Turan Dursun Sitesi Forumları
Geri git   Turan Dursun Sitesi Forumları > Genel Forumlar > Politika

Cevapla
 
Başlık Düzenleme Araçları Stil
  #1  
Alt 03-07-2021, 16:51
Şüpheci Dinsiz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Şüpheci Dinsiz Şüpheci Dinsiz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.575
Standart Deniz Baykal meselesi

Son günlerde devletin kiralık katili ve mafya Sedat Peker'in yaptığı açıklamalardan birinde Deniz Baykal'a kadın bulmakla görevli CHP'li bir herifin adı geçti. Aynı herif şimdi AKP'de yüksek bir makama çıkarılmış.

Hatırlarsanız Deniz Baykal'a ait seks kaseti ortaya çıkmıştı, parti başkanlığından istifa etmek zorunda kalmıştı. Ne var ki sonraki seçimlerde de milletvekili olmaya devam etmişti.

Zülfü Livaneli'nin Deniz Baykal'ın Erdoğan'ın siyaset yasağını kaldırmak için neler yaptığına dair bir yazısı var. Hazretlerin aralarında gizli bir anlaşma olduğuna dair iddialar var ki, Baykal birkaç kez daha Erdoğan'ı umulmadık bir anda kurtarmıştı.

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/be...nlasma-6950221

Beylerbeyi'nde gizli anlaşma



Vatan Gazetesi yazarı Zülfü Livaneli'den şok açıklama. Livaneli, CHP lideri Deniz Baykal'ın Başbakan Tayyip Erdoğan'la gizlice buluşup anlaşma yaptığını iddia etti. Livaneli'nin Baykal'a ağır eleştiriler yönelttiği işte o yazı.

Seçimler öncesi CHP'ye zarar vermemek için bildiğim birçok konuyu içime gömerek sustum, bundan sonra da bu parti ve liderine ilişkin hiçbir şey yazmayacağım.

Çünkü bir faydası olacağına inanmıyorum.

BAYKAL'DAN JET YANIT

İşte Baykal'ın yanıtı

AKP'nin o zamanki genel başkanının siyasal haklarını kazanarak parlamentoda görev yapmasını demokrasinin gereği içinde düşündüm ve bu anlayışla hareket ettim. Parti içinde buna karşı çıkanlar oldu ama ben bunlara inanmadım.

Bir parti başkanı 360 milletvekilini parlamentoya soktuysa kişisel olarak değerlendirmek doğru değildir. Bununla iftihar ediyorum. Ve hala hiç kuşku duymuyorum. Aksini savunmak demokratik değil sığ bir anlayış olur.

Ama hiçbir yerde AKP Genel Başkanı'nın iflas edeceğini söylediğimi kimse iddia edemez. Böyle bir şey söylemedim.

Ama bu konudaki son yazımda size bir tanıklığımı aktarmak zorundayım.

Bunu bir borç olarak görüyorum:

***


Deniz Bey lütfen hatırlayın:

19 Aralık 2002 tarihinde karlı bir Ankara gününün akşamında Mehmet Sevigen'in evindeydik.

Ben Cumhurbaşkanı ile görüşmeden geliyordum.

Abdullah Gül Başbakandı, Tayyip Erdoğan'ın ise Meclis'e girme umudu kalmamıştı.

Cumhurbaşkanı Sezer bir gün önce, Tayyip Erdoğan'ın "milletvekili olmadan başbakan olma" önerisini reddetmişti.

Türkiye'nin kaderi o akşam o evde değişti, çünkü siz "Tayyip Erdoğan başbakan olacak!" diye tutturdunuz.

Sizi "Çok tehlikeli bir oyun bu!" diye uyaran parti dışından önemli şahsiyetlere kızdınız, "Hayır!" dediniz "İki ay dayanamaz. Göreceksiniz iki ay dayanamaz."

Sizin bu iddianıza karşılık ben ne dedim: "Erdoğan herhangi bir kişi değil, bütün tarikatların birleşerek Erbakan'ın yerine seçtiği siyasetçi; arkasında Amerika, Avrupa desteği de var. Program Türkiye'yi ılımlı İslam cumhuriyeti yapma programı. Sizin dediğiniz gibi iki ayda gitmeyecek; tam tersine, bu odada bulunan herkesin siyasi hayatını bitirecek."

İki ay dayanamaz iddianızı, "görüşleri gereği IMF ile anlaşma yapmaz, ekonomiyi zora sokar ve dayanamazlar." tezine oturttunuz.

Ama bunların hepsi bahaneydi çünkü siz iki partili rejimin işinize yaradığını anlamış ve seçim sonuçlarına sevinmiştiniz. Çünkü size ana muhalefet partisi lideri olmak ve soldaki rakiplerinizi yok etmek yetiyordu. Bu iş birliğini daha sonra da sürdürdünüz.

O zaman ben sizin Tayyip Erdoğan'la seçim öncesinde Beylerbeyi'nde gizlice buluştuğunuzu ve bir anlaşma yaptığınızı bilmiyordum.

Bu gecenin tanıkları var: Önder Sav, Eşref Erdem, Mehmet Sevigen, Bülent Tanla, Yaşar Nuri Öztürk.

Belki bazıları sizden korkar ve tanıklık etmez ama bir kısmı da bu sözlerin doğru olduğunu açıklar. Yani tanıklar var. Ötekiler de söylemese bile içten içe bunun doğru olduğunu bilir. Siz de bilirsiniz.

Tartışmanın sonunda dediniz ki: "Bu gece birbirimizin fotoğrafını çektik. İki ay sonra çıkarıp bakalım. Ama rotuş yapmadan. Hangimiz haklı çıkmışız?"

Şimdi, 2007 seçimlerinin ardından o fotoğrafı cebinizden çıkarıp bakın Deniz Bey.

Ve düşünün; Meclis grubunda "Erdoğan'ı başbakan yapıyor diyorlar. Evet yapıyorum. Var mı itirazı olan!" diye bas bas bağırmanıza değdi mi?

Erdoğan'la Beylerbeyi'nde gizlice buluşmaya ve size oy veren milyonları hiçe sayarak gizli anlaşmalar yapmanıza değdi mi? (Deniz Bey, biliyorsunuz ki bu gizli buluşmanın da tanığı var.)

Başbakan olmak, elbette Erdoğan'ın demokratik hakkıdır. Ama bunun için olağanüstü çaba harcamak CHP'nin birinci görevi değildir. Üstelik dokunulmazlık kaldırılmadan.

Bir milletvekilinin mazbatasını iptal ettirip, Anayasa'yı değiştirip, grubu baskı altına alıp, Siirt seçimlerini es geçip Erdoğan'ı meclise sokmak ve dokunulmazlık zırhına kavuşturmak için verdiğiniz canhıraş çabanın yüzde birini partiniz için verseydiniz sonuç bambaşka olurdu.

Size o gün söylediğim gibi, Türkiye'nin kaderini değiştirdiniz.

Deniz Bey; sözlerimde en ufak bir çarpıtma varsa çıkıp söyleyin. "Öyle değildi. Böyle konuşmadık." deyin.

Genel Sekreterinizin ve en yakınlarınızın tanık olduğu bu konuşmayı inkâr edin.

Ya da başınızı önünüze eğin ve tarihin hakkınızda vereceği yargıyı düşünün.

Deniz Bey; çok ağır şeyler yazdığımın farkındayım. O akşamki tartışmaya kadar bir dostluğumuz vardı, bunları yazmak istemezdim.

Ama hem duruma doğru teşhis koyamamanız, hem de aşırı derecede inatçı olma huyunuz yüzünden hepimizi tehlikeye attınız.

Tayyip Erdoğan'ın yüzde 34 oyla meclisin üçte ikisini ele geçirmesinin manivelası oldunuz.

Daha önce Refah Partisi'nin belediyeleri ele geçirmesi de sizin oyları bölmeniz sayesinde gerçekleşmişti..

Tayyip Erdoğan'ların ve yine çok yakın dostunuz olan Melih Gökçek'lerin en büyük şansı sizdiniz.

CHP'nin ise en büyük şanssızlığı oldunuz.

Bu ülkenin sola şiddetle ihtiyaç duyduğu bir dönemde, bütün uyarılarımıza rağmen partiyi sağa çekmekte, Kürtlerden, Alevilerden, solculardan ayırmakta ısrarlı oldunuz.

Erdal İnönü, Hikmet Çetin, Murat Karayalçın, Fikri Sağlar, Ercan Karakaş, Mehmet Moğultay, Seyfi Oktay, Celal Doğan ve daha birçok sosyal demokratla el ele tutuşup halkın karşısına çıkmanız gerekirken; eski MHP'lileri, eski ANAP'lıları, idamla yargılanmış sağcı militanları parti vitrinine çıkarmakta ısrar ettiniz.

Size defalarca "Bir şeyin aslı varken kopyasına kimse bakmaz!" dememize rağmen, sol politikaları değil, MHP çizgisini tercih ettiniz.

Sağcıları ve sekreterinizi Meclis'e sokarken, İsmet Paşa'nın Avrupa Konseyi'nde komisyon başkanı olma başarısını gösteren torunu Gülsün Bilgehan'ı Meclis dışında bıraktınız.

İnanın ki bunları yazarken samimi olarak üzülüyorum. Keşke haklı çıkmasaydım, keşke sizin tahminleriniz doğrulansaydı diyorum ama durum ortada.

Yazık oldu Deniz Bey, hem size, hem partinize, hem de size inanan temiz yürekli sosyal demokratlara.

Artık bundan sonra istifa etseniz de bir etmeseniz de.

Bad-el harab-ül Basra!

* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 03-07-2021, 17:07
Şüpheci Dinsiz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Şüpheci Dinsiz Şüpheci Dinsiz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.575
Standart

gazeteduvar.com.tr

Zülfü Livaneli: CHP'nin Baykal gerçeğiyle hesaplaşması şart

Deniz Baykal'ın 2002 yılında Tayyip Erdoğan'la Beylerbeyi'ndeki bir otelde yaptığı anlaşmaya dair 2007 yılında yazdığı yazı bir kez daha gündeme gelen Zülfü Livaneli'ye göre CHP'nin Baykal gerçeğiyle hesaplaşması şart. Livaneli'ye göre Türkiye'de yıllardır biriken cerahat bir yerde patlayacaktı ve şu anda akıyor…


İrfan Aktan
iaktan@gazeteduvar.com.tr
03 Temmuz Cumartesi 2021 Saat: 00:01


Sedat Peker'in Deniz Baykal-Korkmaz Karaca ilişkisine dair iddiaları üzerine Baykal'ın 2002 yılından itibaren Erdoğan'la ilişkisi sorgulanmaya başlandı. Baykal'ın 2002'de olduğu kadar, CHP genel başkanlığından istifa ettikten sonra da iktidarla gizli münasebetler kurduğu, hatta teslim olduğu ve kendi partisini, tabanını manipüle ettiği yönünde iddialar var.

Baykal-Erdoğan ilişkisine dair bilinen en ilginç ve öngörülü yazının sahibi ise, 2002 seçimlerinde Baykal'ın Kürt meselesi başta olmak üzere çeşitli şartlarını kabul ederek milletvekili olmaya ikna ettiği sanatçı, yazar Zülfü Livaneli.

Yazısı son günlerde sosyal medyada tekrar gündeme gelen Livaneli'yle İsmet İnönü'den Bülent Ecevit'e ve Deniz Baykal'a kadar çoğu sağcı, milliyetçi aktörün "sol" görünümü verilmiş CHP'deki "rollerini" ve yarattıkları enkazı konuştuk…

Sondan başlayalım. Geçen hafta aralarında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) eski yargıcı Rıza Türmen, Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Şebnem Korur Fincancı, Kürt sosyalisti Tarık Ziya Ekinci gibi isimlerle birlikte çağrıcısı olduğunuz Demokrasi Konferansı yapıldı. CHP, HDP gibi partilerin yanısıra 70'i aşkın sendika, sivil toplum örgütü de bu konferansın bileşeni. Mevcut dağınıklık içinde bir hayli önemli sayılabilecek bu konferans demokrasi güçlerinin orta veya uzun vadeli birlikteliğine vesile olabilir mi?

Türkiye'nin yaralarını sarabilmesi için bir araya gelmek olmazsa olmazdır. Başımıza ne geldiyse, muhalefet cephesi bir araya gelemediği için geldi. Yakın tarihe bakınca görece daha küçük ama birbirine daha sıkı sıkıya bağlı grupların iktidarı ele geçirdiklerini görürüz. Buna mukabil daha fazla kitleye, oya sahip güçler ise aralarındaki bölünmeleri halledemedikleri için devamlı kaybettiler. Türk soluyla Kürt solunun ayrışması da benzer sonuçlar yarattı. Hatırlayın, 1989 yılında, Paris'teki Kürt Konferansı'na katılan SHP'li yedi Kürt milletvekili ihraç edilmişti. Sonrasında Ahmet Türk'ün de bir SHP milletvekili olduğu unutturulacak şekilde apayrı partilere bölünüldü ve o bölünme devam ediyor. Demokrasi Konferansı da aradaki çelişkileri giderip en azından asgari müşterekte, insan hakları ve demokrasi hedefinde bir araya gelme çabasının bir sonucu. Farklılıklarımızı yine koruyalım ama temel ve büyük amaçta buluşalım.

Peki konferansta ortaya çıkan resim umut vaat ediyor mu?

"Biz varken onlar niye yok?", "Onlar varsa biz yokuz" gibi eski hastalıklar maalesef devam ediyor. Zaten sağlıklı düşünme ortamı kayboldu. Kafaların içi de karman çorman. Tabii solda, İslamcı hareketlerdeki gibi ulu'l emre itaat olmadığı için, herkes haklı olarak kendi iç yapısı veya hedefleri doğrultusunda hareket ediyor. Bu bir yandan iyi bir şey ama iyi yönetilemediğinde ortaya kakafoni çıkar. Evet senfoni orkestrasında her enstrüman başka şey çalar ama herkesin ne çalacağı bellidir ve bütün sesleri yöneten bir şef vardır. Burada şeften kastım otoriter bir yönetici değil, bir araya getirici, düzenleyicidir.

Deniz Baykal ile Milli Görüşçüler arasındaki ilişkilerin kronolojisi 1973 yılında CHP-MSP koalisyonundan başlatılıyor. Kimi iddialara göre daha sonra Maliye Bakanı olduğu CHP-MSP koalisyonun oluşmasında Baykal aktif görev aldı. 1994 yılında, sizin Erdoğan karşısında aday olduğunuz yerel seçimler öncesinde de Baykal'ın CHP'si, SHP'li adayların karşısına aday koyarak oyları böldü ve İstanbul'da Erdoğan'ın, Ankara'da Gökçek'in kazanmasına yol açıldı. 2002'de Erdoğan Meclis'e giremeyince, 2007 tarihli yazınızda aktardığınıza göre Baykal'ın üstün gayretiyle altyapı hazırlanarak Siirt'ten milletvekili seçildi. 2015'te AKP'nin iktidardan düştüğü 7 Haziran seçimlerinden hemen sonra yine Baykal sahneye çıktı ve Kılıçdaroğlu'nun istememesine rağmen Erdoğan'la muhtevası bilinmeyen bir görüşme yaptı. Tüm bunlar Baykal hakkında bize ne anlatıyor?

Bu sorunuza öncelikle genel bir analiz yaparak yanıt vermek istiyorum. Bir kere isimler, kişiler tarihte çeşitli roller oynarlar ve nasıl anılacaklarını da oynadıkları bu rollerle kendileri belirlerler ama tarih sadece kişilerle değil somut koşullara göre akar. Yaşar Kemal, Cumhuriyet gazetesi muhabiri olarak 1950'li yıllarda İsmet İnönü'nün seçim gezilerini izliyor. İnönü bir gün kendisini çağırıp "Tek kanatlı kuş uçar mı" diye sorunca Yaşar Kemal de "Yok paşam, uçmaz ama bunu niye soruyorsunuz?" diyor. "Çünkü biz tek kanatla kuş uçurmaya çalıştık" yanıtı veriyor İnönü.

'TÜRKİYE'DE SOSYAL DEMOKRASİ ÇİZGİSİNİN AKTÖRÜ DEVLETTİR'
Neyi kastediyor?

Yaşar abi bu anıyı anlattığı zaman İsmet Paşa'nın ortanın solunu düşündüğünü konuştuk. Buna göre Türkiye'de sadece sağ hükümetlerle bir yere gidilemez; demokrasi bir dengeyi gerektiriyor: Dünyadaki demokrasi örnekleri gibi merkez sağ ve merkez sol birbirini denetleyecek. Anlaşılan İnönü daha o zamanlar bunun farkına varmış ve ondan sonra ortanın solunu ilan etmiş. Böylece CHP sanki sol bir partiymiş gibi konumlandırıldı. Müdafa-i Hukuk Cemiyeti'nden gelen, kadro olarak İttihat Terakki'yi dışlayan, Doktor Nâzım'ı, Cavit Bey'i ve diğer İttihatçıları idam ederek cezalandıran ama o kadronun bir kısmını içinde taşıyan bir devlet kurucu parti olarak CHP, ileriki tarihlerde sol bir parti gibi görünmeye çalıştı. Avrupa'daki sosyal demokrat partilerin temelinde işçi sınıfı hareketi var. Mesela İsveç'i yarım yüzyıldan fazla yönetmiş olan İsveç Sosyal Demokrat Partisi, kapitalizmle sosyal demokrasi arasında bir çizgi tutturmuş olduğu halde Enternasyonal Marşı'yla yürür. 1969-1974 arasında Almanya Şansölyeliği yapmış olan Almanya Sosyal Demokrat Partisi başkanı Willy Brandt sol gelenekten gelmedir. Türkiye'deki sosyal demokrasi çizgisinin aktörü ise devlettir.

Peki İnönü neden böyle bir çizgi çizmeye yöneldi?

"Madem bu devleti kurduk, buna bir de sol boyut ekleyelim" dendi. Ama bunu Sovyetler Birliği'nin komşusu, ABD'nin üs kurduğu, nükleer silahları yığdığı önemli bir ülkede yapıyorsun. Böylesi bir ileri karakol ülkesinde gerçek manada solculuk yaptırmazlardı. Geçmişe baktığımızda, ABD ve Batı açısından bunun elzem olduğu ve sürecin de hep bu bağlamda ilerlediği görülür. Türkiye'de gerçek manada solculuk yapmak, Soğuk Savaş döneminde SSCB açısından ileri karakol olan Küba'da Amerikancılık yapmaya benzerdi. Nitekim benim de dâhil olduğum 1968 kuşağını, öncesi ve sonrasındaki sol hareketleri korkunç bir biçimde kırdılar. Sol hareketlerin içine ajanlar, provokatörler yerleştirdiler, devrimcileri silaha yönelttiler ki, bu çok büyük bir hataydı.

'BAYKAL TİPİK BİR ANKARALI, SÜNNİ, SAĞCI POLİTİKACIDIR; KÜRTLERİ, ALEVİLERİ, EZİLENLERİ SEVMEZ'
Ama 1960'lı, 70'li yıllarda silahlı mücadeleye girişen devrimciler ideolojik, politik analizler sonucu bu kararı almıştı. Dolayısıyla "yönelttiler" demek onlara haksızlık olmaz mı?

O kahraman arkadaşlarımıza "yönlendirildiler'' demek haksızlık tabii. Belki de başka çıkış yolu bırakmadılar demek daha doğru bir ifade olur. Sinan Cemgil, Mahir Çayan arkadaşlarımdı ve Ankara'da bu konuyu tartışıyorduk. O zaman Ekim Yayınları olarak Gerilla Savaşı ve Marksizm isimli kitabı da yayınlayarak silahlı mücadelenin hata olduğunu anlatmaya çalışmıştım. "Elinizdeki üç-beş silahla NATO'nun en kuvvetli ordusuna karşı ne yapabilirsiniz, bu bir tuzaktır" diyerek çok uyarmışımdır arkadaşlarımı. Ama çeşitli oyunlar oynanarak o arkadaşlarımız bile bile ateşe sürüldüler. 12 Mart dönemi hâlâ aydınlatılmadı. Mihri Belli'yle Stockholm'de buluşup bütün bir gün bunu konuşmuştuk, o da aynı fikirdeydi. Hikmet Kıvılcımlı Ankara'da bizim evde kalırdı. Gece gündüz konuşurduk bu konuları. Vasıf Öngören, Erdal Öz, Muzaffer Erdost; hepimizin kafasında tek bir konu vardı: Devrime nasıl ulaşılır? O yıllardan beri elbette Türkiye'de sol hareketler, işçi sınıfı hareketleri var ama bunların başını CHP'yle, DSP'yle bağladılar.

Nasıl?

Sol olmayan "sol partilerle". CHP, DSP, SHP gibi partiler sol partiler değil, gelenekleri de sola dayanmıyor, gelecek programları da. Fakat sol olarak sunulan bu partilerin başına, hiçbiri solcu olmayan birtakım liderler getirildi. İsmet İnönü, Bülent Ecevit solcu muydu? Ecevit gibi politikaya meraklı, hırslı, Robert Kolejli genç bir siyasetçinin önündeki bütün engelleri kaldırarak CHP'nin başına getirdiler. İsmet İnönü'nün yerine Ecevit'in getirilmesi bir operasyondu; darbe gibi bir şeydi. Nitekim Ecevit'in de CHP'yi sol gibi gösterip bahsettiğim sınıfsal kesimlerin başını bağlamak isteyenler için ne kadar isabetli bir isim olduğunu zaman içinde gördük. Deniz Baykal bahsine geleceğiz ama; Baykal solcu muydu! Hiçbir alakası yok. Tipik bir Sünni, sağcı, Ankara politikacısıdır Baykal. Baykal pekâlâ DYP'de, ANAP'ta, DP'de görev yapabilirdi ve çok daha başarılı olurdu.

'ERDAL İNÖNÜ, SİVAS'TAN ARAYIP 'BİZİ YAKIYORLAR' DİYEN ARKADAŞLARIMIZIN YERİNE 'ÖYLE BİR ŞEY YOK' DİYEN VALİYE GÜVENMİŞTİR'
Baykal'ın sola bakışı nedir peki?

Deniz Baykal Kürtleri, Alevileri, ezilenleri sevmez. Bunu çok sefer kendisi de söyledi, basında çıktı. Bakın, Ecevit'i Robert Kolej'den bulup getirdikleri gibi, DYP'nin başına da yine Robert Kolejli Tansu Çiller'i getirdiler. Erdal İnönü; rahmetlinin solla ne ilgisi vardı? Erdal Bey devlete güvenen biridir. Çünkü babası İsmet Paşa'dır; devletin içinde, köşkte büyümüştür. Onun için 2 Temmuz'da Sivas'ta arkadaşlarımız otelden telefon açıp "Bizi yakıyorlar" dediklerinde, Sivas Valisi de "Hayır efendim, öyle bir şey yok" dediğinde, valiye güvenmiştir. Sol gelenekten gelen biri olsa, valiye mi, "Bizi yakıyorlar" diyen aydınlara mı güvenirdi?

Eğer solcu olsaydı, 1989 yılında Paris'teki Kürt Konferansı'na katıldıkları için yedi Kürt milletvekili İnönü'nün SHP'sinden ihraç edilmezlerdi belki de…

Tabii! Bunlar birer hata değildi; bu insanların ideolojik konumlanmaları, varoluşları zaten bu yöndedir. Tek tek isimlerini saymayayım ama bunlar, Türkiye'de 30'lar devletinin devamlılığını arzulayan ve bununla görevli olan, devletle halk karşı karşıya geldiğinde devletin yanında duran, bu nedenle de hep korumaya alınmış insanlar. Türkiye'de sol partilerin gelişmemesi için işlevselleştirilen bu insanların hepsi de görevlerini son derece başarılı biçimde yerine getirmiştir.

'İSLAMCI HAREKETİ DEVLETE İLK SOKAN BÜLENT ECEVİT'TİR'
Buradan Baykal-Erdoğan bahsine gelelim mi?

Gelelim ama önce Ecevit bahsini bitirmek istiyorum. Ecevit'in zamanında devrimci gençlerin protestolarına yönelik tepkileri, "Bunlar vatan haini" demesi unutulur gibi değil. Ecevit devletin kuruluş ideolojisine uygun Türkçü-laik kesimlerin temsilcisiydi. Rahşan Ecevit'le birlikte yaptıkları buydu. Nitekim Ecevit 1973'teki CHP-MSP koalisyonuyla devlete ilk defa İslamcı hareketi sokmuştur. Daha sonra çeşitli zamanlarda, vazgeçilmeyen bir insan olarak çeşitli görevler üstlenmiş ve sayısız şey yapmıştır. Geçenlerde, Ecevit'in en yakınındaki isim olan Hüsamettin Özkan bana, "Biz politik hayatımızdaki en büyük hatayı İstanbul seçimlerinde sizin oylarınızı bölerek yaptık" dedi.

Sizin SHP'den aday olduğunuz 1994 seçimlerini kastederek…

Evet. O seçimlerde Hüsamettin Özkan'ın ağabeyi Necdet Özkan da benim karşımda, DSP'nin adayıydı. Baykal da CHP'nin adayı olarak sonradan AKP'de kültür bakanlığı yapan, ismini unuttuğum birini aday göstermişti.

'ECEVİT 1994 SEÇİMLERİNDE REFAH PARTİSİ'YLE DEĞİL, ŞAHSEN BENİMLE UĞRAŞTI'
Ertuğrul Günay…

Yaşar Kemal "Sevmediğim adamların adını hatırlayamam" derdi. Bir anda hatırlayamadım. Ertuğrul Günay da o seçim sürecinde olmadık hakaretlerle bana saldırıyordu. Halbuki bana adaylığı zorla kabul ettirdikleri zaman, "Ben siyasetçi değilim. En parlak zamanlarınızda bana sunduğunuz kültür bakanlığı, milletvekilliği tekliflerini reddettim. Ben sanat insanıyım, bırakın beni" demiştim. Fakat SHP zorlayıp beni ikna ettiğinde de hem Ecevit'e hem Baykal'a gidip "Madem böyle bir şey oldu, hepinizin adayı olayım" dedim. Tüm bunları dememişim gibi seçim sürecinde Ecevit, Refah Partisi'yle değil, şahsen benimle uğraştı. Ecevit 94 seçimlerinde İstanbul'da iki miting yaptı ve bir tanesinde "Livaneli İSKİ parasıyla propaganda yapıyor" dedi. Yahu el insaf; ben o süreçte İSKİ'yi yerden yere vurmuş adamım; ben belediyede değilim, görevli değilim, siyasetçi değilim! Bir diğer mitinginde de Ecevit, "Livaneli 12 Eylül teröristlerinin arkadaşıdır" dedi. Ve bu insan sözüm ona "sol parti" lideri. Neticede oyları böldüler ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu şekilde Tayyip Erdoğan'a teslim edildi.

94 seçimlerinde Ankara'da da benzer bir süreç işledi, değil mi?

Tabii, orada da Ecevit'in DSP'si oyları böldü ve SHP'nin adayı Korel Göymen birkaç yüz oyla kaybetti. Peki ne oldu? Ankara 25 yıl boyunca Melih Gökçek'e bırakıldı. Daha sonra da yıllarca DSP oyları bölme işlevini sürdürerek AKP'nin değirmenine su taşıdı. Deniz Baykal kadar Bülent Ecevit'in de yaptıklarının çok iyi tahlil edilmesi lazım. Baykal, Ecevit niçin bunu yaptı? Geçenlerde Veli Saçılık arkadaşımıza, ölüm oruçları sırasında Ecevit'in neler yaptığını anlattım. Bunlar partilerin başına nedensiz getirilmediler. Sabahattin Önkibar, 1994 yılında Tansu Çiller'in Ankara'daki gazete ve TV temsilcilerini topladığını, benim aleyhimde uyduruk suçlamalarla dolu bir dosya verdiğini ve ‘'Yazıklar olsun, bir komünistin İstanbul'un başına gelmesini engelleyemiyorsunuz'' dediğini yazdı. Bunun gibi daha neler neler var! Adnan Oktar grubunun, Susurlukçuların yaptıkları… Sağcı komploların cehenneminden geçtim ben. Bunları, düzenin ve devletin sol karşısında nasıl örgütlü olduğunu anlatmak için söylüyorum.

'ECEVİT VE BAYKAL SOL İKTİDAR OLMASIN DİYE PARTİLERİN BAŞINA GETİRİLDİLER'
Ecevit, Baykal gibi isimler olmasa, solun kaderi değişir miydi?

Ecevit de, Baykal da partilerinin başına solcular belediyelerde, hükümette iktidar olamasın diye getirildiler. Solun başını bağlayan, yolunu şaşırtan insanlar bunlar. Ecevit, Fethullah Gülen teşkilatıyla yan yana geldi, onlara kontenjan verdi, her türlü olanağı sundu. Cemaati devlete ilk yerleştiren Tayyip Erdoğan değil, Bülent Ecevit'tir. Uzun lafın kısası, Ecevit, Baykal gibi insanlar sol filan değil, soldan hoşlanmayan, tipik Türk milliyetçileridir.

Sanırım artık Baykal bahsine gelebiliriz. Son günlerde iddia edildiğine göre Baykal, muhalifi göründüğü AKP'yle, onun lideriyle gizli bir ilişki kuruyor ve Erdoğan'ın önünü açıyor. Bunu çeşitli şantajlara, kişisel meselelere bağlayanlar var. Sizin bu konudaki değerlendirmeniz nedir?

Ecevit'in de bu türden yaptığı gizli ilişkileri olduğunu kaynağından biliyoruz. Onun da sağcılarla, dincilerle akıl almaz ilişkileri var.

'BAYKAL'IN YAPTIKLARINI HEP HATA OLARAK GÖRÜRDÜM, MEĞER BİLİNÇLİ TERCİHLERMİŞ'
Ne gibi?

Şimdi belgesini ortaya koyamayacağım için ayrıntılarına girmeyeyim. Baykal da böyle bir insan; demin de söylediğim gibi devletçidir, sağcıdır, Alevi, Kürt, sol sevmez. Ben Baykal'ın yaptıklarını hep hata zannediyordum ama meğer bunlar bilinçli tercihlermiş. 94 seçimlerinde karşıma Ertuğrul Günay'ı çıkararak çok kötü bir kampanya yürüttüler. Hatta Baykal ve Günay o süreçte benim için "Livaneli İsveç'e gitti ama siyasi sebeplerden değil, kadın meselesinden" bile dediler! Politika için bu kadar kire bulaşmaya değer mi yahu! Sonradan Ertuğrul Günay mealen "Kusura bakma, siyaset işte, söylenir böyle şeyler" dedi. "Yahu yapmayın, bizler böyle şeyler için ölürüz, biz siyasetçi değiliz ki" dedim kendisine.

'KÜRTÇE TV-RADYO ŞARTIMIZI KABUL EDEN BAYKAL, 2002 SEÇİMLERİNDEN SONRA HİÇ ANLAŞMAMAŞIZ GİBİ DAVRANDI'
Peki 2002 yılında neden Baykal'ın CHP'sinden milletvekili oldunuz?

Baykal o zaman bana ısrar ettiğinde, bir grup arkadaşla birlikte kendisine bazı şartlar sunduk. Bunlardan bir tanesi Türkiye'nin en kısa sürede AB çatısı altına girmesi ve sorunların AB ilkeleri çerçevesinde çözümü için çalışma yapılması yönündeydi. Baykal'a "Bunda tamam mıyız" dedik, "Tamamız" dedi. Kürtçe televizyon ve radyo, o zaman yoktu, "Bunda tamam mıyız", "Tamamız" dedi. Anadil meselesinde hakeza. İşçi sınıfı hakları dâhil pek çok şartı daha önüne sürdük ve hepsine "Tamam" dedi.

Sonra ne oldu?

2002 seçimleri olup bitti ve birdenbire Baykal, sanki bu şartlarda hiç anlaşmamışız gibi davranmaya başladı. Biliyorsunuz o seçimde bütün partiler baraj altı kalmıştı ve bir tek CHP ile AKP çıkmıştı. Baykal bütün sol partilerin elendiği bu ikili yapıdan son derece mutluydu. Çünkü artık muhalefet kendisi açısından dikensiz gül bahçesiydi.

Peki kendisine konuştuğunuz şartları hatırlattığınızda ne dedi?

"Bunları konuşmamış mıydık?" dedikçe, tam tersini yaptı. Parti içindeki en milliyetçi, ulusalcı isimleri, keza onun kirli işlerini yapan birtakım tipleri yönetime getirdi. Neticede o ulusalcılarla beraber CHP'yi MHP çizgisine kaydırdı. Bir parti meclisi toplantısında "Şimdi söyleyeceğime itiraz edeceksiniz ama siz ileride MHP'yle kol kola gireceksiniz" dedim. O konularda çok fazla teorik tartışma da yaptık.

'BAYKAL BİZİ KULLANMAK İÇİN HER ŞEYİ YAPTI'
Baykal, sizin gibi AB yolu, Kürtçe TV-radyo türü şartlar sunan, ileride sorun çıkartabilecek birini milletvekilliğine ikna etmek için neden çabaladı o halde?

Sol kamuoyundan oy alabilmek için. Yüzbinlerin katıldığı konserlerden bir bilinç yükseliyor o zaman. İnsanlar "Yiğidim Aslanım"larla, "Ey Özgürlük" şarkılarıyla yürüyor. Dolayısıyla belli ki bizim kesimin oylarına ihtiyaç duyuyordu. Dolayısıyla Baykal bizi kullanmak için her şeyi yaptı. O partide başımdan ilginç şeyler geçti.

Ne gibi şeyler?

Bir kurultaydaki parti meclisi seçiminde en çok oyu alarak, birinci sıraya yerleşmiştim. PM toplantısına gittik; liste dağıtıldı, birinci sıradayım. O gün parti kurulları seçilecek. MYK belirlenecek, disiplin kurulu oluşturulacak… Elbette bana hiç görev verilmedi. Akşamüstü o liste tepetaklak olmuştu. Sabah en altta olan isimler en üste çıkmıştı, ben de ismimin baş harfinden dolayı en alt sıraya konmuştum. Sabah en çok delege oyuyla listenin başına çıkmışken, akşamı sonuncu sıradan kapattık (Gülüyor). Daha sonra da beni hiçbir şeye karıştırmadılar. Bayram Meral'in verdiği bir yemekte yaptığımız tartışma da var. Kemal Derviş bana "Kürt meselesini gündeme getirelim, bu adam -Baykal- hiçbir şey demiyor" diyordu. Bunun üzerine "Sayın Baykal, Kürtçe TV-radyo sözü vermiştik. Bununla ilgili ne yapacağız?" diye sordum. "Onlar kendileri yapsınlar, bizim işimiz değil ki" dedi. "Kimdir ‘onlar'" dedim. "Geçenlerde Diyarbakır'a gidip konuşma yaptığımız, oylarını istediğimiz insanlardan mı bahsediyorsunuz?"

'ERDOĞAN 2002'DEKİ GÖRÜŞMEDE BAYKAL'A MUHTEMELEN CUMHURBAŞKANLIĞI VAADİNDE BULUNMUŞ'
Sedat Peker'in Baykal-Korkmaz Karaca ilişkisine dair iddiaları üzerine sizin 25 Temmuz 2007 tarihli yazınız tekrar gündeme geldi. Söz konusu yazıda Baykal'la 2002 yılında yaptığınız bir görüşmeden söz ediyor, Baykal'ın milletvekili olamayan Erdoğan'ın önünü açabilmek için kendisiyle Beylerbeyi'nde gizli bir anlaşma yaptığını söylüyorsunuz. Bu nasıl bir anlaşmaydı?

Bu son iddiaları duyunca ben hiç bulaşmak istemedim. Zaten 14 yıl önceki yazıyı da başkaları çıkarıp dolaşıma sokmuş. Sosyal medya öyle berbat bir şey ki, "Aklın başına yeni mi geldi?" diye soruyorlar. Yahu yazı zaten 14 yıl öncesine ait! Beni pek çok gazeteci de aradı ama siz hariç kimseye konuşmadım. Çünkü karmakarışık bir ortam söz konusu. Evet, Baykal 2002 seçimlerinden sonra Erdoğan'la görüşmüş, anlaşmış. Erdoğan kendisine muhtemelen "Seni cumhurbaşkanı yapacağım" demiş. Birileri bugün bile çıkıp diyor ki, "O, Baykal'ın en sağlam hareketidir." Niye? "Çünkü partisi seçimden birinci çıkmış Erdoğan'ın Meclis'e girmek hakkıydı." Fakat burada esas mesele şudur: 2002 seçimlerinden önce CHP halka milletvekilliği dokunulmazlığını kaldırma sözü vermişti. Çünkü milletvekili olmak akçalı suçlarda dokunulmazlık zırhına erişmek demekti. Elbette partisi birinci çıkmış Erdoğan veya herhangi biri seçilip Meclis'e girebilmeli ama dokunulmazlık da kalkmalıydı.

Erdoğan hakkındaki davalar nelerdi?

Belediye başkanlığı döneminden gelen davalar vardı. Dolayısıyla Baykal'ın yaptığı anlaşma Erdoğan'a atılmış can simidiydi. Bir hukukçu olarak Sezer'in uyarısı da bu yöndeydi. Kendisi de bir hukukçu olan Baykal, bile bile bu operasyona imza atarak o dönem Erdoğan'ın dokunulmazlık zırhı kazanmasını sağladı.

Ahmet Necdet Sezer'le bu konuyu siz mi görüşmüştünüz?

Evet. Sayın Sezer, Erdoğan'ın milletvekili olmadan başbakan olma önerisini reddetmişti. Dolayısıyla Erdoğan'ın başbakan olabilmesi için milletvekili seçilmesi şarttı.

'BAYKAL ŞAHSİ ÇIKARLARI İÇİN ERDOĞAN'LA O KADAR NET BİR ANLAŞMA YAPMIŞ Kİ…'
Sezer'in görüşlerini Baykal'a ilettiniz mi?

Tabii, Mehmet Sevigen'in evindeki gayet gergin geçen bir buluşmada ben ilettim kendisine. O görüşmenin şu anda yaşayan şahitleri de var. Partinin ileri gelenlerinin olduğu o buluşmada benim haricimde kimse konuşmadı. Baykal'a, "Demokrasinin gereğiyse, tamam, Erdoğan'ın önü açılsın ama bu dokunulmazlıklar ne olacak? Niye dokunulmazlıkları kaldırmadan bunu yapıyoruz biz?" diye sordum.

Baykal'ın yanıtı ne oldu?

Erdoğan'la şahsi çıkarları için o kadar net bir anlaşma yapmıştı ki; bırakın kapalı görüşmeyi, Meclis grubunda bas bas bağırarak "Tayyip'i kurtarıyor diyorlar, evet kurtarıyorum; var mı itirazı olan?" dedi. Biz de saf saf ilkelerden dem vuruyoruz. Ne ilkesi yahu; hiçbir şey kalmamış!

'BALIKÇI LOKANTASININ ÜSTÜNDEKİ OTEL ODASINDA IRAK MESELESİ GÖRÜŞÜLMÜŞMÜŞ!'
2002 yılında Beylerbeyi'nde yapılan görüşmede Erdoğan'ın Baykal'a cumhurbaşkanlığı sözü verdiğine dair kanıt var mı?

Hayır, ama o görüşmenin yapıldığını kesin olarak biliyorum. Zaten o zaman da açıkladığımda Baykal önce inkâr etti. Daha sonra kendisini o görüşmeye hangi milletvekilinin arabasıyla götürdüğü gibi ayrıntılar ortaya çıkınca inkârdan vazgeçip "Biz Irak meselesini konuştuk" demeye başladı. Beylerbeyi'nde bir balıkçı lokantasının üstündeki otelin odasına çıkıp Irak meselesi görüşülmüşmüş! (Gülüyor).

O görüşmenin tanıklarının kim olduğunu biliyor musunuz?

Buluşmanın tanıklarını biliyorum ama görüşme baş başa yapılıyor. Yani Erdoğan-Baykal arasında neler konuşulduğuna tanık olan kimse yok. Ama o görüşmeye Baykal'ı götüren, beraber giden tanıklar var.

'BAYKAL'IN NEDEN FETHULLAH GÜLEN'E TEŞEKKÜR ETTİĞİNİ ANLAYABİLMİŞ DEĞİLİM'
CHP'nin başındayken Baykal'ın özellikle laiklik üzerinden AKP'ye yönelik çok sert sözleri, tepkileri vardı. Baykal eğer Erdoğan'la bir anlaşma yaptıysa, neden daha sonra laiklik üzerinden çok sert söylemlere başvurdu?

Onu bilemem ama Baykal tarzı laiklik savunusu çok sevimsizdi zaten. Kızlara zulmeden rektörler, ikna odaları, sadece beyazlık üzerinden yürütülen bir laiklik vurgusu AKP'nin de işine geliyordu. Baykal'ın CHP Genel Başkanlığı'ndan istifa etmesiyle sonuçlanan kaset skandalıyla ilgili açıklaması da ilginçti. Her zaman irticalen konuşan Baykal, 10 Mayıs 2010 tarihli istifa açıklamasına elinde kâğıtla çıktı ve yazılı açıklamayı okudu. Üstelik "Pensilvanya'dan aldığım mesajın samimiyetine inanıyorum" diyerek Fethullah Gülen'e teşekkür etti. Neden? Bunu hâlâ anlayabilmiş değilim.

'BAYKAL GİBİ BİR İNSAN POZİSYONUNU KORUMAK İÇİN HASMIYLA ÇEŞİTLİ ANLAŞMALAR YAPABİLİR'
CHP gibi bir partinin uzun yıllar başkanlığını yapmış Baykal'ın hasmı olarak gösterdiği AKP'yle, şantaja veya kişisel çıkara dayalı gizli bir anlaşma yaparak aslında partisini manipüle ettiğini düşünüyor musunuz?

Ben bunun ideolojik tercih boyutuna işaret ediyorum, zira diğer hususları bilemiyorum. Ama aynı zamanda Baykal'ın kariyerist yönünü de biliyoruz. 2002 itibariyle ne DSP ne SHP kalmış; kurduğunuz ve daha önce yüzde 1 bile oy alamayan CHP tekrar ana muhalefet partisi olmuş, siz de başındasınız. Sizi sıkıştıran bir sol da yok. Ülkeyi yönetmiyorsunuz ama para-pul, şatafat yerinde. Bu, Baykal gibi biri için gayet konforlu bir pozisyondu. Baykal gibi bir insan, bu pozisyonu korumak için hasmıyla çeşitli anlaşmalar yapabilir. Ben bahse konu yazıyı 2007 yılında yazdım, Beylerbeyi görüşmesi de 2002 yılına ait. 2005 yılında CHP'den de milletvekilliğinden de istifa ettim ve "Bir daha misafir olarak bile bu Meclis'e gelmem" dedim. Benim bildiğim dönem odur. Ama sonrasında şantajlar mı yapıldı, kim kimin bilgilerini ele geçirdi bilemiyorum. Ayrıca bunları hasta bir insana kötülük olsun diye de söylemiyorum. Kişiyle değil, zihniyetle mücadele edilmeli.

'KISA SÜREDE ANLADIM Kİ, BAYKAL'IN ERDOĞAN'DAN FARKI YOK'
Neden istifa etmiştiniz?

Anladım ki Don Kişot'luk kanımızda var, bazı görevler üstleniyoruz ama bizi kullanıyorlar.

2007 tarihli yazınızda Baykal-Erdoğan "anlaşmasına" dair ifşaatınız kadar o tarihteki öngörünüz de çok çarpıcı. Yazıda Sevigen'in evinde yaptığınız görüşmede Baykal'a şunu söylediğinizi aktarıyorsunuz: "Erdoğan herhangi bir kişi değil, bütün tarikatların birleşerek Erbakan'ın yerine seçtiği siyasetçi; arkasında Amerika, Avrupa desteği de var. Program Türkiye'yi ılımlı İslam cumhuriyeti yapma programı. Sizin dediğiniz gibi iki ayda gitmeyecek; tam tersine, bu odada bulunan herkesin siyasi hayatını bitirecek." Yine aynı yazınızdan: "Bir milletvekilinin mazbatasını iptal ettirip, Anayasa'yı değiştirip, grubu baskı altına alıp, Siirt seçimlerini es geçip Erdoğan'ı Meclis'e sokmak ve dokunulmazlık zırhına kavuşturmak için verdiğiniz canhıraş çabanın yüzde birini partiniz için verseydiniz sonuç bambaşka olurdu. Size o gün söylediğim gibi, Türkiye'nin kaderini değiştirdiniz."

Tabii, ben Baykal'ın o tutumunun sadece şahsi değil aynı zamanda ideolojik olduğunu hatırlatmak için az önce size Türkiye'de sol olmayan partilerin sol olarak gösterilmesinin nedenlerini anlattım. Maalesef bizim gibi insanlar da çeşitli dönemlerde bu partiler içinde mücadele yürütmek durumunda kaldı. Oysa ben Marksist çizgiden gelen, bunu hayatıma rehber etmiş bir insanım. CHP'de ne işim vardı! Fakat o sırada CHP'de kendi düşüncelerimizi hayata geçirebileceğimizi, Baykal'a verdirdiğimiz sözleri yerine getirtebileceğimizi zannettik. Kısa süre sonra anladım ki, Baykal'ın Erdoğan'dan bir farkı yok.

'OY VEREN İNSANLARIN ÇARESİZLİĞİ KULLANILDI'

Aslında bir fark var. Erdoğan Baykal'dan farklı olarak sadece kişisel değil aynı zamanda ideolojik hedeflerini de gerçekleştirmeye odaklanmışken, şimdilerde ortaya çıkan iddialar üzerinden Baykal'ın kamuoyuna, tabanına gösterdiği hedefleri bizzat hasmıyla anlaşarak akamete uğrattığı söyleniyor. Yani Baykal, hasım olarak gösterdiğiyle gizliden hısımlık yapıyor…


Evet, bu doğru. Tam da bu hakikatten çıkaracağımız dersler var. Bizde lidere biat kültürü yok. Dolayısıyla bu tür kirli ilişkilere alet olmamak için geniş bir demokrasi ittifakı üzerinden yürümek, ilkeleri baz almak durumundayız. Türk ve Kürt solunun, kadın ve LGBTİ hareketlerinin, işçi sınıfının, ezilenlerin, yeşillerin asgari müşterekte bile olsa ortaklaşması, bu tür manipülasyonların ülkenin kaderini değiştirmesine engel olur. Söyleşinin başında bahsettiğimiz Demokrasi Konferansı da bu açıdan çok anlamlı. İhtilaflarımızı bilahare konuşuruz ama şu anda ortak bir fikrî, siyasî cephe oluşturabiliriz. Fakat maalesef hâlâ aynı hatta ilerleyen güçlerin birbiriyle rekabeti bu ortaklaşmanın önünde engel oluşturuyor. O zamanlar da DSP ve CHP başkanlarının motivasyonu birbirinden nefretti. Bu tür yapılar başından beri birbirlerini tepelemekle uğraştılar. Sebep oldukları bedeller de ortada.

Peki tabanları bu partilerden neden kopmuyor?

Bu partilere oy veren insanların çaresizliği kullanıldı. CHP'ye bakalım, birbiriyle asla bir araya gelemeyecek eğilimler, belli çıkarlar etrafında ve birbiriyle kıran kırana bir arada olunca, sonuç böyle oluyor. Türk ve Kürt solunun bir arada olduğu dönemde sınıf temelinde bir siyaset anlayışı vardı. Bizleri bir araya getiren de buydu. Ama 90 başlarından itibaren ülke başka bir tuzağa sürüklendi. O dönemden itibaren onlarca kere belirttiğim gibi sağ-sol yerine üç kutuplu bir siyasete itildik. Artık çok az kişi olaya sınıfsal bakıyor. Kimlik, milliyet, inanç, etnisite, sınıf değerlerinin önüne geçti.

Bu böyle sürüp gider mi?

2019 yerel seçimleri başka bir ihtimalin mümkün olduğunu gösterdi. Tabanda bir ortaklaşma kurulunca tarihi bir seçim zaferi elde edildi. Dayanışma artık altın değerinde.

'2019'DA KILIÇDAROĞLU'NUN VE HDP'NİN SAĞDUYULU SİYASETİ TÜRKİYE'YE TARİHİ BİR ADIM ATTIRDI'
Mevcut CHP yönetiminin muhalefet etme biçiminin, Baykal'ınki gibi olmasa da AKP'ye yaradığına dair eleştirilere katılıyor musunuz?

Hayır, ciddi bir fark var aralarında. Aksi halde 2019 yerel seçimlerindeki başarı elde edilemez, AKP'ye tarihi bir yenilgi tattırılamazdı. Kemal Kılıçdaroğlu'nun ve HDP'nin sağduyulu siyaseti Türkiye'ye iyiye doğru tarihi bir adım attırdı. Umarım genel seçimlerde de bu adımın devamı getirilir. 7 Haziran'da da böylesi bir zafer kazanılmıştı ama kan ve revanla bu başarıyı boğdular. Ortada bir hayat memat meselesi varken solun kendi arasındaki ihtilafları bir kenara bırakması zarurettir. 1960'larda Milli Demokratik Devrim (MDD) ile Sosyalist Devrim çizgileri arasındaki kavganın bedelini unutmamalıyız. Bir grubun sloganı "Bağımsız Türkiye", öbürününki de "Sosyalist Türkiye"ydi. Bu iki kesim birbirinden nefret ederdi. 1970'lerde Ankara'da Dilşat Düğün Salonu'nda yapılan bir kongrede "Sosyalist Türkiye" diyenlerle "Bağımsız Türkiye" diyenler sandalyelerle birbirine girişirken, solcu bir işçi "Yahu kardeşim ikiniz 'Hem bağımsız hem sosyalist Türkiye' deseniz ne olur?" diye isyan ediyordu.

Bu neden olmuyor?

Çünkü Türkiye'de solun rotasını işçi sınıfı mücadelesi değil, Kurtuluş Savaşı'ndan gelen kadrolar, "Bir de sol renk koyalım buraya" diyerek belirledi.

'AKŞENER BANA ‘SOLDAKİ HASTALIKLAR BİZDE DE VARDI' DEDİ'
Şu anda iktidara karşı iki muhalefet gücü var. Bunlardan biri CHP ve bazı sağ partilerden oluşan Millet İttifakı, diğeri de Millet İttifakı'nın yan yana görünmek istemediği HDP. CHP ve oluşturduğu ittifakın HDP karşısındaki pozisyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

İdare edilmesi zor bir süreç bu. Türkiye çok acı çekti, insanlar birbirini öldürdü, araya kan davaları girdi. Fakat geldiğimiz noktada, bu acıların sonlanması için ittifak olmasa bile dayanışma gerekiyor. Türkiye'nin bu kirli düzeninden rahatsız olanlar bir araya gelmediği sürece çıkış yok. Bu arada ilk defa size anlatıyorum; Meral Akşener'i tanımam ama 2001 yılında benim 'Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm' isimli, siyasi sürgünlerin ortak kaderini anlattığım romanım yayınlanmıştı. O zaman Meral Akşener beni aradı, kitabı okumuş. "Sizin sol hareketler içinde ne kadar hastalık varsa, bizde, ülkücü harekette de vardı. Biz bunlardan arınmak durumundayız" dedi. Akşener'le bu anım bende olumlu bir izlenim uyandırır. Bir kere kitap okuyor, ikincisi kitabın yazarını arıyor ve dahası özeleştiri veriyor. Türkiye'ye uzaydan politikacı getiremeyeceğimize göre, eldekilerle yol almak dışında seçeneğimiz yok.

Deniz Baykal'la ilgili son günlerde ortaya çıkan iddialar vahim ama sizin 2002'ye dair anlattıklarınız bile, CHP'nin Baykal'la yüzleşmesini, hesaplaşmasını zaruri kılmıyor mu? AKP kirli ilişkileri ifşa olan mensuplarını muhafaza ederken CHP'nin de benzer bir tutum alması ne anlama gelir?

Kesinlikle, CHP'nin Baykal gerçeğiyle hesaplaşması şart. Hasta bir kişiyle değil, bir zihniyetle hesaplaşılmalı. Fakat CHP içinde o kadar zor dengeler var ki. İstifa ettiğimde bazı arkadaşlar "Niye bırakıp gidiyorsun" dediklerinde, "Yok yok, ben dayanamayacağım" dedim. Çok da iyi ettim. Kemal Bey'i de o zamanlardan tanıyorum, dürüst bir arkadaşım. Ne diyeyim, Allah kolaylık versin kendisine de. İşi çok zor. Bu zorluklara rağmen son seçimlerde 11 büyük şehrin alınmasını sağlayacak bir başarı elde etti. Her türlü saldırıya, suikast girişimlerine, hakaretlere, içerden-dışarıdan çelmelere rağmen mücadelesinde gösterdiği soğukkanlılık takdiri hak ediyor.

'SADECE AKP'Yİ SUÇLAYARAK DA GERÇEK BİR YÜZLEŞME YAPAMAYIZ'
1960'lardan beri halkın, solun atlattığı badirelerin tanığı olarak sizce AKP'nin, Baykal'ın Erdoğan'la ilişkisinin Türkiye'ye bedeli ne oldu?

Siyasi aktörlerin tarihte belirleyici rolleri olabilir ama esas büyük mesele, Osmanlı'dan beri gelen gericilikle aydınlanmacılık arasındaki mücadeledir. Padişahın kanı dökülmez denir ama gericiler III. Selim'i bıçaklarla delik deşik ettiler. II. Mahmut başını zor kurtardı bunlardan. Sonra ona da "gavur padişah'' adını taktılar. Kurtuluş Savaşı sonrası Mustafa Kemal için "Br deccal geldi ve ülkeyi elimizden aldı" dedi bunlar. Ardından yeraltına indiler ve yetiştirdikleri binlerce çocuk bugün iktidarda. Ama ifşaatlardan da anladığımız gibi sistem çürüdü artık, dikiş tutmuyor. Tıpkı Marmara Denizi'nde yılların kirliliğinin bugün müsilaj olarak ortaya çıkması gibi bu cerahat da bir şekilde yüzeye çıkacaktı, çıktı. İltihap büyüdü, çıban halini aldı. Bu kadar büyümüş bir çıban en ufak bir olayda patlar ve akmaya başlar. Biz şu an cerahatın akışına tanıklık ediyoruz. Bence esas mesele, bundan sonra ne yapacağımız, Türkiye'yi hangi esaslara göre geleceğe taşıyacağımızdır. Sadece AKP'yi suçlayarak da gerçek bir yüzleşme yapamayız. 1990'lı yılların, faili meçhullerin de hesabını sormalıyız. Uğur Mumcu'ları, Musa Anter'leri kimler öldürdü? İçinde devletin olmadığı hangi suçlar var? Bütün bu hesaplaşmayı sağlayacak, Türkiye'yi ileriye götürecek olanlar da demokrasi güçleridir.

'O KADAR SİNSİ VE BEL ALTI SALDIRIRLAR Kİ, BENİM GÖZÜM YEMİYOR'
Demokrasi güçlerine CHP'yi de dâhil ediyor musunuz?

CHP içindeki bazı insanları dâhil ediyorum ama tüm parti için bunu söyleyemem. Çünkü görüşleri itibariyle yan yana gelip kahve içemeyeceğimiz insanlar var orada.

2007 yılında Baykal'ın Erdoğan'la yaptığı gizli anlaşmaya dair yazıyı kaleme aldığınızda Baykal cephesinin tepkisi nasıl olmuştu?

Karşıdan bir hamle gelmemişti ama birtakım gazetecilere kurdurup besledikleri sitelerden saldırdılar. Bunu da "Baykal'a niye bunu söyledin?" diyerek değil, akla hayale gelmeyecek iftiralar atarak yaptılar.

Ne tür iftiralar?

Denizli'de sakatlar derneği benden konser istemiş, ben de "Şu kadar milyon vermezseniz gelmem" demişim vs. Bizim gibi insanları çıldırtacak iftiralar bunlar. O kadar sinsi, bel altı saldırırlar ki, benim gözüm yemiyor. O yüzden politikadan nefret eder hâle geldim. Fakat görüşlerimi muhafaza ediyorum. Namuslu yaşayan insanların namuslu olarak ölmek gibi bir borcu var. Ömrün hapisle, sürgünle, sansürle, itilip kakılmayla geçmişse, daha sonra "Aman şu görüşümü saklayayım, değiştireyim, rahat edeyim" diyemezsiniz. Size inanan insanları hayal kırıklığına uğratmaya hakkınız yok. Ağaçlar ayakta ölür. Öldüğünde Nâzım gibi, Yaşar Kemal gibi, Ahmed Arif gibi öleceksin.

* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 04-07-2021, 00:16
ilahimasal ilahimasal isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 23 Oct 2017
Mesajlar: 3.462
Standart

Unutulmasın diye

2002 senesinde Mahsuni Şerif ölüp , Hacı Bektaş ilcesinde defin edildigi gün bu Baykal denen kemalist de oradaydı
Baykal cenaze merasimi icin oraya gelen halk tarafından yuhalanıp hatta suratına tükürülmesinin ( oradaydım tamamına sahidim) ardından Akp( ampul) seçimleri kazanmıştı.

İnsanların cenazedeki Baykal a olan tutumunu , Baykal ın unutması mümkün degil.

Baykal bu olayı sindiremeyince Akp nin degirmenine Erdoğan nın siyasi yasağını kaldırarak sonucunu hesap etmeden su taşıdı.

Akp Baykalı Cumhurbaşkanı yapacaktı
Baykal , Erdoganın gerçek yüzünü göstermek için yasagını kaldırttı gibi şeylerde konuşuldu ama
Gerçek derdi tamda üzerine basıldıgı gibi baykalın SAĞCI , DEVLETCI , BASKICI , YASAKCI yetistirilmesi ve Alevi kürt , Sol , fakir , mazlum düsmanı olmasıydı.

Baykal ın bir evde parti içindeki bir vekil arkadaşının karısı ile ilişkisinin ortaya çıkması , işte bu günlerde ortaya çıkan pezolardan kadın gönderilmesi dedikoduları kendinin özel hayatıdır ama Baykala aşık olan SAVCI SAYAN denen eski yoldaşının Baykal ın istifasının ardından Baykalın videolu görselini göz ardı edip Chp ye verip veristirmesinin hatta chp den Baykal nedeni ile ayrılanların Akp de muzzam mevkiler elde etmesi Baykal ın akp ile aynı yolun yolcusu olduğununda ispatıdır.

Demirel bu ülkenin başına gelmiş en büyük belalardan birincisi ise ikincisi baykaldır.

Hani Chp ye sol diyorlar ya ! Eskiden bende öyle düşünürdüm ama aşırı cehaletimdendi.
CHP aleni SAĞ ve DEVLETCI bir olusumdur. Bu günde öyledir.
Chp ye sol diyenlere gülüyorum artık.
Bu sebepten sag partinin başına gelen sağcıdır.

Çok daha iddialı bir şey yazıyım.
Hdp de sagdır.
Akp de sagdır

Bunların tamamı halka degil kapitalizme hizmet ederler.
Akp nin tam bir sağcı oldugunu HALK ile alakası olmadıgını 19 senede yaşayarak ve onların katmerli zenginleşip zenginleri daha zengin ettigini ögrenmiş olduk.

Hdp ne alakamı ? Hdp ye daha net baktıgımızda görebileceğimiz bir durum.
Hdp nin sosyalist söylemlerine degil kimlerin onları ayakta tuttuguna bakmalı.

Chp ne kadar solsa! Hdp de o kadar soldur.

Türkiye de sol adına mucadele eden varmı ? Ben göremedim.
Alayı sisteme baglanmış sistemin ( kapitalizmin patronun ) parcalarıdır.

Bunların içinde tusiada musiada adını bilmedigim tüm patron kuruluslarına en iyi hizmet veren PARA HÜPLETME konusunda kapıları ardına kadar açan halkı en iyi sömürten AMPUL PARTIS AKP dir. Bu
Akp kapitalizme hizmet konusunda evrensel bir misyona sahiptir.
Bu nedenden akp 19 senedir bir seklide iktidardır, malikdir.

İşte bu halin sebebi BAYKAL dır.
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 13-08-2021, 15:16
Otoriter Kemalist - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Otoriter Kemalist Otoriter Kemalist isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 15 Sep 2018
Mesajlar: 66
Standart

Deniz Baykal hakkında bir yalan yıllardır herkesin dilinde, o yalan şu: Güya Tayyip'in yasağını kaldırtıp onun önünü açan Baykal imiş.

Halbuki Tayyip 2002 seçimlerine partisinin başı olarak girdi, mitingleri o yaptı ve halk da ona oyunu verdi. Aslında fiilen hükümetin başıydı, tüm yetkiler yine ondaydı. Eğer istese rahatlıkla bir referanduma gidip yasağı kendi kaldırtabilirdi. Zaten o dönemler halkın gözünde "bir şiir okuduğu için hapse girmiş mazlum ve mağdur bir adam" imajı vardı. Eğer Baykal halkı karşısına alsaydı ve öyle bir referanduma gidilseydi CHP ezim ezim ezilir ve rezil olurdu. Baykal aslında bunun önüne geçmiş oldu ve Tayyip'in elinden yeni bir mağduriyet kozunu almış oldu.

Boşuna suçu Baykal'a ya da başkasına atmasın kimse. AKP 20 senedir başımızdaysa bunun tek sorumlusu cahil Türkiye halkıdır.

Biz, ilhamlarımızı gökten ve gâipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.
Bizim yolumuzu çizen; içinde yaşadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk milleti ve bir de milletler tarihinin bin bir fâcia ve ıstırap kaydeden yapraklarından çıkardığımız netîcelerdir.
Alıntı ile Cevapla
  #5  
Alt 13-08-2021, 20:44
Pasteur Pasteur isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üyeliğini Sonlandırmış
 
Üyelik tarihi: 06 Jul 2021
Mesajlar: 601
Standart

Deniz Baykal hakkında bir yalan yıllardır herkesin dilinde, o yalan şu: Güya Tayyip'in yasağını kaldırtıp onun önünü açan Baykal imiş.

Halbuki Tayyip 2002 seçimlerine partisinin başı olarak girdi, mitingleri o yaptı ve halk da ona oyunu verdi. Aslında fiilen hükümetin başıydı, tüm yetkiler yine ondaydı. Eğer istese rahatlıkla bir referanduma gidip yasağı kendi kaldırtabilirdi. Zaten o dönemler halkın gözünde "bir şiir okuduğu için hapse girmiş mazlum ve mağdur bir adam" imajı vardı. Eğer Baykal halkı karşısına alsaydı ve öyle bir referanduma gidilseydi CHP ezim ezim ezilir ve rezil olurdu. Baykal aslında bunun önüne geçmiş oldu ve Tayyip'in elinden yeni bir mağduriyet kozunu almış oldu.

Boşuna suçu Baykal'a ya da başkasına atmasın kimse. AKP 20 senedir başımızdaysa bunun tek sorumlusu cahil Türkiye halkıdır.

https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarl...aykal-6528815/


Ah şu cehalet yok mu cehalet! Her bir boku bilmediği halde diplomalı bilenlerin cehalati! İşte ülkenin asıl sorunu bu. Bu illet her boku biliyor. Ama burnuda moktan kurtulmuyor.



Sonra sel idi, yagın idi, deprem idi; m*kunda boğuluveriyor.


Baykal sayesinde olmamışmış. bla, bla, bla.



Baykal'ın tarlası oldu avm' cik.
Alıntı ile Cevapla
  #6  
Alt 13-08-2021, 20:49
Pasteur Pasteur isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üyeliğini Sonlandırmış
 
Üyelik tarihi: 06 Jul 2021
Mesajlar: 601
Standart

O KASETLERİ GÖRDÜĞÜ ANDA BAYKAL TUTSAK DÜŞMÜŞTÜR
Yalnız okunmaz bir adem olsam da müdebbir sayılmam gereklidir, malum kasetleri şahsen gördüğü anda tutsak düştüğünü ve derhal, anayasa ve diğer yasaları çiğneyerek Erdoğan'ı parlamentoya çıkardığını, "Çıkış" kitabına koymuş bulunuyorum. İşte bu "Çıkış" kitabı çıktıktan bir gün sonra, 9 Ocak 2015 tarihinde, Soner Yalçın'ın "Erdoğan'a Başbakanlık Yolunu Seks Kaseti mi Açtı" ser levhalı makalesi, Sözcü'de çıkmıştır. Ve bu müthiş bir iştir.
***
Güzel, geçerken, iki haber vermek istiyorum. Bir, "Odatv Davası" Halk TV'nin Soner Yalçın ve Hakan Aygün'e, satış görüşmeleri sırasında açılmıştı; Soner ve Hakan'ın, Halk TV'yi alarak büyük ve muhalif bir televizyon çıkarmaya soyundukları bir zamandaydık. On beş tanınmış televizyoncu, Nuray Mert bunlar arasındadır, seçmişlerdir; Hakan, bana, "Sen de varsın" demişse de, Soner müdebbir davranmış, beni almamıştır. Tayyip Erdoğan çok ürkmüş ve Beşiktaş mahkemelerini harekete geçirmiştir. Hep tutukladılar ve ben bir tutuklanmış bir bırakılmıştım, "kambersiz olmaz" dediler, tekrar tıktılar.
***
Peki, Halk TV'nin sahibi mi, adı, Deniz Baykal'dır. Uzun ve sert görüşmelerden sonra Baykal, satmamıştır. İki nedeni olabilir, a, muhalif televizyon istememiştir. b, O zaman bilmiyorduk, ben henüz yazmamıştım, belki hala tutsaktır, Erdoğan'dan korkmuştur. Buradaki (a) ve (b) şıkları aynı kapıya çıkarkar; eninde-sonunda akepe'yi korumaktadır. Doğru, akepe'ye hükümet verildiğinden bu yana, cehepe'de temel çizgi akepe'yi korumaya dayanmaktadır. Kılıçdaroğlu, aynı yolun yolcusudur ; bir farkla, üstelik Gülen tarafındandır. İşini, Cumhuriyet kurucusu partiyi tasfiyeye kadar götürmeye vardığını görüyoruz.
Baykal'ın artık içinden "keşke satsaydım" dediğini düşünebiliriz. Çünkü Soner'in elinde olsaydı, bu yazıyı yazmazdı, düşünmüştür; Aydın Doğan Holding'in, Uzun'u kırptığını görmüş durumdayız. Çok acı, hem kırpmışlar ve hem de Toygun Attila'ya kıymışlar; aynı gün, 9 Ocak 2015, Hürriyet'te resmi var. Ne büyük haber, nerede ise tam sayfa, Sabri Uzun, "Baykal'a Komplonun Kitabını Yazdı" haberi var. Utanç vericidir, aynı gün, Sözcü'de Soner var. Toygun, Baykal'a komployu, eskimiş kapak tadında, haber bilmekte ve tabir uygunsa, Baykal'ın komplo ya da ihanetini saymamaktadır. Şimdiki gazeteciler pek harikadırlar.
O KAYITLARIN YAYINLANMADAN ÖNCE BAYKAL'A VERİLDİĞİNE İNANIYORUM
"Ben, kendisiyle ilgili kayıtların, yayınlanmadan önce Baykal'a verildiğine inanıyorum."
Uzun'un kitabında yazılıdır ve burada, "ben" Uzun'dur. Uzun, Baykal-Erdoğan görüşmesinden önce, kasetlerin, güvenilir bir şekilde Baykal'a ulaştırıldığını ileri sürülüyor ki, doğru olma ihtimali yüksektir. Benim yazımımda bu nokta eksikti; ancak ben de bir zorlama olmadan, seçimden dört ay sonra böyle bir gizli toplantıyı düşünemeyiz, demiştim. Aynı yerdeyiz ve demek benim kaynaklarım ve belki de aklım mükemmeldir.
Tam Orta Çağ dönemindeyiz ve böyle bir toplantı, cehepe'nin tutsak düşmesiyle sonuçlanan inanılmaz saray hilesinden, 2007 yılında Zülfü Livaneli'nin açıklamasına kadar hiç haberimiz yoktu. Livaneli büyük hizmet yaptı ve bu saray buluşmasını açıkladı; ben, üzerinden yürüdüm. Şu anda vardığım yer hem bir devlet yıkışıdır ve hem de büyük bir trajedidir. Yürüyoruz.
***
Yürüdüğümüz yolda, bir devletin yeniden kuruluşu da var. Görüyoruz.
***
Baykal, geçen yılın sonunda, Hürriyet'e gönderdiği bir açıklamada, "Erdoğan'a karşı darbe hazırlıkları vardı, bunu konuşmak için gittim," diyordu. Ergenekon'un avukatlığından darbe habercisine iniyordu. Bu, gizli yemekteki tutsak düşme ve anlaşmaları deşifre etmemden sonradır. Şimdi susuyor.
***
"Deniz Baykal'ı, 22 Şubat 2003 günü, Cemaat'e bağlı Samanyolu Televizyonu'nun Ankara temsilcisi Haluk Örgün, İstanbul Beylerbeyi'nden Seaport Restaurant'ta düzenlediği yemekte, AK Parti Genel Başkanı, henüz milletvekili seçilmemişti, Recep Tayyip Erdoğan'la buluşturmuştu."
***
Bu paragraf Uzun'undur, Haluk Örgün adı deşifre olmuştu. Örgün, matbuata konuştu, Erdoğan'ın komşusu olduğunu söylemişti; ben de çok büyük ihtimalle "mit" mensubu olduğunu eklemiştim. Tabii bir ara Gülen'e çalışması, "mit" mensubu olmasına engel değil, Saygı Öztürk de Rahmi Turhan'ın yanındadır. Tv ve gazeteler, mit'in ikinci adresidirler.
Peki Uzun mu, kendisini gizlemek ihtiyacındadır. Buradayız ve devam ediyorum.
Uzun, aşk yuvalarının keşfini ve filminin çekimini polislere yaptırırken, böyle bir Orta Çağ irtibatını "samanyolu" şefine veriyor ki inandırıcı bulmuyorum. Erdoğan, böyle bir adam değildir; çok tedbir ve koruma istediğini biliyoruz. Bu yeni ve binlerce odalı konaklarda, "yabancı" bir tek kimsenin dahi olmadığından da emin olabiliyoruz. Valets de Chambre dahi yenidirler; "taharri" demek istiyorum. O kadar öyle ki, Erdoğan-Baykal yalnız konuşmuşlar ve garsonluğu H.Örgün yapmıştır. Sanıldığın aksine ürkektir.
TÜRK TARİHİNİN EN BÜYÜK OPERASYONU
Hürriyet'teki haberden hep birlikte utanmamız gerekmektedir. Türk tarihinin belki de en büyük politik operasyonudur. Bir muhalefet lideri, esir alınmaktadır ve zorlanmıştır; yıllarca, kanunsuz olarak başbakanlığa çıkartılan birisinin emirlerini yerine getirmektedir. Bir James Bond ya da Orta Çağ filminde benzerini bulamayız. Ve bütün bunlar varken, Hürriyet, sadece, evlere gizlice nasıl girilir, yatak odalarının filmini çekme yöntemleri nelerdir, kim nerde neyi bekler, Çilingir Hasan Efendi eyi midir, bunları yazmaktadır. Toygun Bey adına yüzüm kızarmıştır; yemek dahi geçmemektedir.
Toygun Atilla'yı çok önemli bir gazeteci olarak tanıyordum, tutsak düşürülmüştür. Yazık ki düşürülmüştür, pek üzülüyorum.
***
Bir, bu tutsak yemeğin tarihini bilmiyorduk; yılından dahi emin değildik. Uzun, "22 Şubat 2003" demektedir. Ve demek ki, Uzun çok bilmektedir. İki, bu, demokrasi'yi tutsak alan yemeğin yerini bilmiyorduk; Uzun, bilmektedir ve nasıl biliyor, bilemiyoruz. Üç, Erdoğan için "henüz milletvekili seçilmemiştir" diyor ki, yemekten sonra olduğunu söylemek yerindedir. Çok bilen ve çok konuşan, bir istihbaratçı ile karşı karşıyayız.
***
Toygun Bey, Uzun'un şu sözlerini aktarıyor: "Bütün bu olayların Deniz Baykal'ın gizli görüntüleri ile alakasını ise aldığım bir duyum sonucu kurdum." Ne müthiş "duyum" ve çok doygun bir "kurum" diyorum. Ve bir duyum almış; sonra lokantayı, tarihi, adamları ve hepsini kurmuş. Güzel, çok güzel bir masal uydurmuş ve Toygun'u ve Soner'i bilmem, buna ancak tutsaklar ve bir de Erdoğancılar inanırlar, ben tutsak değilim. İnanamıyoruuuum.
***
Soner Yalçın'ın yazısından üç tarih aktarıyorum; 27 Haziran 1997, 14 Haziran 2001, 12 Haziran 2003. Bunlar, Uzun'un Emniyet Genel Müdürlüğü, İstihbarat Daire Başkanı olduğu tarihlerdir. Demek ki, Erdoğan'ın ve akepe'nin ilk istihbarat daire başkanı Sabri Uzun'dur ve bu sırada İçişleri Bakanı'nın Abdülkadir Aksu olduğunu biliyoruz. Aksu, uzun yıllar İçişleri'nde çalışmıştır. Valilik yaptı, emniyeti bilir, istihbaratçıları tanır, bu atamanın bilerek yapıldığını düşünmek zorundayız. Şöyle de söyleyebiliriz, Ecevit Hükümeti'nin istihbaratçısının akepe'nin istihbaratçısı olmasını, ancak bir ödüllendirme sayabiliriz. Kaldı ki Baykal filmlerinin bir kısmının eski tarihli oldukları da bilinmektedir. O halde Uzun, baştan sona bu işin içinde ve başında olabilir; yapmıştır, terfi etmiştir, sonradan iki hizipten birisi olmuştur diye düşünülebilir. Uzun, kendi marifetini masallaştırmıştır; benim inanmamı kimse beklememelidir. İnanamıyooruuuum.
BAYKAL BU İŞİN ERDOĞAN'IN ELİ MAHSÜLÜ OLDUĞUNDAN HİÇ KUŞKULANMADI
Sabri Uzun'un, Erdoğan'ın kağıtlarını ortaya döktüğünden kuşku duyamayız. Susmuş susmuş, Karslı-Dilipak ifşaatından sonra, benim, kaseti, 2002 sonu ya da 2003 başında bir lokantada Erdoğan'ın Baykal'a bizzat gösterdiğini, tekraren, yazmam üzerine, kalem kağıdı eline almıştır. Bu, bir ve ikincisi, bunu Türkiye'de sadece Uzun'un bildiğini düşünmek zorunda değiliz. Üçüncüsü, Baykal, bu işin, Erdoğan'ın eli mahsulü olduğundan hiç kuşkulanmamış ve hep tekrarlamıştır. Uzun, Erdoğan'ın bütün günahları için bulduğu günah keçisini oynatmaktadır. Uzun, bir memurdur. Kilo almıştır ve görüyoruz.
***
Peki tekrar edebilir miyim, "Allah'a şirk ve Devlet'e paralel olmaz"; başından beri bunu söylüyorum. Artık Tüsiad, bunu, öğrenmiştir ve şimdiki Tüsiad başkanı, Sabancı'ların damadı, Haluk Dinçer Bey, önceki basın toplantısındaki "parelel devlet görmüyorum" sözünü, yakın zamanda tekrarlarken, Hürriyet, 11 Ocak 2015, "Erkut Bey'in 18 Eylül'deki yik toplantısındaki söylediği söze yüzde yüz imzamı atarım" diyordu ve burada tüsiad başkanlarından Erkut Yücaoğlu'ndan söz ediyor, "tabii ki bir devlet kendi içinde paralel devlete izin vermez" şeklinde konuşuyordu; doğrudur ve "devlet" gördüğü yerde ve gördüğü anda "başını ezer", gecikmeyi düşünemeyiz. Bir daha ifade etmek durumundayım: İslam'da Allah'a şirk, devlet kuramında, "parelel devlet" yoktur. Var diyenler ya kendilerini avutuyorlar ya da Erdoğan'ı çok seviyorlar.
Güzel, herhalde Erdoğan'ın Gülen'i ve tarikatını yeni duyduğunu ileri sürmüyoruz; ne yaptılarsa, akepe ve Erdoğan için yaptılar. Şimdi, Erdoğan, yaptıklarının hepsine bir sorumlu bulmak istiyor; Erdoğancılar, Gülenciler'e işaret ediyorlar. Sanki taşeron aldılar ve şimdi boşuyorlar; Uzun, buradadır ve artçı atışları yapmaktadır.
BAYKAL'A CUMHURBAŞKANLIĞI VAAT EDİLDİĞİNİ İK ÖNCE BEN YAZDIM
Artık "güneş balçıkla sıvanmaz" noktasına gelmiş durumdadır; Deniz Baykal "vurdumduymaz" halini terk ile, Uzun'u provokasyon yapmakla suçluyor, ben de ciddi olmaya ve kendisini daha perişan etmemeye çağırıyorum, eski arkadaşız. Güzel, peki Erdoğan'ın pek muteber gazetecilerinden A. Dilipak, çok yakın bir zaman da, ezcümle, "bir de Baykal'ın cumhurbaşkanlığı ortaya atıldı" demişti, uydurdu mu; o günleri hatırlaması gereklidir. Peki bunu kim ortaya attı; doğru, bu dünyada, Baykal'a cumhurbaşkanlığı vaat edildiğini ilk önce ben yazdım. Uzun, malum yemeğin tarihini de açıkladı, 22 Şubat 2003, ve bu yemekte, filmlerin izlenmesinin yarattığı sert hava aşıldıktan sonra, Baykal, Erdoğan'ı başbakan yapmayı ve Erdoğan, Baykal'ı cumhurbaşkanlığına çıkarmayı, karşılıklı olarak taahhüt ile kabul ettiler. Buluşmanın maksadı bu idi ve Erdoğan bir elma şekeri ile tatlılaştırdı, cumhurbaşkanlığı projesini ortaya atıverdi; demek, Baykal'ın cumhurbaşkanlığını ortaya atan Erdoğan'dır. Baykal'ın, bir süre, politikacı şapkasını çıkarıp bir devlet başkanı olarak hareket ettiğini ise hatırlıyoruz; 2007 günlerindeydik, Erdoğan için, "göreceksiniz aday olmayacak" haberlerini sürekli veriyordu. Kesin bilgisi var. Biraz erken olsa da, kendisi cumhurbaşkanı, Erdoğan başbakanıdır.
Yanına o zamanlar mutemedi olan Gürsel Tekin'i alıp her gördüğü kara çarşaflı kadına bir altı ok rozeti taktığı zamanlardan söz ediyorum. Ülkeyi bir de ikiye bölmüşlerdi: köktendindar Kürt Doğu ve laik Batı; Baykal, kara çarşaflıların ve cumhurbaşkanı da olacaktı, hazırdır.
***
Peki neden ve nasıl bozuldu; Dilipak'ın bu konuda söyledikleri sadece tahrifattır. Şimdi de bu hükümette Gülen'e en yakın olan Arınç'tır, o kadar öyle ki eşleri Münevver Hanım'ın Gülen'e yapılan muameleye çok üzüldüğü için evi terk dahi ettiği rivayet ediliyormuş ki ihtimal vermiyorum. Ancak, 2007 seçimleri sırasında Bülent Arınç'ın Erdoğan'a, "eğer aday olmazsanız, ben mutlaka çıkarım" dediğini biliyorum. Bu durumda, Erdoğan zor durumda kalmıştı ve Arınç'ın tehdidini ciddiye alarak, ehven-i şer saydığı Abdullah Gül'ü ileri sürmüştü; Gül, Gülen'in başından beri istediğidir. Aydın Doğan ise, çok fevri bulduğu Erdoğan'ı pasif olduğunu düşündüğü cumhurbaşkanlığı makamına ve Gül'ü Başbakanlık'a istiyordu. Güzel, 2007 yılında, Aydın Doğan, Erdoğan, Baykal kaybettiler ve Gülen ile Gül kazandılar. Manipülatör, Arınç idi, hâlâ aynı roldedir.
***
Deniz Baykal benim arkadaşımdır; 27 Mayıs Devrimi'nin hazırlanışında önemli katkıları vardır. Ankara Hukuk Fakültesi'nde okuyordu ve ben Siyasal Bilgiler'de idim; öğretmeninin kızı ve sonra eşi Olcay, benim sınıf arkadaşımdır. Mülkiye'de öğrencilik, lise benzeridir, yakındır ve ben bütün bunları, neden mi yazıyorum; arkadaşımdır, Deniz'e yardımcı olmak için de çıkardım. Gideceği tek yol var, bu, her gün Deniz Baykal'ı daha da perişan eden yoldan vazgeçmelidir, Uzun'un, bir tür, Erdoğan'ın yazısı da sayabiliriz, işaretlerini fırsat bilmeli, meşum yoldan dönmelidir. İtiraf etmelidir. Ortadaki tükenmiş bir Deniz Baykal'dır, tutsak düşmüştür; kurucu Parti, CHP'yi de tutsak vermiştir. Partiyi bir de Gülen'in müridi ve Kemal Derviş'in din kardeşi Kemal Kılıçdaroğlu'na bırakmıştır. İhaneti büyüktür; Uzun'un yazdıklarını fırsat bilmeli, itiraf etmeli, politikayı bırakmalıdır; aksi halde ihracı yakındır. Çok yakındır. Buradan çıkamaz, yolu uzun saysa da artık kurtuluşunu göremiyorum. Tek yol, itiraf'tır.
***
Bir daha yazıyorum, ya ben bunları maddeye dayanarak yazdım, ya da bunları bana Deniz Baykal'ın derisinin hemen içinden bildirdiler. Hangisi, susuyorum. Ama artık Deniz Baykal'ın inkarcılığı sürdürmesi imkansızdır. Görüyorum.
HÜRRİYET'E GÜVENİLMEMELİDİR
Toygun Atilla, Hürriyet'te, utanılacak yazılar yazmaktadır. Yalnız, hatırlatıyorum, Adnan Menderes, Vehbi Koç'a baskı yapmıştı, CHP üyeliğinden ayrılmak zorunda kaldılar. İsmet İnönü'nün o sırada bir haberi var, "Vehbi Bey'i koruyunuz"; bu utançlı yerde Toygun Bey'i koruruz. Gücümüz var, ayrıca "ahlak ve doğru", bizim dilimizdedir. Ve yakınındakilerden ise çok uzaktadır.
Hürriyet'e bakmamalı ve güvenmemelidir. Biz varız ve her zaman Aydın Doğan'dan daha güçlüyüz.
***
Baykal'ın hukuk bilgisi çok zayıftır, devam ediyorum ve notlarının, Ankara Hukuk'ta asistan olamayacak kadar düşük olduğunu ekliyorum. Nermin Abadan'ın, Hocamız, düşkünlere el atan bir yanı vardı, önce doktora öğrencisi yaptı, iyi notlar verdi ve sonra asistan aldılar. Ne güzeldi, bize, sanayi sosyolojisi derslerini çevirmeye geliyordu; Yavuz Abadan Hocamız için "Hocam ve Kocam Yavuz Abadan" derdi, çok hoşlanırdık. Yavuz Hocamız'ı erken kaybettik.
Deniz'in hem bilgisi az ve hem de hukuka saygısı yoktur. "Caligula" kitabımda, s.163 ve 164'te işaretler bulunuyor: O sırada Danıştay Başkanı Nuri Alan, Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu üstadlarımızdılar; hukuk usüldür ve her ikisi de, "bir seçim iptal ediliyor ve yenileniyorsa, o seçime, sadece, iptal olan seçime girmiş olanlar girebilirler, bu nedenle Erdoğan'ın Siirt seçimine girmeleri imkansızdır," dediler, yazdılar. O zaman, bu işlerde en yetkili en büyük iki hukukçu böyle söylediler ve Deniz Baykal'ın hukuka hiç bir saygısı olmadığını gösteriyordu. Hedonizmin saldığı korkular ve elmalı şeker'in ağızlarda yaptığı hoş gevişler, cumhurbaşkanlığı postu, aklını başından almıştı ve artık Baykal bir hukuksuz adamdır. Cumhuriyet'i çökertmesinin tarihine başlıyorum.
***
Bunları reddetmek, sadece ve sadece, Erdoğan'ı korumaktır.
İtiraf ettiği zaman artık Erdoğan yoktur.
***
Ayrıca hiç bir şekilde, usulüne göre cumhurbaşkanı değildir.
***
Olmayanı cumhurbaşkanı saymakta, Orgeneral Özel ile Orgeneral Akar baş sorumludurlar. Kasalarında bilgiler var ve saklayamazlar. Peşini bırakmayız.
***
Gülen'in müridi ve Kemal Derviş'in din kardeşi, Kemal Karabulut Kılıçdaroğlu'nu, yerine bırakmada asıl sorumluluk ise, Aydın Doğan ile Mustafa Özyürek'e aittir; Özyürek'gillerin yazımı, Çıkış'ın ikinci kitabına kaldı, yer sorunumuz oluyor. Bu gilller'de, bir de, Marc David Baer de var, yahudidir; Princeton'da "The Dönme" kitabını yazmıştı, Aydın Doğan, "Selanikli Dönmeler" olarak Türkçesini yayınladı, Mustafa'nın damadıdırlar. Peki, bir rolü var mı, göreceğiz. Kılıçdaroğlu bir likiditatördür; Cumhuriyet'in kurucu partisini tasfiye edendir, demek istiyorum.
***
Deniz Baykal artık bu trajediyi bırakmalıdır. İtiraf etmeli ve köşesine çekilmelidir. Bekliyoruz.
Karabulut Kılçdaroğlu'nun yeri Gülen'in yanıdır. Cezai sorumlulukları ayrı; yeri, Fethullah Hoca'nın sekreteriliğidir, "gel-git" işlerine uygun buluyorum. Daha güvenli olduğunu düşünüyorum ve tavsiye ediyorum.
***
The End of Erdogan.
**
The End of AKP.
***
Tutanlar tutsak olurlar.
***
Bitirmeyenler, biterler.
***
Toygun Atilla ve Soner Yalçın Dostlarımız, beni ihmal etmeyiniz, lütfen, çok zarardide olursunuz. Okuyunuz, yükselirsiniz.
***
Copernicus, "Revolution" kitabına bir ek koymuştu, "ciddiye almayınız" dediler. Doğru değildir, eklediler. Ben de "şaka yaptım" diyorum. İçinde sadece şaka kadar doğrular var. Belki yine de yeterlidir. Ekliyorum.
Yalçın Küçük
Odatv.com

https://odatv4.com/analiz/baykal-o-k...01151200-69969
Alıntı ile Cevapla
  #7  
Alt 02-11-2022, 23:55
Şüpheci Dinsiz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Şüpheci Dinsiz Şüpheci Dinsiz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
 
Üyelik tarihi: 28 Dec 2010
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 7.575
Standart






* Bir ben vardır bende, benden içeri. (Yunus Emre)
* Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz. (Muhy-i)
* Kadınlar insan, biz insanoğlu. (Neşet Ertaş)
* Bu otobüs de benim Maserati'm, halkımla birlikte kullanıyoruz. (Tuncel Kurtiz)
* Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım? (Turan Dursun)
* Beneath this mask there is more than flesh, beneath this mask there is an idea Mr Creedy, and ideas are bullet-proof. (V for vendetta)
* O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. (Yaşar Kemal)
* Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. (Nazım Hikmet Ran)
* Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her milli bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var. Dostlar ki; bir kere bile selamlaşmadık, aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz..
(Nazım Hikmet Ran)
Alıntı ile Cevapla
  #8  
Alt 03-11-2022, 05:38
Baskoylu Baskoylu isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Üye
 
Üyelik tarihi: 23 Sep 2012
Mesajlar: 1.151
Standart

Islam Denilen Insanlik dusmani ve suc makinasi Nasil Cinsi Sapik ve Uckur Duskunu olan birine Kendisine PEYGAMBER secip, halen paygamber olarak kabul edilip kutsallastirmissa!!!

Turkiye`de Gerici, Bagnaz, Dinci, Irkci, Milliyetci Fasist Ataturk DEVRIMCI !!!! olarak gorulup hatta ve hatta ilerici aydin gosterilmeye calisilmasi, Mirascilarininda ayni sifatla gosterilmye calisilmasinin sonucunda Ecevit, Erdal, Deniz Baykal ve onun gibi niceleri de sozum ona ilerici ve aydin gosterilmeye calisilmasi normal degilmidir?

Kemalizmi ve onun kurucusu olan Adolf Hitler gibilerin ustasi kimligine sahip olan kisiyi halen lider, ulu onder, ulu basbug sifatlari ile ornek alip Fasist Yapilanma ile Turkiye Halklarinin umutu ve kurtulusu olma dusuncesine sahip olan %90 i aptalliktan kurtulmiyan Turkiye halklarindan ne beklenebilir?

Erdogan, Deniz Baykal, Erdal, Ecevit, Erbakan, Fetullah ve son olarak iki yuzlu sahtekar Kilicdaroglu`na vs vs vs umut baglaniyorsa, bundan daha fazla bir yasama haklari olmiyacaktir.

Sapla Samani karistirmadan, gercekleri dusunmiyen beynimizle ve gormiyen gozlerimizle cozemeyiz.

Cozum Irkciligi, Milliyetciligi, Bagnazligi, Yobazligi, Dinciligi ve benzeri olumsuzluklari yasamimizda barindirmamaya karar verdigimizde....
Bazi gercekleri gorebiliriz ve kurtulusa nasil ve nereden ulasabilecegimize, dogru tespitlerle dogru tahlillerle sonuca varabiliriz.....

KOR OLASIN DEMIYORUM, AMA KOR OLMADAN GOR GERCEKLERI DIYORUM.

Saygi ve Insani Sevgilerimle

MILLIYETCILIK COCUKLUK HASTALIGIDIR. INSANLIGIN DA KIZAMIGIDIR. EINSTEIN.
ADOLF HITLER VE MUSSOLINI GIBI IRKCILARIN USTASI, ATATURK`TUR
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Önerilen Siteler

Başlık Düzenleme Araçları
Stil

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz forumu seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 07:49 .