Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > Dünya Dinleri, Mitoloji & Antik Uygarlıklar > Mitoloji & Esoterisizm

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #1  
Alt 25-11-2018, 15:50
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart Neden mitoloji?

Mitoloji; karşılaştırarak anlatıldığında, içerdiği öyküler bakımından, bu dünyada yalnız olmadığımızı, başımıza gelen şeylerin ilk kez bizim başımıza gelmediğini, insanoğlunun doğadaki yerini ve bu yerden yola çıkarak bir arada yaşamın nasıl da kolayca mümkün olacağını gösteren müthiş bir silahtır.
Bizim nesil çok değişik bir zaman diliminde geldi dünyaya, bir taraftan akıl almaz teknolojik gelişmeler – uzay çağı, diğer taraftan her türlü baskı, savaş, vahşet ve vicdansızlık, ilkel insan dürtülerinden daha da geride bir benlik. Geçenlerde sosyal medyada şöyle bir ifadeye denk gelmiştim; "Bu nesil, uzaylı istilası hariç her şeyi gördü". Hay böyle şansa…

Anlam veremediğimiz bu karmaşanın, bunca olayın, bunca kötülüğün-hadi adını cilalayıp da koyalım- bu keşmekeşin, ilk defa bizim başımıza geldiğini düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Tarih boyunca birçok uygarlık nasibini aldı barbarlıktan, varlık içinde yokluktan, tüm değerlerin dibe vurmasından. Hatta onlar da adını koydular "kaos"; hani uzaktan bakınca hareketsiz, sonsuz bir boşluk. Ancak yakınlaştıkça fark ettiğiniz inanılmaz bir devinim ve çarpışma. Merak etmeyin, yılgınlığa düşmeyin sakın. İşte bu devinim ve çarpışma başlatacaktır yeniden yaşamı. Nerden mi biliyorum?

Hesiodos'un sözleri çınlıyor kulaklarımda. " Her şeyden önce Khaos vardı, sonra buradan Gaia (Toprak Ana), ölüler ülkesinin en derin yeri Tartaros, sonra Eros (Aşk) sonra yeraltı ve yeryüzü karanlıkları Erebos ve Nyks doğdu".

Şimdi elimizdekileri sayalım; Kaosumuz mevcut evelallah, "ölüler ülkesinin en derin yeri" diye Google'a yazsak koordinatları bile çıkar, e yeryüzümüz de zaten yeraltı dünyamız gibi karanlık, aşktan da hiç vazgeçmediğimizi düşününce geriye bir tek Toprak Ana kalıyor. Demek ki yaşamı yeniden kurmak için toprağımıza sahip çıkmakla başlayacağız her şeye.

Bundan sonra yapılacakları anlatmak üzere eskilerin başka sözlerine, başka öykülerine de kulak verelim ve bu mecrada yazılarımıza "ilk sözden" başlayalım. Neden mitoloji ya da dilimizdeki enfes karşılığı ile neden söylence?

Mitoloji; karşılaştırarak anlatıldığında, içerdiği öyküler bakımından, bu dünyada yalnız olmadığımızı, başımıza gelen şeylerin ilk kez bizim başımıza gelmediğini, insanoğlunun doğadaki yerini ve bu yerden yola çıkarak bir arada yaşamın nasıl da kolayca mümkün olacağını gösteren müthiş bir silahtır.

İnsan bilmediği şeyden korkar ve akabinde saklanır ya da saldırganlaşır. Ama söylence, yapısı gereği buna karşı durur. Söylence, bilinmeze anlam bulma çabasıdır, bulduğu zaman da diğerlerine anlatmaktan çekinmez, hızla anonimleşerek herkesi bu bilgiye çağırır. Önce korkuyu ve öfkeyi birbirinden ayırır, sonra "Korkmak normaldir diye seslenir insana öfke de normalidir" diye ekler. Ama korkunun ve öfkenin sürdürülmesine, kalıcı hale gelmesine müsaade etmez.
Kimi zaman toplumu şekillendirmek amacıyla yöneticiler tarafından da öyküler oluşturulur, biçimlendirilmiş kahramanlar piyasaya sürülür, ibret olsun diye parmakların uzun uzun sallandığı, sakın ha! denildiği, tanrısal cezalar doldurur dünyayı. Ancak söylence buna da müsaade etmez, hemen bir açığını bulur bu sipariş öykülerin; kahramanın şeklini bozar, suçluyu suçundan ayırır hemen, insanlığını çıkarır ön plana ve öyküyü yeni baştan kurgulayıp gerisin geriye yollar muktedire, çünkü halkın söyleyecek sözü vardır ve bu onlarınkinden oldukça farklıdır.

Tüm uygarlıklar için mitoloji, dinsel inanışlar, edebiyat ve sanat kavramları ile iç içe geçmiş söylenceler bütünüdür. Nerden bulsak bunları acaba? Prehistorik dönem mağara resimleri ve idoller, Mezopotamya, Mısır ve Anadolu Kültürlerinde tabletler mi kaynak olsa bize? Yoksa Yunan ve Roma destanları, şiirler, komedya ve tragedyalar mı okusak? Seramik veya duvar yüzeylerinde betimlenmiş resimlerden, mozaiklerden, tüm heybetiyle karşımızda duran heykel ve kabartmalardan mı beslensek? Meryem Ana ile oturup Aziz Paulos'un mektuplarına cevap mı yazsak? Şahmeran'dan kaçarken Keloğlanı da alıp Demirci Kawa'nın işliğine mi gitsek? Nasıl yapsak da konu olarak gittikçe çeşitlensek ve gittikçe zenginleşsek?

Öncelikle, evrenin yaradılışını alalım önümüze. Sonra sırasıyla evrenin düzenlenmesi ve insanın yaradılışını konu alan söylencelere bakalım. Tanrıların yaşamı, birbirleri ve insanlarla olan mücadeleleri nasıl da korkutucu? Halk kahramanlarını biliyoruz da suçluları çıkarmak lazım şimdi saklandıkları delikten. İşte size kral ve hanedan soyları, gerçekdışı yaratıkları, doğal felaketler ve doğaüstü olayları ile karmakarışık bir dünya. Daha da karıştırmak lazımsa biraz sarhoşluk, bolca aşk, eh utanmayalım biraz da sevişmek ekleyelim. Biz ne yaparsak yapalım bakın öfke ve nefret el ele kendiliğinden geliverdi yanımıza. Aç gözlülük zaten biz gelmeden buradaymış, pörtlek pörtlek bakarak kapıda karşıladı bizi. Işığı da açık unutmuşuz, savaş ve açlık bir ellerinde kılıç diğerinde kalkan, mideleri guruldayarak doluştular aramıza. Eyvah en kötüsü de geldi sonunda; hem de güzel bir kadın kılığında "öç hanım" namı diğer intikam.

Acilen bir araya gelmemiz lazım. Biriniz sevgiyi getirsin gelirken, hem de böle böle, çoğalta çoğalta getirsin. Bir diğeriniz insanın emeğini ve sanatını, öteki de onurunu şak diye koysun masaya. Cesaret ve umut burada bekleyedursun, bir başkası da çocukları alıp gelsin, gelsin de paylaştırıversin gülümseyen çocuklar, masada topladığımız her bir şeyi tastamam aramızda.

Şimdi kendi hikâyemizi kendi sözümüzle anlatma sırası bizde. Söylencemiz başlasın…
Selim Martin - Akademisyen - BirGün

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 25-11-2018, 15:55
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart

Olympos Demokrasisi
Zeus, dünyayı güçlü kardeşlerine pay ettikten sonra, muasır medeniyetlerin seviyesine ulaşmak için-Baş Tanrı payesine de sığınarak-Olympos'ta "Başkanlık Sistemini" ilan etti. Hemen kötü düşünmeyin canım, bu sayede her şey, bürokrasinin o eski, paslı çarklarına sıkışmadan hızlıca halloluverecekti
Birinci yazımızda sormuştuk "Neden Mitoloji" diye ve ardından hemen inmiştik eski söylencelerin derinliklerine. Şimdi bıraktığımız yerden bakalım "Khaos" neyler? Neylerse güzel eyler.

Demiştik ki "Her şeyden önce Khaos vardı, sonra buradan Toprak Ana, ölüler ülkesinin en derin yeri, sonra Aşk, sonra yeraltı ve yeryüzü karanlıkları doğdu" diye. Sonrasında Toprak Ana kendi kendine doğurdu Uranos'u (Gök), Pontos'u (Denizler) ve Dağları. Ardından hepsi birleşerek çoğaldılar ve yaşadığımız dünyayı tanrısal varlıklarla (Titanlar) doldurdular. Ataerkil düzene yeni başladık diye acemi sanmayın bizi, ilk doğan erkek çocuğu başa geçirip devam ettirelim söylencemizi.

Uranos; olur da boşluğuna gelip biri iktidarı elinden almasın diye, bütün çocuklarını doğar doğmaz toprağa gömüyordu.

Fakat Toprak Ana bu duruma dayanamadı ve oğlu Kronos'a ak çelikten bir tırpan verdi. Bir gece Uranos sarmaya gelince eşini, oğlu babasını öldürüp geçiverdi onun yerine.

Kronos artık iktidarda ama aynı korkudan o da muzdarip, doğar doğmaz bütün çocuklarını yutuyordu. E bitmez bu anaların çilesi. Eşi, Kronos midesine indirsin diye, son oğlu Zeus'un yerine, bir taşı kundaklayıp verdi. Bu sayede Zeus, gizlice büyüyüp güçlendi ve titanlar dünyasının tüm ezilmiş ve dışlanmışları ile ittifak yapıp babasını tahtından ediverdi.

İpler artık Zeus'un elinde. Ne etmeli? Nasıl yapmalı da öncekilerin başına gelenlerden bir ders çıkartmalı. Ulu Zeus kendisinden hiç beklenmeyeni yapıp, şapkadan tavşanı çıkarıverdi. Seçkinler demokrasisini icat etti ve bu büyülü iktidarı kardeşleriyle, çocuklarıyla paylaşıverdi.

Paylaştı derken öyle eşitlik, liyakat gibi şeyler gelmesin aklınıza, basbayağı kura çektiler canım. Yazdılar isimleri bir kâğıda, attılar kesenin içine, haydi bakalım şansınıza ne gelirse. Tesadüf bu ya; görev torbasından Zeus çekti "Tanrıların Başı" yazan kâğıdı hemen arkasından da "gökyüzü" çıktı ona lojman torbasından. Poseidon ile Hades birlikte daldırdılar torbaya ellerini, biri vurup, düşürdü diğerinin elinden kâğıdı, öbürü asıldı sakallarına berikinin, derken "hala hoop tereyağlı ballı ekmek" ikisi de çekiştire çekiştire birer kâğıt çıkardılar torbadan. İhtiyar Poseidon'a düştü denizler ülkesi, evi de hemen yakında canım, Tenedos; yani bizim Bozcaada'da, dibinde denizin. Öyle işe gidip gelirken trafikti, yol masrafıydı falan yok anlayacağınız. İhtiyar ama hiç göstermeyen Hades'in ise "Yeraltı" çıktı bahtına torbadan, yanında da bonus "Ölüler Ülkesi". Yüzü düştü önce, hiç memnun değildi bu kuradan. Sonra aklına gelince her bir şey tastamam, ilkin bıyık altından pis bir gülümseme, istemsiz bir sırıtış, ardından besbelli bir kahkaha ile aldı görev kâğıdını eline ve koşarak gitti mesaideki ilk gününe. Ooh! Ne güzel olacak hayatım bundan sonra; zengin kaynaklarına rağmen Olymposlular beğenmez, pis bulurlar yer altını. Ne akrabalardan vakitsiz çıkıp gelen olur bundan sonra, ne de bir baltaya sap olamayıp torpil bekleyenler. Ölüler zaten ekmek-su istemez, kavga-gürültü de çıkarmaz dışardaki insanlar gibi. Karışanım görüşenim olmadan, mutlu mesut yaşarım bundan sonra. Olympos'tan evi de taşımalı hemen, bir an önce kurtulmalı buralardan.

Zeus, dünyayı güçlü kardeşlerine pay ettikten sonra, muasır medeniyetlerin seviyesine ulaşmak için-Baş Tanrı payesine de sığınarak-Olympos'ta "Başkanlık Sistemini" ilan etti. Hemen kötü düşünmeyin canım, bu sayede her şey, bürokrasinin o eski, paslı çarklarına sıkışmadan hızlıca halloluverecekti. Mühür artık tastamam Zeus'ta, çekti kâğıdı önüne, e paylaşmayı da seviyor malum, başladı bu fani işlerini yönetecek görevlileri birer birer atamaya.

"Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır" deyip Hera'yı kendine eş olarak aldı ve doğum işlerini yürütmek üzere "özel hastane" açmayı ona bıraktı. Ardından, "Ekmek" lazım dedi önce. Demeter'e seslendi. Sen bak bu bereket işlerine, hem hanımdan gizli sevişiyoruz, kızımız da yolda, doğunca o da yardım eder sana bu kutsal görevinde, diye ekledi.

Sonra "Aile" dedi, önemli. Buyurdu ki; kız kardeşim Hestia sorumlu olsun aileden, kutsal ateşi ve ocağı korusun dikkatlice. Sevmek-sevişmek işleri için, hiç düşünmeden Aphrodite'nin evraklarına da mührü basıverdi. Zaten Aşk (Eros) ve Arzu (Himeros) çoktan takılmıştı Aphrodite'nin peşine. Bir oğlu var, Ares. Huysuz mu huysuz, bütün işi hır-gür ve kavga; başından savmak için, tiksintiyle "Savaş" görevini ona verdi. Diğer oğlan Hermes ise doğuştan hırsız. Ama bir özelliği var, ayağı pek tez. Kime haber göndermek istese, hemen koşturuyor. Ölüler ülkesine gitmekten de hiç çekinmiyor. Onu da hırsızların, tüccarların ve habercilerin başına getiriverdi. Üçüncü oğlan Hephaistos, babasına da kardeşlerine de hiç benzemiyor, aldı çekici-örsü eline, büyük bir volkanın içine girip başladı sıcak lavları şekillendirmeye.

Böylece "Demirci Tanrı" unvanını alıverdi kendiliğinden. Sonra sırada kızı Athena var; aklı annesinden, gücü babasından almış. Strateji işlerinden de onu sorumlu yaptı hemen. Sonunda işler bitti zannedip evrakları temize çekince fark etti ki, ortada koskocaman bir boşluk kalmış. Sağına baktı, soluna baktı "gerçek yaşamı" düzenleyecek kimseyi bulamadı.

Hemen Hermes'i yollayıp menajerlere; bana şöyle bonservisi elinde, şampiyonlar ligi tecrübesi olan iki tanrı bulsunlar diye buyurdu. Onlar kim mi? E cevabı da bir başka yazımızda verelim ki söylencemiz devam etsin.
Viya Böyle!

-- \ ---

Karşıya geçmek
İnsanı bedeninden ayırdığımızda ruh kalır geriye diyor Platon; akıl, irade ve istek üçlüsünden oluşan bir ruh. Peki, kim söyleyecek bize öldüğümüzü? Kim rehberlik edecek ruhumuza?
Önceki yazıda, bonservisi elinde olan tanrıları anlatma sözü vermiştim biliyorum. Ancak, ölüler ülkesi hakkında o kadar çok soru geldi ki, en son ben de kendime sormak zorunda kaldım neden "Ölüler Ülkesi Yazıları" diye. Madem sordum, cevaplayayım müsaadenizle.

Cansız, yaşamayan ya da en bilindik şekliyle ölü; ömrün sonunu, bildiğimiz hayatın bitişini anlatır. Ya hayatımız bitmeden ölmüşsek? Ölüm, tüm bilinenlerin yanında, aslında, kişideki bilinç kaybını, açık bir keskinlikle anlatmaya yarayan sihirli kelimedir. Ölü; yemez, içmez, hiçbir şeyden tat almaz, olan biteni fark etmez, sevemez, üzülemez, elbette gülemez ve ağlayamaz. O zaman soralım, ölü başka kime denir? Hiç sevmediği biriyle evlenmek zorunda kalan ya da bir işte çalışmak zorunda olan; en sevdiklerini yitirmiş, ülkesinden, ailesinden kaçmak zorunda kalmış bir kişi ölüdür. Bir de tersinden bakalım; taze bir meyveyi dalından yememiş, masmavi denizlere bir kez olsun dalmamış, birine sımsıkı sarılıp, uzun uzun öpmemiş birisi de ölüdür. Ya elinde kılıç ile televizyon başında bekleyip, bir dizide fethedilen yerlere bayrak dikmek isteyen, ancak bunu hiçbir zaman yapamayacağının bile farkında olmayan, yokluk, dışlanmışlık ve yalnızlık içinde olduğu halde, kendisini dünyanın merkezinde sanan, gerçekle bağını koparmış kişi de ölü değil midir? İşte bu yüzden yaşadığımız yer bir ölüler ülkesidir. Ve yazılarımız -yukarıdaki nedenlerden hangisi yüzünden ölmüş olursa olsun bizim olan- ölülerimizi kurtarmak üzerinedir.

Yılgınlık yok, ilk kez ölmedi ki bu coğrafya. Yukarıya çıkmak için en dibe vurmak lazım diyenleriniz olabilir. Vuralım vurmasına da önce elimizdeki diğer seçenekleri bir deneyelim. En iyisi mi biz, kendimizinkini tanımak ve anlamak için şimdi söylencenin daha da derinlerine inelim ve sol elimizde birer meşale ile ayak basalım başkalarının ölülerinin ülkelerine.

Neresidir "Ölüler Ülkesi"? Bilinenin aksine, cennet-cehennem ikilisi sadece tek tanrılı dinlerde karşımıza çıkmaz. Birçok kültürde "ruhun ebedi mekânı", aynı anda hem iyiyi hem de kötüyü barındıran, kimi zaman korkutucu kimi zaman da arzulanan, fiziki bir yer olarak tasvir edilir. Işığı kuvvetli bir meşaleyi tutalım Platon'un sözlerine ki bu sözler kendisinden önceki bilinenleri kurallı bir öğreti haline getirmiştir; "Ölenler götürüldükleri yere vardıklarında, saygın ve kutsal bir yaşam sürmüş olsunlar ya da olmasınlar, öncelikle yargılanacaklardır. Orada oturacak ve orada arınacaklardır. Yapmış oldukları kötülüklerden günahlarının bedelini ödeyerek kurtulacak, iyilikleri için de layık oldukları ölçüde ödüllendirileceklerdir. Kabahatlerinin büyüklüğünden dolayı düzelmeyecekleri düşünülenlerin payınaysa bir daha asla çıkamayacakları Tartaros'a atılmak düşecektir."

Herkes, öteki dünyada olacakların, bu dünyada yaptıklarımıza göre değişeceğini söylüyor bizlere. Varsın olsun diyelim. Diyelim de nasıl geçeceğiz öteki dünyaya? Tut kardeşim elindeki meşaleyi geldiğimiz yöne, nerden gelmiştik ki buraya? Kimse sağına soluna bakmadı mı gelirken? E o zaman açalım mitolojik navigasyonumuzu, dikkatle bakalım ölüler ülkesine giden yolların birkaç tanesine.

İnsanı bedeninden ayırdığımızda ruh kalır geriye diyor Platon; akıl, irade ve istek üçlüsünden oluşan bir ruh. Peki, kim söyleyecek bize öldüğümüzü? Kim rehberlik edecek ruhumuza? Eğer Zeus'a inanan birisi olsaydım, Thanatos ebeleyecekti beni -öldün sen çık- diye, sonra ise Azrail demişiz onun adına. Ölseydim eğer M.Ö. 5. yüzyıl civarında, Hermes alıp götürecekti beni en son sınıra, "Styiks Nehri'ne". Ne de korkutucu kolları vardır onun; "Lethe" Unutuş ırmağı, "Akheron" Keder ırmağı, "Aornis" Issız ırmak, suları buz "Kokytos" Ağıt ırmağı ve kaynayan "Pyriphlegethon". Hangisinden geçirir beni acaba kayıkçı Kharon? Ücreti de peşin istiyor haspam, neymiş efendim Obolos'u ödemeden kayığa falan binemezmişim. Arkadaşım ya para olmasaydı yanımda? Böyle iş mi olur, şikâyet edeceğim sizi diye haykırırken, tek tanrılı, imarı ve toplu ulaşımı seven, dinler yetişti imdadıma. Hemen bir köprü yapıldı fokurdayan cehennem üzerine, "Sırat". Öyle tek başına geçemezsin üzerinden, önce kıyamet kopacak, tüm ölüler toplanacak. Günahların ve sevapların rehberlik edecek sana. Ücretine gelince; iktisatçılar ön ödemeli sistem diyorlar, yaşarken kestiğin hayvanlara binerek geçeceksin köprüden. E kefenin cebi yok, yanına para alma derdine son.

İçerisi çok kalabalık. Bakın, bu kurnazlığı ile ünlü Sisyphos değil mi? Ne konuşuyor öyle ölülerin tutsak kraliçesiyle? Şu, elinde kendi icadı bir dinamit çubuğu tutan Alfred Nobel galiba. Ona "Nobel" verilmedi tabi. İşte Süleyman Efendi, duvara el yazısı ile "mısra i meşhurunu" yazmakla meşgul. Demek iyiler ve kötüler bir arada. İçinden mantar şeklinde bir bulut yükselen çukurda görebilirsiniz Truman'ı, Hitler'i, Saddam'ı, Bosna Kasabı'nı ve Monsanto'nun sahiplerini. Mis gibi de bir elma kokusu geliyor iyi mi? Gelmişken, mevsimleri sorayım diye Persephone'ye dönünce fark ettim Sisyphos'un ortadan kaybolduğunu. Herkes çukurun yanına toplanınca tüymüş olsa gerek. Demek ki buradan çıkmanın bir yolunu o da bulmuş. Takılın peşime dönüyoruz. Burada öğrendiklerimizi anlatmak gerek kendi ölülerimize. Belki yaşarken koruduğumuz hayvanlar sayesinde çıkarız bu cendereden belki de buradan geri dönebilenlerin öyküleri sayesinde. O zaman söylencemiz devam etsin ve dönüş öyküleri yazılmak için sıraya girsin.
Viya Böyle!
Selim Martin - Akademisyen - BirGün

Devam edecek ...

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 27-11-2018, 02:23
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart

İbret almayan kalmasın
Kimse ilişmez bir daha Sisyphos'a, ama ismi yazılmıştır tabii ki kara kaplı deftere. Vadesi dolup da kendiliğinden gittiği zaman ölüler ülkesine, yüksek bir tepenin doruğuna çıkarsın diye, bir kaya verirler eline. Kaya, yerine koyar koymaz yuvarlanıverir tepeden aşağı gerisin geriye. İşin yoksa in, tekrar çıkart
Hepimizin aklında kalmıştır ibretlik öyküler değil mi? Özellikle de büyüklerimizin anlattığı, sonunu ‘yaa' diyerek bitirdikleri, ders çıkarmamızın beklendiği kötü senaryolar. Bir de her zaman etrafımızda olan, ama nedense hiç tanımadığımız kişilerin başından geçerdi bu olaylar; "bizim eski mahalleden üst komşunun küçük oğlu", hadi canım sen de. Şimdi bildiğiniz bütün öyküleri koyun bir kenara, size ibret verici mitleri, bu mitleri yazanları, bu mitlerden ders çıkartmak yerine, miti değiştirip sahiplerine iade edenlerden birisini, ibret içindeki ibreti anlatayım.

Bu öyküler tipik "parmak sallamaktır" aslında. Sakın ha! demektir. Bırak bana karşı gelmeyi, hoşuma gitmeyen şeyler bile yaparsan seni cezalandırırım demektir. Fakat içinde bariz korku barındırır, hem de tehdit edenin korkusunu. Muktedir, muhatabının direk yüzüne söylemez, söyleyemez içinden geçenleri, lafı da dolandırır ha dolandırır. Başkasından örnek verir, özellikle de daha büyüklerden, daha ululardan, mümkünse tanrılardan. O lafı dolandıradursun, halk, alır bu sert öyküyü, önce göğsünde yumuşatır, sonra yere indirir, içine biraz mizah, biraz kurnazlık katar, yollar gerisin geriye. Gool! Yok öyle yağma efendi, halkım ben, sende iki göz var bende milyonlarca, senin kolun uzunsa benimkisi çok güçlü, sen okumayı daha yeni öğrendin, bak bende kaç dil var. Yemezler. Haydi bakalım başlıyoruz anlatmaya, ibret almayan kalmasın.

Malum Zeus'umuz çapkın, sürekli birilerinin peşinde. Baş Tanrı ya, hayır cevabını da kabul etmiyor. Bir gün gene göz koyar bir güzele, Irmak Tanrısı Asapos'un kızına. Kız hayır deyince de tutar kolundan kaçırır ve Korinth kentinden geçerlerken Sisyphos onları görür. Sisyphos canım, hani geçenlerde ölüler ülkesinden kaşla göz arasında kaçıp kaybolan Sisyphos. Bizimki kentin kralı, hem kurnaz hem başarılı bir kral. Ama büyük bir derdi var, kentin suyu çok az, halk kuraklık yüzünden zor durumda. Neyse efendim, Sisyphos gördü ya bunları, Irmak Tanrısı kızını aramaya çıkınca, kentten bir su kaynağı çıkartması karşılığında, söyler yerlerini bir güzel. O da Zeus'u basıp kızını kurtarır. Öfkeden deliye dönen Zeus, gönderir Thanatos'u, tez zamanda Sisyphos'un canının alınmasını emreder. Öykü de burada biter. Bizler de hemen ders çıkartırız; senden büyükler ne isterse yaparlar, sen karışma, görmezden gel, yoksa başına kötü şeyler gelir. Oldu mu? Efendim duyamadım? Yüksek sesle lütfen. Olmadı tabii ki. Olmaz, bu öykü de burada bitmez.

Bizim kurnaz Sisyphos, başına gelecekleri bildiği için bir güzel saklanır, Thanatos gelince atlar üstüne, sımsıkı bağlar kollarından, paketleyip bırakır bir çalının dibine. Ancak uzun süre kimse ölmeyince Zeus anlar durumu, gönderir Hermes'i, kurtarır ölüm meleğini bırakıldığı yerden. E Thanatos devlet memuru, bilirsiniz o ortada yokken yerine bakan olmaz, işler yığılmış onu beklemektedir. Başlar hızlıca canını almaya vadesi gelenlerin. Sisyphos bakar etrafta gene ölümler başladı, sıranın ona geleceğini anlar, koşar karısının yanına. Karıcım kulağını dört aç beni iyi dinle; ölümüm yakın fakat ben ölünce bedenimi olduğu yerde bırak, ne cenaze töreni yap ne de arkamdan bir damla gözyaşı dök, vur patlasın, çal oynasın keyfine bak der ve karısına yemin ettirir. Birazdan yetişir Thanatos alır oracıkta canını bizimkinin, Hermes ruhu alıp yanına, tez elden götürür onu ölüler ülkesine. Tüm tanrılar rahat bir nefes alırlar. Sizi gidi okuyucu sizi, buradan görüyorum gülümsediğinizi, tahmin ettiniz değil mi birazdan olacakları?

Sisyphos, ölüler ülkesine varır varmaz soluğu Persephone'nin yanında alır; ölüler ülkesinin tutsak kraliçesinin yanında. Başlar yakınmaya karısından, cesedimi bile bıraktı yerlerde böyle kadın mı olur? Bir damla gözyaşı bile dökmedi arkamdan. Hem yemin bozanlar ile ailesinden birisini öldürenlere bile cenaze töreni yapılırken, benim gibi bir kralın cesedini hayvanlar yesin olur mu? Sızlatır içini tutsak kraliçenin, bu sebeple; kendi cenazesini kaldırmak ve karısına esaslı bir ders vermek üzere, Sisyphos'un ölüler ülkesinden geri dönmesine izin verirler.

Zeus bile bu kurnazlığa şaşar, zekâ karşısında ikinci kez mağlup olmuştur. Kimse ilişmez bir daha Sisyphos'a, ama ismi yazılmıştır tabii ki kara kaplı deftere. Vadesi dolup da kendiliğinden gittiği zaman ölüler ülkesine, yüksek bir tepenin doruğuna çıkarsın diye, bir kaya verirler eline. Kaya, yerine koyar koymaz yuvarlanıverir tepeden aşağı gerisin geriye. İşin yoksa in, tekrar çıkart. Anlayacağınız, yine bir yolunu bulup da ölümden kurtulmasın diye, onu sürekli meşgul edecek sonsuz bir cezaya çarptırırlar kurnaz kralımızı. Aman canım üzülecek bir şey yok, esir düştü bizimkisi düşmesine ama teslim olmadı ya en azından. Albert Camus'a bırakalım şimdi sözü, "İnsan onuru; dış etkenlerin anlamsızlığına, koşulların kaçınılmaz baskısına karşın, zorunlu olan yükü, bile bile taşımaktır ve Sisyphos bu korkunç işkenceden zevk duyar, bilincin verdiği sevinçle, umutsuzluğun mutluluğuna erişebilir. Sisyphos böylece, anlamsızlığı akıl ve bilinç gücüyle yenen, insan kahraman olarak karşımıza dikilir. Tanrı, ne yaparsa yapsın onu yenememiştir." Şimdi de biz diyelim, yaa!

Size bir de suçu saz çalmak olan birisinin hikâyesini anlatmak isterim. Yok canım, Bahtiyar'ı kastetmiyorum. Ondan daha eski bir öykü. Yoksa daha yeni miydi? Neyse, öykü biraz uzun, kısmetse bir başka sefere. Söylencemiz sürecek.
Viya Böyle!
Selim Martin - Akademisyen - BirGün

Devam edecek ...

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 27-11-2018, 03:56
Neva - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Neva Neva isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 03 Aug 2010
Mesajlar: 14.706

Başarı Ödülü 

Standart

Takip ediyorum guzel bir yazi dizisi,ekledigin icin tesekkurler sevgili Felasife.
Alıntı ile Cevapla
  #5  
Alt 27-11-2018, 04:25
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart

Rica ederim, bende takipteyim bu güzel yazı dizisini. Böyle güzel anlatımları her zaman nerede bulacağız.

Selim Martin 'in kalemine sağlık.

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
  #6  
Alt 28-11-2018, 18:17
ForumKirpisi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
ForumKirpisi ForumKirpisi isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 27 Nov 2018
Bulunduğu yer: Merkez/Çin
Mesajlar: 1.838
Standart

Tüm milletlerin kardeş olduğunun ispatıdır mitoloji. Bu bakımdan çok önemlidir.

Bugün mitolojiyi bazı milletler ırkçılıklarını pekiştirmek için kullanıyor. Fakat:
Sümer'de Türk izleri görürsünüz Türkler Sümerdi dersiniz, Yunanda Sümer izleri görürsünüz, Yunanlar Sümerdi dersiniz,
Mısırda Yunan izleri görürsünüz, Mısırlar Yunandı dersiniz. Babilde, Akad, Asur, Nordik, Norman, İskoç, Irish, Arami, Rustik.
Bırakın Avrasyayı, Amerika'da da aynı mitolojinin izlerini görürsünüz.

Sonra bakarsınız ki aslında herkes birbiriyle bir şeyler paylaşmış.
Tüm dünya insanları aynı kültürü paylaşmıştır.

Ben dil üzerine yaptığım amatör araştırmalar sonucu, etimolojik olarak Ermenice, Türkçe, Yunanca, İngilizce, Almanca dillerinin
benzerliklerini gördüm. Zaten ural-altay hiç bahsetmiyorum. Dincilik, bağnazcılık, ırkçılık aynı kökenleri paylaşan bağnazlıklardır.
Güney Amerika'da bulunan taş desenleriyle, Çin'de bulunanlar benzerlik gösterir. Moğolistan'da bulunanlarla İsveç'te bulunanlar.
Alıntı ile Cevapla
  #7  
Alt 28-11-2018, 23:09
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart

Benden sonrası tufan
Belki kaptan köşkü uzun süredir işgal altında diye kendimize bir kaptan yetiştiremedik ama hepimiz doğuştan gemiciyiz, her birimiz ayrı ayrı ne fırtınalar atlattık. Evelallah üstesinden geliriz bu tufanın.
Bir ibret yazısı yazayım dedim, ibret almayan kalmasın dedim, bu kadar çabuk etki edeceğini ben bile düşünemedim. Suçu saz çalmak olan arkadaşı yazacaktım ama bir baktım herkes ibretini almış, ölüler ülkemiz kaynıyor ha kaynıyor. Gök yarılmış, sağanak, tipi, tsunami, hortum, ne ararsan var. Diyorlar ki tanrılar bize çok kızmış, hepimizi de cezalandıracaklarmış. E biz de boş durmayalım, bu tufandan nasıl çıkacağız, yeniden yaşamı nasıl kuracağız, onu anlatalım. Saz üstadımız kusura bakma seni biraz bekleteceğiz, ama sözümüz söz seni de gemiye almadan hiçbir yere gitmeyeceğiz.

"Her sabah nereye gittiğini bilmeden bir işe giden, her akşam nereden çıktığını bilmeden bir işten çıkan, sevmediği hayatı yaşayan, sevmediği işi yapan, sevmediği kişilerle yaşayan, kalabalıkların yüzünden yaşamaya karşı, ne bir sevgi, ne de bir sevgisizlik işareti olmadan gelip geçen, her akşam evinin dört duvarı arasına sanki bir mezara girermiş gibi giren, gecelerini bir sıkıntı yorganının altında yalnız ya da yanındaki yabancı gövdeyle geçiren; bütün ölü kentlerin, ölü doğmuş çocukları! Size bu ölü yaşamı hazırlayan egemen sınıfın varlığıdır ve bu acımasız oyunun varlığı siz izin verdiğiniz sürece sürecektir" der Maksim Gorki.
Bu acımasız oyunu bozmak için bir kulağınız Gorki'de kalsın, diğer kulağınızı bana verin, gözlerinizi de dört açın. Açtınız mı? Hah şimdi sizi büyük dedelerinizle tanıştıracağım.

Tufan öyküsünü eminim hepiniz bilirsiniz. Bu öyküden, tek tanrılı dinlerde Hz. Nuh; yaşamı yeniden kuran peygamberin adı ile bahsedilir. Yani Hz. Adem'den sonra insanlığın ikinci atası, en meşhur büyük dedeniz. Ya Sümerliler'de Ziusudra desem? Babil'de Utnapiştim, Mısır'da Naunet, Hindu'larda Manu, Çin'de Nuwa, Helen'de Deukalion vardı desem? Bunların hepsinin tufandan kurtulmak için gemi yaptığını söylesem ne dersiniz? Bayramı geçtik ama şimdi hepsini tek tek ziyaret edelim, ellerini öpelim, kendi tufanımızdan kurtulmak için yapacağımız gemiyi onların sözleri, tecrübeleri ile inşa edelim.

Tek tanrılı dinlerde rivayet odur ki, tanrı; insanların kötülüğünden, inançsızlığından, ahlaki çöküşünden dolayı sinirlenmiş ve insanlığı yok etmek adına büyük bir tufan göndermiştir. Bak suçlu biz olduk gene. Halbuki üçünü kenarda bırakıp eski ve sayıca daha kalabalık söylencelere bakarsak görürüz gerçeği. Esasında tanrılar arasında çıkan bir anlaşmazlık sebep olur tufana, her zamanki gibi muktedirler birbirlerine kızar, hınçlarını da insanoğlundan çıkarırlar. Fakat hemen her öyküde hem insandan yana olan bir ulu hem de bu cezayı hak etmeyen adil, dürüst bir insan kahraman vardır mutlaka. Gizlice haber verirler tufanın geleceğini kahramanımıza, o da oturup kocaman bir gemi yapmaya başlar. Sular yükselmeden bitirir gemisini ve içini yaşamı sürdürmek için çeşitli şeyler ile doldurmaya başlar.

İşte bütün dedelerimizin asırlarca çektiği en büyük iki sıkıntıya geldik; ilki gemiye alınacakları belirlemek, ikincisi insanın neslini devam ettirebilmek. Hepsi ayrı zamanlarda tek başlarına karar vermişler ya ortalık bence bundan karışmış. Kimi çoluk çocuk, hısım akraba doldururken gemiye, diğeri yok devekuşu başını toprağa gömüyor, başı gözükmüyor olmaz demiş, öbürü e bu maymunun kıçı açık asıl bu olmaz demiş, bir diğeri kurtlar sürü halinde geziyor daha birey olamamışlar valla ben bunlarla aynı gemiye binmem diye kıyamet koparmış, bir başkası yok bu sincap çok küçük ne işe yarar boş ver almayalım demiş, velhasıl olay buralara kadar gelmiş. Biz öyle yapmayacağız değil mi sevgili okuyucu? Arkamızdan sel gelirken dışarda kimseyi, hiçbir şeyi bırakmayacağız.

Büyük ve sağlam bir gemi inşa etmeli önce. Hem ambarı ve mutfağı hem de dümeni ve yelkeni doğru yere koymalı. Hiç karanlık yeri kalmamalı ama dengesi de iyi ayarlanmalı. Güverte dedin mi hepimizi alacak, kamaraları ferah, makine dairesi gıcır gıcır, karinası çelik gibi, bordası yakışıklı olmalı. Başta sintinesi olmak üzere her bir yeri pırıl pırıl temiz olmalı.

Haydi binelim içine. Yanınızda ne değişik şeyler getirdiniz kim bilir? İlkin sevgisini, saygısını, emeğini, bilgisini ve tecrübesini çıkartıp yığsın herkes ortaya. Acısı farklı ama acı çekmesi ortak olanlar bu başa, bunca zaman sizleri unuttum diyenler ile bunca zaman sizleri üzdüm diyenler yan yana otursun. Sıcaktan bunalanlar ile soğuktan tir tir titreyenler sarılsın birbirlerine. Yalnızlar kalabalık ailelere, kalabalığın gücüne sahipler de azınlıkta kalanlara iyice yanaşsın. Aynı dili konuşmayanların çocukları orta yere yerleşsin hemen, onların görevi çok, hem birbirlerine dil öğretecekler hem de yeni, ortak bir dil üretecekler. Sanatçılar ve tasarımcılar hiç oturmadan gemimizi ve ruhumuzu güzelleştirmeye başlasınlar hemen. Yaşlı veya yorgun, dinç veya genç fark etmez, herkes birbirinin engelini kaldırsın ortadan. Çok gezip çok görenler, küçük dünyasından bir kere bile dışarı çıkamamış olanların elinden tutup götürsün lombozlara veya küpeşteye ve anlatsınlar bu güzel dünyanın nasıl olup da sel altında kalmasına göz yumduğumuzu. Öğretmenlerin işi zor bu karma sınıfta, ama hemen geçmeliler ki kara tahtanın başına, eksiğimiz fazlamız olmasın birbirimizden.

Belki kaptan köşkü uzun süredir işgal altında diye kendimize bir kaptan yetiştiremedik ama hepimiz doğuştan gemiciyiz, her birimiz ayrı ayrı ne fırtınalar atlattık. Evelallah üstesinden geliriz bu tufanın. Bak sular yükseliyor, gemimiz harekete geçti.
Viya Böyle!
Selim Martin - Akademisyen - BirGün

Devam edecek ...

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
  #8  
Alt 28-11-2018, 23:24
ForumKirpisi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
ForumKirpisi ForumKirpisi isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 27 Nov 2018
Bulunduğu yer: Merkez/Çin
Mesajlar: 1.838
Standart

Bu Nuh olayının bölgesel gerçekleştiği çok açık. Ama hintlerin manu'su adem'in dengi değil mi? niye nuh karşılığı gibi bahsetmiş yoksa ben mi yanlış anladım. manu benim bildiğim isa ile birebir özelliklere sahip.
Alıntı ile Cevapla
  #9  
Alt 28-11-2018, 23:48
Felâsife - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Felâsife Felâsife isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 19 Jan 2014
Bulunduğu yer: Hayret!
Mesajlar: 4.039
Standart

"Bunların hepsinin tufandan kurtulmak için gemi yaptığını söylesem ne dersiniz?" dediğine göre yanlış anlamamışsınız, Manu, Adem'in dengi midir orasını bilmiyorum.
Tabii bu tufanlara dair henüz fiziksel bir bulguda duyulmadı, ama görünüşe göre her millette de bu mit varmış, bölgesel olsa gemiye hayvan filan doldurmakta çok gereksiz bir şey.
Geriye kalan ya bu tufan hiç olmadı, ya da başka bir tarafta oldu, rüyalarda mesela.

Derinde ittifaklar var, yüzeye çıktıkça ayrılıklar.
Zıtlar temelde aynıdır, gayrı hikayedir ayrılıklar.
Artık yersen bu ayrılıktır, yemezsen de aynılıktır.
Aynılaşanlar ayrı olamaz, kandırmacadır ayrılıklar.
Alıntı ile Cevapla
  #10  
Alt 29-11-2018, 00:11
ForumKirpisi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
ForumKirpisi ForumKirpisi isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 27 Nov 2018
Bulunduğu yer: Merkez/Çin
Mesajlar: 1.838
Standart

hocam bir yunan adasının uç bir yarı var orasının şelale olduğu söyleniyor. bazı gariplikler var, mesela troya kentinde yapılar ve toprak deniz kabuklarıyla dolu olmasına rağmen deniz çok uzakta kalmış.
sular çekilmiş. fırat nehrinin ve suriyenin içine kadar giden göllerin de böyle şekillendiği söyleniyor.
baya hararetli tartışmalar olmuştu bu konuyla ilgili yeni bulgular var.

Basra ve çevresinde olduğu söyleniyor (tüm dillerde benzer kelimedir).
M.Ö. 8-7000 gibi bir tarih veriyorlar.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler


Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 06:13 .