Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > Bilim > Diğer Bilimler > Arkeoloji

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #1  
Alt 09-06-2011, 16:54
Laqrma - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Laqrma Laqrma isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 04 Apr 2008
Mesajlar: 46
Standart Arkeolojik Veriler Işığında Ölüm Olgusu, Ruh, Din ve Tanrı Kavramı

Arkadaşlar bu yazı birkaç bölümden oluşacak ve kaynakçası yazının sonunda verilecektir.

Bu yazıda sizlere, Arkeolog olmam nedeniyle öncelikle arkeolojik açıdan ölüm olgusunun yorumlamasının eski çağlardan günümüze nasıl süregeldiği, ölüm karşısında insanoğlunun davranışsal tepkileri, bunun getirisi olarak ruh-din-tanrı kavramlarının nasıl ortaya çıktığını açıklamaya çalışacağım.

Ölüm ve Anlamı:

Ansiklopedik bilgilere göre ölüm, “Bir insan, bir hayvan veya bir bitkide yaşamın tam ve kesin olarak sona ermesi.” olarak tanımlanmıştır.
Çok eski dönemlerden beri insanoğlunun ilgisini çeken ölüm olgusu, ölümle ilgili kültürden kültüre değişen farklı davranış biçimlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ölümün tüm evreni kapsayan bir konu olması, onun farklı açılardan ele alınıp incelenmesi ve yorumlanması sonucunu doğurmuştur.
Cansızlarda ölüm, varoluş halinin sona ermesi olarak tanımlanırken, canlı varlıklar için hücrenin, organizmanın yaşamsal fonksiyonlarını yitirmesi ya da canlı olma halinin sona ermesi olarak tanımlanmıştır.

İnsanı diğer tüm canlılardan ayıran en önemli özelliği bir gün öleceği bilgisine sahip olmasıdır. Dünyada başka hiçbir canlıda olmayan bu farkındalık, insanın dikkatini en eski çağlardan beri ölüme çekmiş ve ilkçağlardan beri özellikle felsefeciler ve sanatçılar başta olmak üzere bu konuda etnoloji, psikoloji, sosyoloji gibi sosyal bilimlerin başka dallarında da üzerinde çalışılmıştır.

Ben burada arkeolojik olarak ele alacağımdan diğer dallardaki ölüm olgusu incelemelerini yazarak konuyu dağıtmak istemiyorum.

Arkeolojik olarak yazı öncesi dönemde ölüm ile ilgili ön belirti olarak hiçbir maddi kanıt olmaması, diğer sosyal dallardan daha zor çalışma koşullarını ortaya çıkarmıştır. Öyle ki kanıt bile olsa, yazı öncesi dönem için bu kanıtı yorumlamak ve tanımlamak imkansızdır. Ancak arkeoloji biliminin gereği olarak eldeki maddi verilerden yola çıkılıp yorum yapılacağından, ancak ölümden sonra yapılan uygulamalar ve ölülerin gömülme uygulamaları incelenebilir.

Başta biyoloji,tıp vs. gibi bilimler başta olmak üzere hepimiz kabul ederiz ki ölümden sonra fiziksel bir sonuç vardır. Fakat buna karşın insanın ölüme karşı verdiği tepkiler açısından sosyal bilimlerde bir çok inceleme bulunmaktadır. Bunun nedeni ise insanın icatlarından biri olan ruh kavramıdır.

Sonuç olarak ölüm, hepimizin bir gün yaşayacağı ya da yapacağı bir deneydir. Ölümden sonra fiziksel olarak bedenin çürümesi, organik kısımların yok olması ve geriye sert doku olarak kemik, diş vs. kalması, ölüm olgusunun gözlemi açısından gözle görülen tek bilgidir.

İşte bu ölümün ardından fiziksel olarak gerçekleşen olaylardan sonra, insan görüntüsünün estetiğini kaybetmesi, daha kaba tabiri ile çirkinleşmesi ve ölen kişiye duyulan sevgi ve saygı gibi nedenlerle ortaya çıkan tedirginlik ya da kabul edememe-rahatsızlık, insanın ölüm karşısında farklı davranışlar gerçekleştirmesine neden olmuştur. Bu davranışlardan en önemlisi ruh kavramını icat etmiş olmasıdır.

En baştaki ölüm tanımının sadece görülen sonucu tanımladığını fark etmişsinizdir. Yani yaşamın geri dönülemez şekilde tamamen sona ermesi durumu. Halbuki dinsel açıdan ölüm “ruhun bedenden ayrılması” olarak tanımlanmaktadır. Ölümün geri dönüşünün olmamasının verdiği rahatsızlık, insanı bu olayı geriye döndürebilme çabası içine sokmuştur. Bu çaba sonucu en eski dönemlerden beri insan, ölü bedeni bir ritüel halinde gömmesi bu gömme işlemi sırasında ölünün yanına bazı eşyalar, hediyeler, yiyecekler bırakması, ölüyü süslemesi vs. gibi durumlar da ölünün geri geldiğinde ya da diğer dünyaya gittiğinde oradaki yaşama daha kolay uyum sağlaması için yapılmışlardır.

Bu noktada öteki dünya kavramına da kısaca değinmek gerekir. Öteki dünya çok tanrılı, pagan, şamanik olarak adlandırılan kültürlerde, bulunulan dünyanın bir benzeri ya da paraleli olarak algılanır. Tek tanrılı dinlerde ise bu cennet, cehennem, araf gibi bölümlerin olduğu öteki dünya kavramına dönüşmüştür.

İnsan ve Ölü Gömme

İnsanın ölüsünü gömmeye başlaması ile bilişsel gelişimi arasında dikkat çekici bir paralellik vardır. Bu başlangıç, Steven Mithen’in “The Prehistory of the Mind/Aklın Tarihöncesi” adlı çalışmasında açıkladığı gibi insanın birbirinden bağımsız hareket eden akıllarının birbirleri ile uyumu aşamasında ya da Mithen’in deyişiyle akıllar arasındaki engellerin kalkmasıyla aynı döneme rastlamaktadır. Mithen; “...mağara resimlerindeki antropomorfik görüntüler ve insanların eşyalarıyla birlikte gömülmesi, bu Üst Paleolitik insanların doğaüstü varlıklara ve muhtemel yaşam ötesi hayatla ilgili inançlara sahip ilk bireyler olduklarını gösterir. Gerçekten de dinsel ideolojilerin ilk kez ortaya çıkısına burada tanık oluruz. Bu durum, ilk insanların aklındaki çeşitli zekâlar arasında var olan bariyerlerin yıkılmasıyla açıklanabilir.” der.

Görüldüğü gibi ölü gömme eyleminin gerçekleşebilmesi için öncelikle, ölüm bilincinin ya da ölüm olgusunun insanın kafasında yer etmiş olması, ölümün başka hiçbir olguya benzemediğinin farkında olunması gerekir.

Bu farkındalığın ilk ortaya çıkışı birçok antropolog tarafından Neanderthal insana kadar geriye götürülmektedir. Günümüzden yaklaşık 150.000 yıl önce ortaya çıktığı sanılan Homo neanderthalensis ya da bazı antropologların verdiği isimle Homo sapiens neanderthalensis’in ölüsünü ilk kez gömen insansı olduğu düşünülmektedir.

Bu düşünceye ve birazdan anlatacak olduğum arkeolojik kanıtlara dayanarak Neanderthallerin ölülerini gömdüklerini, dolayısıyla ölümün farkında olduklarını yani kendi varlıklarının ayırdında olduklarını söyleyebiliriz.

Şimdi Neanderthal insanının ölülerini gömmüş olduğunun maddi kanıtları üzerinde duralım.

İlk ve en çok bilinen kanıt Kuzey Irak’ta Zagros Dagları’ndaki Şanidar Mağarası’ndan gelir.
Burada günümüzden 60.000 yıl önce yaşadığı düşünülen Şanidar halkından günümüze kalan ve 1957 yılında Ralph Solecki tarafından başlatılan kazılarda ortaya çıkarılan yaşlı bir Neanderthal insanına ait ve Shanidar’da “çiçek gömü” olarak anılan gömü söz konusudur.

Bu iskelet 7.5 m. derinlikte bulunmuş olup etrafındaki toprak polinolojik açıdan incelendiğinde çiçeklerin buraya özellikle bırakıldığı ve bunun özel bir gömü örneği olduğu anlaşılmıştır. Aslında burada birden çok iskelet bulunmasına karşın bunlardan biri, Şanidar IV adı verileni bilim dünyasında çok fazla tartışmalara neden olduğu için önemlidir. Çünkü Şanidar IV’ün, özellikle çevresindeki toprakta yapılan polinolojik analizler sonucu bölgenin normal florasında bulunan çiçeklerle gömülmüş olduğu düşüncesi yaygındır. (Yapılan polinolojik analizler bu çiçeklerin, aynı coğrafyada bugün de var olan civan perçemi, peygamber çiçeği, devedikeni, kanaryaotu, salkımlı sümbül, gül hatmi, at kuyruğu gibi bitkilere ait oldugunu göstermistir. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta ise bütün bu bitkilerin şifa verici olarak kullanılıyor olmalarıdır.) Ancak bu düşünceye karşı olanlar da vardır.Yaşlı bir şamana ait olduğu düşünülen bu iskelet ve çevresinde yapılan analizlerden elde edilen sonuçlar üzerine başlayan tartışma, aslında çiçeklerle süslü olarak gömülmüş olmasının simgesel niteliği nedeniyle Neanderthal insanının bilişsel gelişmişlik düzeyinde kilitlenmektedir.

Neanderthal insanının ölüsünü ilk gömen canlı olduğunun başka kanıtları La Chapelleaux Saints, Le Moustier, La Ferrassie, Desik-Tas ve Regourdou mağaralarındaki iskeletlerdir. Bu iskeletlerin yanı sıra dolaylı bir kanıt, Neanderthaller öncesine ait tam iskeletlerin neredeyse hiç bulunmamış olmasıdır. Bilinen ilk insansı türünün bir üyesi olan Australopithecus aferensis’e ait ünlü “Lucy” iskeletini de kapsamak üzere, insanlık tarihinin üç milyon yıllık bir döneminden kalma yalnızca iki tam ya da tama yakın iskelet bulunmasına karşın, Neanderthallerin ortaya çıkmasından sonra yirmiden fazla sayıda tam iskeletin fosil kayıtta bulunması ölü gömme geleneğinin Neanderthal insanının uygulamaları arasında bulunduğuna dolaylı bir kanıt olarak gösterilebilir. Çünkü, eğer tam iskelet sayısında bir artış varsa bunun bir nedeni de cesetlerin bilinçli olarak korunmaya çalışılmasıdır. Ayrıca 20.yy’ın başından bu yana ortaya çıkarılan 200 kadar Neanderthal kalıntısının otuzunda, cesedi uygun konuma getirme, mezara eşyalar ve hayvan kemikleri koyma ve taşları özenle yerleştirme gibi uygulamalar görüldüğü belirtilmiştir.

Bütün bunlardan yola çıkarak Neanderthal insanının ölüm bilincine sahip olduğunu ve ölümün başka hiçbir olguya benzemediğinin farkına varmaya başlayan ilk canlı olduğunu şimdilik söyleyebiliriz.

Düşünebiliriz ki; ölüm bilincinin insan için bir son olması ve insanda oluşturduğu kaygı, ölü gömme uygulamalarını ortaya çıkarmış olabilir. Ve bu ölü gömme uygulamalarının bir ritüel olarak yapılmaya başlanması, din kavramının da yavaş yavaş ortaya çıktığını bize gösterir. Öyle ki; ayin ya da ritüelin sosyoloji ve antropolojide, “içsel tutarlılığı olan, sistemleştirilmiş ve genellikle bir mitos ya da gizemselleştirilmiş bir tarihin yeniden canlandırılmasına yönelik ritler süreci” şeklindeki tanımı burada devreye girerek, kutsallıkla ilişkisi bulunan ritlerin, ölü gömme uygulaması sırasında ardı ardına sıralanarak bir ritüeli oluşturması, bize din olgusunun doğumunu haber verir.

'Okuyan Çocuk'

Konu Laqrma tarafından (09-06-2011 Saat 17:01 ) değiştirilmiştir.
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 10-06-2011, 01:20
frodo - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
frodo frodo isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 26 Aug 2006
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 5.877

Onur Üyeliği 

Standart

Asıl şimdi hoşgeldin laqrma... Şanidar buluntusuyla ilgili bazı bilim insanlarının çiçeklerin
doğal biçimde var olma ihtimalini ileri sürdüklerini okumuştum.

Konuyu bitirdiğinde ilginç bir başlığa sahip olacağımızı düşünüyorum.

İnsani olan her şey kabûlüm.
Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 10-06-2011, 01:29
Laqrma - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Laqrma Laqrma isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 04 Apr 2008
Mesajlar: 46
Standart Ölüm ve Din

Hoşbuldum Frodo : )

Konuyu tamamen bitirdikten sonra istediğiniz herhangi bir bölümü ayrıntılarıyla açıklayabilirim.. Şimdi konunun bütünlüğünü bozmadan devam etmek istiyorum izninle : )


Ölüm ve Din:

Burada öncelikle, bütün dinler için evrensel olan temel nitelikleri tanımlamanın güç olduğunu unutmadan, dinden ne anlaşıldığını belirtelim.

Sosyal antropolog Pascal Boyer'in The Naturalness of Religious Ideas adlı kitabında, dini ideolojiler için belirttiği üç niteliğin, bütün dinlerde bulunduğunu söyleyebiliriz. Bunlardan ilki, birçok toplumda insanın fiziksel olmayan varlığının ölümden sonra da yaşamaya devam edebileceği ve inançları, arzuları ile bir varlık olmayı sürdüreceği varsayımı, ikincisi; bir toplumda, özellikle bazı insanların doğrudan tanrılar ya da ruhlar gibi doğaüstü varlıklardan ilham ve mesajlar alabilecekleri inancı, üçüncüsü ise; belirli ritüelleri tam olarak yerine getirmenin doğal dünyada değişiklikler oluşturabileceği varsayımıdır.

Bunların ilkinden yola çıkarak, ölümün fiziksel olmayan boyuta geçiş olduğu ya da insanın fiziksel olmayan varlığının ölümden sonra da devam edeceği şeklinde bir inanış olmasaydı gömme ritüelleri de olmayacaktı diyebiliriz. Yani ruh kavramının icadı ile din ve ölü gömme arasında sıkı bir ilişki olması gerekir.

İkinci nitelik olarak bazı insanların doğrudan fizikötesi ile ilişki kurabildiklerine olan inanç, bu insanların kutsal, dokunulmazlığı olan kişiler olarak algılanmalarına yol açıp, bunların ölümlerinin de aslında bir ölüm değil fizikötesine geçiş olarak kabul edilebileceği düşüncesi bu kişiler için ölü gömme ritüellerinin ortaya çıkmasını sağlamış olabilir.

Bu da bize neden Şanidar IV iskeleti gibi özel bir ritüel uygulanmış gömülerin olduğunu açıklar.

Daha önce de belirttiğimiz gibi Üst Paleolitik nüfusun hepsi gömülmemiştir. Ancak daha önceki dönemlere göre gömü sayısında belirgin bir artış olmuş ve o dönemde var olan nüfusun çok azı bu işlemden geçmiştir. Bunun nedenlerinden belki de en önemlisi, bu az sayıdaki korunmuş iskeletin sahiplerinin bulundukları toplulukta farklı bazı niteliklerinin var olması olarak yorumlayabiliriz. Yani bu kişilerin gömülmesinin nedeni, dini ideolojilerin ortak niteliklerinden ikincisi olan, bazı insanların doğrudan fizikötesi ile ilişki kurabildiklerine inanılması ile ilgilidir.

Dolayısıyla Şanidar IV iskeleti gömüsünde görüldüğü gibi bir ritüel dahilinde ve bazı ölü hediyeleri ile gömülen bireylerin bulunduğu toplulukta bir takım dini inanışların geliştiğini söyleyebiliriz.

Başka bir mezarlık alanı olan Sungir Mezarlığında (Daha sonra Sungir Mezarlığı ile ilgili ayrıntıları vereceğim.) görülen abartılı ölü hediyelerinin en önemli nedeni, o dönemin ve o topluluğun dini ideolojisi gereği fizikötesiyle bağlantı kurabildiğine inanılan kişilerin, topluluğun diğer bireyleri açısından sahip oldukları önemdir. Burada karşımıza, buna benzer bir ölü gömme ritüelinin aslında dini ideolojilerin üçüncü niteliği olan "ritüelin tam olarak yerine getirilmesi ile doğal dünyada değişiklikler oluşturulabileceği", yani ölü gömme ritüelinin tam olarak yapılamaması durumunda ortaya çıkabilecek kötü sonuçları savuşturmak isteği çıkmaktadır.

Bütün bunlardan anlaşıldığı gibi, şimdilik olmak kaydıyla Neanderthal insanından itibaren insanoğlunun ölüsünü gömebilecek bilişsel düzeye ulaştığını, gömme edimini bir ritüel dahilinde yaptığını ve Sungir Mezarlığı gibi alanlardan da anlaşılabileceği gibi din olgusunun da yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladığını söyleyebiliriz. Ve bu olgu ile insanoğlunun ölüm bilgisini edindiğini, bunun farkında olduğunu ve başka bazı soyut kavramların da farkına vardığını söyleyebiliriz.

Bu kavramların başında ruh ve tanrı kavramları gelmekte ve bu kavramlar insanoğlunun dünya üzerindeki günümüze kadar süren macerasında çok önemli bir yer tutmaktadır.

Sonraki yazımda ölüm ve ruh kavramı üzerinde duracağım.

'Okuyan Çocuk'

Konu Laqrma tarafından (10-06-2011 Saat 01:36 ) değiştirilmiştir.
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 11-06-2011, 01:47
Msrtc - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Msrtc Msrtc isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 03 Feb 2011
Mesajlar: 55
Standart

ruh konusunda şöyle bir soru takıldı aklıma. beni ben yapan nedir bende etten kemikten sizde etten kemikten bir varlıksınız.beni ben yapan nedir? eğer maddeyse bu madde nerde?
Alıntı ile Cevapla
  #5  
Alt 11-06-2011, 13:54
mhmd mhmd isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 23 Dec 2005
Bulunduğu yer: sonsuzluktan
Mesajlar: 3.328
Standart

Verilen aktarımlardan takılanlar sorulabilir mi?
Bunun için tüm aktarımları bekleyecek miyiz?
Aktarımın tamamı ne kadar sürecek?
Alıntı ile Cevapla
  #6  
Alt 13-06-2011, 02:54
Neva - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Neva Neva isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 03 Aug 2010
Mesajlar: 14.706

Başarı Ödülü 

Standart

Laqrma´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster

Ayrıca o tezi herkes okuyabilir ama herkes anlayamaz. Mutlaka bir çok soru işareti oluşur zihinlerinde. Benim yapmaya çalıştığım herkesin anlayabilmesi ve akıllarında oluşan soru işaretlerinin cevaplanabilmesi. Bende mesleğimden dolayı bu sorulara elimden geldiğince içi dolu olan cevaplar vermek zorundayım..



Şu anda yazının en son kısmını düzenliyordum, ama eğer forum için sorun olacaksa ve anti düşüncelere neden olacaksa konunun silinmesini isterim..


Sayin Laqrma;

Hepimiz arkeolog olmadigimizdan, her okudugumuzu anlamamiz mumkun degil. Konu ilgi cekici. Ve gayet sadelestirerek aktariyorsunuz.

Lutfen aktarimlariniza kaldiginiz yerden devam edebilir misiniz?

Tumu bittikten sonra size soracagimiz sorularimiz olabilir.

Tesekkurler.
Alıntı ile Cevapla
  #7  
Alt 13-06-2011, 11:30
Laqrma - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Laqrma Laqrma isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 04 Apr 2008
Mesajlar: 46
Standart

Ben teşekkür ederim Neva, bilgilenmeye-öğrenmeye çalışan insanın hali bir başka oluyor : )

En son Ölüm ve Din olgusunu açıklamaya çalışmıştık, Ölüm ve Ruh olgusu ile devam edecektik.


Ölüm ve Ruh:

Ruh kavramının bir icat olduğunu önceki kısımda belirtmiştik. Bütün icatların bir gereksinimden doğduğu varsayımıyla hareket ettiğimizde ise karşımıza şu soru çıkmaktadır.

İnsanoğlu ruh kavramına neden gereksinmiştir?

Bu soru en eski felsefecilerden beri sorulmakta ve farklı bilim dallarından araştırmacılar bu soruyu yanıtlamaya çalışmaktadırlar. Genelde bütün araştırmacıların üzerinde birleştiği bir nitelik olarak ruh tasarımı, insanoğlunun uyku ile uyanıklığı birbirine karıştırmasından doğmuştur. Uyku sırasında gördüğü düşleri anlamlandırmaya çalışma gereksinimi ruhun icat edilmesine yol açmış olabilir. Düşlerin anlamlandırılması çabasıyla aslında anlatılmak istenen rüya yorumu değil, sadece düş ile gerçeklik arasındaki farkın algılanamaması nedeniyle yaşadığı bu deneyimin insan için ne anlama geldiğidir.

Bu konuda farklı bir yaklaşımı Jan Assmann getirmektedir. Assmann ruh kavramının bellekle olan ilişkisine vurgu yapar. Ölenlerin, geride kalanların anısında yaşamaya devam etmesi, yani belleklerde bu insanlarla ilgili bilgilerin bilişsel olarak algılanma biçimi, belki de ölenlerin kendi güçleri ile doğal olarak varlıklarını sürdürdükleri gibi anlaşılmış olabilir diyerek belleğin konuyla bağlantısını belirtmektedir. Bu konuda kısa bir fikir yürütme yaparak, ölülerin anılması geriye yönelik olarak, anımsama ve ileriye yönelik olarak anımsanma biçiminde kendini gösterdiğini söyleyebiliriz. Bu da bize insanoğlunun neden ölüsünü gömdüğünü ve neden ruh kavramını icat etme gereği duyduğunu açıklamak açısından bir taban oluşturur.

Ölülerin geriye dönük olarak anılması, ilk, doğal ve evrensel biçimdir. Bu uygulamada, grubun ölüleri ile birlikte yaşadığını, onların anılarını ilerleyen zamanda canlı tuttuğunu ve böylelikle topluluğun, kendi birlik ve bütünlüğünün, ölenleri de kapsayan bir görüntü içinde olduğu söylenebilir. Böylelikle dinlerin temel niteliklerinden ikincisi ve üçüncüsünün, yani topluluktaki bazı kişilerin doğa ötesi ile ilişki kurabileceğine olan inanç ile ritüellerin doğru ve uygun zamanda yapılmasının doğada yaratacağı değişiklik, toplumun birliği ve bütünlüğünün neden ölenleri de kapsaması gerektiğini bize açıklar. Ayrıca, tarihte geriye baktığımızda özellikle de tarihöncesi çağlarda yaşayanlar için yapılan yorumlar, incelenen tarihöncesi grup ile ölüler ve atalar arasındaki ilişkinin oldukça etkili bir görünüm sergilediği yönündedir.

Konuya geleceğe yönelik baktığımızda ise kendini unutulmaz kılma ve ün sahibi olma biçimleri olan eser bırakma ve isim yapma çabasının olması bizi şaşırtmamalıdır. Çünkü fark edebiliriz ki bu çabanın ardında her zaman bir karşılıklılık ilkesi yatar: Çünkü insan ancak atalarına gösterdiği kadar sadakat bekleyebilir ardında kalanlardan.

Bu açıklamalardan sonra, ruh olgusunu anlayabilmemiz için yapmamız gereken bir şey daha kalıyor.

O da, öncelikle insanoğlunun sosyal ve doğal tarih zekalarının entegre olduğu yerde ortaya çıktığı düşünülen Antropomorfik Düşünce'nin, yani doğadaki her şeye insansı nitelikler yükleyerek onların davranışlarını ya da duruşlarını anlamlandırma çabası içindeki ilk insanların dünyasını anlamamız gerekliliği.

Günümüzden yaklaşık 40.000 yıl önce, insanın farklı akıllarının arasındaki duvarların yıkılmaya başlamasıyla ortaya çıkan kültürel patlamanın bir sonucu olarak doğan Antropomorfik Düşünce sayesinde insanoğlu, önce doğadaki cansız maddelere sonra doğadaki yağmur, rüzgar vb. gibi olaylara insansı karakterler yüklerken, bunun gittikçe uykuda görülen düşlerde gidilen yerlerin ve gördüğü nesnelerin gerçeklikle karıştırılması, yani bellekle ilgili yanılgılar sonucu buralara gerçekten gittiğini düşünmesi nedeniyle, bedenden çıkıp ortalıkta dolaşan bir can tasarımını ortaya çıkarmış olabilir. İşte bu bedenden çıkıp dolaşan can tasarımı, insan yaşarken/uykudayken ruhun bedene tekrar dönmesi ile sonuçlanırken; insan ölüp bedeni çürüdüğünde serbest kalır düşüncesini de yaratmış olabilir.

Burada minik bir ara verip ruh sözcüğünün etimolojisine bakalım.

Öncelikle Türkçe'de kullanılan "ruh" sözcüğü Arapça'da "uçucu gaz" anlamına gelmektedir. Türkçe'de zaman zaman ruhun karşılığı gibi kullanılan ancak daha farklı bir olguya işaret eden "tin" sözcüğü ise antik Yunan felsefesinde "pneuma", Latince'de "spiritus" sözcükleriyle karşılanmaktadır. Ruhun karşılığı ise Yunanca'da "psykhe", Latince'de "anima" olarak kullanılır. Burada birbirinden farklı iki kavramla karşılaşırız. Bu kavramlardan birincisi yani ruh bir canlılık ilkesini temsil ederken, tin düşünme ilkesini temsil eder. Bu tanımlara göre de bir hayvan sadece ruhlu, bir insan ise hem tinli hem de ruhlu bir varlık olarak ortaya çıkmaktadır.

Felsefi anlamda iki farklı kavramı işaret eden ruh ve tin sözcükleri, aslında bütün dillerde semantik açıdan ortak bir kökenden gelmektedir. Bu da soluk ya da Arapça'daki karşılığıyla nefes (can) sözcüğüdür. Japonca'da "tama" sözcüğü ile karşılık bulan bu tanım bedende olmasına rağmen ondan bağımsız olarak serbestçe dolaşan bir "can" tasarımıdır. Almanca'da "seele" ve İngilizce'deki "soul" da keza Gotça "yelli, rüzgarlı hava, fırtına" anlamına gelen "saivala" sözcüğünden türemiştir. Bunun yanı sıra Fince tinin karşılığı olan "henki" hava ve rüzgar anlamına da gelmekte, aynı şekilde İngilizce'de hayalet anlamına gelen "ghost" ile Almanca'da yine tin anlamına gelen "geist" sözcükleri de Flamanca hava anlamına gelen "gaz" sözcüğünden türemişlerdir. İbranice'de ruh anlamına kullanılan "eloah" ki "allah" sözcüğünün de kökenidir, yine soluk anlamına gelmekte, Yunanca'dan bütün dillere dağılan atmosfer sözcüğü ise Sanskritçe ruh anlamına gelen "atma/n" sözcüğünden türemiştir.

Mezopotamya uygarlıklarına baktığımızda da aynı ilişkiyi görebiliriz. Sümerce'de Ma.mú düş tanrısı anlamına gelmekteyken, özellikle ‘hafif rüzgar' anlamına gelen Akkadca Ziqîqu; ölülerin ‘hayaletinin' kararsızlığını belirtmek için de kullanılan bir terimdir; yani bu, ölülerin ölümden sonra dönüştükleri o uçucu, ele gelmez, etten kemikten sıyrılmış "suret"lerini belirtir. Anadolu'dan verilecek en iyi örnekse Hititçe'de ruh için kullanılan ve nefes anlamına da gelen ištanzana- sözcügü ile Akkadça'dan geçen ve yine nefes ya da soluk anlamına gelen NAPİŠTU'dur.

Bu örnekleri daha da uzatabiliriz ama biz şimdilik burada keselim.

Bütün bunların yanında tüm dillerde ölümle ilgili olarak ortak bir deyim vardır: "son nefesini vermek." Bunun, ruhun solukla ilişkilendirilmesi düşüncesinin, ölüm olayının gözlemlenmesi sonucu fark edilen bir nitelik olarak kendini gösterdiğini söyleyebiliriz. Bu nitelik, ölü insanda ya da hayvanda solunumun durması, yani nefes almıyor olmasıdır.

Ruhun solukla olan ilişkisi, nefes alıp vermenin zaman zaman tanrısal bir olay olduğu şeklinde bir tasarımın ortaya çıktığını da göstermektedir. Özellikle Hıristiyan mitolojisinde Meryem'in tanrısal bir solukla İsa'ya hamile kaldığına olan inanç, soluğun insanlar açısından nasıl algılandığının en önemli göstergesidir. Burada asıl anlatılmak istenenin Meryem'in kirletilmeden, dokunulmadan hamile kaldığı olmasına karşın, kullanılan metaforun neden bakış, göz veya bir başka dolaylı yol değil de soluk olduğu sorusuna verilecek yanıt, yine soluğun, solunumun tanrısallığı olgusuyla açıklanmak zorundadır.

Aynı şekilde Mezopotamya uygarlıklarının ölümü, tıpkı Yahudiler gibi, son nefesin verilişi olarak gördüklerini, bu nefesin tanrılar tarafından belirsiz bir süre için insana verildiğini düşündüklerini ve bütün yaşam boyunca alınıp verildikten sonra son kez verildiğini kabul ettiklerini Bottero'ya dayanarak söyleyebiliriz. Dolayısıyla ruh kavramını bütün dillerde ifade eden sözcüklerin soluk, rüzgar, yel ya da gaz sözcüklerinden köken almış olmasını şimdi daha iyi anlayabiliriz.

Genel olarak tekrarlarsak, görüldüğü gibi ruh kavramının her zaman uçucu havayla ya da solukla ilgili olduğu varsayılmıştır. Bu da ruhun istediği zaman bedenden çıkıp dolaşabildiği düşüncesini geliştiren insanoğlu için gayet uygun bir tasarımdır. Bu bize, ölümden sonra bazı kişiler için neden ayin düzenlendiğini, bir ritüel dahilinde bu kişilerin mezarlarına bazı hediyelerin ve günlük kullanım nesnelerinin neden bırakıldığını açıklar. Önceden de belirttiğimiz gibi topluluk içindeki bazı bireylerin doğaüstü nitelikleri olduğuna inanılmaktaydı. Bu kişiler, büyük ihtimalle doğal tarih zekaları sayesinde çevreden edindikleri bilgi ve deneyimler sonucu diğer insanlardan bilgi açısından belki bir miktar farklılaşmışlardı.

Günümüzde animist inançlara sahip toplulukları inceleyen etnolog ve antropologlar, genelde şaman olarak adlandırılan bu kişilerin ister düşlerinde isterse de doğada varolan bazı halusinojen bitkiler ve hiperventilasyon (Hiperventilasyon, çok sık soluk alıp vererek karbondioksit basıncının azalması, akcigerlerdeki peteklerde oksijenin çoğalması ve dolayısıyla kandaki oksijen oranının artması ile ortaya çıkan ve baş dönmesi, titreme ve baygınlıkla sonuçlanan biyolojik olaydır. Halen birçok mitolojik kültürlü toplumda şaman ya da büyücüler tarafından uygulanmaktadır.) tekniği sayesinde farklı deneyimler yaşadıklarına olan inancın topluluğun diğer bireylerinde de olduğunu belirtmektedir. Böyle farklı bilgi ve deneyime sahip bu kişilerin öldüklerinde topluluk tarafından aslında ölmediği ve dini ideolojilerin ikinci temel özelliğine göre farklı bir boyuta geçtiği şeklinde bir düşünce geliştirmiş olmaları son derece akla yatkındır. İşte bu kişilerin ruhları ya da diğer anlamıyla düşünsel bir ilke olarak tinleri; inanışa göre öldükten sonra serbestçe ortada dolaşabilmekte, istediği yere gitmekte ve istediği kişinin içine girerek ona iyilik ya da kötülük verebilmektedir. Bu nedenle de bu tinlerin kötülüklerinden kurtulmak, onların iyi edici gücünün devamını sağlamak için ölülerinin ardından belirli ritüeller gerçekleştirmek ya da mezarlarına hediye ve günlük kullanım eşyalarını yerleştirmek geleneği ortaya çıkmıştır.

Son olarak tanrı kavramını açıklamaya çalışıp konuyu bitireceğim.

'Okuyan Çocuk'
Alıntı ile Cevapla
  #8  
Alt 13-06-2011, 20:49
Natan Natan isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üyeliğini Sonlandırmış
 
Üyelik tarihi: 18 Sep 2006
Bulunduğu yer: usa
Mesajlar: 4.841
Standart

Sayın Laqrma ;

Bu bilgilendirici yazıyı emek,enerji ve zamanınızı harcayarak bizimle paylaştığınız için teşekkür ederim. İlk sayfadaki paylaşımlarını okudum. Müsait olunca devamını da ilgi ve beğeniyle okuyacağımdan emin olabilirsin.

Teşekkürler
Alıntı ile Cevapla
  #9  
Alt 15-06-2011, 17:46
Laqrma - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Laqrma Laqrma isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 04 Apr 2008
Mesajlar: 46
Standart

Ve son yazı..


Tanrı Kavramı:

Ölüm, ruh ve öteki dünya ya da fizikötesine geçiş kavramları bu kadarla kalmamış ve insanoğlunun günümüze kadar süregelen macerasında bir başka kavramın daha ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Bu kavram da "tanrı"dır.

İnsanın bilişsel gelişiminde şimdi sırada tanrı kavramı vardır ve insanoğlunun bundan sonraki yaşantısında, kurduğu tüm uygarlıklarda ve geliştirdiği tüm kültürel öğelerde bu kavram çok büyük bir yer tutacak ve ister gündelik yaşantısının seküler kısmında ister manevi ya da soyut kısmında bu kavrama doğrudan ya da dolaylı olarak göndermeler yapan değişik semboller üretecektir.

Özellikle de Neolitik Çağ'dan itibaren tanrı kavramının toplulukların materyal kültürlerindeki yansıması, biz arkeologların işlerini kolaylaştıracak, yazının ortaya çıkmasıyla başlayan tarihsel çağlarla birlikte de onların mitolojileri, ritüelleri ve bunların yaşantılarında oluşturduğu değişiklik ve kültürel farklılaşmalarını gözlemlemek bizler için daha kolay hale gelecektir.

Bugüne dek, tanrı kavramının ya da insan aklında ortaya çıkan tanrı tasarımının, ister felsefeciler olsun isterse de sosyal bilimlerin diğer alanlarında çalışanlarca olsun genel bir tanımı yapılamamıştır. Bunun nedeni ise dünya üzerinde yaşayan ya da yaşamış bulunan birçok topluluğun değişik tanrı tasarımlarının olmasıdır.

Örneklersek, toplumbilimci Durkheim; "Kabile tanrısı yüksek bir mevkiye ulaşmış bir ata ruhundan başka bir şey değildir." derken, daha önce ruh kavramının açıklanması sırasında belirttiğimiz gibi tinsel bir varlığı tanımlar.

Ancak, tinsel olmayan tanrılar da vardır. Örneğin Yunan Tanrıları. Bu tanrılar ölümlü kadınlar ile ilişkiye girerek çocuk yapabilirler. Ya da değişik topluluklarda doğaüstü olmayan hayvanlar ve bitkiler tanrı olarak kabul edilip, Roma'da olduğu gibi bazı hükümdarlar da kendini tanrı olarak ilan edebilirler.

Çeşitli kültürlerin mitolojilerinde üç yüz milyondan fazla tanrı ve tanrıça adı olduğu saptanmıştır. Bu tanrı ya da tanrıçalar, insanlar tarafından genellikle sadece kendilerinden üstün, gerektiği zaman başvurup yardım dileyebilecekleri ve onlara yalvarıp yakarmakla birçok sorunlarını çözümleyebilecekleri varlıklar olarak tasarımlanmış ve bu tasarımlar giderek soyutlanarak tektanrıcı dinlerin soyut tanrı tasarımına ulaşmıştır.

Konuyla ilgili olarak baktığımızda, ata kültüne tapınmanın tanrı kavramının ortaya çıkmasında önemli bir rol oynadığı çok açıktır.

Sonuç olarak "tanrı" sözcüğünün değişik dillerdeki etimolojisi, bizi bazı dillerde ruh kavramına götürürken bazılarında sadece doğayla ilgili sözcüklerden alınmış köklere götürmektedir.

Yeniden eskiye doğru gidersek Yahudilik ve Hıristiyanlıkta tanrının bir ruh olduğu açıkça belirtilmiştir. Hint-Avrupa dillerinde parıltı anlamına gelen "dei" kökünden türeyen Yunanca "dios ve theos", Latince önce "deivos" daha sonra "deus", Sanskritçe "devah" gibi sözcükler aslında Proto-Hint-Avrupa dilindeki "gökyüzü baba-dyeus pater" deyiminden türemişlerdir. Bu deyimdeki baba sözcüğü bazı araştırmacılarca tanrıların ya da insanoğlunun atasını ifade ediyor olabileceği gibi, Latince paterfamilias ile ilişkili bir tür otoriteye de işaret ediyor olabilir.

Tanrı sözcüğü diğer Hint-Avrupa dillerinde, yaşadıkları coğrafyayla ilgili doğa olaylarından kök almakta yani doğanın temel öğelerinin kutsallaştırıldığını bize göstermektedir. Örneklersek, Sanskritçe'de "surya", Gal dilinde "sulis", Germen dilinde "sol" sözcükleri bir güneş tanrı ya da tanrıçasını temsil ederken, Litvanyaca "perkunas", Slavca "perun" ve Norman dilinde "fjörgyn" ise fırtına ya da yağmur tanrısını temsil etmektedir. Türkçe'deki "tengri" sözcüğü de keza gök tanrıyı ifade etmektedir. Semitik bir dil olan İbranice'de ise daha önce de belirtildiği gibi ruh anlamına gelen ve Arapça'daki "allah ve ilah" sözcüklerinin de kaynağı olan "eloah " ve çoğulu "elohim" yüklendiği bu anlamıyla tinsel bir öğeye dolayısıyla belki de ata kültüne tapınmaya işaret ediyor olabilir.

Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılabileceği gibi tanrı kavramı hem doğa olaylarıyla hem de ölmüş ataların ruhlarıyla ilgilidir. Bir ritüel dahilinde toplulukların farklı niteliklere, bilgi ve becerilere sahip bireylerinin öncelikli olarak gömülmesi ve bunların yanına materyal kültürle ilgili bazı nesnelerin bırakılması ile başlayan "ata kültüne tapınma", başka bir deyişle "ölenin düşünsel ilke anlamındaki tinine tapınma" zamanla tinin tanrılaşmasını getirmiştir. Konuyu daha da açacak olursak, bu olay ölümle gerçekleştiğinden bazı kültürlerde ilk tanrılar ölü ataların ruhları ve ilk dini törenlerin gerçekleştiği yerlerin de mezarlık alanları olarak düşünebiliriz.

Türkiye'deki Çayönü yerleşiminin en erken tabakasından itibaren aynı yerde süreklilik göstererek ortaya çıkan ve kazıcıları tarafından kafataslı yapı olarak adlandırılan yapı yukarıda belirtilenlere en iyi örnektir. Bu yapıyla birlikte aynı yerleşimde ortaya çıkarılan ve "özel yapı" ya da "tapınak" olarak adlandırılan yapılar da bulunmaktadır. Burada ortaya çıkarılan kafataslı yapı'yı kısaca incelersek;
Yerleşimin en erken yapı evresinin son yapı katından itibaren (C14 verilerine göre yaklaşık MÖ 10200-9200), Çanak Çömleksiz Neolitik dönemin tamamında, aynı yerde küçük değişikliklerle devam eden ve 1964 yılında ilk bulunduğunda içinde sadece kafatasları ortaya çıkarıldığı için kafataslı yapı olarak adlandırılan bu yapının değişik evrelerinden toplam 450 kadar iskelet bulunmuş ve burasının ölü kültü için kullanıldığı kesinlik kazanmıştır. Yapının avlusundaki büyük yassı taşın üzerinde hayvan ve insan kanının saptanması, bu taşın kafaların kesilmesinde ve hayvan adağı için kullanıldığını göstermekte ve bize Çayönü insanının ölü kültüne hizmet verdiğini göstermektedir.

Ayrıca, Çanak Çömleksiz Neolitik Dönemin son evresinde ve Çanak Çömlekli Neolitik Çağ tabakalarında yerleşim içi gömüye rastlanılmaması, toplumda bir mezarlık kavramının oluştuğunun ve ölülerin yerleşim dışındaki uygun bir alana gömüldüklerinin göstergesidir.

Bir başka örnek olan Çatalhöyük ele alındığında ise James Mellaart'ın yaptığı çalışmalar sonucu ortaya çıkardığı ve tapınak olarak nitelediği yapılardaki platformların altına yapılan gömü yine bir ata kültünün işareti olabilir.

Çatalhöyük'teki kazılarda ortaya çıkarılan tapınakların niteliklerinden söz etmek gerekirse, Mellaart Çatalhöyük'te ortaya çıkarılan 139 yapının en az kırkının Neolitik Çağ dinine hizmet ettiğini ve bu yapıların her zaman daha özenli yapıldıklarını, içinde bulundukları alanın en büyük yapısı olduklarını, buna karşın mimari açıdan konutlardan farklı olmadıklarını ve çoğunlukla ölülerin bir ritüel dahilinde bu yapıların tabanlarındaki platformların altına gömüldüklerini belirtir.

Ayrıca Çatalhöyük'te bütün ölülerin tapınak olarak nitelenen mekanlara gömülmemiş olması ve Büyük Akbaba Tapınağı olarak adlandırılan yerin 120 yıl boyunca sadece altı mezara ev sahipliği yapmış olması Çatalhöyük'ü Çayönü gibi erken yerleşimlerden ayıran bir özelliktir. Mellaart, buradan sadece altı mezarın çıkmış olmasını, tapınakların sürekli gömü yapılan yerler değil sadece özel kişilere ayrılan yerler olması ile açıklamakta ve bu kişileri rahibe olarak nitelemektedir. Bu da bize, dinlerin temel özelliklerinden ikincisi olan; bir toplumda, özellikle bazı insanların doğrudan tanrılar ya da ruhlar gibi doğaüstü varlıklardan ilham ve mesajlar alabilecekleri inancı ile uyuştuğunu göstermektedir.

Ölü ataların ruhları için yapılan ritüellerin giderek özelleşmesi, bu ritüellerde rol alan bazı insanların varlığı ve gündelik yaşantıda kullanılan yapılardan giderek farklılaşması ile bu yapıların yerleşim dokusunda belirgin biçimde ortaya çıkması, ileride daha da gelişkin olarak ortaya çıkacak tapınakların temelini atmıştır. Yani ölüm ve ölü gömmenin, dinlerin ve tanrı kavramının ortaya çıkmasında dolaylı ve doğrudan etkisi vardır.

İnsanoğlunun bundan sonraki yaşantısında çok önemli bir yer tutacak olan tanrı kavramı ve bu kavramla bağlantılı olan tapınaklar daha sonraki dönemlerde de birçok kültürde ölü gömme olgusuyla paralel olarak ilerlemiştir. Mezarlıkların geçmişte olduğu gibi günümüzde de kutsal ve dokunulmaz yerler olarak görülmesini ve bütün dinlerde bununla ilgili yaptırımların bulunmasını başka türlü açıklama olanağı da yoktur.

Doğaüstü güçlere sahip olduğuna inanılan ve saygı gören şamanlar ise; Paleolitik Dönem'den itibaren yavaş yavaş yerleşik yaşama geçtikten sonra da saygınlık görmeye devam etmişler ve daha sonra tapınaklarda çalışan rahiplere dönüşmüşlerdir.



Ö.N: Bu yazıda büyük ölçüde Uhri.A., "Batı Anadolu ETÇ Ölü Gömme Gelenekleri" adlı doktora tezinden yararlanılmıştır.



Kaynakça:


Arsebük,G., "Evrimi Kendine Özgü Bir Canlı: İnsan", Colloquium Anatolicum-I, Türk Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Yay.,İstanbul, 2002.

Armstrong,K., "Tanrı'nın Tarihi-İbrahim'den Günümüze 4000 Yıllık Tanrı Arayışı", Çev.O.Özel-H.Koyukan-K.Emiroğlu, Ayraç Yay., Ankara, 1998.

Assmann, Jan, "Kültürel Bellek-Eski Yüksek Kültürlerde Yazı, Hatırlama ve Politik Kimlik", Çev.A.Tekin, Ayrıntı Yay. İst, 2001.

Bottéro, J., "Mezopotamya Yazı, Akıl ve Tanrılar", Çev.M.E.Özcan-A.Er, Dost Ktbv. Yay., Ankara, 2003.

Braidwood, R.J.,"Tarih Öncesi İnsan", Çev.B.Altınok, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 1995.

Çoruhlu, Y., "Eski Türklerde Ölüm", Cogito-40 Ölüm: Bir Topografya", YKY, İstanbul, 2004.

Erginer,G., "Bir Halk Bilimcinin Gözünden Ölüm", Cogito-40 Ölüm: Bir Topografya", YKY, İstanbul, 2004.

Esin,U., "Arkeolojik Terminolojide Bazı Sorunlar", TÜBA-AR-7, Ankara, 2004.

Hançerlioğlu,O., "Felsefe Ansiklopedisi", Remzi Ktbv. Yay. İstanbul, 1978.

Leroi-Gourhan,A., "The Flowers found with Shanidar IV, a Neanderthal burial in Iraq", Science 190, 1975.

Levin,R., "Modern İnsanın Kökeni", Çev.N.Özüaydın, TÜBİTAK yay., Ankara, 1998.

Lévi-Strauss,C., "Yaban Düşünce", çev.T.Yücel, Hürriyet Vkf. Yay. İst., 1984.

Mellaart,J., "Çatalhöyük, A Neolithic Town in Anatolia; McGraw-Hill Book Company", New York, 1967.

Örnek,S.V., "100 Soruda İlkellerde Din, Büyü, Sanat, Efsane", Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1971.

Örnek,S.V., "Anadolu Folklorunda Ölüm", DTCF yay.218, Ankara, 1979.

Özbudun,S., "Ayinden Törene-Siyasal İktidarın Kurulma ve Kurumsallaşma Sürecinde Törenlerin İşlevleri", Anahtar Kitaplar, İstanbul, 1997.

Özdoğan,M., "Neolitik Çağ-Neolitik Devrim-İlk Üretim Toplulukları Kavramının Değişimi ve Braidwoodlar", TÜBA-AR-7, Ankara, 2004.

Özdoğan,M.-Özdoğan,A.-Bar,D.-Yosef-Van Zeist,W., "Çayönü Kazısı ve Güneydoğu Anadolu Karma Projesi, 30 Yıllık Genel Bir Değerlendirme", XV. KST-I, Ankara, 1993.

Özdoğan,M.-Özdogan,A., "Buildings of Cult and the Cult of Buildings", Light on Top of The Black Hill-Studies presented to Halet Çambel, Ege Yayınları, İstanbul, 1998.

Özmen,A., "Ahiret", Antropoloji Sözlüğü, Edt.K.Emiroglu-S.Aydın, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 2003.

Pearson,M.P., "The Archaeology of Death and Burial", Texas A&M Univ. Press., 2002.

Rotermund,H.O., "Japonya'da Can, Ruh", Antik Dünyada ve Geleneksel Toplumlarda Dinler ve Mitolojiler Sözlüğü, (Edt.) Y.Bonnefoy, Çev.G.Çetin, Dost Ktbv.Yay., Ankara, 2000.

Schmidt,K., "Göbekli Tepe and the Rock Art of the Near East"; TÜBAAR 3; Ankara, 1-14., 2000.

Solecki,R., "Shanidar IV, a Neanderthal flower burial in Northern Iraq" Science 190, 4217, 1975.

Şenel,A., "İlkel Topluluktan Uygar Topluma Geçiş Aşamasında Ekonomik Toplumsal Düşünsel Yapıların Etkileşimi", Bilim ve Sanat Yay., Ankara, 1995.

TAY II, Harmankaya,S.-Tanındı,O.-Özbaşaran,M., "Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri-II, Neolitik", Ege Yay. İstanbul, 1997.

TAY-C14 Veri Tabanı, Harmankaya,S.-Erdoğu,B.-Uygun,D., "Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri-C14 Veri Tabanı", Ege Yay. İstanbul, 2003.

Türk,H.,"Neanderthal İnsanda Törensel Ölü Gömme"; Bilim ve Ütopya-36; İstanbul, 1997.

Tuğlacı,P., Okyanus Ansiklopedik Sözlük, Pars yay. İst. 1972.

Ünal,A., "Hititler Devrinde Anadolu-II", Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2003.

Van Lamoen,F., "Simya, Hermetik Sanat: Batı Simyasına ve Simya İkonografisine Giriş-Alchemy, The Hermetic Art: An Introduction to Western Alchemy and Alchemical Iconography", Çev.M.H.Doğan,
Sanat Dünyamız-97, YKY yay., İstanbul, 2006.

Wells,C., "Sosyal Antropoloji Açısından İnsan ve Dünyası", çev. E.Onur, Remzi Ktbv. İstanbul, 1972.

Yakar,J.,"Etnografya Işığında Arkeolojide Sosyal ve Kültürel Değerlendirmeler", Colloquium Anatolicum-I, Türk Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Yay.,İstanbul, 2002.

'Okuyan Çocuk'
Alıntı ile Cevapla
  #10  
Alt 16-06-2011, 16:22
mhmd mhmd isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 23 Dec 2005
Bulunduğu yer: sonsuzluktan
Mesajlar: 3.328
Standart

Sn. Lagrma,

Aktarımınız için teşekkürler.
Bu aktarımda kafamıza takılan birkaç yeri, şahsınızın meski özelliği (Arkeolog) nedeniyle size sormak isteriz.
Birinci yazınız için;
1.
Arkeolojik olarak yazı öncesi dönemde ölüm ile ilgili ön belirti olarak hiçbir maddi kanıt olmaması, diğer sosyal dallardan daha zor çalışma koşullarını ortaya çıkarmıştır. Öyle ki kanıt bile olsa, yazı öncesi dönem için bu kanıtı yorumlamak ve tanımlamak imkansızdır. Ancak arkeoloji biliminin gereği olarak eldeki maddi verilerden yola çıkılıp yorum yapılacağından, ancak ölümden sonra yapılan uygulamalar ve ölülerin gömülme uygulamaları incelenebilir.
- Kanıtın dahi yorumlanması veya tanımlanması imkansız ise bir demet çiçekten ölüm sonrası kavramına nasıl ulaşılmaktadır?

2.
İşte bu ölümün ardından fiziksel olarak gerçekleşen olaylardan sonra, insan görüntüsünün estetiğini kaybetmesi, daha kaba tabiri ile çirkinleşmesi ve ölen kişiye duyulan sevgi ve saygı gibi nedenlerle ortaya çıkan tedirginlik ya da kabul edememe-rahatsızlık, insanın ölüm karşısında farklı davranışlar gerçekleştirmesine neden olmuştur. Bu davranışlardan en önemlisi ruh kavramını icat etmiş olmasıdır.
- Bizce objektifliğe en yakın tahmine bu kadar yaklaşmış iken bir anda subjektif bir çıkarım nasıl yapılmaktadır?

3.
eski dönemlerden beri insan, ölü bedeni bir ritüel halinde gömmesi bu gömme işlemi sırasında ölünün yanına bazı eşyalar, hediyeler, yiyecekler bırakması, ölüyü süslemesi vs. gibi durumlar da ölünün geri geldiğinde ya da diğer dünyaya gittiğinde oradaki yaşama daha kolay uyum sağlaması için yapılmışlardır.
- Günümüzde bırakılan çiçekler ya da diğer dinlerde elbiseleri ile gömmek de aynı anlamı taşır mı?

4.
Düşünebiliriz ki; ölüm bilincinin insan için bir son olması ve insanda oluşturduğu kaygı, ölü gömme uygulamalarını ortaya çıkarmış olabilir.
- İhtimaldir. Ancak daha büyük bir ihtimale önceden yaklaşmıştınız. Ölen birinin çürümeye başlaması, etrafını rahatsız etmesi, sineklenmesi, kurtlanması gibi etkenler onu, uzaklaştırma ya da gömmeye neden olamaz mı?

Bu sorularımız birinci yazıyla alakalı olanlardır.
Cevaplarınız ile ikinci yazınıza geçeceğiz.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler

Başlık Düzenleme Araçları
Stil

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Tarihi veriler ışığında Rum Suresi korelmis İslam 26 11-06-2017 10:22
Ezvac-ı Tahirat (temiz eşler) Olgusu anti-dindar İslam 93 10-11-2016 14:06
Tarihsel Gerçekler Işığında Çağrı Filmi -Belgesel Video (Sitemizin çalışmasıdır) Cem Multimedya 217 22-05-2014 14:13
Evrim Olgusu ve Yaratılış Masalı diamat İslam 206 18-04-2011 22:09
bırgun nasıl dın olgusu bırılerıne hızmet etmek için orta... salyasümük İslam 4 15-10-2006 05:49

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 10:43 .