23-12-2020, 19:31
|
Üye
|
|
Üyelik tarihi: 23 Oct 2008
Mesajlar: 369
|
|
İşte böyleee.
Türkeş,TÜRKLÜGÜ fellahlıkla karıştırarak çorbaya çevirmiştir.TÜRK -İSLAM SENTEZİ diye.Yaniii TÜRKLÜGÜ-ARAPLIKLA karıştırmıştır.Ortaya çıkan milliyetcilik %60 arap % 40 sa TÜRK.
Böyle milliyetcilik degil böyle araplığa BİAT olur.
Dinimizin %90 arap % 10 ancak TÜRKcülük.
Sonra araplların yalamadığımız yerleri kalmadı.
Türkeşe yardımcısı soruyor.Efendim istanbulda yahuduların davetine niye gittik?
Bakın TÜRKEŞ ne diyor.Adam hem KEL hemide FODUL.
Kötüydüyseler TÜRKLÜKLE ARAPLIĞI niye KARISTIRDIN?
İyi idiyseler YAHUDİLERİN çağrısına niye gittin.
Bu ÇAĞRIDA mutlaka kendinin eseridir.
Yoksa TÜRK İSLAM SEENTEZCİLERİNİ İsreilliler çağırmzlar.
Bakalım niye gitmişler isreilin ÇAĞRISINA.
İşte VERDİKLERİ BİLGGİLER:Gündem
Son Güncelleme: 29.11.2003 - 00:01
-
Musa'nın bozkurtları
-
Türkeş, 1992 yılında İstanbul Balat'taki sinagogu ziyaret etmişti.
Sinagogdaki dini törenden ayrılırken,
gençler kendisini
‘Başbuğ Türkeş' tezahüratı ve ‘bozkurt selamı' ile uğurluyordu.
Türkeş,
bu gençlerin kimliğini şöyle açıklıyordu:
‘‘Musa'nın Bozkurtları.'
'ALPARSLAN Türkeş, aktif siyaset yıllarında aldığı bazı kararlarla kamuoyunu, hatta kendi siyasi tabanını dahi zaman zaman şaşırtıyordu.
-
Nitekim, ‘Türk milliyetçiliğinin lideri' olarak kamuoyuna sunulan Türkeş, özellikle 12 Eylül İhtilali'nden sonraki siyaset döneminde,
-
Yahudiler ve Ermeniler il dostluk ilişkileri kuruyor,
MHP Lideri'nin bu tavrı merakla izleniyordu.
-
Türkeş, 1992 yılında, İstanbul'daki Yahudi cemaati yöneticileri tarafından Balat Sinagogu'ndaki bir törene davet edildi.
Daveti, kabul eden Türkeş, yanına yardımcısı Rıza Müftüoğlu'nu alarak Balat Sinagogu'na gitti.
-
Bakalım, bu davette neler olmuş...
-
Yine Rıza Müftüoğlu'ndan dinleyelim:‘
‘Genel Başkanımız,
özellikle Yahudilerle ilişkilere çok önem veriyordu.
Bu konuları gündeme getirirken,
dünyada üç güçlü lobinin varlığından söz ediyor,
bunları,
‘Yahudiler,
Ermeniler
ve Rumlar' şeklinde sıralıyordu.
-
Başbuğ'un değerlendirmelerine göre,
Rum lobisi,
Ermeni lobisini yanına alarak sürekli Türkiye aleyhinde çalışmaktaydı.
Bizim,
bu birleşik güçle ancak Yahudi lobisini yanımıza alarak mücadele edebileceğimizi vurgulamaktaydı.
YAHUDİLERLE SAVAŞMADIK Genel Başkanımız, şunları söylüyordu:
‘Biz Türklerin, tarihte savaşmadığı milletlerden birisi de Yahudilerdir.
İspanya'da, Engizisyon Mahkemeleri'nde Müslümanlar ve Yahudiler katledilirken, biz Padişah Yıldırım Bayezid döneminde,
bu iki dinin mağdurlarını gemilerle Türkiye'ye getirmişiz.
Hatta,
-
Yavuz Sultan Selim de Ortadoğu seferine çıkarken, bir Yahudi zengininden borç altın almış(sıçtı cafer bez getir,hani osmanlı dünyanın enbüyük,en güçlü devletlerinden biriydiiiiiiiii,bir yahudi TÜCCAR koskomaman imparatorluğa borç para veriyor.Belkide o parayıda osmanlıya bağışlamıştır.Gelde YAHUDİLERİN karşısında konuş konuşabilirsen.Güçlü osmanlı heeeeeeeeeeee)
Dünyada cami,
kilise
ve sinagogun yan yana olduğu şehir, İstanbul'dur. Ayrıca Yahudiler, bugün dünyada etkin üç büyük güç merkezine hákimdir.
(ispanyada CAMİ,KİLİSE,HAVRA aynı çatı altında aralarındada duvar yok.İbadet zamanı denk gelse birbirlerini görerek,duyarak ibadet yapmış olurlar)
Bunlar, finans merkezleri,
basın ve üniversitelerdir.
Bu gücü dikkate almalıyız.
-
Bize düşman olan milletler ve lobiler irdelenirken bu güçleri hesapta tutmalıyız. Yahudiler konusunda,
-
ülkemize karşı en fazla dayatma Müslüman Arap ülkelerinden ve Farisilerden gelmektedir.
-
Ancak, bu Arap ülkelerinin çoğu, uluslararası platformlarda maalesef Yunanistan'la birlikte hareket etmektedir.
Yunanistan'la anlaşmalar yaparak PKK'yı besleyen
Suriye, bize dost mudur?
-
Biz, asırlar boyu ‘Kutsal Topraklar'ı bekledik,
savunduk,
savaştık
ve şehit verdik.
-
Oysa onlar, Hıristiyan İngilizler ile işbirliği yaptılar.
Onların büyük bir bölümü bizi sevmez.
İngiliz Kraliyet Ailesi'nin mücevherlerinin çoğu,
Arap ülkelerinden hediye olarak gelir.
(OSMANLIYSA heryıl arap ülkelerine kervanlarla hediye gönderirdi)
-
Kralları,
ABD Başkanı Reagan'la diz çökmüş bir vaziyette viski kadehi tokuşturur, ama Türkiye gündeme gelince sırt dönülür.
-
Bütün bu şartlar altında Yahudilerle iyi ilişkiler kurmak zorundayız.
Yahudiler,
Kıbrıs savaşı sırasında, Hayfa kumsallarındaki paraşütlerini Ankara Esenboğa'ya döktüler, bize yardımcı oldular.
' Rahmetli Genel Başkanımız, bu değerlendirmeler ışığında İstanbul'daki sinagoga gitmemizi emrettiler.
Ben kendilerine,
‘Hayırdır efendim' diyerek yüzüne bakınca, güldü ve şunları söyledi:
‘Bizi tenkit ederler,
aleyhimize konuşurlar diye korkma.
-
Osmanlı döneminde bu sinagog açılışlarına
vezirler
ve paşalar katıldı.
Hatta bu törenlerde, Osmanlı ordularının muzaffer olması için dualar edildi.
-
O bakımdan bu davete katılacağız.
'ÜLKÜCÜ MUSEVİLER Tören bitti.
Sinagogdan ayrılırken bir sürprizle karşılaştık.
Yaklaşık 50 kadar genç, bozkurt işareti yaparak,
‘Başbuğ Türkeş' diye slogan atıyorlardı.
-
Sinagog, adeta MHP'nin miting alanına dönmüştü.
Genel Başkanımız da bu gençlere aynı şekilde bozkurt işareti yaparak cevap veriyordu.
Gençlerin kimler olduklarını pek anlayamamıştım.
Onları, ülkücü gençler zannediyordum.
Genel Başkan'a hemen oracıkta,
‘Efendim, buraya geleceğimizi kimse bilmiyordu.
Bu gençler, nereden haber aldı?
Sayıları da pek fazla değilmiş.
Bunlar, semtin Ülkü Ocakları mensupları mı acaba' dedim.
Rahmetli gülerek, şu cevabı verdi: Yok Rıza, bunlar bizim gençlerimiz değil; bunlar Musa'nın bozkurtları.
-
''Böyle karşılandılarTürkeş ve Rıza Müftüoğlu,
Balat'taki ----Ahrida Sinagogu'nda---- işte böyle karşılanmışlardı.
Müftüoğlu anlatıyor:
‘‘Törene katıldık.
Yahudi vatandaşlarımız tarafından çok sıcak şekilde karşılandık.
Bir ara dualar okunurken, ben, ilk defa böyle bir ibadethaneye geldiğim için sürekli kelime-i şahadet getirmeye başladım.
-
Bir ara rahmetlinin kulağına eğildim,
‘Efendim ben k
elime-i şehadet getiriyorum, Fatiha okuyorum; ne olur ne olmaz diye' dedim.
Kendileri bana aynen şunu söylediler: ‘Oğlum, ben de bildiğim bütün duaları okuyorum.'
-
Türkeş'e inat krediye ret
ALPARSLAN Türkeş ile dönemin başbakanı ve DYP Genel Başkanı Tansu Çiller, 1994 yılında, aynı gün fakat ayrı ayrı uçaklarla ABD'ye gittiler.
Liderlerin, bu seyahate aynı saatlerde çıkışları acaba bir tesadüf müydü?
Aradan 9 yıl geçti; söz konusu seyahatle ilgili sis perdesi bugüne kadar ortadan kalkmadı.
-İşte bu sis perdesini de yine Rıza Müftüoğlu kaldırıyor.
Dinleyelim:
-
‘‘Bu eşzamanlı yolculuk, tesadüfi değildi; planlı ve programlı bir geziydi. ABD'nin Yahudi lobisine mensup büyük bir işadamları grubu, GAP için Türkiye'ye 20 milyar dolar kredi teklifinde bulunmuştu.
Teklif, önce bize geldi ( MHPye).
Genel Başkanımız da konuyu Sayın Başbakan Çiller'e intikal ettirdi.
Söz konusu görüşmeyi, her iki liderin yapacakları ortak bir ziyaret içinde programladık.
GAP için bu astronomik krediyi teklif eden grup yöneticileri ile New York'ta buluştuk.
-
Bu arada, John P. Sears ve Joel D. Hoppenstein isimli işadamları ile Dillion Read & Co. Inc.'in Genel Müdür Yardımcısı'nı Başbakan Çiller'le görüştürdük.
Bunlardan John P. Sears, aynı zamanda Nixon ve Reagan'ın başkanlık seçimleri sırasında yürütülen kampanyanın başında bulunmuş. Kendisi, Cumhuriyetçi Parti'nin ileri gelen şahsiyetlerinden birisi. Joel D. Hoppenstein ise Yahudi kökenli bir Amerikan vatandaşı.
-
GÖLGEDE KALMAK: Amerikalı işadamları, söz konusu krediyi, her yıl 2 milyar dolar olmak üzere, 10 yılda temin edebileceklerini söylediler; eğer bu proje gerçekleşirse PKK'nın dış boyutlu desteğinin de büyük ölçüde kırılacağını ilave ettiler.
Yahudi lobisinin bu büyük finansörleri, ayrıca Türkiye'den İsrail için su talebinde bulundular.
Türkiye'nin bu konuya sıcak bakması halinde, ayrıntılı bir proje sunacaklarını ve finansman imkánları sağlayacaklarını da ifade ettiler.
Görüşmeler sırasında,
bir ön protokol yapılması gündeme geldi.
-
Çiller'le görüşme tamamlandıktan sonra, bunun teyidi için bir gün beklendi.
Ama Türkiye tarafından bir haber çıkmadı.
Amerikalılar, bizim önerimizle Türkiye'ye resmi müracaatta bulundular.
Bir süre sonra da topluca Türkiye'ye gelip Ankara'da,
GAP İdaresi Başkanlığı ilgilileriyle görüştüler.
Aradan zaman geçti,
Türk hükümetinden yine ses çıkmadı.
Sonra konuyu araştırdık; neden kredi için türk hükümetinden ses çıkmıyor diye.
Bürokratların, bu büyük projeye engel olduklarını öğrendik.
Bizim bürokratlardan bazıları,
Başbakan Çiller'e ‘‘Bu ön anlaşmayı yaparsak,
siz Türkeş'in gölgesinde ABD ziyareti gerçekleştirmiş olursunuz'' demişler.
Bütün bu gelişmelerden sonra Genel Başkanımız,
‘Anlaşıldı, bunlar bize değil de başkalarına gitmiş olsalardı, ülkemiz bu krediyi kazanırdı.
-
Bilseydim, baştan onlara gönderirdim kıredi vermek isteyenleri.
Yazık, çok yazık' diyordu TÜRKEŞ.
Yahudiler Türkeşi araya koymak istedilerde ama bizim hökümet adamları bunu içlerine yediremediler.
Tolonbey:Yahudiler nerde olursalar olsunlar,o ülkenin en zenginleri oluyorlar.
Gelınde bu ALLAHA kızmıyalım.
Yahuuuuu namaz kıla kıla başımızzı yardık.
Sen kalkıyon ZENGİNLİGİ yahuduya veriyorsun.
Zaten kuranda şöyle bir ayat var.
EEyyyyyyyyyyy İsreil oğulları sizi dünya milletlerinin en USLUSU ollarak yarattım diyor.Demekki bizim ibadetlerimiz TİRELELLİM ne yapsak boş.
-Acaba ALLAH bizi nasıl yarattıki?
Kuranda İsreillilerle,araplardan başka milletlerin adlarıda geçmiyor.
Bu işte bir yamukluk var.
Türkeş çakmış manzarayı.
Dedeniz
|
20-12-2021, 13:17
|
|
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
|
|
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.586
|
|
Maraş katliamını MİT yaptırdı, bunun için ülkücü katilleri kullandı.
https://www.gazeteduvar.com.tr/maras...makale-1546125
'Maraş'ın zenginleri otele gelmiş…'
Veli Küçük gibi birisinin ajandasına yazdığı istihbarat notunu mevzu ediyoruz ve bu nottan, devletin Maraş'ta çıkacak "büyük olaylar"ı bildiğini, tedbir olarak şehrin zenginlerini birkaç günlüğüne şehir dışına yolladığını öğreniyoruz. Bu, görmezden duymazdan gelinecek veyahut üzerinden atlanacak şey midir?
Ümit Kıvanç
20 Aralık Pazartesi 2021 Saat: 09:33
Ergenekon İddianamesi'ne eklenmiş 400 kadar klasörden 57 numaralısında, meşhur Veli Küçük'ün evinden çıkan belgeler bulunuyordu. Bunlardan biri, Küçük'ün 1970'lerde Hatay İl Jandarma Alay Komutanı'yken tuttuğu ajanda. Tam bir istihbaratçı günlüğü.
Bu defterden ve şimdi aktaracağım nottan daha önce de sözettim. Çeşitli yerlerde yazdım. Tek Allahın kulu çıkıp "bu ne yahu!" demedi. Kimse ilgilenmedi, üstüne gitmedi. Oysa devlet açısından güvenilir şahıslığı herhalde hiç tartışılmayacak Veli Küçük'ün ajandasına çiziktirdiği iki satır, Maraş Katliamı organizasyonu konusunda kendi başına sapasağlam kanıt niteliğinde.
MECBURÎ İZAHAT
İlgisizliğin sebebi büyük ihtimalle sadece ve sadece "Fethullahçı kumpası" olarak kalması herkesin bir şekilde işine gelen Ergenekon Davası'na ciddiyet puanı kazandırma ihtimali. Böylece hem yerleşik hem sol muhalefet açısından arz ettiği "tehlike". Çünkü Ergenekon gibi devlet içi oluşumlardan bahsedildikçe "gericiler" edebiyatının düşük cümleleri, imlâ hataları ortaya dökülüyor.
Ergenekon Davası İddianamesi'nin kumpas özelliği var mıydı? Elbette vardı. Bunun en bariz kanıtı, mahalle bakkalının bile ne işler çevirdiklerini -şüphesiz fısıldayarak- söyleyebileceği insanlar hakkında bile koca iddianamede doğru dürüst kanıtın bulunmayışıydı. "Ergenekon Terör Örgütü" diye bir varsayım kurulmuş, bütün hakikat bu varsayıma uydurulmaya çalışılmıştı. Uzun mevzu; şimdilik bu kadarı yeterli. İddianamenin kolayca kenara atılıvermesinde onu hazırlayan aklıevvellerin rolü gözardı edilmesin istedim.
Peki, öbür taraftan, bu iddianamede sözü geçen olaylar, bağlantılar, şüpheli kişiler, bazı örgütlenme, eylem, özellikle suikast niyetleri, girişimleri, bütünüyle uydurma mıydı? Tabiî ki hayır. Savcılar tarafından içinden çıkılmaz boş laflar ve mesnetsiz iddialar yığını haline sokulmuş iddianamede değilse bile buna eklenmiş klasörler içerisinde işe yarar bilgi yok muydu? Olmaz mı! Neler neler vardı. Bunlar ciddîye alınıp dürüst, cesur ve becerikli bir savcı ekibi tarafından üstüne gidilse, memlekette sahiden sıkı bir temizliğin önü açılabilirdi. En azından, birilerinin marifetleri ortaya dökülebilir, doğru dürüst yargılanıp cezalandırılmaları sağlanabilirdi. Fakat zaten yargı da bırakmayacaklarmış ki ortada…
Fethullahçıların, hep kudretli kalacakmış san(r)ısıyla sergiledikleri sorumsuzluk, başkaları hakkındaki cehaletleri ve genel olarak kendileri dışında herkesi küçümsemeleri, herkesi salak yerine koyarak emellerine ulaşabileceklerine duydukları kof inanç, çocuk kandırma yöntemlerinin devamı olarak soruşturmalara kattıkları, kendi imalatları olan delil ve ayrıntılar… Ergenekon soruşturmasının bütününü geçersiz ilan etmeye yaradı. İktidar, kendisini de hedefe koymuş, gözünü karartmış bu müttefikinden kurtulmak isterken, ezcümle muhalefeti de arkasına aldı ve "Ergenekon" denen canavarın doğrudan muhatabı olan Kürtler ve memleketin batısından bir avuç başka muhalif dışında herkes, ortada soruşturulacak hiçbir suç, devlet adına bu suçları işlemiş hiçbir şüpheli yokmuş gibi davranmayı tercih etti.
Konuyu saptırma pahasına bu satırları yazıma ekledim, zira şimdi -kimbilir kaçıncı defa- dikkat çekeceğim ajanda notu hiçbir yerde hiçbir şekilde sorun edilmiyorsa biz burada ne halt etmeye çabalıyoruz, diye sorarken bir dayanağım daha olsun istedim. Mâlûm, önce hesap vermeden laf anlatılamıyor yalnız ve güzel ülkemizde.
MARAŞ'TAKİ MİT…
Veli Küçük'ün ajandasının 28 Ekim sayfasında yeralan not, burada sözünü ettiğim. Sayfa 28 Ekim, ama notun oraya yazıldığı tarih belli değil. Her hâlükârda, 1978 Aralık ayı ortalarındaki Maraş Katliamı'ndan sonra, belki 1979'un ilk günlerinde yazıldığı kesin. Ama -aşağıda göreceğiz- 2 Ocak'tan da önce olmalı.
Not şöyle:
"Kıyı Oteline Maraş'taki olaylardan önce zengin ve fabrikatörler gelmişler. Maraş'taki MİT büyük olaylar çıkacak buradan ayrılın demiş... Kıyı Otelin müsteciri Yusuf konuşmuş."
Soru basit: "Maraş'taki MİT" tutup, "olaylardan önce", şehrin "zengin ve fabrikatör"lerine "büyük olaylar çıkacak, buradan ayrılın" demişse, onlar da Hatay'a gidip Kıyı Oteli'ne yerleşmiş, "büyük olaylar"ın dinmesini beklemişlerse bu ne mânâya gelir? En hafifinden, "Maraş'taki MİT"in "büyük olaylar" çıkacağını bildiği anlamına gelmez mi? Peki ne yapmış "Maraş'taki MİT" bu bilgiyle? Kimseye söylememiş mi? Kendine mi saklamış? Biliyoruz ki böyle yapmamış; Maraş'ın "zengin ve fabrikatör"lerini bile esirgemiş "büyük olaylar"dan. Bundan sonrasını izaha kalkışmayayım artık. Utanıyor insan bir yerde.
Buna karşılık, Veli Küçük'ün ajandasında ilerleyip yeni not aktarabilirim. Burada açıkça sözü edilmiyor, ama bu notta bahsedilen gelişmenin de Maraş'taki "büyük olaylar"la ilgili olduğunu anlıyoruz: "Kuzuculu (??) kasabasına Maraş'tan gelen gecekondu kurarak oturanların aramasının yapılıp yapılmadığı öğrenilecek. Tug. K.'nına bilgi verilecek."
Neden gelip gecekondu kurmuşlar acaba? Ne araması yapılacak bu insanların üzerlerinde ya da eşyasında? Hayatını kurtarmak kaçan birileri olmalı.
Ve ajandanın 30 Ekim sayfasındaki notla kapatacağız. Üzerine 2 Ocak 1979 tarihi atılmış not şöyle:
"2.1.1979. Gar[nizon] K[omutanlığı] Toplantı
İsk[enderun??]. Ülkücü unsurlar 1978 Ağustosunda yaptıkları toplantıda alevi-sünni çatışması çıkarmak için karar aldılar. Bu işin faaliyet başkanı Turan ... [Gürkan – Birkan ??]."
Bunun üzerine söz söylerim, ama -Selahattin Demirtaş'ın Efsun'unu okuyanlar için belirteyim- gerek yok.
Veli Küçük'ün 1970'lerin sonlarında kullandığı ajandanın her sayfasının altında Atatürk'ün özlü sözleri bulunuyor. Yukarıdaki notun yeraldığı sayfanın altına düşen söz şu:
"Nihayetsiz bir hürriyet tasavvur olunamaz; hakların en büyüğü olan hayat hakkı bile mutlak değildir. – ATATÜRK"
Muhterem okurlar, sahiden merak ediyorum ilgisizliğin sebebini. Komşunun küçük kızının hatıra defterine karaladığı şiirimsiden bahsetmiyoruz; Veli Küçük gibi birisinin ajandasına yazdığı istihbarat notunu mevzu ediyoruz ve bu nottan, devletin Maraş'ta çıkacak "büyük olaylar"ı bildiğini, tedbir olarak şehrin zenginlerini birkaç günlüğüne şehir dışına yolladığını öğreniyoruz.
Bu, görmezden duymazdan gelinecek veyahut üzerinden atlanacak şey midir?
|
* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
|
21-12-2021, 18:39
|
Üye
|
|
Üyelik tarihi: 23 Sep 2012
Mesajlar: 1.151
|
|
ARALIK Ay`i dedigimizde aklimiza ilk gelen MARAS katliamidir.
MARAS katliamin planlayicisi ve duzenliyen hic kuskusuz Fasist Irkci ve Milliyetci Mantigin Kurucusu [...] Fasist Irkci Ataturk`un TEK MILLET, TEK DEVLET VE TEK DIL Politikasinin eseridir.
DERSIM, KARADENIZ, KOCGIRI, SIVAS, CORUM VE SAYAMADIGIMIZ YIGINLA SOYKIRIM, TOPLU KATLIAM, YARGISIZ INFAZ, CINAYET VE YIGINLA ZULUMLERIN BAS MIMARIDIR.
Yasadigi donemde Soykirim, Toplu Katliam, Yargisiz Infaz ve Cinayetlerin tek sorumlusu olan bu [...] Fasistin BIRAKTIGI MIRAS, FASIZMIN TEMEL TASI OLAN IRKCILIK, MILLIYETCILIK, GERICILIGIN VE KATLIAMCILIGIN Bas Mimari olma ozelligini koruyor ve korumaya devam edecektir.
Yani Bu Fasist Kohne Duzenin Kurucusunun Yandaslari ve Akil Hocalari Olan Nihal Atsiz, Mehmet Akif Ersoy ve Ziya Gokalp gibi Irkci, Milliyetci ve Gerici Fasistlerin bulunmasi rastlanti degildir.
Karadenizde MUSTAFA SUPHI ve 14 Yoldasini Hunarca Katlettiren tek sorumlu yine bu Kan Emici Irkci Fasistin planidir.
1 Mayis Dunya Isci ve Emekci Bayramini, Yassakliyan ve Bahar Bayrami olarak ilan eden yine bu IRKCI, MILLIYETCI VE GERICI FASISTIN ESERIDIR.
DERSIM Halkina Yonelik SOYKIRIM Hareketin Emrini Veren, Dersim`de "HIC BIR CANLI BIRAKILMASIN" Emrini veren, Manevi kizi olan Sabiha Gokcen`i SAVAS Ucagi ile gonderip savunmasiz insanlarin uzerine bomba yagdirip hunarca katleden, Canli Tanik ve Belgelerle Kanitlanmis bu Fasist Irkci Mantigin Kendisidir.
LINC GIRISIMI, TOPLU KATLIAM, CINAYET VE YARGISIZ INFAZLARIN MIMARIN ATTIGI NUTUK...
BURSA NUTKU`NDA BULUNMAKTADIR....
Turkiye`deki Halklarin Bas Dusmani Olan Bu Mantigin Savunuculari, KENDI DUSMANINA ASIK OLANLARDIR. Ayni Zamanda IKI YUZLU SAHTEKARLARDIR.
Fasizmin Kurucusunu Savunacaksin!!!
Sonra, Kendini Demokrat Gormeye Calisacaksin ve Demokrasiden yana olacaksin!!!
1 Mayis Dunya Isci ve Emekci Bayramini Yassakliyan, Isci ve Emekci Dusmanini Savunacaksin!!!!!
Sonra, 1 Mayis`da Alanlara Gideceksin!!!!!!
FASIST IRKCI, MILLIYETCI VE GERICI BAGNAZI SAVUNACAKSIN!!!!
SONRA, IRKCILIGA, MILLIYETCILIGE VE FASIZME KARSI CIKACAKSIN!!!!!
SIVAS, MARAS, CORUM KATLIAMLARI, Ataturk`un Kurdugu, Ayni Mantiga Hizmet Eden CHP nin mirasidir ve bizzat ayni mantigin Urunu ve Oyunudur.
KAHROLSUN FASIZIM VE HERTURDEN GERICILIK.
YASSASIN HALKLARIN KARDESLIGI,
YASSASIN SINIRSIZ VE SINIFSIZ BIR DUNYA.
MILLIYETCILIK COCUKLUK HASTALIGIDIR. INSANLIGIN DA KIZAMIGIDIR. EINSTEIN.
ADOLF HITLER VE MUSSOLINI GIBI IRKCILARIN USTASI, ATATURK`TUR
|
24-01-2022, 17:58
|
Üye
|
|
Üyelik tarihi: 23 Sep 2012
Mesajlar: 1.151
|
|
Maraş'ta vahşet, direniş ve işkence
41 yıl önce Maraş'ta gerçekleştirilen ve yüzlerce kişinin öldürüldüğü katliamın canlı tanığı, Yörükselim'de gösterilen ve onbinlerce kişinin kurtulmasını sağlayan direnişin önderi Hamit Kapan o günleri ve sonrasını Orhan Gazi Ertekin'e anlattı...
Orhan Gazi Ertekin
DUVAR - 2019 Mayıs ayının son günleri, Londra'da bir kafede 50'li yaşlarına gelen bir adam konuşuyor, "Onun sayesinde yaşıyoruz. Bu yaşa gelmemizde onun büyük payı var..." . Aynı yılın Kasım ayının başlarında İzmir'de bir düğün salonunda üniversiteli kızı ve eşiyle oturduğu masada 60'lı yaşlara dayanmış bir adam konuşuyor: "Şu an ben buradaysam, yaşıyorsam, Eşim ve kızım varsa bu onun sayesindedir..." Muhtemelen birbirini hiç tanımayan bu iki konuşanın "o" dediği kişinin adı Hamit Kapan'dır. "O" herhalde gerçek ile efsanenin buluştuğu yer olsa gerektir...
Şunu baştan diyeyim: Kişiyi efsaneye dönüştüren şeyin sözün gerçeğini aşması, gerçeğin abartılması olmadığı kanaatindeyim ben. Efsanenin yaşamsal bir meselenin içinden doğduğunu, ölüm karşısında sınanan her toplumun hayata tutunması ile alakalı olduğunu düşünüyorum. Ölümün kıyısındaysanız efsane sizi hayatta tutan kişi veya şeydir. Eğer insanların ölüm ile yaşam arasındaki mesafesinde can alıcı bir yerde durursanız sizin gerçeğiniz bir efsaneye dönüşür. Hamit Kapan'ı bir efsaneye dönüştüren şey işte bu gerçeğidir. İnsanların; bir halkın ölümün elinden çekilip alınması... "Başarılmış" bir vahşet karşısında da olsa kazanılmış bir "zafer"in gücünü elinde tutmak... İşte efsanelerin doğduğu yer burasıdır... Tıpkı Mehmet Mengücek, Derviş Koç, Tahsin Kozanoğlu, Saim Sağnak gibi Maraş katliamının toptan bir yok oluşa dönüşmesini engelleyen kahramanlar başta olmak üzere Ali Arabul, Haydar Özen, Hıdır Şengezer, Mehmet Mahçiçek, Muhammet Arifoğlu, İlyas Hurma, Uğur Güven, İbrahim Candemir gibi kahramanca direnenler buradan; onbinlerce insanın ölümün kıyısına sürüklendiği yerden doğdu: Ölüm ile yaşam arasında o korkunç ve her an tedirgin edici mesafede... Hamit Kapan ise herkesin kabul ettiği gibi bu kahramanlığın en önündeki efsanedir...
Hamit Kapan
HAMİT KAPAN KİMDİR?
Hamit Kapan 1956 yılında 1937-38 Dersim göçmeni Kürt-Alevi bir ailenin oğlu olarak Maraş'ta doğdu. 1971 devrimci gençlik çıkışından etkilendi. 1970'lerin ikinci yarısından itibaren ekonomik ve kültürel gücü yükselen ve toplumsal merkezi ele geçirmeye aday sol, Alevi toplulukların ideolojik ve politik konumlarını devrimci özgüveni ile tamamlayan gençlik liderlerinin başında geliyordu. Süreç içinde örgütlü çalışmalara başlayan Kapan, 1978 Maraş katliamı sırasında günlerce saldırı altında kalan Yörükselim mahallesini savunanların en önündeki kahramanlardan birisi. Bu sayede onbinlerce insanın ölümün elinden çekilip alınmasında birincil rolü 41 yıl sonra da anılmaya devam ediliyor. Bundan dolayı 12 Eylül sonrası işkencecilerin özel çalışma hedefi seçtikleri bir devrimci. Öyle ki 6 ay boyunca hiç uyutulmaksızın her biri 8'er saatten üç ayrı işkence ekibi tarafından sorgulandı. Filistin askısı, falaka, kum torbası, elektrik işkencesinden 9 gün boyunca foseptik çukurunda tutmaya kadar uzanan ve hatta ilk kez uygulanan Çin işkencesinin dahi denendiği işkenceler sürecinden geçirildi. İşkencecilerin amacı bir 12 Eylül fantezisi olan, "Maraş katliamını devrimcilerin planladığı" iddiasını kabul ettirmekti. Fakat bunu başaramadılar. Kendisine yapılan işkenceler 6 yıl sonra bütün ayrıntıları ile işkenceci polis Sedat Caner tarafından anlatıldı ve Nokta dergisinde yayınlandı... 3 yılı hücre olmak üzere 9 yıl cezaevinde yatıp çıktı...
Halen İstanbul'da yaşıyor ve demokratik görevlerini üstlenmeye devam ediyor...
Şimdi de ona bağlanacak ve soracağız...
Orhan Gazi Ertekin: Maraş katliamının geriye doğru bir siyasal, toplumsal ve kültürel tarihi var. Bu durum üzerinde fazla durulmuyor. Özellikle, Maraş sağ muhafazakarlığın 1960'lara kadar hakim olduğu bir yer. Buna karşılık 1960'larla beraber bu durum değişmeye başlıyor ki katliama bir siyasal geçmiş kadar toplumsal hınç ve kültürel bir tepki karakteri veren noktalardan birisi de bu. Sen ne söyleyeceksin ağabey katliamın geniş bir düzlemdeki "sebep" boyutuna?
Hamit Kapan: 1970'lerle beraber Maraş özelinde sol ve Alevilerin toplumsal ve kültürel gücünün yükselişi açısından önemli ve giderek hegemonik bir gelişme yaşandı. Maraş Eğitim Enstitüsü örneğin sağın elindeyken inisiyatif yavaş yavaş sola doğru geçmeye başlamıştı. Öğretmenlerin devrimci eğilimleri yükselirken okullardaki etkimiz de her geçen gün artıyordu. Genel yaşam alanlarında sol adına önemli adımlardı bunlar. Sosyal anlamda da sol ve Aleviler adına yenilikçi gelişmeler yaşanıyordu. Örneğin Aleviler gündelik yaşamda görünür olmuşlardı. Ailecek restorana gidip yemek yiyebiliyorlardı. Yeni işyerleri Aleviler ve sol tarafından açılıyordu. Maraş'ın ekonomik, toplumsal ve kültürel merkezi giderek değişiyordu. Bu durum Maraş'ın geleneksel muhafazakâr-sağ merkezli toplumsal yaşamı açısından yeni gelişmelere işaret ediyordu. Alevilerin geçmişte yoğun olduğu Afşin, Elbistan gibi ilçeler Malatya ile iletişim kuruyorlardı. Bir diğer ilçesi olan Pazarcık ise Antep ile bağlantı halinde yaşamını sürdürüyordu. Diğer ilçeler ise Sünni ve sağ bir kültür içinde, kendi içine kapalı bir hayat sürdürüyorlardı. Dışarıdan ve farklı hayat tarzlarının olmadığı, daha doğrusu pek hissedilmediği 1940-50'li yıllardan sonra Alevilik ve solun Maraş merkezde tüm alanlarda yükselişe geçmesi içeride bir kültürel gerilim potansiyeli de doğurmuş oldu. Muhafazakâr tedirginlik ve rahatsızlık dışarıdan artık fark edilebilir durumdaydı. Dışardan gelen Alevilerin güçlenişi rahatsızlığı artırdı.
Aynı dönemler öğrenci gençlik başta olmak üzere devrimci hareketlerin de yükseliş dönemi idi. Bu durum rahatsızlığın ifade yollarını belirlemiş olsa gerektir?
Bunun siyasal karşılığı da vardı tabii ki. Devrimci mücadele bu toplumsal ve kültürel yükselişin bile önüne geçmişti ki bu da rahatsızlığı yükseltiyordu. Bu durum MHP'nin solun yükselişine karşı hazırlanması, öne sürülmesi, sol ile MHP'yi karşı karşıya getirip, derin devletin kendi gücünü ve hakemliğini besleyeceği bir çatışma ortamı da doğurmuş oluyordu.
Maraş Katliamı'na gelen süreç açısından Maraş'ın da içinde olduğu bölgede kıpırdanmalar zaten vardı. Ama 1970'lerin ortasından itibaren artık "plan" ve "komplo"lardan bahsedilebilir hale geldi sanırım?
Ülkenin belirli şehirlerinde ve Maraş'ta gelişmeler yaşanıyordu. Maraş katliamını katliamlar zincirinin bir parçası olarak görmek lazım. Tam o döneme denk gelen günlerde Elazığ'da "Aleviler suya zehir katmış" yaygarası yayılıyor ve valinin uyanıklığı ile engelleniyordu örneğin. Olayın patlamasına ramak kala vali öne çıkarak topluluğun önünde 'zehir yok işte ben içiyorum' diyerek sakinleştiriyor ve oradaki hazırlıklar başarısız oluyor. Arkasından Ankara Emek Postanesi'nden üç kişiye posta gönderiliyor. Birincisi Malatya bağımsız milletvekili ve Malatya belediye başkanı Hamido'dur. Birisi Pazarcık CHP İlçe Başkanı Memiş Özdal'dır. Diğeri de Adıyaman Emniyet Müdür Yardımcısı Abdülkadir Aksu'dur. Bu paketlerden Hamido'ya gönderilen bomba kendisinin torununun ve bir yakının ölümüyle sonuçlanıyor. Cenaze ve devamında meydana gelen çatışmalarda 11 kişi hayatını kaybetti. Memiş Özdal ise şüphelenerek paketi almıyor, personeli açınca bir kişi de orada öldü. Aksu'ya gönderilen paketin neticesi ise halen bilinmiyor. Şimdi bunlara bakıldığında bu şehirler göz önüne alındığında Malatya, Elazığ, Çorum, Maraş zinciri göz önüne alındığında bir hilal şeklinde Alevi ve Sünnilerin karşı karşıya getirilebileceği bir bölgeye bıçak vurulmuş olacaktı. Alevi, Kürt ve sol devrimci yükselişin önlenmesi bakımından da oldukça işlevsel bir plan olduğunu kabul etmek lazım tabii ki. Alevilerin Kürt hareketine geçmelerini engellemek gibi amaçlardan da bahsedebiliriz. Maraş bu planın içinde onların zihninden bakıldığında "başarılı" olunan yer haline gelmiştir diyebiliriz. Öyle ki Maraş, bu planın bütün boyutlarıyla karşılık bulduğu bir bölge olmuştur. Hem katliamcı güruhun hınç ve nefretinin önüne gelen her şeyi yakıp yıkmaya yönelen eylemlerinin önü açılmış hem de devlet güçleri, kurumlar geriye çekilerek, halk güvenlikten mahrum bırakılarak aralıksız ve günlerce süren bir çıplak şiddetin, vahşetin alanına dönüştürülmüştür.
Bir de paramiliter örgütlerin hazırlıkları var Maraş'ta? ETKO hareketliliği gibi örneğin?
Bu da katliamın örgütsel hazırlığının bir başka parçasının tamamlanması olarak görülmeli. Nitekim ilk kez Maraş'ta harekete geçirilen paramiliter örgütlü gruplar da bu vahşeti geniş bir toplumsal ve siyasal hazırlık haline getirmiştir. 1978'in ortalarında ETKO isimli bir örgüt kurulmuştu. Ankara'dan Ali Çevik isimli "efsane yüzbaşı" olarak anılan şahıs tarafından Maraş ETKO grubuna bomba ve silah gönderildiği anlaşılmıştı. Bir operasyonla bu silahlar yakalandı. Yani 1978'in başlarından itibaren savaş hazırlıkları başlatılmıştı demek mümkün. Kaldı ki Adana MİT elemanlarının da aynı dönemdeki raporlarında bölgelerinde büyük boyutlu çatışma hazırlıkları yapıldığını tespit ettiklerini, raporların Ecevit tarafından hiçbir işlem yapmadan kendi kişisel kasasına konulmak suretiyle geçiştirildiğini de artık biliyoruz. Bütün bunlar en son Maraş'ta patlamak üzere katliamlar zincirinin nasıl planlı bir hazırlığın eseri olduğunu gösteriyor. Buna tabii ki her gün bir faili meçhul cinayetin işlenmesini, devletin artık yönetemez hale geldiği, toplumun da kendi amaçlarının peşine düşerek yönetilemez olduğu bir sürecin tüm sorunları ve çözümleri ile dinamik bir siyasi döneme girmesini eklemeliyiz.
Şimdi, o halde, Maraş Katliamı'nın yakın planına geçebiliriz. 19 Aralık 1978'de bir gelişmenin yaşandığını biliyoruz. Katliama doğru giden Maraş'taki güncel gelişmelerden de bahsedebiliriz örneğin?
Katliamdan önceki özellikle 1978 Nisan ayında Maraş'ta Alevilerin gittiği bir kahvehanenin taranmasını ve bombalanmasını, 'Gıjık Dede' olarak bilinen Sabri Özkan'ın öldürülmesini de hatırlamalıyız. Bu kahve nispeten kolay bir hedef idi. Gençliğin gittiği kahve, biraz daha üzerinde bir başka kahve olmasına rağmen oraya saldırmak saldırganlar açısından oldukça riskli olduğu için tahminimce bu kahve hedef alınmış. Malatya'da katledilen Hasan Basri Temizalp'ten sonra Sabri Özkan bizim siyasi bir gösteriye dönüşen ikinci bir cenaze merasimi idi. O dönem için oldukça kalabalık 8-10 bin kişilik bir kortejle cenaze kaldırıldı. Kortejdeki yürüyüş, disiplin ve heyecanın faşistler tarafından not edildiğini de tahmin ediyorum.
Sağ ise bunlara karşılık "Güneş Ne Zaman Doğacak" isimli bir film ile kendi topluluğunu hazırlamaya çalışıyor. Bu filmin özellikle seçildiğini düşünebilir miyiz?
Aralık ayının ortalarında Maraş'ta Çiçek Sineması'na bir film getirilmiş, Türkmen bir ailenin Sovyetler Birliği'nde başından geçen zulüm anlatılıyordu. Bu filmin Maraş'ta ve böyle bir gerginlik ortamında sağ muhafazakarlığın sol nefretini eylemli hale getirmek bakımından ne kadar işlevsel olduğunu fark etmemek mümkün değil. Bu film dört gün boyunca her gün saat 11.00'den akşama kadar binlerce insana; şehirden ve köylerden özel olarak getirtilerek izletiliyordu.
İç savaş psikolojisini derinleştiren bir etki yaratılmak isteniyordu yani? Hınç bileniyordu? Ve hıncın eyleme dönüşme imkanları hazırlanıyordu?
Tabii ki Maraş'ta katliama yönlendirilecek geniş bir kitlenin manevi hazırlıkları yapılmış oluyordu. Nitekim, hemen sinemanın önünde ülkücüler tarafından etkinlikler yapılıyor, bildiriler dağıtılıyor, film gibi sinema önü de hazır bir propaganda ve sevk alanı olarak kullanılıyordu. 19 Aralık'ta ise bu sinemada sadece ses düzeneği olan bir patlayıcı patlatılmıştı. O sırada sinemada olan faşistler, hemen CHP ve postane binaları ile Alevi ve solcuların işyerlerine saldırmaya başladılar. Zaten uzun süredir hazırlık ve örgütlenmesi yapılan bir şiddet potansiyelinin birdenbire açığa çıkmak için belli ki bulduğu bir fırsat idi bu. Ki bunu, aradan yıllar geçtikten ve bilgilerimiz arttıkça netleşen ve olgunlaşan bir yaklaşıma sahip olduğumuz anda, yani ancak şimdi söyleyebiliyorum. Çünkü o zaman böyle bir öngörümüz ve hazırlığımız yoktu örneğin. Hem çok gençtik hem de çok tecrübesizdik. İlk kez o gün hepimizde kaygılar başladı. Ki artık sadece somut olarak geleni görüyorduk. Buna karşı hazırlık yapacak bir zamanımız da yoktu. Gelecek olanı anlamaya imkan veren ve birbiriyle tutarlı olan her gün yeni bir olay yaşanıyordu neredeyse. Bir gün sonra bu kez kitlesel şiddeti takip eden bir örgütlü eylem yapıldı. Solcu ve Alevilerin gittiği Akın Kıraathanesi tarandı. Ondan bir gün sonra 21 Aralık'ta ise bu kez meslek lisesinde görev yapan iki solcu öğretmen okuldan çıkıp Yörükselim mahallesine doğru yürürken pusuya düşürülüp öldürüldüler. Öğretmenler öldürüldüğünde biz koşarak olay yerine geldik. İlk anda Hacı Çolak'ın olay yerinde hayatını kaybettiğini, Mustafa Yüzbaşıoğlu'nun ise ağır yaralı ve bilincinin yerinde olduğunu gördüm. Her ikisini de hastaneye götürdük. Yüzbaşıoğlu tedavi altına alındı. Polis tarafından ifadesi bile alındı. Fakat geceyarısına doğru o da hayatını kaybetti. O gün perşembe günüydü ve bir gün sonrasının da cuma olması oldukça manidar görünüyordu. Fakat, biz o gün bunu aklımıza getirmedik. Asıl olarak öldürülen arkadaşlarımıza yakışır bir cenaze töreni hazırlığını düşünüyorduk. TÖB-DER'in cenaze hazırlıklarını yapmasını kararlaştırdık. TÖB-DER'den hocamız Cuma Sağnak, Valilik ile görüşmeleri yaparak, emniyet tedbirleri istemişti. Fakat valilik 'Daha ne olsun hocam. İki öğretmeninizi vurdular. Bundan daha fazlası ne olur ki? Daha ne yapsınlar?' diyerek karşılık vermiş.
Devamini Link den okuyabilirsiniz
https://www.gazeteduvar.com.tr/gunde...nis-ve-iskence
MILLIYETCILIK COCUKLUK HASTALIGIDIR. INSANLIGIN DA KIZAMIGIDIR. EINSTEIN.
ADOLF HITLER VE MUSSOLINI GIBI IRKCILARIN USTASI, ATATURK`TUR
|
27-01-2022, 18:43
|
Üye
|
|
Üyelik tarihi: 23 Sep 2012
Mesajlar: 1.151
|
|
Maraş'ın kadınları...
'Hamileyim, bari beni öldürmeyin'
Maraş katliamının özneleri arasında pek çok kadın var. Kimi sanık, kimi tanık, kimi mağdur, kimi de katliam mağdurlarının koruyucusu, kalkanı olmuş kadınlar.
Bu toprakların gördüğü en büyük kırımı yaşadı Maraş. K.Maraş diye yazılan ilin açılımı Kahramanmaraş olarak bilinir. O meşum olaydan sonra başındaki K. harfi Kanlı diye de okunabilir. Kuşkusuz yakın tarihimizde pek çok katliam yaşadık. Yabancısı oldukları bir şehre mihman olarak gelenlerin otel odasında benzin dökülerek yakıldığına da tanık olduk. Suruç'ta, Ankara'da, İstanbul'da, Kayseri'de hain bombalarla onlarca insanımızın katledildiğine de...
Her katliam bir insanlık suçudur. Hiç birinin acısı diğeri ile yarıştırılamaz. Ancak K.Maraş katliamı diğerlerinden farklı kılan pek çok unsur var. Ön hazırlığının aylar öncesinden yapılması, katledilecek kitlenin evlerinin önceden belirlenmesi, katliama katılacak kitleyi psikolojik olarak hazırlamak için provokatif olayların sahnelenmesi, bir hafta boyunca sürmesi, toplu bir cinnet halini yansıtması, olayın failleri arasında çok sayıda kadın olması, katillerle maktullerin çoğunlukla tanıdık hatta komşu oldukları, kurbanların savaşta bile eşine rastlanmayacak vahşetle katledilmeleri, kurbanların arasında çok sayıda kadın ve çocuğun olması Maraş Katliamı'nı diğer katliamlardan ayıran özellikler.
Hepsi serbest kaldı
K.Maraş Katliamı'nın bir diğer yönü de 804 sanıklı davada 29'u ölüm, 7'si müebbet, 7'si 15-24 yıl, 259'u 5-10 yıl, 26'sı 1-5 yıl arasında hapis cezasına çarptırılmasına rağmen 1991 yılında çıkarılan Terörle Mücadele Yasası nedeniyle tüm sanıklarının serbest kalması.
19-26 Aralık 1978 tarihinde meydana gelen K.Maraş Olayları ile ilgili davanın 1330 sayfalık iddianamesini bugüne kadar onlarca kez okuduk. Okumak ne kelime deyim yerindeyse hatmettik. Bizi en çok etkileyen ise bu katliamın özneleri arasında pek çok kadının olması. Kimi sanık, kimi tanık, kimi mağdur kimi de katliam mağdurlarının koruyucusu, kalkanı olmuş kadınlar.
Şövalye ruhlu kadınlar
Hiçbir ırk, hiçbir millet, hiç bir inanç, hiç bir şehir hakkında genelleme yapılamayacağı gerçeği bu olayda da ortaya çıkıyor. Katliam sırasında saldırganlara "Aha bu ev de Alevi, sağ koymayın öldürün" diyerek saldırgan gruba rehberlik yapan ya da saldırıya uğramış komşularının evini talan eden, saldırganlara evlerinden satır, tahra, tenekelerle gaz taşıyan kadınları da görüyoruz, "öldürecekseniz ikimizi aynı anda öldürün" diye kocasının üzerine atlayan, "Beni öldürün ama çocuklarıma dokunmayın" diye katillere yalvaran, hunharca katledilen kadınları da.... Bir de komşularını evinde saklayan, saldırgan grup geldiğinde de "Onlara dokunmayın, ne istiyorsunuz komşularımdan" ya da " Benim komşularım gâvur değil Müslüman, hadi gidin işinize" diye posta koyan şövalye ruhlu kadınlar var eli öpülesi.
17 kadın öldürüldü
Maraş Katliamı Davasında yargılanan 804 sanıktan 54'ü kadın. Bunlardan 36 kadın sanık yeterli delil bulunmadığından ya da tek tanığın ifadesi ile suçlandığından beraat ediyor. Firari 68 sanıktan iki firari kadın sanık bulunup sorgulanamadığından davadan tefrik ediliyor. Dokuz kadın sanık hakkında 6 yıl ağır hapis, dört kadın sanık hakkında ise 2 yıl hapis ve 50 TL para cezası veriliyor.
Katliamın yaşamını yitiren 111 kişiden 17'si kadın. Ölenlerin isimlerine bile yer verilmedi dönemin gazetelerinde. İddianamenin sararmış sayfalarında yer aldılar sadece. Bir de köylerindeki mezarlıklarda dikilen beyaz mermer taşların üzerlerinde. O bile şüpheli, zira kaledilenlerin büyükbir kısmı belediyenin Şeyh Adil Mezarlığı'na toplu gömülmüşler. Hiç olmazsa biz anılarına saygı gereği katledilen 17 kadının isimlerini zikredelim: Güllü Ergönül, Fatma Baz, Zeynep Aydoğan, Döndü Ünver, Zühre Ünver, Kezban Usta, Hatice Yılmaz, Gülsen Un, Hatice Görür, Gülsüm Akırmak, Zeynep Nergiz, Sebahat İşbilir, Elif Balta, Esma Suna, Fidan Suna, Fatma Bilmez ve Cennet Çimen.
Kim daha şanslı?
Bir de kocasını, çocuğunu, kardeşini, anasını, babasını ya da torunlarını kaybetmiş mağdur kadınlar var. Yakınları gözleri önünde hunharca katledilen bu kadınlar, olayın travmasını aradan geçen 38 yıla rağmen atlatabilmiş değiller. O vahşet tablosu düşünüldüğünde ölenler mi daha şanslı yoksa yakınlarının boğazlanmasını izlemek zorunda kalanlar mı diye de düşünmeden edemiyor insan.
Hamileyim, bari beni öldürmeyin
Maraş katliamında mazlum ve zalim kadınlar çoğunlukla birbirlerini tanıyorlardı. Aynı mahallenin, aynı sokağın insanlarıydılar. Komşuydular. Belki birlikte damda tarhana yaptılar, erişte kestiler. Düğünde kol kola halay çektiler. Peki ne oldu da böyle bir vahşetin faili ve kurbanı oluverdiler? Bosna'da, Kosova'da ne olduysa Maraş'ta da o oldu. Yıllarca planlı bir şekilde kin tohumları ekildi ve o tohumlar göğerince de hasat başladı.
Ölen kadınlar arasında iki isim Esma Suna ile Cennet Çimen, katliamın adeta sembolü oldu. Esma Suna 8 aylık hamile genç bir gelin. Cennet Çimen ise 80'lik gözleri görmeyen bir nine.
Öldü diye bıraktılar
Esma Suna'nın doğumuna az kalmıştır. Saldırganlar Suna ailesinin evini silahlarla ateş altına alırlar, evin içine patlayıcı madde ve benzinli paçavralar atarlar. Sonra evin kapılarını kazma ve baltalarla kırarak içeriye giren faşistler, evde bulanan Fidan, Ali, Fikri ve Mehmet Suna ile Musa Funda'yı kurşuna dizerler. Fazlı ile Elif Suna da sopa ve satırlarla ağır yaralanır ve öldü diye bırakılır. Esma Suna, "Kocamı, kardeşlerimi öldürdünüz bari beni öldürmeyin hamileyim" diye yalvarır. Sopa ve satır ve şiş darbelerinden o da nasibini alır. Karnındaki bebeği kurtarmak için can havliyle sokağa fırlar. Ancak arkasından bu kez ateş ederek Esma'yı yere düşürürler. Öldü sanılarak bırakılır. Bir komşusu Esma gelini sırtlayarak Devlet Hastanesi'ne götürmeyi başarır. Doktorlar Esma'nın yaralarının ağır olduğunu görür ve "bari bebeği kurtaralım" diye sezaryenle bebeği çıkartılar. Operasyon sırasında doktorlar gözyaşlarını tutamaz. Zira annesinin karnına aldığı darbeler nedeniyle bebek de annesi gibi ölmüştür.
Bebeğin anne karnından çıkarıldığı anın resmi Maraş katliamını anlatan resimler arasında ilk akla geleni. Sedat Ergin, yıllar sonra o bebeği anne karnından çıkaran gözü yaşlı doktoru bulup konuşturdu.
Yardım edene dayak
Esma Suna'nın kaynanası Elif Suna, mahkemede o gün olanları şöyle anlatıyor: "23.12.1978 günü sabahı "dükkanlar tahrip edildi" diye haber gelince önce arabayla çocuklarımla birlikte eşim Musa Suna'nın dükkânına bakmak üzere Döngel sitesine gittik. Mahallenin üst tarafından 300-400 kişilik bir grup "Müslüman Türkiye, Maraş Alevilere mezar olacak" sloganları atarak geliyordu. Dönüp evimize geldik. Saat 11.00 sularında o azgın kalabalık bizim evin önüne geldi. Evin karşısındaki Milcan Gök'e ait odun deposundan bu topluluğa sopalar dağıtıldı.
Saldırganlar önce evin alt katındaki ilköğretim müfettişi Süleyman Metin'in evine taş ve sopalarla saldırmaya başladı. Sonrasında gaz döküp Metin ailesinin evini yaktılar. Süleyman Metin'i öldürdüler. Tanıdığımız Musa Funda o sırada duvardan atlayarak eve geldi. Ben camdan "İmdat!" diye bağırarak komşu kadından yardım istedim. "Siz Müslüman değil misiniz, bizi kurtarmak için niye bir şey yapmıyorsunuz?" diye sordum. Komşu kadın evimize merdiven dayayarak bize yardım etmek istedi. Ancak saldırganlar o komşu kadını da döverek evine soktular.
Bizi oyalamayın
Saldırganlar gaza bulanmış bezleri yakıp evden içeri atıyorlardı. Evin her tarafını ateş sarmıştı. Saldırganlardan biri sürekli olarak, "Bize boş yere oyalamayın çıkın dışarı" diye bağırıyordu. Ben de "kardeşler yapmayın bu vicdansızlığı, biz de Müslümanız, yarın pişman olursunuz. Bizim ölüdürseniz de ne olacak geri kalanlarla yarın yine birlikte yaşayacaksınız" dedikçe saldırganlar, "anasını avradını s... o...su neren Müslüman senin" diye küfür etmeyi sürdürdüler.
Saat 16.00'la kadar eve saldırdılar. Sonra "Size bir şey yapmayacağız dışarı çıkın" diye bağırdıklarında kızım Fidan Suna ile yeğenim Aziz Tüzün balkona çıktıklarında Şeker Mehmet'in evinden (365 no.lu sanık Mehmet Çetintaş) yapılan atışla vuruldular. Oğlum Fikri Suna, cenazeleri banyoya taşıdı. Evin her tarafını ateş sarması üzerine çocuklarla beraber banyoya saklandık. Kocam Musa Suna da tuvalete girdi. Yakınımız Musa Suna da tuvaletin önüne yattı. Saldırganlar "bunlar banyoya saklanmışlar" diye bağırınca bu kez misafir odasına geçtik. Bu sırada eşim Musa Suna açılan ateşle başından yaralandı. Artık direnecek cesaretimiz kalmayınca teslim olmaya karar verdik.
"Teslim olacağız ama size güvenmiyoruz biz merdivenden inmeyeceğiz, siz gelip teslim alın bizi" dedim. Onlar içeri gelip bizi teslim alırken oğlum Fikri Suna "Anne yengem vuruldu" diye salondan bağırdı. Sürünerek salona girdiğimde hamile gelinim Esma Suna'nın ve kızım Fidan Suna'nın vurulduğunu gördüm. Mutfak penceresinden ateş etmişler. Çocuklar gelinimin ve kızımın cenazelerini aşağıya indirdiler. O sırada yukarı çıkan saldırganlar eşim Musa Suna'yı soruyorlardı. Tuvalette yaralı bir vaziyette saklanmış olan kocama "çık teslim ol, yavrularımız hep öldü, bir şey yapmayacaklarına yemin ettiler artık onların vicdanlarına kaldı" diye seslendim. Kocam tuvaletin kapısını aralayarak "ne istiyorsunuz, beni tanımıyor musunuz" dedi. Yeğeni Aziz Tüzün'ün cesedini içeriden çıkarmak istedim, ancak gücüm yetmedi.
Ecevit gelsin kurtarsın
Musa Funda ile Aziz Tüzün'ün cesedi içeride kaldı. Merdivenden aşağıya indiğimiz sırada Ali Uzunçay'ın başına demir bir sopa ile vurdular, oğlum Ali Suna'ya da ateş ederek yaraladılar. Yaralı oğlumun koluna girerek yolun ortasına doğru götürdük. Saldırganlar biri beni kolumdan çekiştirerek, "kimden medet umuyorsun, Ecevit gelsin sizi kurtarsın" diye sürükledi. Geri döndüğümde oğlum Ali Suna'nın ölmüş olduğunu, saldırganlar da oğlumun cesedine sopalarla vuruyorlardı. Saldırganlar üç oğlum Fikri, Mehmet ve Fazlı Suna'yı alarak sağ tarafa götürdüler kadınları da komşumuz Cuma Kahya'nın evine soktular. Gelinim Esma Suna'yı hastaneye götürdüler. O da karnındaki bebeği de ölmüştü."
EN YAŞLI KURBAN: CENNETNİNE
Cennet Çimen, Maraş katliamının en yaşlı maktulü. Saldırganlar mahalledeki diğer evleri yakıp yıkarken tek gözü hiç görmeyen diğer gözü ise çok az görebilen Cennet Nine, "Ne oluyor?" diye dışarı fırlar. Feryat seslerini duyunca da çevreden imdat ister. Katiller, "Gel nene gel biz seni kurtaracağız" diyerek kolundan tutup bahçeden sokağa çıkarırlar. Sokakta yere yıktıkları 80'lik kadının ayaklarından sürüterek boş bir evin bahçesindeki helaya götürürler. Cennet Nine'nin feryatlarını duyan mahalleli korkudan imdadına gidemez. Cesedini bulduklarında iki gözü tornavida ile oyulmuş. Başı hela çukuruna sokulmuş, üzerine de yanmış bir at arabasının kasası yığılmıştır. İddianamede oğlu Hasan Çimen, tanık Fatma Kara ve Dilber Yılmaz bu hazin tabloyu ayrıntıları ile anlatmaktadır.
https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/...urmeyin-649497
Turkiyede`ki Soykirim ve Toplu Katliamlar,
DINCI YOBAZLAR, IRKCILAR, BARBAR MILLIYETCILER, BAGNAZ GERICILER TARAFINDAN YAPILMAKTADIR.
1923 LERDEN BERI SUREGELEN IRKCI VE DINCI FASIST YAPILANMA,
BU KOHNE DUZENIN KURUCUSU TARAFINDAN KURULMUS VE ORGUTLENMIS MANTIGIN ESERIDIR.....
MILLIYETCILIK COCUKLUK HASTALIGIDIR. INSANLIGIN DA KIZAMIGIDIR. EINSTEIN.
ADOLF HITLER VE MUSSOLINI GIBI IRKCILARIN USTASI, ATATURK`TUR
|
11-04-2022, 19:21
|
|
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
|
|
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.586
|
|
Canan Kaftancıoğlu'na bak hele.
Kayınpederini önce öldüresiye dövdürten, sonra alçakça bir pusuyla öldürten faşistin evine gittin ya geçende. Bu ne omurgasızlıktır.
Ekrem İmamoğlu ile Mansur Yavaş birlikte taziye yarıştırdılar, güzellemeler yaptılar Ümit Kaftancıoğlu ve daha nice devrimcinin ABD memuru faşist katiline.
* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
|
19-12-2022, 14:07
|
|
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
|
|
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.586
|
|
Bugün günlerden Maraş.
19 Aralık 1978, tam 44 sene geçmiş. Ne değişmiş? Hiç.
Katliamlar o kadar çok ki, bir güne birden çok katliam düşüyor.
* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
|
19-12-2022, 16:25
|
Üye
|
|
Üyelik tarihi: 23 Sep 2012
Mesajlar: 1.151
|
|
Maraş Katliamı bir soykırımdır
Maraş katliamının üzerinden 44 yıl geçti. Failler sıkıyönetim mahkemelerinde başlayıp sivil mahkemelerde devam eden yargılamaların çoğunda deyim yerindeyse cezasız kaldı. Fakat asıl cezasızlık yıllar içimde devletin hatta doğrudan MİT'in belgelerle ortaya çıkan sorumluluğu konusunda oldu. Tetikçiler ödüllendirildi, cezalar düşürüldü, bazıları siyasete girdi ve Maraş'a dair birçok bilgi açığa çıksa da yine devlet sümen altı edildi.
Bugün 44 yıl sonra Maraş'ı konuşurken bunun sorumluları kadar olayın katliam mı yoksa bir soykırım mı olduğunu da tartışıyor Yazar Aziz Tunç son kitabı Soykırım ve Maraş Kıyımı'nda. Maraş Kıyımı, Beni Öldür/Maraş adlı kitapların da yazarı olan Aziz Tunç, 44 yıl önce gerçekleşen katliamla ilgili ANF'nin sorularını yanıtladı.
Maraş Katliamı üzerinden 44 yıl geçti. 44 yıl sonra bugün katliamı nasıl konuşmak lazım?
Bunu öncelikle Türk devletinin varoluşundan beri ısrarla sürdürdüğü soykırımcı, katliamcı bir politika olarak konuşmak lazım. Tarihsel olarak o dönem içinde yaşanmış bir saldırıdır ama bunun tespitinden hareketle de katliamcı zihniyetin devam ettiğini görüyoruz. Sadece Aralık ayına bakarsak yıllar sonra yine 19 Aralık'ta yapılan bir cezaevleri katliamı ve yine ondan da yıllar sonra aynı ay içinde Roboski katliamı var. Bugün de benzerlerinin tezgâhlanmaya çalıştığını gösteren fazlasıyla veri var ortada. Buradan baktığımızda Maraş'ta yaşanan katliamın, soykırımın esasında devletin varoluşundan beri ısrarla sürdürdüğü, bugün de devam eden soykırım politikaların bir versiyonu olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla Maraş katliamına karşı tutum alırken bunun katliamcı ve soykırımcı yapısını deşifre edip buna karşı mücadele ederek, demokrasiyi güçlendirmemiz gerektiği görevi karşımıza çıkıyor.
Çünkü bu, o günün koşullarında tesadüfen ortaya çıkmış, bir defaya mahsus, tekrarı olmayacağı varsayılan lokal bir durum değildir. Maraş katliamı sistematik bir politikanın o güne uyarlanmış şeklidir. Dolayısıyla o sistematik politikanın bugün devam eden versiyonlarına karşı mücadele etmek Maraş katliamına karşı mücadele etmenin doğal bir sonucu ve parçasıdır.
Zamanla ortaya çıkan bilgilerle de birçok şey anlaşılmış durumda, Maraş katliamı dediğimiz olayın esasında tırnak içinde "herhangi bir katliam" olmadığını, Kürtlere ve Alevilere yönelik bir soykırım olduğunu artık görüyoruz. Maraş katliamı bir soykırımdır. Hem soykırımın tanımına hem de Maraş'ta devletin paramiliter güçleriyle birlikte gerçekleştirdiği pratik uygulamanın sonuçlarına ve yönelimlerine baktığımızda bunu görmek çok zor değil.
Son kitabınız "Soykırım ve Maraş Kıyımı'nda" da soykırımdan bahsediyorsunuz. Bunun çerçevesini daha net çizmek adına nedir bu tanım, biraz daha açar mısınız?
Bu konuda "Soykırım mı değil mi?" diye bir tartışma var ve bu tartışma bilimsel verilerden çok kişilerin kendi pozisyonlarına uygun bir tanımlama üzerinden gidiyor. Kimi soykırım diyor, kimi katliam, kimi de pogrom olduğunu söylüyor. Ben bunun soykırım olduğunu, esasında pogrom diye bir kavramın ayrıca kategorik bir kavram olmadığını, pogromun soykırımın Rusçası olduğunu söylüyorum. Zaten gerçek de böyle. Ben de araştırınca öğrendim, önceden bilmiyordum. Rusça soykırım pogrom demek, Avrupa dillerinde jenosit deniyor. Yahudiler Şuha diyor. Türkçede soykırım diyoruz.
Soykırım sonuç itibariyle esas belirleyici özellikleri etnik ve dinsel kimliğinden dolayı bir toplumun yok edilmek istenmesidir. Tabii yüzde yüz yok edilememiş olabilir ama bu amaçla bir topluma saldırmak soykırım olarak kabul edilmesi gereken bir şey. Birleşmiş Milletler bunu böyle kabul ediyor ancak bunun üzerinde gerekli süreci işletmiyor. Her soykırıma karşı da yapması gereken görevleri yapmıyor. Neden yapmıyor? Çünkü Birleşmiş Milletler'de fonksiyon icra eden devletler de soykırımcı devletler. Bugün Ermeni soykırımını gerçekleştiren Osmanlı Devleti'nin suçunu Türk devleti kabul etmiyor. Türk Devleti kabul etmeyince Birleşmiş Milletler de karar çıkmıyor. Çünkü çıkarları olan Rusya ve Amerika bu tarz bir karara "evet" demedikleri için orada karar süreci işlemiyor.
Birleşmiş Milletler 1942'de soykırım kararını kabul etmiş. Uygulamalarına yönelik yargılama yapılması gerektiğini de kabul etmiş. Ama o günden bugüne sadece iki tane yargılama yapabilmiş. Diğerlerini yargılamamış. Dolayısıyla Birleşmiş Milletler'in Maraş, Dersim ve benzeri soykırımlarla ilgili fonksiyon icra etmemiş olmasından hareketle bu gerçekliği yok saymak doğru değil. Yani Birleşmiş Milletler tanım anlamında esas alınabilir ama pratiği yapmadığı için biz Maraş katliamına "soykırım diyemeyiz" mantığı ile hareket edemeyiz.
Diğerlerini buradan nasıl ayırmak lazım?
Örneğin 1 Mayıs1977 katliamı, katliamıdır ya da Suruç katliamı, katliamıdır. Ankara Gar katliamı katliamıdır. Çünkü oradaki etnik kimliğe yönelik bir şey değil. Bir toplum politik duruşuna bir saldırı söz konusudur. Bunlar içinde her türden etnik ve dinsel grup olabilir. Suruç'ta da her türlü farklı kimlik vardı, Ankara gar katliamı ve 1 Mayıs 1977'de de vardı. Katliamlarla soykırımlar arasında böyle bir fark var. Bu çerçevede bakıldığında Maraş'ta "Alevilerin son günü" ve "Kürtlerin düğünü" olacak diye insanlar katledildi. Bir sürü veri çok açık bir şekilde gösteriyor ki bu, Alevilere ve Kürtlere yönelik bir soykırımdır. Zaten katledilen insanların profiline bakılınca da bunu görmek mümkün. Çok büyük bir kısmı hatta çok ezici bir kısmı Alevi'dir çok büyük bir kısmı Kürt'tür. Beş altı tane devrimci arkadaş vardır. Bunların varlığı da soykırım gerçekliğini değiştirmez. Çünkü her soykırım da buna benzer farklılıklar yaşanmıştır. Ermeni soykırımında da Yahudi soykırımında da olmuştur.
Bir de tabii bu katliamın ortaya çıkan ve çıkmayan birçok noktası da var, siz de dediniz. Siz uzun yıllardır da Maraş hakkında araştırmalar yapıyorsunuz. Bu devlet ilişkisi çerçevesini nasıl tanımlıyorsunuz?
Devletin doğrudan sürecin içindeki aparatlarını araştırdığımızda bunlarla ilgili yeni bilgiler, yeni veriler görebiliyoruz. Mesela hem MİT'in hem CIA'nın bir çalışanı olan ve şu anda da Fethullahçılıktan dolayı cezaevinde bulunan Enver Altaylı. Altaylı o dönem Ergün Gazetesi'nin genel yayın yönetmeni ve Alparslan Türkeş'in de bir numaralı danışmanı olarak esasında katliamla ilgili çok ciddi ve somut ilişkisi olan biri. Şunu da belirtmek lazım bu tarz bilgilerin ısrarla üretilmesi için de bütün demokratik duyarlı çevrelerin gelişmeleri yakından izlemesi, takip etmesi, Maraş'la ilgili durumları açığa çıkarması açısından önemli. Mesela burada henüz yeterince somutlaştırılamamış birçok bilgi var ama kesin olduğundan kuşku duyulmayacak olan somutlaşmamış şeyler.
Nedir bunlar mesela?
Örneğin Orgeneral Faik Türün Maraş katliamından kısa süre önce Maraş'a gidiyor. 12 Mart sürecinin önemli figürlerinden biri olan, Ziverbey'de aydınlara işkence yaptığı bilinen bir Orgeneralin Maraş'ta nasıl bir işi olabilir? Bir yakını yok, ya da şusu busu yok. Yine ABD Büyükelçiliği İkinci Kâtibi Robert Alexander Peck'in oradaki faaliyetleri, Enver Altaylı'nın faaliyetleri zaten devlet düzeyinde bir ilişkiyi gösterme açısında son derece belirgin isimler. Onun dışında da zaten devletin bütün aparatlarıyla bu soykırımı örgütlediğine dair çok fazla bilgi var.
Mesela Ökkeş Çokuçkun ve Gabriel Aktürk ile Cem Ersever üçlüsü katliam sürecinde katillerin silah ihtiyaçlarını, ordunun silahlarını çalarak karşılayan bir ekiptir. Cemer Ersever Ordudan iki tane kaçakçı olan Maraşlı Ökkeş, Çokuçkun ve Gabriel Aktürk ile silah tedarik sürecini tamamlayan insanlar. Yüzbaşı Mehmet Ali Çeviker adında birisi var bugünün "Yeşili" diyebileceğimiz bir isim. Mehmet Ali Çeliker yüzbaşıdır, yüzbaşı olarak görev yaparken Maraş katliamıyla bağlantıları ve Maraş katliamına, Ordu'daki silahların taşınması sürecinde ilişkisi var. O dönem bunlar hep tartışıldı. Avukatlar bu tarz bilgilerin peşine düştü ama ne yazık ki bunlarla ilgili devlet sürekli meselenin üstünü örten bir pozisyon izledi.
Can Dündar ve Rıdvan Akar'ın Ecevit'in ölümünden sonra Ecevit'in evinde bir yaptığı araştırma sonucu kasadan çıkan bir belge var. O belge Ecevit'e MİT'in içinde bir yetkilinin yazdığı bir rapordur. Söz konusu MİT'in yetkilisi, Ecevit'e verdiği raporda Maraş'ta yaşananı, isimlerini tek tek sayıyor. Şunlar, şunlar örgütlediler, bunlar yaptılar diye. O isimler belgede Can Dündar ve Rıdvan Akar tarafından rumuz isimleriyle verilmişti. Ben o isimlerin uzun süre peşine düştükten sonra tek tek açıklamaya çalıştım. Hepsini de açıklayamadım ama birkaçını açıkladım. O belgede adı geçenlerden biri MİT Hukuk Dairesi Başkanı Şahap Homriş. Alparslan Türkeş'in çok yakınıdır. Hem ideolojik düşünsel, politik anlamda yakınıdır, hem de sosyolojik ilişkileri vardır, dünürüdür. Şahap Homriş, Alparslan Türkeş'le birlikte Maraş katliamını örgütleyen, organize eden planlayanlardan birisidir. Adana MİT bölge yöneticisi Nazif Abanozoğlu Maraş katliamını yürütenlerden, planlayanlardan, örgütlerden bir diğeridir. Mehmet Ali Çeviker ve Cem Ersever'le bunların yanına ekleyerek devam edebiliriz.
Ayrıca MHP milletvekili Mehmet Yusuf Özbaş. Dönemin Adalet Partisi ve MHP'nin iş birliğiyle seçilmiş belediye başkanı Ahmet Tuncu, Maraş katliamını yürüten, yöneten ekibin içindedir. Maraş'taki iş adamları zaten bununla ilgili bir toplantı yapmışlardı. Bu dönem katliamdan 15 gün kadar önce bu katliamın finansörlüğünü yapan ekibin içindedirler. Maraş katliamını doğrudan sorumlularından bir diğeri de en üst düzey yetkili de Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun katliam devam ederken, İçişleri Bakanı İrfan Özaydın'la birlikte Maraş'a giden yetkilidir. Maraş'ta İçişleri Bakanı "Bu katliamı solcular yaptı" anlamına gelen bir açıklama yaptı ve arkasında toplumsal tepkiden dolayı istifa etmek zorunda kaldı. Fakat Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun Milli Güvenlik Kurulu'na sunduğu bir raporla katliam süreci "Solcular şunu şunu yaptı, sağcılar da buna tepki gösterdiler ve ortaya böyle bir durum çıktı" şeklinde anlatılır. Bu anlatım biçimi tamamen katliamın üstünü örten ve Maraş katliamı yargılamalarına da iddianame olarak yansıyan bir süreçtir.
Mesela Maraş katliamının fiilen yöneticiliğini yapan yüzleri maskeli, ellerinde uzun namlulu silahlar olan faşist katiller içine Abdullah Çatlı'yı, Muhsin Yazıcıoğlu'nu katabilirsiniz. Buna Bünyamin Adalı'yı, Haluk Kırcı'yı katabilirsiniz. Bu ve benzeri faşist paramiliter katiller, bulundukları alanlarda alınıp ellerine silahlar verilip, yüzlerinin maskeli katliam yaptı. Daha öncesinde ise şehre milli piyangocu diye konumlandırılmışlardı. Katliam esnasında da grubu harekete geçirmekle görevlendirilmişlerdi.
Maraş aynı zamanda Ermeni soykırımının da olduğu bir coğrafya size de bahsediyorsunuz daha önceki çalışmalarınızda. Bu açıdan bakıldığında Maraş'ta nasıl bir nüfus yapılanması yapılmış?
Maraş'la ilgili kamuoyunun algılar sonucu unutmaya zorlandığı bir bilgi var. Maraş bir Ermeni şehridir. Mesela böyle söylediğinde hemen herkesi şaşırtır. Evet, Maraş'ın 1920'lere kadar yüzde ellisi Ermeni olan bir toplum yaşıyordu. Maraş'ın Zeytun adlı kasabasının tamamı Ermeni olan bir toplum yaşıyordu. Şimdi burada 1920'den bahsediyoruz, 1978 ile arasında bize bile çok uzak olmayan bir tarihi var. Oradaki katliamcı grup, paramiliter unsurlar 1978 Maraş soykırımı yaşandığında 1920'de yine orada gerçekleştirilmiş olan Ermeni soykırımının hafızasıyla hareket ediyordu: "Burası Ermenilerin ya da Kürtleri ve Alevilerin yeri değil, burası bizim yerimiz. Bunları tasfiye edeceğiz. Bunları öldürüp buradan çıkmalarını sağlayacağız. Ayrıca neyi var neyi yok hepsine de el koyacağız" motivasyonları bunun üzerine kurulmuştu. Böyle bir motivasyon üzerinde bir soykırımın gerçekleştirilmesinin çok zor olmadığı bir alan Maraş coğrafyası. Yani ondan önce yaşayanların sosyolojik özelliklerine baktığımızda, Ermeni soykırımını gerçekleştirmiş olanların çocukları pekala babandan duydukları hikayeleri bu kez de Kürtlere ve Alevilere karşı pratikleştirmenin motivasyonuyla hareket ettirilmişlerdi.
ANF
MILLIYETCILIK COCUKLUK HASTALIGIDIR. INSANLIGIN DA KIZAMIGIDIR. EINSTEIN.
ADOLF HITLER VE MUSSOLINI GIBI IRKCILARIN USTASI, ATATURK`TUR
|
20-12-2022, 14:42
|
|
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
|
|
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.586
|
|
https://www.indyturk.com/node/289021...m-g%C3%B6rmedi
Maraş, Maraş olalı böyle bir zulüm görmedi!..
Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı
78'liler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can
Salı 22 Aralık 2020 7:48
Görsel: Otto Dix, Lichtsignale 1917
Maraş Katliamı'nın anlamı ve tarih içindeki yeri
...Küçük çocukların ve yaşlı adamların üzerine gaz dökülerek yakılmış, insanlık dışı olaylar işlenmiştir. Toplu katliam olayları, toplu halde ceset bulunmasıyla doğrulanmaktadır. Ölü sayısının resmi miktarının iki yüzü aşacağını tahmin ediyorum.
(Dündar Saner, Dönemin Maraş Savcısı) ...Hastaneye getirilen ölülerden elli ikisini inceledim. Bunlardan üç tanesi sopayla öldürülmüş, diğer ölüler mermilerle... Boğularak öldürülenlerin olduğunu söylediler. Yetmişlik yaşlıları, üç yaşında bebekleri vurmuşlardı. Bir cehennem aleminden geldim.
(Mete Tan, Dönemin Sağlık Bakanı) ...Karşımızda oturan ve bir gözü görmeyen 80 yaşındaki, yaşlı Cennet Çimen'in evine gittiler. Bu kadını, 'Gel nene, gel' diyerek elinden tutup dışarıya çıkardılar. Cennet Kadın, gözleri görmediği ve yaşlı olduğu için öldürülenlerden ve yakılanlardan habersizdi. Sanıklardan Cuma Yalçın ve Nuri Boğa tornavida ile gözlerini oydular, sonra silahla öldürdüler. Yakınında bulunan helanın çukuruna baş üzeri atıp, üzerine at arabasını devirdiler...
(Maviş Toklu, Tanık)
Günümüz genç nesillerinin havsalasının alamayacağı bu olaylar Maraş'ta yaşandı. Denebilir ki, Maraş, Maraş olalı böyle bir zulüm ve vahşet görmedi.
Peki neden?
Devrimci değerler yükselişte…
1960'lı yıllar, dünyada ve Türkiye'de eşitlikçi, özgürlükçü devrimci değerlerin yükseldiği yıllardı.
12 Mart darbesi, gelişen devrimci mücadeleyi kesintiye uğratsa da üzerinde geliştiği toplumsal sürecin doğal mecrasına nüfuz edemedi. İki yıllık bir 'sessizlik'ten sonra 1973 genel seçimlerinin ardından, toplumsal siyasi mücadele topraktan fışkırırcasına boy attı.
1973 genel seçimlerinin galibi Ecevit'in CHP'si idi.
Gerçekte seçimin galibi umuttu, halkın geleceğe dair umuduydu.
Halk, Cumhuriyet tarihinde ilk kez geleceğe umutla bakmaya başlamış, her şeyin devletle başlayıp devletle bittiği bir ülkede, kendi kaderini ele alma düşüncesiyle devlet sınıfından kaçmıştı.
"Ne ezen ne ezilen, insanca hakça bir düzen!"
"Toprak işleyenin, su kullananın."
Mevcut düzeni de Ecevit'i de çok çok aşan bir gelişmeydi bu...
'Komünizme karşı Milliyetçi Cephe' (MC)
Genel seçimlerden sonra kurulan CHP-MSP koalisyon hükümeti, Başbakan Ecevit'in Türkiye'ye pahalıya patlayan siyasi hatası nedeniyle dağıldı ve yerine hemen "Komünizme karşı Milliyetçi Cephe"(MC) adı altında, asıl misyonu, her türlü devrimci, ilerici düşünceyi ve de Altın Hilal'den başlayarak Alevi inanışını yok etmek olan bir hükümet kuruldu.
MC, Süleyman Demirel başkanlığındaki Adalet Partisi, Necmettin Erbakan başkanlığındaki Milli Selamet Partisi, Alparslan Türkeş başkanlığındaki Milliyetçi Hareket Partisi, Ferruh Bozbeyli başkanlığındaki Demokratik Parti ve Turan Feyzioğlu başkanlığındaki Cumhuriyetçi Güven Partisi'nin bir araya gelmesiyle kurulmuştu.
Merkezinde Amerika'nın olduğu emperyalist-kapitalist sistem ile Sovyet sistemi arasında süren soğuk savaşta, bu partiler ve lider kadroları Türkiye'nin Amerikancı, sermaye yanlısı, faşist ve gerici unsurlarından oluşuyordu.
MC hükümeti konseptine göre, Başbakan Demirel bürokrasi ve meclisi, Başbakan Yardımcısı Alparslan Türkeş ise sokağı kontrol edecekti.
Sınırlı bir oy tabanı ve üç milletvekiliyle faşistler artık hükümet ortağıydı.
İlk elde, İstanbul ve Ankara gibi büyük kent merkezlerinden başlayarak lise ve üniversiteleri işgal edeceklerdi.
İlerici-devrimci öğrenciler okula alınmayacak, "tarafsızlar" faşist beyin yıkama mekanizmasının bombardımanına tabi tutulacaktı. Direnenler dövülecek, mücadelede ısrar edenler öldürülecek, polis olan biteni görmezden gelecek, faşistlerin yetmediği noktada yedek destek gücü olarak hazır bekletilecekti.
(Soldan sağa) Süleyman Demirel, Alparslan Türkşe, Necmettin Erbakan, Turan Feyzioğlu ve Ferruh Bozbeyli
Türklüğün bekası için…
Kamuoyuna da yansıdığı gibi toplumsal uyanış, Çorum, Amasya, Tokat, Sivas, Erzincan, Elâzığ, Malatya, Maraş gibi Türkeş'in "Altın Hilal" diye adlandırdığı kentlere, ilçelere ve köylere kadar yayılmıştı.
Türkeş'e göre Altın Hilal, tarihsel ve kültürel olarak Türklüğün köklerini derinlere saldığı topraklardan müteşekkildi. 'Komonist' ideoloji ve 'Alevi Kızılbaşlar' bu köklere zarar veriyordu. 'Öze dönüş ve etnik temizlik şarttı.'
Türklüğün ve Türk milliyetçiliğinin Anadolu'daki bekası da bir yerde buna bağlıydı.
Kapalı kapılar ardında alınan kararlar uyarınca bu 'temizlik' yapılacaktı.
Doğrudan Kürtlük istismarı netameliydi.
Bu kadar da büyümemişti, uyandırmamak gerekiyordu…
Bu topraklar, binlerce yıldır farklı mezheplerden kesimlerin iç içe yaşadığı, dinsel duyarlılıkları hassas topraklardı. Sonuçta Alevi-Sünni çelişkisinin körüklenmesi öne çıktı.
Maraş Katliamı'na doğru…
Elazığ, Malatya ve Sivas'ta yapılan ilk denemeler, gelişen güçlü direnişler nedeniyle istedikleri sonucu vermemişti, ama Alevi-Sünni çelişkisi üzerinden hızlı bir kutuplaşma yaratabileceği düşüncesinin verilerini de ortaya koymuştu.
Bu çerçevede en kapsamlı katliam Maraş'ta düzenlendi.
Yaşanan olaylar bu kanlı hesabın, yalnızca Türkeş'in ideolojik tutumundan kaynaklandığını düşünmenin yanlışlığını gösterdi.
Neticede Rockefeller destekli olup, 'derin devlet çekirdeğine' uzak mesafede değildi Türkeş…
Alparslan Türkeş ile NATO ve Gladio'nun geri planında olan Rockefeller Grubu arasındaki ilişki:
Türkeş'in ABD'de bulunduğu dönemde en yakın dostu Ruzi Nazar ile NATO ve GLADIO operasyonlarının gerçek hamisi sayılan Rockefeller ailesi tarafından desteklendiğini aktarmakta fayda var. 1
Pek de reddedilmeyen bir iddia şuydu; "Türkeş'in Rockefeller ailesinin bursunu kabul etmesi". Bunun bir anlamı olmalıydı.
David Rockefeller (sağda) ve Ruzi Nazar (solda)
MC'nin kurulduğu tarihlerde Altın Hilal'in kent ve ilçelerinde bir yabancı dolaşıyordu.
ABD büyükelçiliğinde İkinci Kâtip olarak görünen CIA ajanı Robert Alexander Peck'ti bu isim.
Ortaya çıkan kayıtlara göre Peck, Maraş'ta AP'li ve MHP'li il başkanları ve yöneticilerle, milliyetçi patronlarla, eşrafla, toprak sahipleriyle toplantılar düzenliyor, tam da Türkeş'in söylediği gibi Altın Hilal'de "etnik temizliğin" gereğinden söz ediyordu. 2
Her katliam ve 'sorunlu' olay öncesinde ortaya çıkan CIA ajanı Peck, katliamın arifesinde de Maraş'taydı. Bu unsur 1979'da Amasya'da, 1980 Çorum Katliamı'nda da görüldü. Kısa bir süre sonra 12 Eylül darbesi gerçekleşti. Peck, kendisine verilen görevi fazlasıyla yerine getirmiş ve ortadan kaybolmuştu.
Ecevit'in özel arşivinden gün yüzüne çıkan yeni belgelere göre, katliamlarla ilgili tek derin bağ Peck değildi. 1975 yılında kurulan MC'nin başbakan yardımcılığına Alparslan Türkeş getirilmiş, MİT ona bağlanmıştı. Bir süre sonra MİT, asıl görevinden kopacak, doğrudan kontrgerilla ve MHP ile ortak bir çalışma içine girecekti.
1978 Ocak ayında hükümet olan CHP, MİT'e 'iki istihbarat elemanının bilgilendirmelerini' değerlendiremeyen Ecevit'in basiretsiz tutumu yüzünden hâkim olamayacaktı. 'Türkeş, Hukuk Müşavirliği, Psikolojik Savunma Başkanlığı; İstanbul, Ankara ve Diyarbakır Bölge Daire Başkanlıklarındaki yandaşları aracılığıyla MİT'i kontrol ediyordu.'
Maraş Katliamı'ndan aylar önce 'Türkeş, MİT'teki üst düzey ilişkileri aracılığıyla, MİT'in Güney bölgesini kontrol altına almıştı.' MİT'teki yandaşları üzerinden Maraş Katliamı'ndaki rolünü rahatlıkla oynayabilecekti.
Bölgeden merkezi hükümete istihbari bilgi akışı kesilecek, her şeyi sola bağlarken sağ ile ilgili masumane tasvirler çizen manipülatif bir bilgilendirmeyle hükümet "uykuya yatırılarak", tezgahlanan kanlı plan uygulamaya konulacaktı.
Maraş Katliamı'nın planlamasını, 'Türkeş'in dünürü de olan MİT Hukuk Müşavirinin içinde bulunduğu dört MİT mensubu yapmıştı.' MİT'in katliamın içinde olması sağlıklı istihbarat akışını engellerken, vahşete varan sonuçlara yol açacaktı.
Siyasi sonuçları da vardı; Genelkurmay Başkanı Kenan Evren'in emriyle Eylül 1978'de başlayan Cunta planlamasının temel bir kademesi olarak 13 ilde sıkıyönetim ilan edilecek, iki yıllık bir iç savaş süreciyle toplum "can güvenliği" derdine düşürülecek ve 12 Eylül'de yapılan darbeyle ülke kendi askeri üzerinden Amerika ve Pentagon dış politikasının bir parçası olacaktı.
Kenan Evren
Demografik sonuçları da… Katliamdan sonra, yüzde 70-80 Alevi Kürt nüfus 'göç yollarına' düşecek, Maraş'ın demografik dengesi değişecek, 'Türkçü/milliyetçi, Sünni devletçiliğin' hakimiyeti sağlanacaktı.
MİT görevlileri, katliamdaki rolünü katliam sonrasında da sürdürdü. Faşistlerle ilgili raporlar mahkemelerden gizlenirken, sol gruplar hakkında gerçek dışı raporlar düzenlendi.
Nitekim 12 Eylül darbesinden sonra Maraş Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Recep Haznedaroğlu, bu tek yanlı raporlara dayanarak katliamı tersine çevirip, işkenceyle sol bir gruba mal etmeyi deneyecekti. Raporların bu şekilde tanzim edilmesi, bizzat Türkeş'in talimatı ile olmuştu.
MİT'in rolüne yakından bakalım...
Eski Başbakan Bülent Ecevit'in 1979'dan beri saklamakta herhalde 'ulusal yarar'(!) gördüğü belgeye göre, katliam o dönemin MİT görevlilerince planlanıyor.
Bülent Ecevit
İşte Ecevit'in üzerine "çok ciddi bir kaynaktan verilmiştir" notu düştüğü belgede yazılanlar:
CHP iktidarı devraldıktan sonra vuku bulan büyük olayların (Malatya, Sivas, Maraş) çıkacağına dair bir iki ay evvelinden haber verilmediğinden yüzlerce vatandaşımızın can ve mal kaybına sebebiyet vermişlerdir.) Önceden haber vermek bir tarafa, olayın yaratılmasında en etkin rol oynamışlardır. (Nitekim Kahramanmaraş olayı MİT'ten .... 'in müşterek planlamaları ile çıkarılmıştır. Türkeş oraya ...'in tavassutuyla …'u tayin ettirerek (MİT'in Bn.) Güney Bölgesi'ni ele geçirmiş ve Maraş olayını rahatlıkla tertip ettirmiştir. MİT olayın içinde olmasaydı, Maraş'tan her türlü istihbaratı aylar evvel alır ve olayın zuhur etmesine meydan vermezdi.
Dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter / Fotoğraf: Wikipedia
Katliamın 'kurmaylarına' gelince…
12 Eylül darbesi ile katliam arasında doğrudan ilişki olduğu tartışılmaz...
Amerika, "yerli" tekelci sermaye ve kuruluşları TÜSİAD, ırkçı, milliyetçi işbirlikçileri ekonomik olarak 24 Ocak Kararları'nı ve buna uygun düşen siyasi kararları, darbe üzerinden engelsiz uygulamada kararlıydılar.
TÜSİAD Başkanı Ali Koçman
Amerika için hayati olan, Ortadoğu'daki petrol çıkarları ve İsrail'in güvenliği esprisi içinde, Sovyet sistemini çevreleme siyasetinin tahkimi idi.
Amerika bu konuda engel tanımıyordu. Yapılmak istenenin ayırdında olan insanları ortadan kaldırmakta bir an için tereddüt edilmiyordu.
Türkiye'nin içerideki siyasetçileri üzerinden istikrarsızlaştırılması ve darbe koşullarının olgunlaşması için, hala hesabı verilmeyen, beş bin gencin katli buydu.
Birçok aydının, akademisyenin ve Milliyet gazetesi yayın yönetmeni, gazeteci Abdi İpekçi'nin öldürülmesi de buydu…
İpekçi, ülkenin darbeye sürüklendiğini görüyordu. Amerika'nın Türkiye İstasyon Şefi CIA ajanı Paul Henze'nin görüşme talebi üzerine yapılan görüşmede, İpekçi'nin bildiklerini ve değerlendirmelerini aktarması hayatına mal olacaktı. Görüşme 13 Ocak 1979'da oldu, çok geçmedi 1 Şubat 1979'da öldürülecekti.
İpekçi, Maraş Katliamı'nın "Kontrgerilla" adlı CIA bağlantılı NATO kuruluşu tarafından örgütlendiğini, katliama bir CIA ajanının karıştığını belirlemiş, "Özel Harp Dairesi" veya "Kontrgerilla" olarak adlandırılan NATO kuruluşunun MHP ile iç içe çalıştığına dair ise kanıtlar elde etmişti.
İpekçi'nin öldürülmesinden hemen sonra, emekli Amiral Sezai Orkunt'un aktarımına göre, "Abdi, askerlerin arazide bazı sivillere kontrgerilla eğitimi verdiğini öğrenmiş. CIA şefi ile bunu konuşmuş. Ardından vuruldu. Halbuki Genelkurmay'ın haberi olmadan böyle talimler yaptırılmayacağını bilmesi lazımdı."
Abdi İpekçi (solda) ve Paul Henze (sağda)
Katliamın 'personeline' gelelim…
Darbe koşulları yaratmak için Türkiye'yi istikrarsızlaştırma siyaseti güden, darbeyi "kendi çocuklarına" yaptıran Amerika'nın ve simgesel olması bakımından CIA ajanı Peck'in;
Katliamın göstere göstere geldiğini görmeyen, istihbari uyarıları basiretsiz bir tutumla ciddiye almayan Ecevit'in;
Alparslan Türkeş'in ve MHP'nin;
Dönemin adı geçen MİT yetkililerinin;
Bölgedeki AP'li ve MHP'li il başkanları ve yöneticilerinin, iş adamlarının, toprak sahiplerinin, eşrafın;
Susurluk Çetesinin;
Katliamı seyreden, isteyerek yada istemeyerek katliamcılarla bir şekilde suç ortağı olan toplumun bir kısmı var.
Bütün bunların sorumluluklarının kamuoyunun gündemine gelmediği, sorgulanmadığı ve bir yakın tarih hesaplaşması yaşanmadığı açıktır.
Hukuksuz yargı…
12 Eylül sonrasında Maraş Olayları hakkında açılan davalar ise tam bir hukuk skandalıydı.
Katliamın faili olarak 804 kişi yargılandı. Katliamda birinci dereceden rol oynayan 68 kişi ise hiç yakalanmadı.
379 kişi beraat etti.
1 ila 15 yıl arasında mahkûmiyet cezası ile yargılanan 314 kişinin cezalarında önce 1/6 oranında indirim yapıldı, sonra hepsi mahkeme sürecinde salıverildi.
29 kişi hakkında verilen idam ve yedi kişi hakkında verilen müebbet hapis cezası Yargıtay tarafından bozuldu.
1991'de çıkan Terörle Mücadele Yasasında yapılan değişiklikle de katliam sorumlularının hepsi salıverildi.
Maraş Katliamı Davası
Böylece Maraş Katliamı dava dosyası sessiz sedasız kapatılmış oldu. Bundan sonra da bu dosya hiç açılmadı. Tarihe kara bir leke olarak geçen katliam unutulmaya bırakıldı.
Ama… Unutulmadı!
Tarih unutmaz!
Büyük insanlık unutmaz!
İnsanlık suçları ve suçluları için zamanaşımı yok!
Her şey zaman meselesi, her şey devran meselesi...
Vicdani yargı ve adalet…
Maraş'ta yaşananları bugünkü kuşakların havsalasının alamayacağı gerçeğini hep ifade ettik.
Bu denli unutkanlık, umarsızlık, mazisizlik nasıl bir şeydir, nasıl yaşanır?
Canıyla kanıyla yaşayan bir insandan, hem-türleri tarafından işkenceyle, tecavüzle, gözleri oyularak, boğularak, yakılarak öldürülen bir insanın yokluğuna nasıl geçilir, insandan caniye geçişte hiç mi evrim olmaz? Yok mudur? Olması gerekmez mi?
Evet, bunlar 'bozulmamış' genç kuşakların havsalasının alamayacağı şeylerdir ama gerçektir.
Kim bilir, belki Maraş Katliamı başta bizim kuşağımız olmak üzere, toplum olarak hepimizin yüzünü kızartıyor, vicdanımızı kanatıyor. Zayıflığımızla, güçsüzlüğümüzle, çaresizliğimizle yüzleşmekten korkuyoruz.
Belki de bu yüzden kimsenin, hatta kendimizin dahi ulaşamayacağını düşündüğümüz derinlerimize gömdük Maraş Katliamı'nın izlerini. Nesneleştirdik, yabancılaştık katliama ve öldürülen insanlarımıza…
Bu ruh hali, bir şekilde katliamla ve katliamcılarla suç ortaklığı yaptığımız gerçeğinin üstünü örtmüyor.
Belki de kanıksıyoruz ama bu katliamın suç ortağı partinin yıllar yılı Maraş'ta en güçlü parti olduğu, böylece 'doğruyu bilir' halkımızın katliamcılığı ödüllendirdiği, isteyerek ve istemeyerek katliamcılarla suç ortaklığı yaptığı gerçeğini değiştirmiyor.
Katliamda yer alan bir insan zavallısının basit bir soyadı değişikliği ile kendini unutturduğu(!), hatta halkın temsilcisi olarak TBMM'ye girdiği gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
Katliamı kontrgerilla, dönemin bir kısım MİT görevlileri ve MHP'nin ortaklaşa düzenlediğini pekâlâ iyi bilen namı diğer 'vicdanlı ve dürüst" Ecevit'in MHP'yi iktidara taşıdığı gerçeğini de değiştirmiyor.
Maraş'ta öldürülenlerin çocukları, eşleri, anne, babaları katliamdan nasıl etkilendiler? Ve bugün nerede ve nasıl yaşıyorlar, bilmiyoruz.
Maraş'taki solcu, Kürt Alevi halkın yüzde 80'i, büyük kentlere ve yurt dışına göçerek köklerinden koptular. Bu insanların yaşadığı köksüzlük nasıl bir haldir; yarattığı kırılmalar, eziklikler, travmalar nedir ve nasıl yaşanır, araştırmadık.
Maraş'ın filmini, tiyatrosunu yapamadık. Romanını yazamadık. Maraş Katliamı üzerine kaç şiir yazıldı, bilemiyoruz ama bir şiir kitabının olmadığını biliyoruz. Maraş üzerine bir ağıtımız bile yok.
Ağlayamıyoruz.
…
Zalimle ve zulümle bir hesaplaşma, bir vicdani yüzleşme dahi olmayacaksa adalet nasıl sağlanacak?
Vicdanlar soğumuş, adalet göğe çekilmişse, insan nasıl insanileşecek, demokrasi ve özgürlük nasıl olacak?
Bir daha aynı şeylerin yaşanmamasının mahşeri vicdanı hangi zamanlarda ve nasıl oluşacak?
Yüzleşilmeyen ya da yaptırımı olmayan bir suç, her daim işlenmeye açık değil mi yoksa?
Ve 2 Temmuz Sivas Katliamı, aynı makus tarihin tekerrürü değilse, nedir?
***
1. Korku imparatorluğu, Zihni Çakır, Profil yayınları
2. "Yıl 1979. Şiddet dorukta… İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş'in telefonu çalar. Arayan Amasya'nın CHP'li Belediye Başkanı Gündüz Türen'dir:
- "Sayın Bakanım buralarda Robert Alexander Peck diye bir Amerikalı dolaşmakta..."
- "Neciymiş?"
- "ABD Büyükelçiliğinde ikinci katip. Ama ziyaret ettiği kişilere garip sorular soruyor... Bana da geldi. Çok tuhaf sorular sordu:
1. Amasya'da Sünnilerle Alevilerin oranı ne?
2. Amasya'da genel nüfusa göre işçilerin oranı ne?
3. Amasya'da solcular mı sağcılar mı ağır basıyor?
4. Amasya'daki çatışmaların nedeni mezhepsel mi? Etnik mi? İdeolojik mi?"
Bakan görüşmenin ardından Amasya Valisi Aydemir Ceylan'ı arar. Peck onu da ziyaret etmiş, benzer sorular sormuş.
…
Robert Alexander Peck bir CIA ajanıydı. Görev yeri Kıbrıs olmasına rağmen ABD Büyükelçiliği'nde ikinci katip olarak çalışıyordu. Yani dokunulmazlığı vardı. Eşi de CIA ajanıydı. Ankara'da çok geniş bir siyasi çevre edinmişlerdi.
12 Eylül sonrasında bir siyasi partinin genel merkezinde ele geçen evrak arasında Peck adına sıkça rastlanmıştı. Peck emekli bir generalle de sıkı fıkıydı. Bazı örgütlerce düzenlenen toplantılara konuşmacı olarak katılmıştı...
Amasya Valisinin Peck'le ilgili raporu Hasan Fehmi Güneş'e ulaştığında Karadeniz gezisindeydi. Gazeteciler yörede dolaşan esrarengiz Amerikalıyı sordular bakana.
"Sadece yörede dolaşmakla kalmıyor, her şeye karışan, ortalığı bulandırmaya çalışan biri gibi davranıyor. Amerikalı diplomatı yakından izliyoruz..."
Güneş daha sonraları, "adamın gittiği yerlerde o ayrılır ayrılmaz olaylar çıkıyordu. Özellikle belirli bir kesimle görüşüyor, onlarla yakın ilişki kuruyordu..." diyecekti.
Olay kamuoyunun hiç dikkatini çekmedi; kimse üzerinde durmadı... ABD Büyükelçiliğinin dışında! Bakanın Amerikalı diplomatı izliyoruz lafı Büyükelçi Spain'i çok kızdırmıştı. Bunu bir diplomatik skandal olarak nitelendirdi, Bakanın sözlerini geri alarak özür dilemesini istedi…"
İnsan düşünemeden edemiyor: İçişleri Bakanının o özel olayı acaba Büyükelçi Spain'in marifeti mi?
|
* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
|
20-12-2022, 15:37
|
Üye
|
|
Üyelik tarihi: 23 Sep 2012
Mesajlar: 1.151
|
|
Katliamı kontrgerilla, dönemin bir kısım MİT görevlileri ve MHP'nin ortaklaşa düzenlediğini pekâlâ iyi bilen namı diğer 'vicdanlı ve dürüst" Ecevit'in MHP'yi iktidara taşıdığı gerçeğini de değiştirmiyor.
|
Turkiye`de en buyuk sorunlardan biri hic kuskusuz budur.
Ecevit ve onun gibi kan emicilerin TURKIYE HALKLARIN, ISCI VE EMEKCININ Dusmani olduklarinin kavranmamasidir...
Osmanli Subayi, Ittihat ve Teraki, Kuvayi Milliye icinden gelmis TURANCI IRKCI fASIST mantigin pesinden gidip kendilerine lider ve onder tayin ediyorlarsa!!!!!!!
Daha sonra kendilerini Ilerici, Aydin, Demokrat ve daha da ileri giderek kendilerini DEVRIMCI gormeye ve gostermeye calismalari!!!!!!!
Riyakarligin, iki yuzlulugun ve sahtekarligin en guzel aciklamasidir...
Bunlar; Dersim, Maras, Sivas, Corum, Gazi ve daha nice katliamlarin birer destekleyicileri ve hazirliyicilaridir......
CHP ile MHP arasindaki tek fark Bas Harflerin C ile M harflerden ibarettir, ozunde ikisi de ayni mantigin urunu ve temsilcisidir.......
Saygi ve Insani Sevgilerimle
MILLIYETCILIK COCUKLUK HASTALIGIDIR. INSANLIGIN DA KIZAMIGIDIR. EINSTEIN.
ADOLF HITLER VE MUSSOLINI GIBI IRKCILARIN USTASI, ATATURK`TUR
|
Başlık Düzenleme Araçları |
|
Stil |
Normal
|
Yetkileriniz
|
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.
HTML-KodlarıKapalı
|
|
|
Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 02:43 .
|