Bu kadar çok şey tesadüfen oluşabilir mi?
Hala bu sorunun akılcı soru olarak değerlendirilebilmesi aptallık değilde nedir?
Evrim nedir? tesadüf, rastlantı artı, doğal seçilim. Şimdilik bu kadar özellikle doğal seçilim kısmı aklınızda kalsın unutmayınız.
Gelelim önce tesadüf nedir?
Tesadüf rastgeleliktir. Yani önceden belli bir programın olmaması, oluşan durumun bu belirsiz çarpışmalardan ortaya çıkmasıdır tersi değil. Tasarım bunun tersidir ve tasarım için onun nasıl tasarlanabileceğinin bilgisi gereklidir. Bu bilgi ise bilince bağlıdır. Bilinç ise irade olarak yansıyan ve bir organizmanın kendi özerk dizgesi dahilindeki yaşamsal ihtiyaçlarınca yani içgüdülerince belirlenir. Temel olarak da yeme,uyuma,sex,barınma ve kendinim koruma davranışlarından doğduğunu söyleyebiliriz içgüdülerin.
Demek ki bilinç, organik bir özerk dizgenin bu aşamalı durumları oluşturan davranışlarına benzetilebilir.
Eğer bir avuç toprağı alıp havaya savurursanız hiç bir şey olmaz. Çünkü bir avuç toprağı oluşturan toz zerrelerinin yere düşene ve düştükten sonraki konumlarını belirleyen önceden ayarlanmış bir düzenleme mevcut değildir.
Çamuru biçimlendirip şekil vermek tamamen bu işlemi gerçekleştiren organik birimin ihtiyaçlarına bağlıdır. Çamurun insan şeklini alması için yazılı bir doğa formülü üretilemez. İnsanın çamurun kendince anlam verebileceği bir şekil alması için dayatmada bulunması akıl dışıdır. Maddenin insanın ihtiyaçlarına yönelik şekiller alması,demirin lokomotife veya motor parçalarına,toprağın insan suretine benzeme davranışı bulunmamaktadır.
Yani eğer şeklimiz absürd olmuş olsaydı,asimetrik ve karmaşık bir çalıya benzer yaratıklar olmuş olsaydık, bunun anlamsız ve şekilsiz olduğunu değil, en olası ve en mükemmel şekil olduğunu zanneder,şu andaki insan veya hayvan biçiminin şekilsiz bir kayadan daha anlamlı olduğunu düşünmezdik. Bunu belirleyen, uyum sağladığımız ortamda gördüklerimizden ötürü oluşan zihinsel alışkanlıklarımızdır. Zihinsel alışkanlıklarımız varoluş biçimimizden ve çevre ile kurduğumuz ilişkilerden bağımsız olamaz.
Dolayısıyla neyin düzenli neyin düzensiz olduğu tamamen göreceli bir konudur. Çünkü her çoğul yapı, belli bir fiziksel sınır içersinde, belli hareket ilişkileri de yaratacağı için, içindeki birimler açısından düzenli görünecektir. Su damlalarında eğer bir kavrayış bilinci olsaydı, denizi anlamsız bulmazlardı. Ancak bizim için denizdeki dalgalar ve köpükler öngörülemezler ve rastgeledir.
Bunun anlaşıldığını varsayarak rastlantının aşamalarından bahsetmeye çalışalım.
Rastlantı ve olasılık havaya atılmış misketler gibi daima anlamsız sonuçlar mı üretir? Buradaki anlamı ve düzeni sağlayan unsur nedir?
Havadaki iki misket birlikte hareket etmeye başlarsa, burada bir ilişki olduğunu söyleriz. Eğer üç olursa bu daha şaşırtıcı ve ilişki daha merak uyandırıcıdır. Eğer havaya savurduğumuz 1000 adet misketin 990 ı birden bir garip şekil alarak zincirlenmiş bir hale gelir,diğer 10 u rastgele dağılırsa şaşırır ve 990 misketi o biçime getiren ilahi tasarımcılar arama hatasına düşeriz.
Öncelikle misketlerin doğada bulunmadığını ve yerlerine atomları geçirmemiz gerektiğini belirtelim.
Elimizde 1000 adet helyum atomu bulunsun. Bunları odaya dağıtalım. Daima rastgele çarpışacak,saçılacak oradan oraya savrulacaklardır. Bir süre sonra başlangıçtaki enerjilerini sürekli birbirlerine aktardıokları için bu saçılma miktarı giderek azalacak ve atomların öncekinden daha yavaş fakat ahenk içinde rastgele dolaştığını göreceğiz.
Bu sefer elimize 1000 hidrojen atomu aldığımızı ve savurduğumuzu varsayalım.
Yine benzer bir durum oluşuyor ama o da ne? Hidrojenler çift çift oldular ve tek bir atom gibi davranıyorlar birlikte.
Odaya bir de 1000 adet helyumumuzu gene attık. Önce yine H2 molekülleri helyum aomları rastgele çarpışıyor zamanla dengeye ulaşıyorlar. Sonra aynı odada bulunan 999 hidrojeni çıkardık ve sadece 1 tane de oksijen atomunu rastgele savurduk. Şimdi odada 1000 helyum,1 oksijen 1 hidrojen bulunuyor.
Bir süre sonra üçlü bir başka molekül bulduk. H2O yani su molekülü.
Neden helymlar şekil almadılar başka moleküller oluşturmadılar? Çünkü onların atomik enerji dengesi yerinde. Yani kısaca bu atomun tek başına simetrik dengeli bir hali var ve asla başka bir atom ile elektron otaklaşmıyor,bağ yapmıyor.
Ortama bir sürü daha element atalım ve bekleyelim. Karbonun daha uzun zincirli moleküller yapabildiğini görüyoruz.
Bu ortamın ısısını değiştirince atomlardaki enerji de değişiyor ve ısı arttıkça hızlanıyor,daha çok molekül oluşturuyorlar.
Ancak görüldüğü gibi her atom rastgele birisiyle değil reaktifliğine göre moleküller oluşturuyor yani misketlerde asla göremeyeceğimniz bir şey. Misketler helyum atomları gibi ancak gerçek atomlar öyle değiller.
Uzun bir sürecin sonunda ortama suyu da soktuğumuzda birçok maddenin çözündüğünü,türlü etkenlerle dağılıp birleştiğini ve ortamda artık atomdan çok moleküller olduğunu gözlemlemekteyiz. En çok ise iskelet yapısı karbon olan dev moleküller gözümüze çarpıyor. Bu arada sudaki ortalama yoğunluğun da arttığını farkediyoruz.
Bu moleküller ne yapıyorlar peki? Aynı şeyi. Sanki her biri atom gibi rastgele hareketlerle suyun içinde dolaşıyor,birbirine çarpıyor,bazen bir molekülden bir hidrojen kopuyor ve yerine başka hidrojen geliyor falan. Ancak bazen daha önce görmediğimiz daha büyük moleküllere rastlamaya başlıyoruz.
Çünkü makro moleküller de aralarında bağ yapabiliyor daha dallı budaklı daha da karmaşık ve çok sayıda atom olarak birlikte hareket ediyorlar. Ani bir enerji boşalması bazen bağların kimini yok etse de kırılan yere ortamdaki elementlerden biri yine geçiyor. Çünkü bunların tamamı en reaktif elementler. Diğerleri ise şekilsiz yapılar halinde belli bir zincir ya da dallı yapı göstermeden sadece bir arada duruyorlar.
Yani en reaktif yani hafif elementler aminoasitlere, RNA lara dönüşmüşken, ağır elementler topaklaşmışlar ve kristalize yapılar, toz zerreleri,kayalar ve diğer maddeleri oluşturmuşlar.
Peki aminoasitler ve diğer organik moleküller oluştu da olay bitti mi? Hayır. Bunlar da birleşiyor birbiriyle. Hele de ısı sürekli değiştikçe bu etkilere göre şekil almaya başlıyorlar. Proteinler su ile öyle bir yapılanmaya girmişler ki bazı mineraller içeri girebilirken büyük olanlar giremiyor. Su içinde proteinler yüzünden türlü zar yapıları oluşmaya başladı.
Basit hücreler şekillenmeye başladılar. Bu basit zarlar içinde daha fazla element hapsetmeye başlıyor çünkü bir nevi tek yönlü birikim oluşuyor. Dolayısıyla da zarın içi daha yoğun ve oluşan reaksiyonladan ötürü daha fazla reaksiyon enerjisine sahip oldular.
Bir süre daha bekleyince bir çok zarlı yapının reaksiyonlar yüzünden hareket etmeye başladığını görüyoruz. Neden? Çünkü oluşan reaksiyonlarda fazladan bir enerji ortaya çıkıyor ve tüm zarın gerilmesine içindeki moleküllerin reaksiyonlarıyla hareketlenmesine neden oluyor.
Her yer garip hareket eden zarlı tek hücrelerle dolu.
Bitti mi? Hayır başka moleküller de var. giderek daha fazla ve çift zarlı oluşumlar oluşuyor.
Devam ediyor. Bir büyük hücrenin içine kendinden daha küçüğü giriyor ve beraber hareket ediyorlar. Hücrelerde organeller oluşuyor yani.
Sonra? Sonrasını biliyorsunuz buraya kadar olan kısım ökaryot hücrelere kadarki kısımdı. Bunlardaki reaksiyonlar uzun süre kendi çevresini de değiştiriyor ve bir araya gene geliyorlar ve birlikte hareket ediyorlar. Koloniler yavaş yavaş çok hücreli yapılara doğru ilerliyor. Giderek daha fazla reaksiyon ürünü ve bunların geri dönüşümü ile daha farklı bir çok başka yapılanma. Bunlar da durmadan çeşitleniyorlar,bir araya geliyorlar,RNA lar ve DNBA lar kalıp görevi alarak proteinleri yeniden oluşturuyor,birbirleri ile gen alışverişi,parça değimi başlıyor. Eşeyler ortaya çıkıyor. Her yeni aşamada tüm hücredeki endosimbiyoz bileşenler (hücreye simbiyoz olarak girmiş mitokondri,plastid gibi) dışındaki tüm moleküller ve onların reaksiyonları bu dev molekül çerçevesinde gerçekleşmeye başlıyor.
Dev molekül DNA bağlarını yitirip ikiye ayrıldığında her iki sarmalın eşi ortamdaki elementlerce dolduruluyor ve iki DNA ya dönüşüyor.
DNA sabit mi? Hayır. DNA ve canlı birbirinin tamamlayıcısı artık. Canlıda olan her şey bu ana kalıba direkt yansıyacak. Eğer dizilim değişirse canlı da değişiyor. Dizilimdeki değişim beklenmedik ise canlı içinde aynı risk söz konusu. Her dış etken olumsuzluğuna rağmen tüm DNA asla yok olmuyor. Mayoz bölünme ile bir sonraki döle geçiyor. Canlılar varyasyonlara dfarklı ırklara,sonrasında da dış şartlar sonucu ve genetik izolasyon ile farklı türlere dallanıyor. Bu dev simbiyoz kentler artık kendi sosyal gruplarını oluşturuyorlar. Artık yeniden tek hücrelilerdeki gibi iki canlının tek canlıya dönüşümü görülmemekte. Çünkü bunun yerini eşey aldı ve uzun süreçte reaksiyonlar hala sürmekte.
DNA da bazen aniden bir dizlim farkı ortaya çıkıyor ki genellikle bunun nedeni o organizmanın belli reaksiyonları ve buna uygun proteinleri,enzimleri sentezleyebilmek için ortamdaki değişim nedeniyle değişmek zorunda kalmasından ötürü oluyor. Mutasyonlar.
Bugün kendimize insan diyen belki de yeryüzündeki en karmaşık süreçlerden geçmiş en uzun dizilime sahip DNA ya sahip canlılarız. En fazla kromozom ile karıştırmayınız en uzun dizilimli DNA. Bu da 3,2 milyar yapı taşından oluşmuş yaklaşık 4 milyar yıl yaşında bir moleküldür. Tabi diyeceksiniz ki bu büyük farka neden olan ne insanda? Büyük fark? Düşünme,tasarlama,müzik yapma,uygarlık ve teknoloji yani bilinç mi? Bu sadece DNA nın % 1,5 luk kısmı ve bunun yansıması olan beyinn ön lobu ve hafıza merkezinin daha fazla gelişmiş olması ile ilgilidir. Maymunlardan zihinsel açıdan farkı bu yaratır.
Yani bilinç yoktan varolmuş bir şey değil,sinir sistemi ve hafızanın gelişimi ve nöron sayısı ile alakalıdır. Bu tıpkı bir karıncanın aptal,1000 karıncanın gene aptal,10000 karıncanın basit ilişkilerinin ise son derece tasarım ve bilinç gerektiren bir şey yapıyor gibi görünmelerine neden olması gibidir. Yani karmaşık doğadaki oluşumların ne derece kendi lehine çevirebilmiş olması ile ilgilidir.
Dolayısıyla bilinç, doğa yani içinde bulunduğu ortam ile ilişki kuran canlı reaksiyonlarının genel toplamıdır. Yine dolayısıyla bilinç bu reaksiyon olasılıklarının gerçekleşmesine bağlıdır. Bilinç bir fiziksel sınır içersinde, ona uyum için dış ortama dair öngörü sınırlaması yapmaktır.
Kısaca bilinç sadece insanın adlandırmış olduğu bir kavram olsa da kendi dünyasıdır ve organik temellidir. Organik yaşam,inorganik reaktiflerin seçilimine bağlıdır. Evrim ise bu organik birimlerin ilişkileri dahilinde varlığını hala geleceğe aktarabilmiş canlıların seçilimi ile oluşmaktadır.
TTüm bunlar kendi yasalarını oluşturan doğal ilişkilerin dolaysız sonucu olduğundan,evren bilinç tarafından yaratılmış değil, bilinç onun sonuçlarından sadece bir tanesidir. Yaşamın dinamiğini anlamak için doğanın rastgele olasılıkları içersindeki seçilimin standart kuralları hakkında temel bilgi sahinbi olmak gerekir. Hayal dünyası sadece olmayandan medet umduğu oranda akıl yürütme özelliği de yitip gider.
Evet gördünüz mü tesadüf,rastlantı,doğa makro evren,organizma nasıl oluşuyormuş? Tesadüf ve rastlantı olmasaydı bunların hiç biri de olmaz, bilinç de tasarım da olmazdı. Dolayısıyla bunlar sonuç olduklarına göre herşeyin sebebi olarak gösterilemezler.