Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > İbrahimi Dinler > İslam

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #1  
Alt 26-12-2008, 02:53
DreiMalAli - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
DreiMalAli DreiMalAli isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 04 Feb 2005
Bulunduğu yer: Üstü Açık Köy
Mesajlar: 663
Arrow İslam egemenliği altındaki Hristiyan literatüründe yeni bir dinin izleri?

Konuyla ilgilenenlerin sayısının son bir sene içinde iyice arttığı belli oluyor. Gerçi konu yine Muhammed yaşadı mı, yaşamadı mı noktasında tıkanıyor izlenimi verse de, genel olarak ilgi gerçekten fazlalaştı.

Bu başlıkda Karl-Heinz Ohlig’in “İslam egemenliği altındaki hristiyan literatüründe yeni bir dinin izleri?” araştırmasını özet olarak da olsa vermeye niyetim var. Bu makale internette googlebook’da da mevcut: “Der frühe Islam” (Erken İslam) isimli kitapda 223. sayfadan itibaren yaklaşık 100 sayfalık bir yazı.

Uzun süreceğini tahmin edebilirsiniz.
Makaledeki verilen kaynakların sadece numaralarını vereceğim. İsteyen kitaba bakarak kaynağın ismine ulaşabilir.

Gerçi burada, yazarın kendi kaleminden, kabaca ve kısa bir özeti de var. Belki Almanca bilen bir hayırsever ateist tercüme ederek büyük sevaplar kazanmak ister. Ama kitapdaki yazıyı okumak, ayrıntılı olması haricinde, metodik noktalar da içerdiğinden, daha sağlıklıklıdır düşüncesindeyim.
______________________
Kırlangıç yapar yuvayı
Çamur sıvayı sıvayı
...
______________________

Sevgiler

Bir müslüman yalan söylemezse, rahat edemez. Bu bir doğa kanunudur, hiç şaşmaz.
Bak: İslam'ın birinci şartı olan Kelime-i Şehadet = Yalancı şahitlik.
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 26-12-2008, 02:55
DreiMalAli - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
DreiMalAli DreiMalAli isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 04 Feb 2005
Bulunduğu yer: Üstü Açık Köy
Mesajlar: 663
Standart

Metod hakkında

Sözde İslam dinine mensup imparatorlıklar ilk iki yüzyılları içerisinde, Kuran hariç, literatür mahiyetinde hiç bir şahit bırakmadılar. 9. yüzyıldan (Hicri 3. yüzyıldan) itibaren ama bol miktarda dini, biografik ve tarihi material oluşuyor. Zamanın Bizans kaynaklarında da bir Orta Doğu imparatoluklarındaki yeni bir dine raslamak mümkün değil. Araplar ya “vassal” (confoederati = Küreyş) olarak ismlendiriliyorlardı ya da rakip (düşman) olarak. Ama yeni bir dinin ismi geçmiyordu. Diğer tarafdan ama 7. yüzyıldan önce dahi yeterince hristiyan; arap egemenliği, göya islami arap egemenliği altında yaşıyorlardı.

8. yüzyıla dek bu bölgede yaşayan hristiyanlar, hem yaşamlarından dolayı hem de misyonerlik görevlilerince, geriye yeteri kadar literatür bıraktılar(1). Bu literatürde ama “İslam egemenliği altındaki” Hristiyanlığın durumu geçmiyor. Belki literüt türleri bu duruma bir açıklık getirebilir: teolojik etütler, vaizler, mektuplar, kronolojiler, kilise raporları, filozofik yaılar vs. Eğer bütün bu yazılar İslam egemenliği altında oluşsaydı, zamanın durumuna ayna tutması gerekirdi. Mesela monoteletismus ve monoenergetismus vs. konusunda şevkle konuşmayı, tartışmayı seven rahip ve piskoposların –ki bazılarının ömrü yollarda geçmiş- bütün Hristiyanlığı tehdit eden, yörenin ve zamanın egemenleri tarafından propagandası yapılan yeni bir dinden bahsetmemesini anlamak mümkün değil.

Yine de, İslam ve Muhammed’i anan bir kaç yazı var. Bunlar R.G. Hoyland’ın derlemesi ve düzenlenmesiyle 9./10. YY’ın tarih yazılımını destekler görünümünde(2). Benzer gözlemler yaklaşık yüz yıldan beri diğerları tarafından da yapılmakda: Harald Suermann, H.J.W Drivers ve G.J. Reinink. Bu materyalin kritik bir analizi ise Yehuda D. Nova ve Judith Koren’de bulmak mümkün.

Yorumları okurken hemen akla takılan sorular bolca. 9./10. YY’ın geleneksel islam tarihini objektif kabul ederek yine geleneksel İslam tarihini destekler nitelikde yorumlamalar: Bir yazıda “gemi” geçiyorsa hemen belli bir deniz savaşı, nerde bir “rahatsızlık“ geçiyorsa hemen bir iç savaş yorumları... Ama bunların hiç birisi orijinal dökümanlarda geçmiyor.

Ama en önemlisi , yorumların hiç birisinin, yazıtın tarihi ile içeriğinin tarihi arasındaki çok uzun zaman aralığına dikkat edilmemesi. Her tarihcinin bildiği basit bir konu, yüzyıllar süresince çoğaltmalarda/kopyalamarda/alıntılarda devamlı “tamamlamalar”, “düzenlemeler” yapılır. Bunlar çoğaltanın/kopyalayanın “bilgi durumuna” denk gelir. Diğer bir nokta ise tercümanların “bilgiçliği”. Mesela bir yazıda geçen “sarazen”i veya “ismaili”yi “müslüman” diye çevirmeleri.

Sadece R.G. Hoyland’ın kitabının 872 sayfa olduğu göz önüne alındığında, bu yazıda sadece en önemli konulara değinileceği aşikar.

Yazıda göz önüne alınan prensipler
  • Belgeyi evirip çevirip, 9. YY’ın “bilgisine” uygun hale getirerek yorumlama çabasıyla değil, belgenin her kelimesini ve anlamını ciddiye almak.
  • Bu literatürde araplar, ismaililer, sarazenler, haceriler hakında ne söylendiğini anlamak ve ne gibi coğrafi ip uçlarına erişmek.
  • Arapların fikirler/inançları hakkında zaten az olan ip uçlarınının dökümanını çıkarmak ve bunları yeni bir dine işaret edip etmediklerini araştırmak.
  • Ve son olarak, Arap peygamberi Muahmmed hakkında bilgi mevcut olup olmadığı, mevcutsa ne zamandan beri mevcut olduğunu sormak.


Devamı haftaya

Sevgiler

Bir müslüman yalan söylemezse, rahat edemez. Bu bir doğa kanunudur, hiç şaşmaz.
Bak: İslam'ın birinci şartı olan Kelime-i Şehadet = Yalancı şahitlik.

Konu frodo tarafından (26-12-2008 Saat 03:04 ) değiştirilmiştir.
Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 26-12-2008, 02:56
DreiMalAli - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
DreiMalAli DreiMalAli isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 04 Feb 2005
Bulunduğu yer: Üstü Açık Köy
Mesajlar: 663
Standart

7. YY’dan önce kullanılan “arap”, “sarazen”, “ismaili” ve “haceri” terimeleri.

Bu bölümde İslam’dan çok çok önce de kullanılan bu terimler tanıtılıyor. 7. ve 8. YY’ın literatüründe de geçen bu terimler yorumcular tarafından “mümin” terimi ile eş anlamda kullanılıyorsa, bunun nedenini özel olarak belirtmeleri gerekir. Araplarla ilgili coğrafi ip uçları da elbette önemli.

Arap - Arabistan

arab kelimesinin etimolojik kökeninin koyuncu, koyun yetiştirici/besleyicisi, göçebe olduğunun derinlemesine inmeye gerek yok. (arab: Batidakiler, Batida oturanlar, (Dicle’ye göre batı anlamında), ‘arab: Süryanice göçebe. ‘arba: Süryanice koyun.) Bu terim M.Ö. 9. YY’da Asur krallarının yazıtlarında ve M.Ö. 8. YY’ın sonlarına doğru Eski Ahit’te geçer. Önce Jeseya 13,20b’de: ‘arabi, bozkırlarda/steplerde oturanlar/yaşayanlar, İbranice’de arabah bozkır/step ve çöl anlamına gelir. Daha sonra bir çok yerde ve peşinden M.Ö. 2. YY’ın sonları 1. YY’ın başlarında Birinci Makkabaer kitabında (5,29) (DMA: ????). Buna göre araplar hep İsrail’e güneyden komşu olan ve fakat yahudi olmayan kabilelerdir. Arabistan kelimesi de benzer zamanlarda kullanılıyor (mesela Ezechil 22,21). Arabistanda oturanların tüccar oldukları (Ezechil 22,21), steplerde/çölde yaşadıkları (Jesaja 13,20b; Jeremia 3,2), Bazan da İsrail’in düşmanı oldukları belirtilir (2. Kronik 17,11; 21,16). Coğrafi yerini kesin bir şekilde belirlemek zor. ‘arabah İbranicede bozkır/step ve çöl anlamına gelse de ve Ürdün Nehri’nin sağı-solu boyunca olsa da (Tevrat 5. Kitap 1,1.2) ve Ölü Deniz’in Arabah Denizi (Tevrat 5. Kitap 4,49; Josua 3,16) diye adlandılmasına bakınca... İma edilen Arabistan, muhtemelen Necef Çölü’nde Sina Yarımadası’na kadar olan bölge olsa gerek. Zamanında Nebati’lerin yaşadığı bölge.

Antik yazarlar Arabistan için çeşitli bölgeleri ima ediyorlar(5). Herdot’a (M.Ö. 430) göre Necef, Sina ve Mısır’ın doğu taraflarındaki bölge. Gaius Plinius Secundus’a (Ölümü M.S 79) göre de öyle. Ama aynı Gaius Plinus Secundus bir “Yörüklerin/göçebelerin Arabistanı’nın Ölü Deniz’in doğusunda aranması gerktiğini belirtiyor. Pers listelerinde, özellikle de Darius’a (M.Ö 486) göre Asur ve Mısır arasında bir Arabaya bulunuyor. Daha sonraları Hatra tarafından yönetilen bir bölege olsa gerek. Xenophon’a (M.Ö. 355) göre, Pers kralı Kyros ordularını, Fırat’ın doğusundaki Arabistan’dan geçerek, Sardes’den Babil’e yürütüyor(6). Fırat’ın doğusunda ve Toros’ların güneyindeki bu Arabistan’ı Gaius Plinius Secundus’da tanıyor (7)

M.S. 106’da Romalılar Judaea eyaletinin (province) doğusundan Syria eyaletinin güneyine kadar olan bögeyi fethetmişlerdi. Şam’dan Kızıldeniz’in kuzey batısın kadar uzanan bölgeyi. Kuzeyinde Bostra ve güneyinde Petra (bu yüzden Arabiya Petraea) şehirleri de bulunan bu bölge sami Nebati’lerin yaşadığı bölgeydi. Kendilerine ait Aramice dil ve yazı kullanıyorlardı. Yani, günümüzdeki anlamı ile, ne genetik olarak araptılar ne de, yine günümüzdeki anlamı ile, dil yönünden.

Aynı zaman süresinde Dicle’nin batısında bulunan Hatra şehrindeki (M.S. 241’de Sassanilerce istila edilen şehir) kral tarafından yönetilen, yukarı Dicle’nin batısından aşşağı Fırat’a kadar uzanan bir de Arabiya vardı(8). Bu krallığın dili ama Doğu Süryanice idi. Ayrıca sassaniler zamanında ise Orta Pers dilini kullandılar. Hatay’lı İshak’dan kalan iki vaize göre bu “araplar” 5. YY’ın ortalarında, mezopotamyanın kuzeyinde bulunan Bet Hur (DMA: ????) şehrini fethediyorlar.

Buraya dek adı geçen Arabistan”ın ve üzerinde yaşayan arapların (yer yer tayaye olarak da geçse(10)) coğrafi olarak, gönümüzdeki anlamı ile bilinen Arap Yarımadası ile hiç bir ilgisi yok. Bu dönemin Arabistanında yaşayan araplar Aramilerdi (Asurlular) ve Aramice (Süryanice) konuşuyorlardı.

Bu zaman kadar olan dönemin Arabistanının güney sınırındaki bölge, hellenliler zamanında (DMA: MÖ 336-30) bazan “arabiya deserta” olarakda isimlendilmişti. Latince’de (ve Süryanicede) dextra hem “sağ = güney” hem de “mutlu” anlamında kullanılıyor. Bazan da Arabia felix olarak(11).

Arabistan Yarımadası’nda yaşayan kabileler ama, çökmekte olan Selevkos İmparatorluğu (DMA: MÖ 3 - 2. YY) üzerinde küçük krallıklar, beylikler kurdular: Humus’da, Şam’da, İturea’da (DMA: Antik çağlarda Filistinde bir şehir), Urfa’da, Charax’da (12).

Günümüz anlamında (genetik ve dil olarak), Arap Yarımadasında yaşamış olan kabileler/topluluklar, kuzeye, Nebatiye ve Mezopotomya’ya yaptıkları akınlar/göçler sayesinde çevredeki “Arabistan”da “arap” ismine kavuşmuş oldular. Bu bölgede de kendi dillerini kullanmaya devam etseler de, yazılarında ve dini törenlerinde, bölgedeki nüfusun durumuna bağlı olarak, Süryanice’yi veya Yunanca’yı kullandılar(13).

Bu kabileler (Kuzey Suriye’deki Ghassanidler, Fırat’ın alt kısımlarında El Hira merkezli Lakhmid’ler ...) hristiyanlığı üstlenmişlerdi. İznik Konseyi öncesi hristiyanlığını(14). Ghassanidler daha sonra monophysitizm mezhebine geçtiler. Artık arap rahip ve piskoposlar da yetişmeye başladılar(15). Bunlar sayesinde çevrede Hristiyanlık gelişiyor, yayılıyor ve söz sahibi oluyordu(16).

Arabistan teriminin sadece Arap Yarımadası’nı kapsaması, daha sonraları, Abdul Melik (DMA: 685-705) ve El Velid (DMA: 705-715) zamanında, konuşulan dilin de arapçalaşması süresince, kendi köklerine dönme politikası ile oluştu. 8. YY’ın ilk yarısından sonra Medine’de yapılan “kutsal yapı”(DMA: ????) ile, Medine şehri tarih piyasasına çıktı. 8. YY’ın sonunda da Mekke. Bu politik bakış, 9. YY’da sistematik bir şekilde, literatüründe, kendi geleneğinin, tarihinin ve dininin başlangıcını Arap Yarımadasına taşıdı.

5 dakka ara

Sevgiler

Not: Yazıda geçen ve DMA ile başlayan yerler, DreiMalAli’nin eklemesidir.

Bir müslüman yalan söylemezse, rahat edemez. Bu bir doğa kanunudur, hiç şaşmaz.
Bak: İslam'ın birinci şartı olan Kelime-i Şehadet = Yalancı şahitlik.

Konu frodo tarafından (26-12-2008 Saat 12:30 ) değiştirilmiştir.
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 26-12-2008, 02:58
DreiMalAli - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
DreiMalAli DreiMalAli isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 04 Feb 2005
Bulunduğu yer: Üstü Açık Köy
Mesajlar: 663
Standart

Sarazenler

Sarazenler MS 2. YY’dan beri bir çok yazıda geçiyor. İrfan Shahid bu terimin etimolojisi için öne sürülen tezleri gözden geçirdikten sonra, nerden geldiğini tam olarak belirlenemiyeceği sonucuna varıyor. Muhtemelen hangi terimlerden gelmiş olabileceğini sıralıyor: arabça sark = Batı; arabça sarik = eşkiya, haydut; srkt (sarikat) = konföderation; Ptolemeos (DMA: 100(?) – 175) tarafından sarakene diye ve Bizanslı Stephanus (MS. 6.YY) tarafından sarake diye adlandırılan bir arap kabilesi; aramice serak = tenha, boşluk, çöl(17). (yazarın notu: serak boşaltmak, toparlamak, hırsızlamak, yağmalamak anlamlarına da gelir.)

Sven Dörper bir kaç ihtimal daha sunuyor(18) ve İrfan Shahid’in sonucuna, kelimenin nerden türediğinin belirlenemiyeceği sonucuna katılıyor. Dörper Hieronymus’un garip bir anlatımını da ihtimal olarak sunuyor. Buna göre sarazenler kendilerine sahte bir isim takmışlar. Sara’dan (DMA: İncile göre İbrahim’in karısı) geldiklerini iddia etmek amacıyla. Hieronymus’a göre ismaililer, haceriler ve sarazenler Midyan’lılar soyundan(19).

İ. Shahid terimin tarihi süreç içinde ortaya çıkışını ve gelişimini incelemeye devam ediyor(20). Sarazen terimi için elimizde sadece 2 tane emin kaynak bulunduğu (2. YY’da Ptolemeos(21) ve 4. YY’da Ammianus Marcellinus(22) (DMA: 325(?) – 395(?)) görüşüyle sadece tahminlerde bulunulabilineceğini belirtiyor. İ. Shahid en büyük ihtimalle çözümün; Nebatiye’nin 106 yılında Romalı’lar tarafından fethedilmesi ve isminin Provincia Arabia olarak değiştirilmesi tarihini püf noktası kabul ediyor. Buna göre romalıların eyaleti (province) ve şehrine dahil olmayan yarı göçebe veya göçebe bir hayat süren araplara bu isim verilmişmiş (Belki isim benzeri bir kabileden dolayı veya genel olarak “çadırdan yaşayanlar”ı, “haydut”u, “yağmacı”yı anlatmak anlamında). 212 yılında Roma’nın constituio antoniana çerçevesinde şehir halkına “Roma vatandaşlığı hakkı” tanıması ve diğer fetihler sonucu (240’da Osrhoene’nin (DMA: şimdiki Urfa civarlarında) ve 272’de Palmira’nın) yaygınlaştığı görüşünde. Ve nihayetinde Roma’lılar Fırat’tan Sina Yarımadası’na kadar olan bölgedeki bütün göçebe arapları “saraceni” diye isimlendirmişlermiş(23). Ama bu göçebelerin genetik ve dil bakımından arap olup olmadıklarını elbette sormamız gerek.
Ptolemeos sarazenlerden Kuzey Hicaz’da, Sina Yarımadası’nda ve Fırat’ın doğusunda şehirler dışında göçebe yaşayan arapları anlıyor.

4. YY’dan itibaren sarazenler haydut ve yağmacı bir göçebe grup olarak tanınıyorlar. Caesarealı Eusebius onomastikinde (DMA: özel isimler için dil bilimleri) sarazen ve ismailileri eşanlamda kullanıyor(24)
Hieronymus 393’den önce üç tane rahip biyografisi yazdı. Vita Malchi’sinin (25) (DMA: Malchus’un biyografisi) 4. bölümünde, içinde Malchus’un da bulunduğu bir seyahat grubu Nusaybin ile Urfa arasında sarazenlerin baskınına uğrar, yağmalanır ve köle yapılırlar(26). Kütabın aynı bölümünde sarazenleri, herhangi bir neden göstermeden, ismaili olarak da isimlendirir.

Vita Hilarionis’de(27) (DMA: Hilarion’un biyografisi) 25. bölümde yine sarazenlerden bahseder. Bu sefer, güneyde, Filistin’de, Sabah Yıldızı’na (DMA: Venüs gezegeni) tapınan, “çoğunun içine şeytan girmiş olan” sarazenlerden bahseder. Hilerion bunlara “taşa Tanrı olarak tapınmanız daha hayırlıdır.” diye yalvarır(28). “Taşa Tanrı olarak tapınma” bizim için bir süpriz olsa da, kitapda ne olduğu anlatılmaz. Daha sonraları, 406, Amos’ Yorumunda takrar sarazenlerden bahseder(29). Amos kitabı 5/26’da yahudilerin Yıldız Tanrısı Kültü eleştirilir. Hieronymus’un yorumu ise; sarazenlerin bu (erkek) tanrıya bu güne kadar hala tapınıyor olmaları(30). Sabah Yıldızı’nın (Venüs’ün), Yunan Tanrıçası Afrodit’e denk geldiği Orta Doğu’da araplar arasında yaygın olduğu biliniyor. A.C. Klugkist ama; bu Venüs Kültü’nün sadece Kuzey Arabistan, Suriya çölündeki al-Uzza ile bağıntılı olduğu yönünde(31). Bir notunda; al-Uzza’nın “en güçlü”, “en kudretli” anlamına geldiğini belirtir: “Böylece İslam Öncesi Panteonda aziz, güçlü ve kudretli olan erkek bir tanrı tiplemesi ile karşılaşıyoruz”. A.C. Klugkist’in tahmini, her iki tanrı tiplemesinin de aynı kökene uzandığı yönünde, yaygınlık bölgesine göre erkek veya kadın niteliğinde ortaya çıkan bir tanrı tiplemesi(52). Bu; Hieronymus’da geçen ve sarazenlerin kadın Yıldız Tanrıça tiplemesinden erkek Yıldız Tanrı tiplemesine geçişe, bir yere kadar açıklık getirir nitelikde.

İhtiyaç ve çay molası

Sevgiler

Bir müslüman yalan söylemezse, rahat edemez. Bu bir doğa kanunudur, hiç şaşmaz.
Bak: İslam'ın birinci şartı olan Kelime-i Şehadet = Yalancı şahitlik.

Konu frodo tarafından (26-12-2008 Saat 03:13 ) değiştirilmiştir.
Alıntı ile Cevapla
  #5  
Alt 26-12-2008, 03:25
frodo - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
frodo frodo isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 26 Aug 2006
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 5.877

Onur Üyeliği 

Standart

Sevgili DreiMalAli erken İslam'la ilgili yeni açılımların sıcağı sıcağına tartışılması oldukça keyifli bir durum. Emeğin için şimdiden teşekkürler. Konunun gelişimi ile bu yeni açılımlarla ilgili kafama takılanları ağız tadıyla tartışırız.

İnsani olan her şey kabûlüm.
Alıntı ile Cevapla
  #6  
Alt 26-12-2008, 16:31
frodo - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
frodo frodo isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 26 Aug 2006
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 5.877

Onur Üyeliği 

Standart

Bu başlık için bir kaç küçük not düşelim. DreiMalAli daha önce " Muhammed Hakkındaki Bilgiler Nerden kaynaklanıyor" başlığıyla şaşırtıcı bir konuya imza atmıştı.

http://www.turandursun.com/forumlar/...ead.php?t=4369

Avrupa'da müslüman nüfusun artışı ve bu artışla beraber Avrupalıların İslam yaşam biçimiyle kendi topraklarında tanışmış olmaları Avrupalı bilim insanlarının, araştırmacılarının İslam dinine merakla dolu eleştirel bir tutum almalarını kaçınılmazlaştırdı. Daha fazla araştırmacı, tarihçi ve bilim insanının "dışardan" islama bakmaları ve yüzyıllardır alıştıkları bilimsel yöntemlerle İslam'ı mercek altına almaları ilginç olguların ortaya çıkmasını tetikleyecek demekti, nitekim de öyle oldu.

İslam'la büyümüş dünyaya bakış açısı geleneksel olarak islamla şekillenmiş bizlerin kolaylıkla gözünden kaçabilecek ilginç sonuçlara, ayrıntılara ve kanıtsız gerçekler diyebileceğimiz ön kabullerimize kısaca sağ duyumuza ters olgulara ulaşmaları çok sürmedi.

Klasik islam tarihi Muhammed Mustafa'nın hayatı, peygamber oluşu ve vahiyle aldığı ayetlerle oluşturulmuş Kuran gerçekliği ile başlar, en yakın "müritleri" olan 4 halife dönemi, Emevi hanedanlığı ve bu hanedanlığın anti-tezi Abbasi İmparatorluğu ile devam eden tarihsel bir süreci anlatır. Ve tabi ardından tarih sahnesine çıkan Türkler ve Osmanlı İmparatorluğu ile devam eder.

İslamın kurucusu Muhammed Mustafa hakkında oldukça ayrıntılı biyografi(ler) vardır. Doğumu yaşamı, eşleri, çocukları, ve hatta günlük yaşamı ayrıntıları ile bilinir gözükmektedir. Ancak ilginç olan bu ayrıntılı biyografinin onun ölümünden 153 yıl sonra vefat eden İbni İshak'ın Kitab-ül Meğazi adlı eserine dayandırılmasıdır. Daha da ilginci Kitab-ül Meğazi'den ibni Hişam (??? - 829/834)vasıtasıyla haberdar olmamızdır. Güçlü bir sözel aktarım geleneğine sahip Arap kültüründe bu anlaşılır bir şey" denilebilir.

Ama yine klasik islam tarihine göre Muhammed'in yaşadığı dönemde tüm Arabistan Yarımadasını ve 4 Halife döneminde de Anadolu'nun neredeyse yarısını, Mısır'ı, İran'ın tamamını ele geçirmiş olan İslam devleti ve onun ideolojik, siyasal ve toplumsal dinamizmini yaratan İslam dini ile ilgili "tarafsız" herhangi bir belgenin, kaynağın olmayışı (en azından şimdilik ortaya çıkmamış olması) bu savunmayı zorlaştırmaktadır.

Bahsedilen tarihsel süreç içerisinde Sasani devletinin islam akıncıları tarafından yıkıldığını bu nedenle Sasanilere ait kaynakların yok edildiğini düşünsek bile İstanbul'un fethi ile son bulan Bizans İmparatorluğu kayıtlarında yeterli doygunluğu verecek kadar belgenin elimizde olması gerekmez miydi ?

Genişlemesini Bizans İmparatorluğunun topraklarının fethedilerek küçülmesi ile sağlamış görünen bu yeni güç hakkında neden en erken 8.yy başlarında kayıtlara rastlıyoruz ? Tüm 7.yy'da olup bitenler üstelik de kendi aleyhlerinde olduğu halde Bizans kayıtlarına girmemiş olsun ki ? İlk elden müslümanlarla karşılaşmış olan Kudüs kilise örgütlenmesi, daha kuzeyde yazılı bir geleneği sürdüren Süryani kilise ve kültürü neden tarihe hiç bir kayıt düşmemişlerdir ?

Bu özet yazıda Ohlig'in sonuca ulaşmayan ancak sorular sorarak cevaplar bulmaya çalıştığı İslam tarihinin yeniden kurgulanmasını düşündürecek çalışmalarını öğreneceğimizi umuyoruz.

İnsani olan her şey kabûlüm.

Konu frodo tarafından (25-05-2009 Saat 10:47 ) değiştirilmiştir.
Alıntı ile Cevapla
  #7  
Alt 26-12-2008, 19:36
frodo - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
frodo frodo isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 26 Aug 2006
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 5.877

Onur Üyeliği 

Standart

Kudüs bu başlıkta konu edilen bilinmezliklerin tarihi belgeler ışığında çözülmesini sağlayabilir mi ? Klasik İslam tarihine göre 638 yılında Ömer bin Hattap önderliğindeki islam ordularına teslim olan Kudüs bu dönemi aydınlatacak bilgi ve belgelere sahip olmalıdır.

Aşağıdaki resim Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Kilise Defterleri, Kamame Defteri, No: 8)'de kayıtlı ve Ömer'in fermanı.



Ancak belge bu denli eski görünmüyor. Dahası biraz araştırınca bu belgeden ilk
söz eden tarihçinin İbnü l- Esir olduğunu, fi't-Tarih II ciltte bu ahidnameden
bahsettiğini öğreniyoruz. Belge İbnül-Esir'e (1160-1233)dayanılarak yazılmış ve kayıt altına alınmış olabilir mi ?

İnsani olan her şey kabûlüm.
Alıntı ile Cevapla
  #8  
Alt 31-12-2008, 22:15
DreiMalAli - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
DreiMalAli DreiMalAli isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 04 Feb 2005
Bulunduğu yer: Üstü Açık Köy
Mesajlar: 663
Standart

İncil-Tevrat soybiliminde “arap”ların isimleri: İsmaililer, Haceriler (Hagarenes/Hagrite)

Yahudilerin kutsal kitabı, hristiyanların Eski Ahit’i, zamanla hristiyanlaşarak, Orta Doğu’daki yahudi topluluğu dışındaki düşünceyi de belirliyendi; Suriye aramilerinin ve daha sonraları perslerin ve “arapların”. Eski Ahit kavramları, zamanın Dünya ve tarih “bilgisine” hakimdi. Bu yüzden “araplar”ın ve sarazenlerin Eski Ahit kavramları ile tanımlandırılmaları doğaldı.

Başlangıç yeri Tekvin kitabınındaki İbrahim anlatımlarıydı. Buna göre; çocuk doğuramayan karısı Sara, hizmetcisi Hacer’e yaklaşmasını teklif eder. Hacer hamile kalır ve oğlu İsmail’i doğurur (Tekvin 16). Bir melek ona; “soyunu sayılamayacak kadar çok yapacağını” bildirir (Tekvin 16,10). Daha sonra ama, Tanrı’nın da yardımıyla, Sara da bir oğlan doğurur; meşru mirascı İshak’ı (Tekvin 19, 9-21). Sara’nın üstelemeriyle; İbrahim -istemeyerek de olsa- Hacer ve İsmail’i kovar (Tekvin 19, 9-21). Tanra ama, Hacer/İsmail’in soyunu sayısız yapacağı sözünü yineler (Tekvin 21, 13.18). “Tanrı o çocukla idi (İsmail). Büyüdü, çöle yerleşti ve ok atıcısı oldu (20)... Paran çölüne yerleşti ...” (Tekvin 21, 20.21). P(h)aran Çölü, yorumlara göre, mutemelen Ölü Deniz’in güney batısında yer alıyor.

Tekvin’in 25. bölümünden itibaren İbrahimin soyu anlatılır; önce İshak’dan olan boyu. Sara’nın hizmetcisi olan mısırlı Hacer’in İbrahim’e doğurduğu İsmail’in boyu hakkında, İsmail’in (on iki) oğlunun, yerleşik ve çadırda yaşayanlar olarak 12 kabile kurduğu anlatılır (Tekvin 25, 16). Daha sonra; “Yerleşme yerleri Havilah’dan Shur’a (DMA: ????) kadar uzanıyordu. Mısır’ın karşısında, Asur‘a giden yol üzerindeydi” (Tekvin 25, 18) diye devam eder. Bu yerleşme yerlerini tespit etmek zor. Bir ihtimal, İsrail’in güney ve güney doğusu (“Asur‘a giden yol üzerinde”) (34). Harald Suermann, hiç bir belge göstermeye gerek duymadan , Shur’un nerde olduğunu gayet iyi bildiği düşüncesinde: “Bu; Yatrib çölüne denk gelir, şimdiki Medine’ye” (35).

Yine de; Hacer ve İsmail hakkında anlatılanlar, onların soyundan gelenelerin çölde yaşıyor olması, onlara atfedilen baskınlar, “arap” ve sarazenleri İncil-Tevrat-Soyağacı çerçevesinde ismaili olarak adlandırmaya yetiyor. Hieronymus; Eusebius (onomastik) tercümesinde daha da ileri giderek, ismalilerin önceleri arap şimdilerde ise sarazen olarak da isimlendirildiklerini belirtir (36).

İsmailileri agareni (38) (DMA: Haceri) diye ilk olarak Hieronymus’un isimlendirir(37). Sozomenos da, 443-450 yılları arasında yazılan bir kilise hikayesinde, önceleri ismaili olarak da bilinen arapların, sonraları sarazen diye isimlendirildikleri geçer. Hacer’in İsmail’in annesi olduğu özellikle vurgular (39). İsidor von Sevilla (ölümü 636) da ismaililerden, sarazenlerden (quasi a Sarra) ve hacerilerden bahseder (40). Demekki; bütün bu soy çıkarımları İslam öncesi yaygın olarak bilneniyordu (41).

Seyrek de olsa değişik soyağaçları da var. Mesela 6. yüzyılda bir Süryanice yazı olan Schatzhöhle’de (DMA: “Hazine Mağarası”. Diğer dillerde ismini bulamadım.) Adem’den İsa’ya kadar uzanan bir soy düzeni/çıkarımı bulunuyor (43). Burada da Hacer ve İsmail anlatılır. Arapların soyu ama daha değişiktir. Schatzhöhle; Tekvin’de geçen şu kısma atıf yapar: “İbrahim Kantura isimli bir kadınla daha evlendi” (Tekvin 25.1). Bu kadın 6 oğlan doğurur. Birisinin adı Shuach’dır (Tekvin 25.2). İbrahim bu kumadan doğan oğullarını “daha yaşarken, doğuya, Orta Doğu’ya, oğlu İshak’dan çok uzaklara” gönderir (Tekvin 25.6). Ve Schatzhöhle’de devam eder: Kantura; “Çöl kralı Baktor’un kızıdır” ve araplar oğlu Shuach’dan gelmektedirler (44).

Norm dışı görünen bu soyağacının ne kadar yaygın olduğunu bilmek mümkün değil. Ama araplar için; İncil-Tevrat-Soyağacı düzeninine dayanan ve arap ve sarazenleri ismaili ve/veya haceri olarak tanımlayan ana akımı etkileyabilmiş değil. Sadece; Pseudo-Sebeos’un Heraklios’un Tarihi’nin bir bölümünde bir defa geçtiğini görüyoruz. Orada “İbrahim’in Hacer ve Kantura’dan doğan çocukları” geçer (45). Her iki annenin de ismi aynı yerde geçse de, daha fazla bir bilgi verilmez.

Arkası yarına.
Yada daha sonrasına.

Sevgiler

Bir müslüman yalan söylemezse, rahat edemez. Bu bir doğa kanunudur, hiç şaşmaz.
Bak: İslam'ın birinci şartı olan Kelime-i Şehadet = Yalancı şahitlik.
Alıntı ile Cevapla
  #9  
Alt 31-12-2008, 22:48
DreiMalAli - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
DreiMalAli DreiMalAli isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 04 Feb 2005
Bulunduğu yer: Üstü Açık Köy
Mesajlar: 663
Standart

Sevgili frodo,

henüz öyle bir duruma gelmedik ama, işi biraz daha ciddiye alırsak
Ancak ilginç olan bu ayrıntılı biyografinin onun ölümünden neredeyse 100 yıl sonra kaleme alınmış olmasıdır.
cümlesinin doğruluğunu da kontrol etmemiz gerekiyor.

Burada ima edilen İshak (704-767/768). Bunun kaynağı ise Hişam'ın (??? - 829/834) atfedilen "Sirat Muhammad resul ilah" kitabı. Bu kitabın elimizde bulunan en eski orijinalinin nerde bulunduğunu ve hangi tarihe ait olduğunu henüz bulamadım.
Diğer bir örnek; Buhari (810-870) ve hadis derlemesi. Bu derlemenin bilinen en eski el yazması ise 1302 yılında ölen mısırlı Ali İbn Muhammed al Yunini tarafından yazılıyor. Yunini; Buhari'nin eserini en az 4 değişik "orijinali" gözden geçirerek hazırlıyor. Bu "orijinal"ler Buhari'nin eserinin talebelerinin, talebelerinin... talebeleri tarafından kopyalanmış/yaygınlaştırılmış hali olsa gerek.

Bu konuda bir araştırma olup olmadığını bilmiyorum maalesef.

Sevgiler

Bir müslüman yalan söylemezse, rahat edemez. Bu bir doğa kanunudur, hiç şaşmaz.
Bak: İslam'ın birinci şartı olan Kelime-i Şehadet = Yalancı şahitlik.
Alıntı ile Cevapla
  #10  
Alt 19-01-2009, 16:06
DreiMalAli - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
DreiMalAli DreiMalAli isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
 
Üyelik tarihi: 04 Feb 2005
Bulunduğu yer: Üstü Açık Köy
Mesajlar: 663
Standart

8. yüzyılın sonuna kadarlık dönemde Arap egemenliği altındaki hristiyani kalıntılar



Bu bölüm; arapların din tarihi sürecinde kullanılan dökümanları kısaca tanıtıyor ve bunlardan ne gibi bilgilerin bulunduğunu anlatıyor. Göz önünde tutmamız gerekenler: hemen hiç eleştirisel bir çalışmanın olmadığı ve en eski el yazmaları ile ortaya çıkışları arasındaki zaman farkının çok büyük olması.

Ayrıca, buradaki incelemere “şimdilik” kaydını koymak gerekiyor: kütüphanelerde, müzelerde, manastırlarda vs. daha fazla materyalin bulunması muhtel. Buradaki kısa tanıtımlar, şu anda bilinen ve tartışılan yazmalar içindir. Buradaki bu yazı, yazmaları, özellikleri ve teolojilerinin incelikleri ile tanıtıp analiz etmek amacı gütmüyor. Sadece, egemen araplar hakkında ne içerdiklerini incelemek amacıyladır.

Önce, literatürde bir erken döneme ve bir geç döneme atfedilen kalıtlar tanıtılacaklar. Daha sonrada, çeşitli türlerde ve dillerde dökümanlar incelenecekler.

Sevgiler

Bir müslüman yalan söylemezse, rahat edemez. Bu bir doğa kanunudur, hiç şaşmaz.
Bak: İslam'ın birinci şartı olan Kelime-i Şehadet = Yalancı şahitlik.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler

Başlık Düzenleme Araçları
Stil

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 07:59 .