Bir komünistin Atatürkçü olması şart değil ama bir komünistin Atatürk'ü reel değerlerle tanımlaması şarttır.
Çünkü Atatürk'ü es geçtiğimizde komünizme giden önemli bir aşamayı da es geçmiş oluruz.
Sırayla:
1- Atatürk emperyalizme karşı kurtuluş savaşı vermiştir. Bu bakımdan o bir antiemperyalisttir.
2- Feodalizmin yıkılışını getiren ve o koşullarda çok önemli sayılan aydınlanmacı devrimler yapmıştır. Bu bakımdan o bir devrimcidir.
3- Getirmiş olduğu kapitalist sistem bir sömürü sistemi olsa da -o koşullarda daha ileri bir sistem zaten mümkün değildi- aynı zamanda işçi sınıfını yaratmıştır. Bu bakımdan o hem ilericidir hem burjuva devrimcisidir (O koşullarda yani henüz işçi sınıfının olmadığı bir ortamda, komünizme giden yolda bir burjuva devrimcisi en önemli devrimci konumundadır).
4- İşçi sınıfının oluşması demek aynı zamanda on binlerce yıldır süren sömürü ağına karşı örgütlü bir ezilen güç oluşması demektir. Atatürk bu ortamı sadece yapmadı daha ziyade bu ortamı başardı, çünkü asırlardır süren kölelik ve din hakimiyetine karşı bu sistemi başarmak büyük bir atılımdır. Oysa Avrupa aynı atılımı beş yüz yılda ancak başarabilmişti (Avrupalı kapitalistler bu yüzden onu pek kıskanırlar).
Atatürk'ü anlamadan komünizmin anlaşılamayacağını düşünenlerdenim. Çünkü Atatürk Cumhuriyeti evrensel bir akışın sonucudur. Bu nedenle daha önce yazmış olduğum Cumhuriyet Nedir? başlıklı yazımı paylaşayım.
Cumhuriyet nedir?
Bölüm -1-
Cumhuriyet çoğumuzun zanettiği veya lanse ettiği gibi demokrasi, özgürlük, adalet ve eşitlik sistemi değildir.
Ancak bu saydığım değerlerden daha önemli bir değere sahiptir.
Cumhuriyet çatışma şansının olduğu bir sistemdir.
Değişimleri hızlandıran, bir o kadar üzerine yük alan, aldığı yüke oranla çalkantılı bir sistemdir.
Aynı zamanda ilerlemenin, çağdaşlaşmanın, aydınlanmanın ilk adımıdır.
Yüklendiği aşırı görevden dolayı son derece hassastır.
Bütün zıtlar kozlarını bu sistemde paylaşır.
Ak'ın karası bu sistemde gün yüzüne çıkar.
Kralın özgürlüğü ve özgürlüğün kralı bu sistemde çatışır.
Bu sistem bütün fonksiyonları harekete geçirerek hiçbir olguyu nötr bırakmaz.
Bu özelliğinden dolayı ona Cumhuriyet deniyor.
Yüzyıllarca nötr kalan derebeyi ve ağalığı burjuva yapması, buna karşılık tebaayı işçi konumuna yükseltmesiyle Cumhuriyet aynı zamanda bir devrim özelliğine sahiptir.
Sürekli değişen dünyada, sürekli değişim karakteri taşıyan insan, böyle bir sistemi hem ihtiyaç duyduğu için hem de koşullar dayattığı için getirir.
Türkiye Cumhuriyeti de bu koşullarda kuruldu.
Ancak yüzyılları saraya biat ile geçmiş ve daha önce böyle bir özgürlüğü yaşamamış olan ve aynı zamanda ümmetçi toplum, bu sistemde kendisine sunulan çatışma şansının farkına varamamıştır.
Devrim ile karşıdevrim arasındaki uçurumu farkedememiş ve uyanıkların balans ayarına kapılmıştır.
Ümmetçiliğe alıştırılan toplum, Cumhuriyeti İslam karşıtı zanetme yanılgısına düşmüş ve düşürülmüştür.
Oysa Cumhuriyet her kesimin kendi değerini araması, sorgulaması ve aynı zamanda diğer kesimlerin değerlerini anlaması için en önemli ve tek sistem olma vasfına sahiptir.
Bu vasıfları bir kaç açıkgözden başka toplum nezdinde kullanan olmadığı gibi bütün olanakları bu açıkgözlere kaptırmışlardır.
Bürokrasinin egemen olduğu Türkiye Cumhuriyetinin aslında bürokrasi de dahil herhangi bir kesimin malı olmadığı anlaşılamamıştır.
Bu anlamda Atatürk'ün Bursa Nutku eşi benzeri bulunmayan tarihi bir öneme sahiptir.
Sorgulamanın yasak olduğu ümmetçi toplum için bu nutuk maalesef havada kalmış, kendi değerine sahip çıkmasını anlatan böylesi güzide bir söyleve kimse sahip çıkmamıştır.
Özetle Cumhuriyet bir çatışma sistemidir, herkesin kendi değer yargısını kazanabileceği nadide bir eserdir.
Her şeyden önce o kimsenin malı değildir, toplumun aydınlanması, çağdaşlaşması, ilerlemesi için koşullar onu getirmiştir.
Cumhuriyetin nihai bir sistem olmadığı ancak o yaşanmadan ilerlemenin de mümkün olmadığı bilinmelidir.
Gelişmiş ülkelere ağzınız açık bakıyorsanız bunun nedeni elinizdeki fırsata sahip çıkmamanızdandır.
Bugün geride kalan hangi sistem gelirse gelsin her daim Cumhuriyete muhtaç kalınacağı bilincinde olunmalıdır.
------------------------------------
Bölüm -2-
Bazı kesimlerin sahibi haline gelme özelliği taşıyor olması nedeniyle Cumhuriyet hassas bir sistem demiştim.
Ona hangi kesim sahip çıkarsa sistem de onun çıkarları doğrultusunda işler, ancak toplumun diğer kesimlerinin duruşuna göre değişme payını içinde bulundurur.
Bu hassaslığını olumlu-olumsuz toplum üzerinde de gösterir, bu durum yine toplumun duruşuyla doğrudan alakalıdır.
Cumhuriyet tam da bu noktada trajikomik bir hüviyete sahiptir, ona asıl sahip çıkması gerekenlerin onu anlamakta zorlanması ya da hiç anlayamaması gibi.
Bu trajikomik noktanın daha iyi anlaşılması için kendimden bir örnek vermek daha iyi olacaktır.
70'lerden bu yana komünistim ama aynı zamanda Atatürkçüyüm.
O tarihlerde bunu komünistler anlayamamıştı, "hem antikapitalist olunup da hem kapitalist sistemi getiren Atatürkçü nasıl olunur?" diye benimle alay ederler, ciddiye almazlardı. Aynı şekilde ben de onları anlamakta zorlanırdım, bir devrimci nasıl olur da Atatürk karşıtı olur?" sorusunu hep kendime sorardım.
Aynı anlaşılmazlık maalesef günümüzde de devam etmektedir, dincisi, komünisti, milliyetçisi kendini Atatürk ve dolayısıyla Cumhuriyet ile bağdaştıramıyor.
İşin daha da vahimi, Cumhuriyet kendinin ne olduğunu bas bas bağırdığı halde bu büyük yanılgıya devam ediliyor.
Komünist devrim istiyor.
Devrimi kiminle yapacaksın?
İşçi sınıfıyla.
Bu ülkeye işçi sınıfı nereden geldi?
Kapitalizm getirdi.
Kapitalizmi kim getirdi?
Atatürk.
Peki senin devrim yapman için işçi sınıfını getiren, senin biricik silahını eline veren Atatürk'e karşı olman kendine ihanet olmuyor mu?
Ne ilginçtir ki, Cumhuriyet kendilerine altın tepsi de sunulmuş olmasına rağmen onu anlayamayanların başında devrimciler geliyor.
Ne yaman çelişki, hem senin devrim yapman için birileri ortam hazırlayacak hem de onu yerin dibine batıracaksın, sonra da devrimciyim diye nutuk atacaksın...
Devrimciler kadar olmasa da benzer durum dinciler ve milliyetçiler için de geçerli.
Hem Cumhuriyet sayesinde iktidar olurlar, kapitalist olurlar, çeşitli makamlara gelirler aynı zamanda Cumhuriyeti yıkmak gibi bir çaba içine girerler.
Oysa Cumhuriyet kimseyi kısıtlamaz, eğer birileri kısıtlanıyorsa onu kısıtlayan Cumhuriyete sahip çıkan kesimden ibarettir.
Dinci ve milliyetçiler bunu anlayamadıkları için kendilerini kısıtlayanın Cumhuriyet olduğu yanılgısına düşüyorlar veya düşürülüyorlar.
Cumhuriyetin bir kesime ait olmadığını tüm toplum için var olduğunu bir türlü idrak edemiyorlar.
Ona sahip çıkmak yerine ona zarar vermeyi yeğliyorlar ve zarar vereni de alkışlıyorlar.
Oysa Cumhuriyet toplumun namusudur, ona atılan her taş toplumun her bireyine olumsuz yansıyacaktır.
Burada bir yanılgıdan daha bahsetmekte yarar var.
Türkiye Cumhuriyetini bugüne kadar yönetenlerin Atatürkçü olduğu ve Cumhuriyetin de onların yönettiği gibi bir sistem olduğu zanediliyor.
Gerçekte ise bugüne kadar Cumhuriyet Atatürk'ün Cumhuriyeti gibi yönetilmemiş ve yönetenler de ona sadık kalmamıştır.
Özetle çoğumuzun zanettiği gibi Cumhuriyet sadece bir kesim için kurulmamıştır.
Yine bazılarımızın zanettiği gibi Cumhuriyette kapitalizm ayrık otu değil, bizzat olmazsa olmazıdır.
Ne demiştik, Cumhuriyeti getiren koşullardır o bir çatışma sistemidir.
Çatışma gelişmenin temelidir, evrim sürecinin bir parçasıdır, başka sistemlerde bu denli çatışma şansı yoktur.
Bugün elimizdeki Cumhuriyet sürecini tamamlamadan yıkılsa dahi daha sonra yine ona muhtaç kalınacaktır.
---------------------
Bölüm -3-
Bazen konunun daha iyi anlaşılması için başta yazılması gereken sonraya bırakılır.
Cumhuriyet nedir? konumuzun üçüncü bölümü de bu anlamı ifade eden bir bölümdür.
Türkiye Cumhuriyeti onu oluşturan koşullar nedeniyle Fransız devriminin ilkine göre bir yandan daha avantajlıdır bir yandan da daha şansızdır.
Cumhuriyetin kurulduğu 1923'lerde onu oluşturacak alt yapısı hazırdı.
Avrupa'da sanayi devrimi toprağa bağımlılığa ve dolayısıyla feodaliteye yüz yıl önce son vermiş, varlığını tüm dünyaya hissettirmişti.
Çırçır fabrikalarıyla başlayan bu devrim kapitalizmin büyümesine ve daha güçlenmesine neden olmakla birlikte toplum lehinde müthiş bir gelişme göstermekteydi.
Artık krallar, kiliseler sadece bir figür olarak kalmış, kentleşme zorunlu hale gelmiş, toplumsal alanlar oluşmuştu.
Toplumsal alanlar halkın ücretli çalışması, kendi için sanat yapması, sosyal hak araması gibi daha bir çok olanaklar içeriyordu.
Tabi Cumhuriyetin yapısı itibariyle bu olanakları kimse vermiyordu ama böyle bir imkanı da en üst düzeyde üzerinde taşıyordu.
Zira Fransız devriminde böyle bir alt yapı yoktu, krallık yok edilmiş, kiliseler etkisizleştirilmişti, bu bir ilkti, lakin yönetim sorunu yaşanmıştı.
Robespierre gibi devrim önderleri ne yapacakları hakkında yeterli bir fikire sahip değillerdi. Çünkü ilk defa avukat, doktor, yazar ve zanaatkarlardan kurulu konsey bir ülkeyi yönetmekle başbaşa kalmıştı. Aynı zamanda ülke genelinde muhalifler oluşmuş ve Avusturya, İngiltere tarafından kuşatılmıştı. Çareyi Erdemli Terör dedikleri ve Robespierre'nin kendi sonunu da getiren karşıtları giyotin altına yatırmakta bulmuştu.
Türkiye Cumhuriyeti sanayileşmenin getirdiği olanakları kendine taşıması bakımından oldukça şanslıydı.
Türkiye Cumhuriyeti iç düşmanla boğuşmuş olsa da daha ziyade dış düşmana karşı zaferin bir eseriydi.
Fransız Cumhuriyeti ise iç düşmana karşı bir zafer özelliği taşıyordu.
Bu yüzden Fransız Cumhuriyeti toplum nezdinde taraftar bulması normaldi, çünkü devrimi de aynı toplum saraya karşı yapmıştı.
Türkiye'de ise saraya karşı toplum nezdinde ciddi bir isyan olmamıştı, ortada daha ziyade dış düşman vardı.
Düşman işgalini ve sarayın ihanetini dahi sadece bir kaç aydın görebiliyordu.
Türkiye Cumhuriyeti bu anlamda büyük bir şanssızlığa sahiptir.
Atatürk'ün devrimleri ve aydınlanma hareketi maalesef saraya biat ile geçmiş ve yoksulluğu kader saymış halkı uyarmaya yetmedi.
Türkiye Cumhuriyeti Fransız Cumhuriyetine nazaran farklı ve artı bir meziyeti bulunuyor.
Başta da dediğim gibi o meziyet çatışma şansıdır.
Fransız devriminde uygulanan Erdem Terörünün aksine kendiliğinden gelişen Erdem Çatışmasına sahiptir.
İlk defa yurttaş olan toplum yurttaşlığını yaşayarak sorgulamaktadır.
Tabi bu sorgulama her zaman doğru sonucu getirmez, çünkü Cumhuriyetin çalkantılı bir sistem olduğunu belirtmiştim, ancak sorgulama hüviyetini kazanmak dahi tek başına büyük bir erdemdir.
Bu erdem gelişmenin, kalkınmanın, değişmenin ilk adımı olmasıyla önemi de tartışılamaz.
Örneğin Cumhuriyet olmasaydı komünist olamayacak veya olsam dahi anlamsız olacaktı.
Bir milliyetçi kendi liderine oy kullanamayacak veya kendisi lider olamayacaktı.
Bir dinci fabrika, banka sahibi olamayacak, saray hizmetlisi veya tebaa olarak kalacaktı.
Aynı zamanda insanlar görüş belirtemeyecek, sorgulayamayacak, canıyla, emeğiyle sarayı beslemekle yükümlü olacaktı.
Özetle Cumhuriyet insanların ulaşabileceği son sistem değildir ama en önemlisidir.
Eğer toplum olarak bir yere varmak istiyorsak sürecini yaşamadan ölmemelidir.
Toplum sorgulamayı, üretmeyi, yönetmeyi öğrenmemişse, ilkel zaaflardan arınmamışsa, yeterli bilinç düzeyine erişmemişse ve kendini aydınlatamamışsa Cumhuriyete sahip çıkmak zorundayız.
Çünkü evrimin onu aşacak düzeye gelmemiştir...
-------------------------------------------------
Bölüm -4-
Sorun insanlarda olduğu için bu sorunun çok uzun vadeli de olsa ancak Cumhuriyette çözüm olacağını düşünüyorum.
İnsanlar Cumhuriyetten daha ileri bir sisteme geçecek kadar gelişmemiş, en azından yüzde doksanı için böyle.
Sorun gelişmekse ki, gelişmektir, bunu sağlayacak olan çatışma ve süreci en yoğun biçimde yaşamaktır.
Gelişmenin önünde bir sürü önemli engeller bulunuyor, elbette din bunun başında geliyor.
Ancak insanlarda bulunan kişisel zaaflar, bencillik, fırsatçılık gibi özellikler toplumsalcılık çıkarına evrilmediği müddetçe Cumhuriyet zaruridir.
Her sistemde kendine göre tutsaklık vardır, özgürlük sınırsız değildir.
İşte Cumhuriyetin önemi ve özelliği de burada kendisini gösteriyor.
Cumhuriyet daha ziyade kapitalist sistemdir, kapitalizmin baskı ve sömürüsü elbette onaylanmaz ancak onun itici bir rol üstlendiği gerçeğini de görmek zorundayız.
Eğer insanlığın bahsettiğim zaafları aşmasını istiyorsak itici güç olmadan mümkün olamayacağı anlaşılmalıdır.
Bu anlamda salt kapitalizmi yıkmak hiç bir anlam taşımıyor, aksine kapitalizm kendi sürecini yaşamak zorunda.
Fransız devrimi kralı, kralcılığı ve kilise hakimiyetini yok eden dünyada ilk toplumsal harekettir.
Diğer Avrupa devletleri ve İngiltere ilk defa karşılaştıkları bu toplumsal hareketin kendilerine de sıçrayacağı endişesiyle savaş da dahil çeşitli önlemler almışlardı.
Ancak geçen yüzyıllar içerisinde bu endişelerin yersiz olduğu görüldü.
Fransa'da devrimler, Cumhuriyetler ve diktatörlükler birbirini izledi.
Bir komutan olan Napolyon kendi diktatörlüğünü kurdu, daha sonra yıkıldı.
Cumhuriyetler kuruldu, yıkıldı, tekrar tekrar kuruldu.
Diğer Avrupa ülkeleri de benzer süreçleri yaşadı.
ABD bir bağımsızlık savaşı verdi hem de bugün kendisi gibi olan İngiltere'ye karşı.
Anlaşılacağı gibi sistemler, olaylar kendi sürecini yaşamadan ölmezler.
Ancak bu demek değildir ki, oturup kendi sürecini tamamlasın, onu bekleyelim anlamına gelmemeli.
Zaten isteseniz de oturup bekleyemezsiniz, etki-tepki diye bir gerçek var.
Bu yüzden Cumhuriyet etki-tepkinin en yoğun olduğu, ayrık otlarının ayıklandığı, bir sonraki sistemin alt yapısını oluşturduğu için önemlidir.
Bir sonraki sistem komünist literatüre göre sosyalizmdir, lakin sosyalizm gelse dahi eğer Cumhuriyet ömrünü tamamlamamışsa kendiliğinden geri Cumhuriyete dönülecektir.
Bu da başta dediğim gibi insanla ve koşullarla alakalıdır.
Ya insan gelişecek Cumhuriyete ihtiyaç kalmayacak ya da Cumhuriyet etrafında dönüp dolaşacaktır...