Bir çok insanın bilerek ya da bilmeyerek günlük konuşma dilinde sıkça tekraraladığı sözdür bu iki kelime. Âdetâ 'moda' olmuştur. "68 kuşağı" etkisiyle, toplumun lümpen cenâhında mâkes bulan "solculuk", askeri darbeler sonrasında gündem oluşturan "Atatürkçü'lük/lâiklik" ve günümüzde şâhit olunan biçimiyle "Mütedeyyin müslümanlık" ile "Örtünme/türban"ın moda oluşu gibi...
Bir muhabbet kuşu'nun ya da mahâretli bir papağan'ın anlamını bilmeden bazı sözcükleri tekrar etmesi ile; kimi ideoljilerin, inanç sistemlerinin, farklı kültürlerce empoze edilmiş davranışların ve nihâyet bâzı kelime ve kavramların bilinçsizce tekrar edilip durması arasında mentâl anlamda hiç bir fark yoktur.
Futbol maçı sonrası yenilen takımın teknik direktörü maçı şöyle özetler.
"Sonuç bizim için iyi değil ama; maçın tamâmını dikkate alarak baktığımda, yenilgiyi hak edecek kadar kötü oynamadığımızı düşünüyorum".
Gâlip takımın teknik direktörü biraz farklı konuşur.
Fakat; o da cümlesini "düşünüyorum" diye bitirir.
"Bu gün çok iyi oynadığımızı ve gâlibiyeti hak ettiğimizi düşünüyorum."
Ne kadar tuhaf değil mi ?
Yeneni ve yenileni ile düşünmektan maadâ bir şeyle iştigâl olunmayan bir toplumda, bütünüyle Türklerden müteşekkil Mili takım, UEFA sıralamasında 59. sırada.
Tam bir ironi.
İnsanımız bunu "Güleriz, ağlanacak hâlimize" diye özetler.
Bir başka örnek;
Toplumumuzun genel kültür yapısı ve algı kapasitesinden faydalanarak, kanal kanal gezip milyon liraları "cukka" eden, suratında yarım ton makyaj, üzerinde örtünmekten çok vücut hatlarını daha alımlı göstermeye yarayan bir cilbab; hem kırıta kırıta, hem de kıvıra kıvıra kıvıra "icrâ-yı sanat"(!) eyleyen, muhtemelen; dağarcığındaki 250-300 kelimeden oluşan eşsiz birikimiyle kurabildiiği kısa cümleleri "diye düşünüyorum"u ekleyerek bitiren herkesin mâkûmu sanatçı müsveddeleridir.
Fiziğine güvenen, açılıp- saçılarak kadın-erkek kitleleri tv başına çekmeyi başaran hâtun(lar) programlarına konu mankeni almazlar. Tâbir-i câiz ise, konukları dışında programı sürükleyecek yardımcı eleman kullanmaz; 'tek tabanca' devam ederler. Her gün, sanki bir öncekinden daha farklıymış algısı oluşturacak "Bu gün muhteşem konuklarım var" geyiği ile programı açar, 'ekranları başındaki değerli izleyicilerimin, bu gün çok eğleneceklerini düşünüyorum" diye 'ara gazı' verirler.
Tabi; bunları düşünme yetisi kalça ve göbek bölgesinde zuhur ettiğinden nâşi, bolca çalkalama ve kıvırma ritüelleri, yapılan "program"ın temel nüvesini oluşturur.
"Düşünüyorum" fiilinin her cümle içinde yerli yersiz kullanımı; dünyanın en zengin adamının bütün servetini önemsiz bir "boncuk" için harcamış olmasından daha da ironiktir. Çünki insanın üç mühim serveti vardır.
- Sağlık
- Düşünebilme yetisi.
- Akıl
Bunlardan, özellikle son ikisi olmaz ise, mevcut canlılar içerisinde en aşağılık olanı bizler oluruz. Çünki; diğer tüm canlılar varlıklarıyla ekolojik dengenin bir parçasıdırlar. Biz; ihtiraslarımızı ve şehvetimizi gerçekleştirecek zihinsel faaliyetleri de "düşünme" diye tanımlarız. Aslında tanımda bir yanlış yok. Sonuç ister faydalı olsun ister zararlı; düşünme, düşünmedir. En şeytâni plânlar da düşünme ile yapılır. Fakat; düşünce ile üretilen, sâdece düşünce sahibinin işine yararken kitlelere zarar veriyorsa, buna kurnazlık demek gerekir. Akıl; düşünme yetisiyle üretilen şeyin, hem düşünce sâhibine, hem de - ekolojik denge de dahil - tüm insanlığa faydalı olmasıyla gerçekleşen şeydir.
Zekâyı ise, basitçe bir yarış otomobilinin "tork"una benzetmek yanlış olmayacaktır.
Batılı, düşünce yetisini kullanarak kötüyü de üretmiş, iyiyi de. Tıpkı insanın düşe-kalka yürümeyi öğrenmesi gibi. Atom'u hem kitle imha silahı olarak kullanıyor; hem de, sağlıktan bilime bir çok alanda işe yarayan enerji hammeddesi olarak.
Fakat, bizdeki, durum daha da berbat. Çünki; ister emperyazilizm/sömürü doğrultusunda olsun, ister tüm insanlığın yarârı için olsun, sergilenen zihinsel faaliyetler, gerçekten düşünce üretmeyle husûle gelir. Bizde ise "düşünmek" filinin gerçekteki anlamını ve ne işe yaradığını bilemeyen yığınla insan, iki lâfın birini "diye düşünüyorum" ekleyerek bitirmeyi "mahâret" biliyor
Televizyon kanalında program yapan bir başka bayan 'sanatçı'mız; bir yandan programını sürdürmeye çalışrıken, diğer yandan "yedek akçe" olarak sahnenin bir köşesinde bulundurduğu aşçının yanına gelerek, hazırlanmakta olan yemek hakkında şu "veciz" cümleyi kuruyor.
"Bu yemeğin, piştiğinde çok güzel olacağını düşünüyorum"
Ya Hu; insanlar çevrelerine bakarak gözlem yaparler. Bu gözlemlerin süresiyle ilgili olarak da, kimi tespit ve kanâatler oluşur zihnimizde. Her ne kadar aşçılık mesleği hakkında bir bilgimiz olmasa da, usta bir aşçının yaptıkların takip ederek, kanâat sâhibi olabiliriz.
Şöyle diyebiliriz.
"Bu yemeğin gerçekten güzel olacağını tahmin ediyorum"
Ya da yemek yapımı noktasında - ister mektepli olsun, ister alaylı - temel bir eğitimimiz var ise;
"Bu yemek piştiğinde çok lezzetli olacak."
şeklinde kanâat bildiririz.
Ama yemekle ilgili kurduğumuz her cümleyi "düşünüyorum" kavramı ile makyajlamayız.
Ha, bu garâbeti yapmaya devam ettiğimizde olur ?
Mülti miyarder bir adamın, tüm servetini değersiz bir boncuk için harcamasından daha kabul edilemez olur.
Aradaki tek fark; insanların, parayı gereksiz biçimde harcamanın yanlışlığını kolayca anlayabilirken, "düşünce" denilen bizim için çok mühim bir yetinin, gereksiz kullanımının sonuçlarını idrâk edemeyişidir.
"Diye düşünüyorum"