Asinus Orientalis´isimli üyeden Alıntı
Vefik bey, burada itiraz etmek durumundayım.
|
Ortaya koyduğunuz argüman mantıklı görünüyor.
Lâkin; bahse konu "Mucize" iddiasını, aynı sûrenin 59. âyeti tekzib eder.
"Bizi, mûcizeler göndermekten meneden şey, ancak evvelki ümmetlerin, onları yalanlamalarıdır..."
Bir iddianın "Mûcize" niteliği kazanması için, başka insanların da gerçekleştiği ileri sürülen bu hâdiseye şâhitlık etmeleri gerekmektedir. Halbuki; bahse konu iddia hakkında, Muhammed'in kendisi dışında herhangi bir tanığı yoktur. Diğer taraftan; böyle mühim bir işin, koskoca sûrede tek âyet ile geçiştirilmiş olması da gerçekten tuhaf.
"Âyet" delil anlamına gelir. Eğer kasdedilen Beytü'l Makdis ise, neden o dönem Araplarınca verilen isim kullanılmamıştır ? Romalılar tarafından yıkılmış bir tapınağın kalıntıları üzerinde, ne gibi "âyet/deili"ler bulacaktı ki Muhammed ? Mevzûnun altını biraz deşerseniz, "müteşâbih" muhabbetiyle hedef saptırılır ve sizin ya da benim "kalplerimizdeki eğrilik/hastalık" ön plâna çıkarılır. Allah, Kur'an "âyet"leri için 'iyice anlayasınız diye" şeklinde niteleme yapar ama; bir yandan da "kefere"nin anlamaması için ortaya engeller koyar.
"Kuran okuduğun zaman senin ile ahirete inanmayan kimseler arasına görünmeyen bir perde çekeriz. Kuran'ı anlarlar diye kalblerine örtüler ve kulaklarına da ağırlık koyduk. Kuran'da Rabbini bir tek olarak andığın zaman, onlar ürkerek ardlarına dönerler." (İsrâ: 45/46)
Bu durumda Kur'an, sâdece müslümanların anlaması için inmiş olmakta.
Allah, diğer kullarını - tenezzül edip de - muhatap almıyor.
Aslında ciddiye alınıp, üzerinde tefekkür edilebilecek bir şey göremedim ben. Ama; sizde ortaya çıkan araştırma amaçlı bu "enerji"ye de bir şey diyemem doğrusu. "ince eleme" işinden mâdem yorulmuyorsunuz, ben de yazdıklarınızı okumaktan yorulmam.