Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > Dünya Dinleri, Mitoloji & Antik Uygarlıklar > Mitoloji & Esoterisizm > Sufizm

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #1  
Alt 01-06-2017, 18:08
pianola - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
pianola pianola isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Super Moderator
 
Üyelik tarihi: 22 Oct 2014
Bulunduğu yer: Platon'un Mağarası
Mesajlar: 1.906
Standart Tasavvufta Felsefi Panteizm Eleştirisi

1. Vahdet-i Vücûd ilmi, peygamberler ve onların varisleri olan veliler vasıtasıyla, hakiki menba olan Cenab-ı Hak'tan nazil olmuş bir ilimdir. Vücûdîlerin (panteistler) ilmi ise, cismani duyguları ile bu süfli alemden aldıkları bilgileri delil kabul ederek varlığın birliğini sezmelerinden ibarettir.

2. Vahdet-i Vücûd müşahidleri (Vahdet-i Vücûd'u müşahede edenler) muhakkıklar arasında ihtilaf yoktur. Fakat vücûdîler arasında ihtilaflar vardır. Çünkü ilimleri, hislerinin ve nazari akıllarının icad ettikleri delillere dayanmaktadır. His ve akıllarının idrak dereceleri ise birbirlerinden farklıdır.

3. Vahdet-i Vücûd'u müşahede edenler Hakk'ın zatına 'mechûl-i mutlak' derler; ve onu her çeşit sıfattan tecrid ederler. Fakat ulûhiyet mertebesinde, Hakk'ın zatını işitme, görme, irade, kudret, v.s. gibi sıfatlarla muttasıf bilirler. Vücûdîler ise Hakk'ı 'ilk illet' (illet-i ûlâ) ve 'cevher' olarak isimlendirirler.

4. Vahdet-i Vücûd'u müşahede edenler taayyünat ve eşyanın hakikatinin Hak olduğunu söylerler; fakat taayyünatın ve eşyanın kendisine "Hak" demezler. "Hak Hak'tır, ve "eşya da kendi zalarında eşyadır" derler. Vücûdîler ise eşyanın taayyünlerinin ve zatlarının Hak olduğunu söylerler.

5. Vahdet-i Vücûd'u müşahede edenler arasında farklı nazariyelere tabi olan fırkalar yoktur. Vücûdîler ise birbirinden farklı nazariyeler takip ederler. Mesela, Spinoza'ya göre sıfatlar, "cevher" kabul ettiği 'illet-i ûlâ'nın zat ve hakikatini teşkil eden şeylerdir.

6. Vücûdîler, varlığın birliği hakkındaki fikirlerinde vahdet-i vücûd'u müşahede edenlere benzerler. Bu benzeyiş, islam zahir ulemasını vahdet-i vücûd itikadından ürkütür; ve Hakk'ın, eşyadan tenzih edilmesi için, onlar akli deliller ortaya koymaya mecbur olurlar.

7. Vahdet-i Vücûd'u müşahede edenler, "Vücûd-i hakikinin her mertebesinin bir hükmü vardır, ve ona riayet etmek lazımdır" derler. Binaenaleyh, bu sûret aleminde peygamberin getirdiği şeriat ile tesbit edilmiş olan amellere son derece riayet ederler. Vücûdîler ise, kendilerini böyle bir kayıt ile bağlı ve mükellef bilmezler.

8. Vahdet-i Vücûd'un son derece güç anlaşılan inceliklerini (dakayık) "zevk" ve "vicdan" ile anlamak için önce bunun, Kur'an, hadis-i şerifler, ve enbiya ile evliyanın ledünnî ilimlerinin özü (lübb) olduğuna şüphe etmeksizin inanmak, sonra da bu ilmin hakikatine vasıl olmak için bir insan-ı kâmilin nazarı ve terbiyesi altında ale't tedric süluk görüp hâl-i fenâyı tahsil etmek lazımdır. Halbuki vücûdîlerin ilimlerini ve aralarındaki ihtilafları anlamak için, "akl-ı dimağî ve zekâ-yı tabîî" yeterlidir.

9. Vahdet-i Vücûd ilmi, ilahi hikmetlere ait bir ilimdir. Bunu müşahede edenlere "hakim-i ilahi" derler. Vücûdîlik ise tabîî hikmetlere ait bir ilim olup, muhtelif kavimlerin filozoflarınca ifade edilmiştir. Bu ilmin alimlerine ise "hukema-yı tabîîyye" denir.

10. Vahdet-i Vücûd'u müşahede edenlerin ilimleri birbirlerinden alınmış bir ilim değildir. "Fenâ-fillah" dedikleri hâlin vuku'undan sonra kendilerinde meydana gelen bir "ilm-i şuhûdî", yani müşahedeye dayanan bir ilimdir. Vücûdîlik ise, filozofların birbirlerinden aldıkları, sonra kendi akıllarına göre genişletip ifade ettikleri bir "ilm-i nazarî", yani aklın görüşlerine dayanan bir ilimdir. Şu hâlde vahdet-i vücûd ilmi bir "ilm-i kal" (söz ilmi) değil, "ilm-i hâl"dir.

11. Vahdet-i Vücûd'u müşahede edenler Cenab-ı Hakk'ı hem "tenzih", hem de "teşbih" ederler. Vücûdîler ise yalnız "teşbih" ederler. Nitekim bunların karşısında islam zahir uleması ise yalnız "tenzih" ederler. Muhakkıkların müşahedeleri ise ikisinin ortasındadır.


Ahmed Avni Konuk — Fususu'l Hikem Tercüme ve Şerhi / Cilt I Bölüm II, s:58
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 08-06-2017, 23:27
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart

Meraklısı için arayıpta bulunmaz bilgiler bunlar. Teşekkürler.
Tabi "İlm-i hâl" denen olay meselenin toptan adıdır, Vahdet-i vücut denen şeyinde bir sonucudur.

Vahdet-i vücut bu noktada yaşayan canlı bir bilgidir. O yüzden bir Sufi bu olaya tanık oldukça, onu yaşadıkça, doğal bir şekilde "bilgi" sahibi olur ki bunada "İlm-i hâl" denmiştir.

Aslında söyleyeceğim şey tuhaf gelecek belki ama dinlerde, bilimlerde aslında CANLI BİLGİDİR. O yüzden ki ara ara kendilerini güncellemek zorunda kalırlar. Buna mecburdurlar.
Bu onların canlı bilgi olmasından kaynaklanır. Çünkü bilgi geliştikçe, kabuğuna sığmaz ve eskiyi atıp yeniyle yola devam etmesi gerekir, netekim öylede olur.

Bilginin canlı olması, insanla beraber gelişmesi, Sufi camiada hiçte yabancı bir kavram değildir bu yüzden, İlm-i Hâl dendiğinde, Vahdet-i vücut dendiğinde Sufi bunun yaşayan, dinamik, canlı bir şey olduğunu bilir.

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 22-08-2017, 22:44
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart

Vahdet-i vücûd kavramı, 11. ve 12. yüzyıllar İspanya'sının büyük Arap mistik filozofu İbn-i Arabî'ye (M. 1165-1240) kadar gerilere gider. Bu anlayış 13. yüzyıldan başlayarak İslam metafizik düşünce geleneğinin, genellikle Molla Sadrâ olarak bilinen Sadreddin-i Şirâzî'nin (M.1571-1640) düşüncesinde bütün yaklaşımları kendisinde birleştiren zirve noktasına ulaştığı 16. ve 17. yüzyıllara kadar uzanan zaman dilimi içerisinde, Müslüman düşünürlerin büyük çoğunluğu üzerinde çok büyük bir etkiye sahip olmuştur.

Bu aşamada müellif, Vahdet-i vücûd düşüncesinin anlam alanını oluşturan şu anahtar kavramları açıklamaktadır: ‘varlık', ‘gerçeklik', ‘Mutlak gerçeklik', ‘fenâ', ‘fenâ'nın fenâsı', ‘bekâ', ‘cem', ‘cem'ül cem', ‘fark ba'de'l-cem', Fark-ı sânî','vahdet' ve ‘kesret' . Bu anahtar kavramların öncelikle mistik İslâm düşüncesinde daha sonra da anlam itibariyle diğer doğu felsefelerindeki (örneğin Veda ve Yeni Konfüçyüsçü düşünce sistemleri gibi) karşılıklarını veren yazar, bu kavramlar aracılığıyla Vahdet-i vücûd düşüncesini, özel anlamda mistik İslam felsefesi genel anlamda da Doğu felsefeleri kapsamında işlemektedir.

Vahdet-i vücûd düşüncesi teorik olarak anlatıldıktan sonra, konunun daha iyi anlaşılması bakımından bu düşünce ekolüne sahip düşünürler tarafından kullanılan bazı mecâz ve temsillere yer verilmektedir. Bunlar; ‘hızla dönen bir noktanın bir daire olarak görünmesi', ‘mürekkep ve onunla yazılan çeşitli harflerden oluşan temsil' ve ‘deniz ve dalgalar' gibi mecâz ve temsillerdir.

Sözü edilen bu mecaz ve temsilleri derinlemesine araştıran Izutsu, şu sonuca ulaşmaktadır: "Metafizik Gerçeklik veya Mutlak'ın kendisinde, fark edilebilir olan iki farklı boyut bulunmaktadır; metafizik bakımdan Gerçekliğin nihâî safhası olan birinci boyutta Mutlak, mutlaklık halinde Mutlaktır. Bu Veda düşüncesindeki parabrahman (yani, ‘En Yüce ve Mükemmel Brahma') kavramına ve Yeni Konfüçyüsçü düşüncedeki Wu-chi (yani, ‘Nihayetsiz') kavramına tekabül etmektedir. Hem Veda düşüncesinde ve hem de İslâm'da bu nihaî safhada Mutlak, Tanrı bile değildir; çünkü ‘Tanrı', öncelikle, en azından Mutlak'ı yaratıklar dünyasından ayıran bir kavram olduğu için, Mutlak'ın bir belirleniminden ibarettir.

Sözü edilen boyutlardan ikincisinde Mutlak, yine Mutlak'tır; fakat o bu kez, dünya ile ilişkisi bulunan bir Mutlak'tır. Burada o, fenomenler dünyasının nihaî kaynağı olarak mütalaa edilen Mutlak'tır. İsim –yani İslâm'daki ‘Allah' ismi- Mutlak'a sadece bu safhada atfedilebilir. Bu, Veda düşüncesindeki parameshvara –yani, ‘En Yüce Tanrı'- safhası, Yeni Konfüçyüsçü dünya görüşünde ise tai chinin –yani, ‘En Yüce Nihaî Olan'ın- durumudur; burada tai chinin durumu, ezelî olan yaratıcı prensip olarak ‘Hiçliğin Nihaî Olanı' anlamındaki Wu-chiden başka bir şey değildir."(s.49)

Tüm bu açıklamalardan sonra Izutsu şu tespitte bulunur:

"Vahdet-i vücûd, ne bir monizmdir ne de bir düalizm. ‘Kesrette Vahdeti ve Vahdette kesreti görmek'ten ibaret olan özel bir egzistansiyal tecrübe üzerine temellendirilen metafizik bir Gerçeklik görüşü olarak o, felsefî bir monizm veya düalizmden çok daha dinamik ve ustaca bir düşüncedir." (s.50)

-----\-----

Kaynak: Kitap, Sempozyum Değerlendirmeleri - Şahin Güven

Ana kaynak/eser: İslam Mistik Düşüncesi Üzerine Makaleler - Toshihiko IZUTSU
Anka Yayınları, İstanbul, Aralık-2001, (ISBN: 975-6628-16-2)
(Türkçesi: Dr. Ramazan ERTÜRK)

Toshihiko IZUTSU:
Tasavvuf, Advaita Vedanta, Mahayana Budizmi (özellikle Zen) ve felsefi Taoizm konularında önde gelen otoritelerden biri kabul edilen ve otuzdan fazla dil bilen Izutsu, İran, Hindistan, Kuzey Amerika ve Asya'da ilgilendiği alanlarda çok sayıda araştırma yapmıştır. /Wiki

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 27-08-2017, 00:07
"ictenlik" - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
"ictenlik" "ictenlik" isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 22 Aug 2017
Mesajlar: 3.063
Standart

İzniniz olursa, bu alıntı forumda yoksa eklemek isterim..
belki başlıkta olabilirdi bu anlamda...

Tasavvuf tarikatlarının büyük çoğunluğu, özellikle şiî-bâtınîler, varlıkbirliği (vahdet-i vücut) anlayışında birleşirler. Bu anlayış, tüm varolanların tanrının çeşitli belirimleri olduğu, daha açık bir deyişle her varlığın bizzat tanrı olduğu inancını dile getirir. İslam gizemciliğinde vahde- i şühut ve vahdet-i kusut'tan sonra erişililen üçüncü ve son aşamadır. Bu en yetkin aşamada bütün varlıklar, görünüşteki ayrılıklarından sıyrılarak tek varlık içinde birleşir ve kaynaşırlar. Önce bütün varlıkları ayrı ayrı gören (vahdet-i şühut) gizemci, sonra kendi iradesini tanrılık irade ile birleştirmiş (vahdet-i kusut)ve daha sonra kendi varlığını tek varlığa katarak vahdet-i vücut aşamasına ulaşmıştır. Bu yetkin aşama, kendinden önceki bütün aşamaları kapsar. Bu aşamada gizemci, artık kendisinin tek varlığın insan biçimindeki belirtisi olduğunu bilmektedir. Örneğin Muhiddin Arabî, Feridüddin Attar, Mevlana Celaleddin gibi son büyük gizemciler bu aşamaya ulaşmışlardır.

İslam gizemciliğinin bu aşaması, Batı'nın kamutanrıcılığına (panteizm) benzer.Dinsel alanda inanca dönüşen bu spekülatif varsayıma göre her şey, tek şeydir. Ayrılıklar görünüştedir, öz birdir. İslamsal vahdet-i vucut anlayışı bu özü tanrıya bağlar. Bir çeşit Hegelci tasarımla tanrının doğalaştığını ve sayısızca çeşitlendiğini, çeşitli varlııklar halinde meydana çıktığını ileri sürer. İslamsal varsayımda olduğu gibi bu bir yaratma değil, bir belirme, (tezahür etme, zahir olma, görünme)dir. Tanrı ot olarak görünür, böcek olarak görünür. Her şey tanrıdır.Demek ki yaratan ve yaratılan (Halik ve mahlûk) yoktur, sadece tanrısal bir varlaşma vardır.

Tasavvuf düşünürlerinden Hallac-ı Mansur, bu düşüncenin açık seçiğini şu sözle ortaya attı: Ben Tanrıyım (Enelhak)…Hemen yakalayıp döve döve öldürdüler. Mansurûn sonu , kendinden sonra gelen tasavvuf düşünürlerine ders oldu. Mansur'un açık seçik sözü söylendi ama, öylesine anlaşılmaz biçimlerde söylendi ki, söyleyenler, öldürülmek şöyle dursun, sözlerini kimsecikler anlamadığından ötürü, tümen tümen hayranlık kazandılar. Birtakım harflere, işaretlere, sayılara anlamlar verildi. Açık seçik düşünce sır oldu. Tarikata girenlere güvenilmiyor, sırrı öğrenebilmeleri uzun denemelere bağlanıyordu. Mansur'un iki kelimeyle söyleyiverdiği o yalın sözü öğrenebilmek için uzun yıllar geçirilmesi gerekiyordu. Bu korku, tarikatlarda birtakım dereceler, menasik adı verilen formaliteler doğurdu. Önce çırak, sonra kalfa, sonra usta olunuyor, ustalıktan sonra da yavaş yavaş yükselenlere gerçek adı verilen sır azar azar sunuluyordu. Sırrı öğrenebilme derecesine gelen, kellesini vermeden sırrı açıklayamayacak kadar tarikata bağlanmış oluyordu. Elde edebilmek için geçirilen uzun ve yorucu çaba sırrı kutsallaştırıyordu. On dakikada öğrenebileceklerini on yılda öğrenenler bilgilerini önemsemek zorundaydılar. Dışarıda kalanlar da, hiçbir şey anlamadan şaşkın şaşkın bakıp durdukları harfleri, sayıları, işaretleri büsbütün kutsallaştırdılar. Üç, beş, yedi, kırk derken, işler büsbütün karıştı. Güzelim insan düşüncesi putlaşmaya başladı.

Pythagoras'tan gelen sayı mistikliği, İslam düşüncesinde Esterâbatlı Fazullah'ın eliyle Hurufilik oldu. Her harf bir sayıyı karşılıyor, her sayı bir sözü anlatıyordu. Açıkça söylenemeyen söz, sayılarla harflerin ardına gizlenmişti. XIV. Yüzyılda yaşamış olan Fazullah; sayılar, harfler, işaretler komedyası arkasında açık seçik olarak şunu söylemektedir: Biz, evrenin tanrısı olarak ancak insanı bulduk (Mâ Hüdây-ı âlem âdem yâftim).


XX. yüzyılın ikinci yarısında bile kolaylıkla söylenemeyen bu sözü XIV. Yüzyılda söyleyebilmek için harflerin, sayıların ardına gizlenmek gerekirdi elbet.
Mevlânâ Celâleddin (1207-1273), bir şiirinde şöyle demektedir: Bizim yolumuz şu güzelim dünyada yaşamak yoludur… Bir başka şiirinde de şöyle diyor: Körün ayağına bir engel takıldı, yaygıyı yayan iyi yaymamış dedi. Yaygıyı yayan da, a kör dedi, kimseye suç yükleme , sen tutacağın yolu görmüyorsun.


Mevlânâ'nın öğrencileri arasında Süryanos adında bir de Rum delikanlısı var. Çetrefil lakırdı etmesini beceremeyen, açık sözlü bir genç olacak ki , uluorta konuşmalarından ötürü yakalayıp kadı'nın önüne götürüyorlar. Kadı soruyor: Sen Mevlânâ'ya tanrı diyormuşsun, doğru mu?... Süryanos hep o açık sözlülükle: Yalan, diyor ben Mevlânâ'ya tanrı demedim, tanrıyı yaratandır dedim. Tanrı benim, ama bunu yıllardır bilmiyordum, bana tanrı olduğumu Mevlânâ öğretti…Süryanos'u iyice çıldırmış sanarak bırakıyorlar. O da gelip olup bitenleri Mevlânâ'ya anlatıyor. Mevlânâ: Kadı'ya deseydin ki, diyor, yazıklar olsun sana , eğer sen de tanrı olamadıysan.


Mevlânâ'ya göre bilgi, insanı öbür varlıklardan üstün kılar. Evrenin bütün varlıkları içinde bilgiye erişmiş olan tek varlık insandır. Her ne kadar evrendeki bütün varlıklar aynı varlığın belirtisiyseler de, insan bilgiyle hepsinin üstündedir. (Hançerlioğlu, 2008:151,152)
Bence, buradaki "yaratılan yaratan yoktur tanrısal bir varlaşma vardır" yorumunu açarsak,
aslında "bir varlaşma vardır" vurgusundan sonra, kişi de tanrının da ve varlaştıranın da aslında var olmayacağının gelişimi ya da farkındalığının açılımı ve başlayamı vurgusunu da önerebiliriz ..
çünkü sonrasında varlaşmanın da aslında varlaşma değil zaten varolmaya dayalı olma/bulunma durumu olumunu da kişi sonuçta keşfedecektir ya da bununla yüzleşebilecektir değil mi?

---
Mansur için verilen yaşam aralığı 800 lerin sonu ve 900 lerin başı...
Yuakrdaki siyah alansa bence güzel. meselenin özeti

---
Mansur idim ben ezelde
Onun için geldim bunda
Yak külümü savur göğe
Ben Enle-Hak oldum Ahi

Yunus Emre

Yunus emre Mansur'a bir çok başka yerde de vurgu yapıyor.
Bu örnek incelenebilir.
Link için Tıklayınız..;

--
Ki aslında Mansur'un vurgularından biri (Ben Hakkım) "Ben gerçeğim/gerçek olanım" olarakta lanse edilir..
Belki de bu yorum/vurgu "Düşünüyorum öyleyse varım" da ki gibi, keşifsel anlam ifadesi olabilir
ve kişinin düşüncesine, sorusuna ya da aradığına yanıt bulan temas anlamındaki doygunluk'un, yakın ve başka türlü kavramsal ifade edişine de bir anlamsal temas içeriyor olabilir...
Alıntı ile Cevapla
  #5  
Alt 27-08-2017, 00:34
"ictenlik" - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
"ictenlik" "ictenlik" isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 22 Aug 2017
Mesajlar: 3.063
Standart

Aslına bakarsak (ve bana kalırsa) enel hak -ben gerçeğim (araması ya da bulması ya da --deneyimi) (bir çakışma ve örtüşme olarak) tanrı arayışının bir sonucu (ve (gerçek arayışının sonucu olarak) tanrı bulma (ve gerçek bulma) (sonucu) (ve gerçekleştirme) yüklemedir.

Ben tanrıyı/tanrımı buldum. ben gerçeği-mi buldum. ben aradığıma erdim.. müjdeler olsun size de...evraka-evraka-evraka)
(delirdim sonra çünkü bunu hiç beklemiyordum...)

Aslına bakarsak enel hak -ben gerçeğim fikri (yoğun) tanrı arayışının bir sonucu olarak tanrı bulma yüklemedir.
özlemde denebilir...

yoğun doygunluk duymak özlemi/ ve gerçek özlemi ve erek özlemi/ermek fikirlerinin doygusu olarak his bağlamı üretme

Arzusunu gerçekleştirme/muradına erme. Tabi ki böyle bir arayış/arama kalmayacağında/kalmadığında böyle bir bulma da kalmaz/olmaz.,

Yoğun tanrı arayışının sonucu gerçek bulma..
Enel-hak abartılan şey değildir.. (aslında bana kalırsa; Her cümlemin başında )
deneyim üretme olarak yorumlanabilir.. başka bir çok şekilde de

Kendi kendine diğer'e soru cevaplar...

Tanrıyı arıyorsun ? ne bulacaksın?
bir gerçek mi? bir tanrı mı?
neyi arıyorsun?
örneğin anahtar arıyorsun!...
gerçeği arıyorsun!
gerçek nedir?
bir tanrı olmadığı mı?
bunu arıyor musun?
hiç aradın mı?

anahtar arıyorsan anahtar bulursun ama mesele bu değil-
neyi arıyorsun yüklemi ama bana kalırsa

açık uçlu olanı gerçeğin... o henüz yazılmadı...
peki gerçek? nedir?

bir gerçeği gerçek yapan nedir?

a-tanrı var
b- tanrı yok
hangisi gerçek
matematik ne der;?

yüzde elli elli mi?

peki mansur ya da sen düşüncene ne/ölçüt koydun?
Alıntı ile Cevapla
  #6  
Alt 27-08-2017, 03:24
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart

uydurtu´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
Aslına bakarsak (ve bana kalırsa) enel hak -ben gerçeğim (araması ya da bulması ya da --deneyimi) (bir çakışma ve örtüşme olarak) tanrı arayışının bir sonucu (ve (gerçek arayışının sonucu olarak) tanrı bulma (ve gerçek bulma) (sonucu) (ve gerçekleştirme) yüklemedir.

Ben tanrıyı/tanrımı buldum. ben gerçeği-mi buldum. ben aradığıma erdim.. müjdeler olsun size de...evraka-evraka-evraka)
(delirdim sonra çünkü bunu hiç beklemiyordum...)

Aslına bakarsak enel hak -ben gerçeğim fikri (yoğun) tanrı arayışının bir sonucu olarak tanrı bulma yüklemedir.
Bu yüklemeyi Hallaç yapmıyor ki?
Bunu sözü duyanlar yapıyor!

Eğer Hallaç yükleme yapsa, zaten öncesinde çok daha açık ve seçik olarak Tanrı, din vs. adına çoşkulu şeylerde söylüyor.
Aslında sorunda tam burada, insanlar Hallaç aşk ile Tanrı adına bir şeyler söylerken onu bir MECNUN olarak görüyorlar, YANİ HALLAÇ TAM BİR TANRI ADAMI diyorlar.
Ama bir gün Hallaç bunu söyleyince, vay hınzır deyip defterini dürüyorlar.

Aslında o gün Hallaç başka bir şey diyor yani, öncesi söylemlerinden çok farklı bu. Farklı olduğu içinde öldürülüyor.
Bu Hallacın "değiştiğini" gösteriyor, farklı bir durum bu.

Sufiler bu FARKLI şeyin ne demek olduğunu çok iyi bilir/biliyorlar.

Çünkü bu söz "dairenin tamamlanması" sözünün manâsıdır. Bunu yaşamayan bu sözü anlayamaz, daha doğrusu anlayamıyormuş, o görülüyor, anca anladığını yükler ki o da TANRIDIR.
Ama işte değil desem, aslında bu bir sır bile değil ama insanlar inançlarla örülü olduğu için, altında ki meseleye erişemiyorlar. Sıkıntı burada.

Daire meselesini bile yanlış anlıyorlar, Sufizimin başını eksik görüyorlar, yani kişi Sufizme daldığı anda, Tanrıyı da aramaya başlıyor, dolayısıyla dairenin başı Tanrı, sonuda Tanrı oluyor.

İşte en büyük yanılgıda burada başlıyor, Sufizmin başlangıcı zahiren dediğimiz doğumla başlar, yani bebeklikle başlar. Sufilik doğuştandır, bunun detayına gerek yok ama böyledir.

Hasılı Hallaç o söze bir şey yüklemedi, sorun burada o söz söylendiği kadar ârî ve sâf bir sözdü, tıpkı bir bebeğin yeni konuşmaya başlaması gibi, onun söylediği söz kadar sâf bir sözdü... Ama ne var ki o bebeğe, vay sen ne biçim konuşuyorsun diyerek, sesini kestiler. :\\\

İbni Arabi, "sizin taptığınız ayağımın altıda" dediği için, o da der-dest edilmiş, tutuklanmış, ve yargılanırken çok ilginç bir şey söylemiş.
"Ben o sözü bilinçli bir halde söylemedim, insan bilinçsiz söylediğinden nasıl sorumlu tutulabilir!" diye bir savunma yapmış ve o sözden ceza almamış, tekzip etmiş filan. Sonrasında gene ceza alıyor vs.

Olaya bakın ki Arabi çok hızlı yazan biri ve aslada müsvedde kullanmıyor, bir kerede yazıyor geçiyor.
Şimdi böyle biri nasıl bilinçli yazabilir ki?

Bunlar aslında ilginç şeyler ama yapacak bir şey yok, sonuçta Sufizm kişilerin yüklemlerinin sonucudur!
Birisi Ebu Hafs'a (Sühreverdi) sormuş: "Sufi kimdir?"
O da " 'Sufi kimdir diye sormayandır!" cevabını vermiş.
Kısaca diyeceğim Sufi, Sufiyi bilir, sözünün nereye gittiğini de bilir.

uydurtu´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
a-tanrı var
b- tanrı yok
hangisi gerçek
matematik ne der;?

yüzde elli elli mi?
Matematiğim iyi değildir ama,
Hallacın dediği burada "Şaşma! Şaşırma! Hayret!" denilen şeydir. Yani şaşma denilendir,
Hallaç bir şaşma'yı, hayret'i dile getirmiştir, gerçeği budur.

Matematik hayret 'e ne derse odur, diyemiyorsa zaten dediğim şeydir.

Son olarak insan aradığı şeyi bulursa, hayaline ulaşırsa, bu şaşma'dan ziyade sevinçtir, huzurdur.
Oysa şaşma, ne sevinç ne üzüntü, ne de huzurdur, o başka bir şeydir.

Sevgiler

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
  #7  
Alt 27-08-2017, 05:30
Baskoylu Baskoylu isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 23 Sep 2012
Mesajlar: 1.151
Standart

Alevilikte Devriye, Varoluş Çemberi
Hazırlayan: Hıdır Yergezen

Alevi - Bektaşi inancında varoluşu açıklamak üzere oluşturulmuş döngü.
1-Varlık dairesinin en üst aşamasından aşağıya doğru iniş;

a)Başlangıç
-Aklı evvel - (ilk akıl)
-Ukulu tısa - (Akıllar)
-Nüfusu tısa - (Şekiller)
-Felek-i azam - (En üst gök katı)

b)Burçlar
-Zuhal - (Satürn )
-Müsteri - (Jüpiter)
-Merih - (Merih)
-Şems - (Güneş)
-Utarit - (Merkür)
-Kamer - (Ay)

c)Karşıtlar
-Keyfiyatı hararet - (sıcaklık)
-Burudet - (kuruluk)
-Rutubet - (yaşlık)
-Yubuset - (soğukluk)

d)Ana elementler (Anasır-i Erbaa)
-Kürei har - (Ateş)
-Kürei hava - (Hava)
-Kürei ma - (Su)
-Kürei hak - (Toprak)

2-Varlık dairesinin en altı (Kavs-i Nuzul) ve yükselen eğrinin başlangıcı

a)Mahlukat
-Cevheri Mercan
-Maaden Ahcar
-Maaden Mukantere
-Tayri Lezec

b)Nebatat
-Nebatat bitohum
-Ascari Musmüre
-Nahilli hurma

c)Hayvanat
-Envai hayvanat
-Nesnas Maymun
-Mertebi İnsan

3-Varoluş dairesinin son aşaması
-İnsan-i Kamil
-Hakka ulaşmak

Alevi Bektaşi inancında Devriye-Devr

Varlık tanrıdan tasan bir ışıktır. Mutlak varlıktan çıkan bu ışık akıllar aracılığı ile maddenin dört öğesine (toprak, su ,hava ,ateş) değin inerek varlık dairesi yada var oluş çemberinin aşağı doğru inen ilk yarısını oluşturur. Buna alçalan eğri (devre-i fersiye, kavs-i nuzul) denir.

Hamdullah-i siiri
Alıntı:



Cihan var olmadan ketm-i ademde
Hak ile birlikte yektaş idim ben
Yarattı bu mülkü çünkü o demde
Yaptım tasfirini nakkaş idim ben

Anasırdan bir libasa büründüm
Nar'ü, hak'ü, bad'ü, ab'dan göründüm
Hayrül beser ile dünyaya geldim
Adem ile bile bir yas idim ben

Bu şiirde izah edilen;
Dünyaya gelirken izlediği yol haritası hayrül beser diye bilinen ayin üç sekli, (yarim ay,dolunay,hilal ay),güneş ve zöhre yıldız'ıdır gelişin tarihide ademle ayni yas olduğu çağdaş zamandır.
Anasır-i Erbaa; toprak, hava, ateş, su (nar,hak,bad, ab) demektir. Anasırdan bir libasa bürünmek de bu dört ana elementten bir elbise giyinmektir. Yani devr felsefe'sindeki aşağıya inişin kademeleri anlatılmaktadır.

Böylece en aşağıya inen varlık, çeşitli biçimlerde tecelli ederek yaratılmışların en onurlusu olan insana döner ve derece derece yükselip tanrıya vararak varlık dairesi yada varoluş çemberinin yükselen ikinci yarısını oluşturur. Buna yükselen eğri (devre-i arşiye, kavs-i nuzul) denir.
Devir sözcüğü dönmek dolanmak bir şeyin kendi çevresinde dönmesi yada yörüngesi üzerinde dolanması zaman, cağ anlamlarına gelir. Tasavvufta devir terimi insanin yaradılışı konusunda geliştirilen kuramın adıdır. Mutasavvıflara göre insan evrenin özüdür, evrenden süzülmüştür. Var olan alemlerin en alt basamağındaki madde alemine düsen varlık önce ( su, ateş,hava,toprak) sonra mahlukat,bitki,hayvan ardından insan biçiminde görünür. Ama devir burada bitmez, insan belirli aşamalardan geçerek insan-i kamil olur. Sonrada kendi varlığından geçerek yokluk içinde varlığı bulur. Yani tanrısal güce ulaşır. Kısacası yine aslına başlangıç noktasına ulaşır.
Devr(varoluş) felsefesi nefeslerde, şiirlerde tenasuh inancına bağlı olarak islenir. Devr inancını konu edinen şiirlere devriye denir. Devriyeler, destan, koşma, nefes, ilahi biçiminde yazılmış olabileceği gibi islenen konu açısından da kümelendirilebilir. Devriye şiirlerinde konu karmaşık ve egemen dünya görüsüyle çatıştığı için bu alanda örnek sayısı çok azdır.

Bunların en iyi örneklerini,
Yunus Emre Divani, bütün şiirleri sayfa 110 şiir no 156 (78 mısradan oluşan üç sayfalık) bölüm, Yazar,Faruk Timurtaş Kültür Bakanlığı yayınları:380 1000 temel Eser serisi:72 Ank. 1980.
Edip Harabi'den (Vahdetname), Hamdullah Siiri'den (Cihan var olmadan ketmi ademde), Gufrani'den (Katre idim Ummanlara karıştım),

Nesimi'den
Alıntı:



Ger aslim sorarsan ben bir niyazım
Sabır ilmi derler yerden gelirim
Ve katre idim simdi han oldum
Arştaki kandilden nurdan gelirim.

Tenasuh deyimi ise ruh göçüdür. Ruhun bir cisimden başka bir çisime geçme inancını dile getirir. Tenasuha inananlarca ruh ölümsüzdür. (Bu can tende konuktur)vb. sözler, bunu anlatmaktadır. Beden ölümlüdür çünkü ruh bedenden bedene sıçrayarak varlığını sürdürür. Alevi Bektaşi ozanlarının nefeslerinde temelde anlatılmak istenende budur.

Gufrani (Devriye)
Alıntı:



Katre idim Ummanlara karıştım
Kaç bulandım kaç duruldum kimbilir
Devre edip alemleri dolaştım
Bir sanata kaç sarıldım kimbilir

Bulut olup ağdığımı bilirim
Boran ile yağdığımı bilirim
Alt anadan doğduğumu bilirim
Kaç ebeden kaç soruldum kimbilir.

Kaç kez gani oldum kaç kere fakir
Kaç kez altın oldum kaç kere bakir
Bilmem ki kaç katip ismimi okur
Kaç defterde kaç dürüldüm kimbilir

Bazı nebat oldum toprakta sürdüm
Bilmem kaç atanın sulbünde durdum
Kaç defa cenneti alaya girdim
Cehenneme kaç sürüldüm kimbilir

Kaç kez alet oldum elde bakıldım
Semadan kaç kere indim çekildim
Balcık olup kerpiç kerpiç döküldüm
Kaç bozuldum kaç kuruldum kimbilir

Dünyayı dolaştım hep kara batak
Görmedim bir karar bilmedim durak
Üstümü kaç örtü bu kara toprak
Kaç serildim kaç dirildim kimbilir

Gufrani'yim tarikatım bos değil
İyi bil ki kara bağrım tas değil
Felek ile hiç hatırım hoş değil
Kaç barıştım kaç darıldım kimbilir



Varoluş Çemberi

Arştaki bir kandilden yani nur'dan başlatılmaktadır. Buda ilk akılla serüvenine başlamıştır. Kademe kademe dolaşmaktadır. Işık inancı bütün Alevi ozanlarınca dile getirilirken Yer, gök, her ne var ise bu kaynaktan hayat bulmaktadır. Önsüz ve sonsuzdur.
Işık; Hakk'tır , Delil'dir. Ceragi'dır, Fitil'dir. Ocak'tır, Alev'dir, Mum'dur. Hem sembol olarak yaşatılır hem gerçek olarak kutsanır. Karanlığın karşıtıdır. Hem doğa olarak aydınlıktır, hem düşünce olarak aydınlıktır. Zifiri karanlığın bile karanlığını bir ufacık mum ışığı bozup aydınlatabilir.
Işık, Alevi inancında Gerçek'tir, Hakikat'tir, iste o yüzden cemlerde önce uyandırılır, sonra sırlanır. (Oniki hizmetten delilci hizmeti,)"Delil, sırlandıktan sonra (süpürgeci hizmeti) ile devam ettirilir. Üç defa postun önü ritüel olarak „Nur ola sır ola, nur ola sır ola, nur ola sır ola" denilip süpürülür. geçmiş tarihlerde cem ayinlerinde mum yakılmıyordu çıra ve benzeri kolayca yanıp aydınlatan odunlar seçiliyordu, süpürülende ateşin külleridir. (Sırrı kal eyleyen ser'den gelmek ) ateşin külünün izah edilişidir. . Odun kömürü sonradan tekrar yakılarak ateşe çevrilebilir. iste bu yüzden ozanlarımızca dile getirilen (sırrı kal eyleyen ser )kömür ve külleridir. H. Bektaşi Veli'nin Hırka dağındaki ateşin küllerini savurması da yasamın başlangıcı olan ateşin, nur'un, ışığın, evrenin özüyle, özdeşleşmesi için doğaya savrulmasıdır. Yasam karbon'la başlamıştır. Hırka dağı ise eski bir sönmüş yanardağ'dır.
Bilim adamları 19. yy. da varoluş fosillerini araştırırken yasamın karbon la başladığını buldular. Yasam kimyasal değişimler gösteren tabiata bağlı olarak organik oluşumların tamamlanması ile karbon gazinin kimyasal bileşimlerinden oluşmuştur.

Işık (Sudur) felsefesi

İlk ışık kademesi olan hakk'tan, hemen her şeyin ondan yaratıldığı kabul edilen ilk akla (akl-i evvel) denilir. Böylece cevrimin kutsal kökenden (alem-i gayb) duyularla algılanabilir, bilgiyle ulaşılabilir dünyaya (alem-i suhud) alçalan eğri'sinin dönüşümü başlamış olur.
Tanrı,Hakk olup potansiyel kazandıktan sonra „dönüşümler" geçirerek, yani kendine „yabancılaşarak" kendinden daha az şeyler içeren daha az kendisi olarak beliren aşamalara doğru yol alarak, doğal element'e saf cevher'e değin iner. Böylece inançta „varoluş çemberi" olarak algılanan „cevrim"in, kutsal köken'den çıkıp görünür evrene doğru inen alçalan evresinin son durağında hareketi tamamlamış olur.

Varoluş Çemberi'nin bu ilk yarısı tümüyle bir inanç ürünüdür. Gönül Bilgisi'yle (sezgisel akil)'la ulaşılan, batini bilince öncelik verilerek açıklanan ve geçici görünür gerçekler olarak algılanan, nesnel dünyaya göre „değişmez, kalıcı ve ebedi" bulunan bu idealist düşünce „Metafizik aydınlanma"nın doğadan önce var olan ve diyalektik yöntemle gelişerek „doğalaşan" ve insan bilincinde kendini bulan „mutlak düşünce" sinden başka bir şey değildir.
Önce „mutlak bir düşünce" vardı, her şey bu mutlak düşünceden oluştu, diyen metafizik aydınlanmacılarla önce „mutlak hiçlik" te bir tanrı vardı, her şey O'nun kendine Yabancılaşması"yla , yani diyalektik „dönüşüme" uğramasıyla „görünür gerçekler" durumuna geldi diyen ;
Anadolu alevi inancı, tam bir örtüşme gösterir.

Edip Harabi
Alıntı:



Daha Allah ile cihan yok iken
Biz ani var edip ilan eyledik
Hakk'a hiç bir layık mekan yok iken
Hanemize aldık mihman eyledik

Kendisinin henüz ismi yok idi
İsmi söyle dursun cismi yok idi
hiç bir kıyafeti resmi yok idi
Sekil verip tıpkı insan eyledik



Devr'in ikinci yarısı;

Hakk'tan en uzak nokta olarak beliren doğal element, saf cevher'den çıkıp yabancılaşmadan uzaklaşacak her adımda daha çok tanrının kendisi olacak biçimde dönüşümler geçiren yükselen eğrinin (kavs-i uruc) hareketi ile baslar
Işık felsefesinde inançtan nesneye inilmesiyle birlikte, „Tanrı'nın tanrılığı sona erer". Varoluş Çemberi'nin yükselen eğrisi'nin hareketi bütünüyle „materyalizm zemininde maddeci düşünce üzerinde yürür. Nesnel-toplumsal evren tanrısal özün görünüşe çıkan bir „yaratısı" olarak algılanmasına karsın; gerçekte bir öncel yaratıcıdan başka bir şey değildir.
Yabancılaşmanın son noktası en az tanrı olan sey'in nesnelleşmesi olduğu için doğal element/saf cevher yada bunun akli ,ruhu ,Tanrı'nın da tanrılığını yapamayacağı bir ışık(sudur) aşamasını simgeler.
Bu noktada ilkçağ Aydınlanmacılığı'nın canlı-cansız doğanın kurucu ilkeleri olarak öne çıkardığı „toprak, su, hava, ateş" nesneleri yakalanır. Ve idealizmden, materyalizme kırılan, tanrının bilgisi, yönlendirilmesi dışında kendi yasaları, kuralları içinde adim adim yabancılaşmadan uzaklaşan bir sürecin başlangıcı olur.

Varoluş çember'inde „yükselen eğri"nine dönüşümleri giderek soyuttan somuta evirilir. Her şeyin dünya çevresinde döndüğü algısıyla beslenen ve çember yayını izleyen hareketin soyutlanması olarak bilince çıkan zaman sürecinde dokuz ruh, dokuz akla verilen bilgilerin görüntülerinin belirdiği tanrısal mekanlar olarak Atlas, Burçlar,Zühal, Müsteri, Merih, Zühre, Utarit,Güneş,Ay biçiminde somutlanır. Bu dokuz gök katından özelde nesnel süreci, yaşamı önceleyen ve karşıtlıklar biçiminde varlığını gösteren (zıtların birliği) nitelikler olarak „sıcaklık-soğukluk", „kuruluk- yaşlık"vb. Öğeler belirir.
Burada Cin, Hint, Iran, Yunan-Anadolu düşüncelerinin bir bileşimi biçiminde evirilen „İlkçağ aydınlanma" felsefesinin bire bir izlerini görürüz. Görünen sonsuz çeşitliliğin kuru-yas, aydınlık-karanlık, sıcaklık-soğukluk, boşluk-doluluk,artı-eksi vb. karşıt güçler taşıdığı; gelişmenin, değişmenin „itici" gücünün bu olduğu sezisi ışık felsefesinde önemli yer tutar. "Tanrı-doğa-İnsan" Varlık birliği-Vahdeti Mevcut) kutsal üçlemesini, „tez-antitez,sentez" biçiminde besleyen de bu yaklaşımdır.
Önsüz, sonsuz olarak algılanan bu öğe ve niteliklerin ilişkisinden „üç alem" yani „cansızlar alemi", „bitkiler alemi", „hayvanlar alemi" ortaya çıktı.
Cevrimde yükselen eğri'nin son halkası „hayvanlar alemi" derece derece yükselerek Hakk'a ulasan ve eksiksiz insani temsil eden „İnsan-i kamil aşamasıyla son bulur.

İlkçağ İnançlarındaki izleri

Dinsel ve gizemsel felsefenin; Tanrı'nın doğrudan akil olduğu yolunda genel bir inancı vardır. Antik Yunan-Anadolu tasarımlarında Anaksagoras ve Herakleitos ileri sürdükleri „nous" ve „logos" kavramlarıyla „Akli" tanrılaştırmışlardı. Bu anlayışın izini süren Anadolu Batıniliğinde ise akil, potansiyel tanrı olarak algılanan „Hakk"'in ilk dönüşümüyle beliren "etkin güç" tür.
Batınilikte Tanrı önce akli, sonra da onun yardımıyla nefs'i yarattı. Akil tam, nefs noksandı. Evren, bu noksanlığın „tamlık" isteğinden ötürü, hareket etmesinden oluştu.
Akl-i kül'ün yetkinliğine imrenen ruh (nefs-i kül) onun yetkinliğine varmak için dönmeye başlayınca ilkin gökler oluştu , onların dönmesinden de cisimler (nesneler,hayvanlar,bitkiler) belirdi. Nefs-i kül tekillere bölündü ve bedenlere girdi. Varlıklar içinde yalnızca insan; akl-i kül'ü kendi kişiliğinde somutlaştırdı.
Anadolu Aleviliğinin evren görüsünde akl-i kül ( Adem-i mana:sabik); nefs-i kül (Havva-i mana: tali) adini alır. Yani akl-i kül erkek ilke(aktif ilke); nefs-i kül ise dişi ilke (pasif ilke)dir. Evren bu iki ilkenin karşıtlığından doğmuştur. Adem-i mana- Havva-i mana özdeşliği ise tüm can anlamına gelir.
Karşıtların çağrışımı ilkesini ilkellerde sezmişti: İlkeller bu nedenle sevinç, basari,, mutluluk vb. İyiliklerden söz etmezlerdi. , çünkü söz etmenin karşıtını gerçekleştireceğine inanırlardı.
Evrensel oluşmanın karşıtların çelişmelerin doğduğu inancı;

a) Hint tasarımında; Brama-Siva karşılığının
b) Yunan tasarımında; Eros-Anteros karşılığının
c) Cin tasarımında; Yin-Yang karşılığının
d) Anadolu batini tasarımında; Akl-i Kül (akil) Nefs-i Kül (beden) ya da Aşk-Nefs karşıtlıklarının aşılmasıyla gerçekleşiyordu.

NOT: yukarıdaki izah trt tarafından belgesel olarak yayınlanmıştır bir tane örnek CD Rosenheim AKM'nin arşivinde mevcuttur. İsteyenlere çoğaltılıp verilebilir.


Sonuç;

Varoluş felsefesinde onu idealizm den materyalizme çeviren Vahdet-i Vücut / Vahdet-i Mevcut gibi tasavvuf aşamaları,Anadolu Alevi Bektaşi inancının toplumsal halk dini olmasını sağlamıştır.
Vahdet-i vücut'daki kamil insan yaratma aşaması, Vahdeti Mevcut'da kamil toplum ve toplumlar yaratmaya dönüşür. Bunun en iyi örneği; (Seyh Bedrettin ayaklanmasındaki halkların birlikteliğidir. ) dir. Tarih de Mutasavvıf'ların çoğu bu aşamaları bilinçli olarak birbirine karıştırıp, Alevi Bektaşi felsefesini bulandırmayı bir neznede olsa başarmışlardır.

canlı- cansız doğayı tanrısal özün görünüşüne çıkmış biçimi olarak görmek, aslında Tanrı'yı "nesnelerin toplamı" biçiminde algılamanın değişik anlatımından başka birsek değildir.
İnancın kamil insanda tekleştirilmesi bu birliğinde Tanrı-evren- insan birlikteliğinden oluşması kadar güzel bir inanç olamaz. Ayakları yere basan bir tanrı inancı tek tanrılı dinlerde yoktur, bütün kıyımlarda bundan dolayıdır.
Anadolu Alevi Bektaşiliği Evren'de elle tutulan gözle görünen bütün maddesel örtüyü tanrısal özle birleştirerek tekleştirmiştir. Anadolu alevi inancı tanrıyı kamil insanin gönlüne sokmuştur. tanrıyı toplumdan kopuk hükmedici konumundan alıp ete kemiğe büründürerek gerçek yasamın içine sokmuştur.

Virani
Alıntı:



Alimdir kadehim Alimdir sise
Alim sahralarda morlu menekşe
Alim dolu yedi iklim dört köse
Alim saki Kevser dolumdur Ali

Virani'yem düştüm simdi derdine
Vücudum garg oldu çile bendine
Gönül sormaz oldu kendi kendine
Söyler dehanım da dilimdir Ali


Ali'ye tanrısallık elbisesi kamil insan sıfatı ile giydiriliyor. ve doğada olan her şey kendisinde tekleştiriliyor, oda yetmiyor, Virani'nin kendiside, tanrı Ali ile bütünleşiyor gönlü, dili Ali olup hiç yönlendirilmeden, sormadan, sorgulanmadan kendi kendine söyleşiyor.
Söyler dehanımda dilimdir Ali!!!. Devr felsefesi de vücudunun garg olup çile bendinde dolanmasıdır. Virani bu şiirinde ayni zamanda 'da Enel-Hakk kavramını isliyor, Dört dörtlük tasavvuf yüklü ölümsüz bir eserdir.
Aleviliğin Hz. Ali'si, Hünkar Veli'si, Kızıl Deli',si önsüz ve sonsuzdur, dün Ali olmuştur bugün Veli olur yarin bir başkası olur, yasayanlar gönülden göçüle hafızalara kazınıp evrimini dönüşümünü sürdürüp devam eder. Hiç bir semavi dini bu değerleri eritip yok edememiştir, edemeyecektir de. Çünkü akil sürekli kendisini geliştirmektedir. Aklin gücünü engellemek zorbalar tarafından başarılıp imkanlaştırılırsa iste o zaman toplumsal hümanist inanç tehlikeye girer.

Kaynaklar;
Alevi Bektaşi tarihi,j. b. Kingsley
Alevi Felsefesi E: Korkmaz
Alvilik Sünnilik I. Zeki Ey.
Alevi Bek. Ed. Besim A. ,
Alevilik Bektaşilik Atilla Özki.
Kaynarca sözlük.
Yunus emre divani. Irene melik. Uyur idik . CD,
Anadolu ortaçağ alevi Bektaşi, tasavvuf inancı (Yunus E. , H. B. Veli, Mevlana)


Hazırlayan
Hıdır Yergezen






https://www.pirha.net/vahdet-i-vucud-10847.html

MILLIYETCILIK COCUKLUK HASTALIGIDIR. INSANLIGIN DA KIZAMIGIDIR. EINSTEIN.
ADOLF HITLER VE MUSSOLINI GIBI IRKCILARIN USTASI, ATATURK`TUR
Alıntı ile Cevapla
  #8  
Alt 27-08-2017, 15:33
"ictenlik" - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
"ictenlik" "ictenlik" isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 22 Aug 2017
Mesajlar: 3.063
Standart

Felâsife´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
Bu yüklemeyi Hallaç yapmıyor ki?
Bunu sözü duyanlar yapıyor!
öncelikle "yüklemdir" demek istemiştim. Kusura bakmayın...
ben yanlış yazmışım. sonuç, gerçekleştirme ve başarı olarak iş oluş fiili olarak yüklem...
Tanrı/gerçek arayışının gerçekleşmesi sonucu ve yüklemi olarak yüklem..

yani tanrı/gerçek arama özleminin sona ermesi. yüksek atlamada 115 cm yi geçmek gibi ya da bir problemi çözmeye çalışırken sonucu gerçekleştirmek gibi...

"yüklem"
1.
DİLBİLGİSİ TERİMİ
tümcede iş, oluş, kılış, yargı, hareket bildiren sözcük ya da sözcük topluluğu;
2.
MANTIK TERİMİ
bir konu için olumlanan ya da yadsınan şey.
-
bunun dışında sanırım, 11.12. yüzyıl ve dendiği için ve Arabi'ye dayanıldığı/indirgendiği için Mansur'u önerdim...

matematik örneklemesini, tanrı ararsak (ya da "tanrı varın" tanıtını ve kanıtını ararsak) tanrı -yı bulmak/doğrulamak zorundayız anlamında önerdim ve kullandım..

ne denir bilmiyorum ama örn.
16 yaşında üvey olduğumuzu öğrenirsek, gerçek bir anne aramak zorunda kalırsak ve gerçek bir anne ararsak ve sonra fizyolojik ve biyolojik olarak annemiz olan gerçek bir anne bulursak buna anne bulduk denir ve bulduğumuz annedir...

ben ifadelerimi biraz daha düzenlemeyi ve anlaşılır olmayı deneyeceğim ancak ne denir bilmiyorum...
Alıntı ile Cevapla
  #9  
Alt 27-08-2017, 16:42
"ictenlik" - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
"ictenlik" "ictenlik" isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 22 Aug 2017
Mesajlar: 3.063
Standart

Vahdet-i Vücut ve enel-hak kavramını incelemek ve irdelemek için kavramlar, yorumlamalar;
---

- yeni doğan bebeğin ilk altı ayına kadar anne ile/çevre ile, bir olduğunu algıladığı düşünülmektedir.
vahdet-i vücut (ya da enel-hak) denilen altı ay sonrası benlikleşen ve bireyselleşen çocuğun durumu gibi yorumlanabilir mi?

Bir çok düşünce sistemi insanı anlatırken ve tarif ederken düşünsel ya da evrimsel katmanlardan sözeder. bunlar sürü benlikli hayvansı alt insan birey benlikli/bilinçli orta insan ve daha toplumsal/doğasal geniş benlikli üst insan gibi

Fromm'un robotik uydumculuk ve özgürlükten kaçış, yalnızlaşan bireyin çevresiyle bütünlük araması gibi kavramları vb. önermelerinin incelenmesi ve irdelenmesi..

Otorite ve özgürlük karşısında bireyin durumunun psikolojisinin irdelenmesi ve sorgulanması..

bireyselleşme, toplumsallaşma gibi düşüncelerin üzerinden geçilmesi

---
Türetmeler- Denemeler

--
ben varım tanrı var
ben varım anne var
ben varım diğerleri var
--

mutlak bir otoriteye karşı zihinsel bir özgürlük/barış kazanılabilir mi?

belki de tasavfufun vahdet-i vücut-u, mutlak bir otoriteye karşı özgürleşmeyi özgür kimlik arayışını ve bağımsızlaşmaya giden yolu da simgeliyor.

anne, devlet ve baba ve kamu- tanrı gibi düşünsel ve yaşamsal otoriteler ya da fundamentaller var ve bunlar bilincin kısıtlayıcıları ise her türden otoritenin keşfi...

Belki de enel-hak denilen, tanrı olduğundan sözedilmesi ve birey üzerinde yoğun tanrı baskısı anlatımı kurulması üzerine aramak (ve bundan arınmak, kurtulmak,ya da gerçeğini bulmak-anlamak,gerçekleştirmek,doğrulatmak gibi dürtüler ve fiillerle birlikte) sonucunda belki de bir tanrının tahakkümünde değilmişimin yakın açıklaması ve bunun bilincidir yankısı ve bildirimidir.-

18 yaşına geldiğinde annesinden emir almayacağını bildiren çocuk.
ergenlik, savaşmayı göze almalıdır...

bu anlamda enel-hak denilen tanrı fikrinden biraz soyunmak ve sıyrılış ya da kısmen kurtuluş sonrasında doğa varlıklılık ben varlıklılık -biz ve tüm/benzer varlıklılık patikasına yürüyemeyen yol mudur?

bu anlamda enel-hak denilen,
bentanrı uçuruma yönelen, bildirmecilik saplamına saplanan ya da peygamberlik/elçilik vb. batağına yürünen yol olmasaydı sen gerçeksin/sen haksın ,biz gerçeğiz/biz hakkız, herşey gerçek/herşey hak ya da tek gerçek tanrı değilmiş gibi yollara mı yürürdü?

enel-hak denilen;
tanrıdan kurtuluşu yine dinde ve tanrı gerçeğinin kendinde arama sonucu gelişen yol-fazla baskı, fazla tanrı arama sonucu düşüncesel bir güç diretisi sonucu mudur?
,
bir anlamda enel-hal denilen,
tanrıdan özgürleşmeyi, otorite figüründen kurtulmayı ve bilinci baskılayan yoğun otorite duygusundan ve baskısından sıyrılmayı aşmayı ya da gerçeğini bulmayı öğrenmeyi de hedefliyor ya da temsil ediyor mu etmiyor mu?..

enel hak denilen, bu anlamda tanrı varlıklılıkı ya da tanrıdan varlıklılıkı bırakarak, kendinden doğa benliklilik, toplum benliklilik ve toplum varlıklılık gibi dışa dönük katmanlara yürüyebilecek ve ben bilincinin biraz yorulması ve aşılması anlamına gelebilecek bir uyanış mıdır? olabilir mi?

---
enel-hak
ben tam olarak tanrıdan değil mişim/ben tanrıdan ikinci değilmişim..
var cinsindenmişim. gerçek cinsindenmişim-doğa cinsindenmişim gibi kavrayışlar somutu ve ifadesi midir?

--

ben annemdenim/ben anne ve babamdanım önermeleri için;
ben kimim?

---
20 yıl ev hizmetçiliği yapan birinin 21. yıldaki koşullanması örneklemesi
--

özgürlük fiilleri özgürlüğün önündeki engeller ve her türlü otorite tahakkümünün simgesel baskısı

ben annemden değilimişim ben kamudanmışım
ben annemden değilmişim ben doğadanmışım

---
vahdet denilen kul olunmadığının keşfidir
mistik denilen şeker yiyen polyannadır7sufi denilen soru işaretidir
korku bilinci
seğirtik saflık
Alıntı ile Cevapla
  #10  
Alt 27-08-2017, 16:52
"ictenlik" - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
"ictenlik" "ictenlik" isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 22 Aug 2017
Mesajlar: 3.063
Standart

(Aslında bana kalırsa

enel-hak denilen, tanrı olamayacağının kısık sesli bir bildirimi ve ihbarı ve sönük bir ilanıdır...
bir diğeri;
ve vahdet-i vücut denilen, kamudan benlik (doğadan erke) kazanmaya ya da varlığını ispata ya da özgünlüğünü kurmaya ve ad kazanmaya gidecek olan zorlu,sürüncemeli ve sürtülü çetin bir yolun başlangıcıdır...

-
vahdet-i vücut ya da enel-hak denilen varlıksal bir kavrayışın ya da keşfin bozuk ve sönük bir ifade edimidir.
kavramsal çetinlik var ve uzanan zor yollar var ise amaç durak aramayla ilgili sönüklük var .ve arayışın sonlanması olarak sönüklük -var...
bir diğeri
bir cevap tüm cevapları verdi mi? bir cevap diğer cevapları verdi mi?

anlatılan mistik bir dağa tırmandıktan sonra ve orda yaşayan mistik amcayı bulduktan ve ziyaret ettikten sonra ziyaret edilecek diğer yamaçlar için deli çılgınlığı ve yorgunluğu

hayatının bütün ereği anlatılan mistik bir dağa tırmanmak olursa?

olmayan ülkeyi bulacağım ve ziyaret edeceğim ve en azından olmayan ülkenin -var- olup olmadığını öğreneceğim dedikten sonra olmayan ülkeye gidip dönüyorum ve diğerlerimize dönüp olmayan ülke var ve yok (var ya da yok) diyorum.. bunu dersem ne derim?

siz inamıyorsunuz ancak ben olmayan ülkeyi keşfettim ve yanımda 46 denizci daha vardı ve onları timsahlar yedi.

--(bence; bana kalırsa)
vahdet denilen (yada kurtuluş felah, arınma olarak lanse edilen) kul olunmadığının keşfidir...

insanlar ne tür bir kurtuluş arıyor? kurtuluş arama tutsaklığında

kul olunmadığının keşfi?
korku atmosferinden çıkış
varlıksal bir tanrı boğucudur. bütün tanrılar boğucudur.bütün otoriteler...

korku ya da korkuyu kullanan tüm silahlar .bazen işe yarıyor değil mi?

evsiz barksız ya da yaşamsız kalmaktan, onu bunu kaybetmekten, ya da başka türlü şiddet,baskı ve kısıtlamaya maruz kalma gibi korku ve tehditlerden geçirilen bilinç ya da tanrı özelinde seçkinlik itkisi ile donatılmış bilinç bu tip kavramları ortaya koydu...

----
--bazılarımız sanırım enel hak'ın şöyle tanımlanmasını istiyor.

bir tanrı, karşı-tanrı ve antitanrı yaratıp; ona küfretmenin, başkaldırmanın ve zafer kazanmanın yerine, masumca bir yoldan giderek, zararsız bir tanrı (ki aslında tanrı olmayan ya da olsa da olur olmasa da olur, etkisiz-yetkisiz-itkisiz zararsız masum bir tanrı) bulma ve yaratmanın kolaylığı yolunda bulunan nötr tanrı gibi bir şey;
yani tanrısını düşmanca öldürmemek, tanrısını bağışlamak gibi ya da ona kıymamak/kıyamamak gibi şiddetsiz bir yol... Tanrısına/tanrıya (tanrı düşüncesine yara açmama) ve zarar vermemek şefkati....
ya da tanrıyı nazikçe öldürmenin/ölüme terketmenin bir yolu...

Konu "ictenlik" tarafından (27-08-2017 Saat 17:47 ) değiştirilmiştir.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler

Başlık Düzenleme Araçları
Stil

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 09:48 .