Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > Genel Forumlar > Politika

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #1  
Alt 19-04-2008, 04:06
sargon - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
sargon sargon isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Onur Üyesi
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 01 Aug 2005
Bulunduğu yer: Isvicre
Mesajlar: 6.665

Onur Üyeliği Başarı Ödülü Başarı Ödülü 

Standart Canlar ve Ulucanlar

Bu konuda birseyler yazmayi hep istedim. Hala da nasil baslayacagima ve nasil yazacagima karar verebilmis degilim aslinda. Bazi olaylar insanlarin hayatini derinden etkiler, aradan yillar gecse de unutulamayanlarin arasina yazilir. Iste bu da benim unutamadiklarimin en onemlisi, unutamadiklarim icinde birinci sirada yeralan. Hayatimin en buyuk travmasi, sahte sosyalizm cigirtkanliklari ile gerceklerin catistigi, nefretlerin kusulup, ofkenin saha kalktigi, kafa karisikliginin kursunlarla aydinlandigi, renklerin siyah ve beyaz olarak ikiye ayrildigi yer.

Ulucanlardan bahsediyorum. Ulucanlari, gorduklerimi, yasadiklarimi anlatmaya calisacagim. Cok anlatan oldu, daha da olacaktir. Bu yararli da birsey. Cunku genc kusaklarin bunlari bilmesi gerektigine inaniyorum. Bir ideolojiye daha fazla sarilmak, devrime simsiki kenetlenmek icin degil. Iskencecilerden nefret etmek yada onlari affetmek icin falan da degil. Sadece ve sadece "insan" olabilmek icin, insanliktan cikmanin da ne oldugunun bilinebilmesi icin.

Bir hikaye, icindeki canli kanli insanlari tanimadan hicbir anlam tasimayacaktir. O yuzden bu hikayeye can katan birinden bahsederek baslamak yerinde olacak. Bu kisi topraksiz, 6 cocuklu bir ailenin, gun boyu ailecek aganin topraginda calisan kucuk bir ogludur. Elazig'in Karakocan'indan gelip Izmir Aliaga'nin fabrikalarinda iscilikle suren, sonra devrimci olan siradan biridir. Yani sizin gibi, bizim gibi biri.

Onunla ilk olarak cezavine gorusune gittigimde tanistim. Kendisinden cok emin, karsisindakine saygiyla yaklasan, eglenceli, sohbeti ilgiyle dinlenen biriydi gordugum. Yazdiklarini zaten severek okuyordum, ilk kez de kadinlar kogusunun gorus yerinde tel orgulerin iki tarafinda oturarak gorusmustuk. Tel orgunun yirtik bir yerinden bana kivrilmis bir kagit rulosunu gizlice vermisti. Verdigi sey cikardigimiz derginin bir sonraki sayisinda basilacak yazisiydi.

Birkac ay sonra, ayni cezaevinde, ama bu sefer gorus yerinde degil, gardiyanlar esliginde kalacagim kogusa goturuldugumde karsilacaktik. Hafif yagan yagmurun altinda uzun uzun birlikte volta atarak ilk sohbetimizi yapacaktik. Adi Habip Gul'du.

"Daha önce ben televizyona bakıyordum, şimdi televizyon bana bakıyor
Mısırlı bir gösterici
http://sargon.blogcu.com/
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 19-04-2008, 04:12
sargon - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
sargon sargon isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Onur Üyesi
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 01 Aug 2005
Bulunduğu yer: Isvicre
Mesajlar: 6.665

Onur Üyeliği Başarı Ödülü Başarı Ödülü 

Standart Re: Canlar ve Ulucanlar

DEP milletvekili Mahmut Alinak, Habip'le daha once cezaevinde tanismis ve onun yasam oykusunden cok etkilenmisti. Onunla ilgili bir roman yazmayi dusunuyordu. Bu yuzden Habip'ten yasam oykusunu anlatan bir yazi istemisti. Ulucanlar katliamindan sonra Mahmut Alinak'in elindeki bu yazi Cumhuriyet Dergi'de yayinlandi. Isterseniz once o yaziyla baslayalim.

---------------------------------------------

"arkadaşları bazen 'tünelci' diye takılırlardı ona. kendine ait olmayan sahte habip gül adiyla yakalandığında onca işkenceye rağmen bu isimde ısrar etmiş, mahkemelerde birçok kez bu isimle yargılanıp cezalar almıştı.mahmut alınak, "seni yazmak istiyorum, bir sakıncası yoksa bana yaşamöykünü yazar mısın" diye sormustu ona. habip söz verdiği yazılari 4 haziran 1998'de ulaştırmıştı mahmut alınak'a. ankara ulucanlar cezaevi'nde yaşamının sona erdirilmesinden 16 ay önce...

habip'in öyküsü...

zamansız güz soğuğunun kars'ı çepeçevre sardıgı ugursuz bir pazar aksamıydı. televizyonlar ankara ulucanlar cezaevi'nde isyan çıktığını haber veriyorlardi. devlet güçlerince girişilen operasyon sonucu bazı tutukluların öldürüldüğü bildiriliyordu.

televizyonun başına geçmis, öfke kasırgasına tutulmuş halde haberleri dinliyordu. habip gül adını işitince oturduğu kanepede taş kesildi. aklına ilk gelen, sakin bir deniz gibi bakan habip'in masmavi gözleri oldu. gülümsüyordu. sonra kadifemsi bir görüntü veren kıpır kıpır parlak kumral saçlarıi uçuştu gözlerinin önünde. arkasından sırasıyla yüksek alnı, hafif çıkık elmacık kemiği ve ortanın üstünde gösteren fidan boyu canlandi belleginde. hıçkırıklar arasında telefona koşup, dar gün dostunu aradı. sadece, "habip.. habip.." diyebildi boğuk bir sesle. dostu,"yapma!" dedi acıyla. başka da herhangi bir şey konuşmadilar. dostu tam olmasa da anlamıştı habip'in başına gelenleri.

dizginsiz hıçkırıklar arasında yığıldığı masada habip'le ilk karşılaştıgı anı hatırlamaya çalıştı. kutsal görünüyordu o an şimdi ona. ama tüm çabası boşa gitti. belleğinde o anı gösteren tek bir resim bile yoktu. sabun köpüğü gibi silinip gitmişti her şey.

kendisinin de terörist diye kilit arkasına kapatıldığı günlerde tanışmıştı habip'le. ziyaretçi görüşüne gidip gelirken karşılaşıyorduk herhalde, diye düşündü. ama kör bir karanlığa bakar gibiydi, hiçbir şey göremiyordu. "ah, ah keşke seni görüş yerinde hiç bekletmeseydim, paha biçilmez o zamanı hiç çalmasaydim" diye haykırarak, sarsıla sarsıla ağlamaya koyuldu.

cezaevinden çiktiktan sonra içi burkularak geride biraktigi dostlarini sik sik ziyarete giderdi. ulucanlar cezaevi o her zamanki soguk ve resmi tavriyla karsilardi onu. disçi koltuguna oturmaktan beter sikiciliktaki islemler tamamlanirdi önce. deniz gezmis, yusuf aslan ve hüseyin inan'in asildiklari asirlik agacin önünden geçerek birinci kata çikardı sonra. bir dönem birlikte siyaset yaptigi eski kogus arkadaslari, ziyaretçileriyle bu kattaki bir odada görüstürülüyorlardi. erken getirildikleri için zaman israf olmasin diye ilkin onlarla görüsürdü. sonra da alt kattaki dostlarina giderdi. ama oraya hep geç kalmis olurdu. cezaevi ziyaretlerinde zamanin nasıl geçip gittigi fark edilmezdi. ateslenen sohbetin alevi, zamani hizla yutup tüketirdi. eski kogus arkadaslariyla vedalaştiginda kogus kapilarinin kapanmasina on bes-yirmi dakika gibi kisacik bir zaman kalmıs olurdu. saatine bakarken utanca bogulup, hizla disari atardi kendini. içini dolduran agir bir suçluluk duygusuyla soluk soluga asagi kattaki görüsme odasinin yolunu tutardi. habip'i o hiç degişmeyen sakinligiyle gögsünde kollarini kavusturmus halde kendisini beklerken bulurdu. beklemekten yorulup görüsme umudunu yitiren öteki dostlari, geriye sitemlerini birakip çoklukla gitmis olurlardi. ama habip gitmezdi, son ana kadar sabirla onu beklerdi. o, binbir özür dileyip bagislanma isterken, habip tatli bir gülümsemeyle karsilik verip, rahatlatirdi onu.

habip'in tünel kazarak cezaevlerini kalbura çeviren firar serüvenleri iste bu ziyaretlerindeki sakalasmalar sirasında çalinmisti kulagina. arkadaslari bazen 'tünelci' diye takilırlardi ona. kendine ait olmayan sahte habip gül adiyla yakalandiginda onca iskenceye ragmen bu isimde israr edisi ve mahkemelerde birçok kez bu isimle yargilanip cezalar alisi, onun hayat macerasini daha da çekici hale getiriyordu. kisilikleri henüz köklesmemis olanlar, habip'teki çelik cesaretin kirintisini bile tasisalar, fark edilmek için herhalde çok kasintılı dururlardi. çalimlarindan geçilmezdi. ama habip öyle degildi. siradandi. böyle gösterissiz olmak için de kendini hiç zorlamazdi. güvenli insanlarin alçakgönüllülügü onu hayranlik verici bir dogalliga büründürürdü.

elindeki romanin yazimi tamamlanmak üzereydi. yeniden yazmak istiyordu. ele alacagi konular üzerinde kafa yordugu bir sirada habip'in hayatini yazma fikri alevlenmisti kafasinda. habip'le en son görüsmesinde, "seni yazmak istiyorum, bir sakincasi yoksa bana yasamöykünü yazar misin," diye sormustu. habip ise, kaç günlük oldugunu simdi hatirlayamadigi bir süre istemisti ondan. birbirlerini artik bir daha görmeyeceklerini bilmeden o gün vedalasmislardi. çünkü o, yillar süren uzun bir ayriliktan sonra dogup büyüdügü topraklara geri dönecekti. onlar bir daha hiç görüsmeyeceklerdi.

habip, söz verdigi yazilari ortak bir dostlari araciligiyla ulastiracakti ona. 4 haziran 1998 tarihli dört sayfalik yazi, memleketine döndügünün ikinci haftasinda eline geçmisti. her satirini çizerek ve içi yanarak defalarca okumustu. romani yayimlanmis, ancak bekledigi ilgiyi nedense görmemisti. basladigi yeni romanin yazimi kesintilerle sürüyordu. habip'in yasamindan etkilenerek kurguluyordu yeni romanini.

o lanetli pazar aksaminda televizyon haberiyle kedere boguldugunda, habip'le en son görüsmesinin üzerinden on bes ayi askin bir süre geçmisti. gecenin ürpertici sessizliginde masanin basina geçip, habip'in yasamöyküsünü yeniden okudugunda içinde bas edemedigi bir titreme dolasiyordu.

"Daha önce ben televizyona bakıyordum, şimdi televizyon bana bakıyor
Mısırlı bir gösterici
http://sargon.blogcu.com/
Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 19-04-2008, 04:27
vartor - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
vartor vartor isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 15 Mar 2006
Bulunduğu yer: Toronto
Mesajlar: 8.615

Onur Üyeliği 

Standart Re: Canlar ve Ulucanlar

Sevgili sargon,
* *Hatiralarin uzucu de olsa, bir insanin digerine nasil zulum yapabildigini, buna sebep olan nedenleri arastirip ortaya dokerek, *insan denen su mahluku anlamamiza faydali olacaktir. Bir kitapta insani "katil maymun" diye adlandirmisti bir yazar, kendi teorisine gore, insan olabilmenin bir sarti da katilligi. Nitekim gecmise bakarsak hem kendi, hem de diger canlilara dehset sacan ve hunharca oldurebilen bir baska canli turu yok gibi dunyada....

Iman, ask gibidir,gozleri koreltir,beyni muhurler.
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 19-04-2008, 16:08
sargon - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
sargon sargon isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Onur Üyesi
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 01 Aug 2005
Bulunduğu yer: Isvicre
Mesajlar: 6.665

Onur Üyeliği Başarı Ödülü Başarı Ödülü 

Standart Re: Canlar ve Ulucanlar

sevgili vartor, benim amacim da tam olarak buydu. Su insan denilen mahlukati anlamak.. Bir suru politik, toplumsal, kulturel iliskiler uzerinden bakilip bu tur sonuclar cikaranlar da olacaktir elbette. Zaten insan denilen yaratik butun bunlarin hem bir urunu hem bir nedeni. Ben anlatmaya biraz daha devam edeyim simdi.

Cumhuriyet Pazar Eki yukardaki bolumden sonra Habip'in yazisini aktariyordu. Habio'in anlatisi bittikten sonra Pazar Eki'nin son cumleleri soyleydi:


habip'in cezaevinden daktilo edip gönderdigi yasamöyküsü bittiginde saatler geceyi yarilamisti. televizyonlar, ulucanlar cezaevi'nde öldürülenlerin adlarini haber veriyordu. kars rahat uykusundaydi, tipki ankara, istanbul gibi. habip'in ruhu caddelerde ve sokaklarda kol geziyordu. kars'in sakli gecesinde aci bir hiçkirik patliyordu.

Habip. ilginc yasam hikayesini 4 sayfalik bir yaziyla soyle anlatiyordu:

-------------------------------------------------

"1/1/1965 tarihinde elazig karakoçan ilçesi çalakas (balcali) köyü'nde dogmusum" diye baslamisti habip, kendi yasamöyküsü'ne. "üçü kiz üçü erkek, alti kardestik. kardeslerin en küçügüydüm. çok yoksulduk. köyde tek karis topragimız bile yoktu. köy agasinin tarla ve çayirlarinda çalisirdik. yariciydik. aga yan yatip kilini bile kipirdatmazken, terimizle can verip yeserttigimiz ürünün yarisi onun olurdu. ablam aganin hayvanlarina çobanlik yapardi. dag tas demeden, koca üç mevsim hayvanlarin arkasi sira sürüklenmesinin karsiligi olarak bir gömlek ya da entari alirdi. ne zaman fersiz gözleri çukura kaçmis çelimsiz bir kiz çocugu görsem, ablam gelir gözlerimin önüne. babamla annem yazgilarina sikâyetsizce boyun egmislerdi. ama ben ve agabeylerim agadan nefret ederdik. hep öfkeyle bakardik ona.

yaz boyu tarlada çalisan zavalli babam, ekmek parasi kazanmak için kisin da büyük kentlere giderdi. babami çok özlerdim. aylar sürerdi bu ayrilik. döndügünde ise, dünyalar benim olurdu. agabeylerim büyüyünce, onlar da bu gurbet kervanina katildilar. dur durak bilmeden yazin köyde, kisin da büyük kentlerde çalisirlardi.

yillar birbirini kovalayıp gidiyordu. ablalarim evlenip gitmislerdi. böylece tarlada çalismanin yaninda, evin ömür törpüleyen agir isleri de anneme kalmisti. agabeylerim de evlenip metropollere yerlesmislerdi. evde çocuk olarak bir ben kalmistim. yazin aganin tarlalarinda çalisirken, kisin da okuyordum. ilkokulu bitirdigimde on dört yasindaydim. çünkü okula geç baslamistim. babam çok istedigi halde ortaokula gönderemedi beni. okumak istedigimi söyledigimde, bana yalvarmayla dolu gözlerle bakip karsimda kederle boynunu büküsünü simdi bile hatirlamaya dayanamiyorum.

devrimcilerle o yil tanistim. çok geçmeden ... hareketiyle organik iliski kurdum. köyleri dolasip tarlalarda çalisiyor, yaprak kesiyorduk. ayrica köprü ayaklarina ve yol kenarlarina yazi yazmak gibi çalismalar da yapiyorduk. bütün bu çalismalar ...nin gerilla faaliyetlerini de olusturuyordu.

1980, 12 eylül darbesi tüm devrimci hareketleri oldugu gibi, bizi de biçti. ben örgüt içinde fazla taninmadigim için, darbenin pençesi yakama yapismadi.

1981-82'ye gelindiginde örgüt dagilmisti. kadrolar çogunlukla tutuklanmisti. geriye kalanlar da askere gitmisti. ben de bu boslugu 1983 yilinda evlenerek doldurdum. köyümüzün önünden sakinlikle akan peri nehrinin karsi kiyisindaki köyden hanim adindaki bir kizla evlendim. daha önce birbirimizi tanimiyorduk. ortak bir tanidigimizin araciligiyla evlendik. evlenmek, büyük bir borç yükünün altina girmek demekti. baslik parasi, dügün masrafi derken epey borçlanmistim. alacaklilar kapiya dayanmadan para kazanmaya baslamaliydim. birkaç ay çalismak üzere izmir'e, agabeylerimin yanina gittim. ilk insaat isçiligim çesme ilçesinde basladi. dev gibi yükselen bir insaatta çalisiyordum. bina her an üstüme yikilip, beni altina alacakmis gibi bir duygu uyandirirdi bende. kis boyu tek bir günümü bile bos geçirmeden para biriktirmeye çalistim. omzumdaki borç baskisi yüzünden bazen bogazimdaki ekmekten bile kismak zorunda kaliyordum. borçlarimi karsilayacak kadar para biriktirdikten sonra, yazin köye döndüm. ilk kiz çocugumuz o yaz dünyaya geldi. kisin "gurbet", yazin da köyde ekin derken, kapiya askerlik gelip dayandi. bir yil kaçak dolastiktan sonra askere gittim. iki aylik askerken ikinci kizim dogdu. askerligim sürerken aldigim bir mektupla babamin öldügünü haber aldim. o gün ve sonraki birkaç günde tarifsiz acilar çekmistim. ama zamanin sifali merhemi içimdeki baba acisini çok geçmeden dindirmisti.

derken askerlik bitti. parasizdim. bu halimle evime gidemezdim. biraz para kazanmaliydim. izmir aliaga'da bir demir-çelik fabrikasinda is bulup, çalismaya basladim. yil 1987, üçüncü kizim dünyaya gelmisti. askerlik bittikten ancak üç ay sonra köyüme gidebildim. isyerimden izin almistim.

...... örgütüyle bu demir-çelik fabrikasinda çalisirken tanistim. dergimizin ilk sayisini dinmeyen bir susuzlukla okumustum. yillar sonra devrimcilerle yeniden karsilasmak ve yepyeni bir örgütle tanismak benim için tarif edilmez müthis bir duyguydu. bir yandan fabrikada çalisiyor, bir yandan da siyasal dostluklar kuruyordum. tüm benligim devrim atesiyle yanip tutusuyordu. o çok sevdigim köyüm aklima bile gelmiyordu artik.

1988 baharinda hayvanlarimizi satip, baba ocagini terk ettik. aliaga helvaci köyü'ne yerlesmistik. burada arkadaslarimin yardimiyla yaptigim iki gözlü bir gecekonduda yasamaya basladik.

örgütsel faaliyetlerim hizla sürüyordu.

bu arada bir de oglum olmustu.

1991 29 nisan'inda örgüte karsi baslatilan bir operasyonda evim basilarak gözaltina alindım. on bes günlük siki bir iskenceden sonra tutuklanarak buca cezaevi'ne konuldum. cezaevine konulusum, karim ve çocuklarim için tastamam bir yoksulluk demekti. ailede çalisabilecek kisiler varsa, örgütten ekonomik yardim almamak seklindeki karar nedeniyle karim bir yemekhanede is bulup çalismaya basladi.

cezaevi bitip tükenmeyen açlik grevleriyle karsilamisti bizleri. birçok kısa süreli, dönüsümlü açlik grevine girdik. eskisehir cezaevi'nin açilisi, ilk uzun süreli açlik grevi deneyimimin de baslangici oldu. kirk bes gün sürmüstü. barikatlar, direnisler derken bir yil buca cezaevi'nde kaldim. bir yil içinde sadece bir kez ziyaretçi görüsü yapabildim. çünkü otuz ay sürecek olan mektup ve görüs yasagi cezasi almistim.

mahkeme bir yil sonra terörle mücadele yasasi'na göre üç yil hapis ve 83 milyon lira da para cezasi verdi bana. arkasindan urla cezaevi'ne sevk edildim. burada üç ay kaldiktan sonra, "adli mahkûmlari isyana tesvik edip örgütlemekten" kemalpasa cezaevi'ne sürgün edildim. her gittigim cezaevinde mektup ve görüs yasagi da arkamdan geliyordu. hapis cezasini burada doldurdum. geriye bana verilen 83 milyonluk para cezası kalmisti. bu parayi devlete ödedigimde serbest kalacaktim. böylece ya parayı ödeyecektim ya da hapiste kalmaya devam edecektim. düzenin önümüze koydugu kötü bir tercihti bu. neyse ki çok kafa yormam gerekmedi. parayi ödemedim. cezanin mesrulugunu kabul etmis olacaktim yoksa.

para cezası hapis cezasina çevrildi. on bir ay 20 gün daha yatacaktim. kazdigimiz 35 metrelik bir tünelle dört kisi, 19 mayıs 1993 safaginda özgürlüge kostuk. on ay "cezam" kalmisti firar ettigimde. benim için firar, üç yildan beri görmedigim karimi ve çocuklarimi daha yillarca görmemek anlamina da geliyordu. her zaman söylüyorum, hiç unutmadigim ve anlatmakta güçlük çektigim iki ani var hayatimda: birincisi, yillar süren uzunca bir örgütsüzlükten sonra 87 ekim'inde ...... örgütüyle tanistigim anin duygularidir. ikincisi ise, tünelden çiktigimda yüzüme vuran ilk yel ile özgürlüge atilan o ilk adimdir. ve tünelin ucuna kadar gelip de geri dönen bir arkadasin ahmakligi...

firar ettikten sonra ilk faaliyet alanim adana oldu. soluk soluga geçen sekiz ayin sonunda bir randevuya giderken pusuya düstüm ve yakalandim. bir ay önce yakalanan iki genç yoldasimiz iskenceye dayanamayip, randevu yerini vermek zorunda kalmislardi. üzerimde onlarca bildiri ve afisin yani sira sifreli telefon numaralari ve adresler vardi. burada habip gül sahte kimligiyle yakalanmistim. emniyete götürüldükten kisa bir zaman sonra bir polis gelip yüzüme uzun uzun bakti, "ben bunu bir yerden taniyorum. izmir kemalpasa cezaevi'nden firar edenlerden birinin gazetede çikan fotografina çok benziyor, iyice arastirin!" dedi. habip gül'le aynı memleketli (marasli) oldugu için de sirtima iyi bir hemseri tekmesi vurarak çikip gitti. bu umulmadik rastlanti isimi epeyce zora sokacakti. dört gün süren soluksuz iskencenin agirligi, kimligimin sahteligi üzerineydi. üzerimden çikan telefonlarla adreslerin sifrelerini de gizli tutmam gerekiyordu. kimlikteki sahte habip gül ismine de simsiki sarilmaliydım. sonuna kadar direndim. direnmekten baska seçenegim de yoktu.

bir gün tim sefi beni odasına götürdü. tabii ayakta duramadigim için sürükleyerek götürüyorlar. "bomban patladi, bosuna direnme, kimligin sahtedir" dedi gözlerinde zafer kazanmis insanlarin pariltisiyla. "ben habip gül'üm! aksini ispatlamak sizin isiniz" diye direttim sogukkanlilikla. iskenceci çok sinirlenmisti. yanindakine, "gelen faksi getir, bu o..... çocugu taniyacak mi bakalim?" diye bagirdı. faksta gösterileceksşeyin habip gül'e ait bilgiler oldugunu tahmin etmekte gecikmedim. isin kötüsü, ben daha önce ne habip gül'ü, ne de fotografini görmüştüm. neyse gözlerim açildi. iskenceci, katlanmis bir faks kâgidinda bir fotograf göstererek "kim bu lan" diye öfkeyle sordu. fotograftaki habip gül hafif bir siritmayla bize bakiyordu. olupbitenlere gülüyor gibiydi. ben gayet sakince, "benim!" dedim. deliye dönmüstü. "ulan sana benzemiyor!" diye köpürdü. yay gibi gerilmisti, sinirinden tir tir titriyordu. az önce faks kâgidında fotografini bana gösterdigi habip gül'e ait renkli bir fotografi baska fotograflarla karistirarak, "madem öyle, bunlarin içinden kendini (habip gül'ü) bul!" dedi. bana biraz önce faks kâgidinda gösterilen siyah-beyaz fotografi kafamda canlandirarak, renklisini elimle koymus gibi buldum. "ben buyum" dedim. yani allah var, fotograftaki adam bana hiç benzemiyordu. bir defa gözleri siyahtı onun. benimki mavi. iskenceciler saskinlik içindeydiler. "nasil olur lan, bu sana hiç benzemiyor!" diye çaresizce debelenip duruyorlardi. ama kabul etmekten baska sanslari da yoktu. çünkü agzimdan baska bir söz alamayacaklarini artik onlar da biliyorlardi. on dört gün süren iskenceden sonra bir gece alip beni daga götürdüler. burada öldürüp cesedimi topraga gömeceklerini söyleyerek, saga sola ates ettiler. bu tehditleri de ise yaramayinca, bir disimle birkaç kaburgami kirarak beni emniyete geri götürdüler. kollarimdan askiya asilmam yüzünden koltuklarimin alti yirtilmisti. ters askidan ayak bileklerimin derisi çok kötü bir şekilde yüzülmüstü. copla tecavüz girisimlerinden makatimda agir bir hasar meydana gelmisti. oturamiyordum. oturup kalkarken dayanilmaz acilar çekiyordum. bedenim bütün bütün acilara bogulmustu. ama her ne pahasina olursa olsun dayanacaktim. dayanmaliydim!

gözaltindan çiktigimda sol tarafim tutmuyordu.

tim sefi son gün beni dgm'ye götürürken omuzlari çökmüs halde yakiniyordu: ".... örgütü senin gibi on kisiyi buraya gönderirse biz ... yedik demektir. bir dahakine karsilasirsak seninle bu kadar ugrasmak yerine ..."

habip gül adini mahkemede de sahiplendim. dgm bu adla beni tutukladi. yirmi gün adana cezaevi'nde kaldim. sonra da malatya dgm'de yargilanmak üzere malatya e tipi 'ne gönderildim. burada yedi ay tutulduktan sonra yine habip gül adiyla tahliye edildim. buradaki mahkemem hâlâ sürüyor.

cezaevinden çiktiktan sonra istanbul'a gittim. habip gül kimligi desifre olmustu. artik isimi görmeyecekti. ben de altan ersoy kimligiyle gizli faaliyetlere basladim. ben artik altan ersoy idim. gerçek adimi bazen tatli bir nostaljiyle hatirlayip, tebessüm ediyordum.

1995 yilinin 26 nisan günü istanbul bagcilar'daki evimiz gece yarisi polislerce basildi. baskinda bir bayan arkadasla gözaltina alindik. örgütümüze yönelik bu operasyonda ayni gecede, ayni saatlerde degisik semtlerde alti ev daha basilmis, dokuz yoldasimiz yakalanmisti. altan ersoy adina düzenlenen kimligin sahteligi gözaltina alinisimizin ertesi günü ortaya çikti. yollarimiz habip gül ile yeniden kesişmişti. belli ki birbirimizi çok sevmistik! habip gül oldugum ve adana'da yakalandigim her nasilsa ortaya çikmisti. ben de habip gül ismine itiraz etmedim. besbelli yine habip gül olarak tutuklanacaktim.

iskencede kaldigimiz on üç günlük sürede iskenceciler kendi karargâhlarinda yenildiler. devrimci onurumuzu çignetmedik.

on üç gün sonra tutuklanıp bayrampasa cezaevi'ne götürüldük. ben yine habip gül adiyla tutuklanmistim.

rastlantidir, cezaevine girdikten birkaç gün sonra eskisehir yeniden açildi. tüm cezaevlerinde süresiz açlik grevleri patlamisti. bu üçüncü 45 günlük açlik grevim olacakti. 45 gün süren direnisimiz, devletin isteklerimizi kabul etmesiyle son buldu.

bayrampasa cezaevi'nde sekiz ay tutuklu kaldiktan sonra yine ayni isimle, habip gül olarak serbest birakildim. istanbul 4 no'lu dgm'deki davam hâlâ sürüyor.

tüm bu olupbitenlerden annemin, karimin ve çocuklarimin haberi yoktu. nasil olsun ki? polisin defalarca karimi gözaltina alip beni sormus olmasindan da elbette benim haberim olamazdi. sokakta ogluma seker verip, eve gelip gelmedigimi sorduklarini da sonradan ögrenecektim. birkaç kez de annemi, "oglunu vurduk, gel cesedini al" diyerek morga götürmüsler. sonra da, "işte senin oglunu da bir gün böyle vuracagiz!" deyip geri göndermisler.

bayrampasa cezaevi'nden çiktiktan sonra baska sahte bir kimlikle faaliyetlerime devam ettim. bir-bir buçuk ay sonra bir sekilde bacagimdan yaralandim. kursun kasigimdan girip siniri kopararak disari çikmisti. gizli çalismanin tahmin edilebilecek kosullari yüzünden dört gün doktora gidemedim. çok kan kaybettim. hem ameliyat olmak hem de siyasal faaliyetlerimi sürdürebilmek için ankara'ya geldim. ameliyat olduktan bir süre sonra çift koltuk degnegiyle gezmeye basladim. yarali bacagim boydan boya alçiya alinmisti.

tam koltuk degneklerini atmis ve bacagimdaki alçiyi yeni çikarmistim ki, ankara'da örgütümüze karsi girisilen bir operasyonla tekrar yakalandim. bayrampasa cezaevi'nden saliverilmemin üzerinden alti ay geçmisti. bu kez üzerimde hüseyin yadigar özüdogru adina düzenlenen sahte bir kimlik vardı. iskenceciler beni öldüreceklerini söylüyorlardi. ölümü göze aldigim için tehditleri beni hiç mi hiç etkilemiyordu. tehditleri irademin beton duvarina çarpip tuzla buz oluyordu. on üç gün içinde iki kez gece yarisi gölbasi'na götürüldüm. bir çukura yatirip sagima, soluma ates ettiler.

ankara'da ... subesi'nin garaj olarak da kullanilan alt katinda, bir metre derinliginde kapakli bir tuvalet çukuru var. beni bu tuvalet çukuruna koyup, kapagi üzerime kapatarak orada her seferinde, bir saate yakin pisligin içinde tutuyorlardi. kollarimdan asiyor, bedenime elektrik veriyorlardi. yarali bacagimi tekmeleyip, kasigimdaki kısmen yirtik sinirleri büsbütün koparmaya çalisiyorlardi.

orada, devrim ile karsidevrimin iradeleri çarpisiyordu. on üç gün sonra sistematik iskence artik bitmis, sira parmak izlerimi almaya gelmisti. parmak izi tespitine götürülüyoruz. parmak izlerim alindiktan on dakika sonra beni bir odaya götürdüler. sivil giyimli bir komiser, üstüme hisimla gelerek suratima sertçe bir tokat atti ve "sen kimsin lan, adin ne?" diye kükredi. ben de gayet sakin, "hüseyin yadigar özüdogru" dedim. "peki 1995 yilinin 26 nisan günü istanbul'da altan ersoy olarak yakalanan kim?" evet, anlasilan kimligimin sahte oldugu açiga çikti. yeni bir kimlik arastirmasinin önünü kesmek için, hazir bir cevapla, "orada bir yanlislik var" dedim. "o kimligi bulmustum. genel kimlik kontrolü sirasinda üzerimde iki kimlik bulundugu için gözaltina alindim ve serbest birakildim. yoksa ben altan ersoy falan degilim" dedim. neyse ki, bekledigimden de erken ikna olup, bir-iki tehditten sonra beni terörle mücadele subesi'ne geri götürdüler. terörle mücadele subesi'nin kapisina geldik, garaj kapisinin anahtari yok. ariyorlar. bir yandan telsizle içeriden kapinin açilmasini anons ederken, bir yandan da hüseyin yadigar özüdogru ehliyetiyle, yani benim ehliyetimle kapiyi kurcaliyor komiser. böyle kurcalarken ehliyetin kösesi kirildi. bana dönüp ehliyeti gösterdi, "allah bilir bu da sahtedir. bunu kiracagim sana da ... verecegim" dedi. ben de gayet normal bir sekilde, "olur, bence mahsuru yok" diye karsilik verdim. komiser, satasmalarina böyle rahat bir sekilde cevap verdigimi görünce, "babacan" bir tavirla, belki de aciyarak "niye lan?" diye sordu. "çünkü, sen benden her kimlik sordugunda, onu sana gösteririm de ondan" diye karsilik verdim. bu sözlerime sinirlenen iskenceci, küfrederek suratima birkaç yumruk savurdu. o sirada garajin kapisi açilmisti. beni götürüp, hücreme attilar. o gece, yanima kimse ugramadi. ama kapi her açildiginda, mutlaka baska bir sahte kimligim açiga çikti, düsüncesiyle her seferinde baska bir kimlik için kafamda bir sürü cevap hazirlamak zorunda kaldim.

sabah, yani on dördüncü gün, dgm'ye çikarildim. bu kez, hüseyin yadigar özüdogru olarak dgm'ye çikmistim. savciya, bu yeni kimligimle ifade verdim. savcinin odasindan çiktim. uzun bir beklemeden sonra tam hâkimin odasina girecekken, tim sefi, elinde bir faksla yanima geldi. istanbul'dan bir faks geldigini, benim habip gül oldugumu ve daha önce de istanbul ve adana'da yakalandigimi, hisimla söyledi. benden önce, hâkimin yanina giderek, durumu açikladi. beni yeniden emniyette sorguya almak için hâkimden izin istedi. bu beklenmedik gelisme üzerine ifadem hâkimlikçe, habip gül olarak alındi. bütün iskencecilerin surati görülmeye degerdi o sirada. bizi nasil on dört gün atlattin, diye köpürüyorlardi.

22 mayis 1996 günü habip gül olarak ankara ulucanlar kapali cezaevi'ne geldigimde perisan bir haldeydim. süresiz açlik grevi, bizden iki gün önce, 20 mayis günü baslamisti. bir haftalik bir dinlenmeden sonra süresiz açlik grevine katildim. grevin ellinci gününde, örgütümüzün karariyla, gönüllü olarak, ölüm orucuna basladim. on iki sehit verilerek 20 temmuz günü sonuçlanan ölüm orucunun bittigi gece hastaneye kaldirilirken kalp krizi geçirdim. doktorlarin müdahalesiyle, yasama dönmüsüm.

yeniden habip gül olmustum.

ankara ulucanlar cezaevi'ne geldikten on bes gün sonra sabah gazetesinde fotografimla beraber gerçek kimligimin açiga çiktigini okudum. nevzat çiftçi... tabii bu duruma benimle beraber tutuklanan yoldaslarim epeyce sasirdilar. parmak izlerimden yola çikarak polis, gerçek kimligime yani nevzat çiftçi'ye ulasmisti. bundan emin olmak için anneme gidip fotografimi göstermisler. "eger senin oglunsa gel cenazeyi al!" demişler. annem panikleyerek aglamis ve fotografin bana ait oldugunu söylemis. böylelikle, annem, karim ve çocuklarim yedi yil sonra nerede oldugumdan ve yasadigimdan haberdar oldular. ancak ölüm orucu bittikten sonra ailemle görüsebildim. o gün, rastlantiyla çocuklar için açik görüs vardi. daha üç aylikken ayrildigimiz oglum yoldas, ziyaretime geldiginde yedi yasindaydi. kocaman bir delikanli olmustu. yüzünde utangaç bir ifade vardi. hayatin garip cilvesi, oglum beni tanimamisti. çünkü beni sadece fotograflarimda görmüstü. tanimlanmasi güç tuhaf duygular içindeydim. oglumun büyümüs olmasi bana gurur ve güven veriyordu. onun kosup bana dogru gelmesini beklerken, baska bir arkadasimin kucagina gitmesi, bizi epey güldürmüstü. sonra da böyle güldügümüz için yoldas'a karsi suçluluk duyup utanmistik.

simdi çocuklarimla iliskilerimin pek iyi oldugu söylenemez. birbirimize karsi adeta birer yabanci gibiyiz. ayri kaldigimiz o koca yillar, aramizda görünmez bir duvar örmüs sanki.

nevzat çiftçi (habip gül) 4.6.1998"

"Daha önce ben televizyona bakıyordum, şimdi televizyon bana bakıyor
Mısırlı bir gösterici
http://sargon.blogcu.com/
Alıntı ile Cevapla
  #5  
Alt 19-04-2008, 21:44
sargon - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
sargon sargon isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Onur Üyesi
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 01 Aug 2005
Bulunduğu yer: Isvicre
Mesajlar: 6.665

Onur Üyeliği Başarı Ödülü Başarı Ödülü 

Standart Re: Canlar ve Ulucanlar

Habip'in hikayesi boyle. Morgda cekilmis fotograflarini gordugumde taninmaz haldeydi. Yuzu bicak ve falcata ile dogranmis, parca parca olmustu. Daha sonra dava dosyasindan okudugum otopsi raporunda ise cesetten kan elde edilemedigi yaziyordu. Operasyonda bilincli olarak hedeflenen iki kisiden biri Habip idi. Digeri ise Ismet Kavaklioglu. Ismet'i cok vahsi bir sekilde oldurmuslerdi. Inanilmaz agir iskenceler yapmis, yuzunu taninmaz hale gelene kadar asitli bir madde ile bozmuslar ve sonra da yakmislardi.

O hafif ciseleyen yagmur altinda ilk uzun voltamizda, ben henuz emniyette gozaltinda iken, bir tunel hazirliklarinin daha patlamis oldugunu ogrenecektim. Bu tunelin ortaya cikmasi Habip'i cok etkilemisti. Kendisini cok hazirlamis, psikolojisi ciddi sekilde sarsilmisti. Sonraki gunlerde cezaevinin kendi temposu herseyin ustunu tekrar orttu. Ta ki o vahsi operasyon gelene kadar..

Umit'le disardayken tanisiyordum. Ogrenci hareketi icinden one cikmis, gordugum en zeki insanlardan biriydi. Sadece zeki degil, inanilmaz bir birikim ve yine inanilmaz bir hafizaya sahipti. Elinde hicbir kaynak yokken oturup 10-15 sayfalik NATO tarihi, bir o kadar detayli sekilde Israil'in Kurt Sorunu'na ilgisi uzerine yazilar yazdigini hatirliyorum. Bu kadar seyi nerden ogrendigini soranlar oldugunda soyle bir cevap veriyordu: "Babam kucukken bana bir ansiklopedi almisti. Onu okudum, hepsini ordan ogrendim." Cezaevine girmeden birkac ay once evlenmisti. Bazi insanlar zeka ile duygusalligi biraraya kolayca getiremezler, Umit bunu bir sekilde beceriyordu. Soylediklerini kavrayabilmek icin her iki ozellige de bir olcude sahip olmak gerekiyordu.

Tek tek insanlari anlatma sansim yok. Katledilenler icinde en yakindan tanidigim insanlardan kisaca bahsederek geciyorum. "Katliamin nedeni neydi" diye soracak olursaniz, gorunuste son derece basit ve anlamsiz birseydi. Sorun, ben iceri girdigimden beri suren bir sorundu. 40 kisilik kogusta sayimiz nerdeyse hic 100'un altina dusmuyordu. Bu yuzden pencere onlerine, masalarin ustlerine, bos olan her yere yataklar yapilmasina karsin yine de yetmiyordu. Cezaevi yonetimi ile yapilan gorusmeler ve yeni kogus talebi de karsiliksiz kalmisti. Bu yuzden surekli eylemler yapip duruyorduk. Yaz gelince havalandirmayi kapattirmayip oraya yataklar yapilmaya baslandi. Gece yildizlari seyrederek uyumak guzel de oluyordu. Ama bu is boyle surup gidemezdi tabii. Temsilcilerin baska bir kogusu isgal etme karari ile eylem en yuksek noktaya geldi. Yakinimizdaki adli tutuklularin kaldigi 20 kisilik kucuk bir kogus isgal edildi. Orda kalan adli mahkumlar diger koguslara dagitildi. Bunun uzerine cezaevi yonetimi gorusleri kaldirdigi gibi temsilcilerle gorusmeyi de kesti. Gun boyu maltada dolasan gardiyanlari da cekti. Bunun anlamini cezaevi deneyimi olanlar iyi bilirler. Gardiyanlarin maltadan cekilmesi, bir operasyon yapilacagi anlamina gelir. Gardiyanlarin rehin alinma ihtimali dusunulerek gardiyanlar maltadan cekilir ve daha sonra asker iceri girer. Ortaligi yakip yikar, mahkumlari dayaktan gecirir ve yeniden "huzur"u saglar. Goruslerin kesilmesi icerde yakini olan aileleri de huzursuz etmisti. Bunun bir tehlike isareti oldugunu onlar da anlamis, cezaevi yakininda adeta kamp kurmuslardi, ancak operasyondan bir gun once aileler de zorla cezaevi civarindan uzaklastirildilar.

Operasyonun gercek nedeni ise tabii ki siyasilerin bir kogusu isgal etmeleri degildi. F Tipi cezaevleri hazirlaniyordu. Siyasiler F tiplerine gonderileceklerdi. F tipi cezaevleri konusunda buyuk bir tepki oldugunu idare de biliyordu. Bu isin tek tek cezaevleriyle halledilemeyecegi ve daha buyuk bir hazirlik yapilmasi gerektigi de ortadaydi. Muhtemelen F tipine karsi bircok cezaevinde birden direnisler olacakti. Bu direnislerin kirilmasi icin de buyuk bir operasyon yapmak gerekecegi acikti. Iste Ulucanlar ilerde yapilacak bu operasyonun ilk deney yeri oldu, pilot operasyon Ulucanlar'da yapildi. Ulucanlar operasyonu ile yapilacak olan sey onceden gosterildi ve bir olcude gozdagi verilmek istendi. Operasyonun sertlik duzeyi de buna uygun sekilde ayarlanmisti. Operasyonun yonetimi ne Cezaevleri Genel Mudurlugunde ne Adalet Bakanligi'nda ne de Emniyet Mudurlugunde idi. Zaten cezaevlerinin dis korumasi polise degil jandarmaya aitti. Operasyon direk olarak Jandarma Kuvvetleri Komutanligi tarafindan yonetiliyordu.

"Daha önce ben televizyona bakıyordum, şimdi televizyon bana bakıyor
Mısırlı bir gösterici
http://sargon.blogcu.com/
Alıntı ile Cevapla
  #6  
Alt 20-04-2008, 04:34
evrensel-insan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
evrensel-insan evrensel-insan isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 08 Mar 2008
Bulunduğu yer: Londra
Mesajlar: 22.832
evrensel-insan - MSN üzeri Mesaj gönder
Standart Re: Canlar ve Ulucanlar

Saygideger sargon;

Cunku genc kusaklarin bunlari bilmesi gerektigine inaniyorum. Bir ideolojiye daha fazla sarilmak, devrime simsiki kenetlenmek icin degil. Iskencecilerden nefret etmek yada onlari affetmek icin falan da degil. Sadece ve sadece "insan" olabilmek icin, insanliktan cikmanin da ne oldugunun bilinebilmesi icin. -sargon

Guzel bir yazi,ilgiyle takip ediyorum.

Saygilarimla;
evrensel-insan

Evrensel-Insan - Yapılandırmacı Epistemoloji/Bilişsel Bilim/Qua Felsefesi/Serbest Düşünce/Devrimci Sorgulama/Zihinsel Devrim - Evrensel-Insan Zihniyeti
Alıntı ile Cevapla
  #7  
Alt 20-04-2008, 16:39
sargon - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
sargon sargon isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Onur Üyesi
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 01 Aug 2005
Bulunduğu yer: Isvicre
Mesajlar: 6.665

Onur Üyeliği Başarı Ödülü Başarı Ödülü 

Standart Re: Canlar ve Ulucanlar

Operasyon Basliyor

Bu arada sunu da eklemem gerekiyor. PKK'lilarin Ulucanlar'daki tutumu cok elestirildi. Ancak burda haksizlik yapildigini dusunuyorum. PKK'lilar sureci degisterebilmek icin ellerinden geleni yaptilar. Sorun suydu. Siyasiler iki kogusta kaliyorlardi. Bunlardan birini PKK'lilar ile Turk sol gruplari olarak paylasiyorduk. PKK gerilimi tirmandirmak istemiyordu. Cezaevlerinde genel olarak farkli bir tutumlari vardi. PKK'ya gore cezaevlerindeki mucadeleyi on plana cikarmak dogru degildi, bu kamuoyunun Kurt sorunu ile ilgisini baska yonlere cevirme potansiyeli tasiyordu. Cezaevinde yapilacak hersey buna bagli olarak dusunulmeliydi. Bunun disinda bir baska ciddi endiseleri oldugunu da dusunuyorum. O da suydu: Turk solunun tum cezaevlerindeki toplam mahkum sayisi 1200 civarinda iken PKK'nin 10.000'den fazlaydi. PKK'nin cezaevlerinde sert bir direnis hatti olusturmaya calismasi devletin icerde buyuk bir katliama girismesine yol acabilirdi. *Bu endiselerinde de hakliydilar, cunku cok daha basit durumlarda, PKK'lilara donuk katliamlar yapilmisti. Son olarak PKK'li olarak cezaevlerinde tutulanlarin onemli bir kismi siradan koylulerdi. Bircok kisiye son derece basit olaylardan dolayi cok agir cezalar verilmisti. Bu kisileri sert bir mucadeleye sokmaya calismak dogru degildi.

Bu yuzden PKK'li mahkumlar temsilcileri araciligi ile yonetime bazi onerilerde bulundular. Yonetim bizim temsilcilerle gorusmuyordu ama PKK'li temsilcilerle gorusuyordu. Kogustan ayrilmayi kabul ettiklerini, kendilerine onerilen herhangi bir kogusa gecebileceklerini soylediler. Ancak idare bunu da kabul etmedi.

26 Eylul 1999 gunu gece saat 03:30'da nobetciler tarafindan uyandirildik. Operasyon baslamisti. Gozcu kulelerine ve catilara yerlestirilen askerler koguslara dogru ates ediyorlardi. Ilk ates ozellikle isgal edilen kucuk kogusun kapisindan iceriye dogru yapilmisti ve ilk ateste yaralanan kisiler tasinarak bulundugumuz kogusa getirildiler. Operasyon ertesi gun oglen saatlerinde sona erdiginde ilk ateste yaralanan kisilerin bir kismi olmustu. Umit de ilk ates sirasinda yaralananlar arasindaydi. Baldirina gelen kursun agir bir kanama yaratiyordu. Saglik islerinden anlayan arkadaslar yaralilarin kanamasini durdurmak icin birseyler yapmaya calisiyorlardi. Kulelerden ve catilardan acilan ates biraz azalinca bulundugumuz kogustan yan kogusa gecmeye calisacaktik. Saldiri durumunda yan kogusa gecilmesi icin karar alinmisti. Yan kogusa gecerken yaralilarin da tasinmasi gerekiyordu. Isin en zor kismi da buydu. Cunku iki kogusun kapisi arasinda yaklasik 5-6 metrelik ustu acik bir koridor vardi ve bu koridor tam da gozcu kulelerinin onune dusuyordu. Kulelere dizilmis askerler koridora ates ediyorlar ve diger kogusa gecis olanaksiz oluyordu. Gecis isini soyle yapiyorduk. Bir kisi kapida bekliyordu. Diger kapida da karsi taraftakiler bekliyorlardi. "Hadi" deyince firlayip 5-6 metreyi kosar adim geciyorduk. Eger yolda vurulan, tokezleyen olursa diger taraftakiler iceri cekmeye calisiyorlardi. Bu islemi bir de yaralilarla birlikte tekrarlamamiz gerekiyordu. Kursun yagmuru altinda herkes diger kogusa gecmeyi basardi.

Bizim yan kogusa gecmemizin ardindan PKK'lilar direnmeyeceklerini soyleyerek ellerini kaldirip teslim oldular. Buna ragmen agir bir sekilde dayaktan gecirilmekten kurtulamadilar.

Yan kogusa gectigimizde sayimiz 65 idi. Yaklasik 10 kisi de agir sekilde yarali idi. Tahmin ediyorum operasyon sonunda olen 10 kisiden 6'si bu ilk ates sirasinda yaralanmis olanlardi. Catilarda, kulelerde, maltada ve disarda yuzlerce robokop elbiseli asker vardi ve biz 50 kisilik bir topluluk bu buyuk silahli guce karsi direnmeye calisiyorduk. Operasyonun hizini kesmek icin yemek yapmakta kullanilan tupgazlardan biri patlatildi. Bir baskasinin ucuna hortum baglanarak ucundan ates cikan ilkel bir mekanizma yapildi. Ustelik bu ates iki de bir sonuyordu, su sikilmaya basladiktan sonra da hic yanmaz oldu. Ancak bu ilkel metotlarin boyle bir guce karsi cocuk oyuncagi gibi gelecegi acikti. Operasyon son derece hazirlikli baslamisti. Degisik birliklerden 2000 civarinda asker, cok sayida ozel tim ve sivil polis getirilmisti. Bunun disinda itfaiye araclari da getirilmisti.

Itfaiye hortumlari gozcu kulesine cikarilarak kogus ve havalandirmaya su sikilmaya baslandi. Bunun ne icin yapildigini basta anlamamistim, ama Eylul sogugunda birkac saat icinde yedigimiz su bizi sirilsiklam yapip herkesin gucunu tuketince amac anlasilir oldu. Ardindan yine itfaiye araclarindan kopuk sikilmaya basladi. Havalandirma kisa zamanda belimize kadar kopukle doldu. Bu arada catidaki robokoplar gaz bombalari ve catidaki kiremitleri ustumuze atmaya basladilar. Gaz bombalarindan nefessiz kalanlar siddetli sekilde oksuruk krizine giriyor ve kusmaya basliyordu. Kafama gelen kiremitlerden her tarafim kan icinde kalmisti. Bu arada once Abuzer'in sonra Umit'in oldugu haberi geldi. "Devrim sehitleri olumsuzdur" sloganlari atiliyordu. Habip, Umit'i kucagina yatirmis, agliyordu. Olmeden bir sure once Umit'in elini tutup, "dayan" demistim, "dayan sabaha az kaldi, kurtulacagiz". Gulumsemeye calisti, "buraya kadar, bu is bitti" diye dusundugunun farkina vardim. Umit'e kardesi bir isim takmisti: Gece batmayan gunes". Son sozleri soyle olmustu: "Gunes batti."

"Daha önce ben televizyona bakıyordum, şimdi televizyon bana bakıyor
Mısırlı bir gösterici
http://sargon.blogcu.com/
Alıntı ile Cevapla
  #8  
Alt 20-04-2008, 17:26
sargon - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
sargon sargon isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Onur Üyesi
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 01 Aug 2005
Bulunduğu yer: Isvicre
Mesajlar: 6.665

Onur Üyeliği Başarı Ödülü Başarı Ödülü 

Standart Re: Canlar ve Ulucanlar

Kogusta Kalanlar

Havalandirmada durmak olanaksiz hale gelmisti. Kafam yariklar icinde kalmisti ve zonkluyordu. Kiremitler, kursunlar, gaz bombalari ustumuze yagmur gibi yagiyordu. Disarda daha fazla kalmam olanaksizdi. Kosarak kogusa girdigimde kogusun icinde sadece birkac kisinin oldugunu farkettim. Sanirim ben kogusa girerken, robokoplar havalandirmaya girmis ve ordakileri alip goturmustu. Daha sonra ogrendigime gore bir grup kolkola girerek disari cikmis ve askerlere dogru yurumus, bu arada uzerlerine ates acilmis ve cogu yaralanmisti. Kogusta kalan 7-8 kisi en son grup olmustuk. Kapidan iceri girdigimde birisinin kapidan bagirdigini duydum. Diger kogusun temsilcisi Enver'di. Ayagindan kursun yemisti, yuruyemiyordu. Onu iceri cekip, bir ranzaya yatirdim. Surekli "ayagim dondu, ayagimi cevir" diyordu. Gercekten de kursun ayagini parcalamis ve ayagi yana dogru yatmisti. Bir plastik boru ve bez parcasi yardimiyla ayagini duzeltip sabitlemeye calistim. Ama o kadar ilkel birseydi ki, ilk darbede borunun da bezin de cikmis olduguna eminim.

Pencerelerden, kogusun icine gaz bombalari atilmaya basladi. Gaz bombalarini bir islak havlu yardimiyla tutup tekrar disari atmaya calisiyorduk ama bu, nerdeyse imkansiz bir seydi. Bombalar surekli ziplayip duruyordu. Yanlarina yaklasmak da imkansizdi. Duman insanin agzindan burnundan giriyor ve insani adeta krize sokuyordu. Bu arada kogusun kapisinda robokop'lar gorundu. Kapiyi acip kogusun icini taramaya basladilar. Dolaplari bir araya getirerek barikat olusturmaya calisan iki uc kisi yere dustu. Bunlardan birinin adi Aziz Donmez'di. Aziz birkac ay once bir ogrenci olayindan tutuklanan 10-15 kisilik bir grupla birlikte gelmisti. Bunlarin cogu ilk mahkemede serbest birakilmis, geriye Aziz'le birlikte birkac ogrenci kalmisti. Muhtemelen bir sonraki mahkemede onlar da birakilacaklardi. Ancak talih Aziz'e gulmemisti. Ailesi birkac hafta sonra Aziz'in tahliyesini beklerken, morgdan olusunu alacakti.

Iriyari bir robokop beni yakalayip disari cikardi. Kollarimdan bacaklarimdan tutularak yere yatirildim ve ustumde ne varsa parcalayarak cikardilar. Bir tek don ve atlet kalmisti ustumde ve vucuduma dort bir yandan cop darbeleri iniyordu. Sonra ayaklarimdan tutup suruklemeye basladilar. Iki tarafli dizilmis bir robokop ordusu arasindan gecerken cift tarafli olarak coplaniyordum. Bu arada basim surekli bir yerlere carpiyor, bayilip kendimden geciyordum. Bazen gelen bir sonraki cop darbesi ile ayiliyordum. 200 metrelik bir koridorun sonunda yari baygin vaziyette beni getirdikleri yer cezaevi hamaminin onu idi. Belli ki burasinin operasyon sonrasinda iskence yeri olarak kullanilmasi onceden kararlastirilmisti.

Koguslarin haftada bir hamami kullanma haklari vardi. Cok kisi hamami kullanmazdi. Kogusun tek kisilik bir banyosu vardi. Burasi kullanilirdi daha cok. Sicak su yoktu ama istedigimizde elektrikli isiticiyla su isitip banyo yapabiliyorduk. Sabah spor yapanlar ise spordan sonra soguk suyla dus aliyorlardi. Ben de sabahlari spora katilir, bazen soguk bazen ilik suyla dus alirdim. Bu yuzden hamam sadece iki uc kez gittim. Eglenceli bir saat oluyordu. Sakalasarak, sarki turku soyleyerek sicak suyla yikaniyorduk. Bu sefer sicak suyla degil sicak insan kaniyla banyo yaptiracaklardi bize.

"Daha önce ben televizyona bakıyordum, şimdi televizyon bana bakıyor
Mısırlı bir gösterici
http://sargon.blogcu.com/
Alıntı ile Cevapla
  #9  
Alt 20-04-2008, 18:48
sargon - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
sargon sargon isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Onur Üyesi
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 01 Aug 2005
Bulunduğu yer: Isvicre
Mesajlar: 6.665

Onur Üyeliği Başarı Ödülü Başarı Ödülü 

Standart Re: Canlar ve Ulucanlar

Hamam

Hamam'in onunde betondan genisce bir alan vardi. Cirilciplak soyularak elleri arkadan kelepcelenmis insanlar, aralarinda birer metrelik mesafeler birakilarak bu alana yuzukoyun yatirilmisti. Her yerde kandan golcukler olusmustu. Beni de kalabalik icinde bir yere yatirdilar. Bu et yigininin arasinda askerler dolasiyor ve canlari kimi cekerse butun gucleriyle ellerindeki Israil sopalarini indiriyorlardi. Bu iskencenin onlara buyuk bir zevk verdigini hissettirecek sekilde gulusuyorlar, egleniyorlar ve halimizle alay edecek sozler ve kufurler ediyorlardi. Daha once cok defa gozaltina alinmis, kimisinde dayak yemis, kimisinde de iskence de gormustum. Ogrenciligimden beri polisler ve askerlerle, emniyet ve jandarma ile iyice tanismistim. Ancak burda yedigim coplarin siddeti hicbirine benzemiyordu. Demir gibi sert ve agir olan bu sopalar sirtima indiginde cigerlerim yerinden sokulecekmis gibi geliyordu. Arada bir bayiliyordum, yeni bir cop darbesiyle kendime geliyordum. Sagimda dolumda kandan olusmus olan golcuklere basimi bastiriyorlar, kan banyosu yaptirmanin zevkini tadiyorlardi.

Asil buyuk iskence ise hamamin icinde yapiliyordu. Hamamin icinden o kadar canhiras sekilde cigliklar geliyordu ki, bunlari dinlemek iskence gormek kadar aci verici birseydi. Hamamin icine daha onceden secilmis kisiler konulmustu. Habip ve Ismet bunlarin arasindaydi. Hamamda o kadar vahsi bir iskence suruyordu ki, bu iskence elektrik, filistin askisi, su sikma, haya burma gibi seylerle bile karsilastirilamaz. Genellikle emniyetlerde yapilan iskencelerde polis disardan anlasilacak sekilde hasar vermemeye ve oldurmemeye dikkat eder. Ne de olsa, giris ve cikista doktor kontrolu, hukuksal birtakim araclar, kamuoyu etkisi gibi faktorler vardir. Burda ise iskencenin onunde artik hicbir sinir yoktu. Oldurene kadar ve en vahsi sekilde iskence yapma yetkisini almis olduklari belliydi. 20-30 kisiyi gozden cikardik diyorlardi ve mumkun oldugunca guclu bir gozdagi verilmesi hedeflenmisti.

Habip'in cesedi morga geldiginde yuzunde onlarca derin falcata yarigi vardi. Ismet'in ise yuzu tamamen yakilmisti. Vahsi bir iskenceden sonra uzerlerine ates edilerek oldurulmuslerdi. Her ikisi de hamama canli olarak girmis olu olarak cikmislardi. Cemal Cakmak da oldurmek uzere hamama alinanlardan biriydi. Onun seslerini hala hatirliyorum. Cemal'in kurtulmasinin nedeni ise oldu sanilmasi olmustu.

Askerlerden biri basima dikilmis, tufeginin ucuna taktigi kasaturasini gozumun kenarinda cevirip duruyordu. Sanirim gozumu cikarmasindan korku duymam onun icin eglenceli birseydi. Birisi meslegimi sordu: "Muhendisim" dedim. Belki de yanlis bir cevapti. Hic cevap vermemek, yada baska bir sey soylemek daha dogru birsey olabilirdi. Ne bok yemeye burda oldugum uzerinden bir hakaret *ve coplama yagmuru basladi bu sefer. 20 yasinda askerligini yapmakta olan, siradan insanlardi bunlar. Bu kadar nefreti nasil ve nerde biriktirdiklerini anlamak mumkun degildi. Bilincim gidip gelirken kollarimdan tutup kaldirdilar. Kamyonet benzeri bir aracin uzerine ciripciplak cesetler ustuste yigilmisti. Omuzundaki rutbelerden subay oldugunu anladigim birisi ustuste yigilmis o et yiginindan birisinin kafasini kaldirdi ve bana "bunun adi ne" diye sordu. Her gun birlikte oldugum, tanidigim biriydi, ama kafam karismis, bilincim bulanmisti. Cocugun adini hatirlayamiyordum. Yari bilincli bir sekilde bir isim soyledim ama yanlis bir isim soylemistim. O zaman bir travma yasadigimi farketmemistim, ama beni tekrar kulce gibi betonun ustune atip dovmeye basladiklarinda hala o cocugun ismi neydi diye dusunuyordum.

Hamamin onune getirildigimizde ogle saatleriydi. Iskence esliginde hava kararmis, cesetler kaldirilmis, baska cezaevlerine sevk edilecek olanlar ayrilmis, cezaevi ringlerinin icine cuval gibi atilarak gonderiliyorlardi. Yari baygin yari ayik gecen saatlerden sonra kendime geldigimde hamamin onunde duvar dibine karsilikli olarak oturtulmus oldugumuzu hatirliyorum. Soylendigine gore bizi once duvar dibinde ayakta tutmuslar ve ben bir iki defa yere dusmusum. Aramizda doktor ve hemsireler gezmeye baslamisti. Vucudunda patlamamis yada kursun yememis yeri olan kalmamisti zaten. Kiminin ayagi, kiminin eli, kiminin kafasi parcalanmis, cok sayida kursun yarasi olan vardi.

Aramizda gardiyanlarin ve doktorlarin gezmeye baslamasi iskencenin artik bittigi anlamina geliyordu diye dusunuyordum. Ama bitmemisti. Doktor ve hemsireler arada bir cekiliyor, askerler tekrar dolasmaya basliyorlardi. Onlarin aramizda gezmesi iskence demekti artik. Karsimdaki duvarin dibine oturttuklari genc bir cocuga takmislardi bu sefer. Askerlerden biri cebinden bir fotograf cikarip gosteriyordu. "Bu resme iyi bak. PKK'li itler oldurdu kardesimi, daha 19 yasindaydi" Icindeki butun ofkeyi o cocuktan cikarmak istiyordu sanki. Elleri arkasindan kelepceli, dayak yemekten ve vahsetten kendinden gecmis olan o cocuk da herhalde ayni yaslardaydi. Yasanmis butun nefretler sanki orda birikmisti. Iki asker esliginde cocugun ayaklarini tutup kicina cop sokmaya calistilar. Bir taraftan da istiklal marsini soyletmeye calisiyorlardi. Dehsetle soylenen boyle bir istiklal marsini herhalde simdiye kadar kimse duymamistir. Daha sonra sira dayak esliginde herkese "en buyuk asker bizim asker" dedirtilmesine gelmisti. Iskencenin son kisimlari bir kisilik ezme cabasi bicimindeydi.

Goruldugu gibi yapilan iskencenin bir konusturma, bilgi alma amaci falan yoktu. Yapilmasi gereken bir gosteriydi, bir gozdagi idi. Yillardir cezaevinde yatan insanlardan alinacak bir bilgi de yoktu zaten. Tumuyle insanlarin kisiliklerini ezmeye donuk bir iskenceydi bu. Bu sirada hep bu 20 yasindaki gencecik askerlerin nasil bu hale gelebildigini, insanliklarindan nasil bu kadar cikabildiklerini dusundum. Belli ki yasamlarinin butun sikintilarini, ezilmisliklerini, yetersizliklerini bu nefretin icine yerlestirmislerdi.

Hamamin onunden alinip nasil goturuldugumu yarim yamalak hatirliyorum. Kollarimdan tutarak beni tasiyan gardiyanlar koridorlardan gecerken, etrafta duran diger gardiyanlarin saskinlik ve korku dolu bakislarindan, urkuntu veren bir goruntum oldugunu hissediyordum. Iskencenin agir kismi bitmisti, ama iskence bitmemisti. Bir hucreye atildigimda yanimda uc kisinin daha oldugunu, sonra onlarin alinip hastaneye goturuldugunu, bir ay sonra baska bir cezaevine sevk edilirken soylemeseler belki de hicbir zaman hatirlayamayacaktim. Muhtemelen beynim hasar gormus ve yasadiklarimin bir kismi silinmisti.

"Daha önce ben televizyona bakıyordum, şimdi televizyon bana bakıyor
Mısırlı bir gösterici
http://sargon.blogcu.com/
Alıntı ile Cevapla
  #10  
Alt 21-04-2008, 00:45
sargon - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
sargon sargon isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Onur Üyesi
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 01 Aug 2005
Bulunduğu yer: Isvicre
Mesajlar: 6.665

Onur Üyeliği Başarı Ödülü Başarı Ödülü 

Standart Re: Canlar ve Ulucanlar

Hucre

Goturuldugum yer kaldigimiz koguslarin arka tarafinda kalan ve musahade adi verilen hucrelerdi. Buraya genellikle koguslarda disiplin cezasi alanlar, dusmani olup oldurulme tehlikesi yasayanlar, bir de cocuk tecavuzu gibi, mahkumlarin arasina konuldugunda mahkumlar tarafindan oldurulme tehlikesi olan kisiler konulurdu. Cogu zaman sadece birkac kisi olur, hucreler bos dururdu. Hukumlu olanlar diger cezaevlerine dagitilmis, daha mahkemesi surenler ise bu hucrelere getirilmisti.

Dedigim gibi, ilk hucreye atildigimda yanimda birkac kisi daha varmis, ama ben 30 gun boyunca tek basima hucreye atildigimi saniyordum. Bu kisimlar silinmisti. Bu arada digerleri alinip hastahaneye goturulmustu. Benim basimdaki yariklar ise dikissiz sekilde kendi kendine birlesti, hala o yariklarin izlerini nisane gibi tasiyorum. Vucudum kulce gibiydi. Kan kokuyordum. Uzerimdeki atlet parca parca olmus, sadece omuzlarimdan sarkan iki bez parcasina donusmustu. Bu bez parcalari da kan rengini almis ve sertlesmisti. O sekilde iki gune yakin uyumustum. Bir ara hucrenin mazgalindan atilan bir su sisesinin yere carpmasiyla yada gardiyanin bagirmasiyla uyandim. Birisi su gondermisti. Bu arada uzaktaki hucrelerden bayanlarin sesi geliyordu. Bana sesleniyorlardi. Atlet ve don gondermislerdi. Katliamin ardindan ilk olarak birileriyle konusmus oldum. En azindan birkac kelime ile "iyiyim, siz nasilsiniz" seklinde birseyler soyledim. Sonra yeniden uyumaya devam. Sanirim ucuncu gunde, *sonraki bir ay boyunca hucreyi paylasacagim arkadaslarim geldi. Yan hucreler de doldu. Belki kursun yaram olmadigi icin, belki de hamam iskencesi sirasinda doktorlara "iyiyim" dedigim icin hastaneye goturulmemistim. Gelenlerin anlattigina gore ordaki askerler hastaneyi ikinci bir iskence yerine cevirmisler. Doktorlar ve hemsireler cikinca, odalara askerler giriyormus. Ordaki iskencenin de hamamin onunde son safhada yapilana benzer sekilde kisiligi zedelemek amaciyla yapilan turden bir sey oldugunu anladim.

Arka arkaya hucrelere getirilenlerle hucreler doldu. Her bir hucrede 2-3 kisi kaliyordu. Baska bir kogusta kalan kadinlar, daha operasyonun basinda alinip baska bir yere goturulmuslerdi. Bayan koguslarinda silah kullanmamislardi. Ancak kadinlarin sert direnisiyle karsilasmislar, buna ragmen agir yaralanma ve olu olmadan hepsini alip tecrit etmeyi basarmislardi. Simdi yarisi kadin olmak uzere 30-35 kisi 10-12 hucreye dagitilmistik. Ikinci fasil burda olacakti. Bu sefer asker yoktu, kapismamiz gardiyanlarla olacakti.

Bayanlar aclik grevi baslatmislardi. Ayni zamanda sayim vermeme eylemi yapiyorlardi. Aslinda sayim pek anlamli bir sey de degildi, cunku zaten hucrelerden hic cikarilmiyorduk. Havalandirma diye birsey yoktu artik. Gun boyu gardiyanlar koridorda dolasiyor ve mazgaldan iceri bakarak bizi izliyorlardi. Dolayisiyla hucreler gun boyu gozetim altindaydi. Sabah ve aksam sayim yapiliyordu. Sayimlarda 20-30 kisilik bir gardiyan grubu toplu sekilde geliyor, hucrenin mazgalindan bakip sayim aliyordu. Bizim eylemimiz ise su sekilde oluyordu: Bir kisi mazgalin onunde durup sayim vermeyecegimizi soyluyordu. Mazgalin onunden cekilmedigi icin gardiyanlar kapiyi aciyor, icerdekileri tartakliyor, gardiyanlardan birisi "bir, iki, uc" diye sayiyor ve sayim alinmis oluyordu. Zaten bir hucrede ya iki ya uc kisi vardi. Bu islem her sabah ve her aksam suruyor, her gun iki posta iceri giriliyor ve her gun bir hucrede digerlerinden daha agir bir saldiri oluyordu. En direnisci olanlar bayanlardi. Duvarlarin kireclerini kaziyorlar, bardaklara su doldurup karistirarak ustlerine atiyorlardi. Birkac gunden sonra gardiyanlar yagmurluk giyerek sayim almaya basladilar.

Disardan bakildiginda bu direnisin bir anlami yokmus gibi gorunur. Aslinda bizi bu hucre gunlerinde ayakta tutan birsey oldu bu kucuk direnis. Cok sayida arkadasimiz olmus ve agir bir iskenceden gecmistik. Kisiligimiz zedelenmeye calisiyordu. Bu basit direnis, bir tur kisiligimizi, onurumuzu ayakta tutma ifadesiydi.

Hucrelerden bagirarak birbirimizle konusuyorduk. Uzaktaki hucrelere ses ulasmadigi icin, bazi konusmalari ortalarda yer alan hucrelerin tekrarlayarak diger tarafa iletmesi gerekiyordu. Nerden geldigini bilmedigim giyecekleri ustumuze gecirmistik. Ustume bol gelen pantalonun belini bir ip yardimiyla sikarak uydurmustum. Herkes ne varsa ustune gecirmisti. Hucrenin pencere cami kirik oldugu icin iceri surekli soguk giriyordu. Ozellikle aksam saatlerinde cok soguk oluyordu. Battaniyelere sarilarak oturuyorduk. Geceleri donusumlu olarak nobet tutuyorduk. Bu da pek anlamli birsey degildi, zaten uc kisinin oldugu bir hucrede nobet tutsak ne olacakti, tutmasak ne. Ama bize iyi geliyordu. Direniyor, hala ayakta oldugumuzu en azindan kendimize gostermis oluyorduk. Zaten ancak iki kisinin uyuyabilecegi bir yatagimiz vardi. Bir kisinin nobet tutmasi sayesinde donusumlu olarak uyumus oluyorduk.

Sayimlar sirasindaki dayak isini artik siraya bindirmislerdi. Butun hucrelere giriyorlar ancak, genellikle tartakliyorlar, ama bir hucrede biraz daha kapsamli bir dayak isine girisiyorlardi. Bir seferinde birinin basina kilitle vurunca cocuk kendinden gecti, alip revire goturduler. Gunde iki posta dayak yiyen taraf olmaktan bikmistik artik. Uc kisi konusup karar verdik. Bu sefer geldiklerinde biz de saldiracaktik. En azindan birkac yumruk atardik. Gercekten de dusundugumuz gibi oldu. Bu sefer biz de birkac yumruk atmayi basardik. Tabii daha cok dayak yiyen biz olduk. Yine de birinin dugmesi ve saati gunun ganimeti olarak elimizde kaldi.

Gardiyanlar de kendi caplarinda eylem yapmaya baslamislardi. Onlar da aksam yemeklerini hucrelerin onundeki bir yerde hazirliyorlardi. Biz aclik grevinde oldugumuz icin, bu guya bize karsi bir eylemdi. Birbirleri ile surekli "domatesi getir", "etleri dogradin mi" falan seklinde sohbetler edip, irademizi kirmaya calisiyorlardi. Butun yasadiklarimizdan sonra bunlar insani gulduren, hatta icini sizlatan seylerdi. Bunun, insanin kendini asagilamasi anlamina geldigini farkedemiyorlardi.

Burda bir noktanin altini cizmek istiyorum. Ne kendi caplarinda bize psikolojik baski uygulamak niyetindeki gardiyanlar, ne vahsi sekilde iskence yapan yirmili yaslarindaki askerler siradisi, anlasilmaz, psikopat insanlar falan degillerdi. Sizin, benim gibi siradan insanlardi. Ancak, yaptiklarinin insanlik disi bir sey olmadigina kendilerini inandirmislardi. Bunun icin karsilarindaki insanlarin ne kadar cani insanlar olduguna inanmalari gerekiyordu once. Bazen iskenceciler korkunc mahlukatlar olarak anlatilir. Tumuyle toplumun disinda olan, psikopat ozellikli, yanina yaklasilmaz tipler olarak cizilir. *Bu kisilerden nefretle soz edilir. Intikam hissi veren yaratiklar olarak dusunulur. Iskencecisini bulup oldurmek isteyenlere yada iskencecilerimi affettim diyenlere rastlanir. Halbuki iskence yapanlarin cogu psikopat falan degildir. Siradan insanlardir. Kotu deneyimlerinin ustunu ortup, bunlari yok sayip, yasamayi boyle surdurmeyi basardiklarini dusunuyorum. Tabii butun bu ustunu ortmeler, yok saymalar zamanla karakter bozulmalarina da neden olur. Kiskirtilmis nefrete eslik eden bir yasanmislari yok sayma hali bizim toplumumuzda cok yaygin ve cok koklu bir durum oldugundan bunun kapsamli sekilde incelenmesi gerektigine inaniyorum. Ben nedense o zamanlar bile iskencecilerimden nefret etmeyi basaramadim. Yillardan beri de zaten bunun anlamsiz, sacma bir duygu oldugunu dusunuyorum.

Hucrelerin hep kotu yanlarindan bahsettim. Iyi yanlari da vardi tabii. Ornegin ayni hucrede kaldigimiz iki arkadasla uzun sohbetler etmis ve birbirimizi cok daha yakindan tanima olanagi bulmustuk. Hatta bu sohbetler herkesin kendi gecmisi ile bir hesaplasmasina da donusuyordu. Duygusal olarak birbirimize daha cok baglanmistik. Sabaha karsi son nobetin bende oldugu bir gun, mazgal deliginden gunesin dogusunu gordum. Haftalardir gunes falan gormemistim ve dakika dakika mazgal deliginin altindan ustune kadar kayisini seyretmek icimde buyuk bir sevinc dalgasi yaratmisti. Yillar once Nemrut daginda gunesin dogusunu seyretmeye ciktigimda gordugum mercimek tanesine benziyordu. Nazim'in "bugun Pazar, beni gunese cikardilar" dediginde nasil "bahtiyar" oldugunu o gun anladim.Gunesin nasil kutsal bir varlik oldugunu butun hucrelerimde hissediyordum sanki.

Hucre gunlerimiz bir ay kadar surdu. Aslinda daha katliam sirasinda butun cezaevlerinde eylemler yapilmis, bircok cezaevinde gardiyanlar rehine alinmis ve bizim bir baska cezaevine sevk edilmemiz icin bir anlasma yapilmisti. Bunun uygulanmasi icin bir ay aclik grevi esliginde, gunde iki ogun sopa yiyerek beklememiz gerekecekti. Bir ayin sonunda ilk olarak disari cikmistim. Ustumuz dokuluyordu, bir aydir hic banyo yapmamistik, ama gunesin altinda durmaktan hepimiz "bahtiyardik". Ekim ayi olmasina karsin parlak bir gunes ve civil civil bir hava vardi disarda. "Olenler dovuserek olmus", "gunese gomulmuslerdi", biz ise o gunesin kutsalliginda yasami solumaya devam edecektik.

"Daha önce ben televizyona bakıyordum, şimdi televizyon bana bakıyor
Mısırlı bir gösterici
http://sargon.blogcu.com/
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler

Başlık Düzenleme Araçları
Stil

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 08:18 .