Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > Genel Forumlar > Konu-dışı

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #251  
Alt 11-10-2009, 00:39
liopleurodon - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
liopleurodon liopleurodon isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 25 Feb 2006
Mesajlar: 1.372
Standart

Bilmiyorsan susta... Anladın sen onu..

>>> bir canlida bir adet isiga duyarli hucrenin isigi algilamasi ile gece oldugunu anlar da iki tane hucere yan yana geldiginde bu hucrelerin gorevi tek hucereden farkli olmayacaktir.

Ne alaka? Cehaletin cesareti işte, o alaka.

Birden fazla (özdeş) hücre olması, daha fazla ışığın yakalanıp daha iyi görülmesini sağlar. Böylece ışık ve şiddeti daha iyi algılanabilir.

>>> bunun yaninda optigin bazi kurallarini nasil dogal secilim yoluyla kesfedip evrimlesir su meret bir izah etseniz.

Keşfetmek gereken bir şey yok. Keşfedecek kimsede yok. Işığa duyarlı hücrelerle başlarsan ötesi çorap söküğü gibi gelir.

Gözlere bakarsan, optikten anlamayan birinin yaptığını açıkca görürsün. Optikten anlayan hiç kimse, örneğin sinirleri alıp retinanın önünden geçirmez. Örneğin, işi hiç bir zaman tek merceğe bırakmaz.

>>> kara noktayi felan gecetim, isigin ters dusmesi konik hucreler felan vb seylerden vazgectim de bu irisi izah edin yeter, nasil mutasyon ve dogal secilimle 1 milyar yil icinde olusabiir. bana en temel gozu izah etmeniz yeterli.

1 Milyar değil, 300 bin yıl aslında yeter. Bu yüzden, göz farklı canlılarda farklı yollardan defaten evrimleşmiştir.


>>> sallamanin dik alasi. yok dogal secilim ve mutasonla oldu , hadi ordan diyor ve esas mutasyon bunun yagmur ve simsek ile olusabildigine inananan insanlarin zihninde olmustur.

Kıçtan mı uydursalardı sen gibi, yok allah denen muhammedin uçkurundan sorumlu tanrı yaptı falan gibi?
Alıntı ile Cevapla
  #252  
Alt 11-10-2009, 00:42
liopleurodon - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
liopleurodon liopleurodon isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 25 Feb 2006
Mesajlar: 1.372
Standart

>>> baska bir sey yaptigin yok hali hazirda sana diyecek

cyctec, suratına çarpılınca yalanaın böyle zırlaman olmasa pek iyi biri olma şansına hazi olacaktında, baştan kaybediyorsun..

Ve gene zırlıyorsun, oysa biz senden ww2 hakkında teraneler, palavralar bekliyorduk, ne oldu?
Alıntı ile Cevapla
  #253  
Alt 11-10-2009, 01:05
liopleurodon - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
liopleurodon liopleurodon isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 25 Feb 2006
Mesajlar: 1.372
Standart

>>> oksijenden nasil zarar gormeden oirtaya ciktiktan sonra dna olup rna olupn canli olabilmis bunu bilimsel olarak izah etmeniz yeterli

Oksijen nerdeymişte zarar verebilecek olmuş? Canlıların olmadığı yerde ne kadar oksijen olabilir, kaç sene oksijen olarak kalabilir? Olmayan oksijeni kim kaybetmişte sen bulup okside edeceksin bileşikleri?
Alıntı ile Cevapla
  #254  
Alt 11-10-2009, 12:13
cyctec3 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
cyctec3 cyctec3 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 09 Sep 2009
Mesajlar: 271
Standart

10 Eylül 2007 Pazartesi

Bilim neyi biliyor?


19'uncu asrın malûmat birikimleriyle mağrur fizikçileri, kâinattaki bütün olguları açıklayabileceklerini iddia ediyorlardı. Prusya Akademisi'nde 1880 yılında Leibniz'in hatırasına düzenlenen bir toplantıda E. Dubois Reymond ise, biraz daha mütevazı konuşuyordu: "Kâinatta açıklanmadık yedi muamma kaldı.
Üçünü şimdilik çözemiyoruz: Maddenin ve kuvvetin aslî mahiyeti, hareketin özü ve kaynağı, şuurun mahiyeti. Geriye kalan dört muammadan üçünü ne kadar zor da olsa çözebiliriz: Hayatın menşei, kâinattaki düzen ve bundaki görünür sebep, bir de düşünce ve dilin menşei. Yedinci muammaya gelince, bu konuda hiçbir şey söyleyemiyoruz: İnsan iradesi."

Bilim, sadece bunları değil, varlığın bilinmesi gereken hiçbir aslî yanını bilmiyor. Düşünceyi bilmiyor da, konuşmayı, düşünme ile konuşmanın aynı anda nasıl gerçekleştiğini biliyor mu? Dilin menşeini bilmediği gibi, dillerin, ırkların, renklerin menşeini ve farklılaşmasını biliyor mu? Varlığın, eşyanın "nasıl"ıyla, sadece çeperiyle uğraşan bilim, bunların mahiyeti konusunda ne biliyor? O, bildiğini zannettiği insan vücudunun ana yapı taşı hücreyi bile bilmiyor. Bilse idi, bugün insan ölümlerinin birinci sebebi olan kanserin sebeplerini ve çaresini bilebilirdi. Bunu keşfettiği anda ise karşısına hücre konusunda en az yüz başka bilinmeyen çıkacaktır. Moleküler biyofizikçi Harold Morowitz, bir hücrenin bütün kimyevî bağları çözülse, onların tesadüfen tekrar toplanıp hücreyi oluşturma ihtimalinin 1/10 üzeri 100.000.000.000 olduğunu, söz konusu rakamı hayal bile edemeyeceğimizi, dolayısıyla mutlak ilim ve kudret sahibi Allah'ın varlığının zarurî olduğunu söyler. Bütün insanlık, bilgilerini ve imkânlarını bir araya getirse, bırakın tek bir insan hücresi yapmayı, bileşenleri dağılmış bir bitki hücresini bile yeniden oluşturamaz.
Bilim, söz gelimi, beş duyu eyleminin mekanizması hakkında birtakım bilgilere ulaşmakla, beş duyu eyleminin nasıl gerçekleştiğini bilebilmiş mi oluyor? Bütün duyu eylemleri birer idraktir; kendinden ve ne yaptığından habersiz beyin midir gören, işiten, hisseden? Seven, acıyan, inanan, karar veren...beyin midir? Aynı maddî malzemeye rağmen âdeta namütenahî ve namütenahî seviyede ferdî farklılaşmanın, karakter farklılıklarının kaynağı nedir? Bilim, bunları biliyor mu? Kâinatın bir eşya yığını değil, mahiyetini bilemediği, şimdilik sadece maddî varlığın bir boyutu olduğunu varsaydığı uzayda paketçikler (quantumlar) halinde seyahat eden enerji dalgaları olduğunu ileri süren quantum fiziğine göre, kâinatı tanıyıp tanımlayabilmemiz ve bir an sonra nasıl ve ne durumda olacağını tahmin edebilmemiz bile mümkün değil. Çünkü, bir parçacığın nerede olduğunu ve hangi hızla seyahat ettiğini bildiğimizi sandığımız aynı anda bu her iki hususu bilemez oluyoruz. Şundan ki, parçacığı ölçme ve inceleme teşebbüsümüz onun davranışıyla birlikte hızını ölçme pozisyonunu, pozisyonunu da ölçme hızını değiştiriyor. Ayrıca, bir hareketin gerektirdiği paketçikler o harekete has ve bir önceki hareket için gerekli paketçiklerden de bağımsız olarak var oldukları için, kâinatın her bir an gerçekte ne durumda bulunduğunu bile söylemek imkânsızlaşıyor.
Elbette bütün bunları da keşfeden bilim. Bilimin gerçekte ne olduğunun, ne olabileceğinin farkında bulunan bilim adamları, artık her meselede ihtiyatı ve alçakgönüllülüğü elden bırakmıyor ve büyük iddialarda bulunmaktan kaçınıyorlar. Malûmatları arttıkça cehaletlerinin de arttığının ve bilimin cehaletinin farkına varmış bulunuyorlar. Ama, Türkiye'de bilimden, bilim felsefesinden habersiz bazı 19. asır pozitivizminin artıkları var ki, bunların hiçbir şey öğrenmesi mümkün görünmüyor. Böyle olunca da, sadece bilim değil, sanki kendileri de her şeyi, yalnız bilimin konu edindiği ve hakkında cehaletini ilan ettiği dış dünya değil, onun ötesindeki sonsuz iç dünya hakkında da her şeyi biliyormuşçasına İslâm ile, namaz ile, dua ile uğraşıyor, hattâ alay bile edebiliyorlar. Bunları muhatap almak lüzumsuz; ama ne var ki, onları entelektüel ve gerçekten bir şey biliyor zannedenler var.
Ali Ünal
Kaynak: Zaman





KARA MADDE (DARK MATTER)


Yakamozlu bir gecede denize hiç girdiniz mi? Karanlık suda elinizi her atışınızda etrafa parlak simler saçarak yüzmenin keyfini hiç tattınız mı? Tüm vücudunuzu saran karanlığın içinde “yok” gözüken ama sizin bir el hareketinizle bir anda beliren ışıl ışıl simler… İşte “yakamoz” ve onu keşfetmenin keyfi… Peki, nedir bu sim gibi, florasan ışığı gibi parlayan ve “yakamoz” adını alan karanlıkta “giz”li!! ama bir el hareketi ile açığa çıkan?


Yaygın olarak bilinen yanlış bilginin (Ay ışığının suya, denize vuran yansıması) aksine, “yakamoz” bir biçimde ateş böceğinin denizde yaşayan versiyonu şeklindeki bir canlıdır. “Luminisens” maddesini vücudunda barındıran bu canlıya, dokunulduğunda bir ışık saçar (phosphorescence in the sea). Bu canlı bir planktondur, milimetrik boyutlarda bir canlıdır. İşte bu milimetrik canlı kendisinde bulunan bir madde sayesinde karanlıkta “yok”!! gözükmekle birlikte aslında “var” ve hattâ bu ışık saçma özelliğini de sadece ve sadece karanlığa borçludurlar.

Biraz daha geniş (makro) anlamda baktığımızda, bizim evrenimizdeki karanlık!! maddeler (dark matter) ve karanlık!!enerjilerin varlığı neden bizi çok şaşırtmakta???Belki de karanlık sudaki seyrimizi yeryüzüde yapabildiğimiz ve gökyüzüne dokunamadığımız içindir!!!.... Gelin şimdi çıplak elle dokunamadığımız ama bilincimizin ulaşabileceği bir seyahate çıkıp kara madde ile tanışalım…

Kara madde (Dark matter), evrenin bilinmeyen yönü yani karanlıkta kalan tarafı diye adlandırılmakta, ama aslında varolup, bizler tarafından algılanamayan taraf olarak karşımıza çıkmaktadır. Bilimadamlarına göre, bildiğimiz bu evren, %70’i kara enerji (dark energy) ve %25’i kara madde (dark matter) ve %5’i adlandırabildiğimiz maddelerden oluşmaktadır. Kara madde, evrendeki tüm boş!!luğu kaplayan, gözle görülmeyen ve atomlar arasından geçecek kadar inanılmaz küçüklükteki zerreciklere sahip olan bir toz bulutu olduğu tahmin edilirken, hem ışığı vurgulayan, hem de nerede olduğunu bilinememekten dolayı gizemli bir hâl almıştır.

O zaman, elle dokunamadığımız, gözümüzün algılayamadığı frekansları yok saymak ne kadar gerçekçi? Şimdi biz yakomozu, dokunmadan ışık saçmadığı için “yok” mu saymamız lâzım?!,ya da bildiğimiz maddeler dışında bilmediğimiz, henüz algılayamadığımız tüm evreni belki de bir zar??? gibi kaplayan maddeyi sırf algılayamamaktan dolayı önce “yok” sayıp sonrada sanki “yok”u sembolize etsin diye de “kara” adını verip, “gizemli” etiketiyle bir tarafa mı bırakacağız??
Bakın Üstad Ahmed Hulûsi, konuyu daha da ileriye götürerek sadece “kara” olmasını değil, “madde” diye adlandırılmasını nasıl bir dille sorgulamış:

Beş duyu ile önünü görmeye çalışan insanlık, sanki, yerden göğe uzanan metrelerce uzunlukta bir çelik duvarın önünde durmakta; jilet kalınlığı kadar bir alandan, duvarın arkasını görmeye çalışmaktadır!.
Bilimin algı kaynağı gözün görme sınırları, santimetrenin on binde dördü ile yedisi arasıdır. Santimetrenin üssü -35’lerden başlayan dalga boylarından kilometrelerce uzunluktaki dalga okyanusu içinde gözden beyne giden dalga boyları okyanustan bir zerre bile değildir.

İnsanlığın evrenden algıladıklarının tamamı yüzde 4’tür günümüz bilimine göre… Geri kalan yüzde 96 bize karanlıktır. Hesaplamalara göre bunun yüzde 60 küsuru dark (karanlık) enerji ve 30 küsuru da dark (karanlık) madde… Uyarayım; burada kullanılan “madde” kelimesini, beş duyu ile algıladığınız “madde” ile karıştırmayın… İsim benzerliği olaydaki… Gerçekte, sizin algıladığınızı sandığınız gibi bir “madde”, hiçbir zaman varolmadı!
Evet, tüm bilimsel tespitler, bu göz kökenli algılanan verilere göredir…
http://www.ahmedhulusi.org/yazi/kuranveyenicag.htm

Bilim “kara madde”nin varlığından bahsederken, yukarıda okuduğumuz üzere algıladığımız şekilde bir maddenin “kara madde" olarak adlandırılan yapıyı anlatmadığını duymakla düşünce sınırlarımız zorlanmaktadır. Sınırsız, şartlanmasız düşünme becerisine sahip olamadan da bu gibi bilgileri anlayabilmek oldukça zor gözükmektedir. Biz şimdilik makro incelemeyi bir tarafa bırakıp, mikro bir incelemeye dönelim. Yani bir başka deyişle, makro evrenden mikro evrene yani beyine dönelim ve biraz da bizdeki “kara madde” ne olabilir? Bunu inceleyelim…

Size bir kağıt alın ve kendinizi tanımlayın desem, ne kadar özelliklerinizin farkında olarak kendinizi tanımlayabilirsiniz? Ya da sizin dışınızda bir kişi ne kadarını tanımlayabilir? Hattâ bu iki sorudan daha da varyasyonlu sorular oluşabilir; Sizin bildiğiniz ama başkalarının bilmedikleri özellikleriniz, ya da sizin bilmediğiniz ve diğerlerinin bildikleri özellikleriniz… Bu dörtlü varyasyon, insan ilişkilerinde kendimizi ve diğerlerini tanımaya yardım olması açısından kullanılan “Johari Penceresi Tekniği” diye bilinen bir tekniğin de adıdır.

Şimdi soruların ortak noktasına bakalım; Bilmek, tanımlamak ya da bilmemek, tanımlayamamak… Bildiklerimizi şimdilik bir tarafa bırakırsak, bilmediklerimizi “Johari Penceresi Tekniği”, “Karanlık Bölge (Kişinin ilişkiye yansımayan, durum ve şartlara göre ortaya çıkardığı özellikleri)” ve “Yarıkaranlık Bölge (Sadece kişinin kendisinin bildiği ve başkalarının bilmediği)” olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu arada dikkat çekici olan makrodaki yani evrendeki karanlık maddeyi sorgularken, kendimizin “karanlık” özelliklerine ulaşmış olmamız…

Evrende keşfedilmeyi bekleyen binlerce durum mevcutken kendimizi keşfetmenin ve “kara” olarak bilinmeyeni keşfedip ve bilinmeyeni "kara" olarak nitelendirmemenin zamanı geldi de geçiyor. Öncellikle, “kara,karanlık” gibi kelimelerin bizde oluşturduğu anlamın değişmesi yönünde çalışmamız lazım. Çünkü, her bilinmeyene takılan bu “kara, karanlık” sıfatı bizi daha çok bilinmeyene doğru sürüklemektedir. Eğer, amacımız kendimizi tanımak, sınırsızlığa doğru yolculuksa, o zaman ilk önce günlük hayatta bizi bilinmeze doğru sürüklemesi muhtemel kavramları beynimize verdiğimiz yeni bakış açısı komutlarlıyla değiştirmeliyiz ve çok daha farklı bakış açıları oluşturarak, anlam dünyamızı geliştirmeliyiz. Yoksa bakın aşağıdaki gibi komik durumlara düşmek kaçınılmaz olur!!:

“İki kör” oturmuşlar sofraya; artık “üzüm” mü, “dolma” mı, yoksa “köfte” mi yerlerken, biri diğerine; “Utanmıyor musun ikişer ikişer yemeye?” demiş...
Diğeri, “Allah’tan kork be adam” demiş; “Sen kör ben kör!.. Nereden çıkardın ikişer ikişer yediğimi?
Cevap vermiş birincisi:“Ben, hep ikişer ikişer yiyorum da!”

Dolayısıyla, bakış açısının değişmesi için, içinde bulunduğumuz önyargı, şartlanmaların ve değer yargıların sınırlamasından kendimizi kurtarmamız gerekmektedir. Çünkü her şartlanma ve değer yargısı bizi sınırsız bakıştan alıkoymakta ve hattâ sizi gözünüzün önündekini bile “gör”mekten uzaklaştırmaktadır. Eğer şartlanma ve değer yargılarımızdan kendimizi biraz olsun sıyırırsak, aslında bizim için “karanlık” diye adlandırılan, sonsuz özellikleri de keşfetmeye başlayacağız. Sonra da göreceğiz ki, evrendeki %5 bilindik madde olduğu gibi, biz de sadece %5 bilindik (algılanabilir) özelliklerden mevcud değil, sonsuz özelliklerle mevcuduz. Üstad Ahmed Hulûsi de, “Kurân-ı Neden Anlamıyoruz” adlı yazısında bu özellikler hakkında çok net şu açıklamayı yapmıştır:

…Esmâ mertebesi” olarak tanımlanan ve “Allah’ın isimlerinin işaret ettiği özellikler olarak belirtilenler, insana hitap etmesi itibariyle, insan algılama boyutuna hitap eden isimlerdir.!
İnsan ötesi, “nokta” içi projeksiyonda yer alan karanlık (mahiyeti netleşmemiş) enerji, “karanlık madde” (dark matter) olarak varlığını düşündüğümüz ama algılayamadığımız yüzde doksan altılık bölümdeki sayısız varlığı oluşturan nîce sayısız isimlerin işaret ettiği özellikler vardır ki, insan türü bu Allah isimlerini bilmez!...http://ahmedhulusi.org/yazi/kuranianlamiyoruz.htm

Sonuçta, kâh “yakamoz”, kâh “kara madde”, kâh da “alt bilinç” olmuş… Algılayanın sınırlı bakışına göre kolay kolay algılanamayan, ama hep aşikâr, hep “var”!..

Son olarak, belki şunu hatırlamak lâzım;“Kör”lük beyinde görme bölgesine ulaşan frekansların çözümlenemesinden doğan bir durumdur. Ancak “algılayamamak” bambaşka bir durum. Meselâ, seyredenler hatırlayacakladır… “Matrix” filminde Neo yeşil akan kodlardan tüm sanal alemi görebiliyor, çözebiliyordu ve “Matrix 3”de de gözleri kör olsa da ana bilgisayara doğru ilerlerken etrafındaki herşeyi algılayabiliyor yani gerçek manâda görebiliyordu.

Bu sonsuz özellikleri ile sonsuz sayıda frekans okyanusunu Neo gibi acaba kaçımız, ne kadarını değerlendirip görebiliyoruz?

Neo kendindeki sınırsız özellikleri keşfettiği anda görmenin ötesine geçti ve sistemi algılaması bambaşka oldu.Dolayısıyla, biz de kendimizi keşfetttikçe yani kendimizdeki sonsuz özelliklerin farkına vardıkça asıl “körlük” o zaman kalkacak ve “basit” anlamda görmek değil, “BASÎR” ismi ile işaret edilen yaşanır hale gelecek, yani gerçek anlamda maddenin ötesindeki hakikât algılanıp, değerlendirilecek ve tüm “karanlık” ve “kara” diye bahsedilen hükmünü yitirecektir.

Not : Alıntıdır. Yazının orjinalini ve yazarın diğer yazılarına BURADAN okuyabilirsiniz.



"Akıl en ağır yüktür" Cyctec23
Alıntı ile Cevapla
  #255  
Alt 11-10-2009, 12:43
cyctec3 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
cyctec3 cyctec3 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 09 Sep 2009
Mesajlar: 271
Standart

liopleurodon´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
>>> baska bir sey yaptigin yok hali hazirda sana diyecek

cyctec, suratına çarpılınca yalanaın böyle zırlaman olmasa pek iyi biri olma şansına hazi olacaktında, baştan kaybediyorsun..

Ve gene zırlıyorsun, oysa biz senden ww2 hakkında teraneler, palavralar bekliyorduk, ne oldu?
sordugum hic bir soruya argo kelimelr disinda bir cevap veremedin, hatta bazilarina hic cevap veremedin.

sonra kalkmissin benden suna buna bir sey yaz demek ancak senin gibi bir mantaliteden beklenir.

sen benim daha once sordugum sorulara cevap vermeden ve azinin payini daha once iyi bir sekilde vermis olmamdan dolayi seni cyctec3 olarak artik dikkate almiyorum. eger cyctec4 gelirse belki o seni bir ihtimal dikkate alir.

ama sana once soyle birders vereyim belki faydasi olur.

senin problemin dinle minle degil kendinle. kendinle alakli problemlerini coz sonra argo konusunda ve kendini kontrol konusunda terapi al, gel sonra konusalim benim ruhsal problemleri olan liob arkadasim.

"Akıl en ağır yüktür" Cyctec23
Alıntı ile Cevapla
  #256  
Alt 11-10-2009, 13:15
Ayejj - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Ayejj Ayejj isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 21 Apr 2008
Mesajlar: 1.190
Standart

ahmetsecer´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster



Tam 6000 maymun türü var, bunlardan 120 tür günümüzde yaşıyor, evrimciler de soyu tükenmiş maymunların fosillerini bulup bulup “işte ara fosil bulduk!” diye sevinç çığlıkları atıyorlar. Oysa buldukları ara fosil filan değil. Bütün organları tam gelişmiş, mükemmel bir iskelet yapısına sahip bir maymun fosili buluyorlar.

Ya, Biz ilk yaratılışta güçsüz mü düştük? Hayır, onlar 'karmaşık bir kuşku' içindedirler. (Kaf Suresi, 15)

Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız. (Kaf Suresi, 16)
Konu evrim teorisi olunca ''kılı kırk yarar'' şüphecilikteki müslümanlar...

Hiç aklınıza takılıyor mu? Allah 6000 maymun türünü niye yaratmış? Çeşit olsun diye mi? Yada zengin göstersin diye mi?

Üstelikte bunların çoğusunu insan daha dünyada yokken yaratıp yok etmiş ? Neden canımı sıkılmış? Yoksa modifiye etme gereği mi duymuş Upgrade mi yapmış?

Birde kimin için yapmış malum insam yok ortalıkta?
Alıntı ile Cevapla
  #257  
Alt 11-10-2009, 13:55
Ayejj - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Ayejj Ayejj isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 21 Apr 2008
Mesajlar: 1.190
Standart

cyctec3´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
Bu videoyu izleyipte hala insanla maymun ortak bir atadan erilmiştir görüşüne karşı çıkacak bie insanda ,

Akıl ,mantık, izan ve insaf gibi şeylerin normal çalışması gerektiği gibi çalıştığını söyleyemeyiz.

Evrime ancak imanın zehirlediği bir zihin karşı çıkabilir.

ayrıca cyctec3 diyorsun ki bonobolar neden erilip insan olmadı ?niye orada tıkılıp kaldı?

Evrimde rekabet etme gücü fazla olan pastadan büyük lokmayı kapar.

İnsana doğru evrilen maymunsular demekki daha güçlü yırtıcılarmış ki,

günümüz Bonobolarını oluşturacak olanlar ,

ancak dünyadan izole bir orman parçasında hayatta kalıp kendilerine has gelişmelerine devam etmişler.

tabiki kaynaklarına görede evrimleri anca bu kadar olmuş.
Alıntı ile Cevapla
  #258  
Alt 11-10-2009, 16:26
aydoe - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
aydoe aydoe isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 06 Oct 2007
Mesajlar: 3.982
Standart

İdealist bakış açısı ile yapılmış bir video,sadece insanların bu masallara nasıl inanabildiğine şaşıyorum!
3 kişi bir salonda duran resme bakmaktayız ve fonda bir müzik çalmakta .
Birimiz sağır ,birimiz kör biri de sağlam olsun.
Kör olan resmi göremez ama müziği duyar ,sağır olan müziği duyamaz ama resmi görür sağlam olan ise hem resmi görür hem de müziği duyar.
Müzikte ,resimde bizim algılamamız dışında da vardır ,biz o salonu terk etsek ve resmi görmesekte ,müziği duymasakta o resim o salonda asılı durmakta ve müzikte devam etmektedir.
Madde bizim algımızdan bağımsız olarak vardır.
İnsan yokken de dünya vardı ,dünyanın yaşı 4,5 milyar yıl ,insanoğlunun yaşı kaç?
Dünya yokken insanoğlumu vardı?
Dinazorlar varken insanoğlumu vardı?
2 sene önce domuz gribi virusumu vardı?
Herşeyi insanın algısına indirgemek ve bu algının beyinde olduğunu aslında beyinin de bir algı olduğunu ve maddi bir gerçekliğin olmadığını yalnızca ruhun olduğunu savunmak hele hele bunu bir bilimsel sunu olarak verebilmek büyük bir hokkabazlık.
Bu hokabazlığa inanabilmekte büyük bir cehalettir.
Yaa bu dünyada sinema filmi seyrettiriliyor ,filmi seyreden çıkıyor yenileri seyrediyor,hatta filmde rolüde var seyircilerin ve filmdeki performanslarına göre senarist onlara ödül veya ceza veriyor.
Aslında film falan yok filmi seyreden de yok aslında hiçbir şey yok yalnızca senarist var aslında senaristte yok yalnızca senaryo var!
İnandığınız allah aşkına komik olmayın ,aşk böyledir işte gözleri kör eder algılamayı bozar.

''asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek,aklın ve ilmin gelişimini inkar etmek olur''
Alıntı ile Cevapla
  #259  
Alt 11-10-2009, 17:27
mayonez mayonez isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 21 Jun 2009
Mesajlar: 81
Standart

sayın maddeci arkadaşlaraa sormak istiyorum bu nasıl oluyor peki?


Konu mayonez tarafından (11-10-2009 Saat 17:33 ) değiştirilmiştir.
Alıntı ile Cevapla
  #260  
Alt 11-10-2009, 22:08
Ki-Adi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Ki-Adi Ki-Adi isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 06 Jan 2009
Bulunduğu yer: Sakarya
Mesajlar: 717
Standart

Hücrenin böyle çalışmasını Tanrının varlığına örnek gösteren insanlar nasıl olurda evrimi tanrının varlığına örnek göstermezler anlamıyorum.Evrimde en az o hücrenin çalışması kadar büyüleyici bir olay.

Eğer hücre için bomboş olsaydı ve bu boş hücrelerin nasıl canlılık faliyetleri gösterdiği anlaşılamasaydı o zaman aha bu tanrının işi evrim kesinlikle yok derdik.

Kuşların kanatları hiç bir şekilde uçmayacak şekilde olupta kuşlar genede uçabilseydi o zaman evrim diye birşeyden bahsetmezdik.

...sonuç olarak, şu ya da bu, bir zamanlar yoktan varolmuş zorundaydı...
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler

Başlık Düzenleme Araçları
Stil

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Renaultferrari Diyor ki : RENAULTFERRARİ Konu-dışı 782 08-06-2013 22:54
Shakespeare Diyor ki! Titan Edebiyat 2 22-08-2009 22:58
Allah (c.c.) Diyor ki; pante İslam 24 14-05-2009 12:04
Ya Bu Ne Diyor ? InVitatio Konu-dışı 4 22-07-2007 11:48

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 06:24 .