2000 yılında National Geographic televizyon kanalının yayınladığı "To The Moon" adlı bir belgeselde, Apollo 15 uçuşu başlamadan önce, misyonun komutanı David Scott'a mürettebatı tehlikelerden koruması dileğiyle bir Kur'an hediye ettiğinizi dinlemiş ve çok duygulanmıştım. Sonradan bu olayı ele alan bir de yazı yazdım gazetemizde. Sözkonusu yazı kısa sürede hayli popüler oldu ve ülke çapında bir çok internet sitesine girdi.
(İlgilenenler için
Hazır size ulaşmışken artık bu öykünün bütün ayrıntılarını öğrenmek istiyorum Hocam. O Kur'an gerçekten Ay'a kadar gitti mi? Gittiyse şimdi hâlâ orada mı?
- Sevgili Ali, haberini biliyorum. İlk yazışmamızda bana o yazının da linkini göndermiştin. Sergilediğin dikkate de bu güzel ve anlamlı hatıraya gösterdiğin duyarlılığa da teşekkür ederim. Benim Boston Üniversitesi'ndeki en iyi öğrencilerimden biri bir Türk'tür. Bu öğrencimin adı Mutlu, Mutlu Özdoğan. Kendisi, gelecekte çok şey beklediğim son derece değerli bir bilim insanıdır. Onun genel bir tercümesiyle yazını inceledim ve çok mutlu oldum.
Benim National Geographic'deki o programda anlattıklarımı genel çerçevesiyle gayet doğru anlamış ve anlatmışsın. Ancak birkaç küçük eksiklik vardı orada. Dilersen, bu vesileyle ben de onları tamamlamış olayım.
- Hocam, dilemek ne kelime? Meraktan çatlayacağım!
- Benim için derin bir duygusal anlam taşıyan bu olayın kökeni, Ay'a gerçekleştirdiğimiz son üç Apollo seferine uzanıyor. Yani 15, 16 ve 17 numaralı Apollo misyonlarına. O uçuşlardan sonra da NASA Ay defterini kapattı zaten. Bu üç seferin ise diğerlerine göre -Apollo 11, 12, 13, 14- çok farklı yönleri vardı. Bir kere Apollo 15 ile birlikte Ay'a elektrik enerjisiyle çalışan iki kişilik bir otomobil gönderecektik. Hani şu belgesellerde sık sık izlediğiniz antenli ve üstü açık Ay arabası, yani resmî adıyla "Rover-1". Ayrıca aynı yolculukta gemiye iki renkli TV kamerası, bunlara bağlı karmaşık yan ekipmanlar ve astronotların orada kimyasal deneyler yapmaları için gereken daha bir sürü teknik araç-gereç yüklenecekti.
Apollo 15, Allah'ın bu gemiyi yolculuk boyunca esirgemesini bütün kalbimizle dilediğimiz, gerçekten çok cüretkâr bir seferdi. Geminin her tarafı tıklım tıklım doluydu. Araca o güne kadarki Ay uçuşlarında görülmemiş düzeyde yükleme yapılmıştı. Çünkü hepimiz Ay programının yakında tamamlanacağını biliyor ve astronotlarımızın bu son üç seferden geriye getirebilecekleri kadar bilgi getirmelerini arzuluyorduk. Finansman sorunları nedeniyle, bir daha belki de Ay'a hiç gidilemeyecekti.
Daha önce de söylediğim gibi, Apollo astronotlarının birçoğunu bizzat eğittim. Temel uzmanlık alanlarım jeoloji ve kimyadır. Yerküre jeolojisinin yanısıra, "lunar science" yani "Ay bilimi" denilen özel dalda da uzman sayılıyorum. Dünyamızın uydusunun oluşumu ve günümüzdeki yüzey yapısı hakkında geniş bilgi sahibiyim. Bu yüzden de NASA Apollo misyonları sırasında araçların Ay'da inecekleri noktaların tesbitini ve inişin matematiksel hesaplamalarını yapma görevini bana ve ekibime vermişti. Sanırım doğru yerleri seçmişim ki hepsi de görevlerini kazasız belasız tamamlayıp geri döndüler!
Özellikle son üç misyonda, yani Apollo 15, 16 ve 17 ekiplerini eğitmede daha yoğun katkılarım oldu. Onlara Ay yüzeyinde hangi noktaya inecekleri, iniş anında ne yapacakları, yüzeye ayak bastıktan sonra nasıl hareket etmeleri gerektiği ve ne tür kaya örnekleri toplamalarının daha yararlı olacağı gibi konu başlıklarını aktarıyordum.
Ay yüzeyindeki bir astronot tek bir yanlış adımıyla kendisini de arkadaşlarını da birkaç saniye içinde mahvedebilir. Sözgelimi, ters bir hareket sonucunda yere kapaklanıp başlık vizörünü kırabilir, bu da onun saniyeler içinde boğularak ölmesi demektir. Aynı şekilde dokunmaması gereken bir yere dokunarak giysisinde büyük hasara yol açabilir ya da yüksek radyoaktif ışıma yayan bir jeolojik örneği gemiye götürerek ekibin hayatını tehlikeye sokabilir. Hiçbir ayrıntıyı atlamaksızın, bu konularda daha önceden hazırladığımız bütün davranış senaryolarını daha eğitim aşamasındayken astronotlara aktarıyorduk.
Her bir ekibe ortalama ikişer yıl boyunca fiilen ders verdim. Görev tarihi yaklaştıkça beni artık eşlerinden bile daha fazla görmeye başlamışlardı ve böylelikle aramızda güçlü dostluklar oluşuyordu.
Ancak, Apollo 15'in fırlatılış hazırlıkları sırasında, biraz önce anlattığım nedenlerle, hiçbirimizin gizleyemediği kadar yoğun bir gerilim içindeydik. Böylesine yüklü bir gemi Ay'a kadar sağ salim gidebilecek miydi? Gitmeyi başarsa bile, bu kez geri dönüşünü sırtlayabilecek miydik? Bu adamların göreve hazırlanmasına uzun yıllarımızı vermiştik, onlar da gemi de bizler için çok değerliydi. Arkadaşlarının uzayın derinliklerinde bir yerde boğularak ölmesini kim ister ki?
Apollo 15 fırlatılmadan çok kısa bir süre önce geminin komutanı Albay David Scott'la biraraya geldim. Kumanda modülünün içini inceliyorduk. Ona "Sevgili dostum Dave" dedim, "Sizlerin hayatta kalabilmesi için bu teneke kutunun içinde aklın, mantığın ve bilimin emrettiği herşeyi yaptık. Olayın bundan sonrasında ise inançlar devreye giriyor. Ben, eğer komutan olarak izin verirsen, bu gemiye kendi inandığım bir koruma mekanizmasını daha eklemek istiyorum."
"Ne yapacaksın?" diye sordu merakla. "Aracın gövdesine Kur'an'ın açılış sûresi olan Fatiha'yı koyduracağım. O, benim kutsal kitabımın özüdür. Belki bu düşüncem sana şimdi anlamsız geliyor olabilir, ama ben böylelikle sizleri Allah'a emanet ettiğimi düşüneceğim" diye cevap verdim. Ardından da ona Fatiha'nın anlamını aktardım.
Dave dinibütün bir Hıristiyandı, ama söylediklerimi kesinlikle yadırgamadı. "Kral" dedi, "Lütfen yap bunu, çünkü çok tedirginim ve bizleri bu uçuş süresince koruyabilecek herşeye şiddetle ihtiyacımız var! Fatiha Sûresi mutlaka gemimizde olsun!"
Sonuçta, 26 Temmuz 1971 günü Apollo 15 Ay'a gövdesinde Fatiha Sûresi'ni taşıyarak gitti. Ekibin yanında küçük bir Kur'an da vardı. İhtimal dahilindeki binlerce riske rağmen hiçbir aksilik olmadı. Kazasız belasız Ay'a gidip "Yağmurlar Denizi" bölgesindeki Apeninne Dağları'nın eteğine indiler, kameraları kurdular, deneyleri yaptılar, otomobili çalıştırıp gezintiye çıktılar ve o güne kadar "örümcek"ten en uzak noktaya giden astronotlar oldular. Toplam 66 saat 54 dakika ay yüzeyinde kaldılar ki bu o tarihe kadarki en uzun süreli konaklamaydı. Bu sefer sırasında Kennedy Uzay Üssü'nde okuduğum duaların sayısını hatırlayamıyorum bile. Çünkü eğer Apollo 15 astronotları yolculuk sırasında bir kazaya kurban gitselerdi, Ay yolculukları sonsuza kadar gündemden kalkacaktı ve bizler de bu kâbusun üzerine, bilim tarihine çok büyük bilgi birikimi kazandıran son iki seferi de yapamayacaktık. Amerikan yönetimi "dünyada ve ABD'de bunca ekonomik sorun varken, Ay'ı keşfetmeye çalışmak çok mu gerekli" diyen muhalif gruplarının yoğun baskısı altındaydı o dönemde. Bunlar, herbiri milyar dolarlar düzeyinde bütçe gerektiren dehşet derecede pahalı uçuşlardı. NASA Apollo 15 seferi çok başarılı olduğu için son bir gayretle 16 ve 17 numaralı misyonları devreye soktu. Ki bu noktadan sonra zaten bizler de Ay'dan bilgi olarak alacağımızı fazlasıyla almış durumdaydık.
Ben boşinançları olan biri değilim, bir bilim insanıyım. Uzay boşluğu, insan organizması için düşünebileceğiniz en tehlikeli yerdir. Böylesine büyük bir operasyonda sırtınızı yalnızca inançlarınıza dayayarak tedbiri ve bilimsel ciddiyeti elden bırakamazsınız. Bu İslâm'ın da ruhuna aykırı olur zaten. Ama inanıyorum ki Yüce Allah o gün o ekibin uzayın derinliklerine başarıyla açılmasını ve yarattığı evrenin zenginliklerinin yeryüzündeki bütün kulları tarafından olanca ihtişamıyla görülmesini istedi. Ve bu dilekle de yolumuzu ardına kadar açtı. Bugünün değil, 1971'in teknolojik düzeyinden söz ediyorum sizlere! Ben bugün bile olsa aynı yolculuğu bir kez daha düzenlemeye çekinirim doğrusu. Hatırlanacağı gibi, NASA 1986 ve 2003 yıllarında iki uzay mekiğini içlerindeki mürettebatla birlikte kaybetti. Kaldı ki aradan geçen 30 küsur yılda teknolojinin katettiği aşama başdöndürücü. Ama o günlerdeki teknoloji için aynı şeyleri söylemem mümkün değil, uzay gemilerini yöneten elektroniksistemler çok daha basitti. Zaten o seferde Ay'a inen iki kişiden biri olan James Irwin, geri dönüşünün hemen sonrasında emekliye ayrıldı ve "Yüksek Uçuş" adlı bir Hıristiyanlık Vakfı'nda yöneticiliğe başladı. Hayatının sonuna kadar da dindar bir insan olarak yaşadı.