Pyrrhon´isimli üyeden Alıntı
Anlatımın için sağol Felâsife, benim esasen anlamaya çalıştığım, Sufiler islam peygamberi Muhammed'in İlah'tan vahiy aldığına ya da kainatın onun yüzü-suyu hürmetine yaratıldığına falan sahiden inanıyorlar mı?
|
Bu dediğim gibi ahım şahım bir şey değil sevgili Pyrrhon, Mollaların hocaların kürsülerde, mevlütlerde cahiller için söylediği, kraldan çok kralcı görünmek için, sarf ettiği sözlerdir.
O olmasaymış alemler yaratılmazmış filan falanın aslı astarı yok.
Vahy konusu onda sıkıntı yok, ama işin içinde olan için Vahy de bir şey değildir, dağda ki bir çoban da geleni söyler, bu bir fazilet üstünlük değildir tasavvuf açısından, bunların çok daha fazlasını, Sufi seyri sülük denilen hâller içinde zaten yaşar.
Ama bu şeyler aynı zamanda sıkıntılıdır da zira bir şey oldum zanneder insan, Muhammed âmâyı es geçiyor mesela, anında uyarı almış, ne yapıyorsun babında.
Pyrrhon´isimli üyeden Alıntı
yani hakikat-i Muhammediye onlar için tam olarak nedir? veya şöyle sorayım, sadece ulaştıklarını düşündükleri bir hakikate Muhammed ismini mi veriyorlar, yoksa tarihsel Muhammed onlar için bu hakikatin kendisi mi?
|
Bu başkalarının yakıştırmasından öte değil, benim fötrlü hoca dediğim kişi mesela namaz mamaz kılmazdı, ama adam hocaydı. Sorana da bitti derdi, yav olur mu öyle şey filan diye başlardı bir vaveylâ, bunu müftülerle, hocalar bile çok tartışmıştır, çoğunada şahit oldum.
Ve bu konuda da oldukça ciddiydi. Bir çok detayı var bu meselenin, onları geçiyorum.
İş sonunda "
kos koca Muhammed bırakmamış namazı, sen kim oluyorsun!" a gelirdi.
Muhammed anlamamışsa ben ne yapayım, cahilin biriydi o anca geleni söylemiştir derdi çoğunca.
Hatta bu konuda ayetlerde verirdi ama yok karşısında ki inat ederdi.
Hicr süresi son ayet: Sana yâkîn gelene kadar Rabbine ibadet et.
Şimdi böyle bir ayet var, burada yâkîn kelimesine çokları ölüm diyor. Bunuda ibadet ölene kadar anlıyorlar. Hatta namaz anlıyorlar, ölene kadar namaz kılın diyorlar.
Hocada o ölüm olsa Arapçada ölüm "mevt"tir, niye mevt kullanılmamışta, yâkîn kullanılmış derdi.
Yâkîn şaşmaz kesin bilgi demek, sebebi bu derdi, var mı bu konuda bir bilgin, keşfin, yaşantın dediğinde, cevap veremezlerdi tabi, anca Muhammed bırakmamış onuyu sürerlerdi ortaya, o da o zaman, o cahilse anlamamışsa ben ne yapayım derdi.
Özetle diyeceğim bir Sufinin hakikati Muhammed olsa o cahildi der mi?
Hoca tam Sufide değildi bu arada ama ilminin yanında keşfi yönü vardı, zaten o keşfi yönü olmasa böylede diyemezdi. Düzgün adamdı hoca.
Bir noktadan sonra iş oraya gelir, "
hayaller hakikat, hakikatler hayal olur" ama başlarda öyle zannedilir filan ona bir şey demem, fakat bu işin yolun başında ki kişide, bu işin asla otoritesi filan da değildir.
Ayrıca Arabi gibi büyük Sufilerde bu tip şeylerden bahsetmiştir, fakat onların bu işe yaklaşımı kademeli ve siyaseten yaklaşımlardır. Hiç kimseye birden bire bilgi yüklemesi yapılmaz, bilgi yaşayarak (keşfen) elde edilmelidir, bu zaman alır uzun sürer hiç problem değildir. O yüzden Sufilikte bir şey, her şey anlamına gelmez. Birde çok ilavelerde edenler olmuştur, ya da anlamamış ne demek istediğini, yanlış tercümeler edilmiştir.
Daha net söylersem Sufi olmayanın, Sufizmle ilgili şeyler okumasınıda çok tavsiye etmem, zira illaki yanlış anlayacaktır. Her anlatım her kişiye değildir. Bu yüzden Sufilikte usta/çırak ilişkisi de hep bu sebepler yüzünden vardır. Keşf bile yeterli değildir, onun birde ispat'ı vardır, onun da dahası vardır.
Hakikaten çok zorlu ve karışık işleri vardır Sufizmin, acemi olanda bunun altından kalkamaz, mümkün değil.
Sevgiler