İşte Bediüzzaman'ın yaptığı şakalar!
Cum, 11/03/2011 - 16:17
Bu defa biz bişey yazmadık. Gerek kalmadı. Risale haber, büyük düşünür Said-i Nursi'nin yaptığı şakaları derlemiş. Aralarından bazılarını seçtik. (Yalnız başlıkları biraz değiştirdik)
Ne paracı adammış!..
Bir gün Üstad (Said-i Nursi), talebelerinden,
Ahmet Gümüşü yanına çağırır...
Zübeyir ağabey için,
“ Senin bu hemşehrin çok ahmak,”
“ Benim için herşeyini terk etti.”
“ Görüyorsun çok kovuyorum,”
“ Ama gitmiyor.”
“ Maaşı 700 lira idi.”
“ Ben ona otuz kuruş veriyorum.”
“ Hiç sesini çıkarmıyor.”
“ Senin bu hemşehrin,”
“ Ahmak değil mi?
Diye sorar...
Ahmet Gümüş:
“ Üstadım değil.” der..
Bediüzzaman üsteler:
“ Neden?”
“ Bak, babasını, anasını,”
“ Memuriyetini, terk etti...”
“ Üstelik bir de benden dayak yer.”
“ Otuz kuruş mu çok?”
“ 700 lira mı?
Diye tekrar sorar,
Talebesi:
“ Üstadım sizin otuz kuruş çoktur.
Diye cevap verir...
Bediüzzaman:
“ Sen mekteplisin.”
“ Hiç hesap okumadınız mı?”
“ 30 kuruş 700 liradan nasıl çok olur?
Diye devam eder...
Talebe şöyle cevaplar:
“Üstadım Zübeyir ağabey,”
“ En iyisini yapmıştır.”
“ Sizin otuz kuruş,”
“ 700 liradan çok daha iyidir.
Bunun üzerine Üstad,
“ Anlaşıldı,”
“ Sen hemşehrini tutuyorsun.”
“ Sen de ahmaksın.”
“ Hemşehrini,”
“ Benim yanımda müdafaa ediyorsun.”
“ Ondan sana ahmaklık bulaşmış,
“ Veya seni de kandırmış.”
Diyerek, latife eder...
***
Hey gidi hey! Şakaya gel!
1930'lu senelerin birinde,
Bedre denilen bir mevkide,
Koruluktayangınçıkıyor...
Sabri Arseven ağabey,
Bu yangını,
Ne yapsa önleyemiyor...
Sonunda karar veriyor,
Üstadın ona verdiği,
Ve o gün de sırtında,
Bulunan cübbeyi çıkarıp,
Alevlere doğru uzatıyor...
Ve şöyle hitap ediyor:
“ Yak! işte yakabilirsen!”
“ İşte bu,”
“ Bediüzzaman'ın cübbesi.”
Az sonra alevler çekiliyor,
Ferini kaybediyor,
Ve sonunda sönüp gidiyor.
Daha sonra bir zaman,
Bu olayı Bediüzzaman'a anlatıyor.
Bediüzzaman tebessüm ederek,
Şöyle latife ediyor:
“ Keçeli,”
“ Beni,”
“ Orman koruyucusu mu yaptın?”
***
Bildiğin kaba! Komik de değil!
Mahkemelerden birinde,
Henüz başlamadan celse,
Namaz vakti gelir yine...
Yer arar Üstad hararetle...
Pencere kenarında,
Yalnız bir kişinin sığacağı,
Boşluk bir yerde,
Kılmaya karar verir namazını,
Namaz kılınacak yer,
60-70 santimetre yükseklikte...
Bir sandalye arar gözleri,
Bulamaz nafile...
Bunu görünce bir talebe,
Adı İbrahim Fakazlı,
Atar kendini yere...
Bediüzzaman bozuntuya vermeden,
“Keçeli”diye vurup,
Talebenin ensesine,
Sırtına basıp çıkar,
Namaz kılacağı yere...
***
Bahçeli’ye rakip olurmuş
Bediüzzaman Hazretleri,
İstanbul'dan seyahat ederken,
Deniz yoluyla,
Of limanına da uğrar.
Bu arada bir Medrese müderrisi,
Üstada adını sorar.
Üstad adını bir beyitle açıklar:
“ Kes,''müderris'' ayağın,”
“ Hem ''mûid''in başını”
“ Koy ayağın baş yerine,”
“ Tâ bilesin adımı.”
Şöyleydi bu beyitin açıklaması;
Hem latifeli,
Hem zeka pınarı...
“ Müderris kelimesinin ayağı olan,”
“ Müder kısmı ile,”
“ Mûid kelimesinin başındaki mu harfini kes.”
“ Sonra,müderris kelimesinden,
“ Arta kalan sin harfini,
“ Baş tarafa al.”
“ Mûid kelimesinin başındaki mu yerine koy,”
“ Benim ismim meydana çıkar.”
“ Yani: Said.''
***
Güldürürken düşündürüyor
Bir gün,
Siverek mebusu ve yüzbaşı,
Abdülgani Ensariyle konuşmaktaydı...
Sohbet esnasında,
Bediüzzaman,
“ Ensari” dedi...
“ Yarın Said'in başını kesecekler.”
Ensari cümledeki inceliği anlamamıştı...
“ Nasıl olur efendim?”
Diye şaşırmıştı...
Bediüzzaman tebessüm ederek,
Sözlerindeki manayı açıkladı:
“ Said kelimesinden,”
“ Sin harfi kaldırılırsa,”
“ Yani baş harfi kesilirse,”
“ Geriye “iyd” kalır ki,”
“ Bu kelime arapça da,”
“ Bayram demektir...”
“ Yarın da Kurban bayramıdır...”