Aşağıdaki makale, John Krebs’in Times Online'de yayınlanan "We might err, but science is self-correcting" isimli makalesinden hazırlanmıştır.
Bilim insanı olmayan arkadaşlarım bana “Bilimde yanlış giden ne?” diye sormaya başladılar. Eriyen buzullar ve
küresel ısınma konusunda hakkında ortada dolaşanlar, Andrew Wakefield ve MMR
aşı korkusu ile ilgili su yüzüne çıkanlar ve hükümetin
ilaç danışmanının işten atılması vb. gibi olaylar bazı insanlarda bilimin bir karmaşa içinde olduğu izlenimini yarattı.
Tabii ki bilim bir karmaşa içinde değil ve bilimle ilgili değişen hiçbir şey yok. Ancak bu olaylar bilim insanlarının ve bilimin iki önemli özelliğinin altını çiziyor. Birincisi, -otobüs şöförlüğü, avukatlık,
duvar işçiliği vs- diğer tüm işlerde olduğu gibi, bilim insanları da bir karışımdan oluşur. Çoğu ortalamadadır, birkaçı dahidir, bazıları kalın kafalıdır ve bazıları da dürüst değildir.
İkincisi, bilim çoğunlukla yanlış anlaşılıyor. Bilim insanları genelde, gizemli sorunlarla ilgili doğruları açığa kavuşturan otoriteler olarak resmedilmeye çalışılır. Gerçekteyse bilim bunun neredeyse tam tersidir. The Trouble with Physics kitabının yazarı Lee Smolin kitabında bilimi tanımlamaya çalışır ve
Nobel ödüllü fizikçi Richard Feynman’ın “Bilim, uzman görüşünün güvenilirliği sınırlarında organize olmuş şüpheciliktir.” sözünün bilimi en iyi tanımlayan cümle olduğuna
karar verir.
Oxford’dan, dünyanın önde gelen iklim araştırmacılarından bir meslektaşım geçtiğimiz hafta aynı şeyi vurguladı: “İnsanların ‘iklim şüphecileri’ diye özel bir kategoriden bahsetmeleri çok garip. İklim bilimlerindeki iklim araştırmacıları olarak bizlerin tamamı iklim şüphecisiyiz. Her şeyi sorgulamak ve sınamak zaten bizim işimiz.” Herhangi bir bilim insanı size gittiği herhangi bir konferansta dinleyicilerin sizi darmadağan etmek için elinden geleni yaptığını söyleyecektir: herkes her şeyi sorguluyor.
Bilim felsefesi resmi olarak 350 yıl önce içlerinde, dünyanın en eski ulusal bilimler akademisi olan Royal Sciety’nin kurucularından Christopher Wren ve Robert Boyle’nin de bulunduğu küçük bir grup tarafından Londra’da kurulmuştur. Mottoları olan Nullius in verba (Kimsenin sözünü doğrudan kabul etme), Royal Society’nin otoritenin sesindense gözlemlerin ve deneylerin sonuçlarına dayanan kuruluş prensibini temsil eder. Bilim insanları tüm cevaplara sahip değiller ama onları bulmak için bir yolları var ve gerçek şu ki ışıklarımız yanıyor, bilgisayarlarımız çalışıyor ve cep telefonlarımız
arama yapabiliyor; bunlar bilimsel yolun işlediğinin sayısız göstergelerinden bazıları.
Bilim insanlarının çoğunlukla bu ideale göre yaşamadıklarını söyleyerek karşı çıkabilirsiniz ve belki de haklı olabilirsiniz. Bilim insanları da, diğer herkes gibi, insani zaaflara sahip ve modaya, politikaya duyarlılar. Yine de, zaman ilerledikçe, bilim kendini düzeltecektir çünkü birileri önceki görüşleri sınama cesaretini bulacak ve elde ettiği yeterli kanıtlarla tartışmayı kazanacaktır.
Tabii ki çıkarımlarını abartan ve sonuçlarındaki belirsizliklerle oynayan bilim insanları için söylenecek bir özür yok. Bilimin pek çok alanındaki egemen görüş (iklim değişiminde olduğu gibi) kayda değer belirsizlikler içerecektir. Himalaya buzullarının önümüzdeki 30 yılda eriyeceği iddiası, bilimin kendini doğrulamasının bir örneğidir. Bu iddia, başka yorumcular tarafından değil yine bilimsel komiteler tarafından çürütülmüştür.
Şüphecilik iyidir ancak herkes işine geldiği gibi şüpheci olamaz. Örneğin, Dr. Wakefield, MMR aşısı ve otizm arasında kurduğunu iddia ettiği bağlantıyı destekleyen iyi bir kanıtı yoktur. Öte yandan Sağlık Departmanı’nın da “MMR aşısı tamamen güvenlidir” açıklaması da doğru değil. Hiç bir aşı tamamen güvenli değildir ancak çocuklarınızı aşılatmamanız halinde aşı olması durumunda alacağınız ufacık riske karşılık çok daha büyük bir risk almış olursunuz. Göründüğü gibi şüphecilerin görüşleri de kanıtların dikkatli bir tartımına dayanmalı, bulgular bilimsel yöntemle ortaya konabilmelidir.
(solhaber)