"İslam başlangıçta bağımsız bir din değildi"
**
[[ "Orjinal Kuran" var mı, yok mu tartışması,
Turan Dursun'la yaygınlaştırılmıştır.
Belki, o sıralarda böyle bir çıkış, İslami eğitimli
bir kitle arasında hiç olmaza, kendi iç mantık dizgeleri
içinde soru sormalara yol açmış olması yönüyle olumlu olmuş olabilir.
Fakat, yine de, yukarda açıklanan gerekçeler bakımından, tartışma konu ve düzeyinin
bu alanlarda düğümlenmesinden kaçınmak gerekir. ]]
***
Kuran araştırmalarında devrim: Şeriatçılar kadar Hıristiyan köktendincileri de zor durumda bırakacak bulgular
FRANKFURT (Cumhuriyet Bürosu)
Kuran-ı Kerim'in doğumu ve ilk metinlerinin eleştirel bir gözle incelenmesinde, nitel bir sıçramanın eşiğinde olunduğu ileri sürüldü. Öldürülmekten korktuğu için, çalışmalarını kamuoyunun tepkisinden uzak ve sadece uzmanlar arası iç tartışmalara açacak şekilde takma isimle yayımlayan bir Alman bilim adamının, bulgularıyla, yeni bir "Kuran tefsirinin" kapılarını açtığı belirtildi. Batı'da art arda yayınlanan araştırmalar nedeniyle, İslamiyet'in kendi içinde bir "Protestanlık" dönemine gireceği iddiaları artarken, birçok çevre "henüz bu aşamaya gelinmediğini" savunuyor.
Kuran'ın oluşturan metinlerin yazıya dökülmesi ve yapılarıyla ilgili olarak İslamiyet içindeki "ortodoks" ve "liberal" kamplar arasındaki eşitsiz mücadeleye bir Alman dilbilimci de katıldı. Christoph Luxenberg takma adını kullanan bilimadamı, doktorasını Aramca başta olmak üzere Samî dilleri ve edebiyatları alanında yaptı. Luxenberg'e göre Kuran, şimdiye dek sanıldığından çok daha fazla oranda Süryani-Hıristiyan unsurlarla dokunmuş bulunuyor. Christoph Luxenberg'e göre, Müslümanların kutsal metni, birçok yerinde Arap yorumcularca ya yanlış okundu ya da yanlış yorumlandı.
Nitekim Alman dilbilimci "Christopher Luxenberg", buna örnek olarak "cennetteki huriler" vurgusunu gösteriyor ve bunun, Kuran'ın temel eğilimine yabancı bir vurgu olduğunu savunuyor. Önasya dinlerinin hiçbirinde bu tür çağrışımlar içeren fanteziye yer olmadığını belirten Luxenberg, Kuran'ın 44 ve 52'inci surelerindeki 'huriler'in sözcük anlamının, Şark'ın cennet anlayışında önemli yer tutan, refah ve saadetin simgesi "beyaz, kristal saydamlığında üzümler" olduğunu, bunun da Aramca'dan geldiğini belirtiyor.
Almanya'nın en büyük haftalık siyasi gazetesi, 450 bin satışlı "Die Zeit"ta yer alan geniş bir yazıda, Luxenberg'in devrim yaratabilecek nitelikteki kitabını yayımlayacak bir yayınevi bulmakta karşılaştığı güçlüklere de dikkat çekildi. Alman araştırmacının, "Die syro-aramäische Lesart des Korans. Ein Beitrag zur Entschlüsselung der Koransprache" (Kuran'ın Süryanca-İramî Okuma Biçimi. Kuran Dilinin Deşifre Edilmesi Üzerine Bir Katkı) başlıklı kitabının akademik dünyada korkuyla karşılandığı belirtilirken, büyük yayınevlerinin yapıtı basmama kararlarını, Luxenberg'e "Salman Rüşdi örneğini hatırlatarak verdikleri" kaydedildi. Ancak kitap Berlin'deki küçük bir yayınevi tarafından 2000 yılında "Das Arabische Buch" (Arapça Kitabı) başlığıyla basıldı. Bu arada yayınevi iflas etti. Ancak kitabın dağıtımı sürüyor.
Luxenberg'in çalışmalarının kamuoyu ve medyada hiçbir yankı bulmadığını ama kendisine geçen yıl güz aylarında Mainz kentinde yapılan Birinci Dünya Şarkiyatçılar Kongresi'nde bir sempozyum ayrıldığına dikkat çeken "Die Zeit" yazarı Jörg Lau, Batı dünyasında bu çalışmalara olan ilginin giderek arttığına işaret etti. Buna göre, "Guardian", "New York Times", bir süre önce de "Le Monde", Christoph Luxenberg ve çalışmalarına geniş yer ayırdı. Ünlü Fransız dergisi "Critique"in nisan sayısında ise Ortaçağ Arap Felsefesi'nin tanınmış uzmanı Rémi Brague, uzun ve övücü bir makale yayımladı. Samî dilleri ve edebiyatları alanındaki uzman dergi "Hugaye"nin Ocak 2003 sayısında da Luxenberg'in çalışmalarının Kuran araştırmaları alanında bir ilk olduğuna dikkat çekildi.
"Die Zeit" yazarı, Alman bilimadamının Kuran'ın ilk metinlerine ve kaynaklarına yönelik bu araştırmasıyla yerleşik İslam ilahiyatını tehdit ettiğini ileri sürerken, Amerikan ve Alman üniversitelerindeki konunun uzmanı bilimadamlarının görüşlerine de yer verdi. Akademik dünyanın, şeriatçılardan gelebilecek tepkiler nedeniyle endişeli oldukları dikkat çeken "Die Zeit", internetteki İslamcılara ait bazı sayfalarında Luxenberg'in çalışmalarının şimdiden hedefe alındığını da vurguladı. Geniş yazıda, şeriatçılar kadar, Hıristiyan köktendincilerinin de, Hıristiyanlığın birçok etkisinin bu metinlerde yer almış olması nedeniyle, zor durumda kalacağına dikkat çekildi.
Christoph Luxenberg, İramî'nin (Aramca) Kuran'da kullanılan dili etkilediğini, çünkü dönemin en gelişkin dünya dili olduğunu belirtiyor. Yüksek Arapça ve klasik Arap yazısının daha sonraları ortaya çıktığını, bu alfabenin de yanlış okumalara çok açık ve yetersiz olduğunu kaydeden Alman dilbilimciye göre, İslam peygamberinden sonraki kuşaklarda metinlerin kesinleştirilmesi, aynı zamanda bir yorum anlamına da gelmiş oldu.
Nitekim Saarland Üniversitesi'nden Kuran kaligrafisi uzmanı Gerd-Rüdiger Puin, Aramca ve Arapça'nın yakın diller sınıfına girdiğini belirterek, Yemen'de Sanaa Camii'nde ortaya çıkan ve Hz. Muhammed'in ölümünden 50 yıl sonra yazılmış olduğu saptanan Kuran surelerini incelediğini, ilk metinlerdeki birçok Aramca sözcüğün asıl değil, sonraki Arapça anlamına ağırlık verilerek kesinleştirildiğini söyledi. Uzmanlar, Luxenberg'in bulgularıyla, yüzyılı aşkın bir zaman önce "İncil tefsirleriyle" gelen havayı, İslamiyet içinde yaratabileceğine dikkat çekiyorlar.
Benzer tezleri araştıran ve kendi alanında bir çığır açan Turan Dursun, 1990 yılında İstanbul'da vurularak öldürülmüştü.
**
Karl-Heinz Ohlig'le söyleşi
"İslam başlangıçta bağımsız bir din değildi"
Din bilimci Karl-Heinz Ohlig, "Die dunklen Anfänge - Karanlık Başlangıçlar" adlı kitabında, İslam'ın başlangıçta bağımsız bir din olarak tasarlanmadığı sonucuna varıyor. Yazarla, Alfred Hackensberger söyleşti.
- Karl-Heinz Ohling İslam'ın köklerini araştırıyor Kitabınız "Karanlık Başlangıçlar" adını taşıyor. İslam'ın doğuşunda karanlık olan nedir?
Karl-Heinz Ohlig: İslam'ın başlangıcına ilişkin tüm bilgiler, daha geç tarihlere ait metinlerden, 9. ve 10. yüzyılda yazılmış olan "biyografilerden" alınmıştır. İslam'ın daha sonraki öyküsünün kaynağı da bu metinlerden biri olan, et-Tebari'nin yıllıklarıdır (10. yüzyıl). Dolayısıyla, İslam'ın ilk iki yüzyılına ilişkin, dayanak olarak alabileceğimiz, o çağa ait metinler bulunmamaktadır.
- Daha sonraki tarihlere ait bu metinlerin özenli ve eksiz oldukları söylenebilir mi? Yoksa bu metinler bilimsel açıdan "sahte" denebilir mi?
Karl-Heinz Ohlig: Bu taslağı da – Tevrat'ı ya da Romülüs ve Romüs efsanesini de– sahte olarak tanımlamak yanlış olur; çünkü o zaman yazınsal türleri dikkate almamış oluruz. Dinsel-siyasal kuruluş mitleri tarih yazımı değildir. Böyle olma kaygısı da taşımaz.
- İslam'ın başlangıçta bağımsız bir din olarak tasarlanmadığı tezini savunuyorsunuz. Bu teze ilişkin kanıtlarınız neler?
Karl-Heinz Ohlig: 7. ve 8. yüzyıldaki Arap egemenliğinde oluşan Hıristiyanlıkla ilgili edebi eserler, ama aynı zamanda dönemin sikkeleri ve örneğin Kudüs'teki Kaya Kilisesi'ndeki yazıtlar bir şeyi gösteriyor: Yeni hükümdarlar İznik Konsülü'nün kararlarını tanımayan bir Suriye-Pers Hıristiyanlığını temsil ediyorlardı. Onlara göre İsa Tanrı'nın elçisi, peygamberi, kölesiydi ama Tanrı'nın fiziksel anlamda oğlu değildi. Tanrı tekti, "ortağı" yoktu. Bu yüzden kilise babası Şamlı Johannes (ölümü 750), Yunan etkisindeki kendi Hıristiyanlık anlayışına uymadıkları için, bu hükümdarları "sapkın" olarak nitelemişti. 9. yüzyıldan önce, Arapların yeni, bağımsız bir dine sahip olduğundan söz edilmiyordu.
-Bu, İslam'ın ancak daha sonra bağımsız bir din haline geldiği anlamına mı geliyor?
Karl-Heinz Ohlig: Bu ifadeden, biraz keyfi ya da bilinçli bir eyleme girişildiği anlamı çıkıyor. Yeni dinler daha ziyade, içinde bulunulan geleneğin dinsel fikirlerinden, miras alınan ilkelerin önem derecesinin değiştirilmesi, bunların farklı yorumlanması ve çok özel bir biçimde pekiştirilip sistematize edilmesiyle ortaya çıkarlar.
-"Karanlık Başlangıçlar" 2007 yılında Hans Schiler Yayınevi'nden çıktı. Muhammed Peygamber hakkında da tarihsel - eleştirel araştırmalar yaptınız. Peki bir birey olarak Muhammed hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Karl-Heinz Ohlig: En önce sikkelerde MHMT kısaltmasının Doğu Mezopotamya'da 660 yılında ortaya çıktığı, bu kavramın batıya doğru yol aldığı ve batıda, ortasında MHMT, kenarlarında ise Arap yazısıyla Muhammed yazılı iki dilli sikkelerin basıldığı kanıtlanabilir. Bu sikkelerde Hıristiyan ikonografisi yer almaktadır: Örneğin, haç işaretine tekrar tekrar rastlanmaktadır, Muhammed ise açıkça, tıpkı Katoliklerin ayinlerinde atılan kutsal "övgüler olsun, gelene…" nidası gibi İsa'nın bir sıfatı -adı- olarak anlaşılmıştır.
Muhammed, "övülmüş olan, övülen ya da övülesi olan" anlamına gelir. Kaya Kilisesi'ndeki yazıtların metninde de Muhammed, Mesih'le, İsa'yla, Meryem'in oğlu ve Tanrı'nın kölesiyle ilişkilendirilmiştir. Şamlı Johannes de, kendi bakış açısına göre sapkın olan bu ifadeye karşı yürüttüğü polemikte bu sözcüğü aynı anlamda kullanmıştır.
Daha sonra bu hıristilojik sıfat, kökünden koparılmış görünüyor; bu sıfat, Kuran'da kendisine sık sık hitap edilen, ismi anılmayan peygamberle ilişkilendirilmiş ve böylelikle bir Arap peygamberi suretinde tarihi bir kimliğe bürünmüştür. Yine en eski kaynak olan, Şamlı Johannes, sözde peygamber Mamed'ten söz ederek bu tarihselleştirmeye tanıklık etmektedir. Tarihsel boşluklar ancak bundan sonra söz konusu Muhammed'e ilişkin zengin öykülerle doldurulabilmiştir.
- Bu durumda geriye, Muhammed sözüyle muhtemelen İsa'nın kastedilmiş olabileceğini kanıtlamak mı kalıyor?
Karl-Heinz Ohlig: Kuran hareketinin tarihinin başında ya da başka bir aşamasında önemli bir vaizin yaşamış olması – şimdiye kadar tarihsel olarak kanıtlanamamış olsa da – kesinlikle mümkündür. Arap sikkelerinin ya da Kaya Kilisesi'ndeki yazıtın tanıklığına göre, "Muhammed - övülmüş ya da övülesi olan" kavramının, başlangıçta hıristolojik bir ünvan olduğu kabul edilmelidir.
- Sizin sözünü ettiğiniz bu bağlantılar şimdiye kadar neden düşünülmedi peki?
Karl-Heinz Ohlig: İslam teolojisinde bu türden sorular sormak yasaktır. İslam teolojisi bugüne kadar bir aydınlanmadan geçmemiştir. Batı'da İslam bilimi ise hâlâ, tarih bilimine yerleşmiş yöntemleri kullanmadan, dil bilimiyle uğraşıyor. Ortadoğu'nun tarihsel açıdan ve Hıristiyan teolojisi bakımından son derece farklı kültürel ortamı da çok az araştırılıyor. Bu yüzden bu geleneklerin kökenlerini göremiyorlar.
- "Erken İslam" kitabınızda, bu dine zarar vermek istemediğinizi söylüyorsunuz. Birçok Müslüman tam tersini hissedecektir.
Karl-Heinz Ohlig: Aydınlanma, 18. yüzyıldan beri birçok Hıristiyan tarafından – bazıları tarafından bugün bile – dinlerine yönelik bir saldırı ve yıkım olarak algılandı; ancak Aydınlanma düşüncesi gerçekte Hıristiyanlığa modern çağda varlığını sürdürme imkânı sağladı. İslam ise henüz bu adımları atamadı. Ancak bu adım, gelecekte getto tarzı dışlanmış toplumlara sahip olmak istemiyorsa, İslam için de kaçınılmazdır.
Alfred Hackensberger
© Qantara.de 2008
Almancadan çeviren: Mustafa Tüzel
Karl-Heniz Ohlig, Saarland Üniversitesi'nde Din Bilimi ve Hıristiyanlık Tarihi profesörüdür.
Kaynak