duru ve berrak ,boş ,problemsiz bir zihin lazım ,
bu soruları derinliğine düşünüp ciddi cevaplıyabilmek için.
Aldostu, bu çok doğru. Peki bunu bugün "bilim" ve "din"lerin insan beynin üzerinde taht kurduğu bir çağda nasıl anlatacağız ?
Birisi yığma "bilgi" ile dolduruyor diğeri yığma "hurafe" ile... Tabi diğer faktörleri saymıyorum (geçim sıkıntısı, gürültü, çevre kirliliği şu bu).
O yüzden dedik ki : "Tek elin sesini dinleyin" yani "sessizliğin sesi."
Yok eğer bunu yapamıyorsanız o zaman düşünün derinliğine ve tüketin bütün fikirlerinizi "kabul edişleriniz-önyargılarınız" bir temele dayansın en azından..
Yaratıcıyı tasavvur edemiyoruz.
Bütün sorun onu tasavvur edemeyişimizde.
Var/yok kavramları bizde var.
Olmak/olmamak/yok olmak insani kavramlar.
Diyelim ki tasavvur edebildik Aldostu. Peki bu bize ne kazandırır ? Şimdiye kadar tasavvur ettiklerimiz bize ne kazandırdıysa o kadar.
Öyle bir "hakikat" tanımı yapalım ki onu aradığımız müddetçe ona ulaşmadığımızı bilelim.
Ve ulaşmış olduğumuzda da "arama"nın manası kalmasın. Yani bütün aramalar son bulsun..
Aradığımız müddetçe bulamamışız demektir zaten..
Mesela bilim buldu mu bu hakikati veya bulabilir mi ? Hayır çünkü hala arıyor ve aramya da devam edecek..
Hem mikro anlamda hem makro anlamda sınıra geldi üstelik. Bir yandan quantumun "belirsizlik" ilkesi bir yandan BigBang'in ortaya koyduğu "madde'nin sonluluğu" ve "ilksellik" gerçeği.
"Gözlemlenmiş bir fenomen olana kadar hiçbir fenomen, bir fenomen değildir." (John Wheeler) ve "nesnel gerçeklik" artık yerini gözleyenin gerçekliğine bırakıyor hem de en bilimsel anlamda.
Peki "din" bulabilir mi gerçeği ?
Nasıl ?
Önce bir sözcük icat et (Tanrı, Allah, yaradan vb.) ama bu nedir dediğimizde "seni yaratandır o" de. Peki sen nereden biliyorsun dediğimizde de "benim kitabım var ondan gelme" de.
O zaman okuyalım gel şu kitabı dediğinde de karşına çıkan şeyler "yüce" olarak adlandırdığın yaradana hiç yakışmayan şeyler olsun.. Ama önemi yok ki bunun o ne derse o olur ve onu sorgulama hakkına sahip değilsin sadece itaat etmek zorundasındır. Ve bu Tanrı, Allah denilen yaratıcıya artık insana ait her şey izafe edilmeye başlanır ve gittikçe insansallaştırılır yaratıcı ve sonra bu kadar insanlaştırdık olmadı biraz yüceltelim denilir ve O hep bilinmeyen ve herşeyden "münezzeh" ilan edilir adeta şu Bektaşi hikayesindeki "Hoca şuna 'yok' diyeceksin ama dilin varmıyor" esprisine konu olur..
"Anlamak" veya "anlamaya çalışmak" yerine körü körüne itaat etmek hemde en yozlaşmış haliyle çünkü sadece kendileri bu "itaat"i yeterli bulmazlar ayrıca başkalarına da dayatırlar ve "zorba "kesilirler insanların başına..Sen getir önüme en saçma şeyleri bende hiç sorgulamadan sana inanayım hemde söylenenlerin saçmalığını göre göre ve sonra da saygı bekle kendi cehaletine.... Geçenlerde birisi girdi siteye diyordu ki : "Bu adamlar çok zeki, çok okumuş çok bilmem ne, şöyle böyle sizde tuturmuşsunuz Ahzap 37 diye bunlarla baş edemezsiniz bu düzeyle falan.." E peki kardeşim nasıl oluyor da bir "zeki", "okumuş", "kültürlü", "zihnen çok gelişmiş", "entellektüel düzeyi üst sınırlarda" olan adamlar Ahzap 37'yi okuduktan sonra hala bu kitabın Allah'dan geldiğine inanabiliyorlar...Halbuki bu sitede 17-18 yaşında çocuklar var akıllı mı akıllı, zeki mi zeki anlamışlar gerçeği ve bir palavranın arkasından koşmamayı da öğrenmişler daha o genç yaşlarında ve o "ben prof.'um, doç'um" diyenlerden bile daha fazla şey biliyorlar diğerleri tüketmiş ömürlerini de zerre kadar bi mesafe katedememişler..
Ateistlerle dindarlar aynı noktada buluşmuşlar.
Karşı cephedeler güya..
Aynı yerdeler.
Rahatlık tepesinde.
Bir diğer adı da "Sorgulamama Tepesi"
Yayılmışlar tepenin iki ayrı eteğine;
biri rakısını yudumlayıp keyif çatıyor,
diğeri de zikrine dalmış,hu çekip rahatlıyor.
Keyif ke-ka..
Biri "Yok yaw Allah mallah.Bak tezgahına,insanca yaşa yeter." diye kestirip atıyor.
Öbürü de,kendi dini ne ise,onun çerçevesinde dini gerekleri
yerine getirip"Rabbimiz böyle buyurdu "deyip,sorgulamayı bitiriyor
Doğru söze ne denir. Aynı noktadalar. Birisi tutturmuş "bilim" diye zannediyor ki bilim onu mutlu edecek ve ortaya çıkan şey beyni "bilgi deposu" olmuş ama hala tatmin olmamış adeta madde bağımlıları gibi yeni bilgiler araştıran ve daha fazla bilgi ile dolunca gerçeği göreceğini zanneden biçare bilgi çağı insanı. Zannedersem bu çağın en büyülk psikolojik hastalığı "bilgi bağımlılığı" olacak..Bulmaca çözmek keyifli bir "uğraş" dır ama "mutlak hakikate" bulmaca çözer gibi ulaşamazsın ve sonunda da bulduklarınla yetinirsin ve bu da senin "mutlu" yapmaz...
Hadi anladın diyelim mutlak hakikati mesela "maddenin sonsuzluğu" olsun bu gerçek...Bu sadece kafanın içindeki bir bilgi kırıntısı olacaktır ve diğer bilgilerin yanına yerleşecektir. Oysaki gerçek her zaman "bilinen bir şey" değil "deneyimlenen" bir şeydir yani kendini dışladığın her durumda gerçek sadece bir "görüntü" olarak kalacaktır ..
Bol keseden fizik teorileri ve "teori maymunu"na çevirilmiş mutsuz insanlar.....Herşey kağıt üstündeki integral hesapları, geometrik çizimler uzay-zaman kesişmeler vb...ibaret.
İlahi kudret bu kavramlardan beri.
Zaman-mekan bizim için geçerli.
Tanrı da zaman yok mu?
Bu bizim cevaplıyacağımız şey değil.
Olmayan zaman kavramı nedir?
Zaman yoksa yaratma nasıl ve ne zamanda olmuş?
Zamansızlık kavramı içerisinde Allah ne zaman varolmuş?
İşte soralım böyle sorular ne güzel değil mi ? Yani binlerce evrim teorisinin fosil kayıtlarını kafacuazımıza yığmak ne kazandırıyor ki bize ?
Hep bilgi hep bilgi yeter ama.... Bizler "düşünen" varlıklarız Aldostu ve düşünmek demek "derinlik ve derinlere dalmak" demektir, düşünmek demek "somuttan soyuta geçebilmek" demektir, düşünmek demek "parçaları bütünleyebilmek" demektir, düşünmek demek "sonsuzlukla konuşmak" demektir ve düşünmek demek "düşünüyorum öyleyse varım " demektir....
Zaman (bence) bize göre belirlenen bir şey. "Zaman"ın ve "mekan"ın ötesine geçemez isek çok fazla bir mesafe katedemeyiz.
Yani bedensel konumumuz bizi herşeyi kendi bedensel konumlanışımız olan zaman-mekan içinde değerlendirmemize yol açıyor..
Ben "bedensel" olarak zaman-mekan sınırlarına tabii olarak varım, daha doğrusu bu "bedenimin" bana dayattığı bir gerçeklik.
Şu BigBang'in altında ki herşey kendisini kuşatan bir mekana ve zaman'a bağlı olarak var.
Ama asıl önemli olan "ben"in zaman ve mekan içindeki konumlanışı.
Yani diğer bütün gerçeklik algılarımız da olduğu gibi "kendimizi" dışında tutarak anlayabileceğimiz bir şey değil "zaman".
Bunu anlamanın en iyi yolu "an" dır. Çünkü "ben" kendisini "an" da gösterir ve "an" ın içinde sonsuzluğun gizemli bir yönü var.
Ve "zaman" ancak "sonlu" olan kuşatabilir ama "sonsuz" karşısında bir şansı yoktur..O halde "zaman"ın kıskacından kurtulabilmek için
kendimizde "sonsuz" olan bir şeyler bulacağız veya kendi sonsuzluğumuzu farkedeceğiz...
Tanrı da zaman yok mu ? Eğer sonsuz ise yok..Çünkü "zaman" başlangıç ve bitiş noktaları olan sonlular için var olabilir..
Yani bir "ilk" olacak ve bu "ilk" olanın "sonu"da olacak...
Aynı bedenim gibi....Ama "ben" bedenim değilim ki çünkü bedenimi gözleyebiliyorum.."Ben" ise gözleyendir gözlenen değil..Bu yüzden "ben" bedenim olamam, aynı şekilde fikirlerim, duygularım, inançlarım ve bana ait bütün özelliklerimde olamam çünkü bunların hepsini gözleyebiliyorum...Ama bedenim benim sonlu sınırım ve zaman ile mekana tabi olduğu için gözlem yapmamın da sınırlarını belirliyor...Ama bu sadece bir sınır sorunu ve "ben" olma durumum ile ilgili değil...Yani beden ölür sınır kalkar ama "gözlemci" ortadan kalkamaz çünkü "ben" yok olamam veya yok olmayı başaramam çünkü "yok" kendisi olmayan bir şey...
O halde "ben" ilk elden "bende var olan "sonsuzluğu" bulmalıyım...
Çünkü "sonsuzluk" "mutlak hakikat"in ipuçlarını veriyor bana...
Ama bunu fikir yürüterek bulamam.
Çünkü o zaman "ben" hala dışardayımdır ve yalnızca "fikir yürütme gerçekliğimi" deneyimliyorumdur..
Ve fikir yürütmelerim, mantıksal çıkarımlarım da zaman ve mekan'ı aşamaz çünkü "sebep-sonuç" bağlamında düşünmek zorunluğundayım ve "ilk-son", "başlangıç-bitiş" gibi sonlu kavramlar üzerinden gidebilirim ancak ve Bigbang'in altında kalır hepsi...
O yüzden en önemli çıkış noktası "ben"dir burada..Hakikat kendisini "sen" varlığının bütününü ortaya koymadan göstermez sana, aynı "deniz" gibi içine girip yüzmeden anlayamazsın dışarıdan..
Evet "ben", "sonsuzluk" ve "boşluk" bu üçü önemli ilk elden. İkinci elden "bilinç", "madde", "zaman", "mekan" ve "nedensellik (sebep-sonuç ilişkileri)
Bir şey daha var ama onu sona saklıyorum..Malum "fikir" alanındayız ve tüketelim fikirlerimizi de onu en son anlayan olursa söyleriz aramızda kalsın....
Al sana Kürşat'ın içine girip de 4 metre kare yerde dolandığı
ve zaman zaman kendi sorularının karmaşasında
kendini terslediği sorular.
Bu çok zor bir sarmal.
Kenarında oynarken sağlam durmak lazım.
Fazla heyecanla ve dikkatsizce oynaşırsen etrafında,
çeker götürür adamı.
Dediğin doğru fena boğuldu o arkadaş.. Ama sebebi belli... Sen eline bir Kuran alır ve oradan okuduklarına göre hakikati ararsan olacağı budur zaten..Arkadaş hayatında eline iki tane felsefe kitabı alıp okumadan "herşeyi ben bilebilirim" veya "herşey Kuran'da yazılı zaten" diyerek sorulara cevap arıyor..Yani saplanıp kaldığı ve aksini iddia edemeyeceği yalnızca onu "doğrulamak" zorunda olduğu bir sabit referans kitabı var. "Özgür düşünce" olmaz ise bir yere varılmaz. Bu o kadar böyle ki, yeri gelecek Tanrı'nın olmadığını bile düşüneceksin ve bu düşünce seni rahatsız etmeyecek..İstersen soralım ona, bir kere de Tanrı olmayabilir diye düşünmeyi becerebildin mi, diye. "Aman aman sonra cehenneme kayar ayağım" diye ne zorlamıştır kendisini böyle düşünmemek için
(laf aramızda severim keratayı)
Merak ettiğim bir başka husus:
Ötede ne kadarını göreceğiz gerçeğin?
Ruhsal tekamülde belli aşamalara gelebilenler,
Nur-u Hakikati görebileceklermi?
Hayır Aldostu görmeyeceğiz ama yaşayacağız çünkü hakikat daima "yaşanan" bir şey...Denize daldıktan sonra denizin dalgasını, gemisini kim ne yapsın ? Bırakalım da elinde dürbün ile "ada görünüdüüüü" diye bağıranlar bir kara parçası arasınlar ve "görmek" onların arzusu olsun..
Bizler dalgıç olacağız, şu anda yaptığımız sadece "tüplerimizi" hazırlamak.
Huşu duygularını yitirdiklerinde,
insanlar dine dönerler.
Artık kendilerine güvenmediklerinde,
bir otoriteye yönelirler.
Bu yüzden Üstat öne çıkmaz,
ki, insanların aklı karışmasın.
Öğretmeye çabalamadan öğretir
ki insanların öğrenecek bir şeyi olmasın. --Lao Tzu--
Sevgiyle kal....