28-07-2010, 17:05
|
Üye
|
|
Üyelik tarihi: 10 Jul 2010
Mesajlar: 138
|
|
DÜnya diŞinda canli var mi? Yildizlar arasi gezİ mÜmkÜn mÜ?
DÜNYA DIŞINDA CANLI VAR MI? YILDIZLAR ARASI GEZİ MÜMKÜN MÜ?
Dünya dışında başka yıldız ya da gezegenlerde canlılar var mı sorusu var oluş gibi nice bin yıllardır insanların zihinlerini meşgul etmiştir. Genelde verilen cevaplar bilimin gösterdiklerinden çok derin hayal mahsulleridirler. Bunun en büyük nedeni yıldızların komşu kapıları zannedilmesidir. Fakat gerçek böyle değildir. Yıldızlar arası muazzam boşluklar varoluşun bir başka gereği ve gerçeği olarak karşımıza çıkar ve bize şaşkınlıktan şaşkınlığa uğratır.
Güneş sisteminde ya da evrenin herhangi bir yerinde dünyamızdakilere benzeyen canlılar var mıdır?
Bu soruya henüz bilimsel bir cevap veremiyor sadece tahminlerde bulunabiliyoruz. Bu soruyu cevaplamayı böylesine karmaşıklaştırıp güçleştiren ise yaşamsal uygunlukların çok ve kompleks olmasıdır. Diğer ifade ile yaşamın oluşması ve devamlılığı için oluşumlarda milyarlarca bilinmeyenli bir denklemin (ya da bir terazinin) tam dengede olması gerekliliğidir.
Dünya dışında canlıların olup olmadığı sorusuna verilecek cevap materyalizm için çok önemlidir. Bunun nedeni ise dünyanın özel olmadığını (rastlantılarla oluştuğunu, bu tür sistemlerin rastlantılarla oluşabileceğini) gösteren bir kanıt ya da kanıtlar olarak yorumlama çabalarıdır.
Güneş sisteminde bulunan Dünyamız dışındaki diğer gezegen ve uyduların yaşama uygun olmadıkları gözlemlenmiştir.. Mars’ta ve Jüpiter’in Europa uydusunda mikroorganizma türü canlıların olabileceği gibi zayıf iddilar varsa da doğruluğu konusunda herhangi bir kanıt bulunmamaktadır. Bu nedenle dünya dışında canlılık varsa güneş sisteminin dışında olmalıdır diyebiliriz.
Fakat güneş sistemi ile diğer yıldızlar arasında öylesine uzun mesafeler vardır ki bir canlı türünün bu mesafeleri aşarak dünyamıza ulaşması mümkün değil görünmektedir. Bu konuda bir örnek verelim.
Güneş sistemine en yakın yıldız Alfa Centuari-3’tür ve ortalama dört buçuk ışık yılı uzaklıktadır. Uzaya gönderdimiz Pioneer ve Voayager uzay araçları saatte seksen bin km hıza ancak ulaşabilmişledir. Yıldızlar arası araçların daha yüksek bir hıza ulaşabilmeleri mümkün değil görünmektedir.
Saatte yüz bin kilometre hızla giden bir uzay gemisi yapmayı başarıp yola çıkarsak en yakın yıldız olan Alfpa Centauri’ye ancak elli bin senede ulaşabileceğiz.
Bu kadar uzun bir sürede gemi ve içindeki canlılar varlıklarını devam ettirebilir mi? Serseri mayınlar gibi dolaşan göktaşlarından, süpernova patlamaları sonucunda yayılan zararlı ışınlardan, mutlak sıcaklığın ancak birkaç derece üzerindeki soğuktan…Bunlara benzeyen ya da benzemeyen binlerce tehlikelerden, olumsuz şartlardan korunulabilir mi?
En fazla bir kaç on sene sonra metal yorgunluğuna uğrayacak uzay gemisi elli bin yıl boyunca kendini nasıl yenileyip de varlığını devam ettirecektir?
Böyle bir yolculuktaki en büyük engelin tersinim olduğu açıktır. Her türlü yaşamsal imkan sağlanmış olsa dahi bu kadar uzun süre çalışacak bir uzay gemisi yapmak mümkün değildir. Bu doğa kanunlarına aykırıdır. Muhtemelen uzay gemimiz tersinim sonucu beş on sene içinde dağılıp gidecektir.
Materyalizm ne diyor? Varoluşu rastlantıların eseri olarak gören bir materyalist için eğer güneş sistemi ve dünya rastlantılarla oluşmuşsa trilyonlarca yıldızın bulunduğu evrende güneş sistemimize ve dünyamıza benzeyen yıldızlar ve gezegenler olmalıdır.
Olasılık hesapları eğer yaşamsal uygunluklar göz önüne alınmaz ise bunu mümkün görür. Ayrıca dünyamıza benzeyen gezegenlerin olması güneş sisteminin ve dünyamızın rastlantılarla oluştuğunun kanıtı da olacaktır. Bu nedenle evrende güneş sistemine ve dünyaya benzeyen gezegenlerin olup olmadığı sorusuna verilecek cevap materyalizm için çok önemlidir. Bu yönde çalışmalar yapılmış, yapılmaktadır ve bazı teoriler öne sürülmüştür.
1961 Yılında Franke Drake tarafından geliştirilen Drake Denklemi galaksi- mizde ne kadar zeki ve iletişim kurabilen uygarlık olabileceğinin belirlenmesiyle ilgili faktörleri içerir.
Bu denklem N= N1. fp. ne. fl. fi. fc. fL eşitliği ile ifade bulur.
Burada N uygarlık bulunma ihtimali olan gezegenlerin sayısıdır.
Denklemdeki faktörleri şöyle sıralayabiliriz.
N1- Galakside bulunan yıldızların sayısıdır. Formül sahibi Samanyolunda iki yüz milyar yıldızın olduğunu varsaymış bu rakamı almıştır. Pek çok kaynakta Samanyolundaki mevcut yıldız sayısının iki yüz milyar değil, iki yüz milyon olduğu belirtilir. Arada bin misli gibi çok büyük bir fark vardır.
Drake denkleminde toplam yıldız sayısının belirli bir yüzdesine karşılık gelen sayı kadar gezegende (yıldız değil) canlılık olabileceği düşünülür. Bu oran fp rumuzuyla ifade bulur ve yüzde yirmidir.
Diğer ifade ile formüldeki rakama göre Samanyolunda bulunan yıldızlara ait kırk milyar gezegenin yaşama uygun şartlara sahip oldukları varsayılır.
Formüldeki ne rumuzu yaşam içeren ya da yaşama uygun olan gezegenlerin sayısıdır.
Drake bu konuda Güneş sistemini örnek alır. Venüs, Dünya ve Mars gezegenlerini yaşama uygun kabul eder. Buna göre ne=3 olur.
Formülde yaşamsal şartlara sahip olup da evrimleşmeyi mümkün kılan daha geniş olanaklara sahip gezegen sayısının yaşam olan gezegenlerin sayısıyla oranı fl harfleriyle gösterilir. Drake bunu %50 olarak kabul eder.
Formüldeki fi fl’deki gezegenler sayısında içlerinde zeki yaratıkların olabileceği yerlerin oranıdır. Bu da %20 olarak kabul edilir.
Fc fi türü gezegenlerin içinde iletişim teknolojisine sahip olabileceklerin oranıdır ki bu da %20 dir.
fL ise iletişim teknolojisine sahip medeniyetlerin yaşam sürelerinin yaşadıkları gezegenin ömrüne olan oranıdır.
Formül sahibi bu oranı milyonda bir olarak kabul etmiş; dünyamızın yaşını on milyar, medeniyetin yaşama süresini ise on bin yıl olarak almıştır.
Drake formülüne göre bulunan sonuç N = 2400dür. Diğer ifade ile Samanyolu galaksisinde iki yüz milyar yıldızın olduğu kabul edildiğinde evrimleşip iletişim kurabilecek yeteneklere sahip canlıların bulunduğu gezegen sayısı iki bin dört yüzdür.
Dikkatli bir okuyucu formüldeki bilgilerin bilimsellikten çok zorlamayla, afakî olarak ortaya konulduğunu hemen fark eder.
Verilen bilgilerin hemen hemen hepsi bilimsel olmalarına engel olacak kadar derin ve güçlü şüpheler içerir. Samanyolunda bulunan yıldız sayısında bile bir mutabakatın olmadığı görülür. Hâlbuki bu sayı Drake formülünün omurgasını teşkil eder.
Canlılığın olmadığı bilinen Venüs ve Mars gezegenlerinin ölçü alınması yukarıdaki formülün bir başka açmazı ve mantıksızlığıdır.
Drake formülünü incelememiz sonucunda vardığımız sonuç; gerçeği arama yolunda sık sık karşılaştığımız materyalizmin canlılığın rastlantılarla oluşabileceği varsayımının temel propagandalarından biri olmasından öte bilimsel değerinin olmadığıdır.
Temel propagandadır çünkü daha önce de yazdığımız gibi evrende canlılığın başka dünyalarda da var olmasının kanıtlanması Güneş sisteminin dolaysıyla Dünyamızın özel olmadığının, rastlantılarla oluşabileceğinin kanıtlanması anlamına gelir.
Evrende Dünyamız dışında yaşama uygun gezegenler var mıdır? Bu soruya vereceğimiz yanıt ne evet, ne de hayırdır. Vereceğimiz cevap niye olmasındır. Bunun nedeni de evrende Dünya dışı canlıların olup olmadığı konusunda bilimsel kanıtların henüz bulunamamasıdır.
Aynı soruya yaratılış teorisi taraftarlarının vereceği yanıtta bu teorinin temel aldığı kutsal kitaplarda Var Edicinin Âlemlerin Var Edicisi olma yönündeki ilahi kelamın yorumuna bağlı olarak cevabımızla aynı diyebiliriz.
Âlemlerin Var Edicisi sıfatı Dünya dışı başka dünyaların var olduğunu gösterdiği gibi yaratılış teorisi taraftarlarının-genellikle-gönülden inandıkları Dünya ve ahreti de ifade ediyor olabilir.
Evrende canlıların yaşadığı başka dünyaların olup olmadığının tespiti konusunda hakkında en fazla bilgi sahibi olduğumuz Güneş ve sistemi örnek alınabilir.
Eğer güneş ve sistemi özel değilse (ki materyalizm Güneş ve sisteminin özel yaratılmış olduğunu şiddetle ret eder) diğerleri gibi rastlantılarla oluşması gerekir.
Evrende öylesine çok yıldız gezegen ve uydu vardır ki Güneş sistemimize ve Dünyamıza benzer pek çok sistemin olması gerekir. Güneş sisteminin de içinde bulunduğu Samanyolu galaksisine örnek alırsak:
Galakside toplam iki yüz milyon yıldız vardır. Güneşimiz de bunlardan orta büyüklükte olanlarından sadece biridir. Güneşimizin iki yüz milyon yıldız içinde orta büyüklükte olması sistem değerlerinin ortalama olarak alınmasını mümkün kılar.
Yaşam hem gezegenlerde hem de gezegenlerin uydularında (örneğin Jüpiter’in Europa uydusu gibi) olabileceğinden hem gezegenlerin hem de uyduların toplam sayılarını dikkate almak gerekir. Bu sayıyı güneş sisteminde elli olarak kabul edebiliriz. (Gerçekte elli beş)
İki yüz milyon yıldızın ortalama elli gezegen ve uydusu olduğu var sayılırsa Samanyolundaki toplam gezegen ve uydu sayısı on milyar olur.
Varacağımız sonucun daha gerçekçi olması için gezegen ve uyduların içinde sadece yüzde birinin (Güneş sistemi örnek alındığında bu ellide birdir) yaşama uygun olduğu kabul edilirse Samanyolu galaksisi içinde yaşama uygun gezegen ve uydu sayısı yüz milyondur.
Bu da Samanyolu galaksisinde bulunan her iki yıldızdan birinin sisteminde yaşam barındıran bir gezegen ya da uydu var demek anlamına gelir. Fakat biz bir tanesini bile tespit edebilmiş değiliz.
Bu rakamı abartılmış mı buldunuz? Eğer bu rakam abartılmış ise Güneş ve sisteminin özel olduğunu kabul etmek zoruna kalırız. Çünkü aldığımız örnek güneş sistemidir.
Gerçektende en azından bir kısmını çok iyi bildiğimiz Güneş sisteminde dolaysıyla Dünyamızda mevcut yaşam için olmazsa olmazları (yaşamsal uygunlukları) dikkate alıp, araştırmaları bunlara göre yapmak; evrende güneşimize ve dünyamıza benzeyen başka güneşler ve dünyaların olup olmadığını araştırmak çok daha akılcı ve bilimsel olacaktır.
Bilimsel araştırmalar ne diyor? NASA 1979 yılında mevcut olma ihtimali hayli güçlü bulunan dünya dışı yaşamı araştırmak amacıyla SETİ kısaltmasıyla ifade bulan bir projesini başlattı.
Bu projenin temeli ve amacı uzaya radyo sinyalleri göndererek Dünya dışındaki gezegenlerin bazılarında insanlar gibi zeki canlıların bulunabileceği varsayılarak varsayılan canlılarla irtibat kurup tanımaktı. Bu nedenle gönderilen radyo sinyallerine zeki varlıklarca gönderildiğini belirten örneğin insan vücudunu tanıma gibi bazı özellikler, işaretler katılmıştı. Projeye göre bu radyo sinyallerini alıp irdeleyebilecek zekâya ve teknolojiye sahip olduğu varsayılan Dünya dışı canlılar yanıt olarak bazı sinyaller gönderecekler bu sinyaller çözümleyerek irtibat sağlanacaktı. Dünya dışı varlıklardan gelmesi ihtimali olan radyo dalgalarını dinlemek amacıyla Dünyanın çeşitli yerlerine çok duyarlı radyo teleskopları konuldu.
1977 ile 1990 yılları arasında gök bilimciler çok değişik takımyıldızlardan bazı sinyaller aldılar. Bu sinyaller açıklanamadı ve aralarından hiçbiri de yinelenmedi.
Ohio Eyaleti radyo teleskopunda görevli bir araştırmacı 15 Ağustos 1977 tarihinde Yay Takımyıldızından wow sesi olarak tanımladığı bir sinyal aldı. Bu sinyal bir daha asla duyulmadı.
10 Ekim 1989 da yine Yay Takımyıldızından kırka yakın sinyaller alındı, bunlardan sadece biri kaydedilebildi.
14 Ağustos 1989 yılında Başak takımyıldızından Dünya dışı zekânın yayını olduğunu düşündüren bir sinyal kaydedildi.
16 Ağustos 1989 yılında Balık Takımyıldızından belirli aralıklarla tekrarlanan bazı sinyaller alınmışsa da nicelliği kontrol edilirken kesildi.
15 Kasım 1989 da Kasiope Takımyıldızından Dünya dışı zeki canlılarca gönderiliyormuş izlenimi bırakan bazı sinyaller duyuldu.
9 Mayıs 1990 yılında Yılan Taşıyan Takımyıldızından bazı sinyaller duyuldu. Bu sinyallerin dünya dışı zeki varlıklarca gönderildiği iddia edildi.
Araştırma ekibi bu günde Amerika merkezli çalışmalarına devam etmektedir.
Yukarıda sıralanan radyo sinyallerinin gerçek mahiyetleri açıklanamamışsa da dünya dışı zeki varlıklarca gönderilme ihtimalinin bulunması bilim insanlarını heyecanlandırmakta, bu konuda çeşitli varsayımlar ileri sürülmektedir.
Bu varsayımların pek çoğu Dünya dışı canlıların bizlerden çok daha zeki; medeniyet ve teknoloji alanında çok daha gelişkin oldukları yönündedir.
Dikkatli bir okuyucu bütün bunların bir varsayımdan öte değerinin olmadığını hemen fark eder. Bilim bir şeyi gerçek kabul etmesi için kesin deliller ister.
Gerçektende Dünya dışındaki gezegenlerde varlıklarını sürdüren canlılar var mıdır?
Bu soruya daha önce yanıt vermiştik. Fakat burada uygulanan projede çok vahim bir hatanın işlendiğini özellikle belirtmek isteriz.
Güneş sisteminde bulunan gezegen ve uydularda iletişim teknolojisine sahip insanlar gibi zekâ sahibi canlıların bulunmadığını biliyoruz. Güneş sisteminde dünya dışında canlı olduğu konusundaki en iddialı varsayım Jüpiter gezegeninin Europa uydusunda mikroorganizmaların olabileceği şeklindedir. Bu nedenle yukarıdaki satırlarda detaylarıyla anlatmaya çalıştığımız evren içi zeki canlılarla irtibata geçme projesinde zekâ sahibi canlılardan geldiği iddia edilen sinyaller güneş sistemi dışındaki yıldızlardan gönderilmiş olmalıdır. Nitekim sinyallerin Yay, Başak, Balık, Kasiope gibi çeşitli yıldız takımlarından geldiği varsayımı bunu teyit eder. İşte vahim hata buradadır.
Güneş sistemine en yakın olan yıldız Alpha Centauri’dir ve dört buçuk ışık yılı uzaktadır. Diğer ifade ile ışık hızıyla yayılan radyo dalgaları bu yıldıza gönderildiği tarihten ancak dört buçuk sonra ulaşabilir. Orada zeki canlıların var olduklarını ve hemen aldıkları sinyallere yanıtladıklarını kabul etsek bile yanıt olarak gönderilen sinyaller gönderilme tarihinden sonra ancak dört buçuk sonra Dünyamıza ulaşacaktır. Bu durumda gönderilen sinyallere yanıt alınabilmesi için en azından Dünyamızdan sinyal gönderilmeye başlandığı tarihten dokuz sene sonrasına kadar bir zaman gereklidir. Yukarıda adı geçen proje 1979 senesinde hayata geçirildiğine göre ilk yanıt ancak-o da en yakın yıldızdan- 1988 yılında dünyamıza ulaşabilir.
1979 yılında gönderilen radyo sinyalleri en yakınları dışında aramızdaki onlarca ışık yılı olarak hesaplanan uzaklıkları göz önüne alındığında diğer takımyıldızlara henüz ulaşamamış olmalıdır. Ayrıca varlıklarını bize bildirmek isteyen evrendeki diğer zeki varlıkların gönderdikleri sinyallerin, bu sinyalleri diğerlerinden ayıran karakteristik özelliklere sahip olmaları gerektiği gibi devamlılığı da gereklidir. Karakteristik özellikleri ve devamlılığı olmayan sinyaller bu amaca hizmet etmez. Bu nedenlerle evrendeki diğer zeki canlılardan yanıt olarak geldikleri öne sürülen yukarıda belirttiğimiz sinyal kayıtlarının hiçbir bilimsel değeri yoktur. Eğer bir kasıt yoksa bu çok büyük bir yanılgıdır.
1967-1968 yılları kışında Trabzon’da telsiz başındaydım. Eylül 1967den Mart 1968e kadar bütün radyo bantlarına hâkim olan; gidip gelen, dalgalanan derin ve güçlü wow sesine benzeyen bir uğultu bütün telsiz iletişimimizi engellemişti. Bu uğultu ara sıra kesiliyordu. İletişimi bu kesilmeler sırasında sağlayabiliyorduk.
Daha sonra yapılan araştırmalarda bütün radyo bantlarına hâkim, iletişim kurmamızı engel olan bu güçlü uğultunun güneş patlamalarından kaynaklandığı tespit edildi.
Bu gün galaksimizde bulunan iki yüz milyon yıldızdan (Güneşten) milyonlarcası patlamakta evrene çok yoğun geniş bantlı radyo dalgaları yaymakta olmalıdır. Bir bakıma evren dolaysıyla galaksimiz bu düzensiz fakat son derece güçlü radyo dalgalarıyla doludur varsayımını öne sürersek yanılmış olmayız. Duyulan sesler bu radyo dalgalarından bir kaçıdır dersek bu varsayımımız; bu sinyallerin evrende bulunan diğer zeki canlılardan gönderdiğimiz sinyallere cevap olarak gönderilmiştir varsayımına göre çok daha bilimseldir.
Evrende canlılığın olup olmadığını araştırma ve varsa zeki canlılarla iletişim kurma konusunda böylesine önemli bir projeyi hayata geçirenlerin yukarıda anlatmaya çalışacağımız vahim hatayı işleyecekleri sanmıyoruz. Bu da bize bütün bu safsataların sık, sık rastladığımız bir materyalizm propagandası olduğu izlenimi veriyor.
Hâlbuki canlılığın evrenin diğer köşelerinde olup olamayacağı konusundaki araştırmalara kıstas olabilecek Güneş Sistemi ve Dünyamız gibi çok güzel bir örnek vardır.
Dünyanın güneş sistemindeki yerinin, büyüklüğünün, iç ve dış özelliklerinin rastlantısal oluşum ihtimalleri Penrose’un Big Bangden sonra evrenin var olan düzeni içinde kaçta kaç ihtimalle oluşabileceği hesaplarına benzer hesaplarla ortaya konulabilir. Böyle bir hesaplamanın daha bilimsel ve daha akılcı olacağı kesindir.
Hüdai ÇAKMAK
Yazar
Tersinim Teorisi Kurgulayıcısı
|
28-07-2010, 17:52
|
Aday Üye
|
|
Üyelik tarihi: 01 Aug 2009
Mesajlar: 8
|
|
doğaüstü hiçbir güce muhtaç olmadan halihazırda devam eden hayatı görüyorsunuz ve kendi kendine olamayacağı koşullanması içinde her şeyin başına bir tanrıyı koyuyorsunuz.
her şeyin bir'e varmak zorunda olmasına bir şey demiyorum ama, bu biri deneyimlediğiniz madde olarak kabul etmeyip de hangi bulgularla bilinmeyen bir güce bağlıyorsunuz ?
|
28-07-2010, 18:08
|
|
Kıdemli Üye
|
|
Üyelik tarihi: 08 Mar 2008
Bulunduğu yer: Londra
Mesajlar: 22.832
|
|
Saygideger Hudai Cakmak;
Her güzel çirkinleşecek, her yeni eskiyecektir. Bu bir doğa kanunudur. İşte tersinim budur.-H.C.
Bence evrimin ne oldugu tam algilanamamis. Evrim surekli suregelen surec temelinde, degisim, donusum, olusum ve baskalasimdir. Olusum her evrenin bir gorunumu, dile gelimidir. Bu temelde, bir sey ne guzel, ne de cirkindir. Cunku guzellik ve cirkinlik arasinda bir ic icelik vardir, ve ustelik neyin guzel/cirkin oldugu, bir insanoglu algisi ve goreceli bir algidir. Ayni, kaos/cosmos, sey/problem iliski/celiski v.s. gibi.
Ayrica, nesnelerin, zamansal bir temelini de veren insanogludur. Bu temelde de nesnelerin zamandan bagimsizligi vardir.
Bilim de epistemolojik gerceklik olarak, zamansalolmayip, suregelen surekli bir surectir. O yuzden, zamansal ilk, once, sonra v.s. degerlendirmeleri, sadece felsefi, ideolojik ve inancsaldir.
Evrim, evrilme v.s. ye de, verilen her oznel icerik, bir insanoglu urunudur. Cunku, hic bir nesne, kendisini kendi adina ortaya koyamaz. Nesneye, oznel icerik veren ve onu ortaya koyan insanogludur ve nesneye de verdigi oznellikte, sadece kendi insanoglu ozellikleri bulunur.
Doga da bir nesne olarak, oznel icerigi yoktur, cunku; kanun bir kurgu olup, oznellik icerir ve insanoglunun bir urunudur.
Bu temelde, bilimin ve bilimselligin de, ayni inancsallik gibi, teorisi, tezi, formulu, hipotezi v.s. soyuttur. Ama, bilim somuttan soyuta, yani deney, gozlem, bulus v.s. den teoriye yonelirken; inanc soyuttan somuta yonelir. Yani once ideoloji yaratilir,sonra da bu nesneyeuygulanmaya calisilir. Ayni dogaya kanun vermek gibi.
Oyuzden yeni/eski ve guzel/cirkin karsitliklarinin bir temeli vardir, o da dusuncedir. Bu dusunce de, insanogluna aittir.
Saygilarimla;
evrensel-insan
Evrensel-Insan - Yapılandırmacı Epistemoloji/Bilişsel Bilim/Qua Felsefesi/Serbest Düşünce/Devrimci Sorgulama/Zihinsel Devrim - Evrensel-Insan Zihniyeti
|
28-07-2010, 18:19
|
|
Kıdemli Üye
|
|
Üyelik tarihi: 27 Mar 2010
Mesajlar: 1.055
|
|
[QUOTEGerçekte onları evrim teorisinin kanıt gösterilmesine gerek olmayan açık bir gerçek olduğu inancına iten neden bu konudaki başarısızlıkları, teoriyi destekleyen bilimsel hiçbir kanıtın bulunamamasıdır][/QUOTE]
böyle durmadan gereksiz içeriksiz konular açmasanızda forum kirlenmese diye düşünüyorum.siz teori nedir biliyormusunuz?
bildiğinizi hiç sanmıyorum,bari konularınız tek bir başlıkta toplayında daha fazla kirlilik olmasın
Saygılarımla
|
28-07-2010, 18:28
|
|
Tersinim teorisi canlıların zaman içindeki değişimlerini evrimin tersine negatif olduğu görüşündedir. Bu görüşüne kanıt olarak entropi kanununu, bozmanın kolay yapmanın zor olduğu; düzen sahibi sistemlerin irade, (amaç) bilgi, güç, madde ve yeterli zaman beşlemesinin sonucu olduğu ilkelerini gösterir. Tersinim teorisine göre canlılar zaman içinde mükemmel yapılarından bir şeylerini kaybetmekte, gerilemektedir.
|
Sayın HÜDAİ ÇAKMAK;
Bozmak kolay yapmak zordur. Bu evrimle çelişmez. Size evrimi yanlış anlatmışlar. Ayrıca evrim darwin zamanında kalmamıştır geliştirilmiştir.
Evrim zaten canlı hücrelerin devamlı mutasyona uğradığını ve bunların birçoğunun yaşam şartlarına uyum sağlayamadığını ve yok olduğunu söyler. Ama bu milyonlarca mutasyondan elbet doğaya uyumlu olanlarıda çıkacaktır. Doğal seçilimde budur. Burada kolay olan hangisi. Mutasyona uğramış bozuk genin hayatta kalması mı yoksa uyum sağlamış fayda getirmiş bir mutasyonun hayatta kalması mı?
Evrim teorisi devamlı gelişimi (evrimi) öngördüğünden yaşam grafiği gitgide yükselen düz bir çizgi olmalı ve evrimleşme süreci ara format canlılarına ait fosillerle açıkça izlenebilmelidir. Evrim sürecinin uzun, canlı ömürlerinin kısa olduğu dikkate alınırsa dünyamız ara format fosilleriyle tıka basa dolu olmalıdır ama bir tane bile bulunamamıştır.
|
Burada da baltayı taşa vurmuşsunuz ve arafosilden kastınızın ne olduğu belli değildir.Zaten dünya bir sonraki türlerin arageçiş formlarıyla tıka basa doludur.
c)-İlk canlılığın görüldüğü tarihten üç milyar yıl sonra (günümüzden yaklaşık 550 milyon yıl önce) kambriyen döneminde canlılar aniden, çeşitli ve mükemmel yapılarıyla ortaya çıkarlar. Ara format fosilleri yoktur.
|
Sizin bilim anlayışınıza hayran kaldım. Kambriyen döneminden birden şıppadanak ortaya çıktı demek. Yada ol dedi oldu. Kambriyen dönemi dediğiniz dönem yaklaşık 50 milyon yıllık bir dönem. Bir anda dediğiniz dönem 50 milyon yıl yani. Bir tasavvur etmeye çalışın bakalım 50 milyon yılı.
Peki tersinim teorisi bunu nasıl açıklar bilimsel olarak. Demişsiniz ki kötüye giden bir eğri vardır. Bunlarla ilgili arafosilleriniz nelerdir? İnsanla şempanzenin ortak atası olan homo sapiens insandan daha gelişmiş midir. Bununla ilgili bilimsel kanıtlarınız var mıdır.
Ayrıca devamlı kötüye gittiğine göre en başta mükemmeldi. Mükemmel insanlara ait fosiller var mıdır?
Ayrıca şu kambriyen öncesindeki canlılar sizin tersinim teoreminize neden uymadıda kambriyen sonrası mükemmelleşti.
İnanın sizi anlamaya çalışıyorum. Herhangi bir artniyetim yok. Eğer kafama yatarsa yattı derim. Sonuçta evrim benim saplantım değil.
|
28-07-2010, 18:30
|
Üye
|
|
Üyelik tarihi: 15 Jul 2010
Bulunduğu yer: istanbul
Mesajlar: 97
|
|
Hüdai ÇAKMAK´isimli üyeden Alıntı
EVRENDEKİ DÜZEN RASTLANTI MI?
Evrende üç yüz milyon galaksi bulunduğu zannedilmektedir. Galaksiler arasında da milyonlarca ışık yılıyla ifade edilebilen dev aralıklar, mesafeler vardır. Bir ışık yılı ise saniyede üç yüz bin km hızla giden bir ışık huzmesinin bir yılda alacağı yol demektir. Bu da yaklaşık dokuz katrilyon km’dir.
İlginç olan aralarında korkunç denebilecek boşluklar bulunan bu galaksiler ve galaksileri meydana getiren milyarlarca yıldızın kütle çekimleriyle birbirlerine bağlanmış olması, bu bağlantıların son derece hassaslığıdır.
Süpernova denilen dev yıldızların patlamaları sonucu uzaya savrulan göktaşları ayrı tutulursa bütün gök cisimleri hassas dengeler ve kurallarla birbirleriyle bağlıdır ve devamlı hareket halindedir. Bu dengeli ve kurallı hareketler evrenin bütünlüğünü kapsar.
Daha da ilginç olan ise süpernova patlamaları sonucu uzaya savrularak serseri mayınlar gibi başıbozuk bir halde dolaşıp duran, kendilerinden daha büyük gök cisimlerinin çekimlerine kapılarak onların üzerlerine düşen, bir bakıma düzensizliği simgeleyen bu göktaşları yaşamın oluşma şartlarına çok büyük katkılarda bulundukları gibi ileri ki zamanlarda evrenin çökmesine de neden olacaklarıdır.
Süpernova denilen dev yıldızların merkezlerindeki nükleer fırınlarda oluşan ağır elementler bu yıldızların patlaması sonucu sağa sola savrulan göktaşlarıyla evrenin çeşitli bölgelerine gitmekte, buralarda dünyamız gibi sert kabuklu, yaşama uygun gezegenlerin oluşmasına sağlamaktadır. Bir bakıma evrendeki düzensizlikler bile bir düzen içerir ve yaşamın oluşma planına (yaşamsal uygunlukların olmazsa olmazlarına) çok büyük katkılarda bulunur.
Gök cisimlerinin uzaydaki dağılımı ve aralarındaki devasa boşlukların canlı hayatının var olabilmesi için zorunlu olup olmadığı sorusuna verilen yanıt çok önemlidir.
Yapılan araştırmalar gök cisimleri arasındaki ilişkilerin yaşamı destekleyecek biçimde pek çok evrensel güçle uyumlu, çok hassas hesaplar, yapılar ve dengeler içerdiğini göstermektedir.
Bu devasa mesafeler gezegenlerin yörüngelerini hatta varlıklarını doğrudan etkiler. Bu mesafeler son derece kritiktir. Bu nedenle yaşamsal uygunlukların önemli bir parçasıdır.
Yıldızlar arasındaki şu an var olan boşluklar dünya gibi bir gezegen sisteminin var olabilmesi için en ideal mesafedir.
Ünlü biyokimya profesörü Michael Denton da, Doğanın Kaderi adlı kitabında bu konuda şöyle yazar:
-Süpernovalar ve aslında bütün yıldızlar arasındaki mesafeler çok kritik bir konudur. Galaksimizde yıldızların birbirlerine ortalama uzaklıkları 30 milyon mildir. Eğer bu mesafe biraz daha az olsaydı, gezegenlerin yörüngeleri istikrarsız hale gelirdi. Eğer biraz daha fazla olsaydı, bir süpernova tarafından fırlatılan maddeler o kadar dağınık hale gelecekti ki, bizimkine benzer gezegen sistemleri büyük olasılıkla asla oluşamayacaktı. Eğer evren yaşam için uygun bir mekân olacaksa, süpernova patlamaları çok belirli bir oranda gerçekleşmeli ve bu patlamalar ile diğer tüm yıldızlar arasındaki mesafe, çok belirli bir uzaklık olmalıdır. Bu uzaklık, şu an zaten var olan uzaklıktır. Bu uzaklıklar son derece kritiktir.
Prof. George Greenstein da bu akıl almaz büyüklükle ilgili, Simbiyotik Evren adlı kitabında şöyle yazar:
-Eğer yıldızlar birbirlerine biraz daha yakın olsalar, astrofizik çok da farklı olmazdı. Yıldızlarda, nebula denilen bulutsularda ve diğer gök cisimlerinde süre giden temel fiziksel işlemlerde hiçbir değişim gerçekleşmezdi. Uzak bir noktadan bakıldığında, galaksimizin görünüşü de şimdikiyle aynı olurdu. Tek fark, gece çimler üzerine uzanıp da izlediğim gökyüzünde çok daha fazla sayıda yıldız bulunması olurdu. Ama pardon, evet; bir fark daha olurdu: Bu manzarayı seyredecek olan "ben" olmazdım... Uzaydaki bu devasa boşluk, bizim varlığımızın bir ön şartıdır.
Greenstein kitabında bunun nedenini de açıklar. Evrendeki büyük boşluklarla bazı fiziksel değişkenler yaşamsal uygunlukların şekillenmesine sağlamaktadır. Yaşamsal uygunlukların şekillenmesi ise yaşamın devamlılığı amacına yöneltilmiş pek çok harika sistemlerin oluşup bir araya gelme nedenidir. Ayrıca evrendeki katrilyonları bulan cisimler arasındaki boşluklar bu cisimlerin birbirleriyle çarpışmalarını, evrenin bir kaos ortamına sürüklenmesini de önler.
…………
Samanyolu galaksisin de yaklaşık iki yüz elli milyon yıldız bulunduğu tahmin edilmektedir. Diğerlerinde olduğu gibi Samanyolu galaksisindeki yıldızlar arasında da dünya ölçüleriyle ifadesi mümkün olmayan çok büyük mesafeler, aralıklar vardır.
Samanyolu galaksisinde bulunan yıldızların içinde güneşe en yakın olanı Alpha Centauridir ve güneş sisteminden sadece 4.5 ışık yılı uzaklıktadır.
Dünya bildiğimiz gibi Güneş Sistemi'nin bir parçasıdır. Bu sistem, evrenin içindeki diğer yıldızlara göre orta küçüklükte bir yıldız olan Güneş'in etrafında dönmekte olan dokuz gezegenden ve onların elli dört uydusundan oluşur. Dünya, sistemde Güneş'e en yakın üçüncü gezegendir.
Güneş'in çapı dünya çapının 103 katı kadardır. Aradaki mesafe diğer ifade ile dünyanın güneş etrafındaki elips şeklindeki yörüngesiyle güneş arasındaki mesafe yüz kırk milyon kilometre ile yüz altmış milyon kilometre arasında değişir. İlginç olan aradaki mesafe ile dünyanın ve güneşin büyüklüğünün son derece kritik olmasıdır.
Işık yılı birimine göre dünya ile güneş arasındaki mesafe (ortalama yüz elli milyon km) yedi ışık yılı/dakika olur. Bu da güneşten çıkan bir ışık fotonunun yedi dakika sonra dünyaya ulaştığı anlamına gelir.
Dünya ölçüleriyle dev bir boyuta sahip gibi görünen Güneş Sistemi, içinde bulunduğu Samanyolu galaksisine oranla oldukça küçük denilebilir. Güneşimiz galaksinin spiral kollarından birinde dışa yakın bir yerde bulunmaktadır.
Gök cisimlerinin (özellikle güneş sisteminin) evrendeki dağılımı ve aralarındaki boşluklar Dünya'da canlı hayatının var olabilmesi ve devamlılığı için zorunlu olup çok önemlidir.
Gök cisimleri arasındaki mesafeler katı kütleli gezegenlerin oluşumundan ısı değişimlerine kadar yaşamı destekleyecek biçimde pek çok evrensel güçle uyumlu bir hesap içinde düzenlenmiştir. Bu konuda en küçük bir kuşku yoktur.
Bunun nedeni ise bu mesafelerin gezegenlerin oluşumlarını ve yörüngelerini doğrudan etkilemesidir.
Güneş sistemindeki gezegenlerin yörüngeleri ise çok kritik değerlerdedir. En küçük bir oynama yaşamı sona erdirebilir.
Evrenin kökeni ile ilgili çeşitli araştırmalar yapan fizikçi Roger Penrose:
-Ama evrenin kesinlikle bir amacının olduğunu gösteren bir olay var ki, o da evrenin şans eseri orada durmadığıdır. Bazı insanlara göre evren sadece oradadır işte. Öylesine olmaya devam ediyor. Biz de kendimizi birdenbire bu şeyin içinde buluvermişiz. Bu bakış açısının, evreni anlamamızda çok verimli ya da yardımcı olacağını sanmıyorum. Bence evren ve onun varlığının altında bugün henüz pek sezemediğimiz çok daha derin bir şeyler gizli demiştir.
Bilimsel bulguların ortaya koyduğu gerçek gözlemlediğimiz evrende mevcut hassas denge ve düzenlerin muazzam bir patlamanın sonrasında kendi kendine ve rastlantılarla gerçekleşmesinin kesinlikle imkânsız olduğudur. Big Bang gibi bir patlamanın ardından böyle bir düzenin meydana gelmesi, ancak doğaüstü bir yaratılış sonucunda gerçekleşebilir. Diğer ifade ile bu tersinim teorisinin öngördüğü gibi düzenli bir genişim evresinin başlangıcıdır ve asla patlama değildir.
Düzenli sistemlerin bilinç (amaç), bilgi, güç (enerji), madde ve yeterli zaman beşlemesinin sonucu olduğu düşünülürse eğer bir olgu düzen ve sistem sahibiyse bilgi ve iradenin sonucu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Hüdai ÇAKMAK
Yazar
Tersinim Teorisi Kurgulayıcısı
|
Yazınız kozmolojik evrimi adeta anlatıyor ve kabul ediyor fakat biyolojik evrime geçit vermiyor. Yine yazı güncel bilimden çok uzak. Evren içinde tüm kütlenin bir arada durduğu yok. Kütlesel çekimde çok uzak sistemler için geçerli değil. Sistemler arasındaki mesafede sabit değil sürekli artmakta yani evren genişliyor. Evrenin bir bilinç tarafından tasarlanıp var edildiğini söylemek için. Bilicin maddeden bağımsızlığını göstermeniz lazım.
Evrenin evrilmesi ve günümüz değişkenleri tekillikteki başlangıç şartlarına bağlıdır. Buna önceden kestirilemez. Sizin gözlem yaparak muazzam denge dediğiniz şey başlangıç şartları ile ilgilidir. Ayrıca evrene baktığımızda öyle denge falanda yok. Patlamalar, süper novalar, kara delikler, gök taşları vs. hepsi de çok kaotik bir ortam.
Hapsi bir yana, bu sistemin bir tasarımcısı yada bilinci olmadığının en büyük delili, sistemin dünya üzerindeki bilinçli insan için anlamsız büyüklükte olduğudur. Bahsedilen uzaklıklar algı, kavrama ve tanımlama sınırlarımız dışında olup hiç bir zamanda sınırlarımıza giremeyecektir. O zaman var olmalarının anlamı nedir?
Yok eğer sadece dünya üzerinde yaşam var deniyorsa, işte o zaman bunca sistem içinde bir tek dünyada yaşam olması bir rastlantıdan başka bir şey değildir. Daha doğrusu zaman ve gök cismi sayısı böyle olasılıklara yeterlidir.
Kısaca, evren insan için oluşturulmuş gibi görünmüyor.
Son olarak hep hata yapılıyor. Ne kozmolojik nede biyolojik evrim rastlantılardan bahsetmez.
|
28-07-2010, 18:39
|
|
Tersinim teorisi diye birşey sallıyor.
Teorinin tek hedefi evrim teorisini eleştirmek. TAmam bir fikrin varsa söyle. Kendi teorinin mekanizmalarını buluntularını anlat. Yazıları oku 10 cümlenin 9 unda evrimi eleştiriyor. Bilim böylemi yapılır. Darwin hiçbir zaman evrim teorisini anlatırken yaradılış şöyledir yaradılış böyledir dedi mi? Demez çünkü zaten yaradılış teorisi bilimsel değil. Ama başka bir teoride olsa amacınız onu çürütmek ise onunla ilgili bir makale yazarsınız. İncelenir eyvallah denir. Siz tersinim diye birşey tutturmaya çalışıyorsunuz. TAmam saygım var. Ama bize tersinim toerisini anlatın mekanizmaları nedir ne değildir. Her yazınızda evrim teorisinin şurası hatalı bak darwin şöyle demişti böyle demişti. Eee tersinim ne. Onun tersi. Nelere dayanarak evrimin olmadığına dayanarak mı? Evrim yoksa tersinim vardır mı teoriniz. Yaw herif o zaman şartlarında ne tür bilgiler bulacak tıı ki. Adamlar mektupla haberleştiği devir. Çıkın şu darwin hastalığından. O da insan peygamber değil, o zamana göre doğru şimdi yanlış olabilecek sözler elbette söyleyebilir. Bugunun bilimine gelin.
|
28-07-2010, 20:35
|
|
Kıdemli Üye
|
|
Üyelik tarihi: 17 Nov 2009
Bulunduğu yer: Galactic Sector ZZ9 Plural Z Alpha
Mesajlar: 3.036
|
|
Hüdai ÇAKMAK´isimli üyeden Alıntı
Bu görüşüne kanıt olarak entropi kanununu,
|
Entropi artışı dışarıdan verilecek enerji ile azaltılabilir.
Nitekim milyarlarca yıldan beri bir Dünyanın var olması, ona sürekli enerji veren Güneş sayesinde değilmidir?
Entropiyi düşürücü etkisi bulunan Güneşe kimi kavimler Tanrı diye tapmamışmıdır?
Teoloji gece yarısı, karanlık bir mahsende, orada olmayan kara kediyi aramaktır. Robert A. Heinlein
|
29-07-2010, 13:26
|
|
Üye
|
|
Üyelik tarihi: 21 Jun 2010
Mesajlar: 441
|
|
150 yıl önce yaşamış ve o adam diorki bunlar bir spekülasyon...
saygın olabilir ama şu kelimeyi hayatında duymadı > DNA..
ama sölediklerinden ben şunu çıkardım, kendisinin dahi inanmadığı ama karşı gelmek üzere yazdığı bir teori.
eğer 150 yıl önce değilde şimdi yaşasaydı bence sayın darwin bu şüpheleri onlarca kat artacakdı.
evet neden darwinin sorularının cevapları yok ?
hala yok,
neden biçimlerin karmaşıklığı ile karşılaşmıyoruz.......
neden ? darwin cevaplayamadıysa siz ancak uydurursunuz.. madem o cevaplayamadı o zaman cevaplanamamış bir şey neden kabul görmüş, çünkü bir tek şeyden >
o da "din düşmanlığı"
yani elde delil yokken sadece vehimlere düşünmelere dayalı bir adaın söledeği neden kabul görür, çünkü bir şeye zıtlık aranıorsa ve işde buna yapışalım denirse...
yani haa şimdi diceksiniz darwin teorisi ispatlandımı? hala ispatlanmadı. bilim ilerledikçe "dizayn" daha çok açığa çıkıyor. neden biçimlerin karmaşıklığı yok...
arıya mühendis hesaplarını kim öğretti sizce?
cevaplanmamış sorularrr...
teşekkürler, saygılar...
|
29-07-2010, 14:38
|
|
Kıdemli Üye
Dinlerden Özgürlük Grubu Üyesi
|
|
Üyelik tarihi: 26 Jul 2009
Bulunduğu yer: Ankara
Mesajlar: 1.271
|
|
Arılar 1 kg balmumu yapmak için 22 kg bal tüketirler. Hatta yeni bir yuva yapacaklarında, eğer mesafe uygunsa eski yuvadan balmumu taşırlar. Arılar bu enerji gerektiren işlemi en kolay yoldan en sağlam biçimde yapmak için binlerce yıllık evrimsel gelişim içinde en uygun petek biçimini olan altıgen biçimini geliştirmişler. Bu biçim, peteğin maksimum direncini sağlayabilmek ve en fazla balı depolamak için en uygun biçimdir. Yani birim alandan yararın en fazla sağlandığı biçimdir.
Daire biçimli yuvalar olsaydı aralarda boşluklar oluşacaktı. Aynı biçimde beşgen,Üçgen ya da dörtgen biçimli yuvalarda boşluk kalmaz ancak bunlar da daha fazla malzeme kullanılması gerekir.
İşte buradaki temel açıklama:
Altıgen biçimli yuva en az malzeme kullanılarak en fazla bal depolanabilen biçimdir. Arıların bu en uygun biçimi geliştirmesiyse, çok uzun zaman içinde çevre koşullarına, üreme durumlarına ve doğal düşmanlarına göre seçilmesiyle olmuştur.
Bir yabani arının yuvası:
Evrimin cevap verebildiği bir sorudur. Doğal seleksiyonun açıklayıcı gücü buradadır.
Karşıt iddia ise son derece gülünçtür ve olgusal değildir. Bir doğaüstü varlığın canlılara bir takım hesaplamalar öğrettiğinden bahsedilmektedir. Ne bir akıl yürütme ne de mantık olmayan bu iddianın kanıtlanması yanlışlanması gözlenmesi mümkün değildir. arılar arı olma konusunda tüm canlılardan daha iyidir. Her canlı için bu geçerlidir. Her canlı yaşamsal gerekliliklerinin tüm inceliklerine hakimdirler. Öğrenirler ve öğrendiklerini aktarabilirler. Bunun için bir tanrıya ya da doğaüstü bir tasarımcıya gerek yoktur.
Konu taylan tarafından (29-07-2010 Saat 14:47 ) değiştirilmiştir.
|
Başlık Düzenleme Araçları |
|
Stil |
Normal
|
Yetkileriniz
|
Yeni Mesaj yazma yetkiniz Aktif değil dir.
Mesajlara cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz Aktif değildir dir.
HTML-KodlarıKapalı
|
|
|
Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 22:32 .
|