Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > Genel Forumlar > Konu-dışı

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #21  
Alt 07-02-2007, 10:48
mhmd mhmd isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 23 Dec 2005
Bulunduğu yer: sonsuzluktan
Mesajlar: 3.328
Standart Re: Birazda oradan buradan

Sn. Psikokemoterapi,

Yolculuk nereye?

Hatalarımızı, cehaletimize bağışlayın
Alıntı ile Cevapla
  #22  
Alt 24-03-2007, 19:42
Üye Değil
 
Mesajlar: n/a
Standart Re: Birazda oradan buradan



Çocuğumu yeniden yetiştirmem mümkün olsaydı:

Ona işaret parmağımı kaldırıp yasaklar koymak yerine,
parmaklarıyla resim yapmayı öğretirdim.

Hatalarını daha az düzeltir,
onunla daha cok yakınlık kurmaya çalışırdım.

Onu sadece gözlerimle izler,
saat kısıtlamaları koymazdım.

Daha bilgili olmaya çalışır,
daha cok şefkat gösterirdim.

Onunla daha çok yürüyüşlere çıkar,
uçurtmalar uçururdum.

Ona karşı ciddi bir tavır içinde olmak yerine,
onunla oyun oynardım.

Onunla kırlarda koşar,
yıldızları seyrederdim
.

Onunla daha az çekişir,
ona daha çok sarılırdım.

Önce benlik saygısı kazanmasını sağlar
,
sonra bir ev almaya çalışırdım.

Ona her zaman katı davranmaz,
onu daha çok onaylar ve yüreklendirirdim.

Güç konusunda daha az ders verir,
SEVGİ konusunda daha çok şey öğretirdim.



Diane Loomans
Alıntı ile Cevapla
  #23  
Alt 24-03-2007, 20:14
vartor - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
vartor vartor isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 15 Mar 2006
Bulunduğu yer: Toronto
Mesajlar: 8.615

Onur Üyeliği 

Standart Re: Birazda oradan buradan

Sevgili dostum, Coktan karsilikli yazisamadik, Yukaridaki satirlar gercegi ne guzel yansitiyor: Hayat kavgasina girisenler geriye donup baktiklarinda gorebiliyor kolaylikla.
* Herhalde bunun bilincine varan ebeveynler, torunlarina kendi cocuklarina verebildiginden daha cok bir sevgiyle baglaniyorlar. Torunu olan bir dostuma haklarinda sordugumda, gozlerinin parladigini, sinirli bile olsalar gevsediklerine bir cok defalar sahit oldum.

Iman, ask gibidir,gozleri koreltir,beyni muhurler.
Alıntı ile Cevapla
  #24  
Alt 24-03-2007, 20:20
Üye Değil
 
Mesajlar: n/a
Standart Re: Birazda oradan buradan

Merhaba sevgili ağabeyim,
Karşılıklı yazışamasakta biliyorum ki karşılıklı yüreklerde ve beyinlerdeyiz.
Rahmetli babamın bir lafı vardı bu konuda.Onun torunları olan bizim çocuklarımıza daha fazla sevgi gösterdiğinde bazen takılırdık "neden bize göstermedin bu sevgiyi" diye.Derdi ki
"Ülen siz sermayesiniz onlar kar"
Aslında dünya işlerinden vakit o dönemlerde kalıyor galiba bizlere.Ülkemizde oynayan "Babam ve oğlum" filminin çok tutması " Herhalde *bunun *bilincine *varan *ebeveynler, *torunlarina *kendi *cocuklarina *verebildiginden *daha *cok *bir *sevgiyle *baglaniyorlar." *bu yüzden sanırım.
Sevgilerimle hoş ve esen kal canım ağabeyim.
Alıntı ile Cevapla
  #25  
Alt 24-03-2007, 22:22
ozgur_beyin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
ozgur_beyin ozgur_beyin isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 07 Sep 2006
Mesajlar: 5.929
Standart Re: Birazda oradan buradan

psiko sana emrediyorum (yersen) bu tattaki yazılara devam et.
* * *

* * * selamlar
Alıntı ile Cevapla
  #26  
Alt 07-05-2007, 07:42
Üye Değil
 
Mesajlar: n/a
Standart Re: Birazda oradan buradan



Puşkin'in en büyük özlemi yurtdışına yolculuk yapmaktı. Ünlü şair, 1829 yılında Erzurum sokaklarında görülür. Ne var ki, yapmış olduğu yolculuk yüzünü güldürmez Puşkin'in. Çünkü, yol boyunca önünde ilerleyen Rus ordusu, ayak bastığı toprakları ülkesine katmıştır. Böylelikle şair, yurtdışına yolculuk yaptığını kabul etmez.

1835 yılında yayınlanan "Erzurum Yolculuğu" adlı kitabında Puşkin, Ağrı Dağı ile karşılaşmasını şöyle anlatır: "Güneş doğuyordu. Dupduru gökyüzünde iki başlı, karlı bir dağ parlıyordu. Gerinirken: 'Ne dağı bu?' diye sordum. 'Ararat' dediler. Seslerinin etkisi ne kadar güçlü! Var gücümle baktım bu efsanevi dağa. Yenilenme ve yaşam ümidiyle onun doruğuna yanaşan Nuh'un gemisini, biri idamın, öteki barışın simgeleri olarak uçup gelen kuzgunla güvercini gördüm."

Yalnızca Puşkin'in değil, Ağrı Dağı'nı gören birçok insanın aklına gelen ilk şey Nuh'un gemisidir. Süphan, Nissir, Cilo ve Cudi dağlarının yanısıra, Nuh'un gemisinin doruğunda yer aldığına en çok inanılan dağ Ağrı'dır. Mustafa Bilgili "Ağrı Dağı'na Yolculuk" adlı kitabında, kutsal gemiyi barındırma olasılığı bulunan dağların çokluğuna dikkat çekerek, her iskeleye uğrayıp Boğaz turu yapan dilenci vapuruna benzetir Nuh'un gemisini.

İnsanlık tarihinin en ilginç ve en kalabalık yolculuğunu yapan bu gemi, Nuh'un torununun torunu Hayk'ın soyundan geldiğini İddia eden Ermeniler için apayrı bir önem taşımaktadır. Ermeni tarihçi Hayfan'ın 1254 yılında, Ararat'ın yani Ağrı Dağı'nın karla kaplı doruğunda siyah bir nokta halinde gördüğünü söylediği geminin fotoğrafı, ilk kez 1959'da, Doğu Beyazıt'ın haritasını çıkarmak amacıyla Yüzbaşı İlhan Durupınar tarafından kesif uçağından çekilir.

Nuh'un gemisi hakkında kutsal kitaplarda bilgiler yer alırken, onunla başka bir yazılı kaynakta karşılaşan George Smith'tir. British Museum'da, Gılgameş Destanı'na ait toprak tabletleri tamir eden Smith, okumuş olduğu şu dizeler karşısında duraksar:

Nihayet denizde bir ada belirdi
Gemim oraya yanaştı ve dağa oturdu
Nissir idi gemimin oturduğu dağın adı
.

Nuh'un gemisinden bahseden tabletin devamını müzede bulamayan George Smith, 1872 yılında önce İstanbul'a gelir, oradan da Bağdat'a geçer. Yirmi bir yaşındaki genç bilim adamı,1873 yılının bir ilkbahar gününde, Irak'ın Türkiye sınırında bulunan Niniva'da yaptığı araştırmanın sonucuna ulaşır. Ama, destanın Londra'daki tabletlerini yanında getirip, çalındığı yere bırakmak yerine, bulduklarını da yanına alır ve ülkesine geri döner.

Nuh'un gemisinin ölçüleri Tevrat'ta yazılıdır: "Kendine gofer ağacından bir gemi yap. Gemide odalar yapacaksın ve onu içerden ve dışardan ziftleyeceksin. Ve onu şöyle yapacaksın: Geminin uzunluğu 300 arşın, genişliği 50 arşın ve yüksekliği 30 arşın olacaktır."

Bu kutsal proje aşağı Mezopotamya'da, Babil'in cennet bahçelerinde kızağa alınır. Nuh, su geçirmesin diye gemisinin içini ve dışını ziftler. Şu işe bakın ki, canlıları kurtarmak amacıyla gemiyi sıvama işinde kullanılan petrol uğruna insanlar yüzyıllar sonra birbirini boğazlayacaktır!,. Ve, Körfez savaşı sırasında petrolün denize akıtılmasıyla zifte bulanan bir karabatak, savaş karşıtı, doğa yanlısı insanların simgesi olacaktır. Acaba karabatak, Nuh'un gemisindeki yolculuğu sırasında zifte bulanmış mıydı?

Tarih boyunca Nuh'un gemisini bulmak amacıyla birçok gezgin, maceraperest ve bilim adamı çıkar Ağrı Dağı'na. Örneğin, 1876'da Sir James Briyce, zirveye yakın yerlerde insan yapımı ağaçtan malzemeler bulur. Bunlar arasında Pitton de Tournefort'u özellikle anmamız gerekir. Tırmanışı tek başına gerçekleştiren Tournefort ülkesine geri dönerken, Ağrı Dağı'ndan yürüttüğü çiçek soğanlarını da beraberinde götürür. Kendisini bu hırsızlığın ardından, Paris park ve bahçeler müdürü koltuğunda otururken görürüz!

Kara kültürlerinin edebiyatlarında Nuh'un gemisinin hangi dağda olup olmadığı yazılırken, deniz kültürünü yaşayanlar böyle bir geminin yüzüp yüzemeyeceğini tartışmışlardır. 13 Mayıs 1501 tarihinde, Lizbon'dan çıktığı yolculuğunda yeni bir toprak parçasıyla karşı karşıya olduğunu anlayan ve Yeni Dünya'ya adını veren Amerigo Vespucci, bu ikinci yolculuğunda daha önce hiç görmediği birçok hayvan tanır. Ünlü denizci, yeryüzünde bu kadar hayvanın hem de bir değil, ikişer tane olmak üzere içine alacak bir geminin asla yapılamayacağı görüşüne katılır ve Nuh'un gemisinin hayal ürünü olduğuna inanır. Vespucci gibi düşünmeyenlerden biri de, 1970'li yıllarda Kadıköy çarşısında dükkanı bulunan antikacı Necip'tir. Bu dükkanın kapısında vaktiyle şöyle bir yazı vardı: "Nuh'un gemisinin enkazı satılır."

Amerikalı astronotların Ay'a adım atışıyla Nuh'un gemisini bulma tartışmaları da alevlenir. "Ne ilgisi var?" demeyin ve Apollo 15 yolcusu James Invin'e kulak verin. Astronot Irwin ne yapmış, Ay'dan Nuh'un gemisini gördüğünü mü iddia etmiş?.. Keşke öyle olsa!.. Irwin Ay'da yürürken, Nuh'un gemisini Türkiye'nin doğusunda aramasını söyleyen bir ses duyar. Soluğu dünyada alır almaz da, milyonlarca "inanmış" vatandaşın dolarlarını toplayarak "Yüksek Uçuşlar Vakfı"nı kurar. Sonra da ver elini Türkiye...

Amatör bir dalgıç olan Jimmy ile birlikte Ağrı Dağı'na tırmanan Irwin, geminin izine rastlamasa da, Nuh'un kemiklerini bulduğunu iddia eder. 1980'li yılların başlarında yaşanılan tartışmaya Prof. Dr. Tolga Yarman da katılır: "Ağrı Dağı'nda Nuh'un gemisini arama çalışması aslında dağa yerleştirilmesi amaçlanan lazer toplarının yerini belirleme çalışmasıdır. Bir istavrit kılçığına rastgelinmiş midir? Böyle bir şey yoksa bence Nuh'un gemisini Ağrı'da aramakla, Ay'da aramak arasında bir fark yoktur."

Neler denmedi ki, James Irwin'in ardından; Amerika'nın silah yerleştirmek amacıyla gönderdiği casus olduğu söylendi, İncirlik Üssü unutularak!?. O yılların baldır bacak gazetesi olan Tan'da bile çıplak bir kadın fotoğrafının altına şu yazıldı "Ben gemiyi değil Nuh'u arıyorum."

Ben ise alay dolu sesler arasında düşündüm sürekli olarak: Bir bilim adamı, hele Ay'a kadar giden bir bilim adamı, nasıl olur da böyle bir şeye inanır? Neyin arayışındadır James Irwin?..
Çocukluğu Kuzey Carolina'nın Wadeswille kasabasında geçer James Irwin'in. Babası küçük Irwin'e komşu kasaba Kitty Hawk'da yeni yapılan bir kiliseyi gösterir... Ve Irwin, pazar günleri, yüksek bir yerdeki kayalıkların üstüne kurulan ahşap ve gemi biçimindeki kiliseye doğru babasının elini tutarak yaptığı yürüyüşleri unutamaz. Herkes Ay'daki yürüyüşünü anlatmasını ister...
Onun için ise asıl güzel olan, avucunda babasının sıcaklığıyla kumsalda yaptığı yürüyüştür. James Irwin'in de, babasıyla geçen mutlu çocukluk günlerini arama hakkı vardır.
Alıntı ile Cevapla
  #27  
Alt 15-05-2007, 09:05
Üye Değil
 
Mesajlar: n/a
Standart Re: Birazda oradan buradan


1890 yılının 16 Eylül günü, Japonların "Ayı Denizi" adını verdikleri sularda bulunan Oşima adası açıklarında, bir gemi azgın dalgalarla boğuşur. Dış görünüşü son derece güzel olan yaşlı geminin içi harap durumdadır. Denizciler, ellerinden geleni yapıp gemiyi yüzdürmek için çırpınsalar da, kaçınılmaz son çok yakındır. Direği yıkılan, tahtaları birbiri ardına koparak dağılan gemi, bu içler acısı durumuyla, bayrağını taşıdığı ülkenin de geleceğini haber verir.

Kasımpaşa'da, denizcilerin uğrak yeri olan Tokatlının kahvehanesinde, Bahriye Nezaretinin Bab-ı Aliye hitaben kaleme aldığı 1 Nisan 1889 tarihli yazının "şaka" olduğu konuşulur. Çünkü, bu yazıda, Osmanlı padişahı II. Abdülhamid'in, Japon İmparatoru S.M.Meji'ye göndereceği hediye ve nişanı taşıyacak olan Ertuğrul Firkateyni için "alakalı tahsisata 2000 kuruşun ilave edilmesi" yazılıdır. On bir yıldır Haliç'te bir şamandıraya bağlı olarak duran Ertuğrul'un, böylesi bir yolculuğa çıkamayacağını, denizcileri bir kenara bırakalım, acemi oltalarıyla balık tutmaya çalışan çocuklar bile aralarında konuşmaktaydılar.

Geminin çarkçıbaşı görevini yürüten İngiliz Harty Bey'in raporu dilden dile yayılır kısa zamanda. Harty Bey, Ertuğrul'un güçsüz bir gemi olduğunu, Japonya'ya gitmek gibi büyük bir seyahati asla kaldıramayacağını bildirse de, uyarılar saray tarafından ciddiye alınmaz. 14 Temmuz 1889'da, dönemin Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa, Haliç'ten çıkıp, Sarayburnu'nu dönerek Marmara'ya yönelen geminin güvertesindekilere el sallar. İstediği olmuş, imalat ve fabrikalar komisyonundan baskı yaparak aldığı "uygundur" raporuyla sefere Ertuğrul'u göndermiştir. Öyle ki, Hasan Hüsnü Paşa eleştirileri bastırmak için geminin komutanlığına da damadı Albay Osman Bey'i getirmiştir. Geminin süvarisi de Yarbay Ali Bey'dir. Çarkçıbaşı Harty Bey ise yeni görev yeri olan bir ada vapurundan el sallar Ertuğrul'a. Kazanlarının içine girdiği, bir orkestra şefi gibi makinelerinin her köşesinden gelen sesleri tanıdığı emektar gemiyi bir daha göremeyeceğini çok iyi bilmektedir...

Deniz kenarına toplanan İstanbullular ise şiirle yolcu ederler Ertuğrul'u:
Besmeleyle Ertuğrul'um demir aldı
Hep ahali sahillerde bakakaldı
Çoluğun çocuğun feryadı arşa vardı
Hak selamet versin şanlı Ertuğrul'a

Üç direkli firkateyndir gemimiz
Kimimiz bekarız, evlidir kimimiz
Gayret edin çocuklar Capanyadır yolunuz
Hak selamet versin şanlı Ertuğrul'a

Osmanlı donanmasında Mesudiye, Orhaniye, Mahmudiye ve Aziziye gibi zırhlı fırkatenyler bulunurken, zorlu bir yolculuğa neden Ertuğrul gibi yorgun ve ahşap bir gemi gönderilir? Bu sorunun yanıtını A. Cemaleddin Saraçoğlu, "Tarih Konuşuyor" dergisinin, Eylül 1967 sayısında şöyle verir: "Saydığımız bütün bu modern firkateynler, korvetler ya İngiliz, ya Fransız tersanelerinde yapılmış gemilerdi. Ertuğrul, bir Türk tersanesinin mahsûlü olduğu için Japonlara Türk yapısı bir gemi gönderilmek istenmişti. Fakat bu görüşe de iltifat etmek, bu özürü kabul etmek imkansızdır. Çünkü, böyle bir görüşün kabulü icap ederse, buna cevap olarak yine modern, demirden yapılmış fakat İstanbul tersanesinin mahsulü bir zırhlı korvet olan 'Mukaddime-i Hayır' gösterilebilirdi. 1879 yılında hizmete girmiş olan bu yepyeni gemi 1600 ton, yani Ertuğrul'dan daha ekonomik bir büyüklükte idi. Ne var ki, bu modern savaş gemisi yalnız makine kuvveti ile sefer edebilirdi ve gemici tabiri ile 'Kaba Sorta' denilen tam takım yelken tertibatından yoksundu. Bu yüzden de sefer bir hayli pahalıya mal olabilirdi."

Fareler Ertuğrul'un ambarlarında gezinmiyordu yalnızca. Osmanlı devletinin hazinesinde de cirit atıyordu kemirgenler. Parasızlıktan, hurdaya çıkan gemilerin enkazı maaş olarak ödeniyordu memurlara. Maaş kağıtlarına "Maaşına karşılık Taif vapurundan 500 okka enkaz verile" diye yazılıyordu. Bu yüzden, kömür masrafının az olacağı düşünülerek, kazanlarının yanısıra yelkenleri de olan Ertuğrul gönderilir Japonya'ya.

30 Temmuz günü bir telgraf alınır Ertuğrul'dan. Süveyş kanalında dümen bodoslaması kırılan emektar gemi karaya oturmuştur. Yazışmalar sonrasında, 27 Temmuz'da kanaldan geçerken kuma oturan Ertuğrul'un ertesi gün kurtarıldığı ama kendisini kıyıya bağlayan kılavuzun hatası sonucunda sahile çarparak dümen bodoslamasının kırıldığı anlaşılır. 18 Ağustos'ta kendisine ayrılan bir havuzda onarım gören emektar gemi, 23 Eylül'de yola koyulur yeniden. Ertuğrul'un güzergahını içeren haberler "Ceride-i Bahriye" dergisinde yer alır: "Japonya'ya gitmekte olan Ertuğrul Firkateyni'nin Komutanı, Padişah Hazretleri'nin yaverlerinden ve Bahriye albaylarından İzzetlü Osman Beyefendi tarafından Bahriye Nezareti'ne gönderilen 7 Kasım 1889 tarihli telgraftan Aden'e vardıkları öğrenilmiştir.Aden'den gelen 10 Kasım 1889 tarihli bir diğer telgraftan da, Kolombo'ya müteveccihen hareket edildiği ve 21 Ekim 1889 tarihli telgraftan Bombay'a uğrandığı, 27 Ekini günü Kolombo'ya müteveccihen seyre başlanıldığı arz ve beyan edilmiştir."

Ertuğrul'un 15 Kasım günü Singapur limanına ulaşması büyük bir başarı sayılmış olmalı ki, geminin komutanı Osman Bey, albay rütbesinden "Paşa'lığa terfi ettirilir. Süvari Ali Bey ise karısına gönderdiği mektupta limandaki diğer gemiler ile karşılaştırır Ertuğrul'u: "...buraların gemileri acayip, yani denizlerine göre yapılmış. Bizim geminin iki veya üç misli cesametinde olup, bizim mahut ise ekmekçi sepeti gibi her tarafı gıcırdıyor. "

Japonya'ya ulaşmak için gerekli olan güney rüzgarının eseceği Haziran ayına kadar Singapur'da kalması kararlaştırılan Ertuğrul bakıma alınır. Hint Okyanusu'nun yıpratmış olduğu baş bodoslaması ve kırılan kemerleri gemideki marangoz, burgucu ve kalafatçı gibi emekçiler tarafından onarılır. Bu arada, "Silon Observe" adlı bir İngiliz gazetesinde, Ertuğrul Firkateyni'nin kömür alacak parası olmadığından Singapur'da beklediği, liman rüsumunu bile ödeyemediği haberi çıkar. Bunun üzerine, Ceride-i Bahriye dergisinde söylenenler yalanlanır ve Osmanlı devletinin kuruluşundan beri ilk kez yapılan uzak deniz seyahatine övgüler yağdırılır.

Sofra takımı olmadığı için limanlarda karşılaştığı yabancı gemilerin kaptanlarının yemeğe davet edilemediği Ertuğrul'u, Japonya'da bir felaket karşılar: Kolera!.. Yokohoma limanında baş gösteren hastalık gemideki on üç denizcinin sonu olur. Osman Paşa, ağabeyi Mehmet Reşit Bey'e yazdığı bir mektupta felaketin "azıcık zayiat" ile atlatıldığından dolayı duyduğu memnuniyeti dile getirir. Tokyo'ya gidilip, II. Abdülhamid'in hediye ve nişanının Japon İmparatoru'na sunulmasının ardından geri dönüş hazırlıklarına başlanır. Japonlar, Yokohoma limanında bulunan Ertuğrul'un esaslı bir bakım görmeden denize açılmasının sakıncalı olduğunu bildirseler de, kesin emir gelmiştir İstanbul'dan: "Geri dönün!.."

Yokohoma'dan ayrılan Ertuğrul, ilk günler elverişli hava koşullarında yol almış olsa da, dördüncü gün fırtınaya yakalanır. Güneşin batmasıyla birlikte daha da azan dalgalar yorgun gemiyi Oşima adasının doğu ucunda bulunan Kaşinozaki fenerinin ışığı ile aydınlanan kayalıklara sürükler. Osman Öndeş, " Ertuğrul Firkateyni Faciası" adlı kitabında şunları yazar: "Aslında bu fenerin bulunduğu burundan dönülebilirse, fırtınanın şiddetinden onları koruyabilecek Kobe limanına girmek mümkün olacaktı. Ama ağır felaketlere göğüs germiş ve üç gündür uyumamış yorgun nazarlar, solgun çehreler, perşembe gününün ışıklarını müthiş tayfun fırtınasının daha da azan dalgaları ile beraber gördüler. Halbuki ihtiyar Ertuğrul Firkateyni'nin takati da o derece azalmıştı. Gemiye dolan suları boşaltmak için sarf edilen çılgınca çalışma bir sonuç vermiyor, durmadan su seviyesi yükseliyor, yükseliyordu."

Kaşinozaki fenerin ışığı, suların makine dairesini kapladığı haberinin ardından, yapılacak bir şey kalmadığını anlayan denizcilerin yüzlerini aydınlatır. Saat 21.30'da, demir atmış olan Ertuğrul sürüklenerek, büyük bir gürültüyle kayalıklara bindirir. Bir yaver, üniformasını giyip nişanını takmakta olan Osman Paşa'ya gemiyi terk etmeleri gerektiğini söyleyince şu yanıtı alır: "Ben Ertuğrul'un mukadderatına iştirak ediyorum, onunla batacağım, siz atlayın oğlum."

Kaşinozaki fenerinin bekçileri, karşılarına çıkan perişan haldeki yabancıların anlattıklarından bir şey anlamazlar. Dil sorunu, denizcilerin evrensel bir iletişim aracı olan rengarenk bayrakların kullanılmasıyla çözümlenir. Fenerdekiler, kayalıklarda patlayan dalgaların sesinden dolayı Ertuğrul'un batışını duymamışlardır. Kurtarma çalışmaları son derece olumsuz koşullarda, Kaşino adlı köyde yaşayanların yardımlarıyla sabaha kadar sürdürülür. Ertuğrul'dan kurtulmayı başaran yalnızca 69 kişidir.

Boğulan 502 denizciden çoğunun cesedi bulunamaz. Feridun Fazıl Tülbentçi, 3 Mart 1957 tarihli Hürriyet gazetesinde, kurtulanların tanıklığıyla, Süvari Ali Bey'in de, birçok gemi subayıyla birlikte Osman Paşa gibi davrandığını ve kaptan köprüsünden ayrılmadığını yazar. 20 Eylül 1890 tarihli "Japon Gazet" adlı gazete ise batış anını şöyle sunar okurlarına: "Bir çarpma ile herkes aklını yitirmiş gibi yerinden fırladı. Kaptan Ali elinde bir fenerle köprü üzerine çıkıp felekelerin mayna olması emrini verdi. Felekeler mayna olundu. Fakat seviye inince dalgalar ile kıç tarafa doğru gittiler. Yeniden 'herkes başının çaresine baksın' diye bağırdı. Sonra kendisini denize attı. Osman Paşa da kaptan gibi hareket etti. Ama başına çarpan bir seren nedeniyle boğuldu."

Kaptan Ali Bey'in yetim kalan kızlarından biri yıllar sonra evlenir ve bir erkek çocuğu dünyaya getirir. O çocuk, denizcileri kurban eden kokuşmuş hilafetin ardından kurulan Cumhuriyet döneminde, Milli Eğitim Bakanlığı yapar ve eğitimin emeğe dayalı olduğu Köy Enstitüleri'nin kurucuları arasında yeralır. Böylelikle, Ertuğrul Firkateyni'nin adsız kahramanları olan marangozların, burgucuların, kalafatçıların, bağımsız ve demokratik bir ülkenin mimarı olacaklarına inanılır. Ama, çok geçmeden Cumhuriyet Türkiyesi'nde güçlenen Osmanlı anlayışı "Komünist işi" diyerek Anadolu'nun dört bir yanına yayılan okulları kapattırır. Ülke, yeniden tefecilerin, faizcilerin ellerine düşerek Kapitalizmin kayalıklarına doğru sürüklenir. Süvari Ali Bey'in torununun da "Yücel" soyadını taşıyacak bir oğlu gelir dünyaya. Eıtuğrul'u yutan dalgalar gibi öfke dolu şiirler yazacak olan çocuğa "Can" adı verilir:

Gölköy adında bir köy varmış Gelibolu'da
Televizyonda gösterdiler geçen gün
Gelenek edinmiş köy halkı,
Ben kendimi bildim bileli bu böyledir
Diyor muhtar:
29 Ekim'de toptan sünnet ederlermiş çocuklarını...
Derken ekranda entarili bir çocuk belirdi
Kirvesi tutmuş kolundan
Yatırdılar bir kamp yatağına,
Ardından sünnetçi olacak zat boy gösterdi
Elinde bıçağıyla,
Çocuk kaldırdı başını, bağırdı:
Yaşasın Cumhuriyet diye
Korkarım, bu, sade Gölköylülerin değil,
Umumuzun
Sade küçüklerimizin değil, büyüklerimizin de
Düştüğü bir tarihsel yanılgı
Çünkü sünnet değil, farzdır Cumhuriyet
Alıntı ile Cevapla
  #28  
Alt 15-05-2007, 19:41
frodo - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
frodo frodo isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 26 Aug 2006
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 5.877

Onur Üyeliği 

Standart Re: Birazda oradan buradan

dilaver";p=&quot´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
Eskiden sabahları ilk yaptıgım iş bu başlıga göz atıp güne tatlı bir gülümseme ile başlamaktı.

* * *Sevgili Psiko ne oldu da bu güzel yazılarına ara verdin.

* * *Niyetim bu başlıgı güncelleyip Psiko'yu cuş'u huruşa getirmek.


* * *saygılarımla
Başarmışsın dilaver; son yazı harikaydı. Eline sağlık ademoğlu.

İnsani olan her şey kabûlüm.
Alıntı ile Cevapla
  #29  
Alt 15-05-2007, 21:23
pante - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
pante pante isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 01 Nov 2005
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 8.936
Standart Re: Birazda oradan buradan

Sevgili Psikokemoterapi'nin Sunay Akın alıntısını bir kez daha zevkle okudum.
Ertuğrul Fırkateyninin kaptanı Ali Bey'in oğlu Hasan Ali Yücel, onun oğlu da Can Yücel. Ve Can Yücel yazdığı bir şiirde "Hayatta en çok babamı sevdim" der.

Ertuğrul faciasına Japonya'da günlerce yas tutulur. Bugün japonların büyük çoğunluğu Ertuğrul faciasını bilir ve bir Türk'le karşılaştıklarında Ertuğrul'u anarlar. Ama biz de çok az insan bilir Ertuğrul'u.

11 yıl sefere çıkmamış ve gözden çıkarılmış bir gemi sırf masrafları düşük tutmak amacıyla gönderilmiştir. Üstelik de tüm olumsuz raporlara rağmen. Bahane olarak Ertuğrul'un %100 Türk yapımı olduğu söylense de asıl sebep mevcut gemiler içinde hem kömürle hem yelkenle çalışan tek gemi olmasıdır. Ertuğrul'a kömür dahi kısıtlı olarak verilip açık denizlerde yelken açmaları istenmiştir.
Gemi için seçilen 500'e yakın tayfanın büyük kısmı marangozdur. Sebebi de dayanıksız gemide oluşabilecek hasarlar onarılsın diyedir.

Bu bir iade-i ziyaret olsa da Abdülhamit'in asıl niyeti Japönya'ya İslam ihracıdır. Bol miktarda din kitabı gönderilir. Gemi personeli rıhtımda toplu halde namaza dururlar. Japon halkı bu ibadet rituellerine merak sarıp öğrense de itibar etmez. İslam'la ilgili çağrılara ise verilen yanıt:
İzlediginiz bu yol ile dünyada inkişaf etmis tek bir millet bize gösterin, kafidir.." olur.
Tabi bir yanıt verilemez..

Birkaç sene önce Hürriyetin yaptığı bir anket vardı, halka, "En çok hangi milleti seviyorsunuz? / Kendinize yakın hissediyorsunuz?" diye soruluyordu. İkinci soru da "Neden?". İlk sorunun cevabı, açık farkla "Japonlar" şeklinde çıkmıştı, asıl ilginç olan ise, ikinci soruya en çok verilen cevap: Bilmiyorum / Fikrim yok / İçimden geldi işte...
Alıntı ile Cevapla
  #30  
Alt 15-05-2007, 23:21
mep
Üye Değil
 
Mesajlar: n/a
Standart Re: Birazda oradan buradan

Psiko abi.
harika bir yazı,
Biraz içini sızlatsada insanın,
Kaldırıp aynı kayalıklara vursada satırlarında.
yinede harika bir yazı, teşekkürler.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler


Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 06:29 .