladığım kadarıyla PUE'de) sorduğu şu soru üzerinden yola çıkılabilir: yüklem kavramı, özne kavramının içinde midir, dışında mıdır? Dili anlamak için bence ilk olarak bunu gerçekten sormak durumundasınız çünkü insanda, -fenomenal görü-nün belli bir türde kavramlaşımı, 'bilgi' "kavramının" türemesidir aynı zamanda (kavram gerçekten bilgidir veya değildir, bu önsel olarak fenomende içerilmez, fakat o bir tür duyum tarzının olumlayıcısıdır [sonradan empirik bilgiye erişim-kökeni olacaktır], bu yüzden her dil bir noktaya kadar sentetik sayılır), buradan hareketle, bedensel duyum, yani fiziki olgunun duyumsanması, eğer ilgili oluşa dair kavramlaşıma paralel sentetik olarak içerilebilmekteyse, bu durumda fenomenin kavramının "empirik" olduğu anlaşılabilir, ve Locke'un söylediği gibi, duyum olmadan ne bir imleme mümkün olabileceği, ne de imler ilişkilendirilebilecekleri için, duyumsuz tasavvur en başından itibaren mümkün değildir, dolayısıyla yüklem kavramı, özne kavramının ne içinde ne de dışındadır, ancak yüklem, «özne fenomeninin kendisini eyleyişidir», ve öznenin tüm eylemi de yüklemin niteliğinden çıkar (özneyi var kılan, fiziyolojik bir reaksiyon olarak yüklemin imlenmesinden çıkan eylem-e- istencidir). Demek ki öznenin kendi fenomeni dair her şey, 'duyumsal' olup, fenomenal bir görü olarak 'olgu bağlamı' anlamında sentetik bir harekettir, dolayısıyla olgu bağlamları ilişkilendirildikçe, bilincine varılan tasarılar da genişleyecektir (bu aynı zamanda tasarının yaratılmasıdır), bu yüzden yeni bir dil sistemi öğrendiğinizde, gelişken im(ge)lem-ilişkileri kurabileceğiniz için, kavramsal olanaklarınız da aynı oranda artacak.

(gramerik dil, bu olgu kümesinin neresindedir?)
  • Dil, "duyu(m)sal" olan bir "imleme & iletme" sistemidir (anlaşılan bir «dağınıklığın», ifade için bir şekilde düzenlenmesidir).
  • Yapısal bir şey olarak, süreğen bilinçaltı itkilerin yüzeye ulaşmalarından itibaren anlamın nesnesini yaratır, ve bu nesnelerin bağlamlarını kurar.
  • Dil, anlamları imleyen bir gösterge dizisidir (dağınıklıktan çıkan bir düzenleme olarak, önsel dağınıklığın izini de kendi olgusunda gösterir).
  • Dilin incelenmesinin merkezi-yeri yoktur, sadece evrimsel-dil olgusundan hareketle, dilbilimin kendisi vardır.
  • Son kertede dil, olduğu gibi, "toplum" denilen varlık-olgusunun içinden çıkar, fakat dili önceleyen ifade istencinden çıkan imlemeler (sonradan: söze-gelim vs.), bebeklikten itibaren tamamen bireyin anlığındandır (toplumun kendi olgusuna dair bir şey içermez).

İnsanı ele alırsak, ses ve sembol ile iletişimin asli olarak seçilmiş olması, toplumsal tabanda tamamen anlamın ivmesine dair adaptatif (rastsal-evrimsel) bir durumdur /anlamın negatif dialektiği : etken-edilgen ilişkisinde, öznenin öz-yapıbozumunun yaşamı idame ettirebilmek adına en zahmetsiz yoldan halledilmesi. Ses ve sembolde anlam içerilme yetisinin kazanımını ve evrimini akılda tutarak, tüm anlıkları sabitleme fonksiyonu olan imlemleri anlamak gerekirse; mesela biz gündelik dilde "oda" dediğimizde, 4 duvarlı 3 boyutlu bir küpü değil, "içinde barınılan şey"i bilince çekeriz, yani yüklemin bilinçsiz çekimi "barınma" fenomeninin psikolojik kaydıdır, veya an içinde, şimdi okuduğunuz felsefi eleştiri tümcesinin bilincine varmanızdan hareketle, "4 duvarlı 3 boyutlu bir küp" resmini, 'benim-için-oda-olmak' kavramındaki içkinliğinden söküp, onun özne fenomenimize bağlamını ne şekilde tasarlayabileceğimizi soruşturmaya başlarız. Bunun gibi, hafızada belirli imlerle imlenmiş her temel sözcüğün, sadece duyumsal bağlamları vardır, ancak her temel sözcüğün içinde birden fazla olgu bağlamı da çoğunlukla bulunuyor, çünkü dili oluşturan fiziyolojik öğeler, sadece görsel değil, + işitsel + dokunsaldır, bunların nesneleri ise (ses gibi) dilin kendisine asla indirgenemez, ancak «düşüncenin gereçleri» olarak anlaşılabilirler, dolayısıyla imlerin temeli süreğen olarak 'kaygan' ve/ya 'bulaşıcı' haldedirler. Düşünceyse özne-bilinçleri ile dış-dünya duyumları arasındaki fizikokimyevi ilişkiden doğduğu için, her şeyin temeli, duyumun nöropsikolojisi dediğim «algı»nın, kendini, istençten bağımsız_dayatmasıdır.

Duyumsal bağlamlar, biyolojik»psikolojik bağlamlar oldukları için, tüm dillerin dünyadaki varlıkları nesneldir (bilinmeyen herhangi bir dilin sistematik olarak tercüme edilebilmesi, bu yüzden mümkündür), ancak fenomenolojik bağlamda, bir dilin gramerik yapısı, o dili konuşan öznenin özdünya fenomenini de tasarlıyor, çünkü aklın psikolojik yapısı itibariyle, dil kullanılmaya başladığı andan itibaren 'mantık', asılda nörofiziyolojik bir süreç olarak, deneyimi tanımlama ve bilinçte serimleme işlevi görüyor, yani mantık, belli bir dilin gramerik yapısına ram edildiği andan itibaren, artık o gramerik yapıya hapis şekilde kendi metafiziğinizin sınırlarını da çizmektesiniz.. Bu da şöyle oluyor; belirli bir gramerik kalıpta dizilen tümcenin anlamı, öznenin andaki dünya fenomeninin biçimsiz bir betimlemesidir (çünkü biçim dışarıdan betinlenmez, dilin fenomeni denilen şey ona işaret edilmesidir, gramerik dil de bu süreçteki imlemlerin sistematik yazılımıdır), fakat bu betimleme, dünya olgusunun kendisi değildir, dolayısıyla tümce, sadece öznenin kendisi, veya tümcenin kendi fizyobiyolojik fenomeni/anlamının kendinden taşmasıdır, olgunun fizik-biçimi ya da durumu değil, mesela 'evde şeker kaldı mı?' derken (ya da bu dizimi dışarıdan işittiğinizde), bu, şeker maddesinin ne-liği/nasıllığı veya 'bir ortamdaki mevcudiyeti' bağlamında değil, 'o tatlı tadı alabilecek miyim?' veya 'alabilecekler mi' bağlamındaki bir zihinsel sürecin betimlenmesi bağlamındadır, aynı şekilde laboratuar ortamında 'şeker nedir' diye sorduğunuzda, bu da 'acaba testi verebilecek miyim' veya 'acaba şunu başarabilecek miyim' vs. bağlamındadır. bunun gibi, istemi de gramerik ilişkilenmesine göre incelerseniz, yukarıda 'benim-için-vs.vs-olmak' derken belirtmek istediğim, 'bir şeye ilişkilenme' tarzlarının fenomen minvali, acı-haz bilinçleri üzerine oluşan ilgi-dir; dolayısıyla dilsel olarak olumlayan ya da olumsuzlayan imler de sadece ilgilenmenin tarzlarıdır: 'bir şeyi bir şeye sokmak » (neticesinde) ondan bir şey çıkarmak » duyumsal bir tatmin duymak' gibi, bunlar "mantıksal" olarak söze dizilir, kısaca dilin temelindeki ilgi, en derinde 'endişe' gibi bir anlama gelir ki, buradaki istem, öznenin tasarlanmış özdünyasına dair varoluşsal ve pragmatik bir yoklamadır, dil de kısaca bu yoklamayı «mantıksal olarak serimleme» işlevi gören gramerik koddur; bu kodlama dahilindeki (dillere özgü) kipler ise, "kullanımsal" değil, "kalıpsal"dır, yani dil, öncel olarak, zehir edasıyla bünyeye nüfuz ederek, düşünceyle eş zamanlı olarak hareket etmeye başlıyor ve kendi içinden kendi metafiziğini çıkararak, istençten doğan ontolojiyi tasarlıyor (tam da bu bağlamda Kant'ın, analitik-sentetik ayrımı yaparken, tüm kavramların, dilin metafiziği sebebiyle «varsaydığı» 'özne-yüklem temeli'ne oturtmaya çalışmasındaki psikolojik tuzak anlaşılabilir) .. Örneğin, o zamana kadar çok sevdiğiniz bir yiyecek hakkında sonradan temas ettiğiniz uyaranlar neticesinde edindiğiniz kavramlar/bilgiler (içerilen anlamın, dizimsel dil bilincindeki kaymasıyla, çağrışımsal olarak bilinçte açığa çıkması), bu yiyeceğe karşı (varlıksal bir gerekçesi olmaksızın) nefret duymanıza sebebiyet verebilir. Dolayısıyla çok basit şekilde konuştuğunuz dil, kayıtsal geçmiş ve tasarısal gelecek bağıntılarını mutlak oranda içine alarak, istenç-dünyanızı anlamlandırır, sanıyorum; eğer iletişimsel dilin tüm olgusunu beyninizden sökebilirseniz, anlığınızda "insan" olarak kavramlaştırdığınız varlık kip-liğinizi dahi anımsayamazsınız.

Kısacası, dile bulaşmış insanın, dili aşması mümkün gözükmüyor, meta-fizik bir olasılık/tahayyül olarak, böyle bir aşım olabilirse de, kavramsal insan-ontolojisinin buradan itibaren algılanamayacağı ve/ya nesneden düşeceğini sanıyorum..

"Düşüncelerde dilin bir anlamı var mı?"

Bunun cevabını da arka sayfada Yıldıztozu'yla yazışmamızda bulabilirsin: https://turandursun.com/forumlar/sho...27&postcount=8
Müthiş yazı olmuş hocam, elinize sağlık.
Alıntı ile Cevapla
  #17  
Alt 02-04-2018, 19:10
bursali68 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
bursali68 bursali68 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 23 Dec 2010
Bulunduğu yer: Bursa
Mesajlar: 1.358
Standart

Merhaba,

Sevgili Pyrron, ellerinize emeklerinize sağlık...

Son dönemde " bilinç " hakkındaki çalışmalardan bilginiz var mı, var ise öğrenebilir miyiz..? Örneğin karşılaştıklarım arasında denekler bilinçleri açıkken entropi seviyesinin yüksek olduğu gözlemlenmiş.Ne kadar doğru ve bu ne anlam ifade eder...?

Tabi yorumunuzun nokta atış olup olmamasından daha çok, nelere dikkat ettiğiniz benim için önemli. Sonuçta yapay zeka çalışmalarına katkı anlamında veri sağlıyor hala daha sanırım bu deneyler, yani sonuca ulaşmış değil bildiğim kadarıyla...Siz nasıl yorumlayabilirsiniz...

Sağlıcakla kalınız...

" Kötülüğün galip gelmesi için iyi insanların hiç bir şey yapmaması kafi " Edmund Burke
Alıntı ile Cevapla
  #18  
Alt 03-04-2018, 00:51
pianola - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
pianola pianola isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Super Moderator
 
Üyelik tarihi: 22 Oct 2014
Bulunduğu yer: Platon'un Mağarası
Mesajlar: 1.906
Standart

bursali68´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
(...) bilinçleri açıkken entropi seviyesinin yüksek olduğu
biraz daha açıklayabilir misiniz?


Ben de içgözlemin kurbanıyım.
Sylvia Plath

Her bir sözcük, sessizlik ve hiçbirşeyliğin içinde gereksiz bir leke gibi...
Samuel Beckett

Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece...
Aşık Veysel

Tekrar ede ede bitirilemeyen keşif, tekrar ede ede bitirememenin keşfine dönüşür.
Maurice Blanchot

İletişim, bir iletişimsizlik düzeneğidir.
Lacan

Sonuçta hepsi kendini kandırmaktan ibaret, öyle değil mi..?
Marilyn Monroe

ex nihilo nihil fit
il n'y a pas de hors-texte
Alıntı ile Cevapla
  #19  
Alt 03-04-2018, 19:18
bursali68 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
bursali68 bursali68 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 23 Dec 2010
Bulunduğu yer: Bursa
Mesajlar: 1.358
Standart

Pyrrón´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster


biraz daha açıklayabilir misiniz?
Merhaba,


Sevgili Pyrron, şöyle bir yazıyla karşılaştığım için ilgimi çekti...Ne kadar doğrudur bilemiyorum, 2016 tarihli bir yazı...:


"Toronto Üniversitesi ve Paris Descartes Üniversitesi’nden bilimcilerden oluşan Jose Luis Perez Velazquez liderliğindeki ekip, bu amaçla 9 farklı kişinin (bunlardan 7 tanesinin epilepsisi bulunuyordu) beynindeki nöron ağlarını modellemek için istatistiksel mekanik adı verilen bir tür olasılık kuramını kullandılar.
Spesifik olarak ilgilendikleri şey, nöronların eşzamanlılığı (senkronizasyonu) idi. Nöronların bağlantılı olup olmadıklarını anlamak için birbirleri ile aynı fazda mı salınıyorlar diye bakıldı. İki farklı veri kümesi incelendi: İlkinde bağlantılılık desenlerinin katılımcılar uyurkenki ve uyanıkkenki durumları karşılaştırıldı. Ardından epilepsi hastalarının 5 tanesinin nöbet geçirirkenki ve normal durumdaki desenler arasında oluşan değişikliğe bakıldı.
Her iki durumda da aynı eğilim görüldü: Katılımcıların beyinleri, bütünüyle bilinçli bir durumdayken daha yüksek entropi sergiliyordu."


Bunun ne anlama geldiği konusunda fazla bir fikrim yok ancak entropinin yükselmesi düzensizliğe işaret değil mi...? Entropi seviye yükseldikçe düzenlilikten kaosa doğru gidiş gerçekleşmiyor mu...? Yanlış biliyor olabilirim, entropi konusu biraz sıkıntılı bir konu...


Sağlıcakla kalınız...

" Kötülüğün galip gelmesi için iyi insanların hiç bir şey yapmaması kafi " Edmund Burke
Alıntı ile Cevapla
  #20  
Alt 07-04-2018, 13:15
pianola - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
pianola pianola isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Super Moderator
 
Üyelik tarihi: 22 Oct 2014
Bulunduğu yer: Platon'un Mağarası
Mesajlar: 1.906
Standart

"bilgi"nin doğası gereği entropi olduğunu sanıyorum ilk J.C. Maxwell dile getirmişti , verdiğiniz yazıdan anladığım "bilinçli durum" dediğimizde temel olarak bir alımlama sürecinden, dolayısıyla nöral ağlar arasında gerçekleşen bilgi transferlerinden bahsettiğimiz için, nöral entropi de artmaktadır..


Ben de içgözlemin kurbanıyım.
Sylvia Plath

Her bir sözcük, sessizlik ve hiçbirşeyliğin içinde gereksiz bir leke gibi...
Samuel Beckett

Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece...
Aşık Veysel

Tekrar ede ede bitirilemeyen keşif, tekrar ede ede bitirememenin keşfine dönüşür.
Maurice Blanchot

İletişim, bir iletişimsizlik düzeneğidir.
Lacan

Sonuçta hepsi kendini kandırmaktan ibaret, öyle değil mi..?
Marilyn Monroe

ex nihilo nihil fit
il n'y a pas de hors-texte
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler


Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 15:45 .