MAYIS AYI HAYATIMIZ GİBİYDİ
Mayıs, benim için öfke ve direniş ayıdır. Mayıs benim için hüzün veyenilgidir.Mayıs ayı bitmez. Tam bitecekken yine gelir ve kendisini hatırlatır...
Mayıs ayı, eve geldiği ürpertici bir gecede, bizim çocukları astılar, diye kesik kesik ağlayan babamdır...Bu ülkenin onuru, masumiyeti, direnişi, temiz kalmış son çocuklarıasılmıştır mayıs ayında, ama mayısın hıncı ve kurbanları bitmemiştir yinede...
Mayıs ayı, Almanya’nın Köln şehrinde bana sonsuz bir hasretle sarılıp, senİstanbul kokuyorsun, diyen Atilla Keskin’dir en çok... Çünkü, mayısınBütün öfkesi, direnişi, hüznü, yenilgisi, bitmeyen istekleri ve son kurbanı onda toplanmıştır...En sevdiği, canından çok sevdiği insanları hep mayıs ayı içinde yitirmiştir o...Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’la birlikte yola çıkmıştır.
Aynıhareketin, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun öncüleridir hepsi. Özgürlük veadalet istemişlerdir. Bağımsız bir ülke ve o ülkede halkların kardeşçeyaşamasını istemişlerdir. Türkiye’yi yerinden oynatmışlardır...
Halklar inanmıştır bu çocukların haklılığına ve taleplerine. Bir subayolan babam dahi, bir mayıs gecesi, bizim çocukları astılar, diye ağlıyorsa,yeniden geri dönüp o günlere bir kez daha ve derinden bakılmalıdır...
Amakırılgandır tarih. İyilikler ve umutlar alınırsa elinden, aklı kötülüğeve zulme çalışır. Nitekim öyle oldu... Yakalandı bizim çocuklar. Askerimahkemelerde yargılandılar. Kalbi bu çocuklarla olanlar umutlarını veheyecanlarını korkunun karanlığında gizlediler...
Askeri mahkemeden 18 idam çıkar... Hakkında idam kararı çıkanlardan biride Atilla Keskin’dir... Deniz’i, Yusuf’u, Hüseyin’i Mamak Askeri Cezaevi’ndeki ön hücrelere tek tek koyarlar. Belli ki onların idamı kesindir artık.İntihar etmesinler diye de hücrelerindeki lambalar koridora alınmıştır.
Hüseyin İnan’ın, yani herkesin benimsediği ismiyle Dede’nin elinde“Gerilla Savaşı ve Marksizm” adlı kitap vardır ve çok az bir zaman sonra idam edileceğine hiç aldırmadan, bütün dikkatiyle okumaktadır...
Yusuf Aslan’ın hücresinin duvarında ise Pir Sultan Abdal’ın resmi asılıdır. Resimde, Pir Sultan Abdal’ın boynuna idam ilmeği geçirilmiştir. Tarihin kırılganlığı devam etmektedir...Yusuf Aslan bir ara hücresinden arkadaşlarına seslenir: Biz gidiciyiz, bukesin... Kendinizi sıkı tutmalısınız! Belli ki mapusluk süreci bu kez uzunolacak sizin için. Biz gittikten sonra üstünüze çok geleceklerdir.Kendinize bir uğraş bulun. Bol bol okuyun, hatta ikinci bir dil öğrenmeyeçalışın. Yoksa zamanı tüketmeniz kolay olmayacaktır...İ
damla yargılandıkları halde, birbirleriyle şakalaşmaktan geri kalmayan,ölüme bile güle oynayarak, yaşam sevinçlerinden bir nebze bile yitirmedengiden insanlardır bunlar...
Hücrelerine dadanan ve yakalayıp Abdürrezzak adını verdikleri bir fareyi kuyruğundan iple asıp, fareden çok korktuğunu bildikleri Yusuf Aslan’ınhücresinin önünde sarkıtan, onu ranzasının en üst noktasına tırmandırıparkadaşlarından can hıraş feryatlarla yardım istemesine en masumneşeleriyle gülen bu çocukları nasıl unutur ki insan...
O Yusuf ki, tutuklamalarından birinde polisler bıyıklarına bakıp, bunlarNe biçim bıyık ulan..., diyerek yoldukları için ve başka tutuklanışındapolislere bu zevki bir daha tattırmamak için sorgudan önce, kendibıyıklarını kendisi yolan; o Yusuf ki; elleriyle boğazını sıkıp, dilinidışarı çıkararak, bakın işte, beni astıklarında görüntüm böyle olacak!,diyerek kendi ölümüyle bile alay eden, yaşam dolu ve korkusuz birinsandı...
Deniz, bambaşkaydı benim için. Herşeyden önce babası Cemil Gezmiş, babamınarkadaşıydı. Kadıköy’ün, masaları yeşil örtülü, o yoksul esnafkahvelerinde buluşup, acı çaylar içer, idamların gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini konuşurlardı...
Deniz bambaşkadır benim için. Atilla Keskin’in görüş günlerine gelenabisinden Rodrigez’in gitar konçertosunu getirmesini istemiştir...Sarıldığım devrimciliktir onunkisi... Hep sevgiden sözeden Che Gueveragibidir… Yaşam sevinci, coşku, espri, hüzün ve duygusallıktır o...Rodrigez, belki de ilk kez onun varlığında, aynı anda yaşama ve ölüme çalmıştır gitarını, son bir kez içilen bir bardak hapishane çayı, son kez ciğerlere çekilen bir nefes sigarayla birlikte...
Hüseyin İnan ise okur, düşünür ve yorumlar. Hareketin gizli öncüsü odur.Boşa konuşmaz, herkes ona inanma ihtiyacı duyar. Eylemleriyle kanıtlardüşüncelerini. Sakin ve bilgedir. Bu yüzden arkadaşları ona “Dede”derler...
Ama dedim ya, kırılgandır tarih, iyilikler ve umutlar alınırsa elinden,Aklı kötülüğe ve zulme çalışır...
Önce Deniz’i götürürler idam sehpasına…Deniz, masaya çıkmadan önce, orada hazır bulunanlara, bizi cezaevinden yangından mal kaçırır gibi kaptılar, havalandırarak getirdiler; ayakkabılarımızın bağlarını bile bağlamamıza fırsat vermediler; postallarımın bağlarını bağlasınlar; asıldığımda ayağımdan düşmesini istemem, diye bağırır. Sonra gardiyanlar onu masaya çıkartır. Bir gardiyan ilmeği açar, genişletip, boğazından geçirir. Deniz o anda son sözlerini söylemeye başlar: Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Marksizm-Leninizm! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği! Yaşasın işçiler, köylüler! Kahrolsun emperyalizm!..
Deniz asılırken Yusuf Aslan’ı getirirler oraya ve Yusuf Aslan oradakilere,duydum Deniz’in sesini, der. Darağacı bu defa onun için hazırlanır. Yusufçıkar bu defa taburenin üzerine ve son kez şöyle der: Ben ülkeminbağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için, bir defa, şerefimle ölüyorum.Sizler, bizi asanlar, şerefsizliğinizle hergün öleceksiniz! Bizlerhalkımızın hizmetindeyiz, sizler Amerika’nın… Yaşasın devrimciler!Kahrolsun faşizm!..
(İnanın o yılları yaşayan biri olarak, bunları yazmak hiç kolay değil.Yirmiiki-yirmiüç yaşındaki o insanların bu sonsuz cesareti ve inancıkarşısında hayranlıkla birlikte, derin bir utanç da duyuyorum. Utanıyorum, çünkü bugün ülkemizin üzerinde Çatlı’nın faşist ruhu dolaşıyor. Utanıyorum,çünkü bu ülkede birçok lisede gençler kendilerine örnek insan diye, Çatlı’yı seçmiş. Utanıyorum, çünkü Çatlı’nın ev arkadaşı, iş arkadaşı olduğunusöyleyen birileri, pervasızca ve sanki hiçbir şey olmamış, sanki oncainsan boşuna ölmüş gibi, yanıbaşımızda ahkam kesebiliyor...)
Ve sonra sıra Dede’ye, Hüseyin İnan’a gelir. Sigara içip içmeyeceğinisorarlar. İçmeyeyim, der. Sonra orada bekleyenlere döner ve ayağındakilastik ayakkabıları göstererek: Söyleyin babama, yarın ayağımdaki bulastik ayakkabıları görüp, doğru dürüst bir ayakkabısı bile yokmuş diye,üzülmesin.Askeri cezaevinde, ayakkabılarımızı giymemize bile fırsat vermediler.Ayakkabılarım cezaevinde kaldı. Onlara hediyem olsun...
Savcı, sözünükesmek için, sehpaya çık, diye bağırır. Hüseyin İnan, masanın üzerinde, gayet sakin; sabırlı ol, çıkacağım, der. Ve tabureye çıkmadan, masanın üzerinde son sözlerini söyler yüreklice: Ben, şahsi hiçbir çıkar gözetmeden, halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım. Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım. Bundan sonra bu bayrağı Türk halkına emanet ediyorum. Yaşasın işçiler, köylüler ve yaşasın devrimciler. Kahrolsun faşizm!..Diner ağır kapıların ve acımasız kilitlerin gürültüsü...
Diner zincirşakırtılarının sesi... 1972 yılının 6 Mayıs’ıdır... Bir kişi dahagötürülse idama bu Atilla Keskin olacaktır. Ama daha başka kimse götürülmez. Son idam edilen Hüseyin İnan’dır. Ama vasiyeti kalır Atilla Keskin’de... İdama, darağacına götürülürken, Hüseyin İnan, can yoldaşından, Atilla Keskin’den tek bir şey ister: Eğer birgün kurtulursan bu zindanlardan, eğer birgün özgür olursan, bir sevdiğin olursa ve ondan da bir oğlun olursa, ne olur benim adımı koy…
Ölmeden önceki son isteği budur Dede’nin...Aylardan mayıstır. Zulüm ve dostluk; inanç ve erken ölüm birbirinekarışmıştır, ama unutulmayan tek bir şey vardır: Verilen sözler... İnsanınalnına yazılır. Üstelik aylardan mayıssa ve darağacına giden insanlar ensevgili arkadaşlarsa, dostlarsa, umutlarsa, direnişlerse ve sözkonusuolan, onların son dileğiyse...
Atilla Keskin, Mamak ve Niğde cezaevlerinde dört sene kaldıktan sonra,1977 yılında yurtdışına çıkar. Kendi gibi yürekli bir kadını sever. Bu kadından bir oğlu olur. Unutmak mümkün müdür o son sözleri: Eğer yaşarsan, eğer bir kadını seversen, eğer ondan bir oğlun olursa, ne olur benim adımı koy...
Ve dünyaya gelir o çocuk. Hiç şüphesiz, adı Hüseyin İnan olur. Dedeİnan... Almanya’dır gurbetin adı… Aradan yıllar geçer, Hüseyin İnan büyür.Sürgünlük büyür, büyür vatan hasreti, büyür yirmi iki-yirmi üç yaşında asılan yoldaşların özlemi...Ve birgün, küçük Hüseyin İnan, spor yaptığı yerden dönerken, sırt çantasıyoldan geçen bir kamyona takılır. Tekerleklerin altına sürüklenir birdenDede İnan. Ve o an can verir...
Ve ne acıdır ve ne tuhaftır ki, aylardan mayıstır... Oğluna benim adımı koy, diyen yoldaşın adını taşıyan ilk oğlu,ilk gözağrısı yine mayıs ayında alınmıştır Atilla Keskin’in elinden.Alınmıştır yaşamdan...Mayıs devlet midir?… Mayıs öfke ve direniş midir?… Mayıs zulüm müdür?…Mayıs hüzün müdür?… Mayıs, bu ülkenin asılan son masum ve lekesiz çocuklarımıdır; kırılan tarih mi, yoksa hayatın ta kendisi midir mayıs?…
Nedir mayıs?...Masumken ölmüştür Hüseyin İnan, tıpkı ismini aldığı Hüseyin İnan gibi,Onun yoldaşları gibi…
Bu yüzden annesi, beyaz bir tabuta konulmalı, diyediretir. Almanya’da günlerce beyaz ve küçük bir tabut aranır. Sonundabulunur o beyaz tabut. İçine Hüseyin İnan konur… İçine Türkiye konur…İçine, bu ülkenin yitip giden masumiyeti, darağacına korkusuzca, hattagüle oynaya giden ve kendi ölümleriyle bile alay eden lekesiz, yiğit çocukları konur...12 yaşındaki İnan’ın arkadaşları, mezara o an üzerlerinde ne varsa,çiçeklerini, kasetlerini, ayakkabılarını, wolkmenlerini, şapkalarınıatarlar...
Ağlamak ayıptır ya devrimciler için, hep içimize akıtırız ya o içimizidağlayan gözyaşlarını… Yüreği avucunda bir şair bozar bu kalpsiz geleneği;Atilla Keskin’in en yakın dostlarından şair Nihat Behram bozar…
Benağlıyorum ve kimseden izin almıyorum, der... Ve işte o an boşanırgözyaşları... Ve Atilla Keskin, yoldaşları birkaç metre ilerde asılırkenağlamayan Atilla Keskin, tam 21 yıl sonra, ilk oğlu Hüseyin İnan’ın mezarıbaşında ağlamaya başlar.22 yıldır dönemediği ülkesi Türkiye için, o cesur ve yiğit yoldaşlarıiçin, hergeçen gün yokedilen masumiyetler ve inançlar için, kirletilen umutlar için ve bunların hepsini o kısacık, o ceylan ömründe taşıyan ilk oğlu Hüseyin İnan için ağlar.
Doyasıya ve katıksız ağlar. Onca yıl,biriktirdiği herşey için, sustuğu ve içine attığı herşey için... Tıpkı babamın, bir mayıs ayında, bir gece vakti eve gelip ve hepimizi uyandırıp, biliyor musunuz, bizim çocukları astılar, diye ağlaması gibi...Yine de özlenir hayat, yine de özlenir ne kadar kirlense de Türkiye veİstanbul…
Ve Atilla Keskin, bana memleket hasretiyle sarılıp, sen deİstanbul’un kokusu var, diye gözyaşlarıyla sarılır...Bir kere gelenek bozulmuştur. Artık çok şey birikmiştir içimizde.Zehirlenmemek için, ne hissediyorsak öyle olmalıyız ve öyle davranmalıyızdır... Ve Nihat Behram, 12 yaşında, evine dönerken bir kamyon altında kalanHüseyin İnan için şu dizeleri okur mezarının başında:
“Acıların sessiz, sözsüz kuşlarını bıraktın şarkılarımıza... Ölümlerdeağlanmasın diye ezberlemiştik; senin için ağladık... Çünkü, bahar günüyürek taşımanın ölçüsüydü senin için ağlamak... Can üstünde parçalamış senin gibi bir çiçeğe ağlanır...
”Anladım, mayıs herşeydi… Öfkeydi, direnişti, zulümdü, yenilgiydi; o cesurve yiğit yoldaşlardı, ölümüyle alay eden Yusuf Aslan’dı, babası üzülmesindiye ayakkabılarını arkadaşlarına hediye ettiğini söyleyen Hüseyin İnan’dı; asılmadan önce son kez dinlenen Rodrigez’in gitar konçertosu eşliğindeiçilen son çay ve son sigaraydı; babamın, bizim çocukları astılar, diyekesik kesik ağlamasıydı; Atilla Keskin’in, sen İstanbul kokuyorsun, diyebana sarılmasıydı mayıs ayı... Beyaz bir tabutun başında hep birliktesöylenen son dizelerdi...
Mayıs hayatımız gibiydi. Doyasıya aşık olduğumuz, tekrar tekrar sevişsekde o hep özlediğimiz yere bir türlü ulaşamadığımız, bu yüzden acı çektiğimiz, acı çektikçe hasretle bağlandığımız sevgilimiz gibiydi mayıs ayı... Mayıs hayatımız gibiydi...
saygılarımla
posta kutuma gelen bir ileti
Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar
her mili bahride her kilometrede dostum ve düşmanım var
Dostlar, ki bir kere bile selamlaşmadık
aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz...
Nazım Hikmet
www.dilaverkom.blogcu.com
|