Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > Genel Forumlar > Politika

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #31  
Alt 07-07-2021, 06:27
Şüpheci Dinsiz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Şüpheci Dinsiz Şüpheci Dinsiz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.586
Standart

Meydan gazetesi

Anarşizm Nedir? (27): Emeğin Toplumsal Devrim İçin Örgütlenmesi – Alexander Berkman
04/07/2021 18:03

Önceki sayfalarda önerilen uygun hazırlık, toplumsal devrimin yükünü büyük ölçüde hafifletecek, onun sağlıklı gelişmesini ve işleyişini sağlayacaktır.

Peki devrimin ana işlevleri ne olacak?

Her ülkenin kendine özgü koşulları, kendi psikolojisi, alışkanlıkları ve gelenekleri vardır. Devrim süreci doğal olarak her ülkenin ve halkların özelliklerini yansıtacaktır. Ancak temelde tüm ülkeler toplumsal (daha ziyade anti-toplumsal) karakterleri bakımından birbirine benzer: Siyasi biçimler veya ekonomik koşullar ne olursa olsun, hepsi istilacı otorite, tekel ve emeğin sömürülmesi üzerine kuruludur. Bu nedenle toplumsal devrimin temel görevi özünde her yerde aynıdır: Devletin ve ekonomik eşitsizliğin ortadan kaldırılması, üretim ve dağıtım araçlarının toplumsallaştırılması.

Üretim, dağıtım ve iletişim, varoluşun temel kaynaklarıdır; onların üzerinde zorlayıcı otoritenin ve sermayenin gücü vardır. Bu güçten yoksun bırakılan valiler ve yöneticiler, senin ve benim gibi sıradan insanlardan oluşan milyonlarca insan arasında sıradan vatandaşlar haline gelirler. Bunu başarmak sonuç olarak toplumsal devrimin ilk ve en hayati işlevidir.

Devrimin sokak karışıklıkları ve isyanlarla başladığını biliyoruz: Bu, güç ve şiddeti içeren başlangıç aşamasıdır. Ama bu, gerçek devrimin yalnızca gösterişli önsözüdür. İnsanların asırlardır maruz kaldığı sefalet ve aşağılama, düzensizlik ve kargaşa biçiminde patladı. On yıllardır uysalca katlanılan aşağılama ve adaletsizlik, öfke ve yıkım eylemlerinde kendini buluyor.

Bu kaçınılmazdır ve devrimin bu ilk niteliğinden sorumlu olan yalnızca efendi sınıfıdır. Çünkü "rüzgâr eken fırtına biçer" sözü bireyselden çok toplumsal olarak doğrudur: İnsanların boyun eğdirildiği baskı ve sefalet ne kadar büyükse, toplumsal fırtına da o kadar şiddetli olacaktır. Tarihin tümü bunu kanıtlıyor ancak yaşamın efendileri hiçbir zaman onun uyarısına kulak asmadı.

Devrimin bu aşaması kısa sürelidir. Bunu genellikle otorite kalelerinin daha bilinçli ancak yine de kendiliğinden yıkımı, örgütlü şiddet ve vahşetin görünür sembolleri izler: Hapishaneler, polis karakolları ve diğer devlet binaları saldırıya uğrar; tutsaklar serbest bırakılır, yasal belgeler yok edilir. Bu içgüdüsel halk adaletinin tezahürüdür. Bu yüzden Fransız Devrimi'nin ilk hareketlerinden biri Bastille'in yıkılması oldu. Benzer şekilde Rusya'da hapishaneler basıldı ve tutsaklar devrimin en başında serbest bırakıldı. Halkın sağlıklı içgörüsü, tutsakları haklı olarak toplumsal talihsizler, koşulların kurbanları olarak görür ve onlara bu şekilde sempati duyar. İnsanlar mahkemeleri ve kayıtlarını sınıf adaletsizliğinin araçları olarak görürler ve bunlar devrimin başlangıcında haklı olarak yok edilir.

Ancak bu aşama çabuk geçer: Halkın öfkesi kısa sürede tükenir ve devrim yapıcı çalışmasına başlar.

"Gerçekten yeniden yapılanmanın bu kadar erken başlayabileceğini mi düşünüyorsun?" diye soruyorsun.

Dostum, hemen başlamalı. İnsanlar ne kadar aydınlanırsa işçiler amaçlarını o kadar net gerçekleştirir. Onları gerçekleştirmeye ne kadar iyi hazırlanırlarsa devrim o kadar az yıkıcı olacak ve yeniden yapılanma çalışmalarına o kadar hızlı ve etkili bir şekilde başlanacak.

"Çok umutlu değil misin?"

Hayır, sanmıyorum. Toplumsal devrimin "bir anda gerçekleşmeyeceğine" ikna oldum. Hazırlanması, örgütlenmesi gerekecek. Evet, gerçekten örgütlü, tıpkı bir grevin örgütlenmesi gibi. Gerçekte bu bir grev olacak, bütün bir ülkenin birleşik işçilerinin grevi, bir genel grev olacak.

Bir duralım ve şunu düşünelim.

Zırhlı tankların, zehirli gazın ve askeri uçakların olduğu bu günlerde bir devrimle mücadele edilebileceğini nasıl hayal ediyorsun? Silahsız insanların ve onların barikatlarının, yüksek güçlü toplara ve uçan makinelerden üzerlerine atılan bombalara dayanabileceğine inanıyor musun? Emek, devletin ve sermayenin askeri güçleriyle savaşabilir mi?

Görünüşte gülünç, değil mi? İşçilerin kendi alaylarını, "şok birliklerini" veya komünist partilerin sana tavsiye ettiği gibi bir "kızıl cepheyi" kurmaları önerisi de daha az gülünç değildir. Bu tür proleter yapılar, devletin eğitimli ordularına ve sermayenin özel birliklerine karşı durabilecekler mi? En ufak bir şansları olacak mı?

Böyle bir önermenin yalnızca tüm imkansız çılgınlığı içinde görülebilmesi için belirtilmesi gerekir. Bu sadece binlerce işçiyi kesin ölüme göndermek anlamına gelir.

Bu zamanı geçmiş devrim fikrini bitirmenin zamanı geldi. Bugünlerde devlet ve sermaye, işçilerin onlarla baş edemeyecekleri kadar güçlü ve askeri bir şekilde örgütlenmiş durumdalar. Buna teşebbüs etmek suç, düşünmek bile delilik olurdu.

Emeğin gücü savaş alanında değildir. Dünyada hiçbir ordunun yenemeyeceği, hiçbir insan gücünün fethedemeyeceği güç işyerinde, madende ve fabrikada yatar.

Başka bir deyişle, toplumsal devrim ancak genel grev yoluyla gerçekleşebilir. Hakkıyla anlaşılmış ve düzgünce yürütülen genel grev, toplumsal birdevrimdir. Mayıs 1926'da İngiltere'de genel grev ilan edildiğinde devlet, bunun işçilerden çok daha çabuk farkına vardı. Devlet aslında grevcilere "Bu devrimdir!" dedi. Tüm orduları ve donanmaları ile yetkililer durum karşısında güçsüz kaldılar. İnsanları vurarak öldürebilirsin ama onları işe giderken vuramazsın. İşçi "liderleri" genel grevin aslında devrimi ima ettiği düşüncesinden kendileri korktular.

İngiliz sermayesi ve devleti grevi kazandı. Silahların gücüyle değil, işçi "liderlerinin" zeka ve cesaret eksikliğinden ve İngiliz işçilerinin genel grevin sonuçlarına hazırlıklı olmadıklarından dolayı kazandılar. Aslında bu fikir onlar için oldukça yeniydi. Daha önce onunla hiç ilgilenmemişler, önemini ve potansiyellerini hiç incelememişlerdi. Fransa'da benzer bir durumun oldukça farklı bir şekilde gelişeceğini söylemek doğru olacaktır çünkü o ülkede emekçiler yıllardır genel grevi devrimci bir silah olarak görüyorlar.

Toplumsal devrimin tek olasılığının genel grev olduğunu anlamamız çok önemlidir. Geçmişte genel grevin propagandası -gerçek anlamının devrim olduğu, bunun tek pratik yolu olduğu yeterince vurgulanmadan- çeşitli ülkelerde yapıldı. Artık doğrusunu öğrenmemizin zamanı geldi ve bunu yaptığımızda toplumsal devrim belirsiz, bilinmeyen niteliğinden kurtulup kendini var edecektir. İlk adımı sanayilerin örgütlü emek tarafından ele geçirilmesi olan bir gerçeklik, kesin bir yöntem ve amaç, bir program haline gelecektir.

"Şimdi neden toplumsal devrimin yıkımdan ziyade inşa anlamına geldiğini söylediğinizi anlıyorum." diyor arkadaşın.

Anlamana sevindim. Ve beni şimdiye kadar takip ettiysen, endüstrileri devralma meselesinin şansa bırakılabilecek bir şey olmadığı ve gelişigüzel bir şekilde gerçekleştirilemeyeceği konusunda benimle hemfikir olacaksın. Bu ancak iyi planlanmış, sistematik ve örgütlü bir şekilde gerçekleştirilebilir. Bu tek başına yapılamaz. Ne ben ne de başka bir işçi, Ford ya da Roma Papası farketmez. İşçilerin kendileri dışında onu yönetebilecek hiçbir insan ya da insan topluluğu yoktur çünkü endüstrileri işletmek işçilerin işidir. Ama işçiler bile böyle bir girişim için örgütlenmedikçe bunu başaramazlar.

"Ama ben senin bir anarşist olduğunu sanıyordum." diye araya giriyor arkadaşın.

Öyleyim.

"Anarşistlerin örgütlenmeye inanmadıklarını duydum."

Anladığımı sanıyorum ama bu eski bir tartışma. Sana anarşistlerin örgütlenmeye inanmadığını söyleyen herkes saçma sapan konuşuyor. Örgütlenme her şeydir ve her şey örgütlenmedir. Yaşamın tamamı, bilinçli veya bilinçsiz bir örgütlenmedir. Her ulus, her aile, hatta her birey bir örgüt veya örgütlenmedir. Her canlının her parçası, uyum içinde çalışacak şekilde düzenlenmiştir. Aksi halde farklı organlar düzgün çalışamaz ve yaşam olamazdı.

Ama örgütlenmeler de birbirinden farklıdır. Kapitalist toplum o kadar kötü örgütlenmiştir ki çeşitli üyeleri acı çeker: Tıpkı bir organında ağrı olduğunda tüm vücudunun ağrıması ve hasta olman gibi.

Hasta olduğu için acı çeken örgütlenme de vardır, sağlıklı ve güçlü olduğu için neşeli olan örgütlenme de vardır. Bir kuruluş, organlarından veya üyelerinden herhangi birini ihmal ettiğinde veya bastırdığında hasta veya kötüdür. Sağlıklı örgütlenmelerde tüm parçalar eşit derecede değerlidir ve hiçbirine karşı ayrımcılık yapılmaz. Zorlama üzerine kurulu, zorlayan ve baskılayan örgütlenmeler kötü ve sağlıksızdır. Gönüllü olarak oluşturulan, her üyenin özgür ve eşit olduğu özgürlükçü örgüt, sağlam bir yapıdır ve iyi çalışabilir. Böyle bir örgütlenme, eşit parçaların özgür birlikteliğinden oluşur. Anarşistlerin inandığı türden örgütlenmeler bunlardır.

Emeğin sağlıklı, etkin bir şekilde çalışabilen bir bedene sahip olması için işçilerin örgütlenmesi de böyle olmalıdır.

Bu, her şeyden önce, hiçbir örgüt veya sendika üyesinin ayrımcılığa uğramaması, baskı altında tutulmaması veya göz ardı edilemeyeceği anlamına gelir. Bunu yapmak, ağrıyan bir dişi görmezden gelmekle aynı şey olurdu: Tüm vücut hasta düşerdi.

Başka bir deyişle, işçi sendikası tüm üyelerinin eşit özgürlük ilkesi üzerine inşa edilmelidir.

Ancak her biri özgür ve bağımsız bir birim olduğunda, karşılıklı çıkarlar nedeniyle kendi seçimiyle diğerleriyle işbirliği yaptığında başarılı bir şekilde çalışabilir ve güçlenebilir.

Bu eşitlik herhangi bir işçinin kim olduğunun hiçbir önemi olmadığı anlamına gelir: Vasıflı olup olmaması; duvarcı, marangoz, mühendis veya gündelikçi olması; çok veya az kazanması önemli değildir. Hepsinin çıkarları aynıdır; hepsi birbirine aittir ve ancak bir arada durarak amaçlarına ulaşabilirler.

Bu; fabrikadaki, değirmendeki veya madendeki işçilerin tek bir vücut olarak örgütlenmesi gerektiği anlamına gelir çünkü bu onların hangi işlerde çalıştıkları, hangi zanaatları ya da meslekleri takip ettikleri değil çıkarlarının ne olduğu meselesidir. Çıkarlarıysa patrona ve sömürü sistemine karşı aynıdır.

Bir zanaat veya sektörün grevde olduğunu ve aynı endüstrinin diğer dallarının çalışmaya devam ettiği mevcut işçi örgütlenme biçiminin ne kadar aptalca ve verimsiz olduğunu kendin düşün. Örneğin New York'un tramvay işçileri işi bırakınca metro, taksi ve otobüs şoförlerinin iş başında kalması gülünç değil mi? Grevin temel amacı, işvereni emeğin taleplerine boyun eğmeye zorlayacak bir durumu yaratmaktır. Böyle bir durum ancak söz konusu sanayinin tam olarak bağlanmasıyla yaratılabilir, öyle ki kısmi bir grev kaçınılmaz yenilginin zararlı etkisi bir yana, emeğin zamanını ve enerjisini boşa harcamaktan başka bir şey değildir.

Katıldığın grevleri ve duyduğun diğer grevleri düşün. Sendikan, işvereni boyun eğmeye zorlamadığı sürece herhangi bir kavga kazanıldı mı? Bunu ne zaman yapabildi? Ancak patron, işçilerin iş demek olduğunu, işçilerin aralarında herhangi bir anlaşmazlık olmadığını, tereddüt ve oyalanma olmadığını, ne pahasına olursa olsun kazanmaya kararlı olduklarını öğrendiğinde kazanıldı. Bilhassa işveren kendini sendikanın insafına kalmış hissettiğinde, işçilerin azimli duruşu karşısında fabrikasını veya madenini işletemediğinde, grev kırıcıları bulamadığında ve çıkarlarının zarar göreceğini gördüğünde kazanıldı. İşçilere karşı çıktığında onların taleplerini yerine getirmekten daha fazla acı çektiğinde kazanıldı.

O halde ancak kararlı olduğunda, sendikan güçlü olduğunda, iyi örgütlendiğinde, patronun fabrikasını sizin iradeniz dışında çalıştıramayacağı şekilde birleştiğinizde onun itaatini zorunlu kılabileceğin açıktır. Ancak patron genellikle büyük bir üretici veya çeşitli yerlerde değirmenleri, madenleri olan bir şirkettir.

Bir kömür şirketini düşünelim. Bir grev nedeniyle Pennsylvania'daki madenlerini işleyemezse Virginia veya Colorado'da madenciliğe devam ederek ve orada üretimi artırarak kayıplarını gidermeye çalışacaktır. Eğer sen Pennsylvania'da grevdeyken bu eyaletlerdeki madenciler çalışmaya devam ederse şirket hiçbir şey kaybetmez. Hatta senin grevin yüzünden arzın yetersiz olduğu gerekçesiyle kömür fiyatını yükseltmek için grevi memnuniyetle bile karşılayabilir. Bu şekilde şirket sadece grevini kırmakla kalmaz, aynı zamanda kamuoyunun size karşı olan bakışını da etkiler çünkü insanlar aptalca, yüksek kömür fiyatının maden sahibinin açgözlülüğünden kaynaklanmadığına, gerçekten de senin grevinin sonucu olduğuna inanırlar. Grevi kaybedersiniz, bir süre sonra sen ve her yerdeki işçiler kömür için daha fazla ödemek zorunda kalırsınız ve yalnızca kömür için değil yaşamın diğer tüm gereksinimleri için daha fazla ödeme yapmak zorunda kalırsınız. Çünkü kömürün fiyatıyla birlikte genel yaşam maliyeti yükselir.

Grevdeyken diğer madenlerin çalışmasına izin veren mevcut sendika politikasının ne kadar aptalca olduğunu düşün. Diğerleri işte kalıyor ve grevinize maddi destek veriyorlar ancak onların yardımlarının yalnızca grevinizi kırmaya yardımcı olduğunu görmüyor musunuz? Çünkü grev fonunuza katkıda bulunmak için çalışmaya devam etmek, sonuçta sizi hırpalamak zorundalar? Bundan daha anlamsız ve zararlı bir şey olabilir mi?

Bu, her endüstri ve her grev için geçerlidir. Çoğu grevin neden kaybedildiğini tahmin edebilir misin? Amerika'da olduğu gibi diğer ülkelerde de durum böyle. Önümde, İngiltere'de Emek İstatistikleri başlığı altında yeni yayınlanan Mavi Kitap var. Veriler, grevlerin işçi zaferlerine yol açmadığını kanıtlıyor. Son sekiz yılın rakamları ise şöyle:

Lehine Sonuçlar:
Yıl İşçiler Patronlar
1920 390 507
1921 152 315
1922 111 222
1923 187 183
1924 162 235
1925 154 189
1926 67 126
1927 61 118

O zaman grevlerin neredeyse %60'ı kaybedildi. Bu arada grevlerden kaynaklanan iş günü kaybını -yani ücretin olmadığı zamanı- da göz önünde bulundurun. 1912'de İngiliz emeği tarafından kaybedilen toplam işgünü sayısı 40.890.000'di; her biri 60 yıl ömürlü 2.000 insanın hayatına neredeyse eşittir. 1919'da kaybedilen iş günü sayısı 34.969.000 idi; 1920'de 26.568.000; 1921'de 85.872.000; 1926'da genel grev sonucunda 162.233.000 gün… Bu rakamlara işsizlik nedeniyle kaybedilen zaman ve ücretler dahil değildir.

Şu anda yapılan grevlerin işe yaramadığını, işçi sendikalarının endüstriyel anlaşmazlıklarda kazanan olmadığını görmek için çok fazla matematik bilgisi gerekmiyor.

Ancak bu, grevlerin hiçbir amaca hizmet etmediği anlamına gelmez. Aksine çok değerlidirler: İşçiye dayanışmayı, kendi gibilerle omuz omuza durma ve ortak davada birlik içinde savaşmanın hayati ihtiyacını öğretirler. Grevler onu sınıf mücadelesinde eğitirler; ortak çaba, efendilere karşı direniş, dayanışma ve sorumluluk ruhunu geliştirirler. Bu anlamda başarısız bir grev bile tam bir kayıp değildir. Emekçiler onun aracılığıyla, proleter mücadelenin en derin anlamını somutlaştıran pratik bilgeliğin "birinin yaralanmasının herkesin endişesi olduğunu" öğrenirler. Bu, yalnızca maddi iyileştirme için verilen günlük savaşla değil aynı şekilde işçiye ve onun varlığına ilişkin her şey, özellikle adalet ve özgürlüğün söz konusu olduğu meselelerle de ilgilidir.

Söz konusu dava kimin olursa olsun, insanların toplumsal adalet adına harekete geçtiğini görmek dünya üzerindeki en ilham verici şeylerden biridir. Çünkü gerçekten de en gerçek ve en derin anlamıyla hepimizin kaygısı budur. Emek ne kadar aydınlanır ve daha büyük çıkarlarının farkına varırsa sempatileri o kadar geniş ve evrensel hale gelir, adalet ve özgürlüğü dünya çapında o kadar çok savunur. Sacco ve Vanzetti'nin Massachusetts'te yargılanarak öldürülmesini her ülkedeki işçilerin protesto etmesi bu anlayışın bir tezahürüydü. Bütün dürüst erkek ve kadınlar gibi, dünyanın her yerindeki insanlar içgüdüsel ve bilinçli olarak böyle bir suç işlendiğinde bunun kendileri ile ilgili olduğunu hissettiler. Ne yazık ki bu protesto, benzerleri gibi sadece kısmi çözümlerle yetindi. Örgütlü emek, genel grev gibi bir eyleme başvurmuş olsaydı talepleri göz ardı edilmeyecek ve işçilerin en iyi iki dostu ve en onurluları gerici güçlere kurban edilmeyecekti.

Proletaryanın muazzam gücünün, birleşik ve kararlı olduğunda her zaman galip gelen gücün değerli bir gösterimi olacaktı. Bu, geçmişte Idaho Eyaleti kömür baronlarının Batı Madenciler Federasyonu yetkilileri olan Haywood, Moyer ve Pettibone örneğinde olduğu gibi kararlı çalışma tutumunun planlı yasal saldırıları engellediği birçok durumda kanıtlanmıştır. 1905 madenci grevi sırasında darağacına göndermek için komplo kurulmuştu. Yine 1917'de California'da Tom Mooney'nin idamını engelleyen şey emekçilerin dayanışmasıydı. Amerika'daki örgütlü emeğin Meksika'ya karşı sempatik tavrı da şimdiye kadar o ülkenin Amerikan petrol çıkarları adına Birleşik Devletler Hükümeti tarafından askeri işgaline engel olmuştur. Benzer şekilde, Avrupa'da işçilerin birleşik eylemi, yetkilileri defalarca siyasi tutsaklara af çıkarmaya zorladı. İngiltere Devleti, İngiliz emeğinin Rus Devrimi'ne duyduğu sempatiden o kadar korktu ki tarafsızmış gibi davranmak zorunda kaldı. Rusya'daki karşı-devrime açıkça yardım etmeye cesaret edemedi. Liman işçileri Beyaz Ordu için yiyecek ve mühimmat yüklemeyi reddettiğinde İngiliz Hükümeti aldatmacaya başvurdu. Yiyecek ve mühimmatın Fransa'ya gönderileceği konusunda işçilere güvence verdi. 1920 ve 1921'de Rusya'da tarihi malzeme toplama çalışmalarım sırasında, gönderilerin Fransa'dan İngiliz Devleti'nin doğrudan emriyle karşı-devrimci generallere -Rusya'nın kuzeyinde, orada sözde Çaykovski-Miller Hükümeti'ni kurmuş olan generallere- derhal iletildiğini kanıtlayan resmi İngiliz belgelerine sahip oldum. Pek çok olaydan biri olan bu olay, uluslararası proletaryanın uyanan sınıf bilincine ve dayanışmasına karşı sahip olunan güçlü korkuyu gözler önüne seriyor.

İşçiler bu ruhta ne kadar güçlenirlerse kurtuluş mücadeleleri o kadar etkili olacaktır. Sınıf bilinci ve dayanışması, emeğin tam gücüne kavuşabilmesi için ulusal ve uluslararası boyutlara ulaşmalıdır. Nerede adaletsizlik varsa, nerede zulüm ve baskı varsa -Filipinler'in boyun eğdirilmesi, Nikaragua'nın işgali, Kongo'daki emekçilerin Belçikalı sömürücüler tarafından köleleştirilmesi; Mısır, Çin, Fas veya Hindistan'daki insanların üzerindeki baskı- tüm bu tür rezilliklere karşı seslerini yükseltmek ve dünyanın her yerinde yağmalanmışların ve mahrum bırakılmışların ortak davasında dayanışmalarını göstermek her yerde işçilerin görevidir.

Emek yavaş yavaş bu toplumsal bilince doğru ilerliyor: Grevler ve diğer sempatik ifadeler bu ruhun değerli bir tezahürüdür. Şu anda çok sayıda grev kaybediliyorsa bunun nedeni proletaryanın ulusal ve uluslararası çıkarlarının henüz tam olarak farkında olmaması, doğru ilkeler üzerinde örgütlenmemiş olması ve dünya çapında işbirliği ihtiyacını yeterince kavramamasıdır.

Eğer fabrikan veya madenin greve gittiğinde tüm endüstrinin iş bırakmasını sağlayacak şekilde örgütlenmiş olsaydın, daha iyi koşullar için günlük mücadelelerin hızla farklı bir karakter kazanırdı; yavaş yavaş değil aynı anda, hepsi aynı anda. O zaman patron senin insafına kalmış olurdu, tüm sektörde çark dönmediğinde ne yapabilirdi ki? Bir ya da birkaç fabrikaya yetecek kadar grev kırıcı bulabilir ancak tüm bir endüstriye bunları tedarik edilemez ve bunu güvenli ya da uygun görmezdi. Ayrıca, modern endüstri iç içe geçtiği için, herhangi bir endüstride işin askıya alınması, çok sayıda diğer endüstriyi de hemen etkileyecektir. Durum tüm ülkeyi doğrudan ilgilendirecek, halk harekete geçirilecek ve çözüm talep edilecektir. (Şu anda, tek fabrika grev yaptığında kimsenin umurunda olmuyor ve sessiz kaldığın sürece açlıktan ölebilirsin.) Bu çözüm yine kendine, örgütünün gücüne bağlı olacaktır. Patronlar, gücünüzü bildiğinizi ve kararlı olduğunuzu gördüklerinde, yeterince çabuk pes edecekler veya bir uzlaşma arayacaklardır. Her gün milyonlar kaybedeceklerdir, grevciler işleri ve makineleri sabote edeceklerdir ve patronlar sadece o zaman "anlaşmak" için çok hevesli olacaklardır. Bir fabrikanın ya da bölgenin grevinde genellikle bunu memnuniyetle karşılıyorlar çünkü tek başınıza hiçbir şansınızın olmadığını biliyorlar.

Bu nedenle, sendikanın hangi tarzda, hangi ilkeler üzerine kurulduğunu ve daha iyi koşullar için günlük mücadelende tek başına emeğin ve işbirliğinin ne kadar hayati olduğunu düşün. Güç birlik olmaktır ancak bu birlik mevcut değil ve endüstriler yerine zanaat hatlarında örgütlendiğin sürece imkansızdır.

Senin ve iş arkadaşlarının, sendikanın kuruluşunun şeklini hemen değiştirmekten daha önemli ve acil bir işiniz olamaz.

Ancak değiştirilmesi gereken yalnızca biçim değildir. Sendikanız amaçları ve hedefleri konusunda net olmalıdır. İşçi gerçekten ne istediğini, bunu nasıl ve hangi yöntemlerle yapmak istediğini ciddi bir şekilde düşünmelidir. Sendikanın ne olması gerektiğini, nasıl işlemesi gerektiğini ve neyi başarmaya çalışması gerektiğini öğrenmelidir.

Şimdi, sendika neyi başaracak? Gerçek bir işçi sendikasının kolları ne olmalıdır?

Her şeyden önce, sendikanın amacı üyelerinin çıkarlarına hizmet etmektir. Bu onun asli görevidir. Bu konuda bir tartışma yok; her işçi bunu anlar. Bazıları bir emek kuruluşuna katılmayı reddediyorsa bunun nedeni, onun büyük değerini takdir edemeyecek kadar cahil olmalarıdır, bu durumda da aydınlanmaları gerekir. Ama genellikle sendikaya inanmadıkları için ya da hayal kırıklığına uğradıkları için üye olmayı reddediyorlar. Sendikadan uzak kalanların çoğu bunu yapıyor çünkü örgütlü emeğin gücü hakkında çok fazla gururlu oldukları halde çoğu zaman acı deneyimlerden, neredeyse her önemli mücadelede onun yenilgiye uğradığını biliyorlar. "Ah, sendika," diyorlar kibirle, "hiçbir önemi yok." Gerçekten, doğruyu konuşmak gerekirse bir dereceye kadar haklılar. Örgütlü sermayenin serbest piyasa politikası ilan ettiğini ve sendikaları yendiğini görüyorlar; işçi "liderlerinin" grevleri sattığını ve işçilere ihanet ettiğini görüyorlar; üyeleri, tabandakileri, sendika içindeki ve dışındaki siyasi entrikalarda işe yaramaz görüyorlar. Emin ol işçiler neden böyle olduğunu anlamıyorlar ama gerçekleri görüyorlar ve sendikaya karşı çıkıyorlar.

Bazıları bir zamanlar sendikaya üye oldukları için sendikayla herhangi bir ilgileri olmasını reddediyor ve bireysel üyenin, ortalama işçinin örgütün işlerinde ne kadar önemsiz bir rol oynadığını biliyorlar. Amerika Birleşik Devletleri'ndeki yerel liderler, bölge ve merkez organlar, ulusal ve uluslararası memurlar, Amerikan İşçi Federasyonu'nun şefleri bütün gösteriyi yönetiyor. "Oy vermekten başka yapacak bir şeyiniz yok ve itiraz ederseniz sepetlenirsiniz." diyorlar.

Maalesef haklılar. Sendikanın nasıl yönetildiğini biliyorsun. Üyelerin söyleyebileceği çok az şeyi var. Tüm gücü liderlere devrettiler ve bunlar patronlar haline geldi, tıpkı toplumun daha geniş yaşamında insanların, başlangıçta kendilerine hizmet etmesi amaçlananların -devlet ve görevlilerinin- emirlerine boyun eğdirilmesi gibi. Bunu yaptığınızda, devrettiğiniz yetki her defasında size ve kendi çıkarlarınıza karşı kullanılacaktır. Sonra da liderlerinizin "iktidarlarını kötüye kullandıklarından" şikayet ediyorsunuz. Hayır dostum, kötüye kullanmazlar; sadece onu kullanırlar çünkü kendisi en kötüsüdür. Kötüye kullanım iktidarın kullanılması anlamına gelir.

Gerçekten sonuç elde etmek istiyorsan tüm bunların değiştirilmesi gerekir. Bu, toplumda siyasi gücün yöneticilerden alınıp tamamen ortadan kaldırılmasıyla gerçekleştirilebilir. Siyasi iktidarın otorite, baskı ve tiranlık anlamına geldiğini; ihtiyacımız olanın siyasi hükümet değil kolektif işlerimizin rasyonel yönetimi olduğunu önceden gösterdim.

Tıpkı bunun gibi, sendikanda işinin mantıklı bir şekilde yönetilmesine ihtiyacın var. Tüm zenginliklerin yaratıcısı ve dünyanın destekçisi olarak emeğin ne kadar muazzam bir güce sahip olduğunu biliyoruz. Düzgün bir şekilde örgütlenip birleşirlerse işçiler durumu kontrol edebilirler. Ama işçinin gücü sendika toplantı salonunda değil dükkânda ve fabrikada, değirmende ve madendedir. Örgütlenmesi gereken yer orasıdır. Orada ne istediğini, ihtiyaçlarının neler olduğunu bilirsin, çabalarını ve iradeni oraya yoğunlaştırman gerekir. Her dükkan ve fabrikanın sıradan insanların -liderlerin değil- istek ve gereksinimleriyle, tezgahtaki ve ocaktaki üyelerin istek ve gereksinimleriyle ilgilenmek, iş arkadaşlarının talep ve şikayetleriyle ilgilenmek için özel bir komitesi olmalıdır. Yerinde ve sürekli olarak işçilerin yönlendirmesi ve denetimi altında olan böyle bir komite hiçbir iktidara sahip değildir: Sadece talimatları yerine getirir. Üyeleri, o anın ihtiyacına ve eldeki görev için gerekli olan yeteneğe göre, istedikleri zaman geri çağrılır ve diğerleri onların yerine seçilir. Söz konusu konulara karar veren ve kararlarını atölye komiteleri aracılığıyla uygulayan işçilerdir.

Emeğin ihtiyaç duyduğu örgütlenmenin karakteri ve biçimi budur. Yalnızca bu biçim onun gerçek amacını ve iradesini ifade edebilir, onun ihtiyaç duyduğu sözcüsü olabilir ve gerçek çıkarlarına hizmet edebilir.

Bu atölye ve fabrika komiteleri yerel, bölgesel ve ulusal olarak diğer fabrika ve madenlerdeki benzer organlarla birleştiğinde, emeğin insanca sesi ve onun etkin temsilcisi olacak yeni bir tür emek örgütlenmesi oluşturacaktır. Birleşik işçilerin tüm ağırlığını ve enerjisini taşıyacak, kapsamı ve potansiyelleri açısından muazzam bir gücü temsil edecektir.

Proletaryanın günlük mücadelesinde böyle bir örgüt, muhafazakar sendikanın şu anda inşa edildiği şekliyle hayal bile edemediği zaferler elde edebilecektir. İnsanların saygısını ve güvenini kazanacak, örgütlenmemişleri kendine çekecek ve tüm işçilerin eşitliği, ortak çıkarları ve amaçları temelinde emek güçlerini birleştirecektir. Efendilerin karşısına işçi sınıfının tüm gücüyle, yeni bir bilinç ve güç anlayışı içinde çıkacaktır. Ancak o zaman emek birlik kazanır ve onun ifadesi olan sendika gerçek bir anlam kazanır.

Böyle bir sendika kısa zamanda işçinin salt savunucusu ve koruyucusu olmaktan öteye geçecektir. Birlik ve bunun sonucunda ortaya çıkan gücün, emek dayanışmasının anlamının hayati bir kavrayışını kazanacaktır. Fabrika ve dükkân, işçinin yaşamdaki uygun rolüne ilişkin anlayışını geliştirmek, kendine güvenini ve bağımsızlığını geliştirmek, ona karşılıklı yardımlaşmayı ve işbirliğini öğretmek, onu sorumluluğunun bilincine varmak için bir eğitim kampı işlevi görecektir. Kendi işlerine bakmayı ve onun refahını gözetmeyi liderlere veya politikacılara bırakmadan, kendine göre karar vermeyi ve hareket etmeyi öğrenecektir. Ne istediklerini ve hangi yöntemlerin amaçlarına en iyi şekilde hizmet edeceğini, kürsüdeki arkadaşlarıyla birlikte belirleyecek olan o olacak ve komitesi sadece talimatları yerine getirecektir. Dükkan ve fabrika işçinin okulu ve üniversitesi olacaktır. Orada toplumdaki yerini, endüstrideki işlevini ve hayattaki amacını öğrenecek. Bir işçi ve bir insan olarak olgunlaşacak ve emek anlamını bulacaktır. Bilecek ve bu sayede güçlü olacaktır.

Kısa bir süre önce bir ücretli köle, bir çalışan ve emeğinin desteklediği efendisinin iyi niyetine bağımlı olarak kalmanın kendisine yettiğini düşünen işçi, mevcut ekonomik ve toplumsal düzenlemelerin yanlış ve canice olduğunu anlayacak, onları değiştirmeye kararlı olacaktır. Atölye komitesi ve sendika yeni bir ekonomik sistemin, yeni bir toplumsal yaşamın hazırlık alanı olacaktır.

O halde, senin ve benim ve özünde emeğin çıkarlarını taşıyan her erkek ve kadının, bu amaçlar için çalışmamızın ne kadar gerekli olduğunu görüyorsun.

Ve tam burada, daha öndeki proleterlerin, radikallerin ve devrimcilerin bunu daha ciddi bir şekilde düşünmelerinin özellikle acil olduğunu vurgulamak istiyorum çünkü çoğu için, hatta bazı anarşistler için bile bu sadece manevi bir dilek, uzak bir istek ve bir umuttur. Bu yöndeki çabaların üstün önemini kavrayamazlar. Ama bu sadece bir rüya değil. Çok sayıda işçi bu anlayışı kavrıyor: IWW ve her ülkedeki devrimci anarşist-sendikalistler kendilerini bu amaca adıyorlar. Günümüzün en acil ihtiyacı budur. Bizim çabaladığımız şeyi ancak işçilerin doğru örgütlenmesinin başarabileceğini ne kadar vurgulasak az kalır. İçinde emeğin ve geleceğin kurtuluşu yatıyor. Aşağıdan yukarıya, dükkandan ve fabrikadan başlayarak her yerdeki işçilerin ortak çıkarları temelinde -ticaret, ırk veya ülke ne olursa olsun- karşılıklı çaba ve birleşik irade yoluyla örgütlenme, emek sorununu tek başına çözebilir ve insanın gerçek kurtuluşuna hizmet eder.

"Endüstrileri devralan işçilerden bahsediyordunuz," diye hatırlatıyor arkadaşın, "Bunu nasıl yapacaklar?"

Evet, örgütlenme ile ilgili bu açıklamayı yaptığında ben de bundan bahsediyordum. Ama meselenin tartışılmış olması iyi, çünkü incelediğimiz problemlerde bundan daha hayati herhangi bir şey yok.

Endüstrilerin devralınmasına geri dönersek; bu sadece onları devralmak değil onları emekle yönetmek demektir. İşçiler halihazırda endüstrilerin içindeler. Devralma, işçilerin oldukları yerde çalışan olarak değil yasal kolektif mülk sahibi olarak kalmalarına dayanır.

Bu noktayı kavra dostum. Toplumsal devrim sırasında kapitalist sınıfın mülksüzleştirilmesi -endüstrilerin devralınması- şimdi bir grevde kullandığın taktiklerin tam tersini gerektirir. Grevde işi bırakır ve patronun değirmen, fabrika ya da madenin tam mülkiyetinde olmasını sağlarsın. Elbette bu aptalca bir işlem, çünkü efendiye tüm avantajı veriyorsun: O senin yerine grev kırıcıları bulabilir ve sen dışarıda soğukta kalırsın.

Toplumsallaştırma ise tam tersidir. Sen içeride kalırken patronu kovarsın. Ancak diğerleri ile eşit şartlarda işçiler arasında bir işçi olursa orada kalabilir.

Herhangi bir yerin emek örgütleri, kendi yerel bölgelerindeki kamu hizmetlerinden, iletişim araçlarından, üretim ve dağıtımdan sorumlu olurlar. Yani telgrafçılar, telefon ve elektrik işçileri, demiryolu işçileri vb. atölyeyi, fabrikayı veya başka bir kurumu (devrimci atölye komiteleri aracılığıyla) ele geçirirler. Kapitalist ustabaşılar, gözetmenler ve yöneticiler değişime direnirler ve işbirliği yapmayı reddederlerse binadan çıkarılırlar. Katılmak isterlerse bundan böyle ne efendiler ne de sahipler olmadığını; fabrikanın, genel teşebbüste hepsi eşit ortaklar olan sanayiyle uğraşan işçilerin sendikasının sorumlu olduğu kamu malı haline geldiğini anlamaları sağlanır.

Büyük sanayi ve imalat şirketlerinin üst düzey yetkililerinin işbirliği yapmayı reddetmeleri beklenebilir. Böylece kendilerini yok ederler. Yerlerini önceden bu iş için hazırlanmış işçiler almalıdır. Bu yüzden endüstriyel hazırlığın büyük önemini vurguladım. Bu, kaçınılmaz olarak gelişecek ve toplumsal devrimin başarısının diğer faktörlerden çok buna bağlı olacağı bir durumda öncelikli bir gerekliliktir. Endüstriyel hazırlık en önemli noktadır, çünkü onsuz bir devrim çökmeye mahkumdur.

Mühendisler ve diğer teknik uzmanların, toplumsal devrim geldiğinde özellikle de bu arada kol ve kafa işçileri arasında daha yakın bir bağ ve daha iyi bir anlayış kurulmuşsa emekle el ele verme olasılıkları daha yüksektir.

Onlar reddetmesi ve işçilerin endüstriyel ve teknik olarak kendilerini hazırlamakta başarısız olması halinde, üretim zorlayıcı işbirliğine dayanır. Bu yöntem Rus Devrimi'nde denendi ve başarısız olduğu kanıtlandı.

Bolşeviklerin bu bağlamdaki ciddi hatası, entelijansiyanın bazı üyelerinin muhalefeti nedeniyle tüm sınıfa düşmanca davranmasıydı. Birkaç kişinin hatası yüzünden bütün bir toplumsal gruba zulmetmelerine neden olan, fanatik dogmanın doğasında bulunan hoşgörüsüzlük ruhuydu. Bu durum kendini profesyonel unsurlara, teknik uzmanlara, kooperatif örgütlerine ve genel olarak tüm kültürlü kişilere karşı toptan intikam politikasında gösterdi. İlk başta devrime dost olan, hatta bazıları onun lehine hevesli olan çoğunluk bu Bolşevik taktikleri tarafından yabancılaştırıldı ve işbirliği imkansız hale getirildi. Diktatör tutumlarının bir sonucu olarak komünistler, ülkenin endüstriyel yaşamında sonunda tamamen savaş yöntemlerini uygulamaya koyana kadar artan baskı ve zorbalığa başvurdular. Kaçınılmaz olarak bu durum fabrikaların ve değirmenlerin askerileşmesine, zorunlu emeğe yol açtı ve başarısızlıkla sonuçlandı. Çünkü zorunlu emek doğası gereği kötü ve verimsizdir; dahası bu durma sürüklenenler tarafından uygulanan sabotajlar, iş yavaşlatmalar ve işin berbat edilmesi en baştan çalışmayı reddetmekten daha kötü sonuçlar doğurdu. Akıllı düşmanlar tarafından kullanılan ve uzun vadede fark edilemeyecek bu yöntemler, makinelere ve ürünlere çalışmamaktan çok daha fazla zarar verdi. Bu tür sabotajlara karşı alınan en sert önlemlere hatta idam cezasına rağmen devlet kötülüğün üstesinden gelmekten acizdi. Bir Bolşevik'in, bir siyasi komiserin, daha sorumlu pozisyonlardaki her teknisyenin üzerine yerleştirilmesi meselelere yardımcı olmadı. Sadece endüstriyel konulardan habersiz, yalnızca devrime dost ve yardım etmeye istekli olanların çalışmasına müdahale eden, göreve yabancı olmaları sebebiyle sabotajı hiçbir şekilde engellemeyen bir asalak memurlar ordusu yarattı. Zorla çalıştırma sistemi sonunda pratikte ekonomik karşı-devrim haline gelen bir duruma evrildi ve bu noktada diktatörlüğün hiçbir çabası durumu değiştiremezdi. Bolşeviklerin zorunlu çalışmadan uzmanları ve teknisyenleri sanayilerdeki pozisyonlarına geri döndürmesine, onları yüksek ve özel ücretlerle ödüllendirerek kazanma politikasına dönmelerine neden olan buydu.

Rus Devrimi'nde bu kadar belirgin bir şekilde başarısız olan ve nitelikleri gereği, hem endüstriyel hem de ahlaki olarak her seferinde başarısız olmaya mahkum olan yöntemleri yeniden denemek aptalca ve canice olur.

Bu sorunun tek çözümü, işçilerin endüstriyi örgütleme ve yönetme sanatında önceden de önerilen hazırlığı yapması ve eğitiminin yanı sıra kafa ve kol emekçileri arasındaki daha yakın temastır. Hammaddeden üretim ve dağıtıma kadar birbirini takip eden süreçlere, endüstrilerinin çeşitli evrelerine işçileri alıştırmak amacıyla her fabrika, maden ve fabrikanın atölye komitesinden ayrı ve bağımsız özel işçi konseyleri olmalıdır. Bu sanayi konseyi kalıcı olmalıdır ancak üyeleri belirli bir fabrika veya fabrikanın hemen hemen tüm çalışanlarını alacak şekilde dönüşümlü olmalıdır. Örneklemek gerekirse: Belirli bir kuruluştaki sanayi konseyinin, sanayinin karmaşıklığına ve belirli bir fabrikanın büyüklüğüne göre, duruma göre beş veya yirmi beş üyeden oluştuğunu varsayalım. Konsey üyeleri, sektörlerini iyice tanıdıktan sonra, öğrendiklerini iş arkadaşlarının bilgisine sunmak için yayınlar ve onların endüstriyel çalışmalara devam etmeleri için yeni konsey üyeleri seçilir. Bu şekilde tüm fabrika veya değirmen, ticaretinin organizasyonu ve yönetimi hakkında gerekli bilgileri ardışık olarak edinebilir ve gelişimine ayak uydurabilir. Bu konseyler, işçilerin endüstrilerinin tekniğine tüm aşamalarda aşina olacakları endüstri okulları olarak hizmet edecektir.

Aynı zamanda, daha büyük örgüt olan sendika, sermayeyi fiili yönetime daha fazla emek katılımına izin vermeye zorlamak için her türlü çabayı kullanmalıdır. Ancak bu, en iyi ihtimalle bile, işçilerin yalnızca küçük bir azınlığına fayda sağlayabilir. Öte yandan yukarıda önerilen plan atölyede, fabrikada ve değirmenlerde hemen hemen her işçiye endüstriyel eğitim olanağı sunuyor.

Elbette endüstri konseylerinin fiili uygulama yoluyla elde edemeyecekleri belirli iş türleri -örneğin mühendislik; inşaat, elektrik, mekanik- olduğu doğrudur. Ama sanayinin genel süreçleri hakkında öğrenecekleri şey, hazırlık olarak paha biçilmez değerde olacaktır. Geri kalanı için, işçi ve teknisyen arasındaki daha yakın dostluk ve işbirliği bağı en büyük gerekliliktir.

Bu nedenle endüstrilerin devralınması, toplumsal devrimin ilk büyük amacıdır. Bu, proletarya tarafından onun örgütlenmiş ve göreve hazır olan kısmı tarafından gerçekleştirilecektir. Önemli sayıda işçi şimdiden bunun önemini kavramaya ve önlerindeki görevi anlamaya başlıyor. Fakat yapılması gerekeni anlamak yeterli değildir. Nasıl yapılacağını öğrenmek bir sonraki adımdır. Bu hazırlık çalışmasına bir an önce girmek örgütlü işçi sınıfının görevidir.

Çeviren: Burak Aktaş

* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
Alıntı ile Cevapla
  #32  
Alt 14-07-2021, 16:47
Şüpheci Dinsiz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Şüpheci Dinsiz Şüpheci Dinsiz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.586
Standart

Meydan gazetesi

Anarşizm Nedir? (28): İlkeler ve Pratik – Alexander Berkman
09/07/2021 21:05

Toplumsal devrimin temel amacı insanlar için koşulların acilen iyileştirilmesidir. Devrimin başarısı temelde buna bağlıdır. Bu, ancak tüketim ve üretimi halkın gerçekten yararına olacak şekilde örgütleyerek başarılabilir. Toplumsal devrimin en büyük -aslında tek- güvencesi burada yatmaktadır. Rusya'da karşı-devrimi dize getiren Kızıl Ordu değil ayaklanma sırasında ele geçirdikleri topraklara can veren köylülerdi. Toplumsal devrim eğer yaşamak ve büyümek istiyorsa kitlelere somut kazanım sağlamalıdır. Halkın geneli, çabalarından gerçek bir avantaj elde edeceğinden emin olmalı ya da en azından yakın gelecekte böyle bir avantaj umudunu beslemelidir. Devrim, varlığını ve savunmasını ordu ve savaş gibi mekanik araçlara dayandırıyorsa kaybetmeye mahkûmdur. Devrimin gerçek güvenliği organiktir. Onun güvenliği sanayi ve üretimdir.

Devrimin amacı daha fazla özgürlüğü güvence altına almak, halkın refahını arttırmaktır. Özellikle toplumsal devrimin amacı insanların kendi çabalarıyla ekonomik ve toplumsal refah koşullarını oluşturmalarını, daha yüksek ahlaki ve manevi seviyelere çıkmalarını sağlamaktır.

Başka bir deyişle, toplumsal devrim tarafından kurulacak olan şey özgürlüktür. Çünkü gerçek özgürlük ekonomik fırsatlara dayanır. Onsuz özgürlük tümüyle bir yalandır, sömürü ve baskı uğruna takılan bir maskedir. En derin anlamda özgürlük, ekonomik eşitliğin çocuğudur.

Dolayısıyla toplumsal devrimin temel amacı, eşit fırsat temelinde eşit özgürlük tesis etmektir. Hayatın devrimci bir şekilde yeniden örgütlenmesine ekonomik, politik ve toplumsal olarak herkesin eşitliğini sağlamak için derhal başlanmalıdır.

Bu yeniden örgütlenme her şeyden önce emeğin ülkenin ekonomik durumuna tam olarak aşina olmasına bağlı olacaktır: Arzın eksiksiz envanterine, hammadde kaynaklarının tam bilgisine ve emek güçlerinin verimli bir yönetim için düzgün örgütlenmesine.

Bu, iyi örgütlenmiş ve akıllı işçi birliklerinin -ayaklanmadan sonraki gün- devrim için hayati bir önem taşıdıkları anlamına gelir. Tüm üretim ve dağıtım sorunu -devrimin yaşamı- buna dayanmaktadır. Daha önce de belirtildiği gibi devrimin amaçlarını gerçekleştirebilmesi için bu bilginin devrimden önce işçiler tarafından edinilmesi gerektiği açıktır.

Bu nedenle bir önceki bölümde ele alınan atölye ve fabrika komitesi çok önemlidir. Bunlar, devrimci yeniden yapılanmada belirleyici bir rol oynayacaklardır.

Çünkü yeni bir toplum aniden doğmaz, tıpkı bir çocuk gibidir. Yeni toplumsal yaşam, tıpkı anne karnındaki yeni yaşamın yaptığı gibi, eski bir yaşamın bedeninde gelişir. İşleyebilen eksiksiz bir organizma haline gelene kadar onu geliştirmek için zaman ve belirli süreçler gereklidir. Bu aşamaya gelindiğinde doğum, bireyselde olduğu kadar toplumsal olarak da ızdırap ve acı içinde gerçekleşir. Basmakalıp ama anlamlı bir deyim kullanırsak devrim, yeni toplumsal varlığın ebesidir. Bu, en gerçek anlamıyla doğrudur. Kapitalizm, yeni toplumun ebeveynidir; atölye ve fabrika komitesi, sınıf bilinçli emek ve devrimci amaçların birliği yeni yaşamın tohumudur. Bu işyeri komitesinde ve sendikada işçi, işlerini nasıl yöneteceğinin bilgisini edinmelidir: Bu süreçte toplumsal yaşamın uygun örgütlenme, birleşik emek ve dayanışma meselesi olduğu algısı gelişecektir. İnsanların patronluk taslaması ve yönetmesi değil işleri başaran şeyin özgür örgütlenme ve birlikte uyumlu çalışma olduğunu anlayacaktır; buğdayı büyüten ve çarkları döndüren, üreten ve yaratan devlet ve yasalar değil uyum ve işbirliğidir. Deneyim, ona insanların değil şeylerin yönetimini öğretecektir. İşyeri komitesinin günlük yaşamında ve mücadelelerinde işçi, devrimi nasıl yürüteceğini öğrenmelidir.

Mahalle, bölge ve eyalet bazında örgütlenen ve ulusal düzeyde özerk olan mağaza ve fabrika komiteleri, devrimci üretimi sürdürmek için en uygun organlar olacaktır.

Ulusal düzeyde özerk olan yerel ve bölgesel işçi konseyleri, halkın kooperatifleri aracılığıyla dağıtımı yönetmek için en uygun örgütlenme biçimi olacaktır.

İşçiler tarafından görev başında seçilen bu komiteler, kendi dükkân ve fabrikaları ile aynı sektördeki diğer dükkân ve fabrikalar arası bağlar kuracaktır. Tüm bir endüstrinin ortak konseyi o endüstriyi diğer endüstrilerle ilişkilendirecek ve böylece tüm ülke çapında bir işçi konseyleri federasyonu oluşturulacaktır.

Kooperatif birlikler ülke ve şehir arasındaki değişim aracıdır. Yerelde örgütlenmiş bölgesel ve ulusal olarak özerk olan çiftçiler, kooperatifler aracılığıyla şehirlerin ihtiyaçlarını karşılayacak ve karşılığında şehir sanayilerinin ürünlerini alacaklardır.

Her devrime umut ve özlemle dolu büyük bir halk coşkusu eşlik eder. Devrimin sıçrama tahtası budur. Ansızın ve güçlü olan bu yüksek gelgit, inisiyatif ve faaliyet için insan kaynakları yaratır. Eşitlik duygusu, insanın içindeki en iyiyi özgürleştirir ve onu bilinçli olarak yaratıcı kılar. Bunlar, toplumsal devrimin büyük motorları, hareket ettirici güçleridir. Onların özgür ve engelsiz varlığı, devrimin gelişimini ve derinleşmesini ifade eder. Onların bastırılması ise çürüme ve ölüm anlamına gelir. Devrim; ancak ve ancak insanlar onun doğrudan katılımcıları olduğunda, kendi hayatlarını kendileri tasarladığında, devrimi kendileri yaptığında ve insanlar bizzat devrim olduğunda büyür, güçlenir ve güvende olur. Ama faaliyetleri bir siyasi parti tarafından gasp edildiği veya özel bir örgütte merkezlendiği anda devrimci çaba, halkın pratikte dışlandığı nispeten küçük bir çevreyle sınırlı hale gelir. Bunun doğal sonucu olarak halkın coşkusu söner, ilgisi yavaş yavaş zayıflar. İnisiyatifi ve yaratıcılığı zayıflar ve şimdi olduğu gibi devrimin diktatöre dönüşen bir kliğin tekeli haline gelmesine sebep olur.

Bu devrim için ölümcüldür. Böyle bir felaketin önlenmesi ancak devrimle ilgili tüm konulara her gün katılmaları yoluyla işçilerin sürekli aktif kalmalarında yatmaktadır. Bu ilgi ve faaliyetin kaynağı iş yerleri ve sendikadır.

Halkın ilgisi ve devrime bağlılığı, devrimin adaleti ve eşitliği temsil ettiği hissine de bağlıdır. Bu, devrimlerin neden insanları büyük kahramanlık ve bağlılık eylemlerine teşvik etme gücüne sahip olduğunu açıklar. Daha önce de belirtildiği gibi, halk içgüdüsel olarak devrimde yanlışın ve haksızlığın düşmanını ve adaletin habercisini görür. Bu anlamda devrim, oldukça ahlaki bir unsur ve bir ilham kaynağıdır. Temelde insanları ateşleyebilecek ve onları manevi olarak yükseklere çıkarabilecek olan büyük ahlaki ilkelerdir.

Tüm halk ayaklanmaları bunun doğru olduğunu göstermiştir, özellikle de Rus Devrimi. Rus halkının Şubat ve Ekim günlerinde tüm engelleri bu kadar çarpıcı bir şekilde yenmesi, bu ruh sayesinde oldu. Hiçbir muhalefet, onların büyük ve asil bir davadan ilham alan bağlılıklarını yenemezdi. Ancak devrim yüksek ahlaki değerlerinden; adalet, eşitlik ve özgürlük unsurlarından yoksun kaldığında gerilemeye başladı. Onların kaybı devrimin sonuydu.

Manevi değerlerin toplumsal devrim için ne kadar önemli olduğunu ne kadar güçlü bir şekilde vurgularsak vurgulayalım, eksik kalır. Bu değerler ve devrimin aynı zamanda somut gelişim anlamına geldiği bilinci, yeni toplumun yaşamasında ve büyümesindeki dinamik etkilerdir. İki unsur arasında manevi değerler en başta gelir. Önceki devrimlerin tarihi insanların daha fazla özgürlük ve adalet uğruna maddi refahı feda etmeye istekli olduklarını ve bu uğurda acı çekmeye hazır olduklarını kanıtlıyor. Dolayısıyla Rusya'da ne soğuk ne de açlık köylüleri ve işçileri karşı-devrime yardım etmeye teşvik edemezdi. Büyük davanın çıkarlarına hizmet etmelerine rağmen karşılığında tamamen yoksunluk ve sefalet buldular. Devrimin bir siyasi parti tarafından tekelleştirildiğini, yeni kazanılan özgürlüklerin kısıtlandığını, bir diktatörlüğün kurulduğunu, adaletsizliğin ve eşitsizliğin yeniden egemen olduğunu gördüklerinde devrime kayıtsız hale geldiler. Bu düzmeceye katılmayı reddettiler, işbirliği yapmayı reddettiler, hatta karşı çıktılar.

Ahlaki değerleri unutmak, devrimin yüksek ahlâkî amaçlarına aykırı veya ters düşen uygulama ve yöntemlere girişmek karşı devrime ve felakete davetiye çıkarmaktır.

Bu nedenle toplumsal devrimin başarısının öncelikle özgürlük ve eşitliğe bağlı olduğu açıktır. Onlardan herhangi bir sapma sadece zararlı olabilir; gerçeği söylemek gerekirse bu sapma sonradan yıkıcı da olacaktır. Bu ilkeyi bütün devrim faaliyetlerinin özgürlük ve eşit haklar temelinde olması izler. Bu devasa şeyler için olduğu kadar küçük şeyler için de geçerlidir. Özgürlüğü sınırlamaya, eşitsizlik ve adaletsizlik yaratmaya yönelik herhangi bir eylem veya yöntem, yalnızca halkın devrime ve onun çıkarlarına aykırı tutumuyla sonuçlanabilir.

Devrimci dönemin tüm sorunları bu açıdan ele alınmalı ve çözülmelidir. Bu sorunlar arasında en önemlileri tüketim ve barınma, üretim ve değiş tokuştur.

Çeviren: Burak Aktaş

* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
Alıntı ile Cevapla
  #33  
Alt 19-07-2021, 11:26
Şüpheci Dinsiz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Şüpheci Dinsiz Şüpheci Dinsiz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.586
Standart

Meydan gazetesi

Anarşizm Nedir? (29): Tüketim ve Değiş Tokuş – Alexander Berkman
16/07/2021 17:33

Önce tüketimin örgütlenmesini ele alalım çünkü insanların çalışıp üretebilmeleri için önce yemek yemeleri gerekir.

Arkadaşın soruyor: "Tüketimin örgütlenmesi ile neyi kastediyorsunuz?"

"Ölçeklendirerek dağıtmayı kastediyor sanırım." diyorsun.

Evet. Elbette toplumsal devrim iyice örgütlendiğinde ve üretim normal bir şekilde işlediğinde herkese yetecek kadar yiyecek olacaktır. Ancak devrimin ilk aşamalarındaki yeniden yapılanma sürecinde kaynakları halka elimizden geldiğince eşit olarak dağıtmalıyız. Bu da ölçeklendirmeyle olacaktır.

"Bolşevikler eşit ölçeklendirme sistemine sahip değildi." diye araya giriyor arkadaşın; "Farklı insanlar için farklı erzak türleri vardı."

Aynen böyle yaptılar ve bu, en büyük hatalarından biriydi. Halk bunun yanlışlığını anladı. Halkta iğrenmeye ve hoşnutsuzluğa neden oldu. Bolşevikler denizciler için bir menü, askerler için daha düşük kalite ve nicelikte başka bir menü, vasıflı işçi için başka bir menü ve vasıfsız için dördüncü bir menü, ortalama biri için başka ve son olarak burjuva için başka bir menü ayrımı yaptı. En iyi ürünler ise Bolşeviklere, parti üyelerine, komünist memurlara ve komiserlere özel olan yiyeceklerdi. Bir zamanlar on dört kadar farklı yiyecek menüsü hazırladılar. Kendi sağduyun sana bu konuyla ilgili her şeyin yanlış olduğunu söyleyecektir. İnsanlara asker ya da denizci değil de işçi, tamirci ya da entelektüel oldukları için ayrımcılık yapmak adil miydi? Bu tür yöntemler adaletsiz ve zalimceydi: Anında maddi eşitsizlikler yarattılar. Konumun ve fırsatın kötüye kullanılmasına, vurgunculuğa, rüşvet ve dolandırıcılığa kapı açtılar. Aynı zamanda karşı-devrimi teşvik ettiler çünkü devrime kayıtsız ya da düşmanca olmayan insanlar ayrımcılık sebebiyle yaralanmışlardı ve bu nedenle karşı-devrimci etkilere karşı kolay bir hedef haline gelmişlerdi.

Bu ayrımcılık ve devamındaki diğer ayrımcılıklar, durumun ihtiyaçlar tarafından değil de yalnızca siyasi parti çıkarları tarafından dikte edildiğini gösterir. Devletin dizginlerini gasp eden ve halkın muhalefetinden korkan Bolşevikler; denizcilerin, askerlerin ve işçilerin gözüne girerek koltuklarını sağlamlaştırmaya çalıştılar. Ancak bu yollarla yalnızca öfke yaratmayı ve insanları kızdırmayı başardılar çünkü sistemin adaletsizliği aşikârdı. Dahası "kayırılan sınıf" olan proletarya bile askerlere daha iyi yemek verildiği için ayrımcılığa uğradığını hissetti. İşçi, asker kadar iyi değil miydi? İşçi ona cephane sağlamasaydı asker devrim için savaşabilir miydi? Asker de denizcinin daha fazla almasına karşı çıkmıştı. Denizci kadar değerli değil miydi? Herkes, partinin Bolşevik üyelerine bahşedilen özel yemek ve imtiyazları, özellikle de yüksek memurların ve komiserlerin -insanlar mahrumiyet içindeyken- yararlandığı konforu ve lüksleri kınadı.

Bu tür uygulamalara yönelik halk öfkesi, Kronstadt denizcileri tarafından çarpıcı bir şekilde ifade edildi. Mart 1921'de, son derece şiddetli ve açlıkla boğuşulan kışın ortasında denizciler halka açık bir toplantıda, ötelenmiş Kronstadt nüfusu için kendi fazladan yiyeceklerinden vazgeçmeye gönüllü olarak karar verdi. Bu gerçekten etik devrimci eylem, ayrımcılığa ve kayırmacılığa karşı genel duyguyu dile getirdi ve insanlarda var olan derin adalet duygusunu ortaya çıkardı.

Tüm deneyimler adil ve dengeli olan şeyin aynı zamanda uzun vadede en mantıklı ve pratik olan şey olduğunu öğretir. Bu durum, birey için olduğu kadar kolektif yaşam için de aynı derecede geçerlidir. Ayrımcılık ve adaletsizlik devrim için özellikle yıkıcıdır çünkü devrimin ruhu eşitlik ve adalete duyulan açlıktan doğar.

Toplumsal devrimin, herkese yetecek kadar üretebileceği aşamaya ulaştığında, anarşist bir fikir olan "herkese ihtiyacına göre" ilkesini benimseyeceğinden daha önce de bahsetmiştim. Endüstriyel olarak daha gelişmiş ve verimli ülkelerde bu aşamaya -doğal olarak- geri kalmış ülkelere göre daha erken ulaşılacaktır. Ama ulaşılıncaya kadar tek adil yöntem olarak eşit paylaşım, kişi başına eşit dağıtım sistemi zorunludur. Tabii ki, Rus Devrimi'nde de olduğu gibi, hamilelik sırasında ve sonrasında kadınlara ve çocuklara ya da hastalara ve yaşlılara özel önem verilmesi gerektiğini söylemeye gerek yok.

"Şunu anlamak istiyorum." diyorsun. "Eşit paylaşım var diyorsun. O zaman hiçbir şeyi satın alamayacak mısın?"

Hayır, alım satım olmayacak. Devrim, üretim ve dağıtım araçlarının özel mülkiyetini de onunla birlikte kapitalist işleyişi de ortadan kaldırır. Kişisel mülkiyet sadece kullandığın şeyler için vardır. Yani saatin sana aittir ama saat fabrikası halka aittir. Arazi, makine ve diğer tüm kamu hizmetleri ne satın alınabilecek ne de satılabilecektir; kolektif mülkiyet olacaktır. Mülkiyet anlamında sadece fiili kullanım -sahiplik olarak değil kullanım hakkı olarak- kabul edilecektir. Örneğin kömür madencilerinin örgütü kömür madenlerinden sahip olarak değil işletme kuruluşu olarak sorumlu olacaktır. Benzer şekilde, demiryolu kardeşlikleri de demiryollarını işletecektir. Topluluğun çıkarları doğrultusunda ortaklaşa yönetilen kolektif mülkiyet, kâr amacıyla özel olarak yürütülen kişisel mülkiyetin yerini alacaktır.

"Ama hiçbir şey satın alamıyorsan, o zaman paranın ne anlamı var?" diye soruyorsun.

Hiçbir anlamı yok. Para işe yaramaz hale gelir. Onunla hiçbir şey alamazsın. Arz kaynakları, toprak, fabrikalar ve ürünler toplumun malı olduğunda, kolektifleştiğinde ne satın alabilir ne de satabilirsin. Para sadece bu tür işlemlerde kullanılan bir araç olduğu için bu koşullarda kullanışlılığını kaybeder.

"Ama nasıl değiş tokuş yapacaksın?"

Değiş tokuş ücretsiz olacak. Örneğin kömür madencileri, çıkardıkları kömürü halkın kullanımı için halka açık kömür tersanelerine teslim edecekler. Madenciler, sırayla topluluğun depolarından makine, alet ve ihtiyaç duydukları diğer malları alacaklar. Bu, ihtiyaç ve eldeki arz temelinde, para gibi bir araç olmaksızın ve kâr olmaksızın özgür değiş tokuş anlamına gelir.

"Peki madencilere verilecek makine ya da yiyecek yoksa?"

Eğer hiçbiri yoksa para da bu meselelere yardımcı olamaz. Madenciler para yığınlarını mı yiyecek? Bugün bu tür şeylerin nasıl yönetildiğini düşün. Para için kömür ticareti yaparsın ve yiyeceğini parayla alırsın. Bahsettiğimiz özgür topluluk, kömürü para aracı olmadan doğrudan yiyecekle değiştirecek.

"Ama neye dayanarak? Bugün bir doların aşağı yukarı ne kadar değerli olduğunu biliyorsunuz ama bir çuval un için ne kadar kömür vereceksiniz?"

Yani değer veya fiyat nasıl belirlenecek? Daha önceki bölümlerde gerçek bir değer ölçüsü olmadığını, fiyatın arz ve talebe bağlı olduğunu ve buna göre değiştiğini gördük. Kıtlık varsa kömürün fiyatı yükselir; arz talepten fazla ise ucuzlar. Kömür sahipleri daha büyük karlar elde etmek için üretimi yapay olarak sınırlarlar ve aynı yöntemler kapitalist sistem boyunca kullanılır. Kapitalizmin ortadan kaldırılmasıyla hiç kimse kömürün fiyatını yükseltmek veya arzını sınırlamakla ilgilenmeyecek. İhtiyacı karşılamak için gerekli olacak kadar kömür çıkarılacaktır. Aynı şekilde ülkenin ihtiyacı kadar gıda da yetiştirilecektir. Toplumun gereksinimleri ve üretimi sağlayacak olanlar arasında gerçekleşecek olan bu. Bu durum, insanların diğer tüm ihtiyaçları için olduğu gibi kömür ve gıda için de geçerlidir.

"Fakat yeterli miktarda ürün olmadığını varsayalım. O zaman ne yapacaksın?"

O zaman savaş ve kıtlık zamanlarında kapitalist toplumda bile yapılanı yapacağız: İnsanlar karneye tabi tutulacaktır. Tabi ki şu farkla; özgür toplulukta paylaştırma eşitlik ilkelerine göre yönetilecektir.

"Fakat farz edelim ki çiftçi, para olmadıkça şehre ürünlerini sağlamayı reddediyor. O zaman ne olacak?"

Çiftçi de parayı -herkes gibi- ancak onunla ihtiyacı olan şeyleri satın alabiliyorsa ister. Paranın onun için faydasız olduğunu çabucak anlayacaktır. Rusya'da devrim sırasında bir köylünün size bir çuval para karşılığında bir kilo un satmasını sağlayamazdınız. Ama eski bir çift çizme karşılığında en iyi tahıldan bir fıçı vermeye can atıyorlardı. Çiftçinin istediği pulluklar, kürekler, tırmıklar, tarım makineleri ve giysilerdir. Para değil. Bu yüzden buğdayını, arpasını ve mısırını sana verecektir. Başka bir deyişle, şehir her birinin ihtiyaç duyduğu ürünleri ihtiyaç bazında çiftliklerle takas edecektir.

Bazıları tarafından yeniden yapılanma sırasında değiş tokuşun belirli bir standarda dayanması gerektiği öne sürülmüştür. Örneğin devrim zamanında sıklıkla yapıldığı gibi her topluluğun kendi parasını basması önerilmiştir ya da bir günlük çalışmanın değer birimi olarak kabul edilmesi gerektiği ve sözde emek fişlerinin değişim aracı olarak hizmet etmesi gerektiği. Ancak bu önerilerin hiçbiri pratik yardım sağlamaz. Devrimde topluluklar tarafından basılacak para hızla değer kaybeder çünkü böyle bir paranın arkasında hiçbir güvenli garanti olamaz, bu olmadan da paranın hiçbir değeri yoktur. Benzer şekilde emek fişleri bir değişim aracı olarak belirli ve ölçülebilir herhangi bir değeri temsil etmeyecektir. Örneğin bir madencinin bir saatlik çalışmasının değeri ne olurdu? Doktorla on beş dakikalık görüş alışverişi mi? Tüm çabalar değer olarak eşit görülse ve bir saatlik emek birim haline getirilse bile ev boyacısının çalışma saati veya cerrahın ameliyatı, buğday cinsinden adil bir şekilde ölçülebilir mi?

Sağduyu, bu sorunu insan eşitliği ve herkesin yaşam hakkı temelinde çözecektir.

Arkadaşın "Böyle bir sistem düzgün insanlar arasında işe yarayabilir." diye itiraz ediyor; "Peki ya tembeller? Bolşevikler ‘çalışmayan yemek de yemez' ilkesini koymakta haklı değiller miydi?"

Hayır dostum, yanılıyorsun. İlk bakışta bu adil ve mantıklı bir fikirmiş gibi görünebilir. Ama gerçekte pratik değil. Yarattığı adaletsizlikler ve ayrımcılıklardan bahsetmiyorum bile.

"Nasıl yani?"

Pratik değildi çünkü çalışan veya çalışmayan insanları takip etmek için bir memur ordusu gerekiyordu. Suçlama, soruşturma ve resmi kararlar hakkında sonu gelmeyen tartışmalara yol açtı. Öyle ki insanları çalışmaya zorlama -onların kaçmalarından veya kötü iş yapmalarından korunma çabasıyla- kısa sürede çalışmayanların sayısını ikiye hatta üçe katladı. Sebebi ise zorunlu çalışma sistemiydi ve Bolşevikler çok geçmeden böylesi bir başarısızlığı var eden bu sistemden vazgeçmek zorunda kaldılar.

Dahası sistem diğer yönlerde daha da büyük kötülüklere neden oldu. Sistemin adaletsizliği, bir kişinin kalbine veya zihnine girip hangi fiziksel veya zihinsel durumun geçici olarak çalışmasını imkânsız hale getirdiğine karar verememenizde yatmaktadır. Sahte bir ilke getirdiğinde ve bunu uygulamaya çalıştığında iş birliğini baskıcı ve yanlış olduğu gerekçesiyle reddedenlerin muhalefetinin ne kadar büyüyeceğini düşün.

Akılcı bir topluluk hâlihazırda insanları izlemek için işçi olmayan daha fazla insan yaratmak veya onları cezalandırmak için hapishaneler inşa etmek yerine o sırada çalışıyor olsa da olmasa da herkese aynı şekilde davranmayı daha pratik ve faydalı bulacaktır. Çünkü herhangi bir nedenle bir insana yemek vermeyi reddedersen onu hırsızlığa ve diğer suçlara sürüklersin. Böylece suçluları beslemek yerine bakımı eskisinden çok daha külfetli olan mahkemeler, avukatlar, yargıçlar, hapishaneler ve gardiyanlar yaratırsın. Ayrıca onları hapse atsan bile beslemek zorunda kalırsın.

Devrimci topluluk, cezadan çok suçlularının toplumsal bilincini ve dayanışmasını uyandırmaya bağlı olacaktır. Üreten üyeleri tarafından belirlenen örneğe güvenecek ve bunu yapmakta haklı olacaktır. Çünkü çalışkan insanın tembele karşı doğal tavrı öyledir. Tembel insan toplumsal ortamı o kadar tatsız bulur ki tembellik içinde hor görülmektense çalışmayı ve hemcinslerinin saygısını ve iyi niyetini elde etmeyi tercih eder.

Görünüşte ani bir avantaj elde etmektense adil şeyi yapmanın daha önemli, sonuçta daha pratik ve kullanışlı olduğunu unutma. Yani adaleti yerine getirmek cezalandırmaktan daha önemlidir. Çünkü ceza hiçbir zaman adil değildir ve her iki taraf için de -hem cezalandırılan hem de cezalandıran için- zararlıdır; ruhsal olarak fizikselden daha zararlıdır ve bundan daha büyük bir zarar yoktur. Çünkü seni sertleştirir ve yozlaştırır. Bu, bireysel yaşam için koşulsuz olarak doğrudur ve aynı şekilde kolektif toplumsal varoluş için de geçerlidir.

Toplumsal devrimde hayatın her aşamasının yanı sıra anlayış ve sempati de özgürlük, adalet ve eşitlik temelleri üzerine inşa edilmelidir. Sadece bu şekilde var olabilir. Bu, bölgenin veya şehrinin barınma, yiyecek ve güvenlik sorunlarında da devrimin savunulmasında da geçerlidir.

Konut ve yerel güvenlik konusunda Rusya, Ekim Devrimi'nin ilk aylarında yol gösterdi. Kiracılar tarafından seçilen ev komiteleri ve bu tür komitelerin şehir federasyonları bu sorunları ele alıyordu. Belirli bir bölgenin tesislerinin istatistiklerini ve mahalle ihtiyacı olan başvuru sahiplerinin sayısını toplarlardı. Sonrasında eşit haklar temelinde kişisel veya ailevi ihtiyaçlara göre düzenlemeler yapılırdı.

Benzer şekilde ev ve bölge komiteleri şehrin tedarikinden sorumluydu. Dağıtım merkezlerindeki yemekler için bireysel başvuru, muazzam bir zaman ve enerji kaybıydı. Devrimin ilk yıllarında Rusya'da uygulanan ve çalışılan kurumlarda, dükkânlarda, fabrikalarda ve bürolarda erzak dağıtma sistemi de aynı derecede yanlıştır. Aynı zamanda daha adil dağılımı garanti eden, adam kayırma ve görevin kötüye kullanımına kapıyı kapatan daha iyi ve verimli yol ise evler veya sokaklarda gıdanın karneyle dağıtılmasıdır. Yetkili ev veya sokak komitesi, yerel dağıtım merkezinde komite tarafından temsil edilen kiracı sayısına göre erzak, giysi vb. tedarik eder. Eşit dağıtım, eşitsizlik ve ayrıcalık sistemi nedeniyle Rusya'da muazzam oranlara ulaşan gıda vurgunculuğunu ortadan kaldırmanın da avantajına sahiptir. Parti üyeleri veya siyasi gücü olan kişiler arabalar dolusu unu serbestçe şehirlere getirebilirlerken yaşlı bir köylü kadın tek bir somun ekmek sattığı için ağır şekilde cezalandırılıyordu. Vurgunculuğun gelişmesine ve Bolşeviklerin kötülükle başa çıkmak için özel alaylar oluşturmak zorunda kalmasına şaşmamalı. Hapishaneler suçlularla doluydu; idam cezasına başvurulmuştu; ancak devletin en sert önlemleri bile vurgunculuğu durdurmayı başaramadı çünkü vurgunculuk, ayrımcılık ve adam kayırma sisteminin doğrudan sonucuydu. Sadece eşitlik ve değiş tokuş özgürlüğü bu tür kötülükleri önleyebilir veya en azından minimuma indirebilir.

Sokağın ve mahallenin ihtiyaçlarının sokak ve mahalle gönüllü komiteleri tarafından karşılanması, en iyi sonuçları verir. Çünkü söz konusu mahallenin kiracıları olan bu tür organlar, ailelerinin ve arkadaşlarının sağlığı ve güvenliği ile kişisel olarak ilgilenirler. Bu sistem Rusya'da daha sonra kurulan düzenli polis gücünden çok daha iyi çalıştı. Çoğunlukla şehrin en kötü unsurlarından oluşan polis yozlaşmış, acımasız ve baskıcı olduğunu kanıtladı.

Maddi iyileşme umudu, daha önce de belirtildiği gibi, insanlığın gelişim hareketinde güçlü bir faktördür. Ancak bu teşvik tek başına yeni ve daha iyi bir dünya görüşü için ilham vermek, bu uğurda tehlike ve yoksunlukla yüzleşmelerine neden olmak için yeterli değildir. Bunun için sadece mideye değil daha çok kalbe ve hayal gücüne hitap eden, iyiye ve güzele, hayatın manevi ve kültürel değerlerine yönelik uykudaki özlemimizi uyandıran bir ideale ihtiyaç vardır. Kısacası insanın doğasında var olan toplumsal içgüdüleri uyandıran, onun empatisini ve kardeşlik duygularını besleyen, özgürlük ve adalet sevgisini ateşleyen ve en alt düzeydekilere bile -felaketlerde sıklıkla tanık olduğumuz gibi- düşünce ve eylem asaletini aşılayan bir ideal. Nerede yaşanırsa yaşansın felaket olacak şeyleri -deprem, sel, tren kazası- düşünelim. Oradaki kahramanca fedakârlık, cesaret dolu ve sınırsız yardım eylemleri, insanın gerçek doğasını, onun derinden hissedilen kardeşliğini ve birliğini gösterir.

Bu durum tüm zamanlardaki, iklimlerdeki ve toplumsal katmanlardaki insanlık için geçerlidir. Amundsen'in hikâyesi bunun çarpıcı bir örneğidir. Onlarca yıllık zorlu ve tehlikeli çalışmanın ardından ünlü Norveçli kâşif, kalan yıllarını barışçıl edebi arayışlarda geçirmeye karar verir. Kararını onuruna verilen bir ziyafette duyurur ve neredeyse aynı anda Kuzey Kutbu'na yapılan Nobile seferinin felaketle karşılaştığı haberi gelir. Amundsen o anda sakin bir hayata dair tüm planlarından vazgeçer ve böyle bir girişimin tehlikesinin tamamen farkında olan kayıp havacıların yardımına uçmaya hazırlanır. İnsani sempati ve sıkıntı içinde olanlara yardım etme dürtüsü, kişisel güvenlikle ilgili tüm düşüncelerin üstesinden gelir ve Amundsen, Nobile grubunu kurtarmak için hayatını feda eder.

Hepimizin derinliklerinde Amundsen'in ruhu yaşar. Kaç bilim insanı, hemcinslerine fayda sağlayacak bilgiyi aramak için hayatından vazgeçti, kaç doktor ve hemşire bulaşıcı hastalığa yakalanmış insanlara hizmet ederken öldü, kaç erkek ve kadın gönüllü olarak belirli sorunlarla karşı karşıya kaldı. Ülkelerini ve hatta bazı yabancı toprakları kırıp geçiren bir salgını kontrol etme çabası içinde adı sanı duyulmamış kaç kişi -sıradan işçi, maden işçisi, denizci, demiryolu çalışanı- kendisini Amundsen ruhuyla ölüme verdi? Saymakla bitmez.

Bu, toplumsal devrimle birlikte yükselecek olan idealizmdir. İnsanın doğasıdır. Onsuz devrim olamaz, onsuz devrim yaşayamaz. O olmadan insan sonsuza dek bir köle olarak güçsüz kalmaya mahkûmdur.

Bu ruhu örneklendirmek, geliştirmek ve başkalarına aşılamak anarşistin, devrimcinin, sınıf bilinçli proletaryanın işidir. O, kötülüğün ve karanlığın güçlerini yenebilir; özgürlük ve adaletten oluşan yeni bir dünya kurabilir.

Çeviren: Burak Aktaş

* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
Alıntı ile Cevapla
  #34  
Alt 28-07-2021, 02:47
Şüpheci Dinsiz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Şüpheci Dinsiz Şüpheci Dinsiz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.586
Standart

Meydan gazetesi

Anarşizm Nedir? (30): Üretim – Alexander Berkman
25/07/2021 15:25

"Peki ya üretim, nasıl yönetilmesi gerekiyor?" diye soruyorsun.

Devrimin toplumsal olması ve amaçlarına ulaşması için, devrimin faaliyetlerinin altında hangi ilkelerin yatması gerektiğini daha önceden gördük.Özgürlük ve gönüllü işbirliği ilkeleri, endüstrilerin yeniden örgütlenmesini de yönlendirmelidir.

Devrimin ilk etkisi üretimdeki azalmadır. Toplumsal devrimin başlangıç noktası olarak öngördüğüm genel grevin kendisi, sanayinin askıya alınmasına yol açacaktır. İşçiler aletlerini bırakır, sokaklarda gösteri yapar ve böylece üretimi geçici olarak durdururlar.

Ama hayat devam ediyor. İnsanların temel ihtiyaçları karşılanmalıdır. Bu aşamada devrim halihazırda eldeki malzemelerle yaşayacaktır. Ancak bu malzemelerin tükenmesi felaket olur. Durum emeğin elindedir: Endüstrinin derhal yeniden başlatılması zorunludur. Örgütlü tarım ve sanayi proletaryası toprağa, fabrikalara, dükkânlara, madenlere ve değirmenlere sahip olur. Artık en dinamik faaliyet günün örgütlenmesidir.

Açıkça anlaşılmalıdır ki o zamana kadar kıtlık içinde yaşayan halkın ihtiyaçlarını karşılamak için toplumsal devrim, kapitalizmdekinden daha yoğun üretim gerektirir. Bu daha büyük üretim, yalnızca kendilerini daha önceden yeni duruma hazırlamış olan işçiler tarafından gerçekleştirilebilir. Sanayi süreçlerine aşinalık, tedarik kaynakları hakkında bilgi ve başarılı olma kararlılığı bu görevi yerine getirecektir. Yaratıcı kanallar bulmak için devrimin yarattığı coşku, serbest bırakılan enerjiler ve onun teşvik ettiği yaratıcılığa bütünlüklü bir özgürlük ve alan verilmelidir. Devrim her zaman yüksek derecede sorumluluk uyandırır. Yeni özgürlük ve kardeşlik atmosferi, üretimi tüketimin gereksinimlerine yeterli hale getirmek için sıkı çalışmanın ve ciddi öz disiplinin gerekli olduğuna dair farkındalık yaratır.

Yeni durum endüstrinin mevcuttaki çok karmaşık sorunlarını da büyük ölçüde basitleştirecektir. Kapitalizmin rekabetçi karakteri, çelişkili mali ve ticari çıkarları nedeniyle günümüz koşullarının ortadan kaldırılmasıyla tamamen ortadan kaldırılacak birçok karmaşık ve kafa karıştırıcı konuyu içerdiğini de aklında bulundurmalısın. Maaş cetvelleri ve satış fiyatları ile ilgili sorular, mevcut pazarların gereksinimleri ve yeni pazar arayışları, büyük operasyonlar için sermaye kıtlığı ve ödenecek ağır faizler; yeni yatırımlar, spekülasyon ve tekelin etkileri, kapitalisti endişelendiren ve endüstriyi bugün bu kadar zor ve hantal bir ağ haline getiren bir dizi sorun ortadan kalkacaktır. Şu anda bu sorunlar, çeşitli disiplinlerin ve yüksek eğitimli insanların plütokrat çarpışık amaçların karışık yumağını çözmeye devam etmesini, birçok uzmanın gerçekleri; kâr ve zarar olasılıklarını hesaplamasını, endüstriyel gemiyi ulusal ve uluslararası kapitalist rekabetin kaotik seyrini kuşatan tehlikeli kayalar arasındaki iki dünya arasında yönlendirmeye yardımcı olacak büyük gücünü gerektiriyor.

Bütün bunlar, endüstrinin toplumsallaşması ve rekabetçi sistemin sona ermesiyle otomatik olarak ortadan kaldırılacaktır ve böylece üretim sorunları büyük ölçüde hafifletilecektir. Kapitalist endüstrinin yumak haline gelmiş karmaşıklığı bu nedenle gelecek için herhangi bir korkuya yol açmamalıdır. "Modern" sanayiyi yönetmek için emeğin yeterli olmadığından bahsedenler, yukarıda belirtilen faktörleri hesaba katmazlar. Endüstriyel labirent, toplumsal yeniden yapılanma gününde çok daha az ürkütücü olacaktır.

Belirtilen değişikliklerin bir sonucu olarak, yaşamın diğer tüm evrelerinin de çok basitleşeceğinden söz edilebilir: Günümüzün çeşitli alışkanlıkları, gelenekleri, zorunlu ve sağlıksız yaşam biçimleri doğal olarak işlevsiz hale gelecektir.

Ayrıca emeğin işini kolaylaştıracak olan şey, değişen ekonomik koşullarla özgürleşecek çok sayıda işçinin saflarına eklenmesidir.

Son istatistikler, 1920'de Amerika Birleşik Devletleri'nde 105 milyonu aşan toplam nüfus içinde her iki cinsiyetten toplam 41 milyonu aşkın kişinin kazançlı işlerde çalışıyor olduğunu göstermektedir. Bu 41 milyonun sadece 26 milyonu, ulaşım ve tarım da dahil olmak üzere endüstrilerde fiilen istihdam ediliyor; 15 milyonluk kısım ise çoğunlukla ticaretle uğraşan kişilerden, tüccarlardan, reklamcılardan ve mevcut sistemin diğer çeşitli aracılarından oluşuyor. Başka bir deyişle, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki bir devrimle 15 milyon kişi yararlı işler için serbest kalacaklar. Diğer ülkelerde de nüfusla orantılı olarak benzer bir durum gerçekleşecektir.

Dolayısıyla toplumsal devrimin gerektirdiği daha büyük üretim, milyonlarca kişilik ek bir nüfusa sahip olacaktır. Bu milyonların, modern bilimsel örgütlenme ve üretim yöntemleriyle desteklenen sanayi ve tarıma sistematik olarak dahil edilmesi, arz sorunlarının çözülmesi için büyük bir gelişme olacaktır.

Kapitalist üretim kâr içindir. Bugün bir şeyleri satmak için onları üretmekten daha fazla emek kullanılıyor. Toplumsal devrim, endüstrileri halkın ihtiyaçları temelinde yeniden düzenler. Temel ihtiyaçlar doğal olarak önce gelir. Yiyecek, giyecek, barınak; bunlar her insanın temel ihtiyaçlarıdır. Bu yöndeki ilk adım, mevcut erzak ve diğer emtia arzının tespit edilmesidir. Her şehirdeki ve topluluktaki işçi dernekleri, bu işi adil dağıtım amacıyla ele alırlar. Her sokak ve mahalledeki işçi komiteleri, şehir ve eyaletteki benzer komitelerle işbirliği yaparak üretici ve tüketici genel konseyleri aracılığıyla ülke çapında çabalarını birleştirerek görev üstlenirler.

Büyük olaylar ve çalkantılar, en aktif ve enerjik unsurları ön plana çıkarır. Toplumsal devrim, sınıf bilinçli emek saflarını sıklaştıracak. Her ne adla anılacaklarsa anılsınlar, bunlar -endüstriyel sendikalar, devrimci sendikalist kuruluşlar, kooperatif birlikleri, üretici ve tüketici birlikleri- emeğin en aydınlanmış ve gelişmiş kesimini, amaçlarının ve onlara nasıl ulaşılacağının bilincinde olan örgütlü işçileri temsil edecekler. Devrimin hareketli ruhu onlardır.

Sanayi makinelerinin yardımıyla ve tekelden kurtulmuş toprağın bilimsel yöntemlerle ekilmesiyle devrim, her şeyden önce toplumun temel ihtiyaçlarını sağlamalıdır. Çiftçilik ve bahçecilikte yoğun ekim ve modern yöntemler bizi doğal toprak kalitesinden ve iklimden bağımsız çalışabilir hale getirdi. İnsan -kimyanın kazanımları sayesinde- artık kendi toprağını ve iklimini önemli ölçüde kendisi düzenlemektedir. Fransa örneğindeki gibi, kuzeyde egzotik meyveler yetiştirilebilir ve ılık güneye tedarik edilebilir. Bilim, insanın tüm zorlukların üstesinden gelmesini ve tüm engelleri aşmasını sağlayan bir sihirbazdır. Kâr sisteminin küllerinden kurtulmuş ve bugün üretici olmayan milyonlarca kişinin çalışmalarıyla zenginleştirilmiş gelecek, toplum için en büyük refahı barındırmaktadır. Bu gelecek, toplumsal devrimin nesnel noktası olmalıdır. Sloganı "herkes için ekmek ve refah" olmalıdır. Önce ekmek, sonra refah ve lüks. Lüks de dahil çünkü lüks, insanın derinden hissedilen bir ihtiyacıdır, hem ruhsal hem de fiziksel ihtiyacıdır.

Bu amaca yönelik yoğun bir şekilde uygulama, uzak bir tarihe ertelenecek bir şey değil devrimin doğrudan eylemle sürekli çabası olmalıdır. Devrim, her topluluğun kendini sürdürmesini, maddi olarak özerk olmasını sağlamaya çalışmalıdır. Hiçbir yer, desteği için dış yardıma güvenmek veya kolonileri sömürmek zorunda kalmamalıdır. Bu, kapitalizmin yoludur. Anarşizmin amacı ise tam tersine, yalnızca birey için değil her topluluk için maddi özerkliktir.

Bu, merkezileşme yerine kademeli yerelleşme anlamına gelir. Yerelleşme ve merkezsizleşme eğiliminin, günümüz sanayi sisteminin merkeziyetçi karakterine rağmen kapitalizmde bile kendini gösterdiğini görüyoruz. Ondokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde Almanya, daha sonra İtalya, Japonya ve şimdi Macaristan, Çekoslovakya gibi önceden tamamen yabancı imalata bağımlı olan ülkeler, yavaş yavaş kendilerini endüstriyel olarak özgürleştiriyor, kendi doğal varlıklarını işletiyor; kendi sanayilerini, fabrikalarını ve değirmenlerini diğer topraklardan bağımsız olabilmek için inşa ediyor. Uluslararası finans ise bu gelişmeyi hoş karşılamıyor ve ilerlemesini geciktirmek için elinden geleni yapıyor çünkü Morganlar ve Rockefellerlar için Meksika, Çin, Hindistan, İrlanda veya Mısır gibi ülkeleri doğal varlıklarını sömürmek için endüstriyel olarak geri tutmak daha kârlıdır. Böylece hem onları sömürebilir hem de kendi topraklarındaki "aşırı üretim" için dış pazarları sağlama alabilirler. Büyük finansörlerin ve sanayi efendilerinin devletleri, bu yabancı doğal kaynakları ve pazarları, süngü zoruyla bile olsa güvence altına almalarına yardımcı olur. Bu sebeple Büyük Britanya, silah zoruyla -ve iyi bir kârla- Çin'i İngiliz afyonunun Çinlileri zehirlemesine izin vermeye zorlar; tekstil ürünlerinin büyük bir kısmını orada elden çıkarmak için her yolu kullanır. Tam da bu sebeple Mısır, Hindistan, İrlanda ve diğer bağımlı ülkelerin ve kolonilerin kendi endüstrilerini geliştirmelerine izin verilmemektedir.

Kısacası kapitalizm merkezileşmenin peşindedir. Ancak özgür bir toprağın yalnızca siyasi değil aynı zamanda endüstriyel olarak yerelleşmeye ve ekonomik özerkliğe ihtiyacı vardır.

Rusya, toplumsal devrim için özellikle ekonomik bağımsızlığın ne kadar zorunlu olduğunu çarpıcı bir şekilde göstermektedir. Ekim ayaklanmasını takip eden yıllar boyunca Bolşevik Hükümeti, "tanınma" için çabasını burjuva hükümetlerin gözüne girmeye ve yabancı kapitalistleri Rusya'nın kaynaklarını sömürmeye davet etmeye yoğunlaştırdı. Ancak diktatörlüğün güvensiz koşulları altında büyük yatırımlar yapmaktan korkan sermaye, herhangi bir şekilde coşkulu bir yanıt veremedi. Bu arada Rusya ekonomik çöküşe yaklaşıyordu. Durum, sonunda Bolşevikleri ülkenin kendi çabalarına bağlı olması gerektiğini anlamaya zorladı. Rusya kendine yardım etmenin yollarını aramaya başladı ve böylece kendi yeteneklerine daha fazla güven duydu, kendine güvenmeyi ve inisiyatif kullanmayı öğrendi ve kendi endüstrilerini geliştirmeye başladı; yavaş ve sancılı bir süreçti ancak nihayetinde Rusya'yı ekonomik olarak kendi kendine yeten ve bağımsız kılacak sağlıklı bir uğraştı.

Herhangi bir ülkedeki toplumsal devrim, daha ilk andan itibaren kendi kendine yetmek konusunda kararlı olmalıdır. Kendine yardım etmelidir. Bu kendi kendine yardım ilkesi, diğer topraklarla dayanışma eksikliği olarak anlaşılmamalıdır. Aksine, bireyler arasında olduğu gibi ülkeler arasında da karşılıklı yardımlaşma ve işbirliği, ancak eşitlik temelinde, eşitler arasında var olabilir. Bağımlılık ise bunun tam tersidir.

Toplumsal devrim aynı anda birkaç ülkede -örneğin Fransa ve Almanya'da- gerçekleşseydi, ortak çaba doğal olarak gelişirdi ve devrimci yeniden örgütlenmenin işini çok daha kolay hale getirirdi.

Neyse ki işçiler davalarının uluslararası olduğunu anlamayı öğreniyorlar: Emeğin örgütlenmesi artık ulusal sınırların ötesinde gelişiyor. Avrupa proletaryasının tamamının, toplumsal devrimin başlangıcı olacak bir genel grevde bir araya gelebileceği zamanın çok uzak olmadığını ummak gerekir. Bu, kesinlikle ciddiyetle çaba gösterilmesi gereken bir sonuçtur. Ama aynı zamanda devrimin bir ülkede diğerinden daha erken patlak vermesi olasılığı da göz ardı edilmemelidir -diyelim ki Fransa'da Almanya'dan daha önce- ve böyle bir durumda dışarıdan olası bir yardım için değil tüm enerjisini hemen kendine yardım etmek için harcamak, halkının en temel ihtiyaçlarını kendi çabalarıyla karşılamak için Fransa'nın acele etmesi zorunlu hale gelecektir.

Devrimdeki her ülke tarımsal bağımsızlığı elde etmeye çalışmalıdır. Bu politik ve endüstriyel "kendi kendine yardımdan" daha önemsiz değildir. Kapitalizmde bile bu süreç bir yere kadar devam etmektedir. Toplumsal devrimin ana hedeflerinden biri olmalıdır. Modern yöntemler bunu mümkün kılıyor. Örneğin daha önce İsviçre'nin tekelinde olan saat üretimi artık her ülkede yapılmaktadır. Önceleri Fransa ile sınırlı olan ipek üretimi, günümüzde çeşitli ülkelerin büyük endüstrileri arasında yer almaktadır. İtalya, kömür veya demir kaynakları olmadan çelik kaplı gemiler inşa ediyor. İsviçre, onlardan daha zengin olmamasına rağmen bunları inşa edebiliyor.

Yerelleşme, toplumu merkeziyetçi ilkenin birçok kötülüğünden kurtaracaktır. Politik olarak yerelleşme ve merkezsizleşme özgürlük anlamına gelir. Endüstriyel olarak maddi bağımsızlık; sosyal olarak küçük topluluklar için güvenlik ve esenlik anlamına gelir; bireysel olarak ise kardeşlik ve özgürlükle sonuçlanır.

Toplumsal devrim için yabancı topraklardan özerklik kadar önemli olan, ülkenin kendi içindeki yerelleşmedir. İç yerelleşme, daha geniş bölgelerin hatta her topluluğun mümkün olduğu kadar kendi kendine yetebilmesi anlamına gelir. Peter Kropotkin, son derece aydınlatıcı ve düşündürücü eseri Tarlalar, Fabrikalar ve Atölyeler'de, artık neredeyse tamamen ticari olan Paris gibi bir şehrin bile, nüfusunu beslemek için kendi çevresinde yeterli gıdayı nasıl yetiştirebileceğini ikna edici bir şekilde göstermiştir. Modern tarım makinelerini ve yoğun ekimi kullanarak Londra ve New York, kendi yakın çevrelerinde yetiştirilen ürünlerle geçinebilirler. Her iklimde ve her toprakta, topraktan istediğimizi elde etme imkânlarımızın son zamanlarda fazla hızlı geliştiği bir gerçektir. Birkaç dönümlük bir arazinin verim sınırının ne olduğunu henüz kestiremiyoruz. Bu sınır, konuyu daha iyi incelediğimiz oranda ortadan kalkar ve her yıl gözümüzün önünden ufka doğru giderek daha da uzaklaşır.

Herhangi bir yerde toplumsal devrim başladığında, dış ticaret durur. Hammadde ve bitmiş ürün ithalatı askıya alınır. Ülke, Rusya'da olduğu gibi, burjuva hükümetlerin ambargosuyla bile karşı karşıya kalabilir. Sonuç olarak devrim kendi kendine yetmeye ve kendi ihtiyaçlarını karşılamaya mecbur hale gelir. Aynı toprakların çeşitli bölgeleri bile böyle bir durumla karşı karşıya kalabilir. İhtiyaç duyduklarını, kendi alanlarında kendi çabalarıyla üretmek zorunda kalacaklardır. Sadece yerelleşme ve merkezsizleşme bu sorunu çözebilir. Devrim, faaliyetlerini kendi kendini besleyebilecek şekilde yeniden düzenlemek zorunda kalacaktır. Küçük ölçekte üretime, ev sanayisine, yoğun tarım ve bahçeciliğe geri dönmek zorunda kalacaktır. Devrimin özgürleştirdiği insanın inisiyatifi ve zorunlulukla keskinleşen zekası durumu yönetebilecektir.

Bu nedenle, çeşitli Avrupa ülkelerinde bugün bile büyük ölçüde uygulanmakta olan küçük ölçekli sanayileri bastırmanın veya bunlara müdahale etmenin devrimin çıkarları için felaket olacağı açıkça anlaşılmalıdır. Kıta Avrupası'nın köylüleri tarafından kış aylarında boş vakitlerinde günlük kullanım için çok sayıda eşya üretilir. Bu ev imalatları muazzam rakamlara ulaşıyor ve büyük bir ihtiyacı karşılıyor. Rusya'nın çılgın Bolşevik merkezileşme tutkusuyla aptalca yaptığı gibi, onları yok etmek devrime verilebilecek en büyük zarardır. Devrimdeki bir ülke yabancı hükümetler tarafından saldırıya uğradığında, ambargo uygulandığında ve ithalattan mahrum bırakıldığında, büyük ölçekli sanayileri çökmekle tehdit edildiğinde veya demiryolları fiilen çöktüğünde, o zaman ekonomiyi hayatta tutacak damar, devrimi besleyebilecek ve kurtarabilecek olan hayati önem taşıyan küçük ev sanayileridir.

Ayrıca, bu tür ev sanayileri yalnızca güçlü bir ekonomik faktör değildir; aynı zamanda büyük bir toplumsal değere de sahiptir. Çiftlik ve şehir arasındaki dostane ilişkiyi geliştirmeye hizmet ederek ikisini daha yakın ve daha dayanışmacı bir ilişkiye sokarlar. Aslında ev sanayisinin kendisi; en eski zamanlardan beri köy toplantılarında, ortak çabalarda, halk danslarında ve şarkılarda kendini gösteren toplumsal ruhun en sağlıklı ifadesidir. Çeşitli yönleriyle bu normal ve sağlıklı eğilim, toplumun daha fazla refahı için devrim tarafından teşvik edilmeli ve desteklenmelidir.

Devrimde endüstriyel yerelleşmenin rolü ne yazık ki çok az takdir edilmektedir. Emek saflarında bile önemini görmezden gelmek veya en aza indirgemek gibi tehlikeli bir eğilim vardır. Çoğu insan hala merkezileşmenin "daha verimli ve ekonomik" olduğu şeklindeki Marksist dogmanın esaretindedir. "Ekonominin" işçinin uzvu ve hayatı pahasına elde edildiğine, "verimlilik"in onu sadece bir sanayi çarkına indirgediğine, ruhunu körelttiğine ve bedenini öldürdüğüne gözlerini kapatırlar. Ayrıca bir merkezileşme sisteminde, sanayi idaresi sürekli olarak daha az kişinin elinde birleşir ve güçlü bir sanayi derebeyleri bürokrasisi üretir. Devrimin böyle bir sonucu amaçlaması gerçekten de en büyük ironi olurdu. Bu, yeni bir üst sınıfın yaratılması anlamına gelir.

Devrim, emeğin kurtuluşunu ancak kademeli yerelleşmeyle, bireysel işçiyi sanayi süreçlerinde daha bilinçli ve belirleyici bir faktör haline getirerek, onu tüm endüstriyel ve toplumsal faaliyetlerin çıkış noktası haline getirerek gerçekleştirebilir. Toplumsal devrimin derin önemi, insanın insan üzerindeki egemenliğinin ortadan kaldırılmasında ve onun yerine "şeylerin yönetimini" koymasında yatar. Endüstriyel ve toplumsal özgürlük ancak bu şekilde elde edilebilir.

"İşe yarayacağından emin misin?" diye soruyorsun.

Şundan eminim: Bu işe yaramazsa, başka hiçbir şey işe yaramaz. Ana hatlarıyla belirttiğim plan özgür bir komünizmdir; gönüllü işbirliği ve eşit paylaşım yaşamıdır. Bırakalım özgürlüğü, ekonomik eşitliği sağlamanın bile başka bir yolu yoktur. Başka herhangi bir sistem kapitalizme geri dönmek zorundadır.

Elbette toplumsal devrim sırasında çeşitli ekonomik deneylerin yapması muhtemeldir. Toprağın bir bölümünde sınırlı bir kapitalizm veya başka bir bölümünde kolektivizm denenebilir. Ancak kolektivizm, ücret sisteminin yalnızca bir başka biçimidir ve hızla günümüzün kapitalizmi olma eğiliminde olacaktır. Çünkü kolektivizm, üretim araçlarının özel mülkiyetini ortadan kaldırmakla başlar ve yapılan işe göre ücretlendirme sistemine geri dönerek hemen tersine döner; bu da eşitsizliğin yeniden ortaya çıkması anlamına gelir.

İnsan yaparak öğrenir. Farklı ülkelerdeki ve bölgelerdeki toplumsal devrim muhtemelen çeşitli yöntemleri deneyecek ve pratik deneyimle en iyi yolu öğrenecektir. Devrim en iyi yolu bulmak için hem fırsat hem de gerekçedir. Şu ya da bu ülkenin ne yapacağı, hangi yolu izleyeceği konusunda kehanette bulunmaya çalışmıyorum. Söylediklerimi geleceğe dikte edeceğimi, geleceğin davranış biçimlerini tayin edeceğimi de düşünmüyorum. Amacım, devrimi canlandırması gereken ilkeleri, toplumun özgürlük ve eşitlik temelinde yeniden inşası amacını gerçekleştirmek için izlemesi gereken genel eylem çizgilerini ana hatlarıyla önermekten ibaret.

Biliyoruz ki önceki devrimler çoğunlukla amaçlarında başarısız oldular. Diktatörlüğe ve despotizme dönüştüler. Böylece eski baskı ve sömürü kurumlarını yeniden kurdular. Geçmişten ve yakın tarihten biliyoruz. Bu nedenle, eski yolun işe yaramayacağı sonucunu çıkarıyoruz. Yaklaşan toplumsal devrimde yeni bir yol haykırılmalıdır. Bu yeni yol nedir? İnsanlığın şimdiye kadar bildiği tek yol. Özgürlük ve eşitliğin yolu. Özgür komünizmin, anarşizmin yoludur.

Çeviren: Burak Aktaş

* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
Alıntı ile Cevapla
  #35  
Alt 06-08-2021, 21:56
Şüpheci Dinsiz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Şüpheci Dinsiz Şüpheci Dinsiz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.586
Standart

Meydan gazetesi

Anarşizm Nedir? (31): Devrimin Savunulması – Alexander Berkman
01/08/2021 18:22

"Sisteminizin denendiğini düşünelim, devrimi savunmak için herhangi bir araç olacak mı?" diye soruyorsun.

Kesinlikle.

"Silahlı güçle bile mi?"

Evet, eğer gerekirse.

"Ancak silahlı güç, örgütlü şiddettir. Anarşizmin buna karşı olduğunu söylememiş miydin?"

Anarşizm, ister güç, ister şiddet, ister başka herhangi bir yolla, özgürlüğe herhangi bir müdahaleye karşıdır. Her türlü işgale ve zorlamaya karşıdır. Ama biri sana saldırırsa sana şiddet uygulayan odur. Kendini savunma hakkın vardır. Bunun da ötesinde, bir anarşist olarak özgürlüğünü korumak, baskı ve zorlamaya direnmek senin görevindir. Aksi halde kölesindir, özgür değilsindir. Başka bir deyişle, toplumsal devrim kimseye saldırmayacak ancak kendisini herhangi bir çevrenin istilasına karşı savunacaktır.

Ayrıca toplumsal devrimi anarşi ile karıştırmamalısın. Devrim, bazı aşamalarında şiddetli bir ayaklanmadır; anarşi ise özgürlük ve barışın toplumsal bir koşuludur. Devrim, anarşiyi getirmenin aracıdır ancak anarşinin kendisi değildir. Anarşinin yolunu açmak, özgür bir yaşamı mümkün kılacak koşulları oluşturmaktır.

Ama amacına ulaşması için devrim, anarşist ruh ve fikirlerle doldurulmalı ve onun tarafından yönlendirilmelidir. Hedefler araçları şekillendirir, tıpkı kullandığın aracın başarmak istediğin işi yapmaya uygun olması gerektiği gibi. Yani, toplumsal devrimin amacı anarşizm ise yöntemi de anarşist olmalıdır.

Devrimci savunma bu ruhla uyumlu olmalıdır. Öz savunma tüm zorlama, zulüm veya intikam eylemlerini dışlar. Sadece saldırıyı püskürtmek ve düşmanı seni istila etme fırsatından mahrum bırakmakla ilgilidir.

"Yabancı istilasını nasıl püskürtürdünüz?"

Devrimin gücüyle. Bu güç nelerden oluşur? Her şeyden önce halkın desteği, sanayi ve tarım işçilerinin bağlılığıyla. Devrimi kendilerinin yaptığını, hayatlarının efendisi olduklarını, özgürlüğü kazandıklarını ve refahlarını artırdıklarını hissediyorlarsa o zaman devrimin en büyük gücü bu duygudadır. Halk bugün kral, kapitalist veya başkan için savaşıyor çünkü onların uğruna savaşmaya değer olduğuna inanıyor. Bırak devrime inansınlar ve onu ölümüne savunsunlar.

Petrograd'ın yarı aç işçi erkekleri, kadınları ve hatta çocukları şehirlerini General Yudeniç'in Beyaz ordusuna karşı neredeyse çıplak elle savundu, onlar da bu insanlar gibi devrim için yürekten ve candan savaşacaklar. Bu inancı ortadan kaldırıp onların üzerlerinde bir otorite kurarak –ister siyasi parti ister askeri teşkilat olsun- halkı yerinden edersen, devrime ölümcül bir darbe vurursun. Onun ana güç kaynağını yok edersin: Halkı. Onu savunmasız bırakırsın.

Silahlı işçiler ve köylüler, devrimin tek etkili savunmasıdır. Birlikleri ve sendikaları aracılığıyla karşı-devrimci saldırılara karşı her zaman tetikte olmalıdırlar. Fabrikada ve değirmende, madende ve tarlada işçi devrimin savunucusudur. İhtiyaca göre kürsü ve saban başında veya muharabe alanındadır. Ama taburunda olduğu gibi fabrikasında da devrimin ruhudur ve devrimin kaderini belirleyen onun iradesidir. Sanayide atölye komiteleri, kışlalarda asker komiteleridir. Bunlar her türlü devrimci gücün ve faaliyetin kaynağıdır.

Rus Devrimi'ni en kritik başlangıç aşamalarında başarıyla savunan, emekçilerden oluşan gönüllü Kızıl Muhafızlar'dı. Beyaz Orduları yenen yine gönüllü köylü alayları oldu. Daha sonra örgütlenen düzenli Kızıl Ordu, gönüllü işçi ve köylü birlikleri olmadan güçsüzdü. Sibirya, bu tür gönüllü köylüler tarafından Kolçak'tan ve ordularından kurtarıldı. Ukrayna'da, yerli gericilerin boyunduruğunu halka dayatmaya gelen yabancı orduları kovanlar da -devrimci generaller ve özellikle Denikin Moskova'nın kapılarındayken- povstantsi olarak bilinenişçi ve köylü müfrezeleriydi. Güney Rusya'yı Almanya, Fransa, İtalya ve Yunanistan'ın işgalci ordularından kurtaran ve ardından General Wrangel'in Beyaz kuvvetlerini bozguna uğratanlar devrimci povstantsilerdi.

Devrimin askeri savunması üstün bir komuta, faaliyetlerin koordinasyonu, disiplin ve emirlere itaat gerektirebilir. Ancak bunlar, işçilerin ve köylülerin bağlılığından kaynaklanmalı ve kendi yerel, bölgesel ve federal örgütleri aracılığıyla gönüllü işbirliğine dayanmalıdır. Toplumsal devrimin diğer tüm sorunlarında olduğu gibi, dış saldırılara karşı savunma konusunda da halkın aktif çıkarları, özerklikleri ve kendi geleceklerinin kontrolünü ellerine almaları başarının garantisidir.

Şunu iyi anla ki devrimin gerçekten etkili tek savunması, halkın tutumunda yatmaktadır. Halkın hoşnutsuzluğu, devrimin en büyük düşmanı ve en büyük tehlikesidir. Toplumsal devrimin gücünün mekanik değil organik olduğunu her zaman aklımızda tutmalıyız. Gücü mekanik askeri önlemlerde değil sanayi ve yaşamı yeniden inşa etme, özgürlük ve adaleti tesis etme yeteneğinde yatmaktadır. Bırak halk, asıl tehlikede olanın kendi davası olduğunu hissetsin. Ancak o zaman içlerinden sağ kalan sonuncu kişi bile onun uğrunda bir aslan gibi savaşacaktır.

Aynısı dış savunma için olduğu kadar iç savunma için de geçerlidir. Halkı devrime karşı kışkırtmak için baskı ve adaletsizliği kullanamazsa herhangi bir Beyaz generalin veya karşı-devrimcinin ne şansı olabilir? Karşı-devrim sadece halkın hoşnutsuzluğundan beslenebilir. İnsanlar, devrimin ve tüm etkinliklerinin kendi ellerinde olduğunun, işleri kendilerinin yönettiğinin ve gerekli gördüğünde yöntemlerini değiştirmekte özgür olduklarının bilincinde olduğunda karşı devrim destek bulamaz ve zararsızdır.

"Ama karşı-devrimcilerin insanları kışkırtmalarına izin verir miydiniz?"

Hem de her şekilde. İstedikleri gibi konuşsunlar. Onları dizginlemek sadece zulme uğrayan bir sınıf yaratmaya hizmet eder, böylece halkın onlara ve davalarına sempatisini kazandıracaktır. Konuşmayı ve basını bastırmak yalnızca özgürlüğe karşı teorik bir suç değildir. Devrimin temellerine doğrudan bir darbedir. Öncelikle daha önce hiç var olmayan sorunları ortaya çıkaracaktır. Hoşnutsuzluğa ve muhalefete, kin ve çekişmeye; hapishaneye, Çeka'ya ve iç savaşa yol açacak yöntemleri ortaya çıkaracaktır. Korku ve güvensizlik yaratacak, komplolar hazırlayacak ve geçmişte her zaman devrimleri öldüren bir terör saltanatı ile sonuçlanacaktır.

Toplumsal devrim, en başından tamamen farklı ilkelere, yeni bir anlayış ve tutuma dayanmalıdır. Tümden özgürlük, onun varlığının nefesidir. Kötülüğün ve düzensizliğin tedavisinin baskı değil daha fazla özgürlük olduğu asla unutulmamalıdır. Baskı sadece şiddete ve yıkıma yol açar.

"O zaman devrimi savunmayacaksın?" diyor arkadaşın, merak ediyor.

Kesinlikle savunacağız. Ama konuşmaya karşı değil, bir görüşün ifade edilmesine karşı değil. Devrim, en sert eleştiriyi bile kabul edecek kadar büyük olmalı ve haklıysa bundan yararlanmalıdır. Devrim, gerçek karşı-devrime ve tüm aktif düşmanlara karşı, onu zorla işgal ya da şiddetle yenmeye veya sabote etmeye yönelik her türlü girişime karşı kendisini en kararlı biçimde savunacaktır. Bu, devrimin hakkı ve görevidir. Ancak yenilen düşmana zulmetmeyecek ve bireysel üyelerinin hatası nedeniyle tüm bir toplumsal sınıftan intikam almayacaktır. Babaların günahlarının bedelini çocukları ödemeyecektir.

"Peki, karşı devrimcilerle ne yapacaksınız?"

Fiili savaş ve silahlı direniş kayıpları içerir ve bu koşullar altında hayatlarını kaybeden karşı-devrimciler, yaptıklarının kaçınılmaz sonuçlarına katlanırlar. Ama devrimciler barbar değillerdir. Yaralılar katledilmez, esir alınanlar idam edilmez. Bolşeviklerin yaptığı gibi -barbarca- rehineleri vurma sistemi de uygulanmaz.

"Bir çatışma sırasında esir alınan karşı-devrimcilere nasıl davranacaksınız?"

Devrim bunlarla başa çıkmak için yeni yollar, mantıklı yöntemler bulmalıdır. Eski yöntem onları hapsetmek, boş boş durmalarını sağlamak, onları korumak ve cezalandırmak için çok sayıda insan çalıştırmaktır. Suçlu hapiste kalırken tutsaklaştırma ve acımasız muamele onu devrime karşı daha da kışkırtır, muhalefetini güçlendirir, intikam ve yeni komplolar hakkındaki düşüncelerini besler. Devrim, bu tür yöntemleri aptalca ve kendi çıkarları için zararlı olarak görecektir. Bunların yerine yenilmiş düşmanı, karşı çıkışının hata olduğuna ve yararsızlığına insancıl bir muameleyle ikna etmeye çalışacaktır. İntikam almak yerine özgürlük verecektir. Karşı devrimcilerin çoğunu düşman olarak değil de güç ve otorite arayan bireyler tarafından kandırılmış akılsızlar olarak görecektir. Onların cezadan ziyade aydınlanmaya ihtiyaçları olduğunu bilecektir.

Bugün bile bu görüş önem kazanmakta. Bolşevikler, Rusya'daki müttefik ordularının topçu gücünden çok, düşman askerleri arasındaki devrimci propagandayla yendi. Bu yeni yöntemler, şu anda Nikaragua kampanyasında bunlardan yararlanmakta olan Birleşik Devletler Hükümeti tarafından bile pratik olarak kabul edilmiştir. Amerikan uçakları bildiriler dağıtıyor, Nikaragua halkına Sandino'yu ve davasını terk etmeye ikna olmaları için çağrıda bulunuyor. Amerikan ordu liderleri bu taktiklerden en iyi sonuçları bekliyorlar. Ancak Sandino vatanseverleri, yabancı bir işgalciye karşı vatanı ve ülkesi için savaşırken karşı-devrimciler kendi halklarına karşı savaşıyorlar. Karşı-devrimcilerin aydınlanmaları çok daha kolay olacak ve daha iyi sonuç getirecektir.

"Karşı-devrimle başa çıkmanın en iyi yolunun gerçekten bu olacağını mı düşünüyorsunuz?"

Kesinlikle. İnsanca muamele ve nezaket, zulüm ve intikamdan daha etkilidir. Bu konudaki yeni tutum, benzer nitelikte bir dizi başka yöntem de ortaya çıkaracaktır. Yeni yöntemleri uygulamaya başlar başlamaz komplocularla ve devrimin aktif düşmanlarıyla başa çıkmanın çeşitli biçimleri gelişecektir. Örneğin onları tek tek veya küçük gruplar halinde, karşı-devrimci etkilerinden uzak bölgelere, devrimci ruha ve bilince sahip topluluklar arasına dağıtma planı kabul edilebilirdir. En basitinden, karşı-devrimcilerin de yemek yemesi gerektiğini unutma; bu da kendilerini, düşüncelerini ve zamanlarını komplo kurmaktan başka şeyler için yoracak bir durumda bulacakları anlamına gelir. Hapsedilmek yerine özgür bırakılan mağlup karşı-devrimci, varoluş yollarını aramak zorunda kalacaktır. Devrim düşmanlarını bile doyuracak kadar cömert olacağından, elbette geçiminden mahrum bırakılmayacaktır. Ancak söz konusu kişi; dağıtım merkezinin misafirperverliğinin tadını çıkarmak, güvenli konaklama yerlerine kabul edilmek vs. için bir topluluğa katılmak zorunda kalacaktır. Başka bir deyişle, karşı-devrimci "özgürlükteki tutsaklar", varoluş araçları için topluluğa ve üyelerinin iyi niyetine bağlı olacaktır. Onun atmosferinde yaşayacak ve onun devrimci ortamından etkilenecektir. Hapishaneden daha güvenli ve daha mutlu olacağı kesindir. Yakında devrim için bir tehlike olmaktan çıkacaktır. Bunun örneklerini Rusya'da defalarca kez gördük. Çeka'dan kaçıp herhangi bir köy veya kasabaya yerleşen karşı-devrimciler gördükleri iyi muamele sonucunda çoğunlukla topluluğun işe yarar üyelerine dönüştüler. Toplumun refahını genellikle sıradan bir insandan daha fazla düşündüler. Onlar kadar şanslı olamayan ve hapisten kaçamayan diğer yüzlercesi ise hapishanede intikam ve komplo planları düşünüp durdular.

Kuşkusuz, devrimci halk tarafından bu tür "özgür tutsakları" tedavi etmeye yönelik çeşitli planlar denenecektir. Ancak yöntemler ne olursa olsun başarısızlığı insan deneyimi boyunca tamamen kanıtlanmış olan, mevcut intikam ve ceza sisteminden daha tatmin edici olacaktır. Yeni yollardan biri olarak "özgür yerleştirme" de denenebilir. Devrim, düşmanlarına ülkenin bir kısmına yerleşme fırsatı sunacak ve onlara en uygun toplumsal yaşam biçimini oluşturacaktır. Birçoğunun, devrimci topluluğun kardeşliğini ve özgürlüğünü, sömürgelerinin gerici rejimine tercih etmesinin çok uzun sürmeyeceğini öngörmek uydurma bir tahmin değildir. Ama böyle yapmasalar bile kaybedecek hiç bir şey yok. Aksine, intikam ve zulüm yöntemlerini terk ederek insanlık ve yüce gönüllülüğü uygulayarak devrimin kendisi manevi olarak kazancaktır. Bu tür yöntemlerden ilham alan devrimci öz savunma, düşmanlarına bile garanti edeceği özgürlük nedeniyle daha etkili olacaktır. Halka ve genel olarak dünyaya sunduğu çekiciliği böylece daha da karşı konulmaz ve evrensel olacaktır. Toplumsal devrimin yenilmez gücü adaletinde ve kardeşliğinde yatar.

Henüz hiçbir devrim gerçek özgürlüğü denemedi. Hiçbiri buna yeterince inanamadı. Güç ve baskı; zulüm, intikam ve terör geçmişteki tüm devrimlerin içine işlemiş ve böylece gerçek amaçlarını yok etmiştir. Yeni yöntemler, yeni yollar denemenin zamanı geldi. Toplumsal devrim, insanın özgürlük yoluyla kurtuluşunu sağlamaktır. Eğer özgürlüğe inancımız yoksa devrim bir inkar haline gelir ve kendisine ihanet eder. O halde özgürlük cesaretine sahip olalım. Bırakalım baskı ve terörün yerini o alsın. Özgürlük; inancımız, eylemimiz olsun ve onunla güçlenelim.

Yalnızca özgürlük toplumsal devrimi etkili ve sağlıklı hale getirebilir. Tek başına daha yükseklere giden yolu açabilir, refahın ve neşenin herkesin hakkı olacağı bir toplum hazırlayabilir. İnsanlar hayatlarında ilk defa anarşizmin cömert ve özgür ışığı altında büyüyüp gelişme şansına sahip olduklarında, işte o zaman güneş doğacak.

Çeviren: Burak Aktaş

* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
Alıntı ile Cevapla
  #36  
Alt 27-03-2022, 02:27
Şüpheci Dinsiz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Şüpheci Dinsiz Şüpheci Dinsiz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.586
Standart

Crispin Sartwell: Anarşist Felsefe Üzerine | Türkçe Altyazılı

* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
Alıntı ile Cevapla
  #37  
Alt 27-03-2022, 11:34
Ahlaksız - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Ahlaksız Ahlaksız isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 07 Jul 2012
Mesajlar: 8.493
Standart

Şüpheci Dinsiz´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
Crispin Sartwell: Anarşist Felsefe Üzerine | Türkçe Altyazılı
Güzel konuşmuş.
Alıntı ile Cevapla
  #38  
Alt 14-05-2022, 23:27
Şüpheci Dinsiz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Şüpheci Dinsiz Şüpheci Dinsiz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.586
Standart

https://karala.org/dergi/nestor-mahn...ri-nisa-durdu/

Nestor Mahno – Devrimci Anarşistin ABC'si
Çeviri: Nisa Durdu



Ezilenlerin, kendisini çevreleyen kötülüğe karşı mücadelesinde elde edebileceği tek yol, insan evriminde derin ve ileri bir kırılma olan toplumsal devrimdir. Toplumsal devrim kendiliğinden gelişse de örgüt onun yolunu açar, karşısına dikilen setler arasındaki gediklerin görülmesini kolaylaştırır ve devrimin gelişini hızlandırır. Devrimci anarşist, bu çizgide, şimdi, şu anda, harıl harıl çalışmalıdır. Her ezilen, boyunduruğun kendisini aşağı çektiğinin farkına varmalı ve bu rezilliğin insanların hayatını ezip geçtiğini anlayarak anarşistin yardımına koşmalıdır.

Anarşizm, insanın özgürce yaşaması ve yapıcı bir şekilde çalışması anlamına gelir. İnsanın doğal ve sağlıklı emellerine karşı yapılan her şeyin yıkımı demektir. Anarşizm, yalnızca yaşamsal düzenin yapay bir şekilde tasarlandığı programlardan çıkan teorik bir öğreti değildir. Tüm yapay kriterleri atlayarak yaşamın tüm ihtiyatlı tezahürlerinden derlenmiş bir öğretidir.

Anarşizmin toplumsal ve politik tezahürü tüm bileşenleri arasında özgürlük, eşitlik ve dayanışmayı yücelten, özgür ve anti-otoriter bir toplumdur. Anarşizmde hak, tüm zamanlarda ve tüm mekanlarda herkes için özgürlük ve toplumsal adaletin hakiki güvencesini sağlayan bireysel bir sorumluluk demektir.

Komünizm (devletsiz toplum) bundan doğar. Anarşizm doğal olarak insanın özünde vardır: komünizm onun mantıksal izdüşümüdür. Bu savların anarşizmin temel önermeleri olabilmesi için, somut gerçekler ve bilimsel analizlerden yardım alınarak teorik olarak desteklenmesi gerekir. Bununla birlikte Godwin, Proudhon, Bakunin, Johann Most, Kropotkin, Malatesta, Sébastien Faure ve diğer birçokları gibi, büyük özgürlükçü teorisyenler, öğretilerini sert ve koşulsuz ölçeklerle sınırlandırmayı hiç istemediler.

Tersine, anarşizmin bilimsel dogmasının, insan doğasının özüne uygun olarak asla keşfettikleriyle yetinmemek olduğunu göstermek istediler. Bilimsel anarşizmde değişmeyen tek şey insanın insan tarafından sömürülmesini ve tüm prangaları reddetmeye yönelik doğal eğilimidir. İnsan toplumunda günümüzde hala mevcut olan -ve (bilimsel) sosyalizmin hala yok edemediği ve edemeyeceği- köleliğin prangaları yerine anarşizm, özgürlüğü ve insanın o özgürlükten yararlanma hakkını yeşertir.

Devrimci bir anarşist olarak, devrim boyunca Ukrayna halkıyla yaşamı paylaştım. Bu halk, devrim boyunca özgürlükçü fikirlerin hayati albenisini kendiliğinden hissetti ve bunun bedelini de ödedi. Teslim olmadan, bu kolektif mücadelenin ortak sıkıntılarını da yaşadım fakat kendimi sıklıkla anlık talepleri idrak edip dile getiremeyecek kadar güçsüz buldum.

Genel anlamda hatamı çabucak anladım ve bireyin ve bir bütün olarak insanlığın bağımsızlığı ve özgürlüğü için savaşan kitleler tarafından, yoldaşlarımla birlikte uğruna mücadele ettiğimiz amaçlarımızın kolayca özümsendiğini açıkça kavradım.

Pratik mücadele deneyimi, anarşizmin insana yaşayarak öğrettiği yönündeki inancımı güçlendirdi. Anarşizm, yaşam kadar devrimci bir öğretidir. Ve onun her tezahürü, insanın çeşitli ve etkili varoluşsal yaratıcılığıyla çok yakından ilişkilidir.

Ezilen kardeşlerim, devrimci bir anarşist olarak, bu etiketle en zayıf bağı bile sürdürdüğüm müddetçe, ben sizi anarşist ideali gerçekleştirmek için mücadeleye çağıracağım. Anarşizmi yalnızca özgürlük, eşitlik ve dayanışma için mücadele ederek kavrayabilirsiniz.

Anarşizm insanda doğal olarak vardır: tarihsel olarak insanı, -yapay olarak kazanılmış- köle zihniyetinden kurtarır ve köleliğin tüm biçimlerine karşı bilinçli bir savaşçı olmasını sağlar. Bu anlamda anarşizm devrimcidir.

İnsan köle olduğunun ne kadar farkında olursa o kadar öfkelenir ve anarşist özgürlük, kararlılık ve eylem ruhu onun içinde o kadar büyür. Bu, "anarşizm" sözcüğünü hiç duymamış olsalar bile, kadın ya da erkek her birey için geçerlidir.

İnsan doğası anarşisttir: onu tutsak etmeye yeltenen her şeye karşı çıkar. Bence insanın doğal özü bilimsel olarak anarşizmle gayet iyi açıklanıyor. Anarşizm, insan yaşamının bir ideali olarak insanın evriminde önemli bir rol oynuyor.

Ezilenler kadar ezenler de yavaş yavaş bu role çalışmaya başlıyorlar: ezenler ister istemez bu ideali saptırmaya çalışıyor, ezilenler ise onu kolayca elde etmek istiyorlar. Modern uygarlık geliştikçe anarşist idealin kavranışı kölede de efendide de büyüyor.

Ezenler, şimdiye kadar yöneldikleri amaçlara rağmen -insanın onuruna karşı yapılmış her ihlale karşı çıkan her türlü doğal eğilimi yatıştırmak ve engellemek- insanın gerçek kökenini ortaya çıkarıp daha önce insanlığın yaratıcısı olarak kabul edilen tanrının yokluğunu ispatlayan bağımsız bilimsel zihinleri susturmayı başaramadı. Sonrasında, insanlar arasında kurdukları aşağılayıcı ilişkilerin ve dünyadaki "kutsal talimatname"lerin yapaylığına reddedilemez bir kanıt sunmak doğal olarak kolaylaştı.

Bunların hepsinin anarşist düşüncelerin bilinçli gelişimine önemli etkisi oldu. Aynı şekilde Liberalizm ve sözde bilimsel sosyalizmin dallarından biri olan bolşevizm gibi yapay kavramlar da aynı zamanlarda gün yüzüne çıkmıştır.

Bununla birlikte, modern toplumun geniş bir bölümünün psikolojisi ve bireysel kişilik üzerindeki etkisine rağmen, bu yapay kavramlar eski dünyanın zaten bilinen biçimlerine doğru yokuş aşağı yuvarlanma eğilimindelerdir.

Bilinçlenen ve bunu çevresinde de dile getiren özgür insan, insanlığın tüm rezil geçmişindeki hilekarlık, keyfi şiddet ve aşağılanmayı ima eden her şeyi alt ettiği gibi bu yapay öğretileri de kaçınılmaz olarak alt edecektir.
Bu andan itibaren birey, doğduğundan beri tanrılar tarafından -silah, para, hukuk ve büyücü çıraklarının iki yüzlü biliminin kaba kuvvetiyle- sarmalandığı korkaklık ve yalanlar kabuğuyla mücadele edecektir.

Birey, böyle bir rezaletten kurtularak, ona hayat haritasını keşfettiren bir bütünlüğe ulaşır. İlk önce, korkaklık ve sefaletten ibaret olan eski köle hayatını fark eder. Bu eski hayat; başlangıçta temiz, açık ve geçerli olan her şeyi köleleştirerek, onu ya meleyen bir koyuna ya da kendisinde ve içinde iyi olan her şeyi çiğneyen ve yok eden aptal bir efendiye dönüştürmek için öldürmüştür.

Ancak o zaman insan, herhangi birinden veya herhangi bir şeyden bağımsız olarak, kendisine aykırı olan, doğanın saflığını ve büyüleyici güzelliğini ihlal eden her şeyi küle çeviren bir doğal özgürlüğe uyanır.

İşte tam burada birey aklını başına toplar ve bilimin şamanları tarafından aldatılarak bireysel ve toplumsal yaşamını köle egemenliğine hapsettiği utanç verici geçmişini ilk ve son kez lanetler.
Bundan böyle insan, -nesillerdir olduğundan farklı olarak- başkalarının üzerinde güç uygulanmasına izin vermemek için başkalarının üzerinde güç uygulayan bir peygamber ya da şaman olmamak amacıyla büyük bir ahlaki hedefe doğru ilerlemeye başlar.

Tüm tanrılardan ve onların tüm toplumsal ve ahlaki buyruklarından kurtulan insan, insanın insan tarafından sömürülmesine ve değişmez bir şekilde ileriye doğru yürümeye programlanmış olan doğasının bozulmasına karşı isyan eder.

Bu isyancı, kendisinin ve ezilen kardeşlerinin farkına vardıktan sonra, tarihsel olarak şiddetle, kölelikle ve aptallıkla cisimleşmiş olan devleti ayaklar altına alarak kendisi ve kardeşleri için özgürlük, bütünlük ve mükemmelliğe susayan bir devrimci anarşist olur. Özgür insan, gerçek bir komünist politikayı güçlendirmek ve benimsemek için bu örgütlü çeteye ve katile karşı örgütlenir.

Bu tür grupların bireysel üyeleri, şimdiye kadar ne olmuş olurlarsa olsunlar (işçi, köylü, entelektüel veya öğrenci) kendilerini yeniden keşfederek her türlü köleliği reddettikleri andan itibaren egemen toplumun cezai vesayetinden (kendilerini aptal efendilerine satan bir köle olmaktan) kurtulurlar.

Bir birey olarak insan, yaşam hakkındaki yanlış düşünceleri reddedip yok ettiğinde gerçek kişiliğine geri döner ve böylece gerçek haklarını yeniden kazanır. Bireyin devrimci bir anarşist ve bilinçli bir komünist olmasını sağlayacak tek şey budur. İnsan yaşamının bir ideali olarak anarşizm, her bireyde özgür ve yaratıcı bir yaşama yönelik doğal bir düşünce olarak kendini bilinçli bir şekilde açığa vurur ve toplumsal bir mutluluk idealini yaratır. Çağımızda anarşist toplum artık bir hayal değildir. Ancak pratik düzeninin detaylandırılmasında hala eksiklikler görülüyor.

İnsanın yeni yaşamı ve yaratıcı gelişimini ilgilendiren bir öğreti olarak anarşizm fikrinin kendisi, toplumsal olduğu kadar bireysel olarak da, gerçek bir felaket olarak modern toplumun tartışılmaz adaletsizliğinin karşısında, insan doğasının yıkılmaz gerçekliği üzerine kuruludur.

Bu durumun farkına varılması, savunucularının, yani anarşistlerin, mevcut toplumdaki resmi kurumlarla karşılaştırıldığında kendilerini yarı veya tam manada kanuna karşı gelirken bulmalarına yol açıyor. Doğrusu anarşizm hiçbir ülkede yasal şekilde duyurulamaz. Bunun nedeni insanların, mevcut toplumun hem kölesi hem efendisi olan devlet tarafından derinden etki altına alınmasıdır. İnsanın yaşamını "dilimlere" bölerek üzerinde bir parazit gibi yaşayan bu bireyler zümresi kendini devlet ile özdeşleştirmiştir.

İnsan, bireysel veya toplumsal olarak, gerçekte sömüren ve ezen olmaktan başka hiçbir şey olmayan bu "yöneticiler ve efendiler"in insafına kalmış durumda. Büyük anarşizm fikri, sağcı ya da solcu, burjuva ya da devletçi sosyalist olmaları fark etmeksizin, modern dünyayı vahşileştiren ve köleleştiren bu dolandırıcıların insafına kalmayacak.

Bu dolandırıcılardan ilki daha az iki yüzlüdür ve açıkça burjuva olduğu görülebilir. Öteki ise devletçi sosyalistlerin her türü, içlerinden özellikle "komünist" lakabını gayrimeşru olarak kullananlar, yani bolşeviklerdir. "Eşitlik ve kardeşlik" şiarlarının ardında riyakarca saklanırlar.

Bolşevikler mevcut topluma binlerce kez cila çekmeye veya bazıları için efendilik, diğerleri için kölelik oluşturan baskı sistemlerini yeniden etiketlendirmeye hazırlar. Yani, mevcut toplum yapısını zerre değiştirmeden, baskı ve kölelik arasında var olan doğal çelişkilerle uzlaşan aptal programlarının isimlerini değiştirebiliyorlar. Hayattaki tek gerçek insan idealinin, yani özgürlükçü komünizmin gerçekleşmesini önlemek amacıyla bu çelişkilere tutunuyorlar.

Absürt programlarına göre, devletçi sosyalistler ve komünistler, özgürlüğü toplumsal yaşamda gerçekleştirmeden, insanın toplumsal olarak kurtuluşuna "müsaade etmeye" karar verdiler. İnsanı, yalnızca doğa yasalarına boyun eğecek şekilde tamamen özgürleştirmeye gelince, bunu onlar yaptığı müddetçe sorun yok.

Özgürleşme onların iğrenç denetimlerinden asla kurtulamasın diye, çabalarını burjuvazinin çabalarıyla birleştirmelerinin nedeni budur. Her halükarda, herhangi bir siyasi otorite tarafından verildiği sürece "özgürleşme"nin alabileceği biçimi çok iyi biliyoruz.

Burjuvazi, emekçilerden böyle kalmaya kalmaya mahkum köleler olarak söz etmeyi doğal buluyor. Burjuvazi, insanlığın tümüne gerçekten kullanışlı ve güzel bir şey üretecek olan özgür üretimi asla desteklemez. Elindeki devasa sermaye kaynaklarına rağmen yeni bir toplumsal varoluşun ilkelerini geliştiremeyeceği açıktır.

Şimdiki zaman onlara oldukça yeterli görünüyor çünkü çarlar, başkanlar, hükümetler ve neredeyse tüm aydınlar ve bilim adamları, yeni toplumun kölelerine boyun eğdiren herkes önlerinde eğiliyor. Burjuvazi sadık hizmetçilerine haykırıyor: "Hizmetçiler, kölelere hakkı olan köleliği verin, size ait olan kısmı bize hizmet etmek için alın, gerisi bize kalsın!… Onlar için, bu şartlar altında hayat elbette güzel.

Devletçi sosyalistler ise karşılık veriyor: "Hayır, biz yukarıdakilere katılmıyoruz!" Bununla işçilere sesleniyor, onları siyasi partilere dönüştürüyor ve onları isyana teşvik ediyorlar: "Burjuvaziyi kovun! Onları devlet iktidarından uzaklaştırın ve iktidarı biz devletçi sosyalistlere verin ki biz sizi savunup özgürleştirelim."

Aylaklar ve ayrıcalıklılardan ziyade devlet iktidarının gerçek düşmanı olan işçiler öfkelerini açığa çıkarır, isyan eder, devrimi gerçekleştirir, devletin gücünü yok ederek iktidar sahiplerini kovar. Sonrasında da ya saflık ya da dikkatsizlik nedeniyle sosyalistlerin iktidarı ele geçirmesine izin verirler.

Rusya'da bolşevik iktidara bu şekilde el koymasına izin verdiler. Ve bu korkak Cizvitler, bu canavarlar, bu özgürlüğün kasapları -silahsız da olsalar- halkı boğmak, kurşuna dizmek ve ezmek için harekete geçtiler. Tıpkı onlardan önce burjuvazinin yaptığı gibi, hatta daha da kötüsü.

İnsandan özgürlük ruhunu ve yaratma iradesini tek seferde, tamamen ortadan kaldırarak, onu bir grup kötü adama manevi bir köle ve fiziksel bir uşak yapmak amacıyla, bu ruhu kırmaya çalıştılar. Devrilen tahtın yerine yerleştiler ve kitleleri dize getirmek, kendilerine karşı çıkanları ortadan kaldırmak için katillerini kitlelerin üzerine saldırtmaktan çekinmediler.

Halk, Rusya'daki sosyalist iktidarın zincirlerinin ağırlığı altında inliyor. Başka ülkelerde de burjuvazinin boyunduruğu altında hatta burjuvaziyle işbirliği yapan sosyalistlerin boyunduruğu altında inliyor. Her yerde bireysel veya kolektif olarak halk, devlet iktidarının otoritesi, onun siyasi ve ekonomik saldırıları altında inliyor.

Herhangi bir çıkar gütmeden halkın acılarını paylaşan çok az insan vardır. Ve eski veya yeni cellatlar, onların halkla bütünleşmesini engellemek için çok etkili araçlara sahiptir. Yaşam, özgürlük ve mutluluk haklarını savunmak için yanıp tutuşan insan, yaratıcı kararlılığını şiddet girdabına girerek ortaya koymaya çalışır.

Kavgasının belirsiz sonu geldiğinde, ilmiği celladın boynuna doladığı anda göstereceği cesaret, celladının titreyerek önünde eğilmesini sağlayacaktır. Ama ne yazık ki insan celladının hayatı boyunca yaptığını yapacağı anda gözlerini kapatmayı çok sık tercih eder.
Kendi özgürlüğünün ve komşusunun özgürlüğünün yaşam kadar dokunulmaz olduğuna, yalnızca baskı zincirlerinden başarılı bir şekilde kurtulan ve insanlığa karşı işlenen tüm suçları gören biri ikna olabilir. Özgürlüğünü kazanmaya ve savunmaya, her sömürücü ve her celladın kökünü kazımaya hazırsa ve burjuva iktidarının yerini almayı hedeflemiyorsa, o zaman çağdaş toplumun kötülüğüne karşı mücadele edebilir.

Onu devrimci anarşist yapan, sosyalist, komünist, bolşevik veya eşit derecede baskıcı başka herhangi bir güçle değil, bireysel sorumluluk temelinde örgütlenmiş ve herkes için gerçek bir özgürlük ve toplumsal adaleti garanti eden, gerçekten özgür bir topluma ulaşmayı amaçlamasıdır. Devrimci anarşist, katil devletin karşısında korkmadan durabilir:

"Hayır, öyle olması gerekmiyor! Ezilenler, isyan edin! Tüm devlet gücüne karşı ayağa kalkın! Burjuvazinin iktidarını yıkın ve onun yerine sosyalistlerin ve bolşeviklerin iktidarını koymayın. Tüm devlet gücünü ortadan kaldırın ve destekleyicilerini kovun, çünkü onlardan asla size dost olmaz."

Devletçi sosyalistlerin veya komünistlerin iktidarı, en az burjuvazininki kadar tehlikelidir. Hatta deneylerini insanların kanlarıyla ve yaşamlarıyla yaptıklarında onlardan çok daha tehlikeli olabilirler. Bu noktada, gizlice burjuva iktidarının öncüllerine dönmeleri uzun sürmüyor ve her iktidar gibi yalan söylüyor ve aldatıyor ve en kötü yola başvurmaktan az çekinmiyorlar.

Komünizm fikri onlar için gereksiz hale geliyor ve artık onlardan yararlanamıyor, onun yerine iktidara tutunmasına yardımcı olabilecek her türlü şeyden medet umuyorlar.

Savaşmak için burjuvaziye ve devlet sosyalistlerine bırakılan herhangi bir siyasi devrim -özellikle Şubat ve Ekim 1917 Rus devrimleri- az önce söylediklerimin iyi bir örneğidir. Rus İmparatorluğu'nu deviren emekçi kitleler, sonuç olarak, kendilerini siyasi olarak yarı özgürleşmiş hissettiler ve kurtuluşlarını tamamlamaya çalıştılar.

Büyük toprak sahiplerinden ve din adamlarından alınan tüm toprakları, başka birinin emeğini sömürmeden üretenlere devretmeye başladılar. Şehirlerde de, fabrikalar, atölyeler, matbaalar ve diğer üretim yerleri oralarda çalışan işçilerin eline geçti. Kasaba ve kır arasında kardeşlik ilişkileri kurmak için tasarlanan bu sağlıklı ve coşkulu çabalara giren emekçiler, Kiev, Harkov ve Petrograd'da yeni hükümetlerin kurulduğunu fark etmediler.
Halk, sınıf örgütleri aracılığıyla müdahale olmaksızın gelişirken, toplumun tüm parazitlerini ve birilerinin diğerleri üzerinde uyguladığı tüm iktidarı ortadan kaldırmayı amaçlayan yeni, özgür bir toplumun temellerini atmayı arzuluyordu.

Bu yaklaşım açıkça Ukrayna'da, Urallarda ve Sibirya'da ilerleme kaydetti. Tiflis, Kiev, Petrograd ve Moskova'da, can çekişen yetkililerin tam kalbinde, benzer bir eğilim su yüzüne çıktı.

Bununla birlikte, her zaman ve her yerde, devlet sosyalistleri, kiralık katillerinin yanı sıra çok sayıda destekçiye de sahipti ve hala sahip. Bu destekçiler arasında, ne yazık ki çok sayıda işçi de var. Bolşevikler, bu paralı katiller tarafından kışkırtılarak, halkın bu çabalarını o kadar korkunç bir şekilde cezalandırdılar ki, Ortaçağ Engizisyonu bile onları kıskanabilirdi! Kendimize gelince, tüm devlet iktidarının doğasını bilerek bolşevik liderlere şunları söyledik:

Yazıklar olsun size! Burjuvazinin ezilenlere karşı gaddarlığı hakkında çok şey yazdınız ve konuştunuz. Kurtuluşları için mücadele eden emekçilerin devrimci saflığını ve bağlılığını savunmakta çok gayretli davrandınız. Ve şimdi iktidara geldiğinize göre, ya burjuvazinin aynı korkak uşakları oldunuz ya da kendi başınıza burjuvazi oldunuz. Yöntemleriniz ise burjuvazinin bile hayretler içinde kaldığı ve sizinle dalga geçtiği uç noktalara kadar uzanıyor.

Üstelik, son yıllarda bolşevik deneyimlerden hareketle burjuvazi; devlet sosyalizminin "bilimsel" kuruntusunun, burjuvazinin yöntemleri ve aslında burjuvazinin kendisi olmadan ayakta kalamayacağını anladı. Sosyalist sistemde, emekçi nüfusun büyük çoğunluğuna yönelik sömürünün ve örgütlü şiddetin, sefaleti ve asalaklığı ortadan kaldırmak için hiçbir şey yapmadığını, aslında sömürünün yalnızca isim değiştirdiğini ve iki katına çıktığını fark etti.

Ve gerçekler bize bunu gösteriyor. Bolşeviklerin açgözlüce halkın tüm devrimci kazanımlarını tekellerine almak için polisleri, mahkemeleri, hapishaneleri ve hepsi devrime karşı konuşlanmış gardiyan orduları yeterlidir.

Kızıl ordu, zorla asker alımına devam ediyor! Eski rütbeli yapısını, bu rütbeleri farklı şekilde isimlendirerek, hatta daha hesap vermez ve baskıcı bir hale getirerek sürdürüyor.

Liberalizm, sosyalizm ve devlet komünizmi, aynı ailenin üç koludur; insanlık için uygun bir toplumsal ideale dayanan yeni, sağlıklı, özgün bir ilkenin özgürlük ve bağımsızlık yönünde büyümesini engellemek amacıyla, insan üzerindeki güçlerini kullanırlar.

Bir devrimci anarşist, ezilenleri isyana teşvik eder. Ayaklan, içindeki ve üzerindeki tüm iktidarın kökünü kurut ve başkalarının üzerinde iktidar kurma. İnsan toplumunda iktidar, hiçbir zaman gerçekten kendi emeğiyle ve ahlaklı bir varoluşla yaşamamış kişiler tarafından savunulur.

Devletin otoritesi hiçbir topluma zevk ve mutluluk getirmeyecek, hiçbir toplumu tatmin etmeyecektir. Bu tür bir otorite, asalaklar tarafından, insanın hayatında yararlı ve iyi olan her şeyi emekleriyle üretenlere karşı canice yağmalamak ve şiddet uygulamak amacıyla yaratılmıştır.

Bu iktidar ister burjuva, ister sosyalist, ister bolşevik, isterse de işçi-köylü olsun, en sonunda hepsi kaçınılmaz olarak sağlıklı ve mutlu bir bireye olduğu kadar topluma da zarar verir.

Bütün devletlerin iktidarlarının doğası her yerde aynıdır: bireyin özgürlüğünü ortadan kaldırarak ona kirli işlerini yaptırmadan önce, onu ruhen ve bedenen bir köleye çevirir. Zararsız iktidar diye bir şey yoktur.

Ey ezilen kardeşim, içindeki tüm iktidarı def et hiçbir iktidarın kurulmasına izin verme!

Bir bireyin veya bir grubun gerçekten sağlıklı, neşeli yaşamı; onu yapay yapılara, yazılı yasalara dahil etmeye çalışan programların ve otoritenin yardımıyla oluşturulamaz. Hayır, söz konusu yaşam sadece bireysel özgürlük ve onun bağımsız yaratıcı çabası temelinde, yıkma ve yaratma eylemlerinde ilerleme kaydederek inşa edilebilir.

Her bireyin özgürlüğü, ilk olarak özgürlükçü bir toplumun kuruluşunda yatar. İkincil olarak bu özgürlük, ademi merkeziyetçilik ve ortak bir hedef olan özgürlükçü komünizmin gerçekleştirilmesi yoluyla bütünlüğe ulaşır.

Özgürlükçü komünist bir toplumu ne zaman düşünsek, onu insan ilişkileriyle uyumlu, görkemli bir toplum olarak görürüz. Esas olarak, herkes için eşit bir sosyal adalet ölçüsünü garanti eden federasyonlar ve konfederasyonlarda bir araya gelen özgür bireylere bağlıdır.

Özgürlükçü komünizm, köklerini insanın özgür yaşamından alan, toplumun kastlara ve sınıflara bölünmesini engelleyerek ilerlemesini ve mükemmelleşmesini amaçlayan, tüm adaletsizliklerin ve kötülüklerin ortadan kaldırılmasına dayanan bir toplumdur.

Özgürlükçü toplumun hedefi; emek, kararlılık ve zeka yoluyla herkesin hayatını daha güzel ve daha parlak hale getirmektir. Doğayla tam bir uyum içinde olan özgürlükçü komünizm, sonuç olarak, tamamen bağımsız, yaratıcı ve özgür insan yaşamı üzerine kuruludur. Bu nedenle bu toplumu var edenler, özgür ve ışıltılı varlıkların hayatlarını yaşıyor gibi görünmektedir.

Emek, evrensel kardeşlik, yaşam sevgisi, güzelliğin özgürce yaratılması tutkusu, tüm bu değerler özgürlükçü komünistlerin yaşamını ve eylemini canlandırır. Devletçi sosyalistlerin bu kadar çok sayıda çalıştırdıkları hapishanelere, cellatlara, casuslara ve provokatörlere ihtiyaç yoktur. Prensip olarak özgürlükçü komünistlerin, en önemli örneği ve en büyük şefi son tahlilde devlet olan kiralık haydutlara ve katillere ihtiyaçları yoktur.

Ezilen kardeşim! Düşünce ve örgütlü eylem yoluyla kendinizi o toplumun kurulmasına hazırlayın. Bunun dışında, kuruluşunuzun toplumsal faaliyetlerinde sağlam ve tutarlı olması gerektiğini unutmayın. Kurtuluşunuzun yeminli düşmanı devlettir: Devlet, en iyi, şu beş klişenin birleşiminde somutlaşır: mülk sahibi, asker, yargıç, rahip ve hepsine hizmet eden entelektüel.

Çoğu durumda, bunların üçüncüsü insanlığı cezalandırıyor ve insan yaşamını bireysel ve toplumsal yönü ile belirliyor. Bunu yaparken de tutucu katiplerin suçlarının dışavurumu olan tarihsel ve hukuksal yasaları sistemleştirmek adına, doğal yasaların anlamını çarpıtarak dört efendisinin yetkilerini "meşrulaştırmayı" kendine görev ediniyor.

Düşman çok güçlüdür çünkü yüzyıllardan beri varlığını yağma ve şiddet sayesinde devam ettirme tecrübesine sahiptir. İç krizlerin üstesinden gelmiştir fakat insanı asırlık uykularından uyandıran yeni bir bilimin ortaya çıkmasıyla yok olma tehdidiyle karşı karşıya kalmıştır. Ve şimdi yeni bir yüze bürünmeye çalışıyor.

Bu yeni bilim -büyücü çıraklarının bu "beş" birliğinin engellerine rağmen- insanı önyargılarından kurtarır, kendisini ve hayattaki gerçek yerini keşfetmesi için onu donatır.

Dolayısıyla, ezilen kardeşim, düşmanımızın yeni yüzü, örneğin devletin bilgili reformcularının odalarından çıkan her şeyde görülebilir. Böyle bir başkalaşımın tipik bir örneğini ilk elden tanık olduğumuz devrimlerde gördük. İlk başta, düşmanımız olan devletin "beşli" birliği, yeryüzünden tamamen yok olmuş gibi görünüyordu.

Gerçekte, düşmanımız sadece kılık değiştirdi ve bize karşı suç teşkil eden yeni müttefikler buldu. Bolşeviklerin Rusya'daki, Ukrayna'daki, Gürcistan'daki ve birçok Orta Asya halkı arasındaki örneği bu açıdan çok öğretici. Bu, kurtuluşu için savaşan insanlık tarafından asla unutulmayacak bir derstir, çünkü kabus gibi bir suçluluk onun içine işleyecektir.

Ezilenlerin, kendisini çevreleyen kötülüğe karşı mücadelesinde elde edebileceği tek ve en emin yol, insan evriminde derin ve ileri bir kırılma olan toplumsal devrimdir.

Toplumsal devrim kendiliğinden gelişse de örgüt onun yolunu açar, karşısına dikilen setler arasındaki gediklerin görülmesini kolaylaştırır ve devrimin gelişini hızlandırır. Devrimci anarşist, bu çizgide, şimdi şu anda harıl harıl çalışmalıdır.

Her ezilen, boyunduruğun kendisini aşağı çektiğinin farkına varmalı ve bu rezilliğin insanların hayatını ezip geçtiğini anlayarak anarşistin yardımına koşmalıdır. Her insan sorumluluğunun bilincinde olmalı ve insanlığın özgürce nefes alabilmesi için "beşler" birliğindeki tüm cellatları ve parazitleri toplumdan atmalıdır.

Her insan ve her şeyden önce -özgürlük, dayanışma ve eşitlik ideali için mücadeleye ön ayak olan- devrimci anarşist, toplumsal devrimin, eğer yaratıcı bir şekilde gelişecekse, yeterli araçlara ve örgütsel kaynaklara ihtiyaç duyduğunu akılda tutmalıdır.

Özellikle de, kendiliğinden olan bir isyanda; köleliğin köklerinden koparılıp özgürlüğün ekildiği, her insanın özgür ve sınırsız gelişme hakkının gerçekleştiği aşamada. Bu, bireylerin ve kitlelerin kendi içlerindeki ve çevresindeki özgürlüğü canlandırarak toplumsal devrimin kazanımları doğrultusunda hareket etme cesaretini gösterecekleri ve devrimin bu tür örgütsel kaynaklara en çok ihtiyaç duyacağı zamandır.

Örneğin, devrimci anarşistler Rus devriminde olağanüstü bir rol oynadılar, ancak gerekli eylem araçlarına sahip olmadıkları için tarihsel misyonlarını tam olarak yerine getiremediler.

Üstelik bu devrim bize şu gerçeği de gösterdi: halk kitlelerinin kölelik bağlarından kurtulduktan sonra yenilerini yaratmaya hiç niyetleri kalmamıştır. Tam tersine; devrim zamanlarında halklar, yalnızca özgürlükçü içgüdülerine yanıt veren değil, aynı zamanda düşman saldırıya geçtiğinde kazanımlarını da savunabilen yeni özgür birlik biçimleri ararlar.

Bu sürecin işleyişini gözlemlerken, en verimli ve en değerli örgütlenmelerin, toplumsal kaynakları hayatın kendisi tarafından yaratılan komünlerden, yani özgür sovyetlerden başka bir şey olamayacağı sonucuna defalarca vardık. Aynı inanca dayanarak, devrimci anarşist büyük bir özveriyle harekete geçiyor ve ezilenleri özgür örgütlenmeler için mücadeleye katılmaya teşvik ediyor.

O, yalnızca temel yaratıcı örgütsel ilkelerin gösterilmesi gerektiğine değil, aynı zamanda yeni yaşam tarzını düşman güçlere karşı savunmak için gerekli araçlarla donatmaya da ihtiyaç olduğuna inanıyor. Bunun en sıkı şekilde takip edilmesi ve halk tarafından bizzat ve derhal desteklenmesi gerektiğini, pratik göstermiştir.

İçlerinde doğuştan var olan anarşizm dürtüsüyle halklar, devrimi gerçekleştirme yolunda özgür örgütlenmeler ararlar. Özgür meclisler her zaman en iyisidir. Devrimci anarşist, bunu ellerinden geldiğince gerçekleştirmelerine yardım etmelidir. Örneğin, komünlerin özgür birliğinin ekonomik sorunu, özgür sovyetlerin destek sağlayacağı üretim ve tüketici kooperatiflerinin yaratılmasında tam ifadesini bulmalıdır.

Devrim dışa doğru dalga dalga yayılırken, özgür sovyetler sayesinde, ezilenler toplumsal mirasın tümüne (toprak, ormanlar, atölyeler, fabrikalar, demiryolları ve deniz taşımacılığı) el koyacaktır. Daha sonra çıkarlar, yakınlıklar veya ortak bir ideal temelinde bir araya gelerek, toplumsal yaşamlarını ihtiyaç ve isteklerine göre çok çeşitli hatlar üzerinde yeniden inşa edecekler.

Bunun zorlu bir mücadele olacağını söylemeye gerek yok. Çok sayıda cana mal olacak. Çünkü özgür insanlığı son bir kez eski dünyayla karşı karşıya getirecek. Tereddüt veya duygusallığa yer olmayacak. Bir ölüm kalım mücadelesi olacak! Her halükarda, kendi haklarına ve insanlığın haklarına önem veren herhangi biri, şu anda olmak zorunda olduğu gibi bir bir köle olarak kalmak istemiyorsa, bunu böyle düşünmelidir.

Sağlıklı akıl yürütme ve kendini ve başkalarını sevmesi yaşamda üstünlük kazandığında, insan kendi varlığının gerçek yaratıcısı olacaktır.

Örgütlen ezilen kardeşim! Tarladan ve atölyeden, okuldan ve üniversite sıralarından bütün insanları çağır. Alimleri ve entelektüelleri de unutmadan, o odasının ötesine geçmeyi göze alsın ve ürkütücü yolunuz boyunca size yardım etsin. Bunlardan çoğunun çağrınıza cevap vermeyebileceği ya da cevap verse bile gözünüzü boyamak niyetiyle bunu yapacakları doğrudur. Çünkü unutmayın ki onlar "beşler" birliğinin sadık kullarıdır.

Öyle olsa bile, her on kişiden biri arkadaşlığını kanıtlayacak ve diğer dokuzunun hilekarlığını boşa çıkarmaya yardım edecek. Fiziksel şiddet, yani yönetenlerin ve yasama yapanların kaba kuvveti söz konusu olduğunda, kendi şiddetinizle bunun üstesinden geleceksiniz.

Örgütleyin, tüm kardeşlerinizi harekete katılmaya çağırın ve yönetenlerin, kendi iradeleriyle, insan yaşamını düzenlemeye yönelik korkakça mesleklerini bırakmalarında ısrar edin. Reddederlerse ayaklanın, polislerini, milislerini ve "beşler" birliğinin diğer bekçi köpeklerini silahsızlandırın.

Tüm yöneticileri gerektiğince tutuklayın, yasalarını parçalayın ve yakın! Cellatları yok ettikten ve tüm devlet gücünü ortadan kaldırdıktan sonra hapishaneleri yıkın!

Pek çok ücretli katil ve suikastçi orduda, ama zorla askere çağrılan arkadaşlarınız da orada. Onları yanınıza çağırın, yardımınıza gelecekler ve paralı askerleri etkisiz hale getirmenize yardım edecekler.

Kardeşlerim, hepimiz bir kez büyük bir ailede bir araya geldikten sonra aydınlanma ve bilgi yolunda birlikte yürüyeceğiz, gölgeleri geride bırakacağız ve insanlığın ortak idealine, yani özgür ve kardeşçe bir yaşama, kimsenin artık köle olmayacağı ve kimse tarafından ezilmeyeceği bir topluma doğru adım atacağız.

Düşmanlarımızın zalimce şiddetine, isyancı devrimci ordumuzun yoğun gücüyle cevap vereceğiz. Tutarsızlığa ve keyfiliğe, bireysel sorumluluk temelinde, herkes için özgürlüğün ve sosyal adaletin gerçek garantörü olarak ve yeni yaşamımızı adalet temeli üzerine kurarak cevap vereceğiz.

Özgürlük yolunda yalnızca "beşler" birliğinin kana susamış suçluları bize katılmayı reddedecekler. Ayrıcalıklarını korumak için bize karşı çıkmaya çalışacaklar. Böylece kendi ölüm fermanlarını imzalayacaklar.

Yaşasın anarşist toplum için mücadeleye duyulan temiz ve sağlam inanç.

*Uyanış Dergisi (Пробуждение) 18. Sayı, Ocak 1932, sayfa 57-63 ve 19-20. Sayı, Şubat-Mart 1932, sayfa 16-20.

* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
Alıntı ile Cevapla
  #39  
Alt 12-09-2022, 04:36
Şüpheci Dinsiz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Şüpheci Dinsiz Şüpheci Dinsiz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.586
Standart

Ne Diyoruz Ne Anlıyoruz - Anarşi
Mehmet Ali Kılıçbay, Ahmet İnam ve Cengiz Güleç

* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
Alıntı ile Cevapla
  #40  
Alt 15-09-2022, 17:12
TENTEN TENTEN isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üyeliğini Sonlandırmış
 
Üyelik tarihi: 15 Sep 2022
Mesajlar: 38
Standart

Şüpheci Dinsiz´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
Ne Diyoruz Ne Anlıyoruz - Anarşi
Mehmet Ali Kılıçbay, Ahmet İnam ve Cengiz Güleç
Her türlü düzene karşı olmayı anlamıyorum.
Bu bilime karşı olmak manasına gelir. Çünkü bilim doğada düzenli olan olayları arar.
Düzensiz olanları formüle edemezsiniz.

Hukuk kurallarında iş daha çok karmaşıklaşıyor.
Çünkü hukuk kuralları öznel ifadeler ile dolu.
Bilim gibi deneye gözleme dayanmıyor.
İpin ucu kaçarsa seri katili pedofiliyi savunmaya kadar gider.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler

Etiket
anarşizm nedir


Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 21:09 .